Mustafa Kemal Atatürk, hem Anadolu’ya geçmeden ilkin İstanbul’da Padişahla yapmış olduğu görüşmelerle, bununla beraber Anadolu’ya geçtikten sonrasında Padişaha gönderilmiş olduğu mektup ve telgraflarla onu Milli harekete katılmaya, en azından Milli harekete karşı olmamaya çağırmıştır. Ama Vahdettin, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu çağrılarını hep reddetmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul’da bulunmuş olduğu 13 Kasım 1918 ile 16 Mayıs 1919 tarihleri içinde birçok kez Padişah Vahdettin’le görüşmüş, bu görüşmelerde Harbiye Nazırı olmanın ve Vahdettin’i Anadolu’ya geçirmenin yollarını aramıştır.[1] Ancak bu görüşmeler sonucunda padişahın kendisini Harbiye Nazırı yapmak ve Anadolu’ya geçmek istemediğini anlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, işgal İstanbul’unda Harbiye Nazırı olup Padişah Vahdettin’i Anadolu’ya götürme düşüncesini, 1920 Nisanı’nda Ankara’da Yunus Nadi Bey’e açıklamıştır.[2] Mustafa Kemal Atatürk, bu düşüncesini hemen sonra Yusuf Hikmet Bayur’a da açıklamıştır. [3]
Mustafa Kemal Atatürk, 2 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi esnasında da işgal İstanbul’unda Harbiye Nazırı olmayı ve hükümeti Anadolu’ya taşımayı düşündüğünü belirtmiştir.[4]
Mustafa Kemal Atatürk, 1920 yılının başlarında Mazhar Müfit Bey vasıtasıyla Padişah Vahdettin’i açıkça Anadolu’ya çayır etmiştir. Padişahla görüşen Mazhar Müfit Bey, “Efendimizin Anadolu’ya, hatta Bursa’ya kadar teşrifleriyle sorun hallolur...” diyerek Padişahı Anadolu’ya çağırmıştır. Bu çağrıya, “Bana yüce ecdadımın başkentinden firar mı öneri ediyorsunuz?” diye bir soruyla yanıt veren Vahdettin’e Mazhar Müfit Bey, “Hayır! Milletin ve vatanın bu sıkışık ve zor zamanında yüce ecdadınız şeklinde milletin başına geçmenizi öneri ediyorum” demiştir. [5] Mustafa Kemal Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı esnasında Padişah
Vahdettin’i Anadolu’ ya dercetmek istemesinin belli başlı sebepleri şunlardır:
1- Halife-sultana duyulan geleneksel bağlılıktan ötürü halkın moral enerjisini yükseltmek ve kurtulma inancını artırmak.
2- Ülkenin İstanbul ve Ankara hükümeti diye ikiye ayrılmasını önlemek, istiklal mücadelesini bir tüm halinde daha müessir bir biçimde yürütmek.
3-Halifenin Anadolu’ya geçip istiklal mücadelesine katılmasıyla İslam dünyasındaki İngiliz karşıtı propagandayı daha da müessir hale getirmek ve Müslüman sömürgelerini kaybetmeyi göze alamayan İngiltere’nin Yunanistan’dan desteğini çekmesini, işgal etmiş olduğu yerlerden oldukca daha erken bir tarihte çekilmesini sağlamak ve böylece Kurtuluş Savaşı’nı daha kısa müddette ve daha azca kayıpla kazanmak. [6]
“Vahdettin, İstanbul’da kalmakla partiyi daha başlarda kaybetmiştir. Hâlbuki İstanbul’un işgaline (16 Mart 1920) ve hatta bir müddet sonraya kadar, Vahdettin’in elinde tahtını koruyacak büyük bir fırsat vardı. Anadolu’ya geçmek. Eğer bunu yapabilseydi, Mustafa Kemal Paşa, Zat-ı şahane’nin nihayet bir sadrazamı olurdu. Bütün memleket bir hayatta kalma mücadelesi arasında yaşarken Padişahın Yıldız Sarayı’nda oturması payitaht halkının acılarının azalmasına bile yaramamıştır.”[7] Padişah Vahdettin’in hiç bir vakit Anadolu’ya geçmeyi düşünmemesinin sebebi, kurtuluşu “Anadolu merkezli bir halk hareketinden değil, “İstanbul merkezli İngiliz desteğinden” beklemesidir. “İngilizlerin yardımını almak” haricinde kafasında ikinci bir kurtulma planı olmayan Vahdettin, bu yardımın alınabilmesi için ilk önce Anadolu’ daki Milli hareketin yok edilmesi gerektiğine inanmış, politikasını bu doğrultuda şekillendirmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul hükümetini İngiliz isteklerine boyun eğmeye hazır görünce, Padişah Vahdettin’e bir telgraf çekerek onu uyarmak istemiştir. “Üçüncü Ordu Müfettişi ve Fahri Yaveri Hazreti Şehriyarı” diye imzaladığı uzun telgraf, aslen bir şikâyetnamedir. Mustafa Kemal Atatürk, bu telgrafının sonucunda padişahı tehdit edercesine, “Eğer zorunlu edilirsem, resmi görevimden çekilme ederek Anadolu’da ve sine-i millette kalacağım ve vatani görevime aleni adımlarla devam edeceğim.
Ta ki ulus ve padişah bağımsızlığına kavuşana kadar… ”[ 8 ] demiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ve buna benzer çağrılarına kulak tıkayan Padişah Vahdettin, Damat Ferit Hükümeti’nin Mustafa Kemal Atatürk’ü görevden almasına, hatta tutuklama sonucu çıkarmasına göz yummuştur. Bu gelişmeler üstüne Mustafa Kemal Atatürk 7, 8 Temmuz 1919 gecesi ordu müfettişliğinden ve askerlik görevinden çekilme etmiş ve İstanbul’a dönmeyerek Anadolu’da halkla beraber istiklal için savaşım edeceğini belirtmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ü bu kararından vazgeçirmek isteyen Vahdettin, onun Selanik’ten yakın arkadaşlarından Abdülkerim Paşa’yı devreye sokarak Mustafa Kemal Atatürk’le telgraf başlangıcında görüştürmüş, sadece herhangi bir netice alamamıştır. Bunun üstüne sinsi Vahdettin, taktik değiştirmiş, 2 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’e bir telgraf çekerek, İstanbul’a gelmesinin ve azledilmesinin doğru olmadığını belirtmiş ve Harbiye’den 2 ay hava değişimi istenerek vaziyet belli oluncaya kadar istediği kent yahut kasabada dinlenmesini en müsait çözüm olarak sunmuştur.[9]
Ancak, Mustafa Kemal Atatürk, “Buralarda havalar iyi!” diyerek Vahdettin’in bu sinsice planını yansız hale getirmiştir. Vahdettin, en son Mustafa Kemal Atatürk’ü ve ulusalcıları Milli hareketten vazgeçmeye ikna etmek için “öğüt heyetleri” oluşturmuştur.
Vahdettin,in Mustafa Kemal Atatürk,ü ve dostlarını İngilizlere şikayeti ve Mustafa Kemal Atatürk,e hakaretleri
Vahdettin, 1920 yılından sonrasında İngiliz yetkililerle yapmış olduğu görüşmelerde lafı döndürüp dolaştırıp Milli hareketin yok edilmesine getirmiştir. Örneğin 21 Ağustos’ta Robeck’le yapmış olduğu toplantıda Milli hareket hakkındaki şunları söylemiştir:
“İngiltere’nin gelecekteki yardımı mevzusunda birazcık direniş gösterdi ve ülkesini yıkmış olan macereraperestleri sertçe kınadı... Onların Türk olmadıklarını öne sürerek, kurdukları gruplara saldırdı... Onların İngiltere ile Türkiye arasındaki geleneksel dostluğu ayaklar dibine aldıklarını; ülkede çoğunluğu meydana getiren reel Türklerin bu geleneğe sadık olduklarını ve bu dostluğu canlandırmak ve ona uymak için uğraştıklarını söyledi…” [10]
Londra Konferansı bitmeden ilkin Padişah Vahdetin, 23 Mart 1921’de sırayla İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcisiyle görüşmüştür. O gün Padişahla görüşen İngiliz temsilci Rumbold, Lord Curzon’a gönderilmiş olduğu bir yazıda görüşmenin detaylarından şu şekildeki laf etmiştir:
“Salonda, Sultan, ben ve yardımcım Andrew Ryan’dan başka kimse yoktu. Sultan kendi tercümanını salı verdi ve Ryan’ın tercümanlık etmesini buyurdu. Sonra da Londra’da yapılmakta olan konferansla alakalı Mustafa Kemal’den Tevfik Paşa’ya gönderilmiş olan üç telgrafa değindi ve Ankara’nın kendi tahtını tehlikeye düşürmek ve kendi yetkisini kırmak amacı güttüğünü söyledi. Şunları ekledi: ‘Anadolu’daki vaziyet şöyledir: Bir avuç haydut orada erki ele geçirmiştir. Sayıları azdır, fakat tam olarak halkın boğazına ilmiği geçirmişledir. Ve halkın itaatkâr, ödlek ve fakir olmasından yararlanmaktadırlar. Onların gücü, tek kaygıları, kendi çıkarları olan 16.000 subayın desteğine dayanır... Ankara önderleri, bu ülkede reel çıkarları olmayan, ülkeyle kan yada başka ilişkileri olmayan kişilerdir. Mustafa Kemal, kökeni meçhul Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan yada Sırp kanı olabilir. Türk olmayan, Arnavut, Çerkez olan tamamı de birbirlerine benzemektedir. Onlar içinde tek bir reel Türk yoktur. Buna karşın, ben ve hükümetim onların önünde güçsüzüz. Onların kıskacı o denli etkindir ki, propaganda aracılığıyla bile Türklere ulaşmak olanaksızdır. Gerçek Türker merkeze sadıktır; fakat tehdit ediliyor yada aldatılıyorlar. Bu adamlar bana boyun eğdirmeye çalışıyorlar ve dıştan Bolşeviklerden yardım sağlamaya uğraşıyorlar. Bolşevikler şimdi Türk hududuna yaklaşmıştır. Ankara önderleri onlarla hâlâ entrika çeviriyor.”
Rumbold, yazısını şu şekildeki sürdürmüştür:
“Ankara önderleri Halifeliği İstanbul’dan kaldırmaya yeltenirse bunun Avrupa için oldukca tehlikeli olacağını vurguladı... Padişaha İngiltere’nin Londra Konferansı’nda oynadığı iyi (!) rolden laf ettim. Ona konferansta öne sürülen önerilerin, uzlaşmaya varılmasına müspet bir zemin hazırlamış bulunduğunu anlattım; yeter ki, iyi kalpli bütün Türkler Padişahın önderliği altında birleşsin, makul bir sulh yapılması fırsatından yararlansın ve İngiltere’nin eski dostluğunu kazansın; fakat aşırı eğilimliler aşırı taleplerde direnirse bunun kararı olarak kararsızlık ve vakalar çıkmasından kaçınılmayacağını anlattım. Padişah beni büyük dikkatle dinledi ve bana teşekkür etti...”[11]
Görüldüğü şeklinde bir “bağnaz yalanı” olan “Mustafa Kemal Atatürk Türk değildir!” yalanını, seneler ilkin İngilizlere yaltaklanan Padişah Vahdettin de söylemiş!... Demek ki “hainlik”, Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatanların genetik yapısında var...[12] Şimdi soruyorum: “Bu Vahdettin mi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı başlatsın diye Anadolu’ya gönderen? Bu Vahdettin mi “büyük vatan dostu?” Gerçi sizin vatanınız İngiltere’yse orasını bilemem...
İngilizlerin Vahdettin,e verdiği gizli saklı görev
İngilizler, kendilerine yalvarıp yakaran Padişah Vahdettin’i, Anadolu’daki Milli harekete ve bu hareketin lideri Mustafa Kemal Atatürk’e karşı kullanmak istemişlerdir. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, 10 Aralık 1921’de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderilmiş olduğu “oldukca gizli saklı” yazıda, Padişah Vahdettin’i “korumaktan” ve Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’e karşı kullanmaktan şu şekildeki laf etmiştir:
“Ulusçuların amacı... Padişaha karşı asla toleransları yoktur ve padişah şu üç seçenekle karşılaşacaktır: İstifa, sürgün yada ölüm... Şimdiki durumda hem enerjisini hem saygınlığını yitirmiştir; fakat onun tahtından indirilmesi, ciddi düşünceli amme içinde şok tesiri yapacaktır... Ankara’yı hizaya getirmemiz gereklidir ve onlarla işlemlerimizde kararlılıkla davranmalıyız.
Padişahın kişiliği ve tahtta kalması içinde fark yapıyorum. Olağanüstü bir durumda onu korumaya laf vermiş bulunuyoruz. Bunun iki sebebi vardır:
1- Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına bizim baskımızla izin vermiştir;
2- İstifa etmeyi ciddi olarak tasarlarken onu bu görüşten vazgeçirmiştik. Ancak onun tahtında kalmayı sürdürmesi için hiç bir mesuliyet altında değiliz. Kendi görüşümce Padişah, durumu fazlaca umutsuz bir evreye gelinceye kadar görevinde kalmalıdır. Şu anda pek azca gücü vardır. Ankara’daki önderler ondan hoşlanmıyor ve Türkiye’deki halk içinde pek popüler değildir...”[13]
İngilizler, “Ankara’yı hizaya getirmek” için, Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına müsaade eden Padişahı, “durumu fazlaca umutsuz bir evreye gelinceye kadar görevinde tutarak” kullanmayı planlamışlardır.
Vahdettin,in Büyük Taarruz Öncesindeki ihanet planı
Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar her fırsatta Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk ve dostlarını İngilizlere şikâyet etmiş, onları ortadan kaldırmaları için İngilizleri harekete geçirmeye çalışmıştır. Vahdettin’in “Mustafa Kemal Atatürk” ve “Milli hareket” kini o denli fazladır ki, Büyük Taarruz’un yaklaştığı günlerde, 7 Ağustos 1922’de İngiltere Yüksek Komiseri Rumbold’a şunları söyleyebilmiştir:
“Millici liderler bir hükümet değildir, bir isyancılar ve bir ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat Terakki’nin canlandırıcılarıdır. Çeşitli isimler altındaki bunların sonuncusu milliyetçilerdir şahsi çıkarları için ülkede egemenliklerini kurmaya çalıştılar. Masum halkın vatanseverliğini ve iyi niyetini sömürdüler. İnançları ve politikaları bakımından onlar Bolşevik’ten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim sulh oluşturmaya ve bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır... Millicilerin gücü abartılıyor. Onların gücü, Yunanın Türk arazisini işgal altında tutmasından ve merkezi hükümetin sözünü aktarma olanaklarından mahrum bırakılmasından ileri gelmektedir.
Yunanın geri çekilmesi ve boşalan arazinin kısım kısım meşru hükümete teslim edilmesi Millicileri kuvvetsiz bırakacaktır…” [14]
Türk ulusunun kaderini belirleyecek olan Büyük Taarruz’un başlamasına, tamı tamına 19 gün varken, Padişah Vahdettin, İngilizlere, Milli hareketi kötüleyerek, “özverilerde bulunarak” sulh oluşturmaya hazır bulunduğunu belirtmiştir. Kurnaz Vahdettin, İngilizleri kışkırtıp Yunanlılara saldırtarak ele geçirilen toprakların “merkezi hükümete” kısaca kendisine verilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vatanı hasım işgalinden kurtarma hesapları yapmış olduğu günlerde, yukarıdaki hesapları icra eden Padişah Vahdettin’e ne diyeceğiz? İngilizler, Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına doğru Milli hareketi ortadan kaldırmak için Mustafa Kemal Atatürk’ü yansız hale getirmeye karar vermişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk’ü etkisizleştirmek için de Padişah Vahdettin’i kullanmaya çalışmışlardır.
Örneğin, 9 Ocak 1922’de Rumbold, Lord Curzon’a gönderilmiş olduğu bir yazıda Mustafa Kemal Atatürk’ü etkisizleştirmek için Padişaha verilecek rolden şu şekildeki laf etmiştir: “Bağlaşıklar aralarında donanması sürdürür ve padişaha bir antlaşma sunarak onaylatabilirlerse, padişahın Anadolu’ya başvurarak halkın desteğini sağlaması ve Kemal’i güç bir durumda bırakması olanaklıdır.” [15]
İngiltere Büyükelçiliği Baş tercümanı Ryan’ın, 7 Şubat 1922’de Londra’ya gönderilmiş olduğu “Mustafa Kemal Atatürk’ü devirme planına” gore, Mustafa Kemal Atatürk dışarıdan anlaşmazlık devletlerinin askeri kuvvetiyle değil, içeriden saltanatın kuvvetiyle devrilecektir. Bunun için daha makul bir sulh antlaşması yapmış olup sultana imzalatılacaktır. Bunun üstüne sultan milliyetçilerin bir kısmını kendi yanına çekip otoritesini tekrar kuracaktır. Arkadan da anlaşmazlık devletlerince desteklenecektir. İtilaf devletleri Türk halkının ulusal amaçlarına hevesli gözüküp Sevr Antlaşması’nda yapılacak birtakım değişiklikleri “tantanayla” duyuru edecekler ve bu tarz şeyleri kabul etmeyenlere karşı her türlü tedbiri uygulayacaklardır. Böylece Mustafa Kemal Atatürk kendiliğinden etkisizleştirilmiş olacaktır. [16]
Yüksek Komiser, Rumbold, 15 Ocak’ta Lord Curzon’a gönderilmiş olduğu gizli saklı telgrafta, anlaşmazlık devletleri Sevr Antlaşması’ndan oldukca daha iyi bir antlaşmayla, ulusalcılara uzlaşma önerisinde bulunurlarsa ve Mustafa Kemal Atatürk bunu reddederse, yeni önerilerin Padişaha sunulmasını, anlaşmazlık devletlerinin desteği ile padişahın da halkın yardımına başvur masını önermiştir. [17]
Bu sırada Padişah da boş durmamış, yeğeni Prens Sami vasıtasıyla 13 Ocak 1922’de Rumbold’a gizli saklı bir göndererek, “harekete geçme zamanının geldiğine inandığını ve Ankara’nın gücüne karşı kendi enerjisini oluşturmak amacıyla İngiltere’nin yardımı mevzusunda Rumbold’la görüşmeyi dilediğini” bildirmiştir. [18] Rumbold, 7 Ağustos 1912’de Padişah Vahdettin’le bir müzakere yapmıştır. Görüşmede Vahdettin, Rumbold’a, İngiltere’nin barışı kendisiyle yapmasını, Yunan işgalindeki toprakların boşaltılıp kendisine teslim edilmesini ve Kemalist asileri temizlemede İngiltere’nin kendisine yardımcı olmasını istemiştir. Vahdettin, İngiltere’nin daha ilkin Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanını bastırdığını, şimdi de askeri enerjisini kullanarak Mustafa Kemal Atatürk’ün isyanını bastırabileceğini söylemiştir.[19]
Vahdettin,in Mustafa Kemal Atatürk,e düzenlemiş olduğu komplo
Milli harekete beraber başlayanlardan Rauf Bey ve Kazım Karabekir’ in vakit arasında Mustafa Kemal Atatürk’e karşı “bayrak açtıkları” ve muhalif gruba geçtikleri malum bir gerçektir. Mustafa Kemal Atatürk bu durumu Nutuk’ta, “Milli Mücadele’ye birlikte başlamış olan yolculardan bazıları, ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelen gelişmelerinde kendi düşünce ve ruhlarının kavrama sınırları bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir...” diyerek açıklamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı esnasında TBMM’de kendisine karşı başlamış olan muhalefeti, “Milli Mücadele’ye birlikte başlamış olan yolculardan bazılarının... Fikir ve ruhlarının kavrama sınırlarının bitmesine” bağlamıştır; sadece bu muhalefetin -Mustafa Kemal Atatürk’ün bilmediği başka bir sebebi daha vardır. İngiliz arşivlerinden çıkan bu doğruyu de bizler açıklayalım.
İngilizler, Padişah Vahdettin vasıtasıyla, Mustafa Kemal Atatürk’ün tabanca arkadaşlarından Rauf Bey’i ve Kazım Karabekir’i Mustafa Kemal Atatürk’e karşı muhalefete geçirmeye çalışmışlardır.
