İstiklal Mahkemeleri
* 6-3-4-1. Bazı iddialar, masallar
D "1923-1931 yılları arası, sırf İslami düşünüş ve yaşayışlarından ötürü,
darağaçlarında sallandırılan 10 binlerin üstünde (doğal ki topluca öldürülenler
ve kurşuna dizilenler hariç [?])." (H.H.Ceylan, Din-Devlet İlişkileri, 3.C.,
s.9)217
D "Hilafetin ilgasından sonrasında, birbirini kovalayan inkılapların ana hedefi,
zannedildiği şeklinde sadece resmi yaşamı değil, hem de ferdi ve kişisel davranış,
yaşayış ve hissiyatı da, din dışı (laik) kılmaktı.. Bu güç iş, dört yıl şeklinde
mahdut bir zamana sığdırılmıştı. Ama iyi mi? Anadolu dahilinde, olağanüstü selahiyeti sahip İstiklal Mahkemeleri gezdirmek ve., bu mahkemelerin sözde
hakimlerinin vasıtasıyla, masum kellelerinden ehramlar yükseltmek suretiyle. /
1924'te hilafetin yıkılışı ile başlayıp 1928'de İslam harflerinin yasaklanması
ile ikmal olunan öylesine süratli bir İslam kini siyaseti takip edildi ve bu
tatbikat, o aşama korkulu bir devlet terörü ile gerçekleştirildi ki bir karşı
ha-' reket hayal bile edilemezdi. İstiklal Mahkemeleri adıyla, bir çok azası
hukukçu olmayan gezici bir mahkeme, Anadolu'nun kent ve kasabalarında
dolaştırılarak, on binlerce masum insan, bir çok halka göz dağı vermek maksadı ile
yoktan yere darağaçlarında telef edildi. Bu o şekildeki bir devlet terörüdür ki
kurbanlarının hakiki sayısını saptamak olası değildir." (K.Mısıroğlu,
Hilafet, s.347-348/ 358-359)
D "İstiklal Mahkemeleri otuz bin şahıs asmıştır." (Mehmet Altan, aktaran
E.Aybars, bağımsızlık Mahkemeleri isminde makale dizisi, Milliyet, 29 Ekim 1996, sayfa
18)218
D "İstiklal Mahkemelerince yüz yirmi bin şahıs asılmıştır." (A.Dilipak, Hürriyet
gazetesi, 2 Şubat 1992)
D "Kemalist inkılapları yerleştirebilmek için beş yüz binden ziyade insan telef
edilmiş[tir]." (K.Mısıroğlu, Hilafet, s.359/316.dipnot; Lozan, 1.C., s.96219)
216) Bu cümlenin anlamını ve amacını şokene, bravooooo!
217) Bu sunuş yazısının başlığı şu şekildeki: "Bunları gündeminizden asla çıkarmayın!"
218) E.Aybars, 16.5.1995'te Kanal 6'da piyasaya çıkan Pusula programında da aynı
bilgiyi vermiştir.
219) Aynı iddiayı Hasan Mezarcı da, Uğur Mumcu ile yapmış olduğu Tv. tartışmasında
ileri sürmüş. (E.Aybars, bağımsızlık Mahkemeleri isminde makale dizisi, Milliyet, 29
Ekim 1996, sayfa 18)
647
Anadolu'ya giderken M.Kemal'e verildiği iddia edilen para şeklinde bu mevzuda da
arttıran arttırana. Sonunda yarım milyona ulaştılar. Yakında milyonu da, hatta
ilerde o zamanki nüfusu da aşarlar.
Açıkçası, uyduruyorlar! Uydurmak şeklinde ucuz, süratli, basit bir metot varken,
incelemeye, araştırmaya kim zaman ayırır? Zaten inceleme yapmak işlerine de
gelmez, ne çıkacağını biliyorlar. Çünkü bu mevzuyu Prof.Dr.Ergün Aybars, ciddi ve
detaylı bir halde inceleyip araştırmış, çalışmasını da yayımlamıştır.220
Ergün Ay-bars'ın saptadığı idam sayısı ve kabahat nitelikleri, amaçlarına müsait
düşmüyor. Onlar da inceleyip araştırsalar, aynı sonuçlara ulaşacaklar. Öyleyse,
desteksiz atışa devam!
Şimdiye kadarki tutumların! gördük. Gerçeği, amaçlarına gore sürekli
değiştiriyorlar. Bu mevzuda da tutumları aynı: İdam sayısını şişirerek,
Müslümanların sırf Müslümanlıklarından ötürü idam edildiklerini, devletin terör
yaptığını yaymak, zihinlere yerleştirmek, bu yolla da, Müslüman kitleyi
M.Kemal'den, Cumhuriyet'ten nefret ettirmek, Kurtuluş Savaşı'nı örselemek!
Doğrular:
İstiklal Mahkemeleri, İstiklal Savaşı periyodu arasında iki ayrı evrede hizmet
görmüşlerdir:
a. 11 Eylül 1920-17 Şubat 1921 (8 mahkeme)
b. 30 Temmuz 1921- Ekim 1923 (5 mahkeme)
Bu iki evrede verilen toplam idam sonucu, 3.811'tir; bunun 2.827'si erteleme
edilmiş (ertelenmiş), 1.054 idam sonucu ise infaz edilmiştir. Prof.Dr.Ergün
Aybars, muhtelif sebepler ve ilmi bir ihtiyatlılıkla, infaz edilmiş idam
kararları sayısını, 1.450-1.500 olarak tahmin ediyor.221 (İstiklal Mahkemeleri,
1.C., s.155, 168, İleri K.) İdam edilenler, ısrarlı asker kaçakları, asiler,
hainler, casuslar, bozguncular, katiller, ırz düşmanları, soyguncular,
hırsızlar, halka eziyet eden görevliler, işgalcilerle ortaklık meydana getiren Rum ve
Ermenilerdir. (a.g.e., s.143-156)
Cumhuriyet periyodunun başlangıcında, 1923- 1927 yılları içinde ise, ancak 3
İstiklâl Mahkemesi kurulur ve 1927'de tarihe intikal ederler:
220) bağımsızlık Mahkemeleri,' iki cilt. Kitabın birinci cildi doktora tezi,
ikinci cildi doçentlik tezidir, (s.204)
221) Ergün Aybars müeccel idam kararları (erteleme edilmiş/ertelenmiş doğrusu infaz
edilmemiş kararlar) hakkındaki şu şekildeki yazıyor:
"Birinci devre (Nisan 1920-Şubat 1921) Konya, İsparta, Pozantı, Diyarbakır ve
ikinci devre (Temmuz 1921-Ekim 1923) Kastamonu, Samsun, Yozgat bağımsızlık
Mahkemelerinin müeccel idam kararları belli değildir. Özellikle asker kaçakları
problemi ile alakalı olan bu mahkemelerin müccelen idam kararları, oldukça olmalıdır,
bu bakımdan listede yayınlanan 2.827 sayısı oldukça eksiktir. Bu rakam tahminen beş
binin üstünde olmalıdır Keza gıyaben (yokluğunda) idam kararları da aynı
halde düşüktür, idam kararları, 1 450-1.500 olabilir" (s.155'deki çizelgenin
dipnotu)
Müeccel kararın, infaz edilmemiş idam sonucu demek bulunduğunu bilmeyen Emine
Şenlikoğ-lu'nun, bu dipnotu kendisince iyi mi yorumladığını ve yorumunda iyi mi
ısrar ettiğini, Toktamış Hocanın tansiyonunun iyi mi yükseldiğini, azca sonrasında
göreceğiz.
648
1. İstanbul İstiklal Mahkemesi (Çalıştığı yer, sadece İstanbul, 8.12.1923- 5
Şubat 1924), Emir Ali ve Ağa Han'ın mektubunu yayımlayan birtakım İstanbul
gazetelerinin yöneticileri ile suikasttan sanık İlyas Sami Kalkavan ve
dostlarının davalarına baktı. Her iki davanın sanıklarından bir çok hakkındaki
beraat sonucu verdi. Hiçbir idam sonucu vermiş değildir, (a.g.e., s.221-252)
2. İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi (Çalıştığı yerler: Diyarbakır, Urfa,
Elazığ; 7 Mart 1925-7 Mart 1927) Baktığı başlıca davalar: Şeyh Sait isyanı, Şeyh
Eyüp ve Dr.Fuat, Seyyid Abdulkadir, Mühendis Ali ve arkadaşları, İstanbul
gazetecileri, Kürt Teali Cemiyeti, casus Nuri, Pötürge, Batman ve Silvan
vakaları, asker kaçakları, (a.g.e., s.293-349) 5.010 şahıs yargılanmış, yarıdan
fazlası beraat etmiştir. İdamlar 350 dolayındadır, (a.g.e., s.348)
3. Ankara İstiklal Mahkemesi (Çalıştığı yerler: Ankara, Eskişehir, İzmir,
Gaziantep, Adana, Kayseri, Sivas, Tokat, Erzurum, Rize, Giresun, İstanbul, 7
Mart 1925- 7 Mart 1927) Baktığı başlıca davalar: Salih Başo ve Resul Hoca,
Antalya Valisi Hilmi (Uran), asker kaçakları, Hüseyin Cahit Rasim Avni ve
arkadaşları, Kırşehir cinayeti, İsmail Hami, telgrafçılar, gizli saklı Tarikat-ı
Salahiye Cemiyeti, Lütfi Fikri Bey, komünistler, Eyüp Sabri - Yenibahçeli Şükrü
- Hüsrev Sami ve arkadaşları, eşkiya Eğri Ahmet ve çetesi, katil Koko Mustafa,
cinayetten suçlanan Maraş mebus Tahsin Bey ve arkadaşları, Hanze Mehmet
çetesi, Adana cinayeti, "şapkayı bahane ederek halkı ayaklanmaya kışkırtma
vakaları" (Sivas, Erzurum, Rize, Giresun, Maraş vakaları, İskilipli Atıf
Efendi), Fatsa soygunu, katil Ali, Adana külhanbeyleri, Albay Kasap Osman,
Keskinli Rıza, mütegallibe Çomoğlu Mustafa Ağa ve Tercanlı Çadırcı Ali Bey,
muhtelif soygunlar ve cinayetler, İzmir suikastı, eski İttihatçılar, bir Fransız
casusu, (a.g.e., s.353- 472) 2.436 şahıs yargılandı, 1.343 şahıs beraat etti, 226
idam sonucu verildi ve infaz edildi, (a.g.e., s.474)
Bu ikinci dönemde, her iki mahkemenin verdiği idam kararlarının toplam azami
sayısı: 576'dır.
• 1923-1927 yılları içinde, bir 'diyet mahkemesi1 olarak çalışan üç İstiklal
Mahkemesi'nin, "şapka vakasını vesile ve kötüye kullanma ederek halkı isyana kışkırtmak
ve isyana katılmak" suçundan, Atıf Efendi dahil, verdiği idam kararlarının
toplam sayısı, ancak 27'dir222 ve yukarki genel sayıya dahildir.223
222) H.H.Ceylan'ın aktardığına gore Doğan Koloğlu, islam'da Başlık adiı
kitabında, 'şapka' olayından, daha şu demek oluyor ki, "şapka vakası vesile ve kötüye kullanma
edilerek, halkı isyana kışkırtmak ve isyana katılmak" suçundan ötürü 57 bireyin
idam edildiğini belirtiyormuş. (Din-Devlet ilişkileri, 3.C., s. 10) Pekala. 27
olmasın da, 57 olsun.
57 nerede, on binler, yüz binler nerede?
Aczimendi lideri Müslüm Gündüz ise, 13 Haziran 1995 akşamı bir hususi Tv'de şu şekildeki
demiş: "bağımsızlık Mahkemeleri, şapka giymeyen 500 bin kişiyi idam etti!" (Aktaran
Emin Çölaşan, 16 Haziran 1995, Hürriyet)
Arttıran arttırana.
223) E.Aybars, bağımsızlık Mahkemeleri isminde makale dizisi, Milliyet, 29 Ekim 1996,
sayfa 18.
649
• Ergün Aybars, ilmi bir ihtiyatlılıkla, birinci devre idam kararları
sayısının 1450- 1.500 olabileceğini tahmin ediyordu. Azami haddini kabul edelim:
İstiklal Mahkemelerinin var oldukları 1920-1927 yılları süresince, infaz edilmiş
bütün idam sayısı sonucu, 1.500+576= 2.076 'dır.
Hani 'on bindi, 'otuz bindi', 'yüz yirmi bindi', 'beş yüz binden fazlaydı'?
Hani 'masum kellelerinden ehramlar yükseltilmişti'?
Hani 'Kemalist inkılapları yerleştirebilmek için beş yüz binden ziyade insan
telef edilmişti'?
Hani, 'gezici bir mahkeme, Anadolu'nun kent ve kasabalarında dolaştırılarak, on
binlerce masum insan, bir çok halka göz dağı vermek maksadı ile yoktan yere
darağaçlarında telef edilmişti'?
• Hiç kimse, 'sırf İslami düşünüş ve yaşayışından ötürü, darağaçlarında
sallandırılmış, kurşunlanmış, köyleriyle beraber yakılmış' değildir.
• Hiç kimse şapka giymedi diye idam edilmemiştir. Zaten 671 sayılı 'Şapka
İksası Hakkında Kanun'da da, başka kanunlarda da, bu şekilde bir müeyyide bulunmuyor.
Şapka giymek, memurlar için mecbur tutulmuş, halk şapka giyinmeye zorlanmamıştır.
Şapka davası diye adlandırılan davaların, şapka giyip giymemekle hiç bir ilgisi
yoktur. O davalarla alakalı suçun vasfı, "şapka vakasını vesile ve kötüye kullanma
ederek, halkı isyana kışkırtmak ve isyana katılmak"tır.224
• H.H.Ceylan da, Ergün Aybars'ın araştırmasından, sıklıkla kaynağını
göstermeden yararlanıyor fakat saptadığı sayılara, karşı çıkıyor. Neye dayanarak?
Çok mühim bir tanığı var, onun açıklamasına dayanıyor. Ceylan'ı dinleyelim:
n "Ankara bağımsızlık Mahkemesi Başkanı Ali Çetinkaya ve İsyan Bölgesi İstiklal
Mahkemesi Başkanı M.Müfit Kansu, İstiklal Mahkemelerinin hitamında, toplam 2.865
kadar kişiyi (farklı suçlardan) idam ettiklerini belirttiklerinde, kendilerine
en başta itiraz, İstiklal Mahkemesi cellatlarından önde gelen cellat Kara Ali'den
gelir. Cellat Kara Ali, patronlarının gerçek dışı dediğini belirterek, 'ancak
benim darağacında sallandırdığım sarıklı, sakallı şahıs sayısı, 5.216'dır.
