ATATÜRK'ÜN DEVLET PARASINA BAKIŞI HAKKINDA

ATATÜRK'ÜN DEVLET PARASINA BAKIŞI HAKKINDA

Bu mevzuyu birkaç anekdot ile açıklayalım.

Harcırah Almazdı 


Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anlatıyor: 


“Gezilerinde, devletçe kendisine sadece tren yada gemi benzer biçimde araçlar sağlanıyordu. Diğer harcamalar tamamen Mustafa Kemal Atatürk’ün kesesinden çıkıyordu. Yalnız kendisi için değil, maiyeti için dahi, harcırah diye bir şey laf mevzusu değildi. Oysa misafiri olarak onunla birlikte gezi eden Başbakan ve bakanlarla maiyetleri bütçeden yol harcaması ve yevmiye almakta idiler.”

Ölüm Döşeğinde Bile Rahatı İçin Devleti Masrafa Sokmuyor 


Mustafa Kemal Atatürk, 1938 yazını çok sıkıntılı geçirir. Hastalığı onu yatağa düşürür, ıstırabı çoktur, bununla birlikte havalar da çok sıcak gitmektedir. Savarona yatında dahi sıcaklara dayanamaz, Dolmabahçe’ye nakledilir. Sonrasını H.R. Soyak şöyleki anlatıyor:


“Daha geniş ve havadar olması sebebiyle saraydaki odasına kavuşmak, Mustafa Kemal Atatürk’ü ilk anda pek memnun etmişti. Fakat ne yazık ki, bu memnunluğu oldukça sürmedi. Sıcak bununla birlikte gittikçe sertliğini artırarak devam ediyordu ve organik olarak bundan duyduğu hastalık da o derecede ağırlaşıyordu. 


Çaresizlik arasında döşek odasının pencere ve duvarlarına bahçeden hortumla su sıktırıyor, sıcağın etkisini azaltmaya çaba ediyorduk. 


Yatağın karşısındaki duvarda… bir tablo asılı idi. İlkbaharın kır çiçekleri ile bezenmiş yemyeşil bir yamaç üstünde birkaç dev gibi servi ile biri çiçek açmış, öteki tomurcuklanmış iki meyve ağacını, arka planda bir göl parçasını ve ta ötelerde gösterişli karlı dağları tasvir eden oldukça güzel, oldukça canlı bir tablo. Zannedersem, Kafkasya dağlarından bir köşe. 


Sıcak ve hastalıktan bunaldıkça uzun uzun bu tabloyu seyrederdi. Herhalde o şekildeki bir yerde, özlem kalmış olduğu serinlik ve huzura kavuşabileceğini tahayyül ediyordu. Bana bir-iki defa ‘Böyle bir yer bulabilsek’ de demişti. 


Muhakkak, aynı özlem dolu arzuyu başkalarına da söylemişti ki, birisi kendisine ‘Alemdağı’nda oldukça güzel bir köşk olduğunu’ söylemiş. Bir gün bana bundan laf etti ve Prof. Nihat Reşat Belger de dahil, ilgililerle birlikte yerine gidip köşkü görmemizi emretti. 


Hemen ertesi günü, Prof. Belger, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ, Başyaver Celal Öner ve daha birkaç arkadaşla birlikte, Alemdağı’na gittik. Vaktiyle Sultan Abdülaziz için yaptırılıp, sonradan Vilayet Milli Emlak Müdürlüğüne devredilmiş olan kasrı gördük. Etrafı çam ağaçları ile çevrili ve şimal rüzgârlarından korunmalı bir yerde idi. Her tarafınca güneş de alıyordu. Profesör yeri pek beğenmişti; ama bina bakımsızlıktan birazcık harap olmuştu; iyice onarım edilmeden oturulamazdı. 


