5816 HAKKINDA ATATÜRK'Ü KORUMA KANUNU

 Mustafa Kemal Atatürk Kanunu

Birçok Vahidettinci benzer biçimde Kadir Mısıroğlu da, gerçeklerin yasal engeller

dolayısıyla yazılamadığını ileri sürüyor:

/ D "...bu satırların naçiz muharriri, Türk Kurtuluş Savaşı'nın reel veçhesi

üstüne resmen çekilmiş bulunan örtüyü kaldırmaya muktedir değildir. Kanunlar,

bugün için bu şekilde bir şeye hiç imkân vermemektedir... İngilizlerin hakiki niyet

ve faaliyetleri tespit edilmeden, ne M.Kemal Paşa, ne Sultan Vahideddin ve ne de

Kurtuluş Savaşı'nın yazılmasına imkân vardır. Böyle bir şey yapılabilmesine

imkân vermeyen birçok kanuni manilerin (engellerin) mevcut olduğu da malumdur."

(S.Mücahitler, s.34,94,95)

Kurtuluş Savaşı'yla alakalı gerçekleri açıklamayı engellemiş olan, tek bir kanun bile

yok. Ama Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret etmeyi ve sövmeyi cezalandıran bir kanun var.

Bazılarının sandığının bilakis, bu kanun Mustafa Kemal Atatürk ve İnönü döneminde değil,'

Demokrat Parti döneminde çıkarılmıştır: 31 Temmuz 1951 tarih ve 5 816 sayılı,

Mustafa Kemal Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlarla İlgili Kanun.

GRYT Ansiklopedisi, bu konuya, S.cildinde, 90 sayfa ayırmış, (s.281-371)

Ansiklopedi yazarları, kendi görüşlerini belirtmişler ve birçok kimsenin de

görüşünü almışlar. Bunlardan dikkate kıymet olanlarla beraber, yeniden bu mevzuda

bir başka dergide yayımlanmış birtakım görüşleri, sonrasında da kanunun metnini

aktaracağım. Çoğunun, kanunu incelemeden konuştuğunu göreceksiniz.

D "Mustafa Kemal Atatürk ile alakalı objektif inceleme yapmak bile 5816 sayılı kanunla

engellenmiştir... Bu kanun ilim hürriyetine de manidir... Dünyanın hiç bir

yerinde görülmeyen bir kanun." (Ansiklopedistler, 5.C., s.281,309,317)

a "Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarının tartışılmasının üstüne konan yasağın

(?) kalkmasından yanayım... 5816'ya gerek yoktu, savunamayız... Böyle bir

kanunun ben, demokrasi için iyi olduğuna inanmıyorum... İsteyen Mustafa Kemal Atatürk'e haiz

çıkar, isteyen de onu tenkiF"edebilir. Herkes fikrini söylesin. Mustafa Kemal Atatürk ile alakalı

da tartışalım." (Ahmet Altan, s.359-364)

D "Bu yasa tam anlamıyla çağdışı bir yasa. Tamamen demode. 1989 Türkiye'sinde

olmaması gereken, tam bir diktatorya kalıntısı bir kanun." (Oktay Balamir,

s.321)

728

a "5816 kalkmalı.. 5816 sayılı kanunun, yakın tarihimizin bilinmesini önlediği

kanaatindeyim. (Prof.Faruk ÖZ;erengin, s.323-325)

a "Bu kanunu, hukuki çerçeveleriçinde değerlendirmek olası değil-, dir.

Devrim zamanı dersleri, ilim nazarında, tarih karikatüründen başka bir şey l

değildir.. Bağımsız müelliflerin, yakın tarihin objektif bir tarihini ortaya

koyması ise, kanun zoruyla., önleniyor." (Mehmet Doğan, s.326)

D "Şahıs için kanun çıkarılması, herhalde pek hukukla bağdaşmayan bir şey. Türk

Ceza Kanunu'ndaki, tüm şahıslara şamil olan öteki maddeler, hakaret ve saldırı

mevzusunda koruduğu benzer biçimde herhalde Mustafa Kemal Atatürk'ü de korumak için ehil olsa gerek.

Böyle bir kanun çıkarılmış olması, bana gereksiz bir gayretkeşlik benzer biçimde geliyor."

(Engin Ardıç, s.328)

D "Bu kanun, Mustafa Kemal Atatürk ile alakalı, en küçük bir tenkitin yapılmasını engellemek için

yapılmıştır.. Bu kanun, yakın tarih araştırmalarına, oldukça büyük darbe vuruyor."

(Ziyad Ebuzziya, s.339)

D "Bence Mustafa Kemal Atatürk için bu şekilde bir yasa çıkarılmasına gerek yoktu. Genel hükümler

çerçevesinde, bu şekilde bir koruma sağlanabilir. Tıpkı Cumhurbaşkanı yada Başbakan

(?) için olduğu benzer biçimde." (Halit Çelenk, Aktüel dergisi, 22-28 Ağustos

1991/7.rakam)

D "Yasaklar, birtakım gerçeklerin gizlenmesi için konulur. Yasaklar yerine ilmi

değerlendirmelere aleni bir şeffaflık sağlansa, Türkiye için daha yararlı olur

kanaatindeyim." (Oğuzhan Asiltürk, a.g.e.)

D "Bu kanun... Demokles'in kılıcı benzer biçimde kullanıldı. Mustafa Kemal Atatürk'e nesnel bir gözle ve

eleştirel bir tarzda bakmak bile imkânsız hale geldi. Mustafa Kemal Atatürk de bir politika

adamıydı demek bile mahkeme tarafınca, Mustafa Kemal Atatürk'ün hatırasına saygısızlık olarak

yorumlanabiliyor. Ben Batı devletlerinde bu tarz bir olay görmedim. Bu kanun

yürürlükten kaldırılıp Mustafa Kemal Atatürk erkek benzer biçimde tartışılmazsa, bu iş, Mustafa Kemal Atatürk'ün

Anıtkabir'den çı'kartılıp yakılmasına ve küllerinin denize savrulmasına kadar /

varabilir." (Mete Tuncay, a.g.e.)

Demokrasiye aykırı olduğu, Mustafa Kemal Atatürk'ü tartışmayı, eleştirmeyi, onun dönemiyle

alakalı araştırmaları bile yasakladığı ileri sürülen şu kanuna bir göz atalım:

Madde 1. Mustafa Kemal Atatürk'ün hatırasına açıkca hakaret eden yada söven kimse, bir yıldan

üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Mustafa Kemal Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Mustafa Kemal Atatürk'ün kabrini

tahrib eden, kıran, bozan yada kirleten hiç kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır

hapis cezası verilir.

Yukardaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl

fail benzer biçimde cezalandırılır.

Madde 2. Birinci maddede yazılı suçlar, iki yada daha çok kimseler tarafın729

dan toplu olarak yada umumi yada umuma aleni mahallerde veyahut basın vasıtasıyla

işlenirse, hükmolunacak ceza yarı nisbetinde arttırılır.

Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar, zor kullanılarak işlenir yada

bu suretle işlenmesine girişim olunursa, verilecek ceza bir misli arttırılır.

Madde 3. Bu kanunda yazılı suçlardan ötürü Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen

kovuşturma yapılır.