Ankara’da Mustafa Kemal Atatürk’e karşı kuvvetli bir “karşıcılık” bulunduğunu düşünen Rumbold, Mayıs 1922’de, Lord Curzon’a gönderdi¤i bir yazıda, “Anadolu’daki Anti Kemalistlerin Ankara Hükümeti’ni yıkmak için faydalı bir eleman olacaklar›n›” belirtmiştir. [20] İngilizler, Mustafa Kemal Atatürk’ü devirmek için meclis içi muhalefete ve Enver Paşa’ya güvenmiştir. İngilizler, bilhassa Mustafa Kemal Atatürk’le birtakım mevzularda görüfl ayrılıkları olan Rauf Bey ve Kâzım Karabekir Paşa’dan istifade etmek istemişlerdir.
İngiliz arşivlerindeki birtakım belgeler, İngilizlerin bu planı icra etmek için Padişah Vahdettin’den yararlandıklarını göstermektedir. Rauf Bey’le, Kazım Karabekir’i kendi yanına çekmek isteyen Vahdettin, İzzet Paşa vasıtasıyla onlarla ilişki kurmuştur. 23 Şubat 1922 tarihindeki İngiliz gizli saklı haber alma tutanağına gore, Vahdettin, Mahmut Sadık Bey vasıtasıyla Kâzım Karabekir’e mühim bir bildiri göndermiştir. Padişah, Karabekir’e gönderilmiş olduğu mesajda özetle, Halifelik haklarını korumasını, sulh koşullarının kabul edilmesi için gerekirse sertlik kullanmasını, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Milli hareketi desteklememesini öğütlemiştir. [21]
Padişahın, Mustafa Kemal Atatürk’ü meclis içerisinden vurmak için attığı bu haince adım, İngilizleri heyecanlandırmıştır. Örneğin, İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Francis Osborn, 28 Şubat 1922’de gönderilmiş olduğu yazıda Padişahın bu girişimden flöyle laf etmiştir: “Padişah, Kazım Karabekir ve Rauf Bey’i, kendisinden yana çekebilirse bir ihtimal Anadolu’yu Kemal’den kurtarabilir; fakat bu iki müessir ulusçunun tutumu hakkındaki pek azca bilgimiz vardır. Bildiğimiz, ikincisinin (Rauf Bey) son günlerde Ankara’daki Bakanlar Kurulundan çekilmiş ve Mustafa Kemal’le arasının açılmış olduğudur.” Bu yazıya, Dışişleri Bakanı Lord Curzon da şunları eklemiştir: “Albay Rewlinson, her ikisinin de Kemal’e karşıt olduklarını söylüyor.” [22]
10 Mart 1922 tarihindeki İngiliz gizli saklı haber alma tutanağına gore Karabekir, Padişahın isteğine sözlü olarak verdiği yanıtta, “Ankara Hükümeti’nin uygulamakta olduğu ‘aşırı siyaseti’ yumuşatmak için elinden geleni yapacağını...” belirtmiştir. Nitekim kısa vakit sonrasında Karabekir Paşa; Rauf Bey, Refet Paşa, Selahattin Bey ve diğerlerinden oluşan Mustafa Kemal Atatürk karşıtı muhalif grupları desteklemeye başlamıştır.[23]
Bunun üstüne İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Francis Osborne, 1 Nisan’da şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bu grup, Kemal’e karşı müthiş bir karşıcılık oluşturacaktır.” [24] İngilizlerin, Padişah Vahdettin’i kullanarak Milli hareketi taksim planı kısmen netice vermiştir. Mayıs 1922’de, Büyük Taarruz öncesinde meclis, Mustafa Kemal Atatürk’ün başkomutanlığını bir defa daha uzatmayı reddetmiştir. En tehlikeli sonuç dönemde meclis içi karşıcılık yüzünden ordu başsız bırakılmıştır. Temmuz 1922’de Rauf Bey, Mustafa Kemal Atatürk’e karşın Bakanlar Kurulu Başkanı seçilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün, bakanları aday gösterme yöntemine de son verilmiştir. Ancak Mustafa Kemal Atatürk, bu şekilde bir dönemde orduyu başsız bırakmayacağını, ama zaferden sonrasında köşesine çekileceğini belirterek başkomutanlık yetkisini uzattırabilmiştir.
“Mustafa Kemal Atatürk’ün, Milli Mücadele’yi beraber başlatmış olduğu arkadaşları ve meclis çoğunluğu, Büyük Taarruz öncesi günlerde İngiltere ve Vahdettin’i umutlandıran bu şekilde bir aymazlık içindedirler.” [25]
Şimdi soruyorum: “Milli hareketi yok etmek için İngilizlerle anlaflan ve en tehlikeli sonuç bir dönemde, Mustafa Kemal Atatürk’le tabanca dostlarının arasını açmaya çalışan bu Vahdettin’e ne diyeceğiz?”
Kaynakça:
[1] Meydan, Mustafa Kemal Atatürk' ün Gizli Kurtuluş Planları, s.162 vd.
[2] Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul, 1979, s.258,259; Meydan, age, s.172,173. [3] Bayur, age, s.166, Meydan, age, s.173.
[4] Mustafa Kemal Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.15, s. 62.
[5] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Mustafa Kemal Atatürk'le Beraber, C.II, Ankara, 1997, s. 538,539.
[6] Meydan, age, s.181.
[7] Selek, age, s.48.
[S] Akşin, age, s.345,346.
[9] age, s.355.
[10] FO,371/5055/E, Robec,ten Curzon'a gizli saklı yazı, İstanbul, 28.31920; Sonyel, age, 109.
[11] Sonyel, age, s.128,129.
[12] Vahdettin, Türkiye'den kaçtıktan sonrasında da Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret etmeye devam etmiştir: İngiliz arşivlerinde meydana getirilen incelemelerde Vahdettin' in, birtakım İngiliz yetkililerine yazdığı mektuplarda, Mustafa Kemal Atatürk için, "küfre varan derecede ağır ifadeler" kullandığı görülmüştür. Metin Hülagü'nün değdi şeklinde, "Vahdettin, Mustafa Kemal Atatürk'e bir bakıma hasım; zira Mustafa Kemal Atatürk onu tahtından indirdi, saltanatına son verdi..." Bülent Günal, "Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'e Destek Oldu mu? Ne Desteği, Mektuplarında Mustafa Kemal Atatürk'e Küfür Bile Ediyor", Prof Metin Hülagü İle Röportaj, Vatan, 26 Kasım 2007, s.17.
[13] age, s.157.
[14] Sonyel, age, s.187; Avcıoğlu, age, s.208,209; Meydan, age, s551.
[15] FO, 37117853/E, 320: Rumbold'tan Curzon'a gizli saklı telgraf, 6.1.1922; Sonyel, age, s.160. [16] Avcıoğlu, age, s.184.
[17] Sonyel, age, s.160.
[18] age, s.161.
[19] Avcıoğlu, age, s.184.
[20] age, s.184.
[21] Sonyel, age, s.164,165.
[22] FO, 37177882/E 2219: İngiliz gizli saklı haber alma raporu, no: 548,23.2.1922. "Padişah ve Kazım Karabekir Paşa" ,R.321, İstanbul, 7.2.1922; Sonyel, age, s.165,166.
[23] Sonyel, age, s.166.
[24] FO, 371/7859/E 3493: İngiliz gizli saklı haber alma raporu, no. 605,303.1922; Sonyel, age, s.166.
[25] Avcıoğlu, age, s.184.
İngiliz arşivlerinde bulunan ve Salahi Sonyel'in yayınladığı bir belge, Padişah Vahdettin'in İngiliz ajanı benzer biçimde çalıştığını gözler önüne sermektedir.[1]
Mustafa Kemal Atatürk, Batı kamuoyunu Türk Milli Mücadelesi mevzusunda aydınlatmak için Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey başkanlığındaki bir kurulu Londra'ya göndermeye karar vermiştir.[2] Yusuf Kemal Bey Londra'ya gitmeden ilkin İstanbul'a uğrayıp Padişahla da görüşecektir.
23 Şubat 1922'de Padişah Vahdettin'in huzuruna çıkan Yusuf Kemal Bey'in anlattıklarını dinleyen padişah, ona mukabil bile vermemiş, söylediklerini dikkate almamıştır.[3] Padişah, Ahmet İzzet Paşa ve Tevfik Paşa'nın başkanlığındaki kendi heyetini Londra'ya göndermeye karar vermiştir.
İngilizlere yalvarıp yakaran Padişah Vahdettin, ajanlarını harekete geçirerek Yusuf Kemal Bey'in katibi Kemâl'in evinde bulunan valizi, katibin yokluğunda açtırarak içerisindeki gizli saklı belgelerin fotoğraflarını çektirmiş ve bir mabeyincisiyle suretle İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold'a göndermiştir. [4]
Padişah Vahdettin'in, ajanına çaledecek olan Yusuf Kemal Bey'e verdiği gizli saklı talimatlar vardır. Söz mevzusu belgelerinin en önemlileri, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'nın Yusuf Kemal Bey'e gönderilmiş olduğu bir mektup, Yusuf Kemal Bey kuruluna klavuz olması için hazırlanmış yönergeler ve Asya'daki İslam devletleriyle yapılma olan antlaşmalardır.[5]
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, Vahdettin'in kendisine verdiği bu belgeleri, 7 Mart 1922'de İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na göndermiştir.[6]
Belgeler, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nı fazlaca sevindirmiş, Bakanlık yetkililerinden Francis Osborne bu belgelerle alakalı olarak 14 Mart'ta şu notu yazmıştır:
"Padişah, Yusuf Kemal'in valizinden çalınan belgelerin suretlerini bizlere göndermekle (İstanbul'la Ankara arasındaki ilişkilerin durumunu) en iyi şekilde gösteriyor.." [7]
Salahi Sonyel'in söylediği benzer biçimde, "Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, bu tarz şeyleri harbiden çaldırarak Türkiye'yi işgalinde tutan hasım bir ulusun diplomatik temsilcisine gönderdiyse, milli akıma ve yurdu kurtarma çalışmalarına ihanet etmekle suçlanabilir."[8]
İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold ve İngiliz Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Francis Osborne, laf mevzusu belgeleri Padişah Vahdettin'in, Yusuf Kemal Bey'in çantasından çaldırtıp kendilerine verdiğini söylediklerine ve bu belgeleri açıkladıklarına nazaran, her şey fazlaca net bir halde ortada değil midir?
Türkiye'nin, varını yoğunu ortaya koyarak Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde düşmanı vatandan atmanın hesaplarını yapmış olduğu günlerde, Padişah Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'ün Londra'ya gönderilmiş olduğu Türk heyetindeki "milli sırlar içeren" gizli saklı belgeleri çaldırıp işgalci hasım İngilizlere vermesinin anlamı, tek kelimeyle, "hainliktir"
İşte size Necip Fazıl'ın deyimiyle, "büyük vatan dostu Vahdettin!.."
Bir ulus var koyun sürüsü
Vahdettin'e işgal yıllarında birçok kez istiklal için harekete geçmesi yönünde teklifler yapılmıştır; fakat o bu teklifleri hep reddetmiştir.
Örneğin, 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgalinden sonrasında Celalettin Arif, Rauf Orbay, Balıkesirli Müderris Abdülaziz Mecdi Efendi ve Yalvaçlı Ömer Vehbi Hoca'dan oluşan bir kurul, Vahdettin'i ziyaret ederek ülkenin arasında bulunmuş olduğu konum mevzusunda padişahı uyarmak istemişlerdir. Bu müzakere esnasında Padişah Vahdettin'le kurul üyeleri içinde fazlaca entresan bir diyalog geçmiştir:
Vahdettin: "Ecnebiler, her şeyi yapabilecek vaziyettedirler. Meclisi Mebusan müzakerelerinde sözlerinize hayli dikkat etmelisiniz."
Vehbi Hoca, "Şevketmeab! Millet azimlidir; vatanını da sizi de kurtaracaktır."
Vahdettin, "Hoca, Hoca! Sözlerinize dikkat ediniz! Fiili hadiseler meydandadır. Akıl için yol birdir. Bu adamlar isterlerse yarın Ankara'ya girerler."
Abdülaziz Mecdi, "(Sarayın penceresinden görünen hasım donanmasını göstererek) Bu kafirlerin kudreti şu denizdeki topların menzili içindedir. Millet demir gibidir! Onu yıkamayacaklardır. Padişahım, müsterih olunuz! Millet sonuna kadar savaşım edecektir."
Rauf Bey: "Hoca Efendiler, Zat-ı şahanelerine hakikati arz ediyorlar, Padişahım! Millet sınırları arasında bağımsızlığını ve makamınız kurtarmaya azmetti! Millet sizden bir anlaşmaya imza koymamanızı istirham ediyor! Aksi taktirde akıbet fazlaca tehlikeli görünüyor. Siz sakınca durumda olduğunuz için imza etmeye mecburiyetiniz de yoktur."
Bu laflara sinirlenen Vahdettin, birden ayağa kalkarak soğuk bir ses tonuyla şu şekildeki demiştir:
"Bir ulus var koyun sürüsü... Bir çoban lazım, o da benim!"
Bunlar Vahdettin'in heyete dediği son sözlerdir. Heyet saraydan çıkarken Vehbi Hoca arkadaşlarına şunları söylemiştir:
"Bu erkek nefsini ıslah etmezse akıbeti fenadır! Allah büyüktür! Bu ulus kurtarıcısını bulacaktır! Milleti koyun sürüsü olarak adlandırmak Allah'ın rızasına aykırıdır. Yaşarsak fazlaca şeyler göreceğiz."[9]
Halkı "koyun sürüsü" olarak bulan bir padişahın, o halka inanıp, o halkla beraber vatanın bağımsızlığı için savaşım etmesi beklenebilir mi?
Vahdettin'in Milli Hareket karşıtı beyannamesi
Milli harekete yardımcı olmak şu şekildeki dursun bu hareketi yok etmek için her yolu deneyen Padişah Vahdettin, 20 Eylül 1919 tarihinde yayınladığı bir beyannameyle açıkça Milli harekete karşı bulunduğunu göstermiş; savaşarak değil, teslim olarak kurtuluşa ulaşılabileceğini belirtmiştir.
Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a çıkmasından dört ay sonrasında yayınladığı bir bildirge, "Vahdettin, Mustafa Kemal Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatsın diye Anadolu'ya gönderdi!" diyenlerin o "büyük yalanını" da gözler önüne sermektedir.[10] Çünkü bildirge dikkatle okunduğunda Padişah Vahdettin'in "düşmana karşı direnişten" değil, fazlaca yumuşak bir üslupla "hasım karşısında sessiz kalmaktan" laf etmiş olduğu görülmektedir. İşgallere üzüldüğünü, devlet ve milletin haklarını korumak için gayret harcamanın naturel bulunduğunu belirten sinsi Vahdettin, lafı döndürüp dolaştırıp, Milli hareketin gereksizliğine getirmiş; Avrupa kamuoyunun lehimize döndüğünü, Mebusan meclisi seçimlerinin zamanında yapılabilmesi ve sulh konferansından müspet bir netice alınabilmesi için "Milletin her ferdinden bu günkü durumun nezaketini takdir ederek sessizlik ve soğukkanlılığını korumasını, kanunların hükümlerine ve hükümetin emirlerine uymasını, seviye ve asayişi bozacak hareketlerden sakınmasını" istemiştir. Padişah Vahdettin'in beyannamesinin sonundaki şu cümle onun politikasını özetlemektedir: "Büyük devletlerin hakkaniyet ve insaf duyguları ile gerçekleri gittikçe anlayan Avrupa ve ABD kamuoyunun yumuşaması da bu umudumu belgelendirmektedir."
Görüldüğü benzer biçimde Padişah Vahdettin'in umudu, halkın sessizlik arasında büyük devletlerin "hakkaniyet" ve "insaf" duygularına güvenmesidir.
Vahdettin'in Milli hareket karşıtı bu beyannamesinin halkı negatif etkilememesi için harekete geçen Mustafa Kemal Atatürk, birtakım tedbirler almıştır. Fakat Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm tedbirlerine rağmen padişahın beyannamesi birtakım bölgelere ulaşmıştır.
Karabekir'in hatası
Milli harekete büyük zararlar verebilecek bu beyannamenin yayılmasında Kazım Karabekir Paşa'nın da büyük gayretleri olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk'le beraber ulusal direniş için yola çıkan Karabekir Paşa'nın ancak dört ay sonraki bu değişimini idrak etmek olanaksızdır doğrusu! Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'ta, Milli hareket karşıtı bu beyannamenin yurda yayılmasına önayak olan Kazım Karabekir Paşa'yı ağır bir halde eleştirmiştir.
Karabekir Paşa, 21 Eylül 1919'da Trabzon Mevki Komutanı'na gönderilmiş olduğu uzun bir telgrafta Padişah Vahdettin'in Milli hareket karşıtı beyannamesini öve öve bitirememiştir.
İşte Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'ta yer verdiği o ibretlik belge:
"Trabzon Mevki Komutanı'na, Şevketli Padişahımız Hazretlerinin ulusuna karşı yayımladıkları kutlu bildirilerin derhal görevlilere ve halka ulaştırılması gereklidir. Böylece şimdiki hain hükümetin melek yüzlü Padişahımız efendimizi ne denli küstahça ve gözü peklikle aldatmakta olduklarını anlayamayanlar kaldıysa tüm bunlar anlasınlar. Ulusu ve ülkesi için kutlu yüreğinin ne denli büyük bir sevgi ve esirgeyicilikle dolu bulunduğunu yayınlayan bu bildiride en aleni olarak göz alıcı şey, hükümetin haince gidişi üstüne ulusun halifelik katına sunmuş olduğu şikayet yazılarının daha Padişaha bildirilmemiş olmasıdır. Çünkü ulusa ve yurda karşı çektikleri hainlik hançerini bilmiş olsalardı, bu hainleri bir dakika bile yerlerinde tutmayacaklarına, kutlu bildirideki yürekten gelen ifade en büyük tanıktır. Bu hainler bu hakikatı bildikleri için halife efendimizi direkt doğruya ulusla yüz yüze getirmiyorlar. Bunun için ulusa düşen ödev, şanlı Padişaha ebedi sevgi ve bağlılığını durmadan işaret etmek ve sunmakla beraber, tüm ulusun ve ordunun birlik olarak Padişahın laf götürmez haklarını, ulusun ve ülkenin varlığını kurtarmaya çalıştıkları, fakat bu hain hükümetin yasal ve gönülden bağlılığı özetleyen bu davranışı Padişahımız efendimizden gizledikleri, üstelik büsbütün ters bir şekilde gösterdikleri gerçeğini dün karar vermiş olduğu suretiyle halifelik katına aracısız bildirmektir. Erzurum halkının bu yolda yazacakları telin bir örneği oraya bildirilecektir.
15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir"[11]
Kazım Karabekir Paşa'nın Milli harekete karşı açıkça cephe alınan bu bildiriyi "kutlu bildiri" olarak adlandırması ve bu bildirideki sözüm ona "yürekten anlatımı", Damat Ferit'in, Padişahı aldattığına delil olarak göstermesi "inanılacak" değerlendirmeler değildir. Eğer Karabekir Paşa'yı birazcık olsun tanımasak, "latife yapıyor!", "dalga geçiyor!" denilecek türeden açıklamalardır bunlar.[l2]
Vahdettin'in Milli hareketi yok etmeye yönelik bu beyannamesine övgüler yağdırıp, bir de üzerine üstlük yurda yayılmasını elde eden Karabekir Paşa'nın kafasının o günlerde fazlaca komplike olduğu anlaşılmaktadır.
Karabekir Paşa'nın o günlerdeki kafa karışıklığını kanıtlayan başka gelişmeler de vardır. Örneğin, Karabekir, o günlerde Temsil Heyeti'nin Sivas'ın batısına geçmemesini ve Kuvayı Milliye'nin dağıtılmasını istemiştir. Maalesef Karabekir Paşa da Mustafa Kemal Atatürk'ün öteki tabanca arkadaşları benzer biçimde Milli hareket esnasında bazen "yalpalamış", "zikzaklar çizmiştir". Onun bu "Padişah-severliği" devrimler sürecinde de nüksedecektir. Örneğin cumhuriyetin ilanını erken bulmuş, halifeliğin kaldırılmasına ve Latin harflerinin kabulüne karşı çıkmıştır.
Kazım Karabekir Paşa, Vahdettin'e övgüler yağdırdığı telgrafını şu şekildeki bir eklemeyle Mustafa Kemal Atatürk'e de göndermiştir:
"Bu mevzuda düşünceleriniz var mı? Bu kutlu bildiri, ulusun padişahına hakikatı bildirmesine yine elverişli bir konum yaratmıştır ki, Erzurum halkı hükümetin tüm cinayetlerini sayarak, yine padişaha dileklerini bildirecektir. Bunun örneğini ya çekilmek suretiyle yahut malumat için sayın kurulunuza sunacağım"[13]
Mustafa Kemal Atatürk'e nazaran bu bildirge İstanbul Hükümeti'nin durumunu sağlamlaştırdığı benzer biçimde halk üstünde milliyetçilere karşı negatif bir tesir yaratabilirdi. İşte bu etkiyi en aza indirmek isteyen Mustafa Kemal Atatürk, Padişah Vahdettin'e bir telgraf çekerek, onu bir kez daha Milli hareket mevzusunda aydınlatmıştır. Mustafa Kemal Atatürk laf mevzusu telgrafında ısrarla, hala o hain Damat Ferit'in niçin görevden alınmadığını sormuştur Vahdettin'e:
Mustafa Kemal Atatürk, "Tarihte şimdiye kadar işlenmiş olan ihanetlerin hiçbirisiyle kıyaslanmayacak bir ihanetle halkı birbirinin aleyhinde kışkırtan ve milleti yabancıların ihtiraslarına feda eden bu kabinenin, milletin istememesine karşın hala yerinde kalması büyük felaketleri çayır etmektedir... Onun için derhal Ferit Paşa kabinesi yerine halkın güvenine layık bir hükümetin kurulmasını tüm ulus adına padişahımızdan niyaz ve istirham ederiz." demiştir.[14]
Ancak Padişah Vahdettin kısa bir müddet hariç, nerede ise bütün Kurtuluş Savaşı süresince hain Damat Ferit'i başbakanlıkta tutmuştur.
Vahdettin'in orduyu etkisizleştirme çabaları
Padişah Vahdettin, "İngilizleri memnun etme" politikası gereği, Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan derhal sonrasında, 5 Kasım 1918'de ordunun onda dokuzunun terhis edilerek, erlerin memleketlerine gönderilmesine yönelik kararnameyi asla tereddüt etmeden imzalamıştır.[15] Ayrıca İngilizlerin, Ali İhsan Paşa ve Yakup Şevki Paşa benzer biçimde başarı göstermiş komutanları tutuklayarak Malta'ya sürgün etmesine ses çıkarmamıştır. İngilizlerin isteği doğrultusunda orduyu güçsüzleştirme politikası tatbik eden Vahdettin, ondan sonra da Kuvayı Milliye'ye yardım eden Cemal Paşa ve Cevat Paşa benzer biçimde komutanların görevden alınmalarına da göz yummuştur. Vahdettin, ordudaki ulusalcı subayları Süleyman Şefik Paşa vasıtasıyla tasfiye etmiştir.
Vahdettin, bir yandan etken orduları dağıtırken ve ulusalcı subayları etkisizleştirirken, öteki yandan İngiliz isteklerine karşı çıkmayacak, padişah ve hükümetin muhafızlığını meydana getirecek ordular kurmuştur. Örneğin, İstanbul Muhafızlığı ve 25. Kolordu Komutanlığı bu tür bir ordudur. Bütün umudu, İngilizlere ve Paris Barış Konferansı'na bağlayan bu ordu, hiç bir vakit Mustafa Kemal Atatürk'ten ve Temsil Heyeti'nden buyruk almamıştır. Bu muhafızlığın ve ordunun rolü, İstanbul'da asayişin sağlanması, Padişahın korunması, İttihatçıların ve ulusalcıların tutuklanmasıdır.[l6] Bu tür suni ordulardan biri de Askeri Nigehban Cemiyeti'dir. Milli harekete karşı olan bu teşkilat, İzmir'in işgali ondan sonra Ege'de oluşan direniş cemiyetlerini ve subayların bunlara yardımcı olmasını ağır bir halde eleştirerek, ordunun ve subayların çete savaşlarına katılmasının müsait olmadığını bildirmiştir.[l7]
Güdümlü orduların en önemlisi, Milli hareketi yok etmek için kurulan Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu)' dir. Bu tür "ihanet" ordularının sonuncusu Kuvayı Seferiye isminde ordudur.
Vahdettin, orduyu etkisizleştirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Örneğin, Vahdettin'in şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, İzmir'in işgalinden 15 gün sonrasında yayımladığı bir demeçte, "Ordunun rolü oruç tutmaktır!" demiştir.[l8]
Ali Kemal de yazılarında sıkça, "Artık savaş ve darp ile yapılacak bir şey yoktur" demiştir. Şeyhülislamın, "Ordunun rolü oruç tutmaktır!" şeklindeki demecinden üç ay sonrasında, Alemdar'da piyasaya çıkan bir yazıda, "Ordunun beş zaman namazda Padişah'a duadan gayri bir şey bilmemesi lazımdır" denilmiştir.[l9]
İstanbul Müftüsü Dürrizade ise, 11 Nisan 1920'de yayınladığı bir fetvada ulusalcı paşaların öldürülmelerinin dinen "caiz" bulunduğunu ve Kuvayı Milliye'ye karşı savaşım ederken ölenlerin şehit, kalanların gazi olacağını bildirmiştir. Ulusalcı subayların rütbeleri indirilmiş, hatta Mustafa Kemal Atatürk'ün nişan ve madalyaları bile geri alınmıştır. Ordu müfettişlikleri kaldırılmış, Kuvayı Milliyeci subayların telgraf hizmetlerinden yararlanması yasaklanmıştır.
İçişleri Bakanı Ali Kemal, 26 Haziran 1919'da yayınladığı bir genelgeyle, valilerin, komutanların verdikleri emirlere uymamasını, uyanların şiddetle cezalandırılacağını bildirmiştir.[20]
Anadolu'daki ulusalcı subaylar türlü vadelerle İstanbul'a çağrılmış, Mustafa Kemal'in "zorla asker topladığı" dedikoduları yayılarak tertipli ordunun kurulması engellenmek istenmiştir. Anadolu'ya gönderilen "araştırma kurullarıyla" ordu kontrol dibine alınmaya çalışılmıştır.[2l]
28 Şubat sürecinden sonrasında Türkiye'de, Türk silahlı kuvvetlerini kontrol dibine alıp etkisizleştirmek isteyenlerle, Kurtuluş Savaşı yıllarında milli orduyu kontrol dibine alıp etkisizleştirmek isteyenlerin benzerliği fazlaca dikkat çekicidir. O günlerde "din, iman, hilafet" diyerek emperyalizmle kol kola giren işbirlikçiler, bugünlerde de yine "din, iman, hilafet" diyerek emperyalizmle kol kola girmiştir.
Hıyanet ordusu: Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu)
Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit'e nazaran Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğindeki Milli hareket (Kuvayı Milliye) bir "isyan" hareketidir ve bir an ilkin bastırılması gerekmektedir! İşte bu amaçla 18 Nisan 1920'de Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) isminde bir ordu kurularak Anadolu'da düşmanla savaşım eden milliyetçilerin üstüne gönderilmiştir. Sina Aksin bu orduyu, "Ulusal hareketi boğmak suretiyle Padişahın kurduğu resmi bir ordu" olarak tanımlamıştır.[22]
Mondros Ateşkes Antlaşması'na tamamen aykırı bir halde bu şekilde bir ordunun kurulması ve silahlandırılması, bu orduyu kuranların (Padişahın ve Başbakanın) İngilizlerden yardım aldıklarını göstermektedir. Çünkü o sırada İstanbul'daki bütün tabanca depoları İngilizlerin kontrolündedir. Anadolu'da kardeşin kardeşi öldürmesi anlamına gelen Kuvayı İnzibatiye projesi, böl ve yönet ilkesi doğrultusunda hareket eden İngiltere'nin emperyalist çıkarlarına tamamen uygundur. [23]
Nitekim, "Kuvayı İnzibatiye birliklerinin silahlandırılması için bizzat Damat Ferit, İstanbul'da İngiliz kontrolündeki Maçka silahhanesinden alınmak suretiyle 600 tüfek, 30.000 piyade fişeği ve 800.000 makineli tüfek mühimmatı verilmesi için İngiliz Başkomutanlığı'ndan bir belge almıştır. Bundan başka, Kuvayı İnzibatiye, Sapanca yönünde, 14 Haziran 1920 günü taarruza hazırlanırken bozulup geri atılınca İzmit bölgesindeki 242. İngiliz tugayının tel örgüler ve siperler ile tahkim edilmiş mevzisinden faydalanmıştır."[24] 18 Nisan 1920 tarihindeki kararnameyle, Kuvayı İnzibatiye'nin nitelikleri, müessese amacı ve askerlere verilecek maaşlar belirlenmiştir. Buna nazaran gaye Kuvayı Milliye'yi yok etmektir! Devletin silahlı gücü olarak tanımlanan Kuvayı İnzibatiye, Harbiye ve Dahiliye Nezaretlerine bağlı olacaktı. Bazı emekli subayların da katılmış olduğu bu ordu, gönüllülük esasına nazaran oluşturulmuştu. Tümen olarak kurulan Kuvayı İnzibatiye, üç piyade alayı ve bir topçu taburundan oluşmaktadır. Toplam mevcudu 12.000 şahıs olarak düşünülmüştür. [25] Kuvayı İnzibatiye'ye gönüllü olarak yazılan subay ve askerlere fazlaca iyi bir maaş verileceği duyurulmuştur. [26] Erlere 30, çavuşlara 35, başçavuşlara 40, teğmenlere 60, üsteğmenlere 70, yüzbaşılara 80, kıdemli yüzbaşılara 90, tabur komutanlarına 100, alay komutanlarına 150 lira aylık verilecektir. [27] Fakir halk, yüksek maaşlarla bu orduya katılmaya teşvik edilmiştir.
Türk ulusu yokluk ve fakirlik arasında, vatan ve namus mücadelesi vermeye çalışırken, İstanbul Hükümeti kaynaklarını bu İngiliz destekli derme çatma ordunun haince askeri amaçlarına harcamıştır. Bu qüç için 1.250.850 lira tahsisat ayrılmıştır. [28]
Kuvayı İnzibatiye'nin en mühim eksikliği "gönüllülük" esasına dayalı "maaşlı" bir ordu olmasıdır. Yani, bu orduya katılanların öncelikli amacı paradır. Durum bu şekilde olunca bir an ilkin görevlerini yapmış olup sağ bilgin geri dönmek istemektedir. Ayrıca kafaları da kötü şekilde karışıktır; bundan dolayı İstanbul İngiliz işgali altındayken onlar kendi kardeşlerine kurşun sıkmak için Anadolu'ya gitmektedirler! Şeyhülislam Dürrizade'nin, Anadolu'daki ulusalcı liderlerin ve Kuvayı Milliyecilerin öldürülmelerinin dinen caiz bulunduğunu ve onlara karşı savaşırken ölenlerin şehit, kalanların gazi olacağını duyuran fetvası bu orduya alınması artıran en mühim etkenlerden biridir.
Kuvayı İnzibatiye'nin başına Mustafa Kemal Atatürk'ü "isyancı" olarak adlandıran Süleyman Şefik Paşa, Kurmay Başkanlığı'na da Erkânıharp Miralayı Refik (Yaltkaya) getirilmiştir.
Süleyman Şefik Paşa, İstanbul Hükümeti'nin Anadolu'daki orduları etkisizleştirmek için oluşturduğu kurullardan birinin başkanı olarak 5 Ağustos 1919'da Konya'ya gitmiş, ertesi gün İstanbul'a gönderilmiş olduğu telgrafta, Anadolu'daki Milli Hareketin sanıldığı kadar kuvvetli olmadığını şayet kendisi Harbiye Nezareti'ne getirilirse Milli hareketi kısa müddette bitireceğini belirtmiştir.[29] Bunun üstüne Süleyman Şefik Paşa, 14 Ağustos 1919'da da Harbiye Nazırı yapılmıştır. [30] Harbiye Nezareti'ndeki birtakım kişilerin Kuvayı Milliye'yi el altından desteklediği yolundaki dedikoduların izini devam eden Süleyman Şefik Paşa, derhal öneri hareketine başlamış; İstanbul Muhafızlığı, Genelkurmay İkinci Balkanlığı ve Harbiye Nezareti Müsteşarlığında değişimler yapmıştır. Önce, Milli harekete sıcak bakan Cevat Paşa'yı görevden alarak Hadi Paşa'yı atamıştır. [31]
Daha sonrasında da Milli hareketin genelkurmaydaki gözü kulağı durumundaki İsmet Paşa'yı genelkurmaydaki tüm görevlerinden almıştır. [32]
Süleyman Şefik Paşa böylece Anadolu'daki komutanları ve Milli hareketi güçsüzleştireceğini düşünmüştür. Göreve geldiği 14 Ağustos 1919'da askeri birliklere, "güvenliği bozanlara karşı mülki makamların istedikleri yardımın derhal yapılmasını" emretmiş ve ordu müfettişlerinin idarecilere direktif verme yetkisini kaldırmıştır. Süleyman Şefik Paşa'nın tüm bu icraatlarını Padişah Vahdettin, 19 Ağustos 1919'da onaylamıştır.[33]
Süleyman Şefik Paşa, askerlere yayınladığı bir beyannamede kanunlara uymalarını ve hiç bir derneğe yahut partiye yaklaşmamalarını bildirmiştir. I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa'ya yazdığı bir emirde ise yurt savunmasına geçen subayları yakınma etmiştir. [34]
Kuvayı İnzibatiye'nin başına getirilen Süleyman Şefik Paşa'ya fazlaca geniş yetkiler verilmiştir. [35]
Kuvayı İnzibatiye adına 54 subay ve 790 er toplanmıştır. Sonradan subay sayısı 94'e yükselmiştir. Yeni katılımlarla er sayısı da 2000'e yaklaşmıştır. Kuvayı İnzibatiye'nin birinci alayı 29 Nisan 1919'da İzmit'e gelmiş olarak karargah kurmuştur. İkinci alayı da İzmit limanında demirli Yavuz Zırhlısı'na yerleşmiştir.[36]
Mayıs ayı başlangıcında Süleyman Şefik Paşa'nın İzmit'e gelmesi ve öteki alayların da bölgeye ulaşmasıyla hazırlıklar tamamlanmıştır. Ancak bu sırada İzmit'e mutasarrıf olarak atanan Ahmet Anzavur, "bu orduyu destekle..." talimatı alınca, Kuvayı İnzibatiye karargahı olarak kullanılan Yavuz zırhlısına gelmiştir. Süleyman Şefik Paşa'ya, istediği vakit bu ordunun başına geçebileceğini söylemiş olan Anzavur'un gelişi komuta heyetinde hayret yaratmıştır. [37]
Zaten doğru dürüst bir planı ve programı olmayan Kuvayı İnzibatiye'de liderlik tartışması baş gösterince Süleyman Şefik Paşa komutanlık görevinden çekilme ederek İstanbul'a dönmüştür.[38] Onun yerine Kuvayı İnzibatiye'nin başına Suphi Paşa atanmıştır. Bu sırada Kuvayı İnzibatiye Ordu su'nun idaresini ele geçiren Anzavur, 2000 benlik bir kuvvetle 10 Mayıs'ta Adapazarı'nı, 13 Mayıs'ta Kadırga'yı ele geçirmiş, Bolu-Düzce isyanından da yararlanarak 14 Mayıs'ta Gevye'ye saldırmıştır. Anzavur, bir ara İstanbul'a telgraf çekerek orduya maddi yardımcı sağlanmasını istemiştir. [39]
Anzavur'un amacı Eskişehir yolunu ele geçirip oradan Ankara'ya yürümekti. Aznavur, 17 Mayıs'ta Geyve boğazını ele koymak için hareket etmistir. Ancak bölgeyi savunmakla sorumlu Ali Fuat Paşa'nın asla beklemediği bir noktadan, İkramiye yönünden saldırıya geçmiştir. Buradaki otuz askere rağmen Anzavur'un emrinde 300 süvari vardır. Ali Fuat Paşa, bu durumda o otuz askerle Aznavurla savaşım etmek zorunda kalmıştır. [40]
Bu sırada ambardan çıkartılarak mevziye yerleştirilen bir makineli tüfeğin başına Ali Fuat Paşa'nın yaveri İdris Çora geçmiş ve asilerin istasyona girmesini otuz dakika geciktirmiştir. İki saatten fazla geçindiren bu direniş nihayetinde bir yandan süvari bölüğü, öteki yandan yüz benlik Yüzbaşı Mesut Bey Müfrezesi ve Demirci Efe'nin atlı zeybekleri yetişmiş ve Anzavur'un kontrolündeki Kuvayı İnzibatiye birlikleri geri püskürtülmüştür. [41]
20 Mayıs'ta, Anzavur'u "kutlamak" için İzmit'e gelen Damat Ferit büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır. 23 Mayıs'ta harekete geçen Ali Fuat Paşa'nın kuvvetleri, Kuvayı İnzibatiye'nin artıklarını dağıtarak Adapazarı ve Sakarya'yı geri almış, ek olarak 4 top ve 4 makineli tüfek ele geçirmiştir. [42] Bu yenilginin peşinden Anzavur'un İstanbul'a dönmesi, askerlerin moral bozukluğu, birtakım askerlerin saf değiştirerek ulusalcıların tarafına geçmesi benzer biçimde gelişmeler ve bu sırada meydana getirilen öteki saldırılardan da netice alınamaması üstüne 25 Haziran 1920'de Kuvayı İnzibatiye Ordusu'na resmen son verilmiştir.[43]
Ali Fuat Paşa, anılarında Kuvai İnzibatiye'yle meydana getirilen çatışmaları tüm detaylarıyla anlatmıştır. [44]
Bu anılar okunduğunda bu hıyanet ordusunun iyi mi güçlükle durdurulabildiği, fazlaca daha iyi anlaşılacaktır.
Kuvayı İnzibatiye'nin en büyük "cinayetlerinden" biri, Mustafa Kemal Atatürk'ün emrinde Milli harekete yardımcı olan Yahya Kaptan'ın katledilmesi olmuştur. Yahya Kaptan'ı pusuya düşürerek tutuklayan Kuvayı İnzibatiyeciler, Yahya Kaptan, elleri arkadan bağlı şekilde su içerken, Kuvayı İnzibatiye ordusunun üsteğmenlerinden Abdurrahman Efendi tarafınca kalleşçe arkadan vurulmuştur (8 Ocak 1920). Bu sırada son bir gayretle başını kaldıran Yahya Kaptan'ın son lafı, "Kalleşler!.." olmuştur... [45]
Mevlanzade Rıfat, K. Mısıroğlu, H. Hüseyin Ceylan, N. Fazıl Kısakürek benzer biçimde Vahdettinci yazarlara bakılırsa Padişah Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için "göstermelik" bir görevle ve geniş yetkilerle Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk'ü Anadolu'ya göndermiştir. Bu Vahdettinci yazarların, hiç bir somut belgeye dayanmadan, üstelik de Padişah Vahdettin'in, Damat Ferit ve İngilizlerle beraber Milli hareketi yok etmek için yapmış olup ettikleri ortadayken bu şekilde bir sav ileri sürebilmeleri cidden "komik" bir durumdur. İşte bu komikliğin bilincinde olan bu Vahdettinci yazarlar, laf mevzusu "güdük" tezlerini ispat etmek için bazı tanıklıklara, anılara dayanmışlardır.
Bu tanıklar şunlardır: Mütareke süreci polislerinden Radi Azmi Yeğen, Fevzi Çakmak'ın eşi Fıtnat Çakmak, Erzurum Kongresi Sivas Delegesi Fazlullah Moran, Mustafa Kemal Atatürk'ün tabanca arkadaşlarından Refet Bele, Abdülaziz'in torunlarından Şehzade Mahmut Şevket Efendi, Çankaya Köşkü garsonlarından Cemal Granda. Ayrıca Nihal Atsız ve Necip Fazıl'ın "öteden beriden duyduklarını" iddia ettikleri bir ekip dedikodular... Bu anıları bir bir çözümleme eden Turgut Özakman, bir kısmının uydurma, bir kısmının çarpıtma, bir kısmının da mantık hatalarıyla dolu yakıştırmalardan ibaret bulunduğunu tüm delilleriyle gözler önüne sermiştir.[4]
Şimdi bu "komik" ve "güdük" yalanı deşifre edelim.
"Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderdi!" diyen Vahdettinci yazarları tekrar bizzat Vahdettin yalanlamıştır. Şöyle ki, Vahdettin, 1923'te Mekke'de yayınladığı beyannamede Mustafa Kemal Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için seçerek Anadolu'ya göndermediğini, "Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderen kabineye uydum" diyerek itiraf etmiştir.[5]
Ayrıca Vahdettin'e oldukça yakın olan Başkatip Ali Fuat Bey de anılarında Vahdettin'in Kurtuluş Savaşı'nı planladığına yönelik en küçük bir malumat kırıntısına bile yer vermemiştir.[6]
Anılarında Vahdettin'le alakalı oldukça minik ayrıntılara bile yer veren Ali Fuat Bey'in bu şekilde mühim bir noktayı kaçırması imkansızdır.
Son zamanlarda "resmi tarih eleştirisi" ismi altında birtakım tarihçiler ve yazarlar yine bu "güdük tezi" dillendirmeye başlamışlardır. Örneğin Murat Bardakçı, Vahdettin'i anlattığı "Şahbaba" isimli kitabında "Mustafa Kemal Atatürk'ü, Vahdettin'in Anadolu'ya gönderdiğini" ispat etmek için birçok belge yayınlamıştır.
Bardakçı'nın "yeni bir şey keşfetmiş benzer biçimde" davranması oldukça anlamsızdır; şundan dolayı Mustafa Kemal Atatürk'ü, Vahdettin'in Anadolu'ya gönderilmiş olduğu esasen malum bir gerçektir. Bu doğruyu 1926 senesinde bizzat Mustafa Kemal Atatürk, Falih Rıfkı Atay'a açıklamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Damat Ferit Hükümeti'nin, Padişah Vahdettin'in ve İngilizlerin bilgisi dahilinde hatta "İngiliz vizesiyle" Anadolu'ya geçmiştir. Evet! Mustafa Kemal Atatürk'ü Padişah Vahdettin Anadolu'ya göndermiştir! Burada kilit sual şudur? Peki fakat niye göndermiştir? Git Kurtuluş Savaşı'nı başlat, düşmanla cenk diye mi? Yoksa git, bölgedeki karışıklıkları önle, asayişi sağla diye
mi?
Cevap bulunması ihtiyaç duyulan sual "Mustafa Kemal Atatürk'ü kim gönderdi?" sorusu değil, "Mustafa Kemal Atatürk niye gönderildi?" sorusudur.
Vahdettin, Mustafa Kemal Atatürk'ün Anadolu'ya gönderilmesindeki son halkadır. Her şey İngilizlerin isteğiyle başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, kabinedeki ve genelkurmaydaki nüfuzlu dostlarını devreye sokarak atamasını yaptırmış, yetkilerini genişletmiş, Damat Ferit'i ikna ederek ve stratejik hamlelerle İngilizleri "uyutarak", Anadolu'ya geçmeyi başarmıştır. Vahdettin, sonradan bizzat itiraf etmiş olduğu benzer biçimde, hükümetin yapmış olduğu atamayı ancak onaylamıştır; tamamı bu!
Şimdi tüm bu periyodu adım adım izleyelim:
İngilizlerin isteği
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. Maddesi'ne bakılırsa, "Karışıklık çıkan bölgeler İtilaf devletleri tarafınca işgal edilecektir". Bu maddeye dayanarak Anadolu'da birçok yeri işgal eden İtilaf devletleri, "kargaşalık çıkmaması" mevzusunda birçok defa ağır bir üslupla hükümeti uyarmıştır. İngilizlerin emperyalist emelleri açısından Karadeniz bölgesi ve Kafkaslar oldukça önemlidir; şundan dolayı Kafkaslardaki organik kaynakları ve Hindistan tecim yolunu test etmenin biricik yolu bu bölgeyi test etmektir. Kafkaslara ve Güney Asya'ya oluşturulan bir koridor durumundaki Karadeniz bölgesi ve Karadeniz limanları İngilizleri oldukça fazla ilgilendirmektedir. Bu nedenle İngilizler, 26 Aralık 1919'da Batum'u işgal etmişler ve o bölgedeki 9. Ordu'nun terhisi ve silahların teslimi işlerinin yavaş gittiği nedeni öne sürülerek bu ordunun komutanı Yakup Şevki Paşa'nın görevinden uzaklaştırılıp, yerine emirleri uygulayacak birinin getirilmesini istemişlerdir.[7]
İstanbul hükümeti asla vakit kaybetmeden İngilizlerin bu isteğini yerine getirmiştir. İngilizler, Ermenilerin yaşamış olduğu doğudaki altı ille de hususi olarak ilgilenmişlerdir; şundan dolayı Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 24. maddesine bakılırsa bir kargaşalık niteliğinde oralar işgal edilebilecektir.
İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından derhal sonrasında Kafkaslardan, Doğu illerinden ve Karadeniz'de bilhassa Samsun'dan yakınma etmeye başlamışlardır. Mütareke periyodunun en huzursuz ve komplike yerlerinden biri Samsun'dur. Bu karışıklığın temel sebebi bölgenin etnik yapısı ve Pontus Rum çetelerinin faaliyetleridir. Rum çetelerine karşı kurulan Türk çetelerinin çatışmaları, mütarekenin başından beri İngilizlerin dikkatini çekmiştir.[8]
İngiliz Calthorpe ve Amet 1918 Kasım sonlarında, "Samsun'da mütareke hükümlerinin hemen hemen uygulanmamış bulunduğunu ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" iddia etmişlerdir. [9]
Ocak'ta Amerikan Tobacco Company, Londra'ya gönderilmiş olduğu bir raporda "Bütün Müslümanların ve bilhassa köylülerin silahlandırıldığını" bildirmiştir. Bunun üstüne Forcign Office, "Bu durumun vapur yada tabanca gönderilerek düzeltilmesi için lüzumlu tedbirin alınıp alınamayacağını" sormuştur.Bu soruya Webb, 13 Ocak'ta, "Normal şartlara dönüş için tüm bölgenin tamamıyla silahsızlandırılması gereklidir. Bu da sadece büyük bir askeri kuvvetle yapılabilir" benzer biçimde yanıt vermiştir.[l0]
Bunun üstüne İngilizler, 9 Mart 1919'da Samsun'a 200 benlik minik bir askeri birlik çıkarmışlar, 50 benlik bir müfrezeyi de Merzifon'a göndermişlerdir.[11]
Ayrıca Teğmen Perring ve Yüzbaşı Hurst de araştırmalarda bulunmak için bölgeye gönderilmiştir. [12]
İngilizlerin Samsun'a asker çıkarmaları bölge halkının tepkisini çekmiş, 17/18 Mart 1919 gecesi Makineli Tüfek Bölüğü'ne bağlı Teğmen Hamdi Bey, askerleriyle beraber dağa çıkmıştır.[l3]
Teğmen Hamdi Bey'in savaşım etmek için dağa çıkması İngilizler açısından bardağı taşıran son damla olmuş, İngiliz yetkililer, hükümetin bir an ilkin bölgede asayişi sağlamasını, aksi şekilde meydana gelecek olayların kararına katlanması gerekeceğini belirtmiştir.
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919'da Osmanlı Harbiye Nazırlığı'na bir nota vermiştir. Notanın içinde ne olduğu şöyledir:
1 - Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun terhis ve silahlarının toplanması işi oldukça yavaş gitmektedir.
2 - Bu yörelerde, Kars'ta olduğu benzer biçimde baştan başa şuralar kurulmuştur.
3 - Bu şuralar, ordunun denetimi altında asker toplamaktadır. Bu gelişmeler o bölgede yaşayan halkı rahatsız etmektedir.
4 - Bu gelişmeler, Ermenistan hakkındaki verilecek karara karşı dercetmek için İttihatçı-Jön Türklerce örgütlenmektedir.[l4]
Bu İngiliz notasının sonucunda Amiral Calthorp'e, "Gereken her türlü önlemin hemen alınmasını, ilgililere buyruk ve direktif verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını" bildirmiştir.[15]
Amiral Calthorpe, Sadrazam Damat Ferit'e gönderilmiş olduğu resmi yazıyla yetinmemiş, Padişah Vahdettin'le de görüşerek, "Karadeniz'deki karışıkların bastırılması mevzusunda" ona da kati uyarılarda bulunmuştur. Calthorpe, Vahdettin'e, "Yüksek yetkiler haiz askeri bir kurulun, başlarında kabiliyetli bir generalle hemen vazife yerine giderek, o bölgedeki 9. Ordu'yu disiplin dibine almasını" söylemiştir.[l6]
Aynı hafta arasında, 25 Nisan 1919 Cuma günü, İngiliz Komiser Vekili Amiral Webb de Sadrazam Damat Ferit'i ziyaret ederek aynı istekleri tekrarlamıştır. [17]
Damat Ferit, İngiliz yetkililere, bu probleminin en yakın zamanda çözüleceğini bildirmiştir. [18]
O günlerde Osmanlı yönetiminin en oldukça dikkat etmiş olduğu nokta Paris Barış Konferansı'nda Osmanlının aleyhine kullanılabilecek bir durumun oluşmamasıdır. Bu bakımdan bilhassa İngilizlerin memnun olması oldukça önemlidir. Bu amaçla İngilizlerin 21 Nisan tarihindeki notasına müsait olarak Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde asayişi sağlayacak önlemler alınmalıdır. Zaman kaybetmeden kuvvetli bir komutan bölgeye gönderilerek, asayiş sağlanmalı ve Paris Barış Konferansı öncesinde İngilizler memnun edilmelidir.
Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin işte bu düşünceler arasında Mustafa Kemal Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu'ya göndermişlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk'e verilen vazife ve yetkiler şunlardır:
1 - Bölgedeki asayişin düzeltilmesi, asayişsizlik nedenlerinin saptanması.
2 - Silah ve cephanenin biran ilkin toplattırılıp koruma dibine alınması.
3 - Şuralar var ise ve asker topluyorsa, bunun ne olursa olsun engellenmesi.
4 - Şuraların kapatılması.
Görüldüğü benzer biçimde Padişah Vahdettin, Vahdettinci yazarların iddia etmiş olduğu benzer biçimde "durup dururken bir vazife buluş edip Mustafa Kemal Atatürk'ü Anadolu'ya göndermiş" değildir; Vahdettin direkt doğruya İngilizlerin "notası" ve "isteği" üstüne harekete geçmiştir. Görev ve yetkilerden de anlaşılacağı benzer biçimde Mustafa Kemal Atatürk'ten istenen ve beklenen Anadolu'da bir direniş başlatmak değil, tam bilakis süregelen direnişleri yansız hale getirmektir.
Mustafa Kemal Atatürk'e geniş yetkiler verildiği doğrudur. Ancak Vahdettinci yazarların, Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'e bu geniş yetkileri, "gizlice tüm yurtta direnişi örgütlemesi" amacıyla verdiği iddiaları yalandır. Çünkü bu yetkilerin geniş olmasının iki sebebi vardır.
Birincisi, 21 Nisan 1919 tarihindeki İngiliz notasında ancak Karadeniz bölgesinden değil şark illerinden de laf edilmektedir. Yani yetkilerin geniş tutulmasının birinci sebebi, doğudan
İngiliz notasıdır. İkincisi de bu yetkileri Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla yapmış olduğu müzakere sonucunda bizzat Mustafa Kemal Atatürk genişletmiştir.[19]
Mustafa Kemal Atatürk'e mülki (idari) yetkiler verilmesinin sebebi ise, tekrar İngiliz notasında belirtilen "şuralara" son verebilmesi içindir. Mustafa Kemal Atatürk'ün, bu sivil örgütlere son verebilmesi için, askerler haricinde sivillere de buyruk verebilmesi gerekir.
Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün Batı'ya veya İç yerlere değil de Karadeniz'e, doğuya gönderilmesi, onu gönderenlerin tamamen İngiliz istekleri doğrultusunda hareket ettiklerini kanıtlamaktadır.[20]
Peki fakat Vahdettin niçin bu vazife için Mustafa Kemal Atatürk'ü seçmiştir? Neden Mustafa Kemal Atatürk gönderilmiştir?
Öncelikle Mustafa Kemal Atatürk'ü seçen Vahdettin değildir, kendisinin de bizzat itiraf etmiş olduğu benzer biçimde, Mustafa Kemal Atatürk'ü hükümet bu göreve getirmiş, Vahdettin ancak bu atamayı onaylamıştır. Vahdettin bu atamayı niçin onayladı?sorusuna yanıt vermeden ilkin, Damat Ferit Hükümeti niçin bu göreve Mustafa Kemal Atatürk'ü seçti? sorusuna yanıt verelim.
Bu mevzuda Mustafa Kemal Atatürk'ün çabaları belirleyici olmuştur. İşgal İstanbul'unda bulunmuş olduğu 6 aylık müddette Mustafa Kemal Atatürk'ün kafasının bir köşesinde hep Anadolu'ya geçerek "direniş" başlatma düşüncesi vardır. Bu amaçla İttihatçı yer altı örgütleriyle münasebet kurarak "Anadolu'ya gizli saklı geçiş planı" üstünde çalışmıştır.
Mim Mim Grubu'ndan Topkapılı Cambaz Mehmet, Karakol Cemiyeti'nden Yenibahçeli Şükrü Bey ve Yahya Kaptan benzer biçimde kişilerle İstanbul'da gizli saklı görüşmeler yaparak "Gebze Kocaeli yolunun" test edilmesini istemiştir. Yaveri Cevat Abbas Gürer, Mustafa Kemal Atatürk'ün Gebze-Koacaeli yolu üstünden gizlice Anadolu'ya geçmeyi düşündüğünü, bu mevzuda her türlü hazırlığı yaptığını belirtmiştir.[21]
Bir yandan Anadolu'ya "gizli saklı geçiş planı" üstünde çalışan Mustafa Kemal Atatürk, öteki yandan güvenilmiş olduğu dostlarıyla Şişli'deki evde görüşmeler yaparak bir "kurtulma planı" hazırlamıştır. İşte bu görüşmeler esnasında hükümetteki ve genelkurmaydaki nüfuzlu dostlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı başarmıştır. Şöyle ki, Mustafa Kemal Atatürk yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa vesilesiyle Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey'le tanışmış, ve birkaç defa Şişli'deki evde Mehmet Ali Bey'le görüşüp nabzını yoklamıştır. Daha sonrasında da Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Avni Paşa'yla diyalog kurmuştur. Sonra da yaveri Cevat Abbas vesilesiyle Harbiye Nazırı Şakir Paşa'yla münasebet kurmuştur. Ayrıca daha ilkin farklı cephelerde beraber savaşım etmiş olduğu Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla irtibata geçmiştir. İşte Mustafa Kemal Atatürk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak Damat Ferit'e ulaşmıştır. İngilizlerin hükümete ültimatom verdiği günlerde Damat Ferit, "Acaba Anadolu'ya kimi göndersek?" diye düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey'in, Damat Ferit'e telkinleri hemen sonra ve Avni Paşa, Şakir Paşa ve Kazım İnanç Paşa'nın onayıyla, vazife Mustafa Kemal Atatürk'e verilmiştir. Ancak Damat Ferit oldukça temkinlidir, ilkin Mustafa Kemal Atatürk'le birkaç müzakere yapmış, hatta onu İngilizlere bile sormuş, hükümete ve padişaha bağlılığına kanaat getirince Mustafa Kemal Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişliği görevine getirmiştir.[22]
Bu sırada Mustafa Kemal Atatürk, genelkurmaydaki güvenilmiş olduğu arkadaşları Kazım Paşa ve Fevzi Paşa'dan yardım istemiştir.
Örneğin Fevzi Paşa, İngilizlere, bu karışıkları sadece Mustafa Kemal Atatürk'ün önleyebileceği mevzusunda telkinlerde bu-lunmuştur.[23]
Mustafa Kemal Atatürk'ün İstanbul'da kalmış olduğu 6 ay süresince izlediği "stratejik İngiliz politikası" da buna eklenince, Mustafa Kemal Atatürk'ün Anadolu'ya gönderilmesine İngilizler de itiraz etmemiş, hatta ona vize bile vermişlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk ayrıca genelkurmayda Fevzi Paşa ve Cevat Paşa'yla gizli saklı bir "üçlü müzakere" yaparak, Anadolu direnişi mevzusunda onlarla anlaşmıştır.
29 Nisan 1919 Salı günü Mustafa Kemal Atatürk'e 9. Ordu Müfettişliği rolü verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk genelkurmaya çağrıldığında görevin detaylarını öğrenmek için Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla görüşerek yetkilerini birazcık daha genişletmeyi başarmıştır. Yetki belgesini cebine koyup Kazım İnanç Paşa'nın yanından çıkarkenki duygularını 1926 senesinde Falih Rıfkı Atay'a, "Tarih bana o şekildeki uygun şartlar hazırlamış ki, kendimi onların kucağında hissettiğim vakit ne kadar bahtiyarlık duydum, tanım edemem. Bakanlıktan çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir alem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş benzer biçimde idim" diyerek anlatmıştır.[24]
Harbiye Bakanlığı, Mustafa Kemal Atatürk'ün Anadolu'ya atanması kararını 30 Nisan 1919'da Padişah Vahdettin'e arz etmiştir.[25] "Mustafa Kemal Atatürk'ün 9. Ordu Mü-fettişliği'ne Tayini Hakkındaki İrade" aynı gün saraydan çıkmıştır.[26]
Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a gönderilmesiyle alakalı kararname 4 Mayıs 1919 Pazar günü Meclisi Vükela (Bakanlar Kurlu)'da görüşülüp kabul edilmiştir.
Şimdi de "Vahdettin Mustafa Kemal Atatürk'ün bu göreve getirilmesini niçin kabul etti?" sorusuna yanıt verelim. Bu durumun belli başlı nedenlerini şu şekildeki sıralamak mümkündür:
1 - İngilizlerin oldukça önemsedikleri bu zor rolü Mustafa Kemal Atatürk'ün yerine getirebileceğini düşünmesi:
Vahdettin, askerlik geçmişindeki başarılardan ötürü Anadolu'da tanınan Mustafa Kemal Atatürk'ün bu rolü kolayca yerine getireceğini düşünmüştür. Paris Barış Konferansı arifesinde işini şansa bırakmak istemeyen Vahdettin, İngilizlerin oldukça ehemmiyet verdikleri bu rolü Mustafa Kemal Atatürk'e vermeyi doğru bulmuştur.
2 - Mustafa Kemal Atatürk'ü tanıması ve ona güvenmesi:
Vahdettin, 1917 Almanya gezisinden beri Mustafa Kemal Atatürk'ü tanımaktadır. Mustafa Kemal Atatürk o tarihten itibaren hep bir biçimde Vahdettin'in yanında olmuştur. Bir ara Padişahın "Fahri yaverliğini" yapmıştır. "Bir fahri yaveri hazreti şehriyarinin efendisine karşı başkaldırı edebilmesi her ikisi için de (Vadettin ve Damat Ferit) tasarım edilmeyecek bir şeydi". [27]
Ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk, 13 Kasım 1918'-de İstanbul'a ulaştıktan sonra tam 8 defa Padişah Vahdettin'le görüşmüştür. Hatta bir ara Vahdettin'in kızı Sabiha Sultan'la evlenmesi gündeme gelmiştir. [28]
Bu nedenle azca oldukça padişahın itimatını kazanmıştır.
3 - Mustafa Kemal Atatürk'ün İttihatçı Olmaması: 21 Nisan tarihindeki İngiliz ültimatomunda, doğudaki Ermeni karşıtı olayların, Ermeni karşıtı İttihatçı Jön Türklerce örgütlendiği belirtilmiştir. Bu
nedenle bu göreve getirilecek bireyin İttihatçı olmaması gereklidir. Ayrıca Padişah Vahdettin de İttihatçılara ve Enver Paşa'ya düşmandır. İşte bu aşamada Mustafa Kemal Atatürk'ün İttihatçı olmaması ve
Enver Paşa'ya karşı olması, bu göreve getirilmesinde müessir olmuştur.
4 - Alman karşıtlığı: Bir Alman karşıtı olan Padişah Vahdettin, Mustafa Kemal Atatürk'ün de Almanya'ya sıcak bakmadığını bilmektedir. Özellikle katıksız bir İngiliz yanlısı olan Damat Ferit açısından Mustafa Kemal Atatürk'ün Alman karşıtlığı oldukça mühim bir durumdur. [29]
5 - Mustafa Kemal Atatürk'ün İstanbul'dan uzaklaştırılmak istenmesi: Mustafa Kemal Atatürk, 1926 senesinde Falih Rıfkı Atay'a, Anadolu'ya gönderilmesinin sebeplerinden birinin de İstanbul'dan uzaklaştırılmak bulunduğunu belirtmiştir: "Vahdettin kabinlerinde benim için iki zıt düşünce vardı:
Biri beni lehlerine kazanmaya çalışanlar, öteki hiç bir surette güvenilmemesi icap ettiğini iddia edenler!
Aylarca münakaşalardan sonrasında hangi düşünce hak kazanmış hatırlar misiniz: Mustafa Kemal'e güvenilmez! İstanbul'da bazı menfi telkinler, bir ihtimal hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul'dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal'i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli! Nihayet bu karar üstünde mutabık kalmışlar. Bunu işiten yakın arkadaşlarım, beni kutlama ettiler. Beni İstanbul'dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul idiler. Nihayet bu sebep, işgal kuvvetleri zabitlerinin raporları ile dolu bir dosya halinde ellerine geldi." [30]
Mustafa Kemal Atatürk'ün işgal İstanbul'undaki altı aylık dönemdeki yoğun temasları ve gizli saklı çalışmaları, hatta hükümete ve padişaha karşı "darbe" hazırlıkları, bazı çevreleri rahatsız etmiş olabilir. Bu durumda İstanbul Hükümeti'nin ve İngilizlerin Mustafa Kemal Atatürk'ü tutuklayacakları düşünülebilir. Ancak, kamuoyunca tanınıp oldukça sevilen Çanakkale kahramanı bir subayı tutuklamanın hem İngilizlerin bununla birlikte İstanbul Hükümeti'nin başını ağrıtacağı muhakkaktır. Bu durumda yapılabilecek en zekice iş onu İstanbul'dan uzaklaştırmaktır. [31]
Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit, Mustafa Kemal Atatürk'ü Anadolu'ya göndererek bir taşla iki kuş vurmayı planlamışlardır. Şöyle ki; Padişah ve Sadrazam, hem İngilizlerin verdiği ültimatom doğrultusunda bir an ilkin Anadolu'daki karışıklıkları önlemek, (Burada Mustafa Kemal Atatürk'ün askerlikteki şöhretinden istifade etmek istemişlerdir) bununla birlikte İstanbul'da "her işe burnunu sokan" bu paşadan kurtulmak istemişlerdir.[32]
6 - Damat Ferit'in lafından çıkmaması: Vahdettin'in bu görevlendirmeyi kabul etmesinin gözden kaçan sebeplerinden biri de, Padişahın adeta Damat Ferit'in kuklası durumuna gelmiş olması, onun her söylediğini kabul etmesidir. Dolayısıyla Damat Ferit, Mustafa Kemal Atatürk'ü bu göreve atayınca Vahdettin buna itiraz etmeyi düşünmemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk Nutuk'ta bu "Samsun'a gidiş" mevzusuna şu şekildeki sarahat getirmiştir: "Onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlayarak vermediler, ne pahasına olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe 'Samsun ve dolaylarındaki emniyet vakalarını yerinde görüp önlem almak suretiyle Samsun'a kadar gitmem idi. Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiç bir mahzur görmediler. O tarihte genelkurmayda bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimseyle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular. Yetki mevzusu ile alakalı emri de ben kendim yazdırdım. Hatta Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonrasında imzalamaya çekinmiş, anlaşılır, anlaşılmaz bir halde mührünü basmıştır."
Görüldüğü benzer biçimde ilkin İngilizler, bir notayla Hükümetten ve Padişahtan Karadeniz'deki ve Doğu Anadolu'daki karışıklıklann bir an ilkin önlenmesi istemişler, Sonra Sadrazam Damat Ferit bu doğrultuda bir müfettiş ararken, Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsi girişimleri hemen sonra yazışma kurduğu İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey benzer biçimde birtakım hükümet üyeleri devreye girerek bu müfettişin Mustafa Kemal Atatürk olabileceğini belirtip Damat Ferit'i ikna etmişler ve böylece bu vazife Mustafa Kemal Atatürk'e verilmiştir. Ve en son da bu görevlendirmeyi, yukarıdaki nedenlerden ötürü, Padişah Vahdettin de onaylamıştır.
Paşa, Paşa Devleti kurtarabilirsin
"Vahdettin, Mustafa Kemal Atatürk'ü Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Anadolu'ya gönderdi" diyen Vahdettinci yazarların kendilerince en kuvvetli kanıtı, Mustafa Kemal Atatürk'ün Vahdettin'le yapmış olduğu son görüşmede, Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'e,"Paşa Paşa devleti kurtarabilirisin!" demiş olmasıdır.
İstanbul'da kalmış olduğu altı ay süresince birçok defa Padişah Vahdettin'le görüşen Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'a hareket etmeden bigün ilkin, 15 Mayıs 1919 tarihinde Yıldız Sarayı'na giderek Padişah Vahdettin'le görüşmüştür.
Mustafa Kemal Atatürk, bu görüşmenin detaylarını 1926 senesinde Falih Rıfkı Atay'a anlatmıştır:
Şimdi Mustafa Kemal Atatürk'e kulak verelim: "Yıldız Sarayı'nın küçük bir salonunda Vahdettin'le adeta diz mısra denecek kadar yakın oturduk. Sağına dirseğini dayamış olduğu bir masa, üzerinde bir kitap var. Salonun Boğaziçi'ne doğru oluşturulan penceresinden gördüğümüz görünüm şu: Birbirine paralel hatlar üstünde hasım zırhlıları! Bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuş! Manzarayı görmek için başımız sağa sola çevirmek yeterliydi. Vahdettin, unutamayacağım şu laflarla konuşmaya başladı:
'Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete oldukça hizmet ettin. Bunların tamamı artık bu kitaba girmiştir. (Elini demin bahsettiğim kitabın üzerine bastı ve ilave etti.) tarihe geçmiştir.' (O vakit bunun bir tarih kitabı bulunduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum). 'Bunları unutun' dedi. 'Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir; Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!"[33]
İşte, Vahdettin'in, ağzından dökülen, "Paşa Paşa devleti kurtarabilirsin" cümlesini, "Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'ü gizli saklı bir planla Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderilmiş olduğu" biçiminde yorumlayanlar vardır. Evet, aslına bakarsak Vahdettin'i tanımasam ve Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu'daki Milli hareketi yok etmek için yaptıklarını, ek olarak İngilizlerle iyi mi gizlice anlaştığını bilmesem, ben de bu lafları
"Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderilmiş olduğu" biçiminde yorumlayabilirdim. Ancak tüm bu gerçekleri bilen biri olarak bu kadar iyi kalpli olamayacağım.
Vahdettin'in bu sözlerini, Vahdettin'i "Kurtuluş Savaşı kahramanı" duyuru etmek için kullananlar, Mustafa Kemal Atatürk'ün, Vahdettin'in bu lafları hakkında yorumunu nedense görmezden gelmişlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Vahdettin'in bu lafları hakkında yorumunu ve görüşmenin sonraki aşamalarını tekrar Mustafa Kemal Atatürk'ün anılarından takip edelim:
"Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, ecnebi hükümetlerin yüzüncü aşama aletleri ile münasebet arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mıydı? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat bu şekilde bir tahminle başka bahislere girişmeyi tehlikeli buldum. Kendisine rahat cevaplar verdim:
'Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim.Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime güvenlik buyurunuz.'
Söylerken kafamdaki bulmacayı da hayata geçirmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında tüm his ve fikirlerini, eğilimlerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan iyi mi yüksek ve soylu bir hareket bekleyebilirdim?
Memleketi kurtarmak lazımdır. İstersem bunu yapabilirmişim! Nasıl derhal yargı veririm:
Vahdettin demek istiyordu ki, hiç bir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanak noktamız, İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların yakınma ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun ede-bilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tutuklarsam Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım.
'Merak buyurmayın efendimiz! Nokta-i nazar- şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa derhal hareket edeceğim ve bana buyruk buyurduklarınızı bir an unutmayacağım!
'Muvaffak ol!' hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonrasında huzurundan çıktım.
Naci Paşa, Padişahın yaveri, ama benim hocam, hemen benimle buluştu. Elinde küçük muhafaza arasında bir şey tutuyordu. 'Zat-ı Şahane'nin küçük bir
hatırası' dedi. Kapağın üstünde Vahdettin'in inisiyalleri işlenmiş bir saatti. 'Peki, teşekkür ederim' dedim, yaverim aldı.
Sonra sanki Yıldız Sarayı'ndan çıktığımızı ve davranmak suretiyle olduğumuzu gizlemek, saklamak talep eder benzer biçimde ihtiyatla, ayaklarımızın pıtırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık." [34]
Başından beri anlattığım benzer biçimde Vahdettin'in kurtulma planı, "düşmana karşı silahlı direniş" değil, "düşmanın merhametine sığınmaktır." Vahdettin, bilhassa Paris Barış Konferansı'nın arifesinde, İzmir'deki kanlı olaylardan ötürü Batı halkoyu da Türkiye'nin lehine dönmüşken, İngilizleri memnun ederek, onların bir söylediğini iki etmeyerek İngiliz desteğini arkasına almış olduğu takdirde işgallerin sona ereceğini ve devletin kurtulacağını düşünmektedir. Yani Vahdettin'e bakılırsa "devletin kurtuluşu" İngilizleri memnun etmekle mümkündür. O sırada İngilizleri memnun etmenin biricik yolu ise, İngilizlerin 21 Nisan tarihindeki notası doğrultusunda Anadolu'daki karışıklıkları önlemektir. Dolayısıyla Padişah Vahdettin'in, bu karışıkları önleyecek paşaya, Yıldız Sarayı'nda "Paşa Paşa devleti kurtarabilirsin" derken kastettiği şey, İngilizlerin notası doğrultusunda Anadolu'daki karışıklıkların önlenmesi ve asayişin sağlanmasıdır. Ayrıca Vahdettin tek "kurtulma planının" İtilaf devletlerine güvenmek bulunduğunu anılarında açıkça itiraf etmiştir:
"Devlet tehlikede ve İstanbul sallantıda idi. Şahsen müstakil bir siyasetim yoktu, fakat kurtuluşumuz için babam Abdülmecit Han'dan miras aldığım İtilaf devletlerine yakınlık politikasını, İngilizlerin zıddına hareket etmemek ve Fransızlarla İngilizleri gücendirmemek benzer biçimde, uyuşmacı bir siyaseti seçmiştim. Böylelikle antak kalma olmasa bile hiç değilse husumetlerini (düşmanlıklarını), sertlik ve nefretlerini azaltmaya çalışıyordum"[35]
Vahdettin ile Mustafa Kemal Atatürk'ün "devletin kurtuluşundan" anladıkları oldukça değişik şeylerdir. Vahdettin'in "devletin kurtuluşu" yöntemi, İngilizleri memnun etmek ve onların desteğini almak biçimindeyken; Mustafa Kemal Atatürk'ün "devletin kurtuluşu" yöntemi, tüm düşmanlara karşı savaşım ederek tam bağımsızlığı elde etmek biçimindedir. Ayrıca, Vahdettin, "devletin kurtuluşu" derken bununla birlikte kendi tahtı ve tacını kastederken, Mustafa Kemal Atatürk, "devletin kurtuluşu" derken, ulusun egemenliğini kastetmektedir. [36]
"Müttefiklerin, bitip tükenmeyen isteklerini yerine getirmekten bıktığını söyleyen Padişahın özlemini çekmiş olduğu kurtulma, onların şikayetlerinin giderilerek Osmanlı taç ve tahtını koruyacak olabildiğince ılımlı bir barışa bir an ilkin kavuşmak olmalıdır. Mustafa Kemal ise başından beri bireysel veya hanedana sınırı olan bir kurtulma değil, yurdu ve ulusu içeren bütünsel bir kurtulma amaçlamaktadır." [37]
Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'a çıkıp, kafasındaki "kurtulma planı" doğrultusunda direniş hazırlıklarına başlayınca İngilizler, Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin'den "Mustafa Kemal Atatürk'ü bir an ilkin İstanbul'a geri çağırmalarını istemişler", bu doğrultuda derhal harekete geçen Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, birkaç kere Mustafa Kemal Atatürk'ü İstanbul'a geri çağırmışlar, sadece Mustafa Kemal Atatürk tüm bu çağrılara negatif yanıt vererek, gerekirse "sine-i millette bir ferdi mücahit olarak" mücadelesini sürdüreceğini bildirmiş ve çekilme etmiştir. Bunun üstüne Padişah Vahdettin, 8 Temmuz 1919'da Mustafa Kemal Atatürk'ün müfettişlik görevine son vermiştir. [38]
Kaynakça:
[1] Rıfat. age, s.209.
[2] Mısıroğlu, Osmanoğullannın Dramı, s.80.
[3] Özakman, age. s.234.
[4]Bkz. Özakman, age, s.236-246.
[5]Bu beyannameyi yayınlayanlardan kabul edilen K. Mısıroğlu bu beyannamedeki ifadeleri dikkate almamıştır. Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceği île Hilafet, İstanbul, 1993, s.194, vd; Özakman, age, s.246.
[6] Özakman. age. s.234.
[7]Jaeschke, İngiliz Belgeleri, s.102.
[8] Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 11. bs. İstanbul, 2004, s.216.
[9] Jaeschke, age, s.102.
[10] age, s.103.
[11] Aksin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, s.243; Selek, age, s.216.
[12] Jaeschke, age, s.103.
[13] Selek, age, s. 216.
[15] Özakman, age, s.252.
[15]Jaeschke, age, s.104.
[16] Sir Andrew Ryan, The Last of the Dragomans, Londra, 1951, s.129-131'den aktaran Osman Ozsoy, Kurtuluş Savaşının Perde Arkası, İstanbul, 1999, s.133; Meydan, age, s.483.
[17] Jaeschke, age, s. 107.
[18] Aksin, age, s.247,248.
[19] Bkz. Meydan, age, s.489-492.
[20] Özakman, age, s.253,254.
[21] Ayrıntılar için bkz. Meydan, age, s.344 vd.
[22]Bu sürecin tüm ayrıntıları için bkz. Meydan, age, s. 463 vd.
[23] Akın gazetesi, 20 Mayıs 1948.
[24] Atay, Mustafa Kemal Atatürk'ün Bana Anlattıkları, s.129.
[25] Selek, age, s.219,221.
[26] Jaeschke, age, s.109.
[27] age, s.114.
[28] Aksin, age, s.291-294.
[29] age, s.287
[30] Atay, age, s.124.
[31] Bayur, age, s.292.
[32] Meydan, age, s.535.
[33] Atay, age, s.139.
[34] age, s. 139,140.
[35] Murat Bardakçı, "Birinci Cumhuriyetçilere Dev Bir Hizmet", Hürriyet, 12 Mayıs 1996.
[36]Meydan, age, s.521.
[37] Turan, Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk, s.214.
[38] Saime Yücer, "Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a Çıkısı ve Geri Çağrılması Üzerine Bir İnceleme", Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 2001, S.51, s.141.
Cumhuriyet zamanı yalancılarının sıkça söyledikleri yalanlardan biri de Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Anadolu'ya giderken Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'e 40.000 altın verdiği iddiasıdır.
Örneğin, Nihal Atsız, "Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa'ya örgüt yapması için 40.000 altın vermiştir. Bu paranın mühim kısmı, eskiden beri beslediği kıymetli yarış atlarını satmak üzere elde edilmiştir." [1] demiştir. Ancak Vahdettin'in at beslediğine ait en küçük bir belge yada malumat yoktur. [2] İyi bir binici olduğu da (bu at besleme hikayesi için) sonradan kurgulanmıştır.[3] Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'e, 40.000 altın verdiği iddiası, Necip Fazıl'dan, Kadir Mısıroğlu'na kadar tüm Vahdettinci yazarların dört elle sarıldıkları bir yalandır.[4]
Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'e 40.000 altın verdiğini iddia eden Vahdettinci yazarların her şeyden ilkin matematik biliminden ve fizik kurallarından habersiz oldukları anlaşılmaktadır. Bu matematik ve Fizik cahili yazarlara Turgut Özakman, "40.000 altının iyi mi taşındığını" sormuştur? Bir altın 7.6 gram olduğuna gore 40.000 altın 304 bin gram, kısaca 304 kggram eder. Doğal olarak altınların sandıklara yerleştirilmesi gerekir. Her sandık 50 kggram olsa, 304 kggram altın 6 sandık eder. "Altı sandık dolusu altın saraydan Şişli'deki eve, Şişli'den Galata rıhtımına, rıhtımdan motora, motordan Bandırma gemisine, gemiden Samsun rıhtımına, oradan Mıntıka Palas oteline, oradan Havza'ya, Amasya'ya, Erzincan'a, Sivas'a, Erzurum'a, Kırşehir'e, Kayseri'ye, Ankara'ya iyi mi taşınır? Kimler taşır? Hiç kimsenin alaka ve merakını çekmez, biri bile 'bunlar nedir' diye sormaz mı? Mesela Refet Paşa, K. Karabekir Paşa, Rauf Bey, bu gizemli sandıklardan niçin asla laf etmiyorlar? Mustafa Kemal sandıklarda altın bulunduğunu arkadaşlarına söylediyse niçin hiçbiri bugüne dek bu altınlar mevzusuna değinmedi? Neden gerektikçe altınları harcamayıp da ona buna muhtaç oldular?" [5]
Mustafa Kemal Atatürk ve dostlarının yanında üç minik döküntü araba vardır. Sadece 3-4 bireyin binebildiği bu araçlara, ek olarak hususi eşyaların, tüfeklerin ve dosyaların da konulduğu düşünülecek olursa 40 ton, kısaca 6 sandık altın nereye iyi mi konulmuştur? [6]
Bandırma vapurunu arayan İngilizler bu altınları niçin görememiştir? Bandırma vapurunda bulunan 23 kişiden herhangi biri ve hemen sonra Kurtuluş Savaşı süresince Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında yakında yer edinen yüzlerce kişiden hiçbiri niçin bu altınlardan laf etmemiştir?
Mustafa Kemal Atatürk'e verildiği iddia edilen 40.000 altın yalancı tarihçiler tarafınca aleni artırma misali devamlı artırılmış ve en nihayetinde fazlaca uçuk bir rakama, 400.000 dibine kadar çıkmıştır.
Şehzade Mahmut Şevket Efendi, 1967 senesinde Murat Sertoğlu'na verdiği bir röportajda, Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'e 400.000 altın verdiğini iddia etmiştir. [7]
Mustafa Kemal Atatürk'e Dahiliye Nezareti ödeneğinden 1000 lira ile 23 karargâh çalışanının 3 aylık maaşları, yollukları ve yüzde 50 zam verilmiştir. [8]
Ayrıca farklı gereksinimler için de 25.000 lira verilmiştir. [9]
Mustafa Kemal Atatürk ve 23 benlik kuruluna verilen bu paranın ne kadar kifayetsiz bulunduğunu idrak etmek için bir misal verelim: 1920'de Sadrazam Damat Ferit, birkaç benlik heyetiyle Paris Barış Görüşmeleri'ne giderken kendisine 70.000 lira verilmiştir. [10]
Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu'ya geçtikten sonrasında büyük para sıkıntısı çekmiştir.
Örneğin, Erzurum'dan Sivas'a giderken yaşanmış olan para sıkıntısı Binbaşı Süleyman Bey'in verdiği 900 lirayla çözülmüştür. [11]
Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri de kendi aralarında topladıkları 1000 lirayı Mustafa Kemal Atatürk ve heyetine vermişlerdir.[l2] Otomobillerin benzini Sivas-Amerikan okulunca karşılanmıştır. [13]
Sivas Osmanlı Bankası Müdürü'nden 1000 lira ödünç alınmıştır. Hacı Bektaş Dergâhı Şeyhi Cemalettin Efendi de Mustafa Kemal Atatürk'ün heyetine bir miktar yardım yapmıştır.[l4]
Mustafa Kemal Atatürk ve heyeti Sivas'tan Ankara'ya hareket ederken tam anlamıyla "yoksulluk" içindedir. Bu yoksulluğu, Mazhar Müfit Kansu, "Bütün paramız, yol için yirmi yumurta, bir okka peynir ve on ekmeğe yettiğinden bu tarz şeyleri aldırdık." diyerek anlatım etmiştir. Ayrıca, aylarca sabahları bir bardak çay ile bir dilim ekmek yediklerini belirten [15] Kansu, "Ekmekçilere bile verecek paramız kalmamıştı... Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey'e başvuru ederek sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, 'Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin?' diye satmamakta ısrar ettiyse de kesinlikle kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu hususta bir umar bulamayarak, 'Hele sabah olsun' diyerek odalarımıza çekildik. Ankara'ya geldiğimiz vakit derhal yedi gün bizi belediye besledi" diyerek yaşadıkları "yoksulluğu" gözler önüne sermiştir. [16]
Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'a çıktıktan yedi buçuk ay sonrasında Ankara'ya ulaştığında yaşamış olduğu "para sıkıntısından", Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi'nin Ankara tüccarından toplayıp kendisine verdiği 1000 lirayla birazcık olsun kurtulmuştur. [17] Paranın geldiği gün et ve helva ziyafeti verilmesine karar verilmiştir. Her vakit çorba içilmesine alışık olanlar, et yemeği erişince şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk, Ankara'da TBMM açılırken yeni sivil elbisesi olmadığı için Erzurum Valisi Münir Bey'in sivil elbiselerini giymiştir. Ancak kıyafet birazcık üzerinden akar gibidir. İstanbulin denilen uzun ceket birazcık büyük gelmiştir, reye pantolon uzun ve iğreti durmaktadır. En kötüsü de pek sevilmeyen ciğer rengindeki festir.[18]
Mustafa Kemal Atatürk'ün, yeni Türkiye'nin kuruluşlunu simgeleyen TBMM'nin açılışına, "emanet" kıyafetle alınması yaşamış olduğu ekonomik sıkıntının en aleni kanıtlarından biridir. Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mayıs 1920'de Kazım Karabekir'e çekmiş olduğu telgrafta "Elde beş para bulunmadığı malum-u devletleridir. Şimdilik içerde bir kaynak da bulunmuyor" demiştir.[19]
Rauf Orbay anılarında, Mustafa Kemal Atatürk'ün İstanbul'dan hareketinden ilkin kendisine, "Para meselesini ne yapacağız? Girişeceğimiz işlerde şüphesiz ki paraya ihtiyacımız olacak. Fakat biliyorsun bende birazcık para vardı, hepsini Minber (gazetesi) yuttu. Sen de benden değişik değilsin. Aylıklarımızla ne yapabiliriz" söylediğini anlatmıştır. Rauf Orbay bu "para meselesini" Topçuoğlu Nazmi Bey'e açmış, Nazmi Bey de asla tereddüt etmeden Rauf Bey'e 5000 lira vermiştir. Rauf Bey, "Biz Amasya'dan itibaren her işimizi bu para ile gördük. Bu para bitince, Sivas Kongresi'ne giderken Erzurum Müdafaa-i Hukuk Heyeti bizlere bin lira kadar para temin etmişti" diyerek para sıkıntısına dikkat çekmiştir. [20]
Ayrıca Kılıç Ali de, Ali Galip vakasında el koydukları 6000 altını Mustafa Kemal Atatürk'e teslim etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, o para yokluğunda duyduğu sevinci, "Bu fazlaca büyük bir para. Bizimkilere o şekildeki ansızın söyleme yüreklerine iner!" diyerek anlatım etmiştir.[21]
Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu'da bir ara konuklarına kahve ikram edemez derecede bedava kalmıştır. Kurtuluş Savaşı'nın hangi ekonomik güçlüklerle kazanıldığını görmek isteyenlerin Mustafa Kemal Atatürk'ün,
Sakarya Savaşı öncesinde 8 Ağustos 1921 tarihinde yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri'ne bakmalarını öneriyorum: Mustafa Kemal Atatürk, ordunun gereksinimlerini karşılamak için, çarıktan çoraba, iç çamaşırdan iğne ipliğe, ekmekten çiviye kadar her şeyi halktan istemiştir.[22]
Siz tüm bu gerçekleri bir yana bırakarak utanıp sıkılmadan hangi 40.000 altından laf ediyorsunuz? Siz bu milletle dalga mı geçiyorsunuz?
Turgut Özakman'ın söylediği şeklinde, "İstanbul'dan o denli altınla yola çıktılarsa niçin oradan buradan yardım almak zorunda kalmışlar? Mustafa Kemal ne yapmış oldu o kırk bin veya yüz binlerce altını? Sakın Samsun'daki otelin bodrumuna veya Havza'daki termal hamamın havuzunun dibine gömmüş olmasın! Definecilere duyurulur!"[23]
Mustafa Kemal Atatürk Anadolu'ya giderken kendisine ancak 1000 lira verenler, Mustafa Kemal Atatürk'ü yok edip Milli harekete son vermek için kurmuş oldukları Kuvayı İnzibatiye'ye tamı tamına 1.250.850 lira karşılık ayırmışlardır. [24]
Vahdettin'in İngilizlere sığınması
Vahdettinci yazarlarca, "Kurtuluş Savaşı kahramanı" olarak yayınlanan Padişah Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından derin bir üzüntüye kapılmış, Türk ulusunun kazanılmış olduğu bu zaferden kötü şekilde rahatsız olmuştur. Bu o şekildeki bir rahatsızlıktır ki, Padişah Vahdettin, meydana getirilen bütün önerilere rağmen Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk'e "tebrik telgrafı" göndermeye karşı çıkmıştır. [25]
İngiliz Yüksek Komiseri Rombald, 26 Eylül 1922 tarihinde Londra'ya gönderilmiş olduğu bir yazıda, "Padişah, Mustafa Kemal'e bir tebrik telgrafı göndermeye zorlandığını fakat bunu reddettiğini endirekt halde bilgime sunmuştur" demiştir.[26] Ancak yakınlarının ısrarı üstüne, "son savaşta" yaşamlarını kaybetmiş olanların ruhuna Fatiha okumak amacıyla 15 Eylül 1922'de Fatih Sultan Mehmet Camii'nde meydana getirilen dini törene katılmıştır.[27]
TBMM, 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Ateşkes Antlaşması'nı imzalayarak, kati zaferi perçinlemiş, dahası İstanbul, Boğazlar ve D.Trakya'yı cenk yapmadan kurtarmıştır. Barış görüşmelerinin İsviçre'nin Lozan şehrinde yapılmasın karar verilmiştir. O günlerde Sadrazam Tevfik Paşa'nın meşru hükümet olarak Türkiye'yi Lozan'da İstanbul Hükümeti'nin temsil edeceğini belirtmesi üstüne harekete geçen TBMM 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmıştır.haberguncel.blogspot.com
Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonrasında Sadrazam Damat Ferit, 22 Ekim 1922'de İngiliz polislerinin koruması altında Orient Ekspresi ile Avrupa'ya kaçarak Fransa'nın Nice şehrine yerleşmiş ve İstanbul'un kurtarıldığı 6 Ekim 1922'de orada ölmüştür.
Sadrazam Tevfik Paşa, 5 Kasım 1922'de görevinden çekilerek yönetimi İstanbul'da bulunan TBMM temsilcisi Refet Paşa'ya bırakmıştır.
Damat Ferit'in ve işbirlikçilerin kaçarak İngilizlere sığınması, saltanatın kaldırılması, Tevfik Paşa'nın çekilme ederek İstanbul'u TBMM temsilcisi Refet Paşa'ya bırakması, İzmit'te Ali Kemal'in linç edilmesi, İstanbul'da tramvaylara "Kahrolsun Vahdettin" yazılması ve şeklinde gelişmeler Padişah Vahdettin'i korkutmaya başlamıştır. [28]
"Büyük zafer İstanbul'da büyük şenliklerle kutlanıyordu. Halk gündüzleri meydanlara toplanıyor, her yerde heyecanlı nutuklar söyleniyordu. Padişaha karşı yer yer en ağır laflar sarf ediliyor, hakaretler yağdırılıyordu. Aynı gün kalabalık bir öbek Yıldız Sarayını önüne gelmiş olarak padişahlık aleyhine gösteriler yapmıştı. Mevlit gecesi ise tramvayların üstüne tebeşirle, 'Kahrolsun Vahdettin' lafları yazılıyordu. Saraydaki görevlilerin, memurların bir çok korkudan gelmiyordu."[29]
Padişah Vahdettin Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasına ve saltanatın kaldırılmasına rağmen önceleri hâlâ İngilizlerden "yardım" beklemekte, İngilizlerin Kemalistleri etkisizleştireceğini düşünmekte ve hâlâ tacını ve tahtını koruyacağını zannetmektedir. Ancak bir müddet sonra tacını ve tahtını bir kenara bırakarak "canının" derdine düşmüştür.
Son İhanet
Vahdettin, 6 Kasım 1922'de İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold ve Baştercüman Ryan'ı kabul ederek onlarla uzun bir müzakere yapmıştır. Vahdettin, bu uzun görüşmenin nihayetinde İngiliz makamlarının yakın bir vehamet halinde şahsını korumak için her şeyi yapacaklarına dair 1920'de verdikleri lafı hatırlatmıştır. Kendisini, emin bir yere götürüp götüremeyeceklerini, götüreceklerse Mısır'a mı, Kıbrıs'a mı götüreceklerini sormuştur. Rumboldi Mısır'a gitmesinin imkânsız bulunduğunu fakat geçici olarak 10-15 kişiyle beraber her yere gidebileceğini söylemiştir.[30]
Vahdettin, bu görüşmede, Bolşevik olarak tanımladığı Kemalistlerin bir azınlık oluşturduklarını, bunun bir Kemalist darbe bulunduğunu ve İtilaf devletlerini de ilgilendirdiğini iddia ederek, İtilaf devletlerinin Ankara hükümetinin meşruluğunu tanıyıp tanımayacaklarını, sulh sonuçlanıncaya kadar Ankara Hükümeti'nin İstanbul'la alakalı iddialarını kabul edip etmeyeceklerini ve İstanbul'u sıkıyönetim dibine alıp almayacaklarını sormuştur.[31]
Bu soruya Rumbold, İstanbul Hükümeti'nin ortadan kalkmış olduğu, İtilafların konferansta bir "güçle" görüşmeleri gerektiği; bunun da sadece Ankara yönetimi olacağı yanıtını vermiştir.
Bu sırada İngilizler bir defa daha Padişah Vahdettin'i kullanmayı denemişlerdir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Ronald Lindsay, 6 Kasım1922 yazıya döktüğü bir yazıda şu şekildeki demiştir:
"Fırsattan yararlanarak Padişaha Kıbrıs'ta siyasal barınak önersek yada ona görevinden çekilme etmemesini telkin ederek, İslam ülkelerinin gözünde saygınlığımızı yükseltme olanağını incelemekte fayda olabilir. Halifenin, İngiltere tarafınca Türkiye'deki ulusçulara ve cumhuriyetçilere karşı korunması, Hindistan ve diğeri İslam devletlerinde pek müessir olabilir."
İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Crowe, bu öneriyi şu şekildeki yorumlamıştır: "Padişaha siyasal barınak verme önerisi dikkatle incelenmelidir. Ona barınak olarak bir ihtimal Hindistan'ı öne rebiliriz; fakat bu denli bir teklif Hindistan'da Halifeye karşı bir soğukluk yaratabilir."
L. Curzon da bu mevzuya kafa yormuştur: "Padişaha siyasal barınak veririm; fakat ona bu nerede verilebilir? Lütfen bu mevzuyu tartışınız."[33]
Bu yazışmalardan açıkça görüldüğü şeklinde İngiltere, kaçacak delik arayan, kullanılmaya fazlaca uygun bir durumda bulunan Padişah Vahdettin'i, daha kısaca Vahdettin'in "Halifelik" yetkilerini kullanmak istemiştir. Halifenin, bilhassa Hindistan'daki Müslümanların ayaklanmalarının bastırılmasında işe yarayacağını düşünen İngiliz yetkililer, bir ara ciddi ciddi Vahdettin'i Hindistan'a götürmeyi düşünmüşlerdir. Ama tekrar karşılarına Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk çıkmıştır; zira birazcık incelediklerinde Hindistanlı Müslümanların halifeden fazlaca Mustafa Kemal Atatürk'e bağlı olduklarını görmüşlerdir. Kurtuluş Savaşı'ndaki kahramanlığından ötürü Mustafa Kemal Hindistan'da, "Allah'ın kılıcı!", "İslamın son mücahidi!" şeklinde adlarla anılmakta ve büyük hürmet görmektedir.[34]
Bu gerçeği, Hindistan Kral Naibi, 10 Kasım 1922'de Hindistan Bakanlığı'na bir gizli saklı telgrafla şu şekildeki bildirmiştir: "Padişahın halifeliği dışında, kendisi Hindistan'da pek azca tanınmıştır ve Türkiye'nin işgali esnasında, onun İngilizlerin cihazı olduğu için kuşkulanılmaktadır. Dolayısıyla, genel eğilime gore onun tahttan indirilmiş olması Hindistan'da ilgisizlikle karşılanmıştır. Mustafa Kemal ise ülkesinin kurtarıcısı ve İslamın şampiyonu olarak görülmektedir." [35]
Kurtuluş için Mustafa Kemal Atatürk'e bir "tebrik telgrafı" çekmeyen Vahdettin, iyice sıkışınca Mustafa Kemal Atatürk'le i·lişki oluşturmak istemiş fakat başarı göstermiş olamamıştır.[36]
Kaynakça
[1]Atsız. Türk Ülküsü, s.86.
[2]Özakman, age, s.275.
[3] age, s.276.
[4] Kısakürek. Vatan Haini Değil. Büyük Vartan Dostu Sultan Vahdettin, s.204.
[5] Özakman, age. s.276.
[6] age. s.276.
[7[ Tercüman, 6 Temmuz 1967; Özakman, age, s. 277.
[8] özakman, age, s.279; Selek, age, s.137. Mustafa Kemal Atatürk'ün imzaladığı bu 1000 liralık makbuzun klişesini, eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali yayınlamıştır. Ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk'ün bu paranın sarfı ile alakalı telgrafı 28 Mayıs 1919'da Vekiller Heyeti' nde görüşülmüş, gereğine karar verilmiş, karar raporuna yazılmış, kısaca devletin kayıtlarına geçmiştir. ortada gizli saklı saklı hiç bir şey yoktur. Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, C.I, s.84.
[9] Selek, age, s.137. Ancak bu 25.000 lira iddiası da şimdiye kadar belgelenememifltir. Özakman, age, s. 281.
[10] inal, age, s.2059; Özakman, age, s. 278; Gökbilgin, age, CII, s.403.
[11] Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Mustafa Kemal Atatürk'le Beraber, C.I, s.-173.
[12] Cevat Dursunoğlu, Milli Mücadelede Erzurum, Ankara, 1964, s. 138.
[13] Mustafa Kemal Atatürk, kendisine ayrılan üç otomobilin Anadolu'da benzini bitince istanbul'dan benzin istemiştir. Bunun üstüne alınan 1000 kggram benzin Samsuna gönderilmemiş veya gönderilememifl-tir. Yücer, age, s.135.
[14] Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, C.I, 4.bs, istanbul, 1969, s.204.
[15] Kansu, age, s.449, 481, 487.
[16] age, s.506-508.
[17] age, s.506-508; Selek, age, s.136,137.
[18] age, s.40,41.
[19] Karabekir, bağımsızlık Harbimiz, s.658.
[20] Feridun Kan-demir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, istanbul, 1965, s. 33 [21] Turan, age, s.219.
[22] Meydan, age, s.545.
[23] Özakman, age, s.280, dipnot 227.
[24] Berber, age, s.75.
[25[ Sonyel, Gizli Belgelerle Mustafa Kemal Vahdettin ve Milli Mücadele, s. 189.
[26] FO, 37117901IE10729: Rumbold'tan Curzon a gizli saklı ve hususi mektup. İstanbul, 26.9.1922; Sonyel, age, s.191.
[27]İkdam, Sabah, 16.9.1922.
[28] özakman, age, s.61. i
[29] Çetiner, age, s.258.
[30] Jaeschke, age, s.248, 249.
[31] age, s.248,249.
[32] FO, 371I7912IE12647; Rum-bold'tan Curzon ayazı, 7.11.1922; Sonyel, age, s.197.
[33] FO, 37117910IE, 12293; Sonyel, age, s.198.
[34] Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı esnasında ve daha sonra İslam dünyasındaki saygınlığı ile alakalı bkz. Sinan Meydan, Mustafa Kemal Atatürk İle Allah Arasında, "Bir Ömrün Öteki Hikayesi", 3.bs, İstanbul, 2009, s.374 vd.
[35] FO, 37117913IE12699; Kral Naibinden Hindistan Bakanlığına ivedi, hususi ve gizli saklı telgraf, 10.11.1922; Sonyel, age, s.198.
[36] Jaeschke, age, s.250.
İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington, Padişah'ın yaveri Fahri Engin'le görüşerek Vahdettin'e şu mesajı göndermiştir: "Vaziyet bizim ülkemizde gittikçe kötü bir biçim alıyor, Padişah isterse, kendisini Malaya gemimizle, Malta'ya nakledebiliriz. Durum düzelince memleketine dönerler. ."
Fahri Engin, Harrington'un bu mesajını Vahdettin'e iletirken Fddişahı şu şekildeki gözlemlemiştir: "Padişah beni iç mabeyn dairesinde kabul etti. Arkasında ropdöşambr vardı, yüzü tıraşlı, üzgün. Teklifi dinledi. Sonunda hiç bir şey söylemedi, ancak 'gidebilirsiniz' dedi. Benimle ikinci bir münasebet olmadı. Fakat Padişah'ın eşlerinden birinin adam kardeşi olan Yarbay Zeki'nin, bu işler hakkındaki Harrington'la temasta bulunduğunu öğrendim."
Tahtını ve tacını istemeyerek bırakmak zorunda kalan Vahdettin, 16 Kasım 1922'de İstanbul İşgal Orduları Komutanı General Harrington'a, "İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devletine sığınır ve bir an ilkin başka bir yere götürülmemi istek ederim efendim. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin." diye kısa bir mektup yazarak, İngilizlerden iltica istek etmiştir.
Vahdettin, 17 Kasım 1922 Cuma sabahı, oğlu Ertuğrul, beş eşi, doktoru, müzik hocası, baş mabeyincisi ve iki sekreteriyle beraber Yıldız Sarayı'nın yan kapısından gizlice çıkarılarak,bir ambulansla rıhtıma getirilmiş ve oradan İngiliz Malaya Savaş gemisine alınarak Malta'ya götürülmüştür. Vahdettin Malta'da Kraliyet Topçu Subay Mahfili lojmanlarında misafir edilmiştir. Bu konukluğun İngilizlere haftalık maliyeti 100 sterlindir. O günlerde İngiliz parlamentosunda bir milletvekili, eski sultanın ölene kadar İngilizler tarafınca mı besleneceğini sormuştur.
Vahdettin'in Türkiye'den kaçarken, gerek Harrington'a yazdığı mektubu "Müslümanların halifesi Mehmet Vahdettin" olarak imzalaması ve gerekse halifelik makamından çekilme etmediğini açıklaması, onun "halifeliği" kullanmak istediğini göstermektedir. Kurnaz Padişah, İngilizlerin kendisini, "halifelik" sıfatı sebebiyle koruduklarını
iyi bildiğinden bu sıfata sıkıca sarılmışa benzemektedir. Nitekim hemen sonra "Kral Hüseyin'in kendisini çayır ettiğini" söyleyerek Malta'dan Mekke'ye gitmesi, ordan da tekrar Müslümanların yaşamış olduğu Mısır, Ürdün yada Kıbrıs'a geçmek istemesi, onun halifeliğin enerjisini kullanarak ayakta kalmaya çalıştığını göstermektedir. Turgut Özakman'ın söylediği şeklinde, "Düşmana sığınan, kısaca resmi esareti karar veren bir halifenin halifeliği sürer mi? Tabii ki etmez!" Ama "Büyük vatan dostu Sultan Vahdettin Han (!)" onursuzca vatanını terk ederken, "Ben hâlâ halifeyim!" diyerek, kendi canını koruma pahasına onu kullanmak isteyen İngilizlere büyük bir koz vermiştir.
Vahdettin, halifelik zırhına sıkıca sarılırken devreye giren Mustafa Kemal Atatürk ve TBMM, 18 Kasım 1922'de Vahdettin'in halifelik sıfatını kaldırıp onun yerine Abdülmecit Efendi'yi halife olarak seçmiştir. Vahdettin'in halifelikten uzaklaştırıldığına ait fetvayı Seriye Vekili Vehbi Hoca yazmıştır:
"Müslümanların padişahı ve halifesi olan kişi, düşmanın tüm Müslümanlar aleyhinde mahva sebep olan ağır tekliflerini hiç bir mecburiyeti yokken kabul ile, Müslümanların haklarını müdafaadan aczini ortaya koyarak ve Müslümanların mücahitçe savaşlarında hasım tarafına muvafakat ederek Müslümanların çözülme ve yenik olmasını hazırlayan hareketlere fiilen girişim ve bu tür yıkıcı hareketlere devam ve ısrar ve hemen sonra da ecnebi himayesine sığınma ederek hilafet makamını terk ve hilafetten bilfiil feragat etmekle makamından şer'-en indirilmiş olur mu? Olur!"
Böylece halifelik zırhını da kaybeden Vahdettin savunmasız, çırılçıplak adeta ortada kalmıştır.
Hainliğinin bilincinde olan Vahdettin, yaptıklarının hesabını veremeyeceğini düşünerek, ülkeden kaçmıştır. "Müslümanların halifesi" sıfatını taşıyan Vahdettin, İngilizlere sığınırken hain Mustafa Sabri'ye yazdırıp yayımladığı "Beyannamesinde" vatanını terk edip İngilizlere sığınmasını, bu şerefsiz davranışını, asla utanıp sıkılmadan Hz. Muhammed'in "hicreti" ile özdeşleştirebilmiştir:
"Müvekkil-i Zişan olduğum peygamberin hicret sünnetini izledim" diyen Vahdettin beyannamesinin bir yerinde de, "Beni haksız yere ihanetle suçlayanlar, saltanatla hilafeti ayırarak saltanatı Muhammediye'yi yıkmış, ancak vatanlarına değil, İslama da ihanet etmişlerdir!" demiştir.
Vahdettin'in bu beyannamesini inceleyen İlahiyatçı Prof Yaşar Nuri Öztürk şu değerlendirmeyi yapmıştır:
" Dikkat edilirse Vahdettin, Hz. Peygamber'in sıfatının başına bir Hz bile eklemezken, kendisinden 'zişan' (şanlı, şerefli) diye laf ediyor. Hem de Cenab-ı Peygamber'in isminin tam yanında. Halbuki İslam ahlak ve geleneği, o ifadede 'zişan' sıfatının Hz. Peygamber'e verilmesini gerektirir."
Gözleri kör olmuş, kalpleri mühürlenmiş Vahdettinci yazarlar da Vahdettin'in Türkiye'den kaçıp İngilizlere sığınmasını, asla utanmadan, "hicret" olarak yorumlama aymazlığını göster-mislerdir.
Vahdettin'in bu korkakça ve onursuzca davranışını Hz. Muhammed'in hicretiyle bir tutmak, her şeyden ilkin Hz. Muhammed'e yapılma büyük bir saygısızlıktır.
Vahdettin Kaçarken Hazineyi Soymadı İddiası
Vahdettinciler, Padişahı aklamak için devamlı olarak, "Vahdettin'in, Türkiye'den kaçarken hazineyi soymadığını" dile getirmişlerdir. Öncelikle "hainlikle", "hırsızlığın" aynı şeyler olmadığını hatırlatarak bu Cumhuriyet zamanı yalanını deşifre edelim.
Vahdettin'in "hazineyi soymadığını" iddia edenler, bu iddialarını ispat etmek için padişahın paraya pula düşkün olmadığını ileri sürmüşlerdir. Ancak II. Abdülhamit'in kızı Şadiye Osmanoğlu, babasından kalan içi mücevher dolu bir çantanın Vahdettin'in fazlaca ilgisini çektiğini ve Vahdettin'in o çantayı vermemek için "bazı itirazlar buluş ettiğini" belirtmiştir.
Lütfi Simavi de anılarında, "Vahdettin Efendi'nin Paraya Karşı Olan Aşırı Sevgisi" başlığı altında onun paraya fazlaca düşkün bulunduğunu; ağabeyi Sultan Reşat'tan kalan paraları yasal mirasçılarına vermeyip "kendi keyfince harcadığını", bu parayla bir ekip saray eşyası ve sofra takımları yaptırdığını "büyük bir hayret arasında öğrendim" diyerek anlatım etmiştir.
Öncelikle, evet! Vahdettin isteseydi, hazinenin tümünü değil fakat "yükte hafifi pahada ağır birtakım şeyleri pekala götürebilirdi". Ancak Özakman'ın da belirttiği şeklinde, " Vahdettin, anlaşılan aile içi para ilişkilerinde cılız fakat töreye karşı dikkatli" olduğundan, zamanı öneme haiz kıymetli parçaları sarayda bırakmıştır. Örneğin Kaşıkçı elmasını cebine atmadan gitmişti. Eğer bu tarz şeyleri çalsaydı Vahdettin'e "hırsız" dememiz gerekirdi. Ancak Vahdettin'-in hırsız olmaması, hain olmadığı anlamına gelmez; şundan dolayı her hırsız hain olmadığı şeklinde, her hain de hırsız değildir! Nedim Çakmak'ın söylediği şeklinde, "Vahdettin haindi, fakat hırsız değildi!"
Bu gerçeğin altını çizdikten sonrasında şimdi gelelim, "Vahdettin'in hazineyi soymadığı" ve "bedava pulsuz" Türkiye'den kaçtığı iddiasına!
Öncelikle, Osmanlıda iki tür gömü vardır. Bunlardan biri devlet hazinesi olan Hazine-i Birun, kısaca dış gömü, öteki ise, Hazine-i Enderun, kısaca iç gömü.
İç hazinedeki giriş çıkışlar Padişahın direktifiyle ve bilgisi dahilinde yapılmaktadır. Tarihçi Ubucini, "Bu gömü kayıtsız şartsız milletin malıdır. Hüküm devam eden sultan bu hazinenin ancak koruyucusudur" demiştir. İç hazinenin Ceyb-i Humayun denilen bölümü ise padişahın gündelik harcamaları için kurulmuştur. Gelirleri içinde Mısır irsaliyesi, darphane faizleri, hediyeler, müsadereler vb bulunan bu hazineden padişaha her ay belli bir miktar maaş ödenmektedir. Tanzimat'tan sonrasında padişahların tüm hazineyi istedikleri şeklinde kullanmalarının önüne geçilmiş ve padişahlara belli bir miktar maaş ödenmesine başlanmıştır.
Eğer Vahdettin, Tanzimat'tan ilkin yaşamış bir padişah olsaydı, Refi Cevat Ulunay, İsmail Hami Danişment, K. Mısıroğlu ve N. Fazıl Kısa-kürek şeklinde yazarların "Vahdettin alıntı karşılığında isteseydi tüm hazineyi götürebilirdi" iddiasına hak verilebilirdi, sadece 1922 senesinde bir padişahın elini kolunu sallayarak hazineyi götürmesine olanak yoktur. Bu yüzden Vahdettin geçici olarak yanında bulunan ve Hazine-i Hümayun'a ilişkin olan "altın çekmeceyi", Kıyametname isminde kitabı" ve "Kur'an mahfazasını" yanına almamış, iade etmiştir ki, bu vaziyet Osmanlı töresinin bir gereğidir.
Ayrıca, Büyük Taarruz kazanılıp İzmir kurtarıldıktan derhal sonrasında Refet Paşa TBMM'yi temsilen İstanbul'a gelmiş olarak Tevfik Paşa'dan yönetimi devralmıştır. Padişah Vahdettin'le de görüşen Refet Paşa, İstanbul'daki tüm idare merkezleriyle beraber aralarında Yıldız ve Topkapı saraylarının da olduğu zamanı bölgeleri test dibine almıştır. Bu nedenle aslına bakarsak Vahdettin, istese de Osmanlı hazinesini götürecek durumda değildir.
Ayrıca Vahdettin'in hazineyi soymasına da asla gerek yoktu; şundan dolayı esasen fazlaca zengindi. Ağabeyi Sultan Reşat'ın ödeneği 20.000 altındı. Ayrıca saltanat mülklerinden gelen gelirleri
de vardı. Ayrıca senelik 50.000 lira ziyafet ve gezi ödeneği almaktaydı. Vahdettin'in aylık ödeneği (1995 itibariyle) 80 milyar lira tutmaktadır. 1918 temmuz'undan 1922 Kasım'ına kadar 51 ay tahtta kaldığına bakılırsa devletten toplam 1.020.000 altın (ortalama 4 trilyon lira) karşılık almıştır.
Peki, Vahdettin Türkiye'den ayrılırken yanına ne kadar para almıştır? Aslında bu mevzuda kati bir belge yoktur. Değişik kaynaklarda bu para, 3000 lira ile, 50.000 lira ve 23.000 altın içinde değişmektedir.
Vahdettin Avrupa'da kendi el yazısıyla, "Önce İstanbul'daki Milli Banka'da (National Bank) olup kısa bir müddet sonra British Corparation'a nakledilen 20.000 sterlin değerindeki kişisel servetim ile on yaşındaki oğlum Ertuğrul Efendi adına Milli Banka'ya yatırılan birkaç bin sterlin bu kurumlarda kalsın. İngiliz Dışişleri'ne bildirdiğim vakit hizmetime sunulsun" demiştir.
Tütüncübaşı Şükrü Bey'in verdiği bilgiye bakılırsa Vahdettin'in yanında ve hesabında 23.000 altın vardır.
Bu (1995 itibariyle) 92 milyar lira etmektedir. Vahdettin, Avrupa'da elindeki birtakım mücevherleri satmış ve fazlaca değerli bir safir taşını da İngiltere'ye rehin vermiştir. 25 Kasım 1922 tarihindeki Chronicle Ajansı'nın haberine bakılırsa, "Sultan Vahdettin Osmanlı Bankası'-na 75.000 lira yatırmış, bankadaki mücevherlerine mukabil da 50.000 lira almış".
Bu paralara Mediha Sultan İle Kral Hüseyin'in birtakım yardımları da eklenince Padişah Vahdettin'in gurbet parası 140 milyarı geçmiştir.
Kaçak Padişahın Sefaletine Üzülmek
Şimdi gelin, "Kaçak Padişahın sefaleti" öyküsünü şu şekildeki bir inceleyelim:
Vahdettin, Malta'dan Avrupa'ya geçmiş ve İtalya'da San Remo'da orta
boy bir villaya yerleşmiştir. Daha sonrasında, İstanbul'da bıraktığı eşleri ve eşlerinin yardımcıları da ulaşınca Magnoli (Manolya) villası isminde büyük bir köşkte yaşamaya başlamıştır. Köşkün yıllığı 600 İngiliz lirasıdır.
Tarık Mümtaz Göztepe, Vahdettin'in bu köşkteki hayatını şu şekildeki anlatmaktadır:
"Nefis bir saray yavrusu olan villa 40 odası, 15 dönümden geniş bir portakal, limon korusu ve bahçesi bulunan, beyaz renkli yükümlü bir kasırdı... İstanbul'dan gelen harem erkânı... kadınefendileriyle, hazinedar us-talarıyla yükümlü bir harem yaşamı meydana gelmiş, musahipler, yaverler ve esvapçıbaşından, ibriktarbaşına kadar tüm beyler ekibi kuruluvermiş ve ünlü Mabeyni Hümayun tam düzenleme canlanmıştı... Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm teşrifat ve tören usulleri olanca titizliğiyle korunuyordu... Yaver Zeki bu minik kasırda kalıyordu. Burası dominyonlarda sorumlu varlıklı ve hakim-i mutlak İngiliz sömürgecilerine parmak ısırtacak bir huzur ve konfor bolluğu arasında yüzüyordu... "
Vahdettin'in sefaletine bakar mısınız?
Göztepe'yi dinlemeye devam edelim: "Sultan Vahdettin adamlarına, Padişahlığı sırasında aldıkları maaşları, gurbette de fazlasıyla ve tertipli olarak veriyordu. Bu bolca maaşlı kapı yoldaşlarına gün doğmuştu. Hepsi de İstanbul'daki ikbal günlerinde aldıkları maaşlardan yüksek aylık alıyor. Ayrıca da Yıldız Sarayı'nın ünlü mutfağını aratmayacak yükümlü ve varlıklı bir mutfak, sofra sofra yemekler yetiştiriyordu. Öğle ve akşam yemeklerine, burada bir de yükümlü sabah ve ikindi kahvaltıları ilave edilmişti. Yıldız Sarayı'nın o varlıklı ve ünlü mutfağı, çeşit ve nefasetinden fazlaca şey kaybetmeden San Remo'da da devam ediyordu."
Görüldüğü şeklinde Padişah Vahdettin, San Remo'da adeta bir eli yağda bir eli balda "zevk-ü sefa" arasında yaşamaktadır. Buna karşın "Cumhuriyet tarihini en fazlaca çarpıtan" yazarlardan Abdurrahman Dilipak, asla çekinmeden, "Vahdettin, aç yaşadı, fakat haysiyetli öldü!" diye yazabilmiştir.
Hangi açlık ve hangi onur?
Peki fakat bu bolluk, bu şatafatlı ömür iyi mi sonlanmış de Vahdettin bedava pulsuz kalmıştır?
Öncelikle Vahdettin, San Remo'da kalmış olduğu köşkte -eski alışkanlıkla- elindeki paranın bigün biteceğini bilmeden
İkincisi de yanında bulundurduğu birtakım kişiler "hovardaca", Vahdettin'in servetini göz açıp kapayıncaya kadar eritmişlerdir. Yine Tarık Mümtaz Göztepe'ye kulak verelim: "Yaver Zeki'-den başka, iki içki düşkünü ve keyif ehli daha vardı. Bunlardan biri İkinci Musahip Mazhar Ağa, öteki de Tütüncübaşı Şükrü Bey. Bunlar sakızlı
mastika ve düz rakının adeta küplüsü olmuşlardı. Şükrü, San Remo'ya ulaşınca işi adamakıllı ayyaşlığa dökmüş ve postu San Remo meyhanelerine ve pavyonlarına kurmuştu. Mazhar Ağa da akşam olup da içki tarihi ulaşınca kafayı iyice tütsüleyip körkütük oluyordu... Üçüncü Musahip Hayrettin Ağa da şehrin gezip tozma yerlerini zevk ve safa köşelerini karış karış biliyordu... Yaverler, mabeynciler, ağalar ve beyler, mirasyediler şeklinde bir dinlence ve hava değişikliği yaşamı sürüyorlardı."
Özakman'ın söylediği şeklinde, "Bu lüzumsuz, özenti, heybetli hayata, bu hesapsızlığa ve savurganlığa para mı dayanır? "
Vahdettin'in servetini tüketen başka bir etkili de Padişahın, birtakım maceracıların aklına uyarak Türkiye Cumhuriyeti ve Mustafa Kemal Atatürk'e karşı birtakım projelere paraca yardımcı olmasıdır. Bu maceracılar San Remo'da kaldıkları sürece onların tüm harcamalarını da Vahdettin karşılamıştır. San Ramo'ya gelmiş olarak Vahdettin'i ziyaret eden Vehip Paşa, Gümülcineli İsmail, eski İç İşleri Bakanlarından Mehmet Ali Bey "Mustafa Kemal Atatürk'ün hakkından gelmek için" Vahdettin'den para istemişler, Vahdettin de bu hainlere 2000 İngiliz lirası vermiştir. Ayrıca, bir Yunan albayıyla beraber Vahdettin'i ziyaret etmeye gelen "Mustafa Kemal Atatürk düşmanı" Mevlanzade Rıfat, Yunanistan'la beraber Ankara'ya karşı bir antak kalma yapmak istediğini bildirerek Vahdettin'den para sızdırmıştır. Hatta San Remo'da Vahdetti-n'e bağlı Türkiye karşıtı Tarikat-ı Selahiye isminde bir teşkilat kurulmuştur. Bu örgütün, Vahdettin'le yurt dışına gitmekten pişman olan ve Türkiye'ye dönmek isteyen Dr. Reşat Paşa'yı öldürmüş olduğu iddia edilmiştir. Yılmaz Çetiner, Vahdettin'in, oğlu Ertuğrul Efendi'nin öğrenimi için ayırdığı 5000 lirayı bile Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Mustafa Kemal Atatürk'e karşı "teşkilat" yapmak için geldiklerini söyleyen bu kişilere verdiğini belirtmiştir.
Atilla İlhan, Vahdettin'in yurt dışındayken, Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı tertiplerin arasında yer aldığını şu şekildeki anlatım etmiştir.
"Sevr Antlaşması'nı imzalayan Rıza Tevfik o kadarla kalsa iyi, Vahdettin'i Hilafet ve saltanat tahtına geri vermek amacıyla... etkinlik yayınlayan Hilafet-i Kübra Cemiyeti'nin de gözdesiydi. Bu cemiyetin icra komitesi Romanya'da... bir toplantı yapıyor, almış olduğu karar, Başkan Mehmet Ali Be-y'in San Remo'da bulunan Zat-ı Şaha-ne'ye müstakbel bir kabine önerilme-sidir ki, üyeler içinde ismi geçen Dahiliye Nazırı olarak gösterilmiş, Vahdettin'in onayı alınmıştı. Ne demek bu? Milli Mücadele başarı göstermiş olmuş, ülkede yeni bir seviye kurulmuş, onlar hala bir karşı inkılap tertibi içindedirler.Yani dere Ankara'ya ters akıyor. Şeyh Sait İsyanı'nda bu kanadın, isyanın beyni sayılan Şeyh Seyit Abdülkadir'le irtibatı meydana çıkıyor. İddiaya göre Şeyh Sait'in iki oğlundan birisi, yurt haricinde Zat-ı Şahane ile, öbürü yurt arasında Şeyh Abdülkadir'le münasebet halindeymiş! İsyanın gerekçesine ulaşınca, onu o sırada asilerin halka dağıttıkları bir beyannameden okuyalım: '...Halife sizi bekliyor. Halifesiz Müslümanlık olmaz. Hiçbir halife memleketten çıkartılamaz. Şeriatımız dindir. Şeriat isteyiniz. Şimdiki hükümet durmadan dinsizlik yaymaktadır. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor.'
Vahdettin, birazcık da çevresini saran Türkiye ve Mustafa Kemal Atatürk düşmanlarının etkisiyle, yurt dışındayken de "ihanette" sınır tanımamıştır. Öyle ki, Cumhuriyet Türkiye'tepsi Amerika'ye yakınma ederek Amerika'den bile yardım istemiştir.
Vahdettin'in Amerika Başkanı'na Yazdığı Mektup
Vahdettin, San-Remo'da bulunmuş olduğu günlerde Amerika Başkanı'na bir mektup yazmıştır. Bu mektup, Halis Reşat Bey tarafınca Paris'te bulunan Amerikan
elçiliğine teslim edilmiştir. Elçilik de bu mektubun orijinalini ve İngilizce çevirisini I5 Nisan 1924 tarihindeki yazısıyla Washington'a göndermiştir.
Vahdettin'in mektubu ABD Birleşik Devletleri Ulusal Arşivi'nde 86700/1788 numarada kayıtlıdır.
İşte o ibretlik, zamanı mektup:
"ABD Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyo Coolidge Cenahlarına Siyasi olayların ve gelişmelerin bütün iç yüzünü, hangi nedenlerden ötürü Saltanat merkezimi geçici bir müddet için terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu mevzuda detaylı malumat sunmayı lüzumsuz görüyorum.
Bu sınırsız uzaklaşmanın, bahadan kalma haiz olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara meclisi şeklinde bir isyancı fitnenin hu mevzuda alacağı bütün kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki;
İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatı'ndan soyutlanması ve ayrılması ve Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı gayri muayyen ve komplike askerlerden ve diğeri sınıflardan oluşan minik bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen cehalet ve gafletle yönlendirdiği
Beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı arasında değildir. Bu sadece bütün İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve bütün din bilginlerinin ortak sonucu ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur. İslam bilginlerinin bilmiş olduğu suretiyle şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
Bundan başka bu durumun, arasında bulunulan koşullarda İslam dünyasında neticeleri pek vahim olabilecek büyük bir heyecana yol açacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine de büyük bir tesir yapacaktır.
Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafınca düşünülen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma şeklinde haksız kararları hanedanım bireylerini, insan ve benlik haklarından soyutlar mahiyettedir.
Bu mevzuda ulu kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz tarafınca olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek kıymetli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur. Bu vesile ile sıhhatli olmanızı ulu haktan niyaz eylerim.
13 Mart 1924. Mehmed Vahideddin"
Vahdettin'in 1924 senesinde Amerika Başkanı'na yazdığı bu mektup, Vahdet-tin'i aklayıp "Büyük vatan dostu!" oluşturmaya çalışanların kötü biçimde yanıldıklarını gözler önüne sermektedir.
Bu belge, Vahdettin'in Kurtuluş Savaşı sırasındaki hıyanetleri bir yana, aslolan büyük "hıyanetini" San Remo'da-ki sürgün günlerinde yaptığını göstermektedir.
Vahdettin'in Amerika Başkanı'na yazdığı mektuptaki birtakım ifadeleri "hıyanetin" yazıya dökülüş, belgelenmiş halidir. Bakın ne diyor Vahdettin:
"Saltanat merkezini geçici bir müddet terk etmek zorunda kaldım!"
"Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçmiş değilim!"
"Ankara Meclisi, bir isyancı fitnedir ve alacağı tüm kararlar geçersizdir!"
"Türkiye Büyük Millet Meclisi dini, ırkı, vatanı gayri muayyen ve komplike askerlerden ve diğeri sınıflardan oluşan minik bir şer zümresidir."
"Saltanatla Hilafetin birbirinden ayrılıp kaldırılması, bu şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen cehalet ve
gafletle yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk milletinin yetki alanı arasında değildir."
"Saltanatın ve Hilafetin kaldırılması şeriata aykırıdır! İslam bilginlerinin bilmiş olduğu suretiyle şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkumdur."
"Hilafetin kaldırılması gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine büyük tesir yapacaktır!"
"Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafınca düşünülen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma şeklinde haksız kararları insan haklarına aykırıdır."
"Bu mevzuda Amerika Başkanının yapacağı yardımları pek kıymetli sayarım!"
İşte, yurt haricinde bulunmuş olduğu sırada Türkiye ve Mustafa Kemal Atatürk aleyhine hiç bir negatif işe girişmediği söylenen Vahdettin'in Türkiye karşıtı birtakım marifetleri! Ayrıca İngiliz arşivlerinde ele geçirilen birtakım belgeler, Vahdettin'in Avrupa'dayken İngiliz yetkililerine yazdığı birtakım mektuplarda Mustafa Kemal Atatürk için, "küfre varan derecede ağır ifadeler" kullandığı görülmüştür. "Vahdettin, Mustafa Kemal Atatürk'e bir bakıma hasım, şundan dolayı
Mustafa Kemal Atatürk onu tahtından indirdi, saltanatına son verdi..."
Vahdettin'in paralarının suyunu çekmesini elde eden son etkili, yaveri Zeki'nin San Remo'daki rezillikleridir. "Ele geçirdiği serveti, vur patlasın çal oynasın, har vurup harman savur-muş, delice bir hırsla giyime ve içkiye harcamış, sonucunda kumarda bitirmiştir."(haberguncel.blogspot.com sitesinden alıntılar bulunmaktadır)
Memleketin Parası Vahdettin'e Verilemez
Vahdettin'in bedava kalmış olduğu o günlerde bir Osmanlı generali Mustafa Kemal Atatürk'ten yardım istemiştir. Hasan Rıza Soyak'a bakılırsa Vahdettin'in para sıkıntısını özetleyen generalin mektubunu alan Mustafa Kemal Atatürk, üzülmüş ve hatta gözleri yaşararak şunları söylemiştir: "Gördün mü dünyanın halini çocuk? Nerde o görkem, nerede o ululuk, nerede o saltanat! Şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor. Bu alemde hiç bir şeye güvenilmez! Nasıl yardım edilebilir? Benim şahsi servetim yok ki, devlet hazinesi ise fakir! Hem varlıklı bile olsa oradan desteğe asla hakkımız yok. Memleketin en imar bölgeleri, bilhassa son hayatta kalma mücadelemizde yıkıntıya uğradı. Söz mevzusu olan ferdin de yanılgıları yüzünden vatan hak ve savunması için boğuşma zorunda kalmış olarak şehit olan memleket bireyleri, arkalarında yüz binlerce yetim ve kimsesiz insan bırakmış bulunuyor. Devlet gelirlerini sadece memleketin bayındırlığına ve bu zavallıları yaşatmaya harcayabiliriz. Onun için bu mevzuyu bırakalım çocuk. Yalnız mektubu bir belge olarak bilhassa sakla."
Vahdettin, 15/16 Mayıs 1926 gecesi, kalp krizinden ölmüştür. Ailesinin isteği üstüne otopsi yapılarak cenazesi Şam'a nakledilmek istenmiş, sadece 120.000 lira borcu olduğundan İtalyan alacaklıları tarafınca cenazesine haciz konulmuş ve bundan dolayı cenaze bir ay evde kalmıştır: Bir ay sonrasında kızı Sabiha Sultan para bularak cenazeyi Şam'a naklettirmiş ve Vahdettin'in cenazesi burada Sultan Selim Camii'nin bahçesine defnedilmiştir.
BÜTÜN KAYNAKLAR
l-(Mevlanzade Rıfat, Türkiye inkılabı'nın İçyüzü. İstanbul, 2000, s. 215)
2-(Vakit, Yeni Gün, Alemdar gazeteleri, 25 Mart 1919).
3-(Tarık Mümtaz Göztepe, Vahdettin Gurbet Cehenneminde, İstanbul, 1968, s. 159: Turgut Özakman, Vahdettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, 6.bs , Ankara, 2007,s. 75).
4- (özakman, age, s.75).
5-(Uğur Mumcu, Kürt-îslam Ayaklanması, 5.bs , İstanbuU993s. 11,16,59,184,186).
6-(N. Fazıl Kısakürek, Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu S. Vahdettin, İstanbul, 1975). 7-(Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C.IV, İstanbul, 1982, s.2096).
8-(Özakman, age, s.30).
9-(Yılmaz Cetiner, Son Padişah Vahdettin, 7.bs , İstanbul, 1993).
10-(İnal, age, s. 2101).
1 l-(İngiliz Arşiv Belgeleri, FO,371/3410/12379; Hardinge'den Balfour'a gizli yazı, Madrid, 9.7.1918; Salahı, R. Sonyel, Gizli Belgelerle Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savası, Ankara, 2007, s.x).
12-(Özakman, age, s.31).
13-(Enver Behnan Şapolyo, Osmanlı Sultanları Tarihi, İstanbul, 1961, s.460,461).
14-(Yakın Tarihimiz, C.3,388).
15-(FO, 371/9118/E.172: Colonial Office'ten Fpreigen Office yazı, Bilal N. Şimşir, "Vahdettin'in Kaçışı ve Sonu", Cumhuriyet gazetesi, 28 Kasım 1973; Özakman, age, s.31.dipnot 67). 16-(Rıza Tevfik Bölükbaşı, Biraz da Ben Konuşayım, İstanbul, 1993, s.32),
17-(Göztepe, age, s. 147: Özakman, age, s.31)
18-(İ. Hakkı Okday, Yarıya'dan Ankara'ya, 2.bs , İstanbul, 1994, s.206).
19-(1. Hakkı Okday, Yanya'dan Ankara'ya, 2,bs , istanbul, 1994, s.206).
20-(Fotolar için bkz. Cetiner, age, s. 381 vd).
21-(Çetiner, age, s.52).
22-(İnal, age, s.2095).
23-(Tarık Mümtaz Göztepe, Vahdettin, Mütareke Gayyasında, İstanbul, 1969, s. 15),
24-(Lütfi Bey, Osmanlı Sarayı'nın Son Günleri, Hz. Ş. Kutlu, İstanbul, 1978, s.445,446).
[1] Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C.I, İstanbul, 1998, s205-207'; Akşin, age, s.233-235; Bayur, age, s.270-272; Jaeschke, age, 1.4,5.
[2] Akşin, age, s.600.
[3] Bayur, age, s204-206.
[4] age, s206.
[5] Aksin, age, s. 600.
[6] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2007,s.154.
[7]Aksin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele s.168.
[8] FO, 5-61920 tarihli talimat; Jaeschke, age, s. 7.
[9] Calthorpe'dan Curzon'a gizli yazı, İstanbul, 31.7.1919: Sonyel, age, s.61.
[10]Aksin, age, s414.
[11] Aksin, age, s. 414,415.
[12] Takvim¬i Vekayi, 21.9.1919.
[13] Robeck'ten Curzon'a yazı, İstanbul, 4.11.1919; Sonyel, age, s.77.
[14] Ryan'dan Adam'a yazı, İstanbul, 26. 11.1919; Sonyel, age s.79.
[15] İngiliz Askeri istihbarat Şefi'nden Savaş Bakanlığı'na gizli yazı, Londra, 1.1.1920; Sonyel, age, s.79.
[16] Robeck'ten Cuzon'a gizli telgraf, 29.2.1920; Sonyel, age, s.87.
[17] Jaeschke, age, s.7.
[18] Sonyel, age, s.157.
[1] Meydan, Atatürk' ün Gizli Kurtuluş Planları, s.162 vd.
[2] Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul, 1979, s.258,259; Meydan, age, s.172,173. [3] Bayur, age, s.166, Meydan, age, s.173.
[4] Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.15, s. 62.
[5] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, C.II, Ankara, 1997, s. 538,539.
[6] Meydan, age, s.181.
[7] Selek, age, s.48.
[S] Akşin, age, s.345,346.
[9] age, s.355.
[10] FO,371/5055/E, Robec,ten Curzon'a gizli yazı, İstanbul, 28.31920; Sonyel, age, 109.
[11] Sonyel, age, s.128,129.
[12] Vahdettin, Türkiye'den kaçtıktan sonra da Atatürk'e hakaret etmeye devam etmiştir: İngiliz arşivlerinde yapılan araştırmalarda Vahdettin' in, bazı İngiliz yetkililerine yazdığı mektuplarda, Atatürk için, "küfre varan derecede ağır ifadeler" kullandığı görülmüştür. Metin Hülagü'nün değdi gibi, "Vahdettin, Atatürk'e bir bakıma düşman; çünkü Atatürk onu tahtından indirdi, saltanatına son verdi..." Bülent Günal, "Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'e Destek Oldu mu? Ne Desteği, Mektuplarında Atatürk'e Küfür Bile Ediyor", Prof Metin Hülagü İle Röportaj, Vatan, 26 Kasım 2007, s.17.
[13] age, s.157.
[14] Sonyel, age, s.187; Avcıoğlu, age, s.208,209; Meydan, age, s551.
[15] FO, 37117853/E, 320: Rumbold'tan Curzon'a gizli telgraf, 6.1.1922; Sonyel, age, s.160. [16] Avcıoğlu, age, s.184.
[17] Sonyel, age, s.160.
[18] age, s.161.
[19] Avcıoğlu, age, s.184.
[20] age, s.184.
[21] Sonyel, age, s.164,165.
[22] FO, 37177882/E 2219: İngiliz gizli istihbarat raporu, no: 548,23.2.1922. "Padişah ve Kazım Karabekir Paşa" ,R.321, İstanbul, 7.2.1922; Sonyel, age, s.165,166.
[23] Sonyel, age, s.166.
[24] FO, 371/7859/E 3493: İngiliz gizli istihbarat raporu, no. 605,303.1922; Sonyel, age, s.166.
[25] Avcıoğlu, age, s.184.
[1] Rıfat. age, s.209.
[2] Mısıroğlu, Osmanoğullannın Dramı, s.80.
[3] Özakman, age. s.234.
[4]Bkz. Özakman, age, s.236-246.
[5]Bu beyannameyi yayınlayanlardan biri olan K. Mısıroğlu bu beyannamedeki ifadeleri dikkate almamıştır. Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceği île Hilafet, İstanbul, 1993, s.194, vd; Özakman, age, s.246.
[6] Özakman. age. s.234.
[7]Jaeschke, İngiliz Belgeleri, s.102.
[8] Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 11. bs. İstanbul, 2004, s.216.
[9] Jaeschke, age, s.102.
[10] age, s.103.
[11] Aksin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, s.243; Selek, age, s.216.
[12] Jaeschke, age, s.103.
[13] Selek, age, s. 216.
[15] Özakman, age, s.252.
[15]Jaeschke, age, s.104.
[16] Sir Andrew Ryan, The Last of the Dragomans, Londra, 1951, s.129-131'den aktaran Osman Ozsoy, Kurtuluş Savaşının Perde Arkası, İstanbul, 1999, s.133; Meydan, age, s.483.
[17] Jaeschke, age, s. 107.
[18] Aksin, age, s.247,248.
[19] Bkz. Meydan, age, s.489-492.
[20] Özakman, age, s.253,254.
[21] Ayrıntılar için bkz. Meydan, age, s.344 vd.
[22]Bu sürecin bütün ayrıntıları için bkz. Meydan, age, s. 463 vd.
[23] Akın gazetesi, 20 Mayıs 1948.
[24] Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, s.129.
[25] Selek, age, s.219,221.
[26] Jaeschke, age, s.109.
[27] age, s.114.
[28] Aksin, age, s.291-294.
[29] age, s.287
[30] Atay, age, s.124.
[31] Bayur, age, s.292.
[32] Meydan, age, s.535.
[33] Atay, age, s.139.
[34] age, s. 139,140.
[35] Murat Bardakçı, "Birinci Cumhuriyetçilere Dev Bir Hizmet", Hürriyet, 12 Mayıs 1996.
[36]Meydan, age, s.521.
[37] Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s.214.
[38] Saime Yücer, "Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a Çıkısı ve Geri Çağrılması Üzerine Bir İnceleme", Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 2001, S.51, s.141.
NOT: https://haberguncel.blogspot.com/ ve Sinan Meydan'dan alıntılar bulunmaktadır!
[1]Atsız. Türk Ülküsü, s.86.
[2]Özakman, age, s.275.
[3] age, s.276.
[4] Kısakürek. Vatan Haini Değil. Büyük Vartan Dostu Sultan Vahdettin, s.204.
[5] Özakman, age. s.276.
[6] age. s.276.
[7[ Tercüman, 6 Temmuz 1967; Özakman, age, s. 277.
[8] özakman, age, s.279; Selek, age, s.137. Atatürk'ün imzaladığı bu 1000 liralık makbuzun klişesini, eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali yayınlamıştır. Ayrıca, Atatürk'ün bu paranın sarfı ile ilgili telgrafı 28 Mayıs 1919'da Vekiller Heyeti' nde görüşülmüş, gereğine karar verilmiş, karar tutanağına yazılmış, yani devletin kayıtlarına geçmiştir. ortada gizli saklı hiçbir şey yoktur. Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, C.I, s.84.
[9] Selek, age, s.137. Ancak bu 25.000 lira iddiası da şimdiye kadar belgelenememifltir. Özakman, age, s. 281.
[10] inal, age, s.2059; Özakman, age, s. 278; Gökbilgin, age, CII, s.403.
[11] Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, C.I, s.-173.
[12] Cevat Dursunoğlu, Milli Mücadelede Erzurum, Ankara, 1964, s. 138.
[13] Atatürk, kendisine ayrılan üç otomobilin Anadolu'da benzini bitince istanbul'dan benzin istemiştir. Bunun üzerine alınan 1000 kilo benzin Samsuna gönderilmemiş ya da gönderilememifl-tir. Yücer, age, s.135.
[14] Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, C.I, 4.bs, istanbul, 1969, s.204.
[15] Kansu, age, s.449, 481, 487.
[16] age, s.506-508.
[17] age, s.506-508; Selek, age, s.136,137.
[18] age, s.40,41.
[19] Karabekir, istiklal Harbimiz, s.658.
[20] Feridun Kan-demir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, istanbul, 1965, s. 33 [21] Turan, age, s.219.
[22] Meydan, age, s.545.
[23] Özakman, age, s.280, dipnot 227.
[24] Berber, age, s.75.
[25[ Sonyel, Gizli Belgelerle Mustafa Kemal Vahdettin ve Milli Mücadele, s. 189.
[26] FO, 37117901IE10729: Rumbold'tan Curzon a gizli ve özel mektup. İstanbul, 26.9.1922; Sonyel, age, s.191.
[27]İkdam, Sabah, 16.9.1922.
[28] özakman, age, s.61. i
[29] Çetiner, age, s.258.
[30] Jaeschke, age, s.248, 249.
[31] age, s.248,249.
[32] FO, 371I7912IE12647; Rum-bold'tan Curzon ayazı, 7.11.1922; Sonyel, age, s.197.
[33] FO, 37117910IE, 12293; Sonyel, age, s.198.
[34] Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında İslam dünyasındaki saygınlığı hakkında bkz. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, "Bir Ömrün Öteki Hikayesi", 3.bs, İstanbul, 2009, s.374 vd.
[35] FO, 37117913IE12699; Kral Naibinden Hindistan Bakanlığına ivedi, özel ve gizli telgraf, 10.11.1922; Sonyel, age, s.198.
[36] Jaeschke, age, s.250.
İngilizler, Mustafa Kemal’den Rahatsız!

İngilizler, Samsun’a gittikten sonra Kemal Paşa’nın faaliyetlerden rahatsız olunca İstanbul’a geri çağırdı! Koskoca Osmanlı Devleti’nin can acıtıcı durumu işte tam da bu idi.
İngilizler Cumhuriyeti Sevmez! (Belgesiyle)
Derin tahrifçi gruba göre İngilizler Cumhuriyet sistemini dayatmış bu yüzden kabul edilmiş(!) Oysa İngiltere Osmanlı’nın meşrutiyet sistemine geçmesinden, kurulacak parlementodan ötürü bile büyük tedirginlik yaşamıştı. 

31 Temmuz 1908 Sir. E. Grey’den Sir. G. Lowther’e Özel…
İstanbul’a çok iyi bir zamanda gittiniz. Benim parlementoda yaptığım konuşma telgrafım bizim tutumumuzu size açıklıyacaktır. İstemediğimiz konulara el atıp Türkleri şüphelendirmiyelim, fakat onlara işlerini iyi idåre ederlerse bizim yardımımızı ve desteğimizi sağlayacaklarını anlatalım. Bundan Türkleri himaye edeceğimiz anlamı çıkmasın, fakat himayekår davranacağımız anlatılsın. Şüphesiz işler her zaman şimdi olduğu kadar iyi gitmiyecektir. Önümüzde bizi beklemekte olan tehlikeleri bilemiyoruz. Türk halkına, bizim kavgalarımızın kendileriyle olmadığını, şimdi kendilerinin de istemedikleri iktidardaki mahlúklarla olduğunu anlatalım. Şayet Türkler anayasayı tam olarak ayakta tutar ve kendileri de kuvvetlenirse bunun sonuçları bizim şimdi göremeyeceğimiz kadar uzaklara gidebilir. Bu hareketin Mısır’daki etkisi inanılmıyacak kadar büyük olacaktır; bu etki Hindistan’da da hissedilecektir. Biz şimdiye kadar idåremiz altında bulunan Müslümanlara kendi dinlerinin başkanı olan milletin kötü bir despot tarafından idåre edildiğini söylüyorduk. Halbuki biz idåre ettiğimiz Müslümanlar için iyi bir despottuk ve bizim idåremiz altında daha mutluydular, çünkü bu insanlar mukayese imkånına sahip değillerdi, dolayısıyla farkın kendi lehlerine olduğunu kabule hazırdılar. Fakat şimdi Türkiye bir anayasa yapar, parlemento kurar ve hükûmet şeklini geliştirirse Mısırlılar da bir anayasa isteyeceklerdir. Bizim bu kuvvetle karşı koymamız çok güç olacaktır. Şayet Türkiye’de anayasa iyi işler ve işler iyi giderse Mısır’da ayaklanmalar olacaktır, bu bizim durumumuzu bozacaktır. Biz asla ne Mısır halkıyla ve ne de Türk hükümetiyle mücadeleye girmeyeceğiz. Bizim mücadelemiz Türk halkının hisleriyle olacaktır. Bunu çok dikkatle ele alınacak bir konu olarak veriyorum. Bu hususun haricinde bütün reform hareketlerini tutuyor görünün ve bana bilgi verin.


Atatürk, 23 nisan 1920'de ankara'da tbmm'yi açınca, padişah vahdettin, sırtını ingiliz işgal kuvvetlerine dayayan damat feritle birlikte milli mücadele'ye ve atatürk'e adeta savaş ilan etmedi mi? Milli mücadele sonrasında "hayatımı tehlikede hissediyorum" diyerek ingilizlere kaçan atatürk mü?
"Esir olan adam padişah olamaz. (...) haince hareket ediyor..." TBMM GİZLİ CELSE ZABITLARI , C1, S.136
TBMM'de 8 şubat 1921 tarihli gizli oturumda Muş Milletvekili hacı ahmet efendi, halife sultanın, sevr antlaşması'nın imzalanmasını kabul ederek "ecnebilere boyun eğen bir mahluktan yaratıktan başkab ir şey olmayacağını" söylüyor.
TBMM GİZLİ CELSE ZABITLARI C.1 S 412
Tbmm'Nin 23 nisan 1921 tarihli oturumunda Saruhan Milletvekili mahmut celal bey,"papaz fru isminde bir casus maalesef sultan osman'ın tahtında oturmakta olan bugünkü padişahı avucunun içine almış.." deyince istanbul milletvekilşi neşet bey, "o da onun gibidir. kahrolsun!" diye bağırıyor. TBMM ZABIT CERİDESİ, C. 10,S. 71
TBMM'nin 9 Temmuz 1921 tarihli oturumunda Antalya Mebusu Rasih efendi, bursa da osmanlı'nın kurucularının türbeleri üzerine venizelos'un oğlunun ayak basarak fotoğraf çektirmesine sessiz kalan padişah vahdettin'e "muzuriddin" adını takıyor. Bunun üzerine İstanbul mebusu Neşet Bey, "Bunu yaptıran o domuzdur" diye bağırıyor.
TBMM ZABIT CERİDESİ, C.11 , S.208
Tbmm'de 30 ekim 1922 pazartesi günü saltanatınk aldırılması için görüşmelere başlanıyor
O görüşmelerde antalya millettvekili hoca rasih efendi, padişah vahdettin'e cani ve hain diyor. Bütün islam dünyasının ona lanet ettiğini söylüyor.
TBMM ZABIT CERİDESİ, C.24, S.272
Ekstradan
İngiliz zırhlısıyla kaçan bir adam nasıl hain olamaz? Bir savaş çıksa X kişisi kaçsa o kişi hain ilan edilmez mi? Edilmezse vatansever mi olur?