Söylediğim şeklinde bunlar sırf bilgin olan kişilerdir' der.225
İstiklal Mahkemelerinin yüzlerce celladından ancak birisinin, Cellat Kara
Ali'nin, 1931 senesinde Son Posta gazetesinde piyasaya çıkan bu ifadesinin korkunçluğu
meydanda. Bu ifadelerden yola çıkıldığında, toplam idam edilen insanların 10
binler bulunduğunu rahatça hesap edebilirsiniz. Bir de sessiz sedasız kurşuna
dizilen (?), mürteci köyüdür diye köyleri yaşayanları ile beraber
224) Ama TC'nin 8.Cumhurbaşkanı T.Özal bile, 1992 senesinde, Manisa'da, 'şapka
giymeyenlerin asıldığını1 söylemiş! (E.Aybars, Milliyet, 29 Ekim 1996) Hiç
eğer olmazsa bir Cumhurbaşkanının, bir olayın doğrusunu inceletip öğrenmeden, ayak
üstü, sallapati konuşmayacağını sanırdım.
Yanılmışım!
225) H.H Ceylan'a bakılırsa, aaV.m, asmış olduğu her bireyin giyimini, kuşamını,
sakallı olup olmadığını, mesleğini ve sayısını kaydeîmiş.
Sanki istatistik bürosu.
650
yakılan (?) ve başkaldırı ettiler diye masum oldukları şekilde kurşuna dizilen 10
binleri (?) bu rakama dahil ederseniz, Cumhuriyet döneminde yaşamını kaybeden
islam şehitlerinin sayısının, rahatça 6 haneli rakamlarla anlatım edilmesi
icap ettiğini anlarsınız." (Din-Devlet ilişkileri, 3.C., s.10)
1. M.M.Kansu, İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi Başkanlığına 17 Mart 1925 günü
seçilmiş, rahatsızlığı dolayısıyla Eylül.sonucunda Ankara'ya dönmüş ve istifa
etmiş, istifası 2 Kasım 1925 günü kabul edilmiştir. (E.Aybars, s.281, 294, 337)
Oysa İsyan Bölgesi İstikal Mahkemesi çalışmalarına 7 Mart 1927'ye kadar devam
edecektir. Asıl Başkan dururken, başkanlığı iki sene ilkin sonlanmış olan biri, genel bir
izahat yapar mı? (M.M.Kansu'nun Başkanlık etmiş olduğu zaman arasında, bu İstiklal
Mahkemesi, bilhassa Şeyh Sait ve gazeteciler davalarına bakmış, 690 kişiyi
yargılamış, 110 şahıs hakkındaki (11'i gıyaben) idam sonucu vermiştir, E.Aybars,
s.337)
2. Ankara İstiklal Mahkemesinin verdiği idam kararlarının sayısını da
görmüştük: 226. İkisinin Başkanlığı dönemindeki idam kararlarının toplamı, 336
ediyor. Niye 2.865 desinler?
3. H.H.Ceylan, A.Çetinkaya ile M.M.Kansu'nun yapmış olduğu açıklamayı, hangi kaynağa
dayandırdığını açıklarsa, bu masalı kimin uydurmuş olduğu anlaşılır, kendisi de tekrar
bir masal anlatmış olma töhmetinden kurtulur.
4. Geldik işin keyifli yahut acı bölümüne, doğrusu Cellat Ali'nin açıklamasına.
Cellat Kara Ali'nin açıklamasının özü, mutlaka bu şekilde değil, bambaşka. Bu
açıklamaya ilerde tekrar değinileceği için bu keyifli mevzuyu ele almayı ileriye
bırakıyorum. H.H.Ceylan'a bu bilgiyi eski DP mebus Gıyasettin Emre
vermiştir. (Din-Devlet ilişkileri, 3.C., s.27) Gıyasettin Emre uyduruyor,
H.H.Ceylan, daha da süsleyip püsleyerek aktarıyor. Aslını göreceğiz!
* 6-3-4-2.Bize Nasıl Kıydınız isminde film ve 4 tv programı
Emine Şenlikoğlu'nun Bize Nasıl Kıydınız isminde romanından yararlanılarak, aynı
adla çevrilen film, büyük tartışmalara yol açmıştı. Konusu zamanımızda geçen
filmimizde, geri dönüşlerle Cumhuriyetin ilk yıllarına gidiliyor, Erzincan'ın Kemah
ilçesi Müşekrek köyünden, Mevlevi Şeyhi İbrahim Hakkı Efendinin sakalı zorla
kesiliyor, Kur'an'ı toprağa gömülüyor ve eceliyle ölüyor. Ama devrimlere karşı
olduğu iddiası ile Erzincan İstiklal Mahkemesince idama mahkûm edilen efendinin
ölü bedeni, savcının direktifiyle mezarından çıkartılıp asılıyor. Bu çirkin olaylar
filmimizde, İbrahim Hakkı Efendinin kızının anıları olarak aktarılmaktadır.
Kadir Çelik tarafınca hazırlanan Objektif programında (İnterstar), 20 Ekim 1994
akşamı, bu vaka ve dolayısıyla İstiklal Mahkemeleri ele alındı. Yapılan izahat
ve tartışmaları, bu iki mevzuyla sınırı olan olmak suretiyle bandlardan çözerek
aktarıyorum. Serbest konuşmaya has birtakım dağınık cümleleri, konuş651
manın özüne ve konuşmacının üslubuna dokunmamaya emek harcayarak toparladım ve
özetledim.
20 Ekim 1994
[Ön program, filmden sahneler: Erzincan İstiklal Mahkemesi savcısı, köylülere,
Erzincan İstiklal Mahkemesi'nce, 'inkılaplara karşı gelmekten suçlu bulunan
İbrahim Hakkı Efendi'nin, ölmüş de olsa, mezarından çıkarılıp asılacağını'
bildirir. Mezar açılır, tabutla (?) gömülmüş ceset çıkartılır ve üzerindeki
kefenle bir ağaca asılır. Kızı, bu feci sahneyi yaşlı gözlerle seyreder.]
Sonra, romanın yazarı ile filmin senaristi ve yönetmeninin kısa açıklamaları
gelecek. Bu vaka romanda yok fakat yazarı, filmimizde yer edinen bu sahneye sahip
çıkacak ve reel bulunduğunu şiddetle, azimle savunacaktır.
Şenlik başlamadan, derhal bir durumu belirteyim:
Erzincan İstiklal Mahkemesi diye bir İstiklal Mahkemesi asla olmamıştır. Herhangi
bir İstiklal Mahkemesi de, Erzincan'a gitmiş değildir. (İstiklal Mahkemelerinin,
Büyük Millet Meclisi genel kurutunca saptanmış bölgelerini gösterir çizelgeler
ve haritalar için: E.Aybars, s.47/51 ve 102/104)
Yani vaka, daha başından ve kökünden masal. Ötesi, masal üzerine masal! Şimdi
masalcıların, bu masalı iyi mi inatla ve körükörüne savunduklarını, belgesi var
diye direnerek iyi mi kamuoyunu yanıltmaya ve oyalamaya çalıştıklarını;
Şenlikoğlu'nun, var bulunduğunu iddia etmiş olduğu belgeleri bir türlü gösteremediğini,
sıkıştırılınca iyi mi yan çizdiğini, işi mugalataya boğduğunu, yeni masallarla
durumu kurtarmak için iyi mi çırpındığını izleyeceksiniz.
İyi eğlenceler yahut derin derin düşüncelere dalmalar!
Emine Şenlikoğlu - Filmde bir savcının yanlışı işleniyor. Yani insanlık için oldukça
utanç verici bir vaka işleniyor.
Metin Çamurcu [yönetmen] - Biz Mustafa Kemal Atatürk'ü eleştirmiyoruz. İnkılaplarda yanlış
uygulamalardan bahsediyoruz. Yanlış laiklik uygulamalarından bahsediyoruz...
Birtakım gerçekler unutturulmuştur insanlara. Biz bu gerçekleri hatırlatmak
istiyoruz.226
E.Şenlikoğlu - Ben Atatürkçü değilim, sadece sövgü de etmiyorum Mustafa Kemal Atatürk'e.
M.Çamurcu - Ben Atatürkçü sistemi kabul etmiyorum, inanmıyorum o şekildeki bir sisteme.
[Bu açıklamaları, Kadir Çelik'in yönettiği, Prof.Dr.Toktamış Ateş ile
E.Şenlikoğlu'nun katıldığı tartışma bölümü izliyor:]
226) Gerçeklen mı hatırlatmak istiyorlar, yoksa yeni masallar yaymak mı,
beraber göreceğiz
652
K.Çelik - Filmde entresan bir sahne var. Ölmüş birisi İstiklal Mahkemelerinde
yargılanıyor, idamına karar veriliyor. Cesedi mezardan çıkartılıyor ve yeniden
idam ediliyor.
T.Atcş - Böyle bir şey laf mevzusu değildir. İstiklal Mahkemelerinin ne olduğu,
ne olmadığı bilinir. Zaten buraya gelmem, İstiklal Mahkemeleri konusunda,
toplumumuzda yaratılmak istenen bazı önyargıları çürütmek arzusundan
kaynaklandı.
K.Çelik - Hocam Emine Hanım, o sahnenin reel bulunduğunu, yaşanmış bulunduğunu iddia
ediyorlar, değil mi Şenlikoğlu?
E.Şenlikoğlu - Belgelerim var.. Bir kere İstiklal Mahkemelerinde bu vaziyet, hüküm
yapılmamışsa kaynaklara iyi mi geçti? Ben kaynaklan yanımda getirdim. Programdan
sonrasında vereceğim.227 İstiklal Mahkemeleri seyyardı. Ankara'da gezici olmayan
mahkeme vardı; bir adet mahkeme, öteki bütün ülkenin 67 vilayeti, o vakit 50
vilayet, her her neyse kaç vilayet ise [geziyor]... Yani İstiklal Mahkemesi gezici
yapılıyor efendim, hüküm yok.228 Kim hoşuna gitmedi ise, ki 1982 yıllarında, TRT
l televizyonunda, bir celladın, İstiklal Mahkemesi celladının ağzından duyduğum
bir anlatım, övüne övüne, 'sadece ben beş yüz bin şahıs astım' derken,'övüne övüne
halk huzurunda söylemiştir bunu.229
227) 2 Nisan 1996'ya kadar vermediğini öğrenecek, o gün de veremediğini
göreceğiz. Şaşılacak bir şey değil. Çünkü var olmayan bir mahkemenin var olmayan
kararını, Zati Sungur bile tavşan şeklinde şapkasından çıkarıp da masanın üzerine
koyamaz. Hele senarist-yönetmenin kaynağının aslını öğrenince, pek
neşeleneceksiniz.
228) Aman ya Rabbi! Bu sempatik yazar, hazretlerin ve muhteremlerin masalları
ile büyüdüğü ve yetindiği için İstiklal Mahkemeleri hakkındaki hiç bir şey
bilmiyor. Sadece iki mahkeme bulunduğunu, birinin sabit, diğerinin gezici
(gezici) bulunduğunu sanıyor.
Doğrusu: 1.devrin birinci evresindeki İstiklal Mahkemeleri şunlardır
(11.9.1920-17.2.1921): Ankara, Eskişehir, Konya, İsparta, Sivas, Kastamonu,
Pozantı, Diyarbakır (E.Aybars, $.47, her mahkemenin vazife bölgesini gösterir
harita s.51); ikinci evredeki İstiklal Mahkemeleri de şunlar (30.7.1921-Ekim
1923): Ankara, Konya, Kastamonu, Samsun, Yozgat (s. 102, harita, s. 104);
2.devre İstiklal mahkemeleri (1923-1927): istanbul ve Ankara İstiklal
Mahkemeleri ile İsyan Bölgesi bağımsızlık Mahkemesi.
Her bağımsızlık Mahkemesi'nin vazife bölgesi, TBMM'nce saptanıyor. Bir şehirdeki işi
bitince ve gereksinim var ise, bölgesi içerisindeki bir başka şehre gidiyor. Seyyarlık
bu. Şenlikoğlu, bu kelimeyi iyi mi yorumluyorsa, İstiklal Mahkemelerinin ilk
soruşturmasız, duruşmasız, sorgusuz sualsiz karar verdiklerini, "kim hoşuna
gitmediyse" asıp kestiğini sanıyor anlaşılan. Ama sözü yeni bir cel-lata
kaydırdığı için bu çocukça iddiasının sonunu getiremiyor.
Bütün bağımsızlık Mahkemelerinde, ilk tahkikat dosyasına gore, son tahkikat
(duruşma) yapılıyor, sanığın işlediği iddia edilen kabahat ve dosyada bulunan
deliller açıklanıyor, gerekirse şahit dinleniyor, yüzleştirme yapılıyor, sanık
savunmasını yapıyor, her duruşmanın detaylı tutanağı (zaptı) tutuluyor,
tutanaklar yahut duruşma izlenimleri ile kararlar, mahalli yahut genel gazetelerde
yayımlanıyor ve tüm belgeler dosyasına konup TBMM'ne teslim ediliyor.
Duruşmalar da, Meclis sonucu gereğince, mutlaka açık (aleni) yapılıyor.
(E.Aybars, s.49)
229) T.Ateş, herhalde abartının bu kadarına hazırlıklı olmadığı için beş yüz
bini, beş bin olarak algılıyor. Haklı olarak, bu sayıya bile itiraz ediyor. Asıl
metinde göreceksiniz.
Anlaşılan cellatlar da kendi aralarında aleni arttırmaya girmişler. Bir cellat
günde 100 şahıs assa, 500.000 şahıs için 14 sene gerekir. Acaba endazesiz atan
cellatlar mı, yoksa bu çingene cellat palavralarını, parmak hesabına bile
vurmadan aktaranlar mı daha ayıp ediyorlar, karar veremedim.
653
K.Çelik - Yargılama bu halde mi yapılmıştır sayın hocam?
T.Ateş - Hayır! Sayın Şenlikoğlu, doğal, kulaktan dolma...
E.Şenlikoğlu - Hayır efendim, araştırmalarım var!!
K.Çelik - Yani yargılama, sayın Şenlikoğlu'nun söylediği halde, gözünün üstünde
kaşın var deyip...
T.Ateş - Öyle şey olur mu efendim??
E.Şenlikoğlu - O şekilde, bütün Türkiye aydınlarını, meydan okuyorum bu zamanı
araştırmaya çayır ediyorum.
T.Ateş - Efendim elimin altında, müsaade buyurun...
E.Şenlikoğlu - Sayın Ateş'in iyi niyetinden asla şüphem yok. Fakat olası değil!
Okuyoruz ve görüyoruz.
T.Ateş - Şimdi, bakın, İstiklal Mahkemelerinin, bir özelliği, öteki inkilap
mahkemelerine benzemeyen yanı, açık (aleni) olmasıdır. Hiçbir muhakeme
(yargılama), kapalı kapılar peşinde yapılmamıştır. Hepsi açık olmuştur. Çok mu
adildir, iyi midir, fena müdür, ek olarak tartışılabilir. Fakat İstiklal
Mahkemelerinin dökümü elimizin altında vardır. Bunun için uzun araştırmalar
yapmak gerekmiyor.
E.Şenlikoğlu - İstiklal Mahkemeleri ile alakalı arşivler kapalı, efendim.230
T.Ateş - Hayır efendim. Her şey açıktır. En son, zabıtların bir bölümü saklıydı
ki onların içinde birtakım açıklanmamış olanlar vardı, İskilipli Atıf Hocayla
alakalı Ankara İstiklal Mahkemesi'nin zabıtları da açıldı ve yayımlandı. Sayın
kamuoyuna, bir defa daha altını çizerek duyurmak isterim. Yalan üstüne, kara çalma
üstüne, abartma üstüne, haklılık çıkmaz ortaya. İstiklal Mahkemelerinde
yargılanan insanların idam edilenlerinin sayısı, 1.Dönemde 1.054'tür. Mücce-len,
doğrusu idama mahkûm olup da ertelenmiş, gerçekleştirilmemiş idam sayısı, 2.827'dir
ve gıyaben idam sonucu da 243'tür. 2.Dönemdeki idam kararları da 400
civarındadır.231 Müeccel idamların da bir kısmının asıldığını düşünürsek,
İstiklal Mahkemeleri kararıyla idam edilen insan sayısı, üç bini
bulmamaktadır.232 Nerede kaldı beş bin şahıs astığını söyleyen cellat?
230) Son olarak, 1993 yılı Kasımında, Ahmet Nedim, Ankara İstiklal
Mahkemesinin, birtakım duruşmaların tutanaklarını asıllarıyla beraber yayımladı.
500 sayfalık bir kitap. Kızımızın kendini ilgilendiren yayınları bih izlemediği
anlaşılıyor, 'arşivler kapalı' diye direnme ediyor.
Yargı yapılmadığını ileri devam eden Şenlikoğlu'na, bu kitaptaki, duruşma
tutanaklarını okumasını öneri ederim.
231) Tam sayısı, 576.
232) E.Aybars, 1.Dönemde, 1.054 olan kati idam sayısının, ilmi
ihtiyatlılık göstererek, 1.500 olabileceğini ileri sürmüştü; 2.Dönem idam
kararlarının sayısı ise kesindir: 443! Şu şekilde, ihtiyatlılık oranı ile beraber
toplam idam sayısı, en çokca 2.076 eder. T. Ateş, bir ihtiyatlılık daha
göstererek, 'müeccel' (erteleme edilmiş) idam kararlarınının bir kısmının, ilerde
infaz edilmiş olabileceğini varsayıyor ve yaklaşık bir rakam ileri sürüyor;
3.11.1994 günü, Objektif programında, bu yaklaşık sayıyı 2.700 olarak
belirtecektir.
Hakkında, erteleme edilmiş idam sonucu olan 2.827 kişiden 757'sinin (ortalama
%'inin) tekrar kabahat işleyeceğini varsaymak, bana hiç de sıhhatli ve gerçekçi
bir hesap olarak gelmiyor.
654
E.Şenlikoğlu - Bunları araştıralım.
T.Ateş - Bütün bunlar elimizde sayı olarak mevcut. Şunu da söylemek isterim.
Üç bin şahıs azca mı? Abartmanın da bir sınırı vardır.
K.Çelik - Sayın Şenlikoğlu, bu filmdeki sahneyi ve sizin tanımlamalarınızı,
sayın Ateş gerçek dışı, kara çalma ve abartma olarak niteliyor.
E.Şenlikoğlu - Toktamış Beyin samimiyetinden şüphem yok. Araştıran, sadece
Toktamış hocamız değil. Biz de araştırıyoruz ve görüyoruz. Bunu inkâr etmeyen
birçok aydın ve Atatürkçü kişiler de var. Ve bunu kaynaklarımızdan okuyoruz...
Yalnız, bu tartışmada hiç bir sonuca ulaşamayacağız. Çünkü ne sayın hocamız
fikrinden vaz geçecektir, ne de ben fikrimden vaz geçeceğim.233
K.Çelik - Efendim, hoca altını çizerek söyledi, sizinde savunduğunuz bu
düşünceler için yalandır, iftiradır, abartmadır dedi.
E.Şenlikoğlu - Kaynaklarımız var. Onu araştırırız hep birlikte.
T.Ateş - Ben İstiklal Mahkemelerinden herhangi birinde, öldürülmüş bir adamın,
mezarından çıkarılıp tekrar asıldığını duymadım. Böyle bir şey olması da
mantıkla bağdaşır şeklinde değil.
K.Çelik - Belgelerim var diyor Şenlikoğlu.
T.Ateş - Programdan sonrasında, oldukça yararlanacağız kesinlikle o belgelerden... Ama birtakım
gerçeklerin de bilinmesi lazımdır. Bu kara çalma kampanyası, belli bir zemine
dayanmıyor ve haksızdır. Bu mevzuda inceleme olmadığı söyleniyor. Bu mevzuda oldukça
uzman arkadaşlarımız var. Mesela Ergün Ajybars.Genç yaşta, bir ömür
harcayarak...
K.Çelik - O vakit, ancak İstiklal Mahkemelerini mevzu alan bir aleni oturum
yapalım.
T.Ateş - Zevkle.
E.Şenlikoğlu - İstiklal Mahkemelerinde sorumlu olan her insana, Toktamış Beyin
kefil olması üzücü bir'vaka, şu sebeple...
T.Ateş - Kefil filan değilim, niye kefil olayım her insana? Yok o şekildeki bir şey.
E.Şenlikoğlu - Bu gezici bir kere efendim, gezici.234
T.Ateş - Müsaade buyrun, şunu anlatım etmek isterim. Ben Birinci Meclisin tüm
üyelerine toz kondurmamaya çalışırım. Hangi gruptan olursa olsun, fakat Birinci
Grup, fakat pek de uzlaşamadığım İkinci Grup. Çünkü harbiden tarihimizin bu en
şerefli insanlarına hürmet göstermemiz icap ettiğini düşünürüm. İstiklal
Mahkemeleri üyeleri içinde, İkinci Grup üyeleri de var.
233) Demek ki ilmi inceleme, belge, delil mühim değil, hiç bir bilgiye
dayanmayan kendi fikri, daha şu demek oluyor ki, masalları okuya okuya kemikleşmiş
önyargısı mühim ve geçerli. Anlaşılan, islamlığın bu yeni temsilcileri için
ilmin mılmin beş paralık kıymeti yok, yaşasın masallar!
234) Evet, gezici (gezici)1 Ne olmuş doğrusu? Seyyarlık, mahkemenin mahkemeliğine
halel mi getirir? Tapu- Kadastro Mahkemeleri de gezici.
655
E.Şenlikoğlu - Siz cellatlara en muteber diyorsanız, benim söyleyecek sözüm yok.
T.Atcş - Türkiye Birinci Millet Meclisi, tarihimizin en muteber insan
topluluğudur. İstiklal Mahkemesinin üyeleri milletvekiliydi.
E.Şenlikoğlu - Millet Meclisi'ne lafımız yok, hepimiz cellatlardan bahsediyoruz.
K.Çelik - Sayın Ateş'e, sayın Şenlikoğlu'na teşekkür ediyoruz.
Emine Şenlikoğlu'nun 'cellatlar' lafı dolayısıyla, Radye-Televizyon Üst Kurulu,
İnterstarı uyarır.235 Bunun üstüne İnterstar, 27 Ekim 1994 günü Objektif
programında yapılacak olan İstiklal Mahkemeleri tartışmasını erteler Tartışma,
daha dar bir kadro ile 3 Kasım günü yapılacak.
Bu arada, 31 Ekim 1994 gecesi, Reha Muhtar'ın hazırladığı Ateş Hattı programında
(TRT 1), ölünün mezardan çıkarılıp asılması, zorla sakal kesilmesi, Kur'an'ın
toprağa gömülmesi şeklinde iddialar, geniş bir halde ele alınır. Bu programın, laf
mevzusu iddialarla alakalı bölümlerini, detaylı sahnelerin özünü koruyup
kısaltarak aktarıyorum.
Reha Muhtar -..Filmde, Cumhuriyetin duyuru edilmiş olduğu yıllarda, bir Mevlevi
şeyhinin, mezarından çıkartılarak tekrar idam edilmesi gösteriliyor. Filmde,
kızının ağzından, o günlerde Kur'an'ın baskı kararı toprak dibine gömüldüğü,
inananların sakallarının kesildiği, görüntülerle aktarılıyor. Ateş Hattı, filmin
bu tüyler ürpertici iddialarını araştırdı.
[Filmin maliyeti konusunda yapımcıyla yapılan kısa bir konuşma. Film 4 milyara
mal olmuş. Reklama da 2 milyar ayırmayı düşünüyorlarmış.]
Reha Muhtar - Aslında film, günümüzde geçen ve o kadar da entresan olmayan bir öyküyü
işliyor.236 Ancak, ara sıra geriye dönüşlerle, Cumhuriyetin ilk yıllarında
bulunduğunu iddia etmiş olduğu birtakım vakaları gündeme getiriyor. En çarpıcı vaka,
Erzincan'ın Kemah ilçesi, Müşekrek köyünde, eceliyle ölmüş Mevlevi Şeyhi İbrahim
Hakkı Efendinin, mahkeme kararıyla mezardan çıkartılarak ipte sallandırılması,
doğrusu idam edilmesi. [Sahne gösteriliyor] İşte bu sahne, İbrahim Hakkı Efendinin,
o sıralarda 10 yaşında olan minik kızının, bu vakası izlerkenki ağlama
görüntüsüyle veriliyor ve film süresince da, İbrahim Hakkı Efendinin, Cumhuriyetin
ilk yıllarında başına gelenler, kızının anılarından aktarılıyor.
[Programın araştırıcısı Lütfiye Pekcan'ın, filmin yapımcısı Hüseyin Türkyıldırır ve yönetmeni M.Çamurcu ile yaptığı kısa bir konuşma girer:]
235) Bu tarihte Kurul Başkanı Alı Baransel'di.
236) Filmi seyredemedim fakat bu programlar dolayısıyla birçok sahnesi,
onlarca kere ekrana getirildi Gördüğüm sahnelere gore, ilkel, grotesk, duygu
sömürüsü meydana getiren, maksatlı bir film
656
H.Türkyıldırır - Evet, yeri bellidir. Bu vakası yaşayan insanoğlu hâlâ sağdır,
hayattadır.
L.Pekcan - Peki, bu filmimizde 'zamanı gerçekler saptırılmadan, aynen verilmiştir'
deniyor.
M.Çamurcu - Evet.
L.Pekcan - Filmin senaristliğini da, bir arkadaşınızla beraber kaleme aldınız,
Emine Şenlikoğlu'nun eserinden uyarladınız. Film, Erzincan'da bir şeyhin
asılmasıyla başlıyor.
M.Çamurcu - Evet, hepimiz bunu araştırmaya başladık, o denli büyük bir inceleme
değildi, piyasada mevcud kitaplardan inceleme yaptık ve bazı zamanı
gerçeklerle yüzyüze kaldık. Ben, Şeyh İbrahim Hakkı Efendi Hazretleri vakasını
bilmiyorum. Burhan Bozgeyik'in Bize Nasıl Zulmettiler adlı kitabında
rastladım, ortalama bir sayfaydı. Defalarca okudum ve etkisinden kurtulama-dım.
Şeyh Efendinin torunlarını kaynak gösteriyordu. Ayrıca, tekrar dipnot olarak
Erzincan Yıllığı'ndan bahsediyordu.237 Biz bunlara ulaşamadık fakat ben bu var
olan detayları doğru kabul ettim.
Reha Muhtar - İşte filmin en çarpıcı sahnesi, yönetmenin 'mevcud detayları
doğru kabul etmesiyle', bu şekilde ortaya çıkıyor... Torunlarını kaynak gösteren
kitap, bu hükmü verince, yönetmene gore sahnenin çekilmesinin bir sakıncası
kalmıyor. Hem de İbrahim Hakkı Efendinin kızı anlatıyormuş şeklinde gösterilerek.
[Filmden ve gala gecesine katılan tesettürlü seyircilerden görüntüler vs.] Reha
Muhtar - Ateş Hattı, İbrahim Hakkı Efendinin hem torunlarını, aynı zamanda filmimizde,
ağzından anlatımın yapıldığı kızlarını buldu. İbrahim Hakkı Efendinin iki
kızından Hatice Meliha Cimilli, İstanbul, Fatih'te, Halıcılar Caddesi 86
numarada oturuyor. Şu anda 80 yaşında. Babası eceliyle öldüğünde 10
yaşlarındaydı.
237) Yönetmen iki kaynaktan bahsediyor fakat ikisi de doğru değil. Bu vakası yazan
H.H.Ceylan'dır. (Din - Devlet İlişkileri, 3. C., s.31-34) H.H.Ceylan, anlattığı
bu uyduruk vaka için üç kaynak gösteriyor, yazdığı şeklinde aktarıyorum:" Mevlevi
İbrahim Hakkı Hazretleriyle alakalı bu hadiseyi, Erzincan ulemasından Ali Küçüker
Efendi ile Müşekrek köyünde Mevlevi İbrahim Hakkı Hazretlerinin hala hayatta
olan torunlarından dinledim. Ayrıca bkz: Erzincan Tarihi, Tahir Erdoğan Şahin,
c.2., s.275, Erzincan Hayra Hizmet ve Dayanışma Vakfı Y., Erzincan, 1987."
H.H.Ceylan, bilhassa İ.Hakkı Efendinin torunlarından dinlediğini iddia etmiş olduğu
vakası şu şekildeki öykü ediyor: bağımsızlık Mahkemesi 1926 yılının ikinci yarısında
Erzincan'a gelmiş (!), Ankara'dan almış olduğu emirle, halkı islam'a bağlılıkta
direnmeye çağıran ibrahim Hakkı Efendinin idamını istemiş, gıyaben idamına karar
vermiş. H.H.Ceylan'a anlatıldığına gore, bir müddet sonra Efendi, rüyasında
Resulullah'ı görüp davetini almış ve ruhunu teslim etmiş. Çocukları durumu Şark
bağımsızlık mahkemesine bildirmişler. Mahkeme, Müşekrek köyüne derhal bir heyet
yollamış, kabir açılmış ve jandarmalar, heyetin emri gereğince ölü bedeni mezardan
çıkarıp asmışlar. Dünyada görülmeyen bir zulümle mahkemenin sonucu bu halde
yerine getirilmiş.
H.H.Ceylan, bütünüyle uydurma bulunduğunu göreceğimiz hikayeyi şu şekildeki bitiriyor: "Bu
zulmün bir dünya rekorudur... Cumhuriyet periyodu Türkiye'sinin rekorudur." (s.34)
Ortada harbiden bir üstün dereceli var fakat bunun gerçek dışı rekoru olduğu, Efendinin
kızlarının ve torunlarının ifadeleri okununca anlaşılacak!
657
[Filmin söz konusu sahneleri tekrar gösterilir]
L.Pekcan - Bu filmimizde, mezardan çıkarılıp beyaz kefeniyle yeniden asılan ibrahim
Hakkı Efendi, Erzincan, Kemah ilçesi, Müşekrek köyünden, sizin babanız...
H.M.Cimüli - (Kucağında babasının çerçeveli, büyük bir resmi; bir sehpa üstünde
Kur'an'ı) Evet efendim, babam.
L.Pekcan - Böyle bir vaka oldu mu?
H.M.Cimüli - Hayır, kesin surette hayır! Hiç böyle bir durum olmamıştır!. Her
tarafım titredi... Onlar da Müslüman, ben de. Getirsin, şurada Kur'an-ı Kerim'e
elimi basayım. Böyle bir şey olmadı. Ben minik değildim, on yaşındaydım.
[Bu sahneyi, L.Pekcan'ın filmin yönetmeni Metin Çamurcu ile yaptığı konuşma
izliyor:]
L.Pekcan - Biz torunuyla konuştuk, İbrahim Hakkı Efendinin kızıyla konuştuk.
Bugün 80 yaşında. Olaya büyük infial duyduğunu, büyük reaksiyon gösterdiğini, bu şekilde
bir şeyi mutlaka kabul etmeyeceğini söylüyor.
M.Çamurcu - Evet, ee, bakınız, İbrahim Hakkı Hazretleri mevlevidir ve reel bir
İslam alimidir. Saray vaizliği yapmıştır. Sıradan bir insan değildir.
inkılaplara karşı çıkmıştır. Ankara'dan gelen bir emirle (!) Erzincan İstiklal
Mahkemesi (!) gıyabında idam cezası vermiştir (!), kendisi bulunamadığı için.
Bakın, bunlar tamamen gerçektir, ben bunlara inanıyorum.
L.Pekcan - Mezardan çıkartılıp..
M.Çamurcu - Ben bunlara inanıyorum. Kızının, ne şartlar altında, ne dediği
beni ilgilendirmiyor. Biz buna... bunlar gerçektir!
Reha Muhtar - Bir şeyhin kızına, acaba hangi kuvvet, Kur'an'a el bastırarak
yemin ettirebilir?
[L.Pekcan'ın, İbrahim Hakkı Efendinin kızıyla yaptığı konuşma, devam eder:]
H.M.Cimüli - Erzincan'da üç ay hasta yattı, eceliyle öldü. Terzi Baba'
mezarlığına gitti. Yatıyor orda.
L.Pekcan - Daha sonrasında mezarından alındığı...
H.M.Cimüli - Ne!!! Hayır, imkansız! Rahmetli'ağabeyim yaptırdı mezarı. Senelerce
ziyaret ettik, gittik. Teyzemin-oğlanları her hafta, ziyaretine [giderlerdi].
L.Pekcan - Bu filmin doğruyu yansıttığı söyleniyor ve hatta torunları kaynak
gösteriyorlar.
H.M.Cimüli - Torunları? Bu işte torun! O kadar yanlış, o denli yanlış ki gerçek dışı!
Her türlü kanıtlama ederim. Çok şükür ki ben hayattayım, bir de ablam var hayatta.
Reha Muhtar - Ateş Hattı, Hatice Meliha Cimilli'nin hayatta olan ablası
658
[Hafız] Afife Özselçuk'u, İbrahim Hakkı Efendinin büyük kızını da, Ankara'da,
Ebuzziya Tevfik sokak, 34 numarada buldu.
Afife Özselçuk - Çok kötü oldum. Baygınlık geçirdim. Nasıl uydurdular bu şekilde bir
şeyi, asla imkânsız. Babam [köyde değil] Erzincan'da öldü, Terzi Ba-ba'da
gömüldü, halen orada gömülü. Gitsin, baksınlar.
L.Pekcan - Nasıl öldü efendim?
A.Özselçuk - Kalpte'n öldü. Hasta yattı, sonrasında öldü. Erzincan'da gömülü duruyor.
L.Pekcan - Tanırlar mı, bilirler mi orada?
A.Özselçuk - Çok tanırlar, oldukça tanınmış... L.Pekcan - Ne olarak bilinir?
A.Özselçuk - Mevlevi şeyhiydi. Medresesi vardı. Talebeleri vardı. Herkes tanır
doğrusu Erzincan'da.
L.Pekcan - Hacı İbrahim Efendi olarak mı bilinir?
A.Özselçuk - Evet, Hacı İbrahim Efendi, Kemahlı Hoca.
L.Pekcan - Kemahlı?
A.Özselçuk - Kemahlı Hoca, Hacı İbrahim Efendi.
L.Pekcan - Peki, bu Müşekrek köyünde, başka Hacı İbrahim Efendi var mıydı, yahut
İbrahim Hakkı Efendi?
A.Özselçuk - Hiç, asla yok. Zaten 10 ev, o denli. Müşekrek köyü oldukça minik bir
köy. [Babam] Orada kalmamış, babasına 'ben okuyacağım' demiş, babası para
vermiş, gitmiş Mısır'a. Mısır'da birazcık okumuş, sonrasında İngiltere'de okumuş. Sonra
gelmiş işte, mevlevihaneyi açmış. Koca bir arazi arasında medreseler, tekke, cami,
işte aşhaneler... Evimiz, hep o şeyin içindeydi. Hep ya-nımızdaydı.
L.Pekcan - İdam kararının, mezarından çıkarılıp uygulanmış olduğu söyleniyor.
A.Özselçuk - Hayır, hayır! Hiç, gerçek dışı! Nasıl uyduruyorlar bunları, nereden
çıkarıyorlar? Bu kadar kara çalma olmaz! Ne istiyorlar ölü adamdan? [L.Pekcan,
filmin yönetmeniyle konuşuyor:]
M.Çamurcu - Filmdeki her olayın reel olduğuna inanıyorum. Gerçek olmasaydı
aslına bakarsanız, ben onları filme aktarmazdım.238 Bu cesareti gösteremezdim.
L.Pekcan - Torunu şu anda yaşıyor, kızları da aynı halde... M.Çamurcu - Başka
torunları da var!
[L.Pekcan, İbrahim Hakkı Efendinin torunu Sevinç Elmas'la konuşuyor:] S.Elmas -
Torunları kaynak gösteriliyormuş bu filmimizde. Böyle bir şey mutlaka olamaz!
Olmayan bir şeyi, torunları nereden söylesinler?
238) Bir yanda ibrahim Hakkı Efendinin, şiddetle itiraz eden, üzüntüden
titreyen, biri Kur'an el basmaya hazır, diğeri Hafız iki kızı, öte yanda ise,
yazılarında adından başka hiç bir doğru bulunmadığını gördüğümüz H.H.Ceylan'ın
masalı. Filmin yönetmeni, masala inanıyor.
659
L.Pekcan - Kaç adet torunu var? Yakın ilişki içersindeyiz diyorsunuz. Bunu
söyleyebilecek bir torun çıkabilir mi?
S.Elmas - Hayır mutlaka çıkamaz. Biz üç kardeşiz, teyzemin tekrar üç çocuğu
var. Ölen kardeşlerinin kızı, Buket Uzuner, kardeşi Salih Uzuner var. Böyle bir
şey söyleyecek torun yok.
Reha Muhtar - Ateş hattı, bir şüphe bırakmamak için ancak bir torunla değil,
öteki torunlarla da görüştü.
Gülgun Hanım - Evet, torunların hepsiyle yakın ilişki içindeyiz, torunları
bizleriz. Hepsi Atatürkçü, milliyetçi insanoğlu. Biz dedemizin, her vakit
Cummhuriyet hükümeti ve Mustafa Kemal Atatürk hükümeti tarafınca hürmet gördüğünü duyduk
annemizden. Annem 80 yaşındadır, Cumhuriyet İlkokulu'nu bitirmiştir. Dedem o şekildeki
Mustafa Kemal Atatürk karşıtı biri olsaydı, herhalde kızını o devirde, karma bir ilkokula
göndermezdi.
Reha Muhtar - Yine İbrahim Hakkı Efendinin kızının anılarına dayanılarak, filmimizde
yayınlanan Kur'an gömme sahneleri ise, irdelemenin bir başka boyutunu
oluşturuyor. Ezici çoğunluğu Müslüman olan bir toplumun, batılı emperyalist
güçlere karşı verdiği Kurtuluş Savaşı'ndan sonrasında, tamamı Müslüman olan önder
kadronun yada onlardan güç alan başkalarının, kendi dinlerinin mübarek kitabını,
iyi mi toprağa gömdürdüklerini idrak etmek olası görünmese de, hepimiz tekrar tarafları
dinleyelim.
[L.Pekcan, filmin yapımcısı H.Türkyıldırır'la konuşuyor:]
L.Pekcan - Bir belge gösteriyor mu?
H.T. - [Sayfanın) Altında kaynaklar vardı. Erzincan Günlüğü [tarihi demek
istiyor olsa gerek] şeklinde bir kaynak göstermiştir.
L.Pekcan - Erzincan Günlüğü şeklinde? Peki, siz inandınız mı efendim? Böyle bir şeyi
inanarak mı -çektiniz?
H.T. - Tabii ki.
L.Pekcan - İnanıyorsunuz?
H.T. - Tabii ki.
L.Pekcan - Yani Kur'anlarm gömüldüğü, İstiklal Mahkemelerinin...
H.Y. - Olmuştur bunlar.
Reha Muhtar - Filmde bunların olduğu, tekrar İbrahim Hakkı Efendinin kızının,
küçüklük anılarından aktarılıyor. Şimdi 83 yaşındaki o minik kız, Ateş Hattı
kameralarına şu şekildeki konuşuyor.
Afife Özselçuk - Yalan! Hiç imkânı yok. O kadar insan görmüş oldu ki. Herkes
ibadetinde, camisinde, evinde. Hiç o şekildeki saklı bir şey yoktu Mustafa Kemal Atatürk zamanında.
L.Pekcan - Siz evinizde, huzurlu huzurlu Kur'an okur muydunuz?
A.Özselçuk - Rahat, oldukça rahattık. Hatim okunurdu Ramazan'da. Hiç kimse bir şey
demezdi.
L.Pekcan - Herhangi bir mani?
660
A.Özselçuk - Hiç, hiç bir mani yoktu. Herkes ibadetini yapardı, serbestti. Hiç
gizli saklı bir şey yoktu. Bunları nereden çıkarıyorlar bu şekilde? Öyle sakal kesme filan,
asla imkânı yok. Kur'an gömülür mü asla? [Yeniden İbrahim Hakkı efendinin öbür
kızı:]
H.M.Cimilli - Hiç, asla, imkansız! Benim dedemin dedesinin Kur'anı-ı Kerimleri
var. Benim ablam [Afife hanım] hafızdı. Erzincan'da, 30 yıl Kur'an hafızı...
Bütün Erzincanlılar bilir. Kimse, 'hafız, niye okuyorsun?' [demedi]... Kocam,
Allah rahmet eylesin, ilköğretim din öğretmeniydi. Evde-birlikte namaz kılardık,
Kur'an okurduk. Bir tartışma oldu, dedim ki: 'Yahu kim bizim Kur'an'ımızı
topladı ki... Bak, dedemin Kur'anı işte burada!'
[Son olarak, L.Pekcan, İbrahim Hakkı Efendinin bir başka torunu ile konuşuyor:]
L.Pekcan - Böyle bir şeyin varlığına siz inanabiliyor musunuz?
Bilgin Cimilli - Kesinlikle inanmıyorum. Ateş Hattı programı burada sona eriyor.
3 Kasım 1994 günü, Objektif programı, birtakım yazar, bilim adamı ve ilgililerin
İstiklal Mahkemeleri ve filmdeki iddialar ile alakalı görüşlerini, ardarda
yansıtır. Bunların da konumuzla alakalı kısımlarını, banddan çözerek ve cümleleri
toparlayarak aktarıyorum:
A.Dilipak - M.Kemal adına birtakım milletvekilleri, devrimleri koruma adına, hüküm
yolunu kullanarak, kendilerine gore hususi bir hüküm metoduyla adeta terör
estirdiler.
T.Ateş - Hayır. Bu iddiaları ileri sürenler, ya İstiklal Mahkemelerini
bilmiyorlar, yahut terör mahkemelerini bilmiyorlar.
A.Dilipak - Siyasi amaçla şiddete başvurulmuştur, mahkeme kötüye kullanma edilmiştir.
Gerçek bir mahkeme değildi bunlar.
Altemur Kılıç239 - Bu mahkemeler, meşru (yasal) mahkemelerdi. Üyeleri TBMM
iradesinden çıkan kişilerdi.
A.Dilipak - Her şey işte birkaç kişiden oluyor. Düzmece bir mahkeme/40 Kararlar
veriliyor ve hemen infaz ediliyor.
Emine Şenlikoğlu - İstiklal Mahkemesinde vazife alan herkes, kendi hayatına gore
yargıladı. (?) Kullandı İstiklal Mahkemesi'ni, istediği şeklinde kullandı.^)
T.Ateş - Hiçbir İstiklal Mahkemesi'nde, kapalı kapılar peşinde karar
alınmamıştır. Her şey halka açıktır, her şey alenidir.
239) Ankara İstiklal Mahkemesi üyelerinden Kılıç Ali'nin oğlu.
240) bağımsızlık Mahkemeleri, TBMM'nin 11 Eylül 1920 günü kabul etmiş olduğu 21 sayılı
kanunla kurulmuştur. Kanunun çıkması için hararetle çalışanlardan biri de
Trabzon mebus Ali Şükrü Beydir. (E.Aybars, 1.C., s.40)
661
A.Dilipak - Nasıl aleni oluyor? Halkın susturulduğu Stalin periyodu mahkemeleri
aleni mıydı? Hayır,, hayır, böyle bir durum yok!241
A.Kılıç - Yargılama aleni olarak yapılırdı, gizli saklı yargılama yoktu. Sanıkların
savunma yapmaları önlenmiyordu.
E.Şenlikoğlu - Said-i Nursi Hazretleri, yüz bin adamın kesildiğini söylüyor bir
kere, doğrusu kesilerek öldürüldüğünü söylüyor. (!)
T.Ateş - İstiklal Mahkemelerinde asılan insan sayısı bellidir. Tek tek, isim
isim, ana ismi, baba ismi, doğumu, yaşı, her şeyi bellidir. Mahkemelerde 2.700
idam sonucu verilmiş ve uygulanmıştır.
E.Şenlikoğlu - Yüz binlerin oldukça üstünde.242 Böyle üç bin, resmi rakamlarda üç
bin deniyor fakat söylediklerine kendileri de gülüyordur herhalde.243
A.Kılıç - Divan-ı Harpler dahil, nihayet üç bin şahıs idam edilmiştir.
A.Dilipak - Topladığınızda yüz binleri buluyor sayı.244
T.Ateş - Öyle yüz binler, muz binler şeklinde rakamlar gülünçtür. Öyle bir şey laf
mevzusu değildir!
İç spiker - işte seneler sonrasında bağımsızlık Mahkemeleri tartışmasını gündeme getiren
film Bize Nasıl Kıydınız'ın vaka sahnesi!
[Ekrana, filmdeki mezardan çıkarıp asma, saka! kesme vb. sahneler geliyor.
Sonra:]
241) Tarih bilgisinin derecesini yakından bildiğimiz Dilipak, sapla samanı
karıştırıyor. Türkün aklı gözündedir derler. Gönderme yaptığım kaynaklardaki
sayfalara bakarsa, duruşma salonlarının, hanım ve adam dinleyicilerle dolu
bulunduğunu kanıtlayan fotoğrafları görür: Azmi Nihat Er-'man, İzmir Suikastı ve
bağımsızlık Mahkemeleri, s.64-65 içinde birtakım fotoğraflar; O.Nuri Aladağ, İstiklal
Mahkemeleri, s.682-684, Resimli Tarih Mecmuası, 16.rakam/Nisan 1951; E.Aybars,
İstık-
"lal Mahkemeleri, dizi makale, Milliyet, 29 Ekim 1996/ 18. sayfa, 5 Kasım 1996/16.
sayfa, Sümer Kılıç, İzmir Suikastı, s.298-301, 303-304, 311.
242) Hiçbir kanıtı olmadan, bazı dayanaksız, maksatlı iddialara,
söylentilere inanarak, bir masalı ne de azimle savunuyor, değil mi?
243) A kızcağızım, o dönemleri sen de yaşamadın, ikimiz de yaşamadık. Sen de, hepimiz
de, bazı kaynaklan okuyup inceleyerek öğrenmeye, anlamaya ve gerçeklere
varmaya çalışıyoruz. Yapabileceğimiz şey, bazı müspet negatif masallara,
söylentilere, yakıştırmalara kapılmadan, kapılmamak için çaba göstererek,
belgeler desteği ile doğruyu yakalamaya çabalamak olabilir.
Ve tarih bilimi, tıpkı sıhhatli bir vicdan şeklinde, emin belgeden ve dürüst
tanıktan başka delil da kabul etmiyor. Söylentiye, dedikoduya, sadece sıradan
insanoğlu kulak kabartır, ehil tahsil görmemiş, naiv insanlarsa inanırlar.
Aklın, başlıca niteliklerinden biri, kanıtsız iddiaları ve söylentileri şüphe
ile karşılaması, araştırıp denetlemesidır.
Bütün ciddi, geçerli belgeler ve araştırmalar, on binler, yüz binler, beş yüz
binler şeklinde ölçüsüz söylentileri yalanlıyor. Belgelerden çıkan kararı
aktaranlar, aktardıkları sonuçlara niçin gülsünler? Belgeleri seslendiriyorlar
ancak. Olsa olsa, bazı uyduruk iddialara, masallara gülerler fakat onlara da
gülmüyorlardır. Tam tersine, içleri kan ağlıyordur. Çünkü bu feyk tarih yaratma
gayreti, bu masalcılık, her vesile ile tazelenip körüklenen bu kin ve nefret, bu
mutaasıp ve dayanaksız yaklaşım ile normal olarak rahat bir ortak geleceğe yol
almıyoruz.
Buna gülünür mü?
244) Dilipak, şu toplamın,dökümünü bir verse, münakaşa sona erecek.
Haydi muhterem1
Dökümü yayımla da bu tartışmayı sona erdıriver1
662
H.M.Cimilli - Erzincan'ın Kemah kazası, Müşekrek köyünden ibrahim Hakkı
Hazretlerinin kızıyım. Mezarından çıkarılması ve asılması, asla laf mevzusu
değildir. Hepimiz Müslümanız. Onlar da gelsin Kur'an'a el bassın, ben de
Kur'an'a el basarım.
E.Şenlikoğlu - Bir iki rivayet var bu mevzuda. Yani mezardan çıkarıldığına dair
rivayet değil de, şu halde. Savcı, 'öldüğüne inanmıyorum' diyerek güya,
çıkartıyor. Bir yerde bu şekilde bir rivayet var.245
Olgun Cimilli (Torunu) - Kesinlikle mezarından çıkarılmadı. Zaten İstiklal
Mahkemesinde yargılanmadı.
E.Şenlikoğlu - iki adet ibrahim Hakkı Hazretleri var, ibrahim Hakkı var. Bir
tanesi, o ünlü din uleması ibrahim Hakkı Hazretleri, o değil bu. Bu, isim
benzerliği olan İbrahim Hakkı diye biri.
Gülgün Hanım (Torunu) - Olamaz ki. Kemah aslına bakarsanız oldukça minik bir ilçe. Onun bir
köyünden, on, on beş haneli bir köyden, ikinci bir ibrahim Hakkı, din bilgini
çıkmasına imkân yok.
E.Şenlikoğlu - Birtakım söylentiler çıkartıyorlar, yok bir hanım varmış da, o
diyormuş ki 'bu insan benim dedemdi, benim dedem o şekildeki değil, şu şekildeki şöyleydi'
falan diye, doğrusu bizim bunlara karnımız tok!246
Gülgün H. - Mezarı iyi mi açmışlar? Gece mi açtılar, gündüz mü açtılar? Eğer
öğrenek için yapmışlarsa, tüm halkın önünde yapmış olmaları lazım bunu. Herhalde
gizli saklı gidip asmazlar. Böyle bir şey bulunmasına imkân yok, asla.
A.Dilipak - Yargılama metodu yasalara müsait değil.247 Doğrudan kendileri
parlamento, Meclis adına yargılama bitirdikleri için verdikleri hüküm, kanun
şeklindeydi. (?) Böyle bir hukuk devleti, bu şekilde bir hakkaniyet mekanizması meşru
olmaz!
A.Kılıç - İstiklal Mahkemeleri, kati ve acele karar verdikleri, acele öğrenek
teşkil ettikleri için büyük bir vazife yapmıştır.
E.Şenlikoğlu - Tatbikatlarda hepimiz, oldukça hatalar, yanlışlıklar, kıyımlar görüyoruz.
345} Zavallı yaşlı kadınlar başkaldırı ve keder arasında, yemin ediyorlar, nüfus
kâğıtlarını, babalarının resmini, Kur'an'mı gösteriyorlar, kahroluyorlar fakat
Şenlikoğlu, asla utangaç olmuyor, gönüllerini alacak iki kelimeyi bile esirgiyor,
bir ölüpün kötüye kullanma edilmiş olmasından asla azap duymuyor, üstelik yeni bir
rivayet ileri sürerek, mızrağı bir kez daha çuvala sığdırmaya çabalıyor!
Pes!
ibrahim Hakkı Efendiyi, aslolan mezarından çıkarıp asanlar, jandarmalar değil,
maksatlı bir film uğruna, kendileri! Hem de bunu, film her gösterildikçe
yapıyorlar!
246) Seksen yaşındaki iki kadın ve evlatları hakkındaki, roman yazarının
kullandığı üsluba bakınız. Herhangi biri, filmin talihsiz kahramanının, ağzından
anılar uydurulan kızı da olsa, masallarına karşı çıktı mı, üslupları bu hale
dönüşüveriyor.
Mahcup olma şeklinde duygulara, asla yüz vermiyorlar.
247) bağımsızlık Mahkemelerinin tahkikat ve yargılama metodunun bir bölümü,
kendi hususi yasasında ve uyguladığı kanunlarda yazılı. Bu mevzuda, mahkemelere yön
veren Meclis görüşmeleri ve kararlan da var. (Birkaçı için: E.Aybars, 1.C.,
s.49-54)
663
Şiar Yalçın248 - Kesinlikle bunun özü esası yoktur!
A.Dilipak - İslami semboller, yakarma hürriyeti, İslami tahsil tamamen dönem dışı
bırakıldı ve Müslümanlara karşı, birçok bakımdan da terör estirildi.249
T.Ateş - İstiklal Mahkemelerinin, îslamiyeti ezmekle hiç bir ilgisi yoktur.
A.Kılıç - Bazı kişiler, bu mahkemeleri, sanki dine karşı, dini kaldırmak için
kurulmuş mahkemeler şeklinde işaret etmek istiyorlar ki maksadı imkansız bu değildi.
A.Dilipak - Burada Kemalistler bir ihtimal şunu söyleyebilirler: Bunlar doğru değildi
fakat M.Kemal, devrimleri tutturmak için buna mecburdu.
T.Ateş - İstiklal Mahkemelerine yöneltilen eleştiriler arasında, kesinlikle,
Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Cumhuriyetimizi yıpratma arzuları var.
A.Dilipak - Şöyle diyorlardı: İrtica ile savaşım, Kurtuluş Savaşı'ndan daha
elzem ve acele bir meseledir.250 Dolayısıyla, gericilik ile kastettikleri Müslüman
çevreler üstünde oldukça ciddi bir terör hareketi başlattılar.
248) Ankara bağımsızlık Mahkemesi tarafınca idama mahkûm edilen Cavit Beyin oğlu.
249) Nedir İslami sembol? Sarık mı? Mecusiler de sarık takıyor. Teşbih mi?
Katolikler de teşbih çekiyor. Sakal mı? Yahudiler de sakal bırakıyor.
Minyatürleri, kıyafet kuşamla alakalı inceleme ve albümleri inceleyenler, o
dönemlerle alakalı anıları okuyanlar, çarşafın da ne kadar yeni bir giysi
bulunduğunu anlarlar. (*)
İslam dininde, görsel sembol laf mevzusu bile değildir, yakarma hurriyeti.de dönem
dışı bırakılmamıştır. Herkes Kur'an'la belirlenmiş ibadetleri yapmakta tamamen
serbestti. Eğer Dilipak, tekkelerde toplanıp zikr etmeyi, onlardan daha mühim
ve öncelikli sayıyorsa, bir diyeceğim yok. İslami eğitimin tamamen dönem dışı
bırakıldığı da doğru değildir. Dini yayınlar serbestti ve ailenin dini terbiye
vermesi de normal olarak yasak değildi. Biz o şekildeki yetiştik. İlahiyat fakültesi de
açıktı.
(*) "Ancak geçen asır sonralarına doğrudur ki ilkin İstanbul'da, sonrasında Anadolu
ve Rumeli'nin büyük şehirlerinde, üç parçadan mürekkep, 'çarşaf ismi verilmiş bir
hanım esvabı çıkmıştır." (R.E.Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, s.65,
Sümerbank Y., Ankara, 1969)
Çarşaf modasının gelişimi için: R.H.Karay, Üç Nesil, Üç Hayat, s.72-82, S.Lütfi
K., İstanbul, yılı yazılmamış; ek olarak: N.Sevin, On Üç Asırlık Türk Kıyafet
Tarihine Bir Bakış, Kültür Bk.Y., Ankara, 1990; Prof.Dr.Metin And, 16.Yüzyılda
İstanbul, s.194-200, Akbank Y., İstanbul, 1994)
250) Dilipak'ın Kurtuluş Savaşı'nı asla bilmediğini, onlarca kere gördük. İstiklal
Mahkemelerini de bilmiyor. İstiklal Mahkemeleri iki dönemde
değerlendirilmektedir: 1920-1923'te hizmet veren İstiklal Mahkemelerinin,
'gericilik ile savaşım meselesini, Kurtuluş Savaşı'ndan daha elzem ve acele olarak
ele almış olduğu' iddiası, Dilipak'a has bir saptırma, özü faslı olmayan, bulunmasına
imkân da bulunmayan, üstünde durulmayacak bir uyduruk laf!
1923-1927 yılı bağımsızlık Mahkemelerinde ise, diyet mahkemesi olma niteliği öne
çıkmaktadır. Yeni diyet ne yapacaktı? Cumhuriyeti yıkma, saltanat düzenini geri
getirme amaçlı çalışmaları, girişimleri, direnmeleri, ayaklanmaları," tenis maçı
seyreder şeklinde uslu uslu seyredecek, asla karışmayacak, 'dur bakalım ne olacak?'
diye bekleyecek miydi?
'Müslüman çevreler üstünde, oldukça ciddi bir terör hareketi başlattılar' iddiası
da dayanaksız, yakıştırma bir iddiadır. Şeyh Sait isyanını, dinsel bir hareket
olarak işaret etmek istiyorlar. Ağırlıklı karakteri o değil ya, o şekildeki bulunduğunu kabul
edelim. Ne yapacaktı devlet? Türkiye'nin doğusundan vaz geçerek, ayrı bir islamKürt devleti kurulmasına izin mi vermeliydi?
Bunun dışında, Erzurum, Sivas, Giresun ve Rize'de, birkaç minik ayaklanma
girişiminde bulunulmuş oldu yahut ayaklanıldı; sanıklar yakalanıp yargılandılar. Büyük
çoğunluğu beraat etti, 27'si asıldı. ->•
664
A.Kılıç - Devnrimleri ve Cumhuriyeti hâlâ içlerine sindirememiş olanlar, hâlâ
saltanat yahut şeriat nizamı gelsin diye düşününler var. Bunların Mustafa Kemal Atatürk'ü,
Kurtuluş Savaşı'nı, İstiklal Mahkemelerini sevmelerine imkân yok.
Kadir Çelik - Evet, kıymetli seyircilerimiz, tartışmayı izlediniz. Değişik
düşünceleri dile getirdik. Olayları ve konulmuş olan tartışırken, ülkenin birliğini,
bütünlüğünü, devleti devlet meydana getiren müessese ve kuruluşların korunması ve kollanması
icap ettiğini unutmamak gerekiyor. Bu demek değldir ki gerçekler gizlensin. Tabii
ki hayır. Toplum, bazı konulmuş olan tartışarak uzlaşmaya varabilir. Bunun önünü
tıkamak, engellemek, yalnızca fena niyetli ve ülkeyi bölmeye, parçalamaya
yönelik tavırlar sergileyen insanların ekmeğine yağ sürer.
Bu münakaşa burada sonlanıyor mu? Hayır. Bir uzlaşma oluyor mu? Hayır. 2 Nisan
1996'da. Kadir Çelik'in yönettiği Objektif programında, Prof.Dr.Toktamış Ateş
ile Emine Şenlikoğlu tekrar yüz yüze geliyorlar. Üstüste gelen sözleri,
birbirinden ayırmaya, cümleleri de toparlamaya çalıştım, aktarıyorum. Bilgiyle
bilgisizliğin, gerçekle masalın, sabırla inadın, bilimle safsata ve mugalatanın
çekişmesini izleyeceksiniz. İlgiyle okuyacağınızı sanırım.
E.Şenlikoğlu - (T.Ateş, E.Şenlikoğlu'na, E.Aybars'ın kitabında bulunan,
Kurtuluş Savaşı dönemindeki İstiklal Mahkemelerinin verdiği karar dökümünü
gösterir çizelgenin fotokopisini vermiş, [kitapta 155. sayfada] Şenlikoğlu bu
çizelgenin dipnotunu aktarıyor:) Bakınız, burada diyor ki: "2.827 sayısı oldukça
eksiktir. Bu rakam tahminen beş binin üstünde olmalıdır."251 Halbuki siz bana,
bu belgeyle, iki bin küsur şahıs demiştiniz. Bu bir. Yani sizin belgeniz sizi
çürütüyor.
T.Ateş - Müsaade buyurun...
E.Şenlikoğlu - İkinci mevzuya gelelim...
T.Ateş - İkinci mevzuya gelmeden ilkin, şunu bir açıklığa kavuşturalım.
E.Şenlikoğlu - Evet, buyrun.
T.Ateş - Benim...
E.Şenlikoğlu - Sizin belgeniz... (Dipnotu işaret etmek ister)
T.Ateş - Benim de okumam yazmam var.
E.Şenlikoğlu - Evet, evet, doğal.
T.Ateş - Ben, iki bin küsur, ismen belli olan şahıs vardır, bunun dışında,
İstiklal Mahkemelerinin idama mahkûm edip asmış olduğu insan sayısı, kimilerinin
Bu bir avuç adamın dışındaki milyonlarca insan, Müslüman değil miydi? Ne
yapılmış oldu dini siyasete alet etmeyen bu milyonlarca insana? Hiç! Hepsi kulluk
görevlerini rahatça, engellenmeden yerine getirmiştir.
Annem hâlâ yaşıyor. Onun söylediklerini ve çocukluk izlenimlerimi aktaracağım.
251) Daha ilkin, bu dipnotu aynen aktarmıştım. Şenlikoğlu, 'müeccel idam
kararının', infaz edilmemiş idam sonucu demek bulunduğunu bilmiyor. E.Aybars'ın
dipnotunun tamamını da aktarmıyor. Sonucu da, doğal, yanlış değerlendiriyor ve
yansıtıyor.
665
uçtuğu şeklinde, tabirimi bağışlayın, o şekildeki elli binler, yüz binler, beş yüz binler
değildir, bunlar isim isim bilinir dedim ve bunun için size, tarihçi bir
arkadaşımızın yapmış olduğu güzel bir çalışmanın istatistiklerini verdim.
E.Şenlikoğlu - Evet fakat efendim burada, sizin söylediğiniz rakamlardan oldukça
fazlası, derhal derhal iki misli görünüyor, doğrusu ben onu demek istedim, onun için
kullandım bu belgeyi. Şimdi bunu geçiyoruz.
T.Ateş - Fakat siz bu belgeyi kullanırken de, yüz binlerden bahsediyor-suz.
E.Şenlikoğlu - Ortalıklarda, sistemde, topluluk arasında birtakım yanlışlıklar var. Bunu
iyi mi düzeltmeliyiz?252 O mevzuda bir yorum yapmamız lazım.
T.Ateş - Emine Hanım, bakın...
E.Şenlikoğlu - Ama siz bana fırsat vermiyorsunuz..
T.Ateş -...Yanlışlıklar değil, topluma söylenen yalanlar var.
E.Şenlikoğlu - Evet, pek doğal, size gore fakat.
T.Ateş - Efendim, şayet sizde, elli bin, yüz bin, beş yüz bin bireyin idam
edildiğine dair belge var ise, lütfedin verin!
E.Şenlikoğlu - Ben, idam edilen atalarımı savunuyorum, Toktamış Ateş Bey ise,
idam eden atalarını savunuyor.253 Toktamış Ateş Beyin uykusu kaçsın diye bir
espride bulundum. Sebebi şu. Elimde cellat Kara Ali'nin itirafları var. Diyor ki
cellat Kara Ali, bazılarının iki bin tane insan asılmıştır lafına karşılık,
başkaldırı ediyor, "Ben ancak kendim olarak..." diyor, "...İsyan Bölgesi İstiklal
Mahkemesi sonucu ile 5.216 sarıklı, sakallı ve cüppeli insanı idam ettim."254
K.Çelik - Bu, resmi belge mi elinizdeki?
E.Şenlikoğlu - Evet efendim, 3 Mart 1931, Son Posta'da yapmış olduğu röportaj.
T.Ateş - Efendim, cellat Kara Ali kim, Allah Muhammed aşkına?!
E.Şenlikoğlu - Efendim cellat Kara Ali, cellat efendim!
T.Ateş - Allah Allah! Bu cellat Kara Ali'nin resmî bir şeyi mi var?
252) Çok basit: Gerçeğe hürmet duyarak ve hakikatı söyleyerek!
253) Bir Müslüman kabahat işlemez mi? Elbette işler. Her kabahat işleyen şeklinde o da
normal olarak cezalandırılır. Sırf Müslüman diye, örneğin ırz düşmanı, hırsız, katil af
mı edilecek? Yoo. Cezası her neyse verilecek. Aradan vakit geçince, suçlulara
Müslüman diye mazlum denecek, ceza veren Müslümanlara da cellat, o şekildeki mi?
E.Şenlikoğlu, İstiklal Mahkemelerinin asmış olduğu kimseleri savunduğunu söylüyor.
İstiklal Mahkemeleri, birinci dönemde, ısrarlı asker kaçaklarına, casuslara,
işbirlikçilere, asilere, katillere, ırz düşmanlarına, soygunculara, hainlere;
ikinci dönemde ise, bu suçlardan kimilerine ek olarak, Şeyh Sait isyanının
öncülerine, suikastçılara ve diyete karşı ayaklananlara, idam cezası vermiştir.
Bunları mı savunuyor? Hiç sanmam. Gerçekleri bilmediğinden bu şekilde konuşuyor.
E.Aybars'ın, E.Şen!ikoqK için dediği bir lafı, sırf Şenlikoğlu'nu korumak
amacıyla aktarıyorum: "Külli cahilin c ı-,' • '; ütün cahiller cesurdur)"
(Milliyet, 29 Ekim 1996, s.18)
254) H.H.Ceylan'ın bu muteber 'anığını hatırlamışsınızdır.
666
E.Şenlikoğlu - Yani sizin resmî dediğiniz nedir? Benim dedemin sırtında dipçik
izleri vardır fakat resmî belgesi yoktur.
T.Ateş - (İstiklal Mahkemeleri ile alakalı çizelgenin fotokopisini havaya
kaldırır) Resmî söylediğim işte şu!
E.Şenlikoğlu - Bunu da sizin insanlarınızda^ binleri yazdı.255
T.Ateş - Efendim müsaade buyrun... Siz aslına bakarsanız mahkemedesiniz bu mevzuda...
E.Şenlikoğlu - Olabilir... x
T.Ateş -...Öldükten sonrasında mezardan çıkartılıp asılmış olduğu iddia edilen adamın
ailesi, o adamın Erzincan'da eceli ile öldüğünü, İstiklal Mahkemesi'nin laf
mevzusu olmadığını, bunun ailelerine meydana getirilen bir hakaret bulunduğunu söylediler ve
sizi dava ettiler.
E.Şenlikoğlu - Şimdi şunu söylüyorum...
T.Ateş - Nesini söylüyorsunuz?
K.Çelik - Şu cellat Kara Ali'nin sözleri, bir belge olarak kabul...-
T.Ateş - Olur mu asla muhterem kardeşim?
E.Şenlikoğlu - Siz de hiç bir şeyi kabul etmiyorsunuz. Son Posta'da kendisi
söylemiş. Ben yazmadım ki...
T.Ateş - Hayır, siz yazmadınız. Siz, tavşanın suyunun, suyunu içiyorsunuz.
E.Şenlikoğlu - Hayır, ne alakası var?
T.Ateş - Bakınız, cellat Kara Ali ne demiş, 3 Mart 1931 tarihinde...
E.Şenlikoğlu - Bunu söyleyen bir milletvekilidir efendim, Gıyasettin Emre.256
255) Bir bilim adamı, uzun yıllarını verip inceleme yapmış, vardığı sonuçları
yayımlamış. Yanlışı, eksiği var ise, bir başka araştırmacı çıkar, düzeltir,
tamamlar yahut aynı sonuca ulaşır, araştırmayı doğrular. Şenlikoğlu, "sizin
insanlarınız" diyerek, aklınca, bu araştırmayı çürütmeye yelteniyor. Peki,
"sizin insanlarınız" ne yapıyor a Şenlikoğlu? Neden biri bile, ciddi bir
araştırmayı göze alamıyor? Niçin ancak, söylentiler, masallar, kanıtsız
iddialar, cellat ifadeleri ile bilime ve gerçeğe karşı koymaya çalışıyorlar?
Bu tablo, sizi asla düşündürmüyor mu?
256) Şenlikoğlu kaynağını açıklamıyor; ben arayıp bulmak zorunda kaldım.
Kaynak, H.H.Ceylan'ın Din-Devlet İlişkileri isminde kitabı. Bu bilgiyi H.H.Ceylan'a
veren, 1957-1960 içinde DP milletvekilliği yapmış olan Gıyasettin Emre. (*)
(Din-Devlet ilişkileri, 3.C, s.27) H.H.Ceylan, 3 Mart 1931 günlü Son Posta
gazetesine bakmıyor, G.Emre'nin söylediklerini doğru kabul ediyor, üstelik de
değiştirerek aktarıyor.
'
Cellatın hatıraları ile alakalı dizi, Son Posta gazetesinde, 3 Mart 1931 ile 8
Mart 1931 içinde yayımlanmıştır. Cellat, aslolan adının Halil bulunduğunu, Kıpti
olmadığını, bu mesleğe askerdeyken başladığını söylüyor, iddiasına gore, '12
yıl arasında 5.216 şahıs asmış. Üç bin küsuru, Konya isyanıyla ilgiliymiş. Gerisi
ise, izmir'in kurtuluşundan 1931 yılına kadar astıkları imiş. Bunlar, Türk, Rum,
Ermeni, Musevi, Arap, Acem, Kürt, Pomak, Boşnak ve Kıptilermiş '
Cellat, "hainleri ve canileri astım" diyor; ek olarak, "din ve mezheplere mensup
kişileri de astım" diye ekliyor. -»•
667
T.Ateş - Biz, ne milletvekilleri var, onları da biliyoruz. Şimdi siz buna
(cellatın ifadesine) belge mi diyorsunuz?
E.Şenlikoğlu - Ben, belge diyorum doğal.
T.Ateş - Yahu, bunun nesi belge?257
E.Şenlikoğlu - (Çizelgenin fotokopisini gösterir) Siz buna iyi mi belge
diyorsunuz?
T.Ateş - Ben size bu sayıları verdim. Bunu belge diye bana veren sizsiniz. Ben
size sayıları gösteriyorum, meydana getirilen araştırmanın neticelerini gösteriyorum.
(K.Çelik'e) Hanımefendi bunu bana belge diye getiriyor. Belgenin ne bulunduğunu,
bilmiyor muyuz?
E.Şenlikoğlu - Yani sizin getirdikleriniz belge oluyor da, niçin bizimkiler
belge olmuyor?258
T.Ateş - Çünkü bu [sayılar] zabıtlardan çıkartılıyor Hanımefendi!
E.Şenlikoğlu - Sistemler her şeyi yazmazlar!
T.Ateş - Sistemler her şeyi yazarlar! O her şeyi yazmayan sistemler, değişik
sistemlerdir.
E.Şenlikoğlu - Bakınız efendim, şayet zabıtlardansa, bu dediğiniz doğruysa,
burada '2.827 şahıs asılmıştır' diyor259 fakat aynı sayfanın aşağı kısmında da,
'bu şekilde denildiyse de bu rakam oldukça eksiktir' diyor efendim, sizin belgenizde
söylüyor bunu. Hangisi resmi şimdi bunun?
T.Ateş - 'Çok eksiktir' diyor. Birtakım asker kaçakları, harp sırasında...
E.Şenlikoğlu - İstediğiniz şeklinde çevirince olmuyor doğal.
T.Ateş - Çevirince değil, vaziyet bu Hanımefendi. Savaş sırasında, asker kaçağı,
harp mahkemelerinde yargılanıp asılınca, buradaki belgeye girmemiştir.
E.Şenlikoğlu - Bir belge daha sunuyorum. Buna iyi mi itiraz edeceksiniz, onu
bilmiyorum. (Okur) "Meclis'in sonucu üstüne, Topal Osman'ın ölüsü gömüldüğü
yerden çıkarıldı ve Meclis'in önünde, ayağından baş aşağı asılarak
Ama ne sayılarını veriyor, ne giyimlerinden kuşamlarından, ne sakallarından,
sarıkların laf ediyor, ne asmış olduğu 5.216 bireyin, sırf bilgin olduklarını, ne de
patronlarının (Ali Çetinkayaile M.M.Kansu'nun) gerçek dışı söylediklerini ileri
sürüyor. Bütün bunlar, düpedüz H.H.Ceylan'ın eklemeleri, açıkçası uydurmaları.
Şenlikoğlu'nun dayanağı işte bu masallar! Kendi de, 'başkaldırı Bölgesi Mahkemesi'
ile 'cüppeli' kelimesini eklemiş.
Tövbeler olsun, dinin gereklerini bilmeyenler, tüm bu masallara, uydurmalara,
yutturma-çalara bakıp, gerçek dışı söylemeyi, Müslümanlığın şartlarından biri
sanacaklar.
(*) Gıyasetin Emre, H.H.Ceylan'la yapmış olduğu konuşmada, dayanaksız, kanıtsız, daha
birçok böylesi iddiada bulunmaktadır. (Din-Devlet ilişkileri, 3.C., s.13-29)
257) Hocam, tansiyonunuz yükseleceğine, Dilipak'la Şenlikoğlu'nu çağırıp,
'belge nedir, ne değildir1 temalı süratli bir kurs açsanıza. Hem siz huzurlu
edersiniz, hem kamuoyu.
258) Çünkü hiçbiri belge değerinde ve durumunda değil de ondan!
259) Hayır, 'asılmıştır' demiyor, ' infaz edilmiş 1.054 idam kararından başka,
2.827 şahıs hakkındaki da müeccel idam sonucu verilmiştir' diyor; Türkçesi, idam
sonucu verilmiş fakat erteleme edilmiş/ ertelenmiş, doğrusu asılmamışlar! Oldu mu?
668
her insana gösterildi." Tarih, 16.11.1968, Milliyet gazetesi, sizin kendi
gazeteniz. (!) Buyrun, bir itirazınız var ise, gazetenize yaparsınız.
T.Atcş - Hanımefendi bunun ne alakası var İstiklal Mahkemeleri ile?
E.Şenlikoğlu - Şimdi...
T.Ateş - Bir dakika...
E.Şenlikoğlu - Orada ölüyü, Meclis'te asan, niye Erzincan'da asmasın doğrusu?
T.Ateş - Bir kez onu Meclis'in kapısında asanlar, İkinci Grup
milletvekilleridir, sizin takımdır fakat...
E.Şenlikoğlu - Yani beni ilgilendirmiyor artık.
T.Ateş - Şimdi ben size başka bir şey söylüyorum...
K.Çelik - Efendim Topal Osman'la...
T.Ateş - Evet, Topal Osman'la İstiklal Mahkemelerinin ne alakası var diyorum?
E.Şenlikoğlu - Kabul edin bir kez de hatayı, ne olur!
T.Ateş - Ne hatasını kabul edeyim Hanımefendi?
E.Şenlikoğlu - Kabul edin ki sistem, bu mevzuda bir şeyler yapsın?260 Sizin şeklinde
aydınlar, bu şekilde bir olayın taassup bulunduğunu kabul etmezlerse, iyi mi
düzeltilir? Aydınların konuşacağı sorun bu. Topal Osman'ı Ankara'da, Meclis'te
asan zihniyet, Erzincan'da da birilerini asamaz mı doğrusu?261
T.Ateş - Yahu, asmamış fakat, asmamış! Uyduruyorsun!
E.Şenlikoğlu - Ha, asmamış olabilir. Birkaç kitapta yazıyor. Yine onu vereceğim
diyeceğim, vakit var ise şimdi göstereceğim...
T.Ateş - Gösterin şunları yahu!
E.Şenlikoğlu - Ancak şu da olabilir. Bazıları, 'asılmadı, sadece mezarda bakıldı,
sahiden ölen o mu diye, şu sebeple resmi belge ile'...
T.Ateş - Efendim, erkek hayatında İstiklal Mahkemesine çıkmamış!
E.Şenlikoğlu - Resmi belge var efendim.
T.Ateş - Ne resmi belgesi? Hani nerede? Şu belgeyi göreyim yahu.
E.Şenlikoğlu - Araştırın devlet arşivinden. Gazeteci geldi bana, belgesinin
fotokopisini almış, gösterdi. Siz de bulabilirsiniz. Ama idam edildi demiyor o
belgede.262
260) Ne yapsın sistem? Topal Osman Ağanın cesedini astıran ve bir çok İkinci
Gruba mensup olan tüm milletvekillerinin toz olmuş kemiklerini, mezarlarından
çıkartıp da havaya mı üfürsün?
261) Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Beyi öldüren Topal Osman Ağa, Meclis
Muhafız Taburu ile yapmış olduğu çatışmada ağır yaralanır, azca sonrasında da ölür. (Başbakan
Rauf Orbay'ın açıklaması: ZC, 28.C., s.305; ek olarak Hatıraları, Y.Tarihimiz,
4.C., s.82-83) ikinci Gruba mensup milletvekilleri, cesedin derhal Meclis önünde
asılmasını önerirler. Erzurum mebus Salih Efendi şu şekildeki bağırır: "Buna el
kaldırmayan şerik-i cürm olacaktır! (kabahat ortağı) " (ZC, 28.C., s.308) Topal
Osman Ağanın ölü bedeni, Meclis'in önünde asılır.
262) Aman ya Rabbi! Bu kaçıncı dönüş? İnsanın içi sızlıyor. A kızcağızım!
Bilmediğin, aniamadı669
T.Ateş - Bakın Emine Hanım, siz bugün buraya, o gün vermediğiniz belgeleri
vereceğim diye geldiniz.
E.Şenlikoğlu - Veriyorum işte. Sırayla gidiyoruz.
T.Ateş - Hani şu Erzincan'daki, öldükten sonrasında idam edilen adamın belgesi var
diyordunuz...
E.Şenlikoğlu - Farz edelim ki yanlıştı.
T.Ateş - E, var diyordunuz!
E.Şenlikoğlu - Farz edelim ki yalandı. Gerçi onu (o sahneyi) ben yazmadım fakat
diyelim ki böyle bir durum yok. Ama Topal Osman'ın Ölüsü aşılırsa, orda niye
asılmasın?
T.Ateş - Efendim, hepimiz buraya Topal Osman'ı münakaşaya gelmedik.
E.Şenlikoğlu - Yani bir semboldür o filmdeki sorun. Sonuçta, bu şekilde biri var mı,
yok mu?
T.Ateş - Efendim, isim veriyorsunuz, aile veriyorsunuz...
E.Şenlikoğlu - Hiçbir yerde o şekildeki bir isim vermedik.263
T.Ateş - Filmde var!
E.Şenlikoğlu - Ben filmimizde isim bulunduğunu da sanmıyorum.
T.Ateş - Siz seyretmediniz mi filmi?
E.Şenlikoğlu - Böyle bir şey var ise, onu senaryoya ilave edenlerin delilleri
vardır, onlar...
T.Ateş - O vakit siz gidin, onlar gelsin, tartışalım. Gelecek zaman içinde geçmiş
vakit içinde gelip gidiyorsunuz, şimdiki zamana bir türlü gelmiyorsunuz.
E.Şenlikoğlu - Hangi zamana?
T.Ateş - Şu andaki. x
E.Şenlikoğlu - Neden gelmiyorum?
T.Ateş - Önce, sonrasında vereceğim dediniz şimdi hayır diyorsunuz.
E.Şenlikoğlu - İşte veriyorum.
T.Ateş - Canım, bunlar benim size verdiğim belgeler.
E.Şenlikoğlu - Aa rica ediyorum, siz bana şu belgeyi verdiniz. Verdiğiniz belge
sizi çürütüyor.
T.Ateş - Bunu ben verdim size. Bu bir belge değil!
E.Şenlikoğlu - Bu da, ölmüş bir adamın (Topal Osman Ağa), mezarından
çıkartılarak ayağından asılmış olduğu..
ğın, konuşmana bakılırsa, aklının da ermediği bu şekilde mevzulara niye girersin? Bu
malumat düzeyinle, bu mevzunun uzmanı bir üniversite hocası ile tartışıp da niye
komik oluyorsun? Temsil ettiğin insanları, niye minik duruma düşürüyorsun?
Oturup güzel güzel roman yazsana.
263) Hoppalaaaa! Üç programdır, Kemah'ın Müşekrek köyünden ibrahim Hakkı Efendi
konuşulup tartışılmıyor muydu?
670
T.Ateş - Bu bizim münakaşa mevzumuz değil ki.
E.Şenlikoğlu - E, siz hiç bir şeye belge demezseniz... Siz doğrusu özetlemek gerekirse inanmak
istemiyorsunuz.
T.Ateş - (Yüzü pancara dönmüş bir şekilde) Şimdi bakın, o gün vereceğim dediniz,
bugün soruyorum...
E.Şenlikoğlu - İşte veriyorum. Bugün dediğim başka bir belge.
T.Ateş - Hani? Bu mu belge?
E.Şenlikoğlu - Evet, bu belge. Burada benim söylemek istediğim, 'İstiklal
Mahkemesinin kaide ve düsturlarını kitaplarda bulamacınız' diyor.
T.Ateş - Tabii.
E.Şenlikoğlu - Bu oldukça aleni bir şey doğrusu.
T.Ateş - Nedir aleni olan?
E.Şenlikoğlu - Yani İstiklal Mahkemesi, her yaptığını yazar mı?
T.Ateş - Yani şunu şurada okumasam... İstiklal Mahkemelerinin bitirdikleri
kitaplarda yazmaz diyorsunuz, insaf buyurun!
E.Şenlikoğlu - Bakın, buraya çakılıp kalıyorsunuz.
T.Ateş - Niye kalmayayım? Bana belge diye...
E.Şenlikoğlu - Kalıyorsunuz. Yani sistemler, astığını, kestiğini, her şeyini
yazmaz.264 Yani gösterdiğim belgelere ne diyorsunuz? T.Ateş - Yahu hangi
belgeler?
E.Şenlikoğlu - İşte. Topal Osman ayağından asılmış, işte cellatın itirazları.
Siz asla kabul etmek istemiyorsunuz. Sonra bu şekilde oluyor.
T.Ateş - Sevgili Çelik, bizim Emine Hanımla mantıklarımız değişik çalışıyor.
E.Şenlikoğlu - Evet, doğal.
T.Ateş - Burada bir cellatın ifadesi kanıt oluyor...
E.Şenlikoğlu - Delil olacak doğal, 31 yılında söylüyor.265
T.Ateş - Osman Ağa meselesi ayrı bir sorun. Ve benim kendilerine takdim
ettiğim, Ergün Aybars'ın kitabındaki istatistikler, belge diye bana sunuluyor.
[Gerçek hayatta yaşanan bu Çehov komedisi böyle sürüp gidiyor. E.Şenlikoğlu,
aynı belgeleri yeniden ileri sürüyor, aynı kelimelerle savunuyor, T.Ateş kabul
etmedikçe de sızlanıyor. O kadar ki tartışmaya karışmamak özenini gösteren
K.Çelik bile dayanamıyor, cellat Kara Ali'yi savunan E.Şenlikoğlu'na, "Ne
264) Ee, Meclis arşivindeki İstiklal Mahkemelerine ait binlerce dosya, onları
inceleyerek yapılan araştırmalar, onlardan alınarak yayımlanan duruşma
tutanakları, bunlar bir yana, o zamanki gazetelerde yayımlanan haberler,
duruşmalara ilişkin ayrıntılar ne oluyor?
265) Her eski söz delil olmaz evladım. Bu yolda yürüyeceksen, delili delil
yapan unsurları birinden öğrenmeni tavsiye ederim.
671
yapmış, astıklarının çeteleşin! mi tutmuş?" diye sormak ihtiyacını duyuyor.
Sonunda T.Ateş patlıyor. Son replikleri, birbirine bağlayarak aktarıyorum.266]
T.Ateş - Bu kadar gerçek dışı, bu kadar dolan, halkı bu kadar aldatmaya ne hakkınız
var?. Diyorsunuz ki 'hepimiz İstiklal Mahkemesi tarafınca asılan insanların
torunlarıyız'. Bu torunlar sizi mahkemeye veriyor, 'gerçek dışı söylüyorsunuz' diyor,
bu torunlar size 'saptırıyorsunuz' diyor. Siz torunlar adına konferans hakkını
kimden aldınız?
E.Şenlikoğlu - Daha bir şey söyleyemem. Anlaşıldı, kabul etmeyeceksiniz.
Yüzlerce belgeyi (!) göstermenin anlamı yok. (Belgelerini (!) toplar.)
T.Ateş - Benim kabul etmemem mühim değil. Belge yok ortada, belge!
[Sonunda, E.Şenlikoğlu da Cumhuriyetten yana olduğunu, Cumhuriyeti korumak
gerektiğini belirtiyor ve program sona eriyor.]
Artık, Bize Nasıl Kıydınız filminin ilgililerine sorabiliriz: Asıl siz, gerçeğe
iyi mi kıydınız?
6-3-4-3. Bir tv programı daha
16 Aralık 1994'te, TGRT'de, Sebahattin Önkibar'ın hazırladığı Alternatif isminde
entresan programda da İstiklal Mahkemeleri mevzusu işlenmiş ve katılan bilim
adamları, yazarlar ve siyasetçiler, görüşlerini şu sırasıyla açıklamışlardı:
Yılmaz Öztuna, Prof.Dr.Ergün Aybars, Mete Tuncay, Prof.Dr.Bozkurt Güvenç, Ahmet
Kabaklı, Halil Çulhaoğlu, A.Dilipak, Emin Çölaşan, Fehmi Koru, Şevket Kazan,
Uluç Gürkan, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, Hasan Mezarcı, Doç.Dr.Nurettin Güz,
Mehmet Bayrak, Abdülmelik Fırat, Mehmet Altan, İsmet Bozdağ, Prof.Dr. Unsal
Yavuz, H.ibrahim Çelik, Altemur Kılıç, Şiar Yalçın, Mehmet Keçeciler. Gerektikçe
tekrar konuştular.
Programı hazırlayan S.Önkibar, bazen kendi görüşlerini ve önyargılarını
açıklamasa, karşıt görüşlerin ölçülü bir halde yansıtıldığı, renkli bir
program olacaktı.
Adlara bakınca kimlerin ne dediğini tahmin etmişinizdir fakat ben kısa bir özet
yapayım. Söz uçar, makale kalır.
Bazıları, birinci ve ikinci devre İstiklal Mahkemelerini, aralarındaki amaç
farkını, devrin koşullarını ve hayattaki örneklerini asla dikkate almadan,
toptan eleştirip ağır halde suçladılar. (Ahmet Kabaklı, A.Dilipak, Mete
Tuncay, Şevket Kazan.)
Bazıları, birinci devre İstiklal Mahkemelerinin gerekliliğini belirttiler.
(Bilim adamları, Yılmaz Öztuna, Hasan Mezarcı...) Kimi, ikinci devre İstiklal
266) Bu arada E.Şenlikoğlu, İbrahim Hakkı Efendinin ailesinin rencide bulunmasına
üzüldüğünü de nihayet belirtiyor.
672
Mahkemelerinin de, diyet mahkemeleri bulunduğunu belirterek savundular yahut ölçülü
bir halde eleştirerek, hatalı kararlar verilmiş olabileceğini kabul ettiler.
(Ergün Aybars, Emin Çölaşan, Unsal Yavuz, Alpaslan Işıklı, Yılmaz Öztu-na, Uluç
Gürkan, Bozkurt Güvenç, Halil Çulhaoğlu, Fehmi Koru...)
bağımsızlık Mahkemelerine toptan karşı çıkanlar ile Hasan Mezarcı ve Mehmet Bayrak
şeklinde konuşmacılar ise, ikinci devre bağımsızlık Mahkemelerine ve bu mahkemelerin
tüm kararlarına karşı çıktılar.
Şiar Yalçın, Altemur Kılıç, Mehmet Altan,267 Doç.Dr. Nurettin Güz, sadece belli
mevzularda konuştular; ayrıca Şeyh Sait'in torunu Abdülmelik Fırat da, Şeyh
Sait isyanını savundu.
a. bağımsızlık Mahkemelerine toptan karşı çıkanların, Kurtuluş Savaşı'nın
ayrıntılarını bilmedikleri, onun minnacık bir parçası olan İstiklal Mahkemeleri
konusunu da, ciddi bir halde incelemedikleri, kulak dolgunluğu ile yetinerek
konuştukları anlaşılıyor.
b. Bir diyet değişikliği bulunduğunun da, asla bilincinde değillermiş şeklinde fikir
yürütüyor, değerlendirme yapıyorlar. Yakın tarih, rejimin değişmiş olduğu dikkate
alınmadan değerlendirilebilir mi?
Bu programda ileri sürülen birtakım iddialar üstünde durmak isterim D Ahmet
Kabaklı, İstiklal Mahkemelerini, fark gözetmeksizin, toptan suçluyor ve diyor
ki: "[İstiklal Mahkemeleri] Ankara ile mütemadi bağlantı halinde karar
veriyorlardı. Yani bu bir muhakeme değil, güldürü doğrusu."
a Mete Tuncay da aynı toptancı yaklaşımla şu şekildeki diyor: "Bunlar, denetimsiz bir
siyasal iktidarın, daha şu demek oluyor ki o iktidarı elinde bulunduran bir bireyin ve onun
yakın maiyetinin maşaları olarak çalışmışlardır."
İki dönemde 16 mahkeme kurulmuş ve 66.630 sanık muhakeme edilmiştir. Her biri
için Ankara'yla bağlantı kurup, direktif mı alıyorlardı? Böyle bir şey hayal bile
edilemez. Birinci Meclis'in denetiminden daha sıkı kontrol olur mu, asla oldu mu?
Açıkça belirtmiyorlar fakat ancak ikinci devre İstiklal Mahkemelerini kast
ediyorlar galiba. Ama ikinci dönemdeki toplam sanık sayısı da, 7.446'dır.268
O şekilde, 7.446 sanık için mütamadiyen Ankara ile yazışarak direktif almışlar,
maşalık mı yapmışlar bunlar? Pratik olarak olası müdür bu? Ya rakam saymasını
bilmiyor, ya patak yememiş diye bir laf vardır. Bu da o hesap.
Anlaşılan ancak birtakım davalardan laf etmek istiyorlar. O vakit, ancak o
davaları işaret etmeleri gerekmez miydi? Tartışılır, bir ihtimal kendilerine hak da
verilir. Neden genelleme yapıyorlar ki?
267) Mehmet Altan, HBB'nin, 2 Şubat 1995 günü piyasaya çıkan Yüksek Tansiyon
programında, her vakit yazıp tekrarladığı şu görüşlerini açıkladı: " Kemalizm,
tek parti diktatörlüğünün ideolo-jisidir. Kemalizm demokrasiyle bağdaşmaz. Hem
Kemalist olup hem demokrasi yanlısı görünmek çelişkidir."
Bu mevzu ilerde ele alınacak.
268) Suç nitelikleri ve cezaların suçun niteliğine gore dağılımı için:
E.Aybars, s.250, 348-349, 474.
673
D ikinci iddia A.Dilipak'tan:
"bağımsızlık Mahkemelerinde öldürülen (?) insan sayısı, bağımsızlık Mücadelesinde
kaybettiğimiz candan on kat daha fazladır."
Belge? Kanıt? Kaynak? Yok doğal. At gitsin, Mevla rast getire!269 Zaten her
seferinde, Dilipak verdiği sayıyı da değiştiriyor. 1996 Kasım ayında, Kanal
6'da, Hulki Cevizoğlu'nun Ceviz Kabuğu programında da bağımsızlık Mahkemeleri
mevzusu ele alınmış, A.Dilipak ile Prof.Dr.Ergün Aybars tartışmışlar. Bu
tartışmadan bir bölüm:
E.Aybars - Siz, bağımsızlık Mahkemeleri kararıyla 120.000 bireyin asıldığını
yazdınız. Bunu nereden çıkardınız?
A.Dilipak - Toplumun kuşkusuna, rivayetlere dayanarak yazdım.270 Yani
uydurduğunu açıkça itiraf ediyor!271
Şmdi sıra, gizli saklı kalmış bir gerçeğe geldi. Bu doğruyu de A.Dilipak açığa
çıkarıyor. Elindeki kitabı göstererek diyor ki:
D "(İstiklal Mahkemeleri] devletin, basını kullanmak için kullandığı bir
yöntemdir. Bakın elimde, Falih Rıfkı'nın, ki rejimin icazetli yazarlarındandır,
1933 tarihli, 1917-1933 tarihleri içinde yazdığı yazılardan oluşan, Eski
Saat adlı bir kitabı var. Her sayfası sansürle dolu. Ve bu (kitap) sansürlü
olarak yayımlanmış. Yani satır aralarına kadar... sıkıdüzen olduğu şeklinde yazılmış,
Aradan cümle çıkarılmış. (Sayfayı gösteriyor) Bir sayfada iki adet sıkıdüzen. Her
taraf sansürlerle dolu. işte (vaziyet) buydu."
Gördünüz mü İstiklal Mahkemelerinin ve Cumhuriyet diyetinin baskısını ve
sansürcülüğünü? F.R.Atay'm 1933'te yayımlanmış olan kitabına bile sıkıdüzen
uygulanmış. Evet, Dilipak bu şekilde diyor ve delil olarak kitabın birtakım sayfalarını
gösteriyor.
Kısacası seyircileri kandırıyor.
Çünkü reel, dediği şeklinde değil.
Eski Saat, Falih Rıfkı'mn 1917'den 1933'e kadar muhtelif gazetelerde yayımlanmış
makalelerinden derlenmiş bir kitaptır. Akba Kitap Evi tarafınca 1933'de
yayımlanmıştır. Dilipak'ın iddia etmiş olduğu şeklinde her sayfasında sıkıdüzen yok.
Kitabın 1-68. sayfalarında, Mütareke öncesi makaleleri yer alıyor. Bunlar
sansürsüz. 69'uncu sayfadan sonrasında, Mütareke periyodu makaleleri başlamaktadır.
269) Bu masalcıların ve bu masallara asla ses çıkarmayan yahut denetlemeden
benimseyenlerin, İstanbul Kanatlarımın Altında isminde fantastik filmi, tarih
yanlışları bulunduğunu ileri sürerek iyi mi suçladıklarını hatırlıyor musunuz?
O ne pehriz, bu ne lahana turşusu!
270) Bu dialoğu, Hasan Pulur'un, 19 Şubat 1997'de piyasaya çıkan Olaylar ve
İnsanlar (Milliyet) yazısından aktardım.
271) Bazı gazete ve dergilere şu şekildeki bir göz atan, hiç bir dayanağı olmadığı
masalcısı tarafınca da itiraf edilen bu masallara kanan ne kadar oldukça insan
bulunduğunu görür.
674
227.sayfaya, doğrusu 1922 Eylülüne, doğrusu zafere kadarki döneme ait olan bu
makaleler, İstanbul'da, Akşam gazetesinde yayımlanmış yazılardır ve sansürlüdür,
bundan dolayı birtakım cümleleri çıkarılmış ve gazetede de o şekildeki yayımlanmış. 228.
sayfadan 623. sayfaya kadar, 27 Eylül 1922-1933 arasındaki dönemde yayımlanmış
olan yazılar var, bunlar sansürsüzdür.
Dilipak'm gösterdiği sansürlü sayfaların, ne Ankara hükümeti ile ilgisi var, ne
de Cumhuriyet diyeti ile. Bunlar, istanbul hükümeti ile işgal kuvvetlerinin,
zafere kadar uyguladıkları sansürden ötürü budanmış olan ve budanmış haliyle
İstanbul'daki Akşam gazetesinde yayımlanmış yazılardır.272 Böyle bir çamı herkes
deviremez.
Geçmiş olsun!
,
• Her hareket ve diyet, varlığını koruyacak hukuki düzenlemeler yapar. Bu,
istisnası olmayan bir genel olgudur. İstiklal Mahkemeleri de, ihtilal ve
Cumhuri-yet'in ancak ilk dört senesinde çalıştırılmış diyet mahkemeleridir. Onlar
da, olağan mahkemeler şeklinde, normal olarak hata yapmışlardır. Bazı kararları her vakit
tartışılabilir. Bir yararı olacaksa, münakaşaya da devam edelim. Ama İstiklal
Mahkemelerinin varlığı, bugünün anlayışı ve kıymet ölçüleri yahut soyut hukuk
mantığı yahut politika gereği yahut önyargı yahut bilgisiz cesareti ile
değerlendirilemez.
Değerlendirmeye kalkanların düştükleri durumu görüyorsunuz. Milli Mücadele, o
tarihteki adalet sarayı sistemi ve hukuk anlayışıyla yürütülebilir miydi ve yeni diyet
kendini korumasa mıydı?273
* 6-3-4-4. Sonuç
Türk ihtilali, asla şüphesiz, hayattaki minimum kanlı ihtilaldir. Fransız, Rus, Çin
• ve iran ihtilalleri ve birtakım ülkelerdeki iktidar savaşları ve temizlik
hareketleri karşı-laştırılırsa, Türk ihtilalinin kansız olduğu bile
söylenebilir.
272) O dönemle alakalı gazete yazılarından derlenmiş tüm kitaplarda, sansürce
çıkarılmış kelimeler ve cümleler yüzünden, boşluklarla dolu yazılar yer
almaktadır. Mesela: Y.Kadri Karaosmanoğ-lu, Ergenekon, s.8, 59, 60, 63, 73, 76,
82, 91, 93, 94, 95, 112, 117, 120, 128, 148, 160, 177, 180,184,, 188, 201, 202,
216, 221, Remzi Y., istanbul, 1964)
Y.Kadri o döneme ilişik başka bir yazısı dolayısıyla diyor ki: "Asıl müsveddelerimi
buldurmak imkânı olmadığı için boşlukları olduğu şeklinde bırakmak mecburiyetinde
kalıyorum." (Vatan Yolunda, s. 112/14.dipnot)
Dilipak'm Mütareke dönemininin yurtsever istanbul gazetelerinden birine bile
göz atmadığı anlaşılıyor. Atmış olsa bu boşlukları görürdü.
Dilipak aynı yutturmacaya, 7 Kasım 1996'da, Kanal 6'da piyasaya çıkan Ceviz Kabuğu
programında da başvurur fakat bu kere sadece değil, karşısında Prof.Dr.E.Aybars
vardır. Aybars'ın makalenin tarihini sorması üstüne, reel açığa çıkıyor.
Bu güzel programı kaçırmışım. H.Pulur'un 19 Şubat 1997 günlü yazısından
öğrendim. 273) bağımsızlık Mahkemelerinin, hangi şartlar arasında, niçin ve iyi mi
kurulduklarını, iyi mi çalıştıklarını merak eden ve öğrenmek isteyen gençlere,
E.Aybars'ın bağımsızlık Mahkemeleri isminde araştırmasını okumalarını salık veririm.
675
Zemin hazırdı şu sebeple. Halkın oldukça büyük çoğunluğu, Cumhuriyet rejimini benimsemiş
yahut yeni diyete karşı çıkmamıştır. Tepki gösterenlerin sayısı ise oldukça
sınırlıdır.
Bundan ötürü idam edilenlerin sayısını daha ilkin vermiştim.
Hiçbir idam da gizlenmemiş, tamamı meydanlarda infaz edilmiştir. Zaten işlenseydi
bile gizlenemezdi. Mesela, Nazi Almanyasındaki ve Sovyetler Birli-ği'ndeki
kıyımlar, ya daha yapıldığı vakit duyulup yazılmış yahut Nazizmin yıkılmasından
ve Stalin'in ölümünden kısa bir vakit sonrasında, bütünüyle ortaya çıkarılmıştır.
Dünyanın merakla izlediği yeni bizim ülkemizde iddia edilmiş olduğu şeklinde kıyım ve terör
olsa, dünya basını bunu yazmaz mıydı? Tek satır bile yok.
Ne toplama kampları kurulmuş, ne toplu kıyım yapılmıştır. Ne inkilap muhafızları
vardı, ne de terör.
Şeyh Sait isyanını ancak birtakım çevreler, bütünüyle dini bir reaksiyon diye
değerlendiriyorlar. Belki başlarda birtakım dini endişe ve telkinlerin etkisi
olmuştur fakat vaka başka yönde gelişir ve isyanın ayrılıkçı karakteri, ağırlık
kazanır.
Yeni rejimin muhtelif uygulamaları eleştirilebilir. Eleştiriliyor da. Ama kendini
kabul ettirmek ve korumak için kıyıma yöneldiğini, terör estirdiğini iddia
etmek, insafla da, gerçekle de bağdaşmıyor. Yeni reijimin ne kadar yumuşak
davranılmış olduğu afaki da bellidir ki yakın tarihimiz değerlendirilirken, bir kısım
yaşlı başlı yazarlar bile, yeni bir diyete geçilmiş bulunduğunu, İstiklal
Mahkemelerinin ihtilal ve diyet mahkemeleri bulunduğunu asla hatırlamıyorlar. On
binler, yüz binler öldürülmüş, hapse atılmış, sürülmüş, ezilmiş olsaydı, bu
dehşeti kim unutabilirdi?
Ama türlü masallar anlatıyor, biri diğerini tutmaz sayılar ileri sürüyor, genel,
bulanık, dayanaksız, kanıtsız iddialarda ve suçlamalarda bulunuyorlar. Sık sık
hatırlattıkları, filmini de meydana getirmeye kalkıştıkları bir misal var: İskilipli Atıf
Hoca!274 Haksız yere idam edilmiş olduğu iddia ediliyor. Diyelim ki öyledir. Eğer
o zaman sorumlular adına özür dilerim. Buna karşılık, İstanbul'un tahriki yahut
Dürrizade fetvası yüzünden öldürülen Ali Kemali Hoca, Yarbay Mahmut Bey, Akbaş
kahramanı Hamdi Bey ve diğeri vatandaşlar, yöneticiler, komutanlar, subaylar,
erler doğrusu vatanını sevmekten ve düşmana karşı koymaktan başka kusuru olmayan
binlerce insan var. Ama kimse artık bu yaraları kaşımıyor, büyütmüyor, ısıtıp
ısıtıp kamuoyunun önüne sürmüyor, sömürü vasıtası yapmıyor. Bunları münakaşa
periyodu açılırsa, tekrar o alaca karanlık günlere dönmez miyiz?
Yakın zamanı, dürüstçe tartışmak başka şey, vakaları abarta abarta, saptıra
çarpıta, kanatıncaya kadar yara kaşımak başka bir şeydir!275
274) Programda bu filmden birtakım parçalar da gösterildi. Atıf Hoca rolünü, Haluk
Kurdoğlu oynuyordu. Bize Nasıl Kıydılar düzeyinde bir film olduğu anlaşılıyor.
275) Bazl sağcılar ve Mehmet Altan, izmir suikastının feyk bulunduğunu ileri
sürüyorlar. Belli ki bu vakası asla incelememişler, önyargılarının tesirinde ve
politikalarının doğrultusunda yürüyorlar. Mesela H.H.Ceylan, Ziya Hurşit'in
haksız yere asıldığını iddia ediyor. (Büyük Oyun, s. 176)
(Vahdettin, M. Kemal Ve Milli Mücadele - Turgut Özakman alıntılanan kısımlar sayfasıyla yukarıda verilmiştir!)
EKSTRADAN
https://mustafakemaltarih.blogspot.com/2022/01/sapka-giymeyen-hocalar-asildi-yalani.html