Dönüşte durumu Mustafa Kemal Atatürk’e sundum, dikkatle dinledi, hatta kasrın Vali tarafınca getirilmiş olan planını da inceledi; düşünceliydi, binanın tamire muhtaç bulunması asla hoşuna gitmemişti… 


‘Hele şimdi dursun bakalım!.. İleride yeniden görüşür, bir karar veririz…’ dedi. Fakat tekrar bundan asla laf etmedi. 

Altın Anahtar


Anlatan Tevfik Rüştü Aras:


“Mustafa Kemal Atatürk’ün son açmış olduğu bayındırlık eseri Tunceli’deki Singeç köprüsü, son açmış olduğu yapınak da Nazilli kombinasıdır.


Nazilli’de açılışta Mustafa Kemal Atatürk’e verilmek suretiyle bir altın anahtar hazırlanır. Mustafa Kemal Atatürk, anahtarı kilide sokar, ‘Uğurlu olsun’ diyerek fabrikayı açar. Ancak anahtarı kendisinde tutmaz, Başbakan Celal Bayar’a verir ve şu şekildeki der: 


‘Bu altın anahtar, milletin hazinesinde durmalıdır’.”

Bu Millet O Kadar Zengin Değil


Anlatan Kılıç Ali:


“Bir tarihte Mustafa Kemal Atatürk Ege vapuru ile Mersin’e gitmiş. Dönüşte gemi Fethiye’de durmuş. Kasabada halk şenlik yaparken, gemilerden de hava fişekler atılıyormuş. Zafer torpidosunda bulunan Mustafa Kemal Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, komutanlardan birisi, Zafer torpidosu komutanına bir torpil atmasını söylemiş. Torpido komutanı;


‘Hay hay efendim,’ demiş, ‘sadece bir torpilin kıymeti elli bin liradır.’


Bunun üstüne Mustafa Kemal Atatürk; ‘Vazgeçin torpil atmaktan, bu ulus o denli varlıklı değildir’ demiş.


Ve torpido komutanına dönerek;


‘Sizi kutlama ederim,’ diye iltifatta bulunmuş.”

THK’nın Kırk Parası


Anlatan içsel kızı Sabiha Gökçen:


“Bir gün, asla unutmam, İsmet Paşa Köşk’e hem oldukça yorgun, bununla birlikte oldukça asabi gelmişti. Oysa, ekseriya sinirlerine başat olmasını herkesten iyi bilirdi. Şöyle bir bitkinlik kahvesi aldıktan sonrasında Gazi;


‘Hayır ola İsmet’ dedi. ‘Sende bir fevkaladelik var bugün… Ne oldu? Neye sinirlendin?’.


İnönü yumuşamıştı. Gülümsemeye çalışarak;


‘Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim Kurul Toplantısı vardı da…’ dedi.


Gazi üsteledi:


‘Eee, ne olmuş varsa?’


‘Fuat Bey’i epey terlettim… İstifaya filan kalktı.’


‘Çalışkan çocuktur Fuat… Cemiyeti de öteki mebus arkadaşları ile iyi yönetiyor…’


‘Bunlara bir diyeceğim yok. Fakat canımı sıkan bir husus oldu.’


‘Neymiş o?’


‘Hesaplarda kırk para oynuyor!..’


‘Kırk para… Yani bir kuruş…’


‘Evet… Toplantıya sabah onda girdik, saat on yediyi geçiyordu çıktık. Daha önceki görüşmede dikkatimi çekmişti. Bu bir kuruşun nereye gittiğini öğrensinler diye direktif vermiştim. Bulamamışlar… Bugünü de onunla geçirdik… Fuat Bey’in hassasiyetini anlıyorum ama, milletimiz ondan daha hassastır. Verdiği paranın nereye gittiğini behemahal bilmek ister. İstifa bu benzer biçimde hallerde en basit menfaat yoldur. Ama kimseyi rahatlatmaz… Hatta söylentilere bile niçin olur… Yurttaş bu parayı Türk Hava Kurumu yükselsin diye veriyor…’


Gazi Paşa gülümsedi:


‘Demek sorun bu… Kırk paranın hesabı seni bu kadar yorup üzdü. Tam adamını bulup bunların başına getirmişim… Haklısın… Kırk para günün birinde kırk lira, kırk lira da dört yüz lira olur… Bu da giderek büyür halkım ağzında… Böyle kuruluşlara olan itimatı sarsar… Biz Cumhuriyeti kurarken, bu şekilde kırk paralara oldukça ihtiyacımız oldu… Peki ne yaptın sonunda?’

‘Muhasebeciyi çağırttım. Memurları seferber ettim. Ve kırk paranın yanlışlıkla bir başka hesaba geçirildiğini bulup çıkarttırdım… Bundan sonrasında da bu benzer biçimde hataları affetmeyeceğimi söyledim kendilerine… Bizim milletimiz hakikaten de elindekini avucundakini verir. Hiçbir millet Türk ulusu kadar eli açık değildir. Ama verdiğinin doğru dürüst bölgelere sarfedildiğini görmek ister. Hem de buna inanmak ister… Türk Hava Kurumu’nun halktan toplanan paralarla uçaklar alıp askeriyeye armağan etmesinden duyulan sevinç büyüktür… Bu güzel havayı ne kırk para uğruna, ne de yüz para uğruna bozmaya kimsenin hakkı olmasa gerekir…’


Evet evet… Bu benim yakından şahit olduğum bir konuşma, bir olaydır… Türk Hava Kurumu’nun kırk parası uğruna harcanan emek ve tarihi belgeleyen mübarek bir olay… Şayet ülke ve birtakım müesseseler bugüne dek sarsılmadan, alın aklığı ile gelebilmişlerse hep bu ‘kırk para’nın hesabı sorulduğu, milletin parası üstüne titrendiği için gelinebilmiştir kanısındayım… Onlar bir başka devlet adamlarıydı.”(1)

Hizmetinden Dolayı Verilmek İstenen Bir Milyon Lira


Anlatan Falih Rıfkı Atay:


“Milletvekilliğimin ilk yılında, bir öğle üstü, Yakup Kadri ile birlikte Meclise gelmiştik… Birkaç mebus bizlere bir kanun teklifi imzalatmak istediler. Okuduk. Teklif aşağı yukarı Şu idi:


‘Hidematı vataniyesine mükâfaten (vatan için yapmış olduğu hizmetlere karşılık) Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne bir milyon lira ihda (armağan) edilmiştir.’


İmzalayanlardan bazıları bir ihtimal de pek iyi niyetliydiler. Muzaffer komutanlarını para ile mükâfatlandırmak İngilizlerin de âdeti değil miydi? Sonra Mustafa Kemal, devrimler meydana getirecek ve devrimler düzenini memlekette kökleştirmek ve korumak için büyük bir partiyi teşkilatlandıracaktı. Bunun için para lazımdı. Beynimizden vurulmuşa döndük. Sanki zafer ve onun tüm şanIarı ve şerefleri satılığa çıkarılmıştı… (Bu) Gazi Mustafa Kemal’i inkilap tarihinin ilk günlerinde suikastların en alçakçası ile öldürmek demekti.


Gazi’nin haberi olup olmadığını düşünmeden Reislik odasında kendisini bulduk. Hamdullah Suphi heyecanlı lafları ile hepimizin ıstıraplarını söylemeye çalıştı. 


Gazi:


‘Hiç haberim yok… Küstahlık etmişler, teklifi bana buldurunuz,’ dedi. Getirtti ve yırttı.


Derin bir gönül rahatı duyduk.(2)

KAYNAKÇA

(1) Gökçen, Sabiha; “Atatürk’le Bir Ömür”, s.75, 76, Altın Kitaplar, İstanbul, 1996


(2) Atay, Falih Rıfkı; “Çankaya”, s.453, 454, İstanbul, 1984



Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor