BÜYÜK TAARRUZ HAKKINDA VE İFTİRALARA CEVAP
DİLİPAK İLE BAŞLAYALIM VE CEVAP VERELİM
D A.Dilipak: "20 Temmuz 1922, M.Kemal'in üzerindeki Başkomutanlık görevinin üç ay daha uzatılmasına ilişkin Meclisteki gizli müzarekeler sırasında, M.Kemal 172) Ahmet Nedim, TBMM'nin birinci dönemi hakkında da şöyle yazıyor: "M.Kemal Paşa, Meclisin üç ay çalışabildiği ilk dönemi sonrasında, riyasetin verdiği güçle, düşlediği otoriter yapının ilk ciddi uygulamalarını başlattı. Meclis alelacele tatile sokuldu ve aynı zamanda birer mebus olan ordu komutanları da cephelere sevk edildi. Son dönemin en büyük kurmayları sayılan Sakallı Nurettin, Mersinli Cemal, Cafer Tayyar, Refet, Şükrü, Halit, Ali Naili paşalar, aslında mevcutları birer tabur bile olmayan hayali tümenlerin komutanları sayılarak, Ankara'dan uzaklaştırıldılar... Meclis, yeni çalışma yılının başlangıcı olan 1 Eylül 1920 günü, hayli eksik bir kadro ile toplanabildi. Asker mebusların Ankara'ya dönmelerine izin verilmediği gibi muhafazakâr ve muhalif kimi mebuslar da, Meclis riyasetinin emri ile halkı yeni mücadeleye katılmaya teşvik ve irşat için Anadolu'ya dağıtılmıştı." (s.XIV-XV) Her satırı, hatta her kelimesi yanlış! Yazıcı, Meclis tutanaklarını inceleseydi, Birinci Meclis'in 23 Nisan 1920'den 1923 yılı Nisan ayı ortasına kadar aralıksız çalıştığını, hiç tatile girmediğini görür, okuyucularını bu masalla uyutmaya kalkışmazdı. Ayrıca, 1 Eylül 1920 günü, Meclis toplanmamıştır. (ZC., 3., s.460-461) Zaten toplantı yılları da, 1 Eylülde değil, 1 Martta başlıyordu. (1 Mart 1921: ZC., 9.C., s.2; 1 Mart 1922:18.C., s.2; 1 Mart 1923: 28.C., s.2) Komutanlara gelince: Sakallı Nurettin Paşa, Anadolu'ya Mayıs 1920'de geçer; kurmay ve mıîiotvekili değildir. 1921 yılında Merkez Ordusu Komutanlığına atanana kadar herhangi bir guevde bulunmamış, Taşköprü'de oturmuştur. Mersinli Cemal Paşa 16 Mart günü tutuklanıp Malta'ya götürülmüştür. Cafer Tayyar Trakya'dadır, Edirne'den milletvekili seçilmiştir ama Ankara'ya hiç gelmemiştir; 1920 Temmuzunda da Yunanlılara esir düşecektir. Halit Paşa -o tarihte yarbay, 20 Aralık 1920'de albay, 31 Ağustos 1922'de paşa olacak- o tarihte Doğu Cephesi'nde 9.Kafkas Tümeni komutanı; milletvekili değil. Türk ordusunda, Şükrü ve Ali Naili adında hiçbir paşa da yok. Yazıcı, galiba Şükrü Naili (Gökberk) demek istiyor ama iki kelimeyi biraraya getirmeyi başaramıyor. Albay Şükrü Naili Bey de o sırada Trakya'da, 49.Tümen Komutanı; Temmuz 1920'de Yunanlıların Trakya'yı işgalleri üzerine Bulgaristan'a, oradan da Anadolu'ya geçecek ve Kütahya-Eskişehir Savaşı'na katılacaktır; milletvekili değildir, 2.dönemde olacak, izmir'den milletvekili seçilen Refet Bele ise, -o tarihte o da daha paşa değil, 10 Ocak 1921'de paşa olacak-, kâh cephede, kâh Meclistedir, 6 Eylül 1920'de içişleri Bakanı olur. Malta'da bulunan Mersinli 'Cemal Paşa, Nurettin Paşa ile Refet Paşadan başka hiçbiri, Ordu ya da Cephe komutanlığı yapmamıştır. Bu kadar çok masalı, Grimm Kardeşler bile biraraya toplayamadı. 549 artık bu yetki ve görevlere ihtiyaç kalmadığını bildirdi. Ancak bu müzakereler sonunda, bu yetki ve görevlerin, süresiz olarak M.Kemal'in üzerinde kalması kabul edildi." (CG Yol, s. 108) M.Kemal, söz konusu oturumda, "bu yetki ve görevlere" değil, sadece 'olağanüstü yetkilere ihtiyaç kalmadığını' bildirmiştir. 'Bu yetki ve görevlerin, süresiz olarak M.Kemal'in üzerinde kalması kabul edilmiş' de değildir. Sadece Başkomutanlık görevi süresiz olarak uzatılmıştır. (ZC, 21.C., s.430-432) İki cümle, iki kallavi yanlış! Bunu ancak Dilipak başarabilirdi. D A.Dilipak: "Büyük Taarruz öncesinde, yurdun dört bir yanındaki generaller ve Ankara Hükümeti ile yakın işbirliği içindeki askeri erkan, bölgeye intikal ederek, hareketin komuta merkezini oluşturmuş ve 4 gün süren büyük taarruzdan sonra, zafere ulaşılmıştı!" (CG Yol, s.109) Bu ne demek acaba? M.Kemal Başkomutan, Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı, İsmet Paşa Cephe Komutanı, Nurettin Paşa LOrdu, Y.Şevki Paşa 2.Ordu Komutanı, Fahrettin Paşa Süvari Kolordusu Komutanı, Kazım (İnanç) Paşa da 6-Kolordu Komutanı. Büyük Taarruz sırasında, karargâhta ve birliklerin başında, bu kimselerden başka hiçbir 'paşa' yok. Cephe Karargâhında da (komuta merkezi) sadece ilk üç paşa yar: M.Kemal, İsmet Paşa, Fevzi Paşa! 'Yurdun dört bir yanından gelerek, komuta merkezini oluşturan' tek bir general adı daha sayabilirse, Dilipak'a artık takılmayacağıma söz veriyorum. Hele, 'Ankara Hükümeti ile yakın işbirliği içindeki askeri erkan' cümlesinin anlamı ne? Dilipak, bu kargacık burgacık ifade ile ne demek istiyor acaba? Cephe Karargâhında bazı yabancı subayların bulunduğunu, zaferin onların katkısı ile kazanıldığını söylemek istiyorsa, şunu açıkça, dürüstçe, cesaretle açıklasa da hak ettiği cevabı alsa. Ya da birinden Türkçe dersleri almaya başlasa. n İsmet Bozdağ: "M.Kemal Paşa, kullanılacak tabiyeyi (taktiği) kendi komutanlarına aktardığı zaman, İsmet Paşa dahil, bu tabiyenin karşısına çıkmışlardır." (Samanyolu Tv., 30 Ağustos özel programı, 30.8.1996) İsmet Paşanın ve, bütün komutanların, taarruz planına karşı çıktıkları, doğru değildir. Bu iddianın kaynağı, A.F.Cebesoy'un Siyasi Hatıralar adlı kitabında verdiği bir bilgidir, (s.49) Kesin taarruz emrini alana kadar, plana karşı çıkan kişi, 2.Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşadır. 27/28 Temmuzda yapılan ilk toplantıda, bazı kolordu komutanlarının da tereddüt ettikleri yazılıyor. Ama 20 Ağustosta yapılan son toplantıda Y.Şevki Paşadan başka itiraz eden olmamıştır. (F.Altay, On Yıl Savaş, s.329) Olayların tanığı olmayan Ali Fuat Paşanın, genişletilmiş bir söylentiyi, fazla ciddiye aldığı 550 anlaşılıyor. Şad adı verilen taarruz planının taslağı, Batı Cephesi tarafından hazırlanmıştır. Büyük Taarruz öncesi ile ilgili bütün belgeler de, TİH, 2.C., 6.Kısım, 1. ve 2. kitaplarda yer almaktadır. Bu belgeler dururken, İsmet Paşa dahil bütün komutanların, taarruz planına karşı çıktığını ileri sürmek, gerçekleri değiştirmek olur. Bu konuda Karabekir paragrafında daha fazla bilgi verilecek. D K. Mısıroğlu: "Toptan, tüfekten ziyade, halkın imanı sayesinde, çetin bir mücadele ba: sarıyla neticelenmiş ve düşman, Ege sahillerinden denize dökülmüştür. Burada, bizim de meşhura itibar ederek kullandığımız 'denize dökülme' tabiri yerinde değildir. Hakikatte Anadolu ortalarına kadar sokulan Yunan askerine karşı, ciddi bir imha muharebesi yapmaya muvaffak olunamamıştır.173 Mesela Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin, bir imha muharebesi halinde gerçekleştirilememesi, şayan-ı dikkattir! Bunun askeri olmaktan ziyade, siyasi sebepleri üzerine eğilmek, mevzuumuz haricidir. Fakat şu kadarını söyleyelim ki kaçırılan ve imha edilemeyen bu düşman askerleri, Lozan sulhu boyunca, bize bir tehdit vasıtası olarak kullanılmak üzere Trakya hududumuzda bekletilmiştir." (S.Mücahitler, s.363) a A.Dilipak, Mısıroğlu'nun 'siyasi sebepler' diye üstü kapalı geçtiği hususa, az çok bir aydınlık getiriyor ve diyor ki: "Yunanlılar daha sonra geldikleri gibi gittiler, ancak bu, halkın vatanı korumadaki sarsılmaz kararlılığı ve kapalı kapılar arkasındaki hâlâ mahiyetini bilmediğimiz siyasi pazarlıkla oldu... Yunanı denize döktük mü, yoksa geldikleri gibi gemilere binip gittiler mi?... Yunan işgal kuvvetlerinin çoğu, geldikleri gibi İngiliz gemilerine binip geri gitmişlerdi." (CG Yol, s.281, 109)174 Ruhça ve zihince sağlıklı insanların ileri süremeyeceği bu iddialar, cevaplanmaya değmez. Ama sağlı sollu yalan bombardımanı altındaki gençleri düşünerek, birkaç hususu belirtmek istiyorum. * 6-2-4-1. Yunan kayıpları a. Büyük Taarruz'a kadar: Yunan harp tarihi, 15 Mayıs 1919'dan 26 Ağustos 1922'ye kadarki Yunan kayıplarının sayısını 39.656 olarak veriyor. (Yunan Askeri Tarihi, s.1025) Bu sayının doğru olduğu şüphelidir. Yunan monografi ve anılarında bile, kayıp sayısının daha yüksek olduğunu belirten birçok ayrıntı bulunuyor. 173) Mahut yüzbaşı H.C.Armstrong da, aynı kanıda: "Anadolu düşmandan temizlenmişti. Bu bir mucizeydi ama Yunan ordusu yine kaçmıştı." (Bozkuıt, yeni çeviri, s.137) Ne kadarı kaçmış? Yoğun bir İngilizce sessizlik! 174) Işık hızıyla uyduruyorlar; Türk Taarruzunun başladığından ve 30 Ağustosta iki Yunan kolordusunun çevrildiğinden, ingiliz hükümetinin haberi bile yoktur ki siyası bir temasa girişsin' ingiltere'nin Atina maslahatgüzarı Bentick, 31 Ağustos sabahı bile Londra'ya, "Durumun tamamen sakin olduğunu" bildirmektedir. (B.N.Şimşir, Sakarya'dan izmir'e, s.464) 551 b. Büyük Taarruz: Son âna kadar düşmandan ve dünyadan gizlenebilmiş olan Türk taarruzu, baskın şeklinde 26 Ağustos sabahı başlar ve 27 Ağustos öğle üzeri, Yunanlıların bir yıldır tahkim ettikleri Afyon güneyindeki cephe yarılır. Bu tek darbe ile 225.000 kişilik Yunan ordusu dört parçaya bölünür: 1. Dövüşerek, eriye eriye İzmir'e doğru geri çekilen General Frangu grubu, 2. Dumlupınar'a doğru birlikte çekilen Yunan 1. ve 2. Kolorduları (General Trikopis ye Digenis kuvvetleri: 5 tümen, bağlı birlikler, çeşitli askeri teşkiller), 3. Güneyi boş kalınca, Bandırma ve Erdek'e çekilmeye başlayan Yunan 3 Kolordusu (Bu kolorduya bağlı, zalimliği ile ünlü 11. Yunan Tümeni esir alınacaktır), 4. Bu üç asıl grup dışında kalan 15.Yunan tümeni (Bağımsız Tümen) ile cephe gerisinde bulunan bazı bağımsız alaylar. Bu grup ve birliklerin bir bölümü esir edilmiş, hepsi ağır kayıplar vermişlerdir. Ayrıntılarını aşağıda göreceğiz. Yunan ordusunun kalıntıları, Çeşme, Dikili ve Erdek'ten Yunan adalarına ve Doğu Trakya'ya (Tekirdağ) kaçacaklardır. Kaçabilenlerin sayısını da, Yunan ve Türk kaynaklarına dayanarak açıklayacağım. Son Yunan askeri de 18 Eylül 1922 günü Erdek'ten son Yunan gemisine biner ve Anadolu'da bir tek silahlı Yunanlı kalmaz. Bütün Yunan kaynaklarının 'Küçük Asya felaketi' (Mikroasyatiki katastrofi) diye andıkları bu çok ağır yenilgi üzerine, Yunanistan'da ihtilal olur, Konstantin tahtını terk eder. 28 Kasımda da, eski Başbakan Gunaris, eski Bakanlar Teodakis, Baltacis, Stratos, Protopapadakis ile eski Başkomutan Hacı Anesti kurşuna dizilirler. Amiral Gudasj General Stratigos ise müebbet hapse mahkûm edilir, eski 2.Kolordu Komutanı General Prens Andrea ordudan uzaklaştırılır ve mallarına el konulur.175 İzmir Genel Valisi Stergiyadis, D.Ferit gibi Fransa'ya kaçarak canını kurtarır. Bu dehşetli yenilginin ve bütün hülyalara son veren yıkımın derin etkileri yıllarca sürecek, Yunan toplumu 14 yıl kendine gelemeyecek, bir türlü istikrar bulamayacaktır. Bu süre içinde 19 defa hükümet, 3 defa rejim değişir, 7 askeri hükümet darbesi olur. (D.VValder, Çanakkale Olayı, s.409) Bu unutulmaz yenilginin utancı ve kompleksi -Kıbrıs'a beklenilmez Türk müdahalesi ile bozulan planları yüzünden daha da artmış olarak-, bugün de devam ediyor. Yunanlı politikacıların bütün davranışlarında, bu utancın ve kompleksin etkilerini görmemek imkânsız. Haklılar. Unutulabilecek bir yenilgi değil!176 175) (D.VValder, Çanakkale Olayı, s.398 vd.; M. L.Smith, Anadolu Üzerindeki Göz, s.349 vd.) Kons-tantin'in kardeşi olan Prens Andrea, bugünkü ingiliz Kraliçesi Elizabeth'in eşinin babasıdır. Eski Başkomutan General Papulas 1922'de suçsuz görülürse de, bir başka sebepten dolayı 1935'te kurşuna dizilecektir. (M.L.Smith, a.g.e., s.370) 176) Bazı Yunan milletvekilleri, 1995 Haziranında Apo'yu ziyaret ederler. Aleftrotipia gazetesinin verdiği habere göre, Pasok milletvekili Kostas Baduvas, Apo'yu, "Büyük asker, büyük diplomat, büyük tarihçi ve büyük konuşmacı" diye övmüş ve şöyle demiş: "Türklerden hepimiz adına intikam alın!" Büyük asker vs. Apo da şöyle demiş: "Bizim galibiyetimiz, sizin galibiyetiniz olacaktır." (Milliyet, 26 Haziran 1995,1/.sayfa) 552 Ebediyen Batı Anadolu'da kalmak için gelmiş, yayılmış ve yerleşmiş 225.000 kişilik Yunan ordusu ile Rum milisler, Rum, Ermeni ve Çerkez çetelerinin temizlenmesi, sadece 24 gün sürmüştür. Yunan ordusunun çekilişi de, ondan sonrası da, Yunanlılar ve onları izleyen Anadolu Rumları bakımından tam bir karmaşadır.177 Bu yüzdendir ki uzun zaman Yunan kaynaklarında, kayıplarla ilgili ciddi ve ayrıntılı bilgiler yer almamıştır. Sonraki bilgiler ise, genel olarak dayanaksız ve kaba taslaktır, hiçbiri kesin ve inandırıcı değildir, Yunan moralini ve onurunu kollama gayreti içindedir. 1. ve 2. Yunan Kolorduları Dumlupınar'a doğru üç günde çekilebilmişler-dir. Bu çekilişin son iki günü ile ilgili ayrıntılar incelenirse, bu kolordu birliklerinin, Dumlupınar'a varmadan önce de, ne kadar yıpranıp eridikleri anlaşılır.178 30 Ağustos Başkomutan Meydan Savaşı, Yunanlılar için tam bir felaket olmuştur.179 177) Yunanlı General Fessopulos, Küçük Asya Ordumuzun Dağılması adlı kitabında, şöyle yazıyor: "Ordu dağılıyor ve tavşanlar gibi kovalanıyor... Yunan askeri inek gibi teslim oluyor." (s.98) Spyridonos da özet olarak şöyle diyor: "Yunan ordusu bir hafta içinde o hale geldi ki Türkler alay ediyor ve telsizle yayımladıkları çağrılarla Yunanlılara şöyle sesleniyorlardı: 'Yunanlılar nereye gidiyorsunuz? Tarihinizi düşünün! Durunuz da sizinle muharebe edelim!"' (Harp ve Hürriyetler, s.230) 178) Yunan ordusunun o zamanki 2.Kurmay Başkanı Albay Mihal N.Passari'nin kitabından, ilk iki güne ilişkin bazı parçalar: (26 Ağustos:) "Düşman topçusu, isabetli ve mütemadi ateşi ile birlikleri parçalıyordu...", "[Cepheden orduya gelen] kayıpla ilgili (düşük) sayılar, hakikatten çok uzaktı. Yalnız SS.Alayın bir taburu, bir buçuk saat içinde 21 subaydan 17'sini ve 700 askerden yarısını kaybetmişti...", (27 Ağustos:) "13.Tümenin 2.Alayı ile 12.Tümenin 46.Alayı, savaş dışı olmuş ve dağılmıştı.", "4.Tümenin sağ kanadı mahvedildi...", "Muazzam zayiat, panik ve telaş... düzensiz bir şekilde geri çekilmeler başladı...", "Çekilme emirlerini birliklerin mahvolmaları takip etti... Bu feci mağlubiyet bütün biriiklere sirayet etti...", "Bazı birlikler, düşman kasırgasının dalgalarına ümitsizce karşı koyarak, düşman topçusunun cehennemi ateşi içinde mahvoldular...", "84 uzun menzilli top tamamen mahvoldu." (Küçük Asya Ordusunun Çözülmesi ve Esareti, 2.C., s.1, 12,13,16,28,30,32) 28 Ağustos sabahı, 23.Türk Tümeninin baskınına uğrayan Yunan 4.Tümeni bütünüyle dağılır. (K.D. Kanellopulos, Küçük Asya Mağlubiyeti, 2.C., s.15; Spyridonos, Harp ve Hürriyetler, s.250 vd.) Sonrasını General Stratigos, şöyle tamamlıyor: "Mütemadiyen savaşarak yapılan bu geri çekilme hareketi, bütün birliklerin parçalanmasına, malzemesinin büyük bir kısmının elden çıkmasına sebep olmuştu. Böylece ortaya çıkan yiyecek ve cephane yokluğu, büyük felaketlere yol açmıştı... Dört gün süren korkunç ve ümitsiz bir mücadele içinde bocaladıktan sonra, geri çekilen birlikler esir olmuş, birliklerinden ayrı düşen erler şuraya buraya dağılmış, Ordu Komutanı da Murat Dağının güneyinde teslim olmak zorunda kalmıştı." (Yunanistan Küçük Asya'da, s. 182) General Stratigos, güneyde kalan ve izmir'e doğru çekilen Frangu grubu için de şöyle yazmaktadır: "Bu kuvvetlerin büyük bir kısmı, daha yollarda iken imha edilmişti." (181-182) Spyridonos da, 'Frangu grubunun iskelet haline geldiğini' belirtiyor, (s.265) General Lufas'ın açıklaması: "Ordunun tek düşüncesi güney grubunu (Frango grubu) kurtarmaktı... O güne kadar vuku bulan zayiattan dolayı bu muazzam grub tamamiyle dağılmıştı." (Aktaran E.Lahanokardos, s.9) Kanellopulos, Frangu grubunun sonunu şöyle anlatıyor: "12.000 piyade, 1.000 süvari... Oysa bu grup, on gün önce, 100.000'e yakın piyadeden kurulu idi." (Küçük Asya Mağlubiyeti, 2.C., s.97) "Frangu grubu, artık asker olmaktan çıkmış bir takım perişan insan kümeleri... İzmir'e doğru kaçan bir sürüdür." (Baj Makario, 1919-1922 Türk-Yunan Harbine Ait Notlar, s.103). 179)General Trikupis diyor ki: "Bugünkü muharebe, askerlerimiz tarafından, ordumuzun maruz kaldığı büyük kayıba işaret olarak, 'ölüm geçidi' adıyla anılmaktadır "-(Hatıralar, 2.C, s.34) 553 Toplarının çok büyük kısmı, taşıtlarının tamamı mahvolur. O günün gecesi, sağ kalabilen Yunanlılar, çil yavrusu gibi dört bir yana dağılırlar. Bu ölüm çukurundan kurtulabilenlerin bir kısmı, sonradan esir edilmiş (mesela General Trikupis, Dige-niş ve yanındakiler), küçük bir kısmı ise Yunan ordusuna katılabilmiştir. Yunan kaynakları, Yunan ordusuna katılanlar hakkında bazı yuvarlak sayılar veriyorlar ama bunların hayli şişirme oldukları anlaşılıyor. Savaş boyunca, Türklerin aldıkları esir, top ve sair malzeme, Türk ordusunca sayılarak kayda geçirilmiştir. Bunlar bellidir. Fakat genel Yunan kaybı hakkındaki Türk kaynaklarında yer alan sayıların da, genel olarak tahmine dayalı olduğunu söyleyebiliriz. Ordu, kuş uçuşu 300 kilometrelik bir mesafeyi, dövüşerek 14 günde almıştır. Bu hızlı Türk takibi ve Yunan kaçışı içinde, Yunan kayıplarının tam olarak saptanamamış olmasını doğal karşılamak gerekir. Genel Yunan kaybını, bazı verilerden hareket ederek, şöyle hesaplayabiliriz. Savaş başladığı zaman, Anadolu'daki Yunan ordusunun kuvveti, tam olarak, 224.623 kişiydi. (Korgeneral Dusmanis, Küçük Asya Harbinin İçyüzü, 2.C., s.283-289) Türk ve Yunan kaynaklarına göre kurtulanların sayısı ise, şöyledir: 9 Eylüle kadar İzmir'den kaçanlar: 20-30.000 kişi.180 Urla ve Çeşme'den gemilerle kaçabilenler (General Frangu grubu): 15.000 kişi. (Yunan Askeri Tarihi, s.901) Dikili'den kaçan Bağımsız Tümen: 7.500 kişi. (D.T.Ambelas, Yeni On Binlerin İnişi, s. 150) Gemlik, Bandırma ve Erdek'ten kaçabilenler (Yunan S.Kolordusu): 60.000 kişi. (Yunan Askeri Tarihi, s.963)181 Türklere göre kurtulabilenler, 67.500-77.500. kişidir; (TİH, 2.C., e.Kısım, 180) Yunan kaynaklarında bu hususta ciddi bir açıklama yok. Bu sayı, Türk ordusunun tahminidir (TİH, 2.C, 6-Kısım, S.Kitap, s.245) 181) Bu sayı kesinlikle şişirmedir. Gemlik, Bandırma ve Erdek'ten kaçanlar, dört tümenli 3.Yunan Kolordusu ile iki bağımsız alaydır (47.ve 57.Alaylar). Toplam mevcudu yaklaşık 60.000 kişidir Dört tümenden biri olan Bağımsız Tümen, iki alayı ile 3.Kolordudan ayrılacak ve Dikilli'den kaçacaktır. Kolordu emrindeki 11.Yunan tümeninin iki alayı, topçu ve bağlı birlikleri ise, tamamen esir alınmıştır. [Yunan Askeri Tarihi, esir olanların sayısını 4.500 olarak veriyor, (s.983) Türk resmi kayıtlarına göre ise, yalnız 11 .Tümenden alınan esir sayısı bile 6.700 kişidir. (TİH, 2.C., 6-Kısım, S.Kitap, s.205)] Bu kolordunun birlikleri, 26.8'den 18.8'e kadar 24 gün savaşmışlar ve elbette savaş kaybına uğramışlardır. [Yunan Askeri Tarihi, bu süre içinde verilen kayıbı da 584 olarak gösteriyor (s.963) Oysa 1.Yunan Tümeni komutanı, verdiği raporda, yalnız bu tümenin 26-27 Ağustos kayıplarının bile 2.000'den fazla olduğu bildirmektedir. (Aktaran, TİH, 2.C.,6.Kısım, S.Kitap, s.245)] Savaşa 60.000 kişi ile başlayan, bir tümeni kendisinden ayrılan, bir tümeni esir edilen ve şu ya da bu kadar da kayıp veren bir gruptan, hiç eksilme olmamış gibi 60.000 kişi nasıl kurtulur' Türk askeri tarihi, kurtulanların sayısını "en fazla 20.000" kabul ediyor, (a.g.e., s.245) Kuzey Batı Anadolu bölgesindeki savaşlara ilişkin Türk ve Yunan belgeleri ve anılar incelenirse, bu sayının gerçeğe çok yakın olduğu görülür. 554 S.Kitap, s.245) ama biz, kısmen şişirme olmakla birlikte Yunan askeri tarihinin verdiği sayıyı doğru kabul edelim: 82.500 kişi!182 225.000-82.500=142.500. Bunun 20.826'sını sağlam ya da yaralı esirler oluşturmaktadır. (TİH, 2.C., 6- Kısım, 2.Kitap, s.244)183 Geriye, 121.500 kişi kalıyor. İşte Yunanlıların, 26 Ağustos-18 Eylül arasında, Anadolu topraklarında bıraktıkları en az ölü sayısı budur. Bu sayı, Türk ordusunun hesabı esas alınırsa, 160.000'dir.184 Yunanlılar bu savaşa 450 topla girmişlerdi. (TlH, 2/6, 2.Kitap, s. 16) 450 topun 365'ini Türklere ganimet olarak bırakırlar. (TİH, 2.C., ö.Kısım, S.Kitap, s.244 ve 8 no.lu çizelge)185 Ordu ve 1. Kolordu Komutanı General Trikupis, 2.Kolordu Komutanı General Digenis, 4.Tümen Komutanı General Dimaras, 11.Tümen Komutanı General Kla-das, 12.Tümen Komutanı Albay Kalidopulos, 13.Tümen Komutanı Albay Kaibalis, 1. ve 2. Kolordu Kurmay Başkanları da esirler arasındadır. Yunan ordusu, canlı varlığının yarıdan çok fazlasını, silah ve araçlarmınsa çok büyük bir bölümünü Anadolu'da bırakmıştır. Bu yenilgi, Yunanlılar için gerçekten tam bir 'felaket1 olmuştur.186 Mısıroğlu ile Dilipak'ın iddia ettiği gibi, 'Yunanlılar denize menize dökülmeden, geldikler gibi gittiler' ise, niye bütün Yunanlılar bu olayı, yenilgi olarak değil de 'felaket' diye anıyorlar? Yoksa Yunanlılar da mı Kemalist? • Bazı alıntılar: n "Dünya üzerinde istila orduları, Yunanlıların uğradıkları büyük bozgun gibi yenilgiyle pek az karşılaşmışlardır." (General C.H.Sherill, Atatürk İçin Diyorlar ki, s.29) D İngiltere'nin Atina Maslahatgüzarı Bentick'ten Lord Curzon'a: "[Yunan] Dışişleri Bakanı durumun pek vahim olduğunu söyledi." (1 Eylül 1922, Bilal N.Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s.472) 182) Anadolu'daki Yunan ordusu, 26 Ağustos günü, 13 tümen ve üç tümen değerinde 9 bağımsız alaydı. Yunanlılar, kurtulan asker ve malzemeyle sadece 4 tümen kurabilmişlerdir. (C.Erikan, Kurtuluş Savaşımızın Tarihi, s.209, 243) • Öteki Yunanlılar nerede? Bizimkiler açıklasalar da Yunanlıların üzüntüsü azalsa. 183) D.VValder, "İzmir ve civarında esir düşen Yunanlıların sayısı 40.000'i buldu." diye yazıyor. (Çanakkale Olayı, s.217) Bu da abartılı bir sayıdır. 184) Büyük Taarruz'dan öncekilerle birlikte Yunanlıların, Anadolu macerasında toplam 200.000 civarında kayıp verdikleri anlaşılıyor. 185) Ele geçirilen Uçak, taşıt, silah, cephane vb. için, TİH, 2.C, 6.Kısım, S.Kitap, s.265. 186) Birkaç Yunan kaynağı daha: E.Lahanokardos, Küçük Asya Felaketine Dair; Anadolu Faciası Hk. General Sarıyanis'in Şayan-ı Dikkat ifşaatı; Küçük Asya Felaketinden Kimler Mesuldür, Venizelos'un üç demeci. (ATAŞE Kitaplığı) 555 G Ordu İrtibat Subayı Binbaşı Panayakos'un raporu: "Elde kalan birliklerin de iskeleti arka arkaya çözülmektedir... Açlık felaketi tamamlayacaktır..." (1 Eylül 1922, Y.L.Spyridonos, Harp ve Hürriyetler, s.265) a İngiltere İzmir Başkonsolosu Harold Lamp'ten Lord Curzon'a: "Askeri durum ümitsiz hale geldi... Yunan ordusu tam kaçış halinde ve daha fazla direnişe muktedir görünmüyor..." (2 Eylül 1922, Bilal N.Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s.474) D Patrik Meletios'tan Venizelos'a: "Anadolu'daki Helenizm, Yunan devleti ve tüm Yunan ulusu, hiçbir kuvvetin kurtaramayacağı bir cehenneme düşmek üzeredir." (7 Eylül 1922, M.L.Smith, Anadolu Üzerindeki Göz, s.311) a "Yunan ordusu kin dolu ve paniğe kapılmış bir 'güruh' haline geliverdi... Bazı birlikler Türklere karşı koymayı denedilerse de, çoğunlukla panik, mantığa üstün geldi ve denize doğru kaçışta, ardı sıra terk edilmiş yüzlerce top, cephane, binlerce tüfek ve araç-gereç bırakarak sürdü gitti. Bozgunun son bölümünde Yunanlıların kaçışı o kadar hızlanmıştı ki, cesur Türk süvarileri, düşmanla temas kuramaz olmuştu..." (D.VValder, Çanakkale Olayı, s.206, 208) D "...Yunan ordusunun nasıl parça parça olduğunu bilmeyen yok.. 9 Eylül günü İzmir rıhtımlarına nasıl sürünerek vardıklarını., öğrenmeyen kalmadı. [Bizim Vahidettinciler hariç!] " (A.J.Tonybee, Türkiye, s.129) * 6-2-4-2. 30 Ağustos Savaşı Mısıroğlu'nun, 30 Ağustosla ilgili iddiasını tekrarlamama izin veriniz: "Mesela Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin, bir imha muharebesi halinde gerçekleştirilememesi, şayan-ı dikkattir! Bunun askeri olmaktan ziyade, siyasi sebepleri üzerine eğilmek, mevzuumuz haricidir." \ Nedir bu siyasi sebepler? Yazmıyor. Mısıroğlu'nun komik senaryosuJna-lum. Ona dayanarak biz bir tahmin yürütelim. Eğleniriz. Türk ordusu, ilk dört gün kıyasıya savaşır, Yunan ordusunu darmadağınık eder, büyük zayiat verdirir ama tam iki Yunan kolordusunu çevirdiği 30 Ağustos günü, iş değişir. İngilizler, nasıl becerirlerse, araya girerler, "Aman Paşam.." derler M. Kemal'e, "..biz bu Yunanları göstermelik olarak İzmir'e çıkarıp Anadolu'nun içine salmıştık, göstermelik olarak yakıp yıkmalarını istemiştik, göstermelik olarak ırza ve namusa tecavüz etmelerini söylemiştik, galiba biraz ileri gittiler ama affetmek büyüklüğün şanmdandır, bu oyunun sonuna geldik, aman bunlara artık yüklenmeyin, sakın üstlerine fazla gitmeyin, topçu mopçu kuru sıkı ateş etsin, piyade havaya ateş açsın, süvariler bunları kılıçtan geçirmesin de kılıç-kalkan oyunu oynasın. Ordu, kolordu, tümen ve alay komutanlarına tembih ediniz, onlar da tek tek bütün subay ve erlere, 'acınız büyük, içiniz intikam ateşiyle kavruluyor; 10 aydır 556 taarruz eğitimi görüyorsunuz, milletçe dört yıldır bu günleri bekledik ama zarar yok, İngilizlerin güzel hatırı için Yunanlara iyi davranın, sonra da ciddi bir takip yapmayın, kaçmalarına göz yumun' diye durumu anlatsınlar, bu işi tatlıya bağlayalım." M.Kemal de bu ricayı hemen kabul eder ve durumu, Fevzi, İsmet, Nurettin ve Yakup Şevki Paşalara, Ordu Topçu Komutanına, Cephe Kurmay Başkanı Albay Asım Beye ve Cephe karargâhındaki kurmay subaylara sözlü olarak aktarır, savaşın buna göre yönetilmesini emreder. Ordu Komutanları da Kolordu Komutanlarına, onlar da Tümen Komutanlarına, Tümen Komutanları da Alay Komutanlarına, (telgrafla, telefonla, telsizle, ışıldakla, haber uçaklarıyla bu emri yıldırım gibi duyururlar. Ne olacak, Türk ordusunda o sıra her türlü haberleşme aracı var, hem de sürüsüne bereket. Belki de her takım komutanının göğüs cebinde bir cep telefonu bulunuyordu! 15 bin kilometre kareye yayılmış olan Türk ordusudaki herkes, böylece Başkomutanın özel ve gizli emrini o sabah öğrenir, ölene kadar kimseye söylemeyeceğine ve bir yerlere yazmayacağına yemin eder ve 30 Ağustos günü, şahlanmış ordu birdenbire süt kuzusuna döner, çevrilmiş olan Yunan tümenleri, imha edilmez. Askerler uzaktan uzağa selamlaşıp birbirlerine mektup, sigara, konserve atarlar, savaşacakları yerde, yakan top oynarlar. Hatta Yunan birliklerine, Kızıltaş Vadisi'nden sıvışabilmeleri için Türk kılavuzlar verilir, İzmir'e kadar sıkı bir takip yapılmaz, mesela süvariler rahvan giderler, piyadeler Mehter gibi dura dura yürürler. Yunanlılar da rıhtıma dayanmış İngiliz gemilerine binip İzmir marşını söyleyerek, uğurlayan Türklere el sallaya sallaya, neşe içinde Türkiye'den ayrılırlar... Hazret, üç aşağı beş yukarı böyle bir şey geveliyor ağzında. Çömezi Dili-pak da, aynı komik senaryoyu, sanki yaydan çıkmış oku durdurmak mümkünmüş gibi ciddiyetle sürdürüyor: D "Yunanlılar daha sonra geldikleri gibi gittiler, ancak bu... kapalı kapılar arkasındaki hâlâ mahiyetini bilmediğimiz siyasi pazarlıkla oldu... Yunanı denize döktük mü, yoksa geldikleri gibi gemilere binip gittiler mi?. Yunan işgal kuvvetlerinin çoğu, geldikleri gibi ingiliz gemilerine binip geri gitmişlerdi."187 (CG Yol, 109,281) Ve bu yazıcılar, son savaş ve kesin zafer için yetiştirilmiş, coşturulmuş, iki yüz bin savaşçının bulunduğu Türk ordusunun komutan ve erlerinin, kapalı kapılar ardında (!) gerçekleştirilmiş çok gizli bir siyasi pazarlığa uyarak (!), Yunanlıların geldikleri gibi gitmelerine göz yumduklarını, gerektiği gibi savaşmadıklarını, sava187) Yunan kaynaklarında, ordu artıklarının hangi Yunan gemileri ile adalara ve Tekirdağ'a taşın-' dıkları yazılıdır. Aralarında, tek bir ingiliz gemisi bile yok. ingilizler, izmir'den ancak kendi uyruklarını kaçırmak için gemi gönderirler. (M.LSmith, Anadolu'nun Üzerindeki Göz, s.331 vd.; D.VValder, Çanakkale Olayı, s.208 vd.) Dılipak, bu uydurma marazından kurtulmak için acele bir şeyler yapmalı. 557 sır gibi yaptıklarını ileri sürüyor ve aklı başında insanlarmış gibi de aramızda yaşayıp duruyorlar.188 Muhtemelen bu masala inananlar da var! Bir de, Yunanlılar ne diyorlar, ona bakalım. İki alıntı: • Bu savaşta bulunan ve burayı 'ölüm çukuru' diye anan K.D.Kanellopulos, 1.Kolordu karargâhında görevli bir subaydır ve 30 Ağustos Savaşı'nı, bütün deh-seliyle yaşamıştır. Anı-incelemesinde, Yunanlılar bakımından, o günle ilgili çok acı ayrıntılar yer almaktadır. (Küçük Asya Mağlubiyeti, 2.C., s.61-81) Üç cümlesini aktarıyorum: "Trikupis grubu erimişti... 11 sahra ve 4 skoda bataryası savaşın ilk anlarında yok oldular... Bu muazzam mücadelenin kahramanları, felaket selinin büyüklüğü altında kayboldular." (s.79, 81) • Yunan Askeri Tarihi de 30 Ağustos Savaşı'nı, şöyle anlatıyor [özet]: "... Saat 16.00'da Türk topçu ateşi şiddet kazandı ve iç hattın tümüne yayıldı. Türk ateşi başlı başına bir trajedi yarattı. Otomobiller ve diğer vasıtalar ateş alıyor, beraber bulunan muharip olmayan askerlerin zayiatı büyük oluyordu. İsabet kaydeden dokuz cephanelik patlayarak, etrafa dehşet saçtı. Saat 16.00'dan itibaren durum çok kritikleşti. Türk topçusu, ateşini daha da şiddetlendirerek, her şeyi yakarcasına, muharebe meydanını adeta salhaneye çevirdi. 1 ve 2. Kolordular, bu ateş çemberinin içinde korumasız bulunuyordu. Ayrıca Türk baskısı, Çalköy batısında savaşan 12. ve S.Tümenlere bağlı zayıf kuvvetler üzerinde de çoğalmaya başladı ve bunları yıkmaya başladılar. [M.Kemal'in Zafer Tepe'den yönettiği hücumlar bunlar!] Türk kuvvetleri büyük zayiat verdikleri halde, hücumları inatla ve artan bir şiddetle devam ettiğinden, durum gittikçe daha vahim bir hal alıyordu. Saat 19.00'dan sonra, 12.Tümen muharebe hattı, düşmanın artan baskısı altında çökünce, tümen Ürkmez çayının güneyindeki tepelere çekiliyor ve orada güçlükle tutunmaya çalışıyordu. Bütün subaylar saf dışı edildi. En iyileri öldü. Ölenler arasında iki alay komutanı da vardı... Bu kuvvetler büyük zayiat verdiklerinden, tam bir düzensizlik içinde, gerilere çekildiler. Bu düzensiz çekiliş, içte bulunanları da sürüklerken, Çamlık Tepe bölgesinde bulunan topçular da, atışlarını durdurarak, dört nala batıya doğru kaçmaya başladılar, Bunları taklit eden, taşıt birliklerinin katırları, yüklerini atarak bu istikameti takip ettiler. Çok kısa bir zaman içinde gelişen bu olaylardan dolayı meydana gelen inşan seli, bölgenin [doğu] kısımlarını boşalttı. Kaçanların tümü, Türk topçusunun sık ateşi altında olan bölgeden uzaklaşmak istiyordu. Allıviran (Allıören) Muharebesi [Yunanlılar bu muharebeyi böyle anıyorlar], beş günlük muharebenin neticesidir. Bu muharebe ile Trikupis Kolordusunun [ve Digenis Kolordusunun] mağlup edildiği ve Allıviran muharebesinden sonra da dağıldığı görülmektedir. 188) F.Bouıllort'dan Başbakan Poincare'ye, Çanakkale sorunu ile ilgili 29 Eylül 1922 günlü gizli telgraf: "M.Kemal ile dört saat görüştüm. Durumu güç. Askerini zorzaptediyor." (B.N.Şimşir, ingiliz Belgelerinde, 4.C, s.CXLVI) 558 Bu mağlubiyet, Frangu grubunun moralinin büyük çapta azalmasına sebep olduğundan, Yunan ordusunun Küçük Asya'yı boşaltmasında en büyük etkenlerden biridir.. Gecenin gelmesi ile Türk topçusu, kendi kuvvetlerine zayiat verdirmemek gayesi ile ateşini kesti. Saat 20.30'da batıya çekilmeye başladı. Çekiliş tam bir düzensizlik ve kargaşalık içinde oldu.. Taşıt eksikliğinden, yürüyemeyen yaralılar terk edildi. Generallerden erlere kadar herkes., utanç duyuyor, büyük fedakârlıklarının boşa gitmesinden dolayı çöküyor ve azap çekiyordu." (s.835-843) Devamı da şöyle: Kurtulabilen Yunan askerleri, Kızıltaş vadisinden geçerek, parça parça Murat Dağına dağılır ve batıya doğru çekilmeye çalışırlar. Bunlar sonra ne olurlar? Onu da görelim. \ Türk Süvari Kolordusu, Kızıltaş Vadisinin ağzını kapatmaya yetişememiş, vadinin derinliklerini tutmuştur. Bu vadiye giren Yunanlıların bir kısmı, Kızıltaş Vadisinde, Murad Dağının kuzeyinde ve batı eteklerinde, süvariler ve silahlanmış köylüler tarafından yok edilir.189 Bir kısmı esir edilir. (Trikupis-Digenis, Dimaras-Kalidopulos kolları ve ötekiler) Bir kısmı ise Frangu grubuna katılmayı başaracaktır. Bunlardan savaşa devam edenlerin büyük kısmının da, katıldıkları Frangu grubunun çoğunluğuyla birlikte, yok olduğu anlaşılıyor. Frangu grubuna katılmak yerine, İzmir'e doğru kaçan disiplin dışı küçük sürülerden bazılarının da (M.L. Smith, Anadolu Üzerindeki Göz, s.323 vd.; Sprydonos, Harp ve Hürriyetler, s.265 vd.), süvariler, çeteler ve halk tarafından esir edildiklerini ya da temizlendiklerini görüyoruz. Ancak ufak bir kısmı izmir'e ulaşarak kurtulmuşlardır. Smyrna adlı Yunan fotoğraf albümünde, bu kurtulan, bitik ve korkudan gözleri yerlerinden uğramış askerlerin resimleri var. Ölünceye kadar kendilerine gelebildiler mi bilmem? Çocuklarının bile, hâlâ bu büyük felaketin acısını unutamamış olduklarını görüyoruz. Kısacası, savaşın bin bir cilvesinin birinden yararlanarak, ölüm çukurundan kaçabilenlerin büyük çoğunluğunun sonu da böyle,190 Şmdi Mısıroğlu ile Dilipak'ın yazdıklarını bir daha okuyalım: a "..Ciddi bir imha muharebesi yapmaya muvaffak olunamamıştır. Mesela Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin, bir imha muharebesi halinde gerçekleştirilememesi, şayan-ı dikkattir! Bunun askeri olmaktan ziyade, siyasi sebeplen üzerine eğilmek, mevzuumuz haricidir." 189) S.Selışık, Büyük Taarruzda I.Süvari Tümeni, s.51-56; Ziya Göğem, Murat Dağlarında, s.15 vd.; Baj Makario, s.99. 190) Fevzi Çakmak diyor ki [özet]: "Yunanlılar, 26 Ağustos günü, durumu iyice idrak edip o geceden itibaren, süratle çekilmek yolunu tutmuş olsalardı, belki kendilerini bekleyen demir ve ateş çemberi içine düşüp mahvolmak akıbetinden kurtulabilirlerdi. 48 saat geçtikten sonra, Yunanlılar için artık her şey bitmişti. Kaçmaya çalıştılar ama iş işten geçmişti. Her taraftan çevrilmişler ve imha (yok etme) tedbirleri, tatbikat ve fiiliyat sahasına geçirilmişti. Kuşatılmış olan Yunanlılardan kaçabilenler, yollarda da vurula eriye, kimi esir, kimi maktul ola ola, en son kılıç artıkları da İzmir'de ya denize dökülmüş, ya haklanmışlardı." (Yakın Tarihimiz, 3.C., s.33-34) 559 n "Yunanlılar daha sonra geldikleri gibi gittiler, ancak bu, halkın vatanı korumadaki sarsılmaz kararlılığı ve kapalı kapılar arkasındaki hâlâ mahiyetini bilmediğimiz siyasi pazarlıkla oldu... Yunanı denize döktük mü, yoksa geldikleri gibi gemilere binip gittiler mi?" Başta Yunanlılar olmak üzere, bütün dünyanın kabul ettiği bu kesin ve olağanüstü Türk zaferini, küçültmek, sulandırmak, akıl ve gerçek dışı iddialarla karalamak istiyorlar. Yunanlıdan çok Yunancı olmaktan da çekinmiyorlar.191 Velhasıl Ali Kemal'i aratmıyorlar. • K.Karabekir'in Büyük Taarruz ile ilgili görüşlerini, Karabekir paragrafında aktaracağım.192 * 6-2-4-3. Zaferden sonra n A.Dilipak: "M.Kemal, İzmir'in kurtarılmasından sonra İzmir'e gelerek, burada yaşayan Rum halkına güvence vermiş ve bunun bir göstergesi olarak da, ilk gün bir Rum meyhanesine giderek, Rumlarla sohbet etmişti. Hatta Venizelosurv burada rakı içip içmediğini sormuş, içmediğini öğrenince, 'Acaba niye İzmir'i almaya kalkıştı ki?' diye espri yaparak aradaki gerginliği yumuşatmaya çalışmıştı." (CG Yol, s. 109) M.Kemal, Rum halkına ne güvencesi vermiş? Bu güvenceyi nasıl vermiş? Rumca bildiri mi yayımlamış? Hükümet konağının balkonundan Rumlara hitap mı etmiş? Basına açıklamada mı bulunmuş? Böyle bir şey söz konusu değill Dilipak, bu iddiasını kanıtlamak zorunda. Yoksa, yine yalan söylediği anlaşılacak. Aradaki gerginliği yumuşatmaya çalıştığı da Dilipak yakıştırması. Hangi gerginlik? Az çok eşit durumdaki insanlar arasında gerginlikten söz edilebilir. Bir yanda, kesin ve ezici bir galibiyetin sahibi olan Türk ordusu; öte yanda ise, Türk'ün merhametine sığınmış sivil Rumlar. M.Kemal'in bir Rum meyhanesine gittiği hikâyesinin aslı da, F.R.Atay'ın anlattığı bir anekdottur. Dilipak, onu da doğru aktarmıyor. Anekdotun aslı şöyle: "Önce Kramer Palas oteline gidip güçlükle üst katta bir oda bulabildik. Otel yabancı ve yerli Hıristiyanlarla dolu idi. Sonradan bize anlattıklarına göre, 191) "Neyimiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batının, vicdanımızı Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyor sak, hepsini,, her şeyi, 30 Ağustos zaferine borçluyuz." (F.Rıfkı Atay, Çankaya, s.314) 192) Bazı Türk kitaplarında, Yunanlıların 25 Ağustos akşamı Afyon'da bir balo verdikleri yazılıdır. Lord Kinross da aynı yanlışı yapıyor ve şöyle diyor: "Birden, gürüldüyen gök gibi, topçu baraj ateşi başladı ve Yunanlılar uykularından uyandılar. Birçoğu, Afyon'da gittikleri balodan, ancak iki saat önce dönmüşlerdir." (Atatürk, s.477) Oysa söz konusu balonun-tarihi, 25 Ağustos değil, 24 Ağustostur. (Mihal N.Passari, Küçük Asya Ordusunun Çözülmesi ve Esareti, 2.C., s.1) Birçoğunun, balodan iki saat önce döndüğü de, Lord Kinross'un süslemesi. 560 M.Kemal de şehre girince bu otele uğramış. Ne sırması, ne de önünde ardında koşuşan generalleri ve subayları var. Dolu salona girmek isteyince, garson yer olmadığını söylemiş. Fakat müşterilerden biri tanıyıp da, 'M.Kemal! M.Kemal!' diye bağırınca, kalabalık birbirine girer. M.Kemal kimsenin rahatsız olmamasını rica eder ve yanındakilerle bir masaya oturur. Garson mudur, otel müdürü müdür, artık kim önce koşup gelmişse, birer kadeh içki istediklerini söyler ve sorar: 'Kral Konstantin, hiç bu otele gelip de bir kadeh rakı içti mi?' 'Hayır paşa efendimiz.' 'Öyleyse neden İzmir'i almak istemiş?' der ve İzmir'e girişinin ilk zevkli saatlerinden birini o masada geçirir." (Çankaya, s.321) Bu anekdotun doğruluğundan da kuşkuluyum ya, neyse.193 Ayrıca, Krae-mer Palas, bir Rum meyhanesi değil, Birinci Kordon'da, lokantası da bulunan lüks bir otel. İlk sahibi Avusturyalı bir aile. Sonra Naim Bey adında bir Türk devralmış. (Nail Morali, Mütarekede İzmir, s.76-77) İzmir'in kurtuluşu sırasında oteli ve lokantasını, Naim Bey işletmekteydi. (F.Altay, On Yıl Savaş, s.356) Ve Dilipak, bu anekdottan yola çıkarak, bakınız neler yazıyor, parça parça aktarıyorum: D "...Türk askerleri, Yunanlıların geri çekilmesinin ardından, adaları işgal etmemişlerdi." (CG Yol, s. 109) Sanki mümkünmüş gibi tatlı tatlı da yazıyor. Yahu, kül olan İzmir'de, Türk çıkarma ve nakliye gemileri ve bunları korumak için Türk donanması hazır mı bekliyordu? 10.000 kişiyi adalara geçirmek için bile en azından 1.000 sandal ister! İz-mir-Burhaniye arasında, şimdi bile 1.000 sandal yok! Yoksul Türk ordusu, Adalara geçmek ne, Sakarya Savaşı'ndan sonra, Sakarya Nehrini bile aşacak araç-gereci bulamamıştır. (A.Müderrisoğlu, Sakarya, 2.C, s.325) Ve bir soru: Adalar, Misak-ı Milli'de yer alıyor muydu? Toprak hırsının hiçbir devlete hayır getirmediğini anlamak için tarihe göz ucuyla bakmak bile yeter! Dilipak'ı izleyelim: D "..M.Kemal İzmir'e geldiğinde zaferi bir Rum meyhanesinde kutlayacaktı. Lozan'da iki ulusun kardeş olduğunu öğrenecek, liselerimizin ders programlarından Osmanlı ve İslam tarihini çıkartıp, Yunan medeniyet tarihini zorunlu ders yapacaktık. Olan olmuştu. Yunan klasiklerini tercümeye başladık. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Batı kültürünün de temelini oluşturan Grek kültürünü kendisi için milat kabul ediyordu." (CG Yol, s.282) 193) Çünkü M.Kemal'in ilk izmir günü, ayrıntılı olarak biliniyor, izmir'e geldiği gün (10 Eylül 1922), hava kararmadan, Hükümet Konağından doğruca, Karşıyaka'da, kendisi için hazırlanmış olan eve gidecektir. Akşamı ve geceyi orada geçirir. (R.E.Ünaydın, s.142, 147-159, 164-166; S.Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, s.198, 201; H.Hımmetoğlu, Kurtuluş Savaşı'nda istanbul ve Yardımları, 2.C., s 311) 561 Biri bile doğru değil. Zaferi bir Rum meyhanesinde (altlamadığını gördük. Lozan'da, iki ulusun kardeşliğinden söz bile edilmemiştir. Ama barış yapılmıştır. Yapmasa mıydık? Yunanlılarla hâlâ savaşıyor mu olsaydık? Ders programlarından Osmanlı ve İslam tarihinin çıkarıldığı da doğru değildir. Mesela dört ciltten oluşan ilk resmi Türk Tarihi dizisinin, 1931'de basılan üçüncü cildinde (Tarih III), sırf Osmanlı Bevletinin tarihi işlenmektedir. Baskısı, resimleri, renkli haritaları ve tabloları ile bugüne kadar yayımlanmış en özenli Osmanlı tarihidir. Yunan medeniyeti de, ayrı ve zorunlu bir ders yapılmamış ama genel tarih içinde, elbette yer almıştır.194 'Olan olmuştu' diyor yazıcı. Ne olmuştu yani? Gittikçe ilkelleşmiş, dünyaya kapalı ve çağdışı medrese eğitiminden,195 dünyaya açık çağdaş eğitime geçmişiz. Bilim ve teknoloji, ilk kurulan rasathaneyi "göğün derinliklerini ve yıldızları gözlemek uğursuzluk getirir ve küstahlıktır" iddiası ile yıktıran medreseli Ahmet Şemsettin Efendilerin kafasıyla mı gelişecekti? (Tanzimat, s.470) Bir büyük yanlışı açıklar gibi de, 'Yunan klasiklerini tercümeye başladık' diyor. Ne var bunda? Yunan klasiklerinin çevrilmesine ilk ön ayak olan kimse, cumhuriyetçiler değil, M.S. 800'de, Halife el Memun'dur; Yunan klasiklerinden ilk yararlananlar arasında da, İbn-i Sina, Farabi, Biruni, Gazali, Suhreverdi, İbn Rüşd, Muhyiddün İbn ul Arabi gibi büyük İslam düşünürleri bulunmaktadır.196 Dilipak, bütün yeni softalarımız gibi orta çağın bile çok gerisinde. Allah hepsine zihin aydınlığı versin! Dilipak'ın, 'Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin, Batı kültürünün de temelini oluşturan Grek kültürünü kendisi için milat kabul ettiği' iddiası da, emsalsiz bilgisizliğini belirten bir iddiadır. Yeni dönemin belirgin niteliği,' milliliktir. Hiç olmazsa, Peyamı Safa'nm Türk İnkılabına Bakışlar adlı eserini okusaydı. Peyami Safa diyor ki: "Hürriyet ve İtilaf [partisi] İslamcılığı temsil ediyordu.. Bütün neşriyatında 194) Bugünkü Yunanlılara kızıp da, bugünkü Yunanlılarla ilgisi de kuşkulu ve tartışmalı olan o büyük uygarlığı reddetmek ile frenk icadıdır diye trene, uçağa, otobüse, otomobile binmeyi reddetmek arasında ne fark var? 195) Başlangıçta çok yararlı olan ve yüksek düzeyde eğitim veren medreselerin zamanla kapılarını' bilimsel gelişmelere kapatıp nasıl yetersizleşip ilkelleştiği, şu eserlerde, örneklerle anlatılmaktadır: Şerafettin Yaltkaya, Tanzimat/ Tanzimat'tan Evvel ve Sonra Medreseler', s.463 vd; Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, 1.C, s.97-117, 118-136, 140-166; I.Tekeli-S.llkın, Osmanlı imparatorluğunda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, özellikle s.21 -31, 39 vd.; M.Rauf inan, Atatürk'ün Devraldığı Eğitim, Öğretim Durumu ve Kurumları, Atatüıfc Konferansları 1971-1972, s.117-161. 196) Prof.DrlA.Cubukçu, Türk-İslam Düşünürleri, s.6, 16, 24,32, 36, 48-49, 57, 115, 116; Cari Brockelmann, islam Ulusları ve Devletleri Tarihi, s.102 vd.; Fahrettin Olguner, Üç Türk-İslam Mütefekkiri, s.41 vd. / 562 'millici' düşmanlığı bellidir. Tırnak içine aldığım bu tabiri Ali Kemal, her gün, Milli Mücadele'nin adamlarına karşı bir küfür gibi kullanıyordu]... Ankara Türk milliyetçiliğini temsil ediyordu. Kurtuluş hareketinin bütün sıfatları ve tabirleri buna delalettin Milli Mücadele, milli istiklal, milli hareket, milli zafer, Büyük Millet Meclisi, Hakimiyet-i Milliye, Kuva-yı Milliye.. Kurtuluş davasının lügatinde bu milli kelimesi, yalnız millete mensup, millet için, millet uğruna manasına gelmez; eksiksiz, katıksız, pürüzsüz, imparatorluk Türkçülerinin yapmak istedikleri telifçilik gayretine yabancı, tam bir milliyetçilik mefhumunun bütün manalarını içine alır. Atatürk Samsun'a ayak bastığı günden başlayarak, bütün nutuklarında, Türk milletinin kurtuluşuna, dirilişine, atılışına ve yükselişine ait prensipleri teker teker çizerken, her defasında ve daima millet, irade-yi milliye, milli hakimiyet, vicdan-ı milli, milliyet ve milliyetçilik gibi mefhumları, imparatorluk enkazı üstüne kurmak istediği yeni cemiyetin temel direkleri olarak kullandı.. Milli Mücadele'nin ruhunda, bu şuurun ve bu benliğin mihrak olduğuna hiç şüphe edilemez... Atatürk inkılabının değişmez iki prensipi vardır: Milliyetçilik, medeniyetçilik... Medeniyetçilik kökü bizi, Avrupa ve garp metoduna, düşüncesine ve muaşeretine bağlar; milliyetçilik kökü bizi, Orta Asya ve şark menşelerimize, tarihimize, dil birliğimize götürür. (Türk inkılabına Bakışlar, s.78, 81, 85)197 Bu da bu kadar. 197) M.Kemal, Büyük Zafer1! kutlayan İstanbul Türkocağı Genel Sekreteri Dr.Fethi'nin (Cansever) kutlama telgrafına şu cevabı verir: "Yeni Türkiye'nin dayanağı olan millet ve milliyet fikrinin gelişmesi için yıllarca, başarı ile telkin ve yayında bulunmuş olan Türkocağı'nın, milli zafer dolayısıyla gönderdiği kutlamalara, teşekkür ve özel temennilerine katılırım." (20 Kasım 1922) Her milli zafere, başarı, düşünce ve kuruma karşı olduğu anlaşılan Castro bereli Dilipak, kitabında bu telgrafa yer veriyor ve Türkocaklarını şöyle anlatıyor: "Türkocaklarının o günkü konumu, bir bakıma milli bir mason örgütünü andırıyordu. (!) Esas kuruluşu itibariyle Osmanlı toplumunda milliyet fikirlerini yaymak olan azınlık mensuplarının desteğinde (!) şekillendiler]..."(CG Yol, s.119) 563
(Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele Turgut Özakman kitabından alıntılar bulunmaktadır!)