Madde 4. Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5. Bu kanunu Adalet Bakanlığı yürütür. >

Görüldüğü benzer biçimde kanunun yasakladığı şey, hakaret ve sövme fiilleri ile

heykellerinin tahribidir.10

Türk Ceza Kanunu'nun, hakaret ile alakalı 480 inci ve sövme ile alakalı 482 nci

maddelerinin unsurları da şunlar:

Bir şahsı, bir madde-yi mahsusa atama ve isnadı suretiyle11 halkın hakaret ve

husumetine (düşmanlığına) maruz bırakmak (480),

Bir şahsa, namus ve haysiyetine dokunacak eylem isnat etmek (480), Hakaret

suçunu, tahrif edilmiş (değiştirilmiş) vesikaya (belgeye) dayanarak işlemek

(480),

Her ne suretle olursa olsun, bir kimsenin namusuna yada şöhretine yada ve-kar ve

haysiyetine saldırı etmek (482).12

Bu kanuna yöneltilen, aktardığım ve aktarmadığım tüm eleştiriler, şu başlıklar

altında toplanabilir:

a. Dünyada bu şekilde bir kanun yoktur.

b. Bu kanun demokrasiye, fikir ve bilim özgürlüğüne aykırıdır.

10) Maddenin bu fıkrasına, GRYT Ansklopedisinin yazarından başka pek kimse

itiraz etmiyor. Genel hükümlerin ehil bulunduğunu savunanlar ise, galiba şu

hususu gözden kaçırıyorlar: M.Kemal'in heykellerine ve büstlerine, heykel veya

büst olduğundan değil, M.Kemal'in heykeli ve büstü olduğundan saldırıyorlar.

Elbette kaşını, "gözünü sevmedikleri için de değil, bir rejimin simgesi olduğu

için.

prensip olarak, TCK'nun 516.maddesinin 3.fıkrası, genel bir yargı olarak

yeterlidir. Üstelik bu maddede öngörülen ceza daha da fazla: 1-7 sene hapis.Oysa

5 816'ya nazaran verilecek ceza, daha azca, 1-5 sene. Yani bir arttırma da laf mevzusu

değil.

Ama bir hususi kanun, rejimin hususi tavrını gösterir. Bu tavrı, toplumsal ve siyasal

amacından ve niteliğinden soyarak, salt hukuk açısından değerlendirmenin, doğru

bir yaklaşım olmadığını sanıyorum.

11) Belirli bir konuyu, bir vakası ileri sürerek...'

12) Türk Ceza Kanunu'nda, özellikleri dolayısıyla hususi hükümlerle düzenlenmiş

başka hakaret ve sövme fiillerine de yer verilmektedir:

Madde 154: Türk bayrağını tahkir ve tezlil; Madde 158: Cumhurbaşkanına hakaret;

Madde 159: Türklüğü, Cumhuriyeti, TBMM'ni, hükümetin tinsel şahsiyetini,

bakanlıkları, devletin askeri ve güvenlik muhafaza kuvvetlerini, adliyenin tinsel

şahsiyetini tahkir yada tezyif ve kanunlar ile TBMM'nin kararlarına sövme; Madde

266-270: Resmi sıfatı sahip olanlara hakaret.

Hakaret ve sövme fiilleri ile alakalı geniş malumat için: Ord.Prof.Dr. Sulhi

Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler, s.218-274.

730

c.Yakın tarihimizin tartışılmasını, araştırılıp gerçeklerin ortaya çıkarılmasını

yasaklayıcı, araştırmayı ve Mustafa Kemal Atatürk'ü eleştirmeyi engelleyici niteliktedir.

d. Bu kanun lüzumsuz, ceza kanundaki genel hükümler yeterlidir.

e. Kanun, amacını aşar şekilde, yanlış uygulanıyor.

1. Belki de harbiden dünyada bu şekilde bir kanun yok. Ama dünyada, ulusal

kahramanına, devletin kurucusuna, alakalı maddelerin tüm unsurlarını ihlal

ederek hakaret eden, söven, saldıranlar da yok. Bu yazık ki sadece bizlere has bir

ilkellik.

2. Kanunu, demokrasiye aykırı olarak niteleyenler, ya demokrasi ve hürriyet

nelerdir bilmiyorlar, veya kanunu göz ucuyla bile okumamışlar, şayet okumuş-larsa

asla anlamamışlar. Hakaret ve sövme ile demokrasi ve hürriyet içinde, iyi mi bir

rabıta kuruyorlar acaba? Yoksa bu kimseler için hakaret ve sövme,

demokrasinin, fikir ve bilim özgürlüğünün kaçınılmaz bir şartı mı?13

3. Kanunun metnini okudunuz. Ne yakın tarihimize ait gerçeklerinin ortaya

çıkarılmasını yasaklıyor, ne ilmi inceleme yapmayı, ne de Mustafa Kemal Atatürk'ü

tartışmayı ve eleştirmeyi. Mustafa Kemal Atatürk'ü eleştiren, kimi doğru, kimi yanlış, kimi

zıpırca, kimi gülünç yüzlerce makale var. Hakaret etmeden, sövmeden, yalana dolana,

feyk belgelere başvurmadan eleştirenlere ne oldu? Hiç. Bu çalışmanın sınırları

arasında olsa, ben de birtakım hususları eleştirirdim.

4. Ceza kanunundaki genel hükümler, en azından çünkü ehil değildir:

Hakaret veya küfür fiiline muhatap olan kimsenin mirasçıları şikâyet eder,

faili mahkûm ettirebilir. Çünkü bu suçlar, prensip olarak şikâyete bağlı suçlardır.

Ama Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasçısı yok.

Bu yüzdendir ki hususi kanunda, "Cumhuriyet savcılarınca re'sen (kendiliklerinden)

kovuşturma yapılması" hükmü yer almaktadır.

Bu kanunu eleştirenlerden bazıları, laf gelimi Abdülhamit'in veya Kazım

Karabekir'in hususi bir kanunla korunmadığını ileri sürerek, Mustafa Kemal Atatürk'e farklı

davranıl-mış olmasını kınıyorlar. Abdülhamit'in de, Karabekir'in de mirasçıları

var. Bir hakaret veya sövme laf mevzusu olduğu vakit, şikâyet haklarını

kullanabilirler.

5. Kanunun, amacını aşar şekilde uygulanmış olduğu doğrultusundaki şikâyetlere

gelince, Mete Tuncay'a ek olarak, Prof.Dr.Bülent Tanör de bu mevzuda şu şekildeki diyor:

"Ama [bu kanuna dayanarak, Atatürk'ü] eleştiriden korumak son aşama yanlıştır.

Benim gördüğüm kadarıyla yasa bu halde uygulanıyor. Düşünce izahat mevzusunda

ciddi bir tehdit olma hususi durumunu muhafaza ediyor." (Aktüel dergisi, 22-28

Ağustos 1991/7.rakam)

13) Kanunu artık lüzumsuz kabul eden Prof.Dr.Bülent Tanör bile diyor ki: "Düşünce

açıklamaları, hiç bir vakit hakaret ve küfür içermez. Dolayısıyla, hakaretin ve

sövmenin cezalandırılması, düşüncenin cezalandırılması anlamına gelmez. "

(Aktüel dergisi, 22-28 Ağustos 1991/7.rakam)

731

Buna karşılık, bu kanuna en oldukça karşı olan Gayr-i Resmi Yakın Tarih

Ansiklopedisi, tatbik ile alakalı durumu şu şekildeki özetlemektedir:

"[Yayınların] bir bölümü 5816'ya muhalif sayılmakta, mahkemeye intikal etmekte,

bir bölümü beraatle neticelenmektedir; bir bölümü ise hiç bir adli takibata maruz

kalmamaktadır." (5.C., s.318)

Demek ki her tenkit ve karşı fikir koğuşturulmuyor, koğuşturulanla-rın hepsi

de mahkûm olmuyor.

Acaba neden mahkûm ediliyorlar?

Bu soruya objektif bir yanıt verebilmek için koğuşturulan yazılar ile mahkeme

kararlarını görüp incelemek gerekir. İşin doğrusunu sadece, bu mevzuda yapılacak

geniş bir inceleme ortaya çıkarabilir.

Ama bu tür makalelerin pek çoğunu okudum, tipik olanlarını da aktardım. Bir sürü

kanıtsız, belgesiz iddialar ileri sürmekle, masallar anlatmakla kalmıyor,

M.Kemal'in annesinden başlayıp ölünceye kadarki bütün yaşamını karalıyor, hakaret

ve sövme ile alakalı maddelerin tüm unsurlarını, ardarda, ısrarla ve defalarca

ihlal ediyorlar.

Koğuşturmaya uğrayınca da çığlığı basıyor, demokrasiden laf ediyorlar.

Demokrasi, M.Kemal'e hakaret ve sövme özgürlüğü müdür?

Hakaret etmeden, sövmeden düşüncelerini açıklamayı, tartışmayı, eleştirmeyi

beceremiyor ve milyonlarca insanı, M.Kemal'e hasım etmek, özledikleri rejimin

simgesi olarak gördükleri Vahidettin'in ve yönetiminin yurtsever olduğuna

inandırmak için masal üzerine masal üretiyorlar.

Galiba bazıları, hakaret ve sövmeyi de ancak 'küfretmek' sanıyorlar. Oysa laf

mevzusu maddeleri ihlal etmek için küfretmek lüzumlu değil. Hakaret nelerdir, sövme

nelerdir, ceza kanunu belirlemiş. Bu genel hükümler, sadece M.Kemal için değil,

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa için de geçerlidir.

Eğer hiç bir hakaret ve sövme laf mevzusu olmadığı halde, birtakım yazarlar, sırf

M.Kemal'in düşüncelerini ve uygulamalarını eleştirdikleri için mahkûm olmuşlarsa, bu tutum, ne hoş görülebilir, ne de savunulabilir. Ama ben bu yüzden

mahkûm olan birini duymadım. Kimse de bu şekilde bir misal vermiyor.

Benîm anladığım, bu kanundan, bilhassa Vahidettinciler, hiç bir cezaya

uğramadan, istedikleri benzer biçimde masal anlatamadıkları, M.Kemal'e hakaret edip

söveme-dikleri için şikâyetçiler. !

Masal uydurmaya ve dinlemeye bayıldığımız da, acı bir reel.

• Mete Tuncay, bu kanun aracılığıyla Türkiye'nin falına da bakmış, "Bu kanun

yürürlükten kaldırılıp Mustafa Kemal Atatürk erkek benzer biçimde tartışılmazsa, bu iş, Mustafa Kemal Atatürk'ün

Anıtkabir'den çıkartılıp yakılmasına ve küllerinin denize savrulmasına kadar

varabilir" diyor.

Hay Allah! Ben tüm bu masalların, hakaret ve sövmeler ile bunlara bağlı

olayların ve gelişimlerin sebebinin, cumhuriyet, laiklik, milliyetçilik,

çağdaşlaşma

732

ve benzeri Cumhuriyet müessese ve ilkeleri bulunduğunu, M.Kemal'e de bu tarz şeyleri temsil

etmiş olduğu için saldırdıklarını sanıyordum. Meğerse değilmiş. Bütün bunların sebebi,

Ata-^ türk'ün erkek benzer biçimde tartışılmasını engellemiş olan şu beş maddelik kanunmuş. Ve

şayet bu kanun kaldırılmazsa iş, Mustafa Kemal Atatürk'ün Anıtkabir'den çıkartılıp yakılmasına

ve küllerinin denize savrulmasına kadar varabilirmiş.

Herhalde Tuncay, işin bu noktaya varması için daha önce, ne benzer biçimde aşamalardan

geçilmesi icap ettiğini de düşünüp de o şekildeki söylemiştir bu sözü. Bir bilim adamı

düşünmeden, hapşırır benzer biçimde konuşmaz elbet.

Demek ki bu kanundan ötürü M.Kemal'e istenildiği benzer biçimde hakaret edilip

sövülemediği için demokrasiden ve modern yaşam tarzından vaz geçilecek, o

uyduruk tarihe inanılacak, anayasa bilakis çevrilecek, Kurtuluş Savaşı asla

olmamış sayılacak, üniversiteden orduya kadar devletin tüm kurumları ve

bunların personelleri bu anlayışa teslim olacak, partiler, işçi ve meslek

kuruluşları asla itiraz etmeyecek, kanunlar işlemeyecek, medya susacak, tüm

sivil örgütler, aydınlar ve halk pes edecek ve bir gün, bazı insanlar -ve

birtakım İkinci Cumhuriyetçiler-, ellerini kollarını sallaya sallaya Anıtkabir'e

girip Mustafa Kemal Atatürk'ün kemiklerini çıkaracak, merasim meydanında yakacak ve küller,

muhtemelen Samsun'da denize savrulacak.

Tuncay, ilmi falını şu şekildeki tamamlıyor:

D "Doğrusu, ben bu tarz bir olay olmasını istemem."

Üzülmeyiniz efendim, isteseniz de bu tarz bir olay olmaz, şundan dolayı olamaz!

* 6-4-5 5. Gazi Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk

• Milli Mücadele'nin lideri M.Kemal, vatanı emperyalizmin yağmasından ve

sömürmesinden, milleti düşmanın tasallutundan ve esirlikten, devleti yıkımdan ve

bağımlılıktan kurtardı, demokrasiye giden kapıyı araladı ve birçok mazlum

camianın reha mücadelesi için misal oldu.

• Müslüman inancına nazaran, tüm bunlar, Allah'ın rızası olmadan gerçekleşemez.

• Bu arada birtakım yazarlar, M.Kemal'in dindar olup olmadığını tartışıyorlar. Din

açısından bu, onunla Allah arasındaki bir sorun. Bize ne? Biz ne din polisiyiz,

ne de din yargıcı. Bu bireysel durumun, tarih ve siyasetbilimi açısından iser

hiç bir önemi yoktur. Sadece inancını veya inançsızlığını, topluma zorla kabul

ettirmeye çalışıp çalışmadığı tartışılabilir. Bu konudaki konum da şu şekildeki: Ne

din, ne dini yayınlar yasaklanmış, ne yakarma engellenmiş, ne de mabetler

kapatılmıştır. Elmahlı Hamdi Efendinin Kur'an çevirisi ve yorumu da, Buhari'nin

12 ciltlik hadis derlemesi de, M.Kemal'in talimatı ve yardımı ile yayımlanmıştır.

733

M.Kemal'in 1932 senesinde, o vakit tarih öğretmeni olan Ord.Prof. Dr.Reşat Kaynara

söylediklerini özet olarak aktarıyorum:

"Dinsiz camia olmaz. Dinsiz camia yaşamaz. Bu milletin çağdaşlaşmasına mani

olan bir zümre vardı. Onlar kutsal dini, siyasete, menfaate alet ediyorlar. Bu

hem devleti, hem dini sıkıntıya sokar. Biz bunun mücadelesini yapıyoruz,

yapacağız. Türkiye'nin çağdaşlaşması lazımdır. Çağdaşlaşmaya da İslam dini

hiç bir vakit mani olmaz, olmamıştır. Böyle bir kaide da yoktur." (3 Mart 1997,

Milliyet, s. 19)

Üç adabı muaşeret tanığı diyor ki:

"M.Kemal, birçoklarının zannı aksine olarak Allah'ın varlığına ve namütenahi

kudretine, layezal varlığına gönülden inanmış, maneviyata kıymet veren insandı.

Sadece kör taassubun aleyhindeydi... M.Kemal de Kocatepe'de büyük Yaratıcıdan,

sabahın erken saatlerinde zafer niyazında bulunmuştu." (26 Ağustos 1922, A.

Gündüz, Hatıralarım, s.140, 185)

"Mustafa Kemal Atatürk'ün din telakkisini, kesin olarak pek azca kimse öğrenebilmiştir. Orman

Çiftliğinde başbaşa kaldığımız bir gün, din ile alakalı ne düşündüğünü sordum. Bana

dedi ki: 'Din vardır ve lazımdır. Temeli oldukça sağlam bir dinimiz var. Malzemesi

iyi ama bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç

yapmış olup binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı

unsur (hurafeler) binayı daha çok hırpalamış... Din bir vicdan meselesidir.

Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine hürmet gösteririz. Düşünüşe

ve tefekküre karşı değiliz. Biz ancak din işlerini ulus ve devlet işleriyle

karıştırmamaya çalışıyor, kasda ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden

sakınıyoruz.'" (Asaf İlbay, Yakınlarından Hatıralar, s. 102)

"Mustafa Kemal Atatürk din işlerini dünya işlerinden ayırdı. Fakat dinin, cemiyetin en derin

köklerine kadar işleyen bir reel bulunduğunu bildiğinden, Diyanet İşleri

Reisliğini devlet kadrosunda tuttu. Diyanet İşleri Başkanı rahmetli Rıfat Hoca

(Börekçi) en sevilmiş olduğu adamlardan biri idi. Mustafa Kemal Atatürk, İslamiyete yok yere, haksız

yere 'mani-yi terakki' (gelişmeye mani) iftirasını yapıştıran taassubun, Türk

milletinin kurtuluşunu bir çağ geciktiren şeriatçüi-ğin düşmanı idi.

Arkadaşları içinde beş zaman namaz kılan, oruç tutanlar vardı. Ramazan ayında

bir oruçlu hükümet adamı ile işi olduğu zaman, saati düşünür, 'Kendisini

rahatsız etmeyelim.' derdi. Cumhuriyet devrinde din meselesi diye vicdanlar

üstünde bir baskı yoktu." (F.R.Atay, Niçin Kurtulmamak, s.93)

Bu yaklaşım yardımıyla Türkiye, uzun yıllar, din tüccarları ve aktörlerinin

oyunlarından uzak kalabilmiş, din sömürü aracı olmaktan çıkarılmış, korunup

yüceltilmiştir.

Neden hiç bir reel dindar ve din bilgini, M.Kemal'i dinsizlik veya dini tahrip

etmek veya engellemekle suçlamıyor acaba?

734

Neden emperyalizme karşı istiklal mücadelesi vermiş Müslüman ülkelerin

liderleri ve bilginleri M, Kemal'i övüyorlar?

Suçlayanların isteği, niyeti, özlemi ise, ortada.

Onun yaşamış olduğu dönemde doğdum, tam bir vicdan özgürlüğü arasında yetiştim, ne

okulda, ne sokakta, din aleyhinde hiç bir telkinle karşılaşmadım ve elhamdülillah

Müslümanım!

Gerisi boş laftır.

• İslamiyet ve Islamî iman, ne takvim, saat, başlık, kıyafet, dinlence günü, makale

vb. ile kaimdir, ne de onlar değişti diye elden masraf. İslamiyet bu kadar basit,

nesnelere ve görünüşe bağlı, biçimci, özsüz bir ilkel din değildir.

Tekkelerin, dergâhların, zaviyelerin kapanması ve tarikatların yasaklan-/

masının da, dinle direkt ilgisi yoktur, kapanmalarının da dini engelleyici

hiç bir tesiri olmamıştır.

Peygamber zamanında, tekke, dergâh, zaviye, tarikat, cemaat, şeyh, mürşit var

mıydı? Bunlar ne vakit, nerde, iyi mi ve niçin ortaya çıktı? İbadetler, Kur'an'la

belirlenmiş ve sünnetle açıklanmıştır. Allah'ın belirlediği ibadetlere, yeni

ibadetler, yakarma tarz ve âdetleri eklenebilir mi? Bu tavır, Allah'ın ve

peygamberin noksan bıraktığını tamamlamaya kalkışmak, doğrusu Allah'a noksanlık

yüklemek ve ortak olmaya yeltenmek anlamına gelmez mi?

Bilenler, doğruları anlatsa da, hep birden öğrenip aydınlansak.

Son olaylar, hepimizi, tarikatler, tekkeler, dergâhlar, zaviyeler ile din

sömürüsü, tüccarlığı ve aktörlüğü üstünde, derin derin düşünmeye çayır etmiyor

mu?

• Mehmet Altan, -İkinci Cumhuriyetçiler adına- diyordu ki: "Kemalizm, tek parti

diktatörlüğünün ideolojisidir. Kemalizm demokrasiyle bağdaşmaz. Hem Kemalist

olup hem demokrasi yanlısı görünmek çelişkidir."

Evet, cumhuriyet duyuru edilmiş fakat Batı tarzı, oldukça partili parlamenter rejime,

demokrasiye derhal geçilmemiştir. Ama:

a. Batı, demokrasiye hangi aşamalardan geçerek ulaşmıştır?

b. Tarihte, ihtilal yapar yapmaz, demokrasiye geçmiş yalnız ülke var mıdır?

c. Mesela Fransa Fransız ihtilalinden, İngiltere Haklar Bildirisi'nden ne kadar

sonrasında, demokrasiye geçebilmiştir? Bugünkü demokratik düzene, kaç aşamada

geçebildiler?

d. 1923 Türkiye'sinde, demokrasiye geçiş için lüzumlu olan zamanı ve pratik

koşullar var mıydı? Bernard Lewis, dünü bugünün ölçüleriyle değerlendirmeye

kalkanları uyarıyor ve diyor ki: "Demokrasi, Alaaddin'in lambasından çıkmaz!"

e. Buna rağmen, iki kere oldukça partili hayata geçilmiş olmasının, hiç bir anlamı

yok mu acaba?

735

f. Bir diktatör, okullarda okutulmak suretiyle cumhuriyet, demokrasi, hürriyet,

insan haklan, tek dereceli seçim, partiler benzer biçimde kavram ve kurumlar ile alakalı

detaylı malumat veren ve hepsini öven bir kitap yazar ve yazdırır mı? (1931)14

g. Otoriter idare tarzı, asla övülmüş, savunulmuş mudur, diyet bu anla-şıya

nazaran mi düzenlenmiştir?

h. CHP, militan bir parti miydi, yoksa birçok görüşlerin temsilcilerinin

bulunduğu, geniş tabanlı bir koalisyon muydu?

Bu soruların cevabı araştırılmadan yargı verilebilir mi?

Kemalîzmin demokrasi ile bağdaşmadığı, çeliştiği iddiası, gerçeklere ters düşen,

temelsiz, haksız, anakronolojik ve sübjektif bir'yakıştırmadır.15

Kemalizm, demokrasiye geçiş için lüzumlu asgari koşullara bile haiz bulunmayan

bir ülkeyi, ulus olmaya, aklın özgürlüğüne, çağdaşlığa ve demokrasiye taşımak

demektir.16

Şimdi huzurlu huzurlu Kemalizmi eleştirenler, tepe tepe kullandıkları özgürlüğü, bu

sürece borçludurlar.

O süreci yaşamış birkaç adabı muaşeret tanığını dinleyelim: n "M.Kemal Paşaya dedim ki:

'Canım paşam, nazariyat oldukça güzelse de vaziyetin hakikatlarından çıkan icaplar

da süratli davranmayı gerektiriyor. Me14) Söz mevzusu bilgiler için: Afet (İnan), Medeni Bilgiler, 1.C., s.19-98,

203-204. Bir orta tedris kitabında, seksen bir sayfanın, bu kavram ve kurumlara

ayrılmış olması bile tek başına, tek parti döneminin, bir geçiş süreci bulunduğunu

kanıtlayacak özellikte bir olgudur.

15) Mehmet Altan'ın, yakın tarihimizle de, dünya demokrasi zamanı ile de pek

ilgilenmediği anlaşılıyor. Israrla aynı görüşleri ileri sürüyor, bilgisini

tazelemiyor. Bu yüzden de devamlı yanlışlığa düşmekle kalmıyor, ara sıra oldukça ayıp

şeyler de yapıyor. Mesela 19 Ekim 1995'te Sabah gazetesindeki köşesinde,

"Saddam'ı izlemeden Türkiye'yi anlayamazsınız" başlığı altında, şu şekildeki yazıyor:

"Türkiye'nin niçin bir türlü demokratik bir cumhuriyet olamadığını anlamanın en

iyi yolu, Saddam Hüseyin'in Irak maceralarını izlemek. Bugünkü Saddam rejimi,

dün meydana gelen Türkiye'yi yansıtıyor şundan dolayı. Biliyorsunuz, Saddam da hem laik, bununla beraber

cumhuriyetçi. Üstelik 1958 senesinde monarşi rejimini yıkan bir geleneğin

temsilcisi. Ancak şimdi monarşi yok fakat Saddam'ın kanlı / diktatoryası

var. Tek parti diyetinin ne işe yaradığını bizlere en iyi Saddam... anlatıyor." Yani,

Saddam = M.Kemal!

Soru 1: bizim ülkemizde demokratik kaide ve kurumlan hayata geçiren, geliştirmeye

çalışanlar kimlerdir?

Soru 2: Bunlara karşı çıkan veya geciktiren veya sulandıranlar kimlerdir?

Yazar, son 50 yılı şu şekildeki bir gözden geçirirse, soruların yanıtını bulur.

16) M.puverger şu şekildeki diyor: "...Bazı tek partiler, gerek felsefeleri, gerek

yapıları bakımından, reel anlamda totaliter değildir. Bunun en iyi örneğini

1923'ten 1946'ya kadar bizim ülkemizde etkinlik göstermiş bulunan CHP sağlamaktadır.

Bu partinin başta gelen özelliği, demokratik ideolojisin-dedir... Faşist

diyetlerde her gün rastlanan otorite savunusunun yerini, Kemalist bizim ülkemizde

demokrasi savunusu almıştır; bu da, 'halkçı' veya 'toplumsal' diye nitelendirilen

'yeni' bir demokrasi değil, geleneksel siyasi demokrasidir... Parti

liderlerinin gözünde tekel, Türkiye'deki hususi siyasi durumun bir kararı olmuş

ve oldukça partli sistem, ülkü olmakta devam etmiştir. Türk tek partisinin yapsında

da totaliter bir taraf yoktu. Bu yapı ne hücrelere, ne milise, hatta ne de

reel anlamda ocaklara dayanıyordu... Üyelik her insana açıktı." (Siyasi Partiler,

s.359-361) Prof. A.J.Toynbee'nin bu konudaki görüşü de şu şekildeki:

"1920'lerde Türk camiası ya gelişecek veya ölecekti. Her ne pahasına olursa

olsun yaşamayı yeğlemiştir. Bununla beraber bizim ülkemizde tek parti yolu, hiç bir

vakit faşist-nazi-komünist tipi bir zorbalık biçimini almamıştır." (Türk

Dili, rakam 182)

736

sela beni Ankara'da huzursuz eden en büyük şey, ordunun yokluğudur. Elimizde

dayanak bir ordu bulunmazsa, tüm bu güzel nazariyat suya düşüp gidebilir' [Şu

cevabı verdi:] 'Bence Meclis nazariye değil hakikattir ve hakikatlerin en

büyüğüdür. Önce Meclis, sonrasında ordu Nadi Bey. Orduyu meydana getirecek olan-ulus ve ona

niyabeten Meclistir.'" (TBMM açılmadan önce, 1920/Ankara, Y.Nadi, Ankara'nın ilk

Günleri, s.99)

ü "Meclis'te yapacağı konuşmayı, odasında, Hakkı Behiç'le bana baştan başa

okudu. Her ne olursa olsun, Mustafa Kemal Paşanın, kudreti milletin eline

bırakmak istediği, herhangi bir diktatör yada sultan istemediği görünüyordu."

(TBMM açılmadan önce, 1920/Ankara, H.E.Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, s.118)

D "Meclis'in ve toplanmasının yegâne amili M.Kemal'dir. Meclis onun eseridir."

(1.Dönem mebus Hilmi Kalaç, Ulus gazetesi, 1.4.1970)

D "Ben her kerameti Meclis'ten bekleyenlerdenim." (M.Kemal'den aktaran Yunus

Nadi, Ankara'nın İlk Günleri, s.98)

ü "Canım niçin bu Meclis'in dertlerini çekiyoruz? Dağıtalım, huzurlu ediniz.'

diyen şiddetçilere, 'Meclis olmazsa, bizler neyiz ki? Hiçbir şey. Meclissiz

olamayız.' diyor, Türk milletinin o ana-baba, ölüm-beka günlerinde, irticaın

çoğunlukta olduğu bir muhalefetti Meclisi dahi, meclissizliğe tercih ediyordu."

(F.R.Atay, Çankaya, s.519)

D "Gazi, bizim ülkemizde de partiler ve parlamento yaşamının başlamış olmasından

ötürü kıvanç duyuyorum...' dedi." (Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin

kurulması dolayısıyla, 1924, A.F.Cebesoy, Siyasi Hatıralar, 2.C., s.125)

D "Mustafa Kemal Atatürk dedi ki: 'Devletin idaresini ele alan bir siyasal partinin karşısında

bir test heyeti bulunmak lazım gelir... Ben, Serbest Cumhuriyet Fırkasından,

iki esaslı prensipe riayet etmesini isterim: Cumhuriyet ve laiklik... Zaten

benim siyasal hayatta bir taraflı olarak her zaman aradığım ve arayacağım temel

budur!" (Serbest Cumhuriyet Partisinin kurulması sırasında, Ağustos-Eylül 19307

Yalova, Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, s.138)

D " (Fethi Bey ve arkadaşları sonunda] karar verdiler ve Serbest Fırkayı

kapattılar. Kapatılması bizim için oldukça kötü oldu. Mustafa Kemal Atatürk oldukça özenerek bu şekilde bir

tertibe girişim etmişti.. Serbest Fırka teşebbüsü de bu suretle sonlanmış olan oldu.

Bunun neticesi olarak, birden fazla parti ile demokratik diyet ümidini Mustafa Kemal Atatürk,

derhal derhal kaybetti." (İ.İnönü, Hatıralar, 2.C., s.230 vd.)

D "Mustafa Kemal Atatürk Recep Peker'e, 'Elbette konuşacaklar, elbet eleştiri edecekler. Biz

bu arkadaşların Meclis'e girmelerini niçin teşvik ve ihzar ettik, bir oyun olsun

diye mi? Hayır! İşlerimiz ile alakalı düşünce ve kanaatlerini açıkça söylesinler,

yaptıklarımızı eleştiri etsinler, doğrusu yeri boş kalan muhalefetin, bir dereceye

kadar olsun, vazifesini görsünler diye Meclis'e getirdik,o şekildeki değil mi?' dedi."

(1930'lar, aktaran H.R. Soyak, Mustafa Kemal Atatürk'ten Hatıralar, s.35)

737

n "Mustafa Kemal Atatürk'ün siyasal dünyasına hakim olan düşünce, tam ve geniş bir

demokrasidir." (C.Bayar, Mustafa Kemal Atatürk'ten Hatıralar, s. 13)

a "Mustafa Kemal Atatürk, Parti Yüksek Divanında azınlıkta kalınca, teklifini sükûnetle geri

aldı... Bir aralık Cumhurbaşkanına, TBMM'den çıkan kanunlara karşı veto hakkı

verilmesini istemişti. Fakat birtakım arkadaşların, özellikle Mahmut Esat Bozkurt ve

Şükrü Saraçoğlu benzer biçimde genç hukuk adamlarının itirazı üstüne cereyan eden uzun

tartışmalardan sonrasında bundan da vaz geçmişti... Mustafa Kemal Atatürk'ün yapmış olduğu bir teklifi

Serbest Fırka kabul etmiş idiyse de Halk Fırkasının 40 benlik İdare Heyeti

kabul etmemişti. O vakit bu vakası hayretle karşılayanlar, yapmış olduğu teklifi kendi

fırkasının kabul etmemesini ciddi ve varit bulmayanlar olmuştu. Bu gibiler,

Mustafa Kemal Atatürk'ü içten tanıyamamış olan kimselerdir. O kendi fırkası arasında de her zaman

ekseriyetin reyine saygı eden, ikna yolundan başka qüç kullanmayan bir

liderdi." (H.R.Soyak, Mustafa Kemal Atatürk'ten H:atıralar, 1.C., s.46, 54; 2.C., S.437)

a "Umumi işlere ilişkin kanunların tartışmasında, onun Meclisleri tamamiyle serbest

kalmışlardır. Bazı kanunları koymak için Başvekil İsmet Paşanın bile günlerce

komisyonlarda uğraştığı görülmüştür." (F.R.Atay, Çankaya, s.543)

a "Onun partisine, tek parti ismini verenler yanılmaktadır. Halk Partisi, en koyu

irticadan, en ileri fikre kadar tüm temayülleri, prensipler disiplini arasında

dizginlemeye çalışan bir karma parti idi." (F.R.Atay, Çankaya, s.448)

D "CHP Genel Sekreteri Recep Peker, Avrupa'da, özellikle İtalya ve Almanya'da

uzun bir incelem seyahati yapmış, dönüşünde, yakında toplanacak olan parti

kurultayına arz edilmek suretiyle yeni bir nizamname ve oldukça teferruatlı bir program

hazırlamıştı. Bunlar, Parti Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk'e takdim edilmek suretiyle bana

tevdi olunmuştu. Gerek nizamname, gerek program, o dönemin tek partili totaliter

idarelerindeki esaslara nazaran kaleme alınmıştı. Başta, azası sınırı olan ama kudret

ve selahiyeti süresiz bir Heyet tasarım ediliyordu. Bütün kararları bu Yüksek

Heyet veriyor, Büyük Millet Meclisi bir şekilden ibaret kalıyordu. İtalya ve

Almanya'da olduğu benzer biçimde üniformalı gençlik teş-. kilatı kuruluyordu. [..]

Evrakı Mustafa Kemal Atatürk'e götürdüm. 'Kütüphanede masamın üzerine bırak, sonrasında okurum.'

dedi. [..] [Ertesi günü sabah] Üzerinde ilk bakışta sezilen bir sinirlilik hali

vardı. Beni görür görmez azarlar benzer biçimde sordu: 'Bu zorbalar kimlerdir, onları kim

seçecektir?' 'Hangi zorbalar paşam?'

'Sen dün akşam bana getirdiğin kâğıtları okumadın mı?' 'Biraz okumuştum.'

'Haa, işte orada bahsedilen, tüm kuvvetleri nefsinde toplayıp tek partiyi,

dolayısıyla devleti ve memleketi kendi başlarına yönetim edecek olan Yüksek

Heyet'in azası! Bu zorbalar heyeti, qüç ve selahiyetlerıni kimden ve iyi mi

alacak? Bu ne sakat düşüncedir, bu iyi mi zihniyettir? Görülüyor ki varmak

istediğimiz hedef, henüz, en yakın dostlar tarafınca bile, zerre kadar anla738

silmiş değildir. Çocuk, bizler o şekildeki bir yönetim istiyoruz ki bu memlekette bir gün

padişahlığa yandaş olanlar dahi bir fırka (parti) kurabilsinler.1

[..] Köşke gelen Genel Başkan V. İsmet İnönü ve Genel Sekreter Recep Peker ile

birkaç saat görüştüler. İnönü ile Peker gittikten sonrasında Mustafa Kemal Atatürk, mü-tebessim bir

surat ile 'İsmet Paşa, Recep'in marifeti olan o saçmalan okumadan imza etmiş.

Neyse, her şey olduğu benzer biçimde kalacaktır.' dedi." (H.R.Soyak, Mustafa Kemal Atatürk'ten

Hatıralar, s.58 vd.)

n "Sevdiklerinin ve beraber bir şeye inandıklarının tenkitlerine, itirazlarına,

tartışmalarına inanılmaz bir katlanışı ve hoşgörürlüğü vardı.. Meclisinde,

dilediklerinizi söylememek için pek hesaplı bir dalkavuk olmaktan başka hiç bir

sebep yoktu.. Bilakis ancak onun hoşuna gitmeyi düşünerek lafları ayarlamak pek

gereksiz bir dalkavukluktu. Bu türlü dalkavuklar, sofra oyuncağı olmaktan başka

bir mükâfat da görmemişlerdir." (F.R.Atay, Çankaya, s.507, 510, 530)

D "Mustafa Kemal Atatürk'ü, şahsı ile alakalı meydana getirilen tenkitler içinde derhal derhal tek üzen

şey, diktatör telakki edilmesiydi. Bundan aşırı derecede teessür duyardı. Nasıl

müteessir olmasın ki o, yaradılışı ve mizacı itibariyle, diktatörlükten,

diktatörlerden nefret eden bir adamdı." (H.R. Soyak, Mustafa Kemal Atatürk'ten Hatıralar,

$.53)

D "Mustafa Kemal Atatürk, ne mizacı, ne de ideali bakımından, zorbalık inançlısı değildi.

Mussolini ve Hitler benzer biçimde demokrasiler aleyhine hicivler ve zorbalık lehine

methiyeler söylemiş değildir. Hususi meclislerinde dahi millî egemenlik davasına

gönülden bağlı olduğu sezilirdi. Onun kini yobazlığa idi, geriliğe idi,

Türk şerefini düşüren ve Türklüğü gelişmekten alakoyan kara ve karanlık gelenek

ve göreneklere karşı idi." (F.R.Atay, Çankaya, s.521)

D "Mustafa Kemal Atatürk'ü diktatör sayanlar olmuştur. Bence bu hem yanlış, bununla beraber yanıltıcı

bir görüştür... Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, bilgili olarak, kendi yokluğunda uygulanabilecek

bir seviye kurmağa, kendinden sonrasında sürebilecek bir hükümet ve idare sistemi

yaratmağa çalışıyor; görüşlerini zorla kabul ettirmekten oldukça, düşüncelerini

öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu... Kanunlara aykırı davranışlarda

bulunmaktan kaçınmıştır. TBMM'ne ise büyük saygısı vardı... Pek oldukça kimsenin

sandığı benzer biçimde sağa sola emirler yağdırmak şu şekildeki dursun Mustafa Kemal Atatürk, Bakanları her

vakit kendi sorumluluklarını yüklenmeğe zorlardı." (1935-1937, İngiliz

Büyükelçisi Sir Percy Lorraine, Türk Dili, rakam 158)

D "Yeni bir Meclis yapısının ilk taslağı Mustafa Kemal Atatürk'e gösterildiği vakit, [parti]

İdare Meclisi azası idim. Gerek o taslakta, gerek bugünkü yapının planında, oldukça

parti ve iki meclis ihtimali hesaba katılmıştır.

Ölüm yılına kadar, Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirlerini günü gününe takip etmiş olanların, ne

onun ağzından, ne de onun yanında, tek parti rejimini ebedileştirmek değil, uzun

boylu idame ettirmek için kuru bir laf bile duyduklarını sanmıyorum. CHP'ni

faşist, nazi yada komünist parti örneklerine nazaran ayıklamak ve ihtilal

prensiplerine tam bağlı olanlardan yoğurmak, her türlü yönetim ve kadro

cihazlarını buna nazaran ayarlamak benzer biçimde teklifler, ne Mustafa Kemal Atatürk'ten, ne de arkadaş739

lan içinde önder vasfı verilebilecek olanlardan yüz bulamamıştır." (F.R.Atay,

Niçin Kurtulmamak, s.45)

n "Mustafa Kemal Atatürk sadece bir mevzuda genel tartışmağa izin vermemiştir. O da dinin

riyakarane sömürülmesi konusudur... Mustafa Kemal Atatürk'ün diktatörlüğü sadece ve sadece bu

yönde kendini göstermiş ve tek parti usulü, fiili bakımdan, sadece ve sadece bu

yüzden kurulup yaşamıştır." (H.Bayur, Hayatı ve Eseri, s.345)

n "Mizaçça demokrat ama ulusal varlığı kurtarmak için inkılapları

gerçekleştirme bakımından amansız, eğilip bükülmez bir savaşçı idi. Bir gün,

kapalı bir parti grubu oturumunda inkılap meseleleri konuşulurken,

'Arkadaşlar...' demişti, 'Umur-u cariyede (genel işlerde) halkın temayüllerini

dikkate almalıyız. Halka karşı gitmemeliyiz. Fakat prensiplerimiz davasında bir

tek şahıs kalsak, başımızı verir, ödün vermeyiz!'" (F.R.Atay, Çankaya, s.543)

n "Maiyetindekilerin görevli oldukları işlere karışmaktan ve ayrıntılarla

uğraşmaktan sakınır, bazan bunu yapsa da dostçasına yapardı. 'İşi mesulüne

bırakalım' sözünü kendisinden oldukça işittim. Keza bir Bakan danışırsa, düşüncesini

söylemekle beraber, 'Ben bu şekilde düşünüyorum fakat işin sorumlusu sensin, ona gö're

düşün, taşın, karar ver' derdi." (H.Bayur, Hayatı ve Eseri, s.346)

D "Teferruat ile uğraşmayı sevmezdi. Yalnız dış politikaya sürekli bir alaka

göstermiştir. Bazı meselelerde, şikâyet ve tenkitler üstüne müdahaleler yapmak

ve yargıcı görevi oynamaktan başka, hükümet işleri ile pek yorulmamıştır."

(F.R.Atay, Çankaya, s.398)

D "Mesuliyet karşılığı selahiyetlere, bağnazlık derecesinde hürmetkardı. Herhangi

bir sorun ile alakalı vazifeli ve alakalıların mütalaalarını dinlemeden, hatta

onlarla görüşme ve tartışma etmeden, kendi görüşünü açıklamış olduğu ve karar verdiği

vaki değildir... Huzurunda konuşurken, aklıma gelen mütalaaları arz etmekten

çekinmek benzer biçimde bir pay kapıldığımı hatırlamıyorum." (H.R. Soyak, Mustafa Kemal Atatürk'ten

Hatıralar, 1.C., s.37)

Böyle diktatör olur mu?

M.Kemal'e diktatör diyenlere, örneğin Hitler'in, Mussolini'nin, Fran-ko'nun,

Stalin'in ve benzerlerinin hayatlarını okumalarını ve diyetlerini incelemelerini

öneri ederim.

Bize düşen, dayanaksız iddialarla zaman öldürmek değil, Türkiye Cumhuri-yeti'ni

daha demokratik yapmak, her mevzuda daha ileri götürmektir. Buna çalışalım!

• M.Kemal'in asla mi kusuru, eleştirilecek yanı yoktu? Niye olmasın? Ama şu

söylenebilir: Meziyetleri kusurlarından, doğruları yanlışlarından oldukça daha

fazlaydı. Bir süpermen miydi? Süpermen olmadığını yazıp söyleyenler ile M.Kemal

arasındaki oldukça büyük farka bakarak, M.Kemal'in süpermen olduğu rahatlıkla iddia

edilebilir fakat hiç bir insan süpermen değildir, doğal ki o da değildi.

740

M.Kemal, milletine tertemiz bir vatan, tam bağımsız bir devlet bırakmış bir

önder, aklı ve vicdanı özgürlüğe kavuşturmuş bir devrimci ve hepimiz benzer biçimde gülen,

ağlayan, seven, kızan, öfkelenen, yiyen, içen bir insandır.17

Çağdaşı olan liderlerin hepsi, yıkıldı gitti.

Ama o yaşıyor ve yaşatılıyor.

Ölümünden yarım çağ sonrasında bile, M.Kemal'i hâlâ hürmet ve minnetle anan,

anısına yürekten bağlı, değerbilir, simgelediği düşünceleri sakınan ve savunan,

hanım erkek, genç yaşlı, sivil asker, köylü kentli, okumuş okumamış, sağcı

solcu, milyonlarca, milyonlarca insan var.

Sadece bu bile, M.Kemal olgusuna, hürmet ve dikkatle yaklaşmak, yüzeysel,

ayaküstü, uluorta ve çapaçul değerlendirmelerden kaçınmak için ehil bir

sebeptir.

• Bazıları, "Mustafa Kemal Atatürk'ü tartışalım!" diyorlar. Niyetleri herhalde boyunu poşunu

değil, yaptıklarını ve düşüncelerini tartışmak.

Ve tartışıyorlar.

Ama bir çok, yakın tarihimizi doğru dürüst bilmiyor. M.Kemal'in Nu-tuk'unu, Söylev

ve Demeçleri'ni, anılarını, adabı muaşeret tanıklarının anılarını, örneğin B. Lewis,

M.Duverger, A.J.Toynbee, H.Melzig, D.A.Rustow, G.Jeschke benzer biçimde Mustafa Kemal Atatürk ve yeni

Türkiye olgusunu işlemiş olan yabancı tarihçi, politika bilimci ve

araştırmacıların, örneğin E. Ziya Karal, Reşat Kaynar, Yavuz Abadan, T.Zafer

Tunaya, Niyazi Berkes, Peyami Safa, Attilâ İlhan benzer biçimde bilim adamlarımızın ve

yazarlarımızın yazılarını bile okumamışlar; Türk, ingiliz, Fransız, Sovyet ve

Yunan belgelerinden ve devrin koşullarından da, iyice habersizler.

Bu halleriyle, tıpkı şu şekildeki bir bakıp Selimiye Camisini değerlendirip eleştirmeye

kalkan inşaat kalfası Dursun'a benziyorlar.

• Yakın tarihten M.Kemal'i çekin, yerme kimi dilerseniz koyun ve düşünün! Acaba

şimdi nerede, ne durumda olurduk?

M.Kemal'in büyüklüğü, önemi ve değeri, bu probleminin cevabındadır.

• Ne var ki son dönemlerde, simgelediği düşüncelerin, rejimin ve yaşam tarzının

temellerini, özlerini, gerekliliğini ve koşullarını anlatıp benimsetmekten oldukça,

M.Kemal'i tanıtıp anmakla yetindik. Hem de eğilmez, bükülmez, sert bir heykel

olarak. Basma kalıp sözlerle.

Başlangıçta bir liderin vurgula/iması, anlaşılmaz bir şey değildir. Ama zaman içinde

ölçüyü kaçırdık, simgelediği veya simgesi yapıldığı düşünceleri ikinci,

17) "Bir yangın yerinden düzgün bir devlet çıkaran bir insanı, birtakım şahsi

zaafiyetleri yüzünden milletin gözünde minik düşürmek istiyorlar. Ben tüm ömrümce

M.Kemal'e teşekkür etsem, yeniden de bu ulus için yaptıklarını ödeyemem."

Osman Bölükbaşı'nın, 1995'te hususi bir görüşmede dediği bu lafları, Semih

Sergen not etmiş. Ondan öğrendim.

741

hatta zaman içinde üçüncü plana atarak, M.Kemal'in heykellerini, büstlerini,

resimlerini öne çıkardık, içeriksiz tö'renlerle yetindik, sıkışınca ismini

kullanarak, günlük siyaset malzemesi yaptık. Kendisi ön planda yer alınca,

simgelediği düşünceler, kolaylıkla o yana, bu yana çekildi, türlü türlü

yorumlandı, sulandırıldı, solduruldu. Bu arada göstermelik anma ve bağlılık

nutukları arttırıldı. Bu bu şekilde masraf mi, gitmeli mi?

* 6-4-6 6. Son laf

Çoktandır, aynı vakit kesitine ait iki ayrı tarihe kanan bir camia

halindeyiz.18 Zıdlaşma her gün artıyor, farklar gittikçe keskinleşiyor. Bunun

karanlık sonuçlarını, kafasını kuma sokmuş bir devekuşu bile tahmin edebilir.

Son birtakım olaylar, açıklamalar ve tartışmalar da gösteriyor ki bu gidiş, iyiye

gidiş değil. Adım adım diyet çatışmasına doğru yol alıyoruz.

Ne yapmalı?

Bunu hep beraber düşünmek ve tartışmak durumundayız.

Bana o şekildeki geliyor ki her şeyden önce, bu masallara ve feyk tarih üretimine son

vermenin çaresini bulmak ve bu çareyi yürütmek zorundayız. Bu, demokrasiyi

örseler mi diyorsunuz?

Ölmesi daha mı iyi?

Böylesi maksatlı yalanların, demokrasi, bilim ve gerçeğe hürmet ile ne ilgisi

var? Yalan söylemenin, hakikatı söylemekten daha serbest, sakıncasız ve kolay

olduğu garip bir devre yaşamaktayız. Herhalde bu masal ve hayal döneminden, bir

an önce, el ve akıl donanması ile çıkmamız şart.

Daha fazla gecikmeden, sahici din bilginlerinin, sömürülen ve saptırılan din

gerçeklerini anlaşılır şekilde açıklamalarının, bu açıklamaların, yoğun ve

devamlı şekilde kamuoyuna yansıtılarak halkın aydınlatılmasının sağlanması

gerektiği de sanıyorum.

Ve herhalde M.Kemal'i, saygımızı koruyarak, artık günlük politikanın üs18) 30 Kasım 1996 günü, Kanal 7'de piyasaya sürülen Genç Oturum isimli programda, bu

masalları okudukları ve reel sandıkları anlaşılan bir çok imam Hatip Liseli olan

gençler, resmi tarih kitapları ile alakalı, genel hatlarıyla şu görüşleri ileri

sürdüler: 'Resmi ideolojiye nazaran yazılmış.. Objektif değil.. Bu kitaplar yeniden

yazılsın.. Belgeler tahrif edilmiş.. Gerçek zamanı bilmiyoruz.. Güvendiğimiz

yazarların kitapları ile bunlar içinde ayrım var.'

Bir imam Hatip Lisesinde öğretmen bulunduğunu söyleyen Cemal Yılmaz da şu şekildeki

diyerek güvendikleri kitapları şu şekildeki belirtti: "Resmi ideoloji haricinde yazılmış,

Yalan Söyleyen Tarih Utansın benzer biçimde tarih kitaplarımız var. Bunlar bizim tek

tesellimiz ve başvuru kaynağımız. Elhamdülillah bunların sayısı da son

zamanlarda bir fazlaca arttı."

Necmettin Erbakan'ın bir açıklaması: "Biz bugünlere iyi mi geldik, 27 yıllık

mücadeleyi bu noktaya iyi mi getirdik? Zcrnan vakit yaşadığımız iktidar

dönemlerinde, tam 350 İmam-Hatip lisesi, 10 Yüksek islam Enstitüsü ve 3.000

Kur'an kursu açtık.. Bugünkü imanlı nesiller bu şekilde yetişti." (Milliyet, 7 Mart

1997, Açık Pencere)

(Vahdettin, M. Kemal Ve Milli Mücadele - Turgut Özakman alıntılanan kısımlar sayfasıyla yukarıda verilmiştir!)



Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor