ATATÜRK'Ü ANADOLUYA VAHDETTİN YOLLADI İDDİASINA CEVAP

 ATATÜRK'Ü ANADOLUYA VAHDETTİN YOLLADI İDDİASINA CEVAP

"Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'ü Anadolu'ya ulusal hareketi başlatsın diye gönderdi." iddiasında bulunan kişilerin kaynak yada belge olarak gösterdiklerini bir sıralayalım:


1. "Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin..."

2. Fevzi Çakmak'ın, kadını Fitnat Çakmak'a anlattıkları...

3. Mustafa Armağan'ın köşesinde yazdığı "Hatt-ı Hümayun"...

4. Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'e geniş yetkiler vermesi...

5. Mustafa Kemal Atatürk'ün oldukça kere Vahdettin ile görüşmüş olması ve Mustafa Kemal Atatürk'e vize vermesi...

6. Mevlanzade Rıfat'ın kitabında yazdıkları...


Mevlanzade Rıfat'ın Yazdıkları:

Aslında herşey Mevlanzade Rıfat'ın dedikleriyle başlıyor. 1929 senesinde çıkarmış olduğu kitapta Mustafa Kemal Atatürk'ü Vahdettin'in Anadolu'ya gönderdiğini, Kurtuluş Savaşı'nı Vahdettin'in başlattığını söylüyor. Hatta daha da ileri giderek Vahdettin'i "kahraman" duyuru ediyor.

İsterseniz Mevlanzade Rıfat kimdir bi ona bakalım; Mevlanzade Rıfat Efendi dediğimiz kişi, Osmanlı komutanlarına küfreden bir insandır. I.Dünya Savaşına katılan komutanlara "Büyük alçaklar ve haydut başları..." diye hakaret etmiştir.[1] Bunun üstüne Mustafa Kemal Atatürk, Harbiye Nezareti'ne dilekçe vererek cezalandırılmasını istemiştir. Mustafa Kemal Atatürk, "Osmanlı komutanlarına kimse hakaret edemez..." diyerek mukabil vermiştir. Bu dilekçeyi de gazetelerde yayınlatan Mustafa Kemal Atatürk, Mevlanzade Rıfat'ın en büyük düşmanı durumuna gelmiştir.[2] Mevlanzade Rıfat'ın arası Vahdettin ile oldukça iyidir. Vahdettin San Remo'ya kaçtıktan sonraki ziyaretçilerinden biri de Mevlanzade Rıfattır. San Remo'ya ilk kere 1922'de bir Yunanlı albayla beraber gelmiştir. Ankara'ya karşı Yunanistan ile antak kalma öneri etmiştir. Bu görüşmeden sonrasında Vahdettin Mevlanzade Rıfat'a para vermiştir.[3] Ayrıca Mevlanzade Rıfat Kürt Teali Cemiyeti üyesi, mühim bir bölücü politikacı ve yazardır.[4] Lozan'dan sonrasında 150likler sıralamasında adı olduğu için ülkeyi terk etmiştir sonrasında Hoybun Cemiyeti'nin(kürt-ermeni bölücü çete) kurucuları içinde yer almıştır. Bütün "Vahdettin hain değildir" diyen tarihçilerin ana kaynaklarından bir tanesi, Türk komutanlara hakaret eden, Mustafa Kemal Atatürk düşmanı, bölücü bu hainin dedikleridir.


Yazdıklarının bir çok şeyi belgelenememiş ve söylentiden ibarettir. Kendi arasında de devamlı çelişen ve birçok mantık yanlışı bulunan Mevlanzade Rıfat'ın dediklerini dikkate almak saçmalıktan öte birşey değildir.


Mustafa Kemal Atatürk'ün oldukça kere Vahdettin ile görüşmüş olması ve Mustafa Kemal Atatürk'e vize vermesi...

Aslında bunlar birşeyi kanıtlamaz. Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul'a geçirdiği 6 aylık bir müddette kurtulma yollarını aradığı kanıtlanmıştır. ilk başlarda dış ilişkiler yolunu seçen Mustafa Kemal Atatürk, bunu gerçekleştiremeyince Anadolu'ya geçme planları yapmıştır. Diplomatik olarak iki yol izlemiştir;


1. İstanbul'a geldikten 1 gün sonrasında İngiliz istihbaratına yakın gazeteci Ward Price ile görüşüp kendisini özetlemek gerekirse "Eğer Anadolu'yu vilayetlere bölecekseniz yetenekli yöneticilere ihtiyacınız olacaktır. Ben vali olmaya adayım.." diyerek hem bir taraftan İngiliz yanlısı işaret etmek istemiştir. Ayrıca Vali olarak atandığı vakit ise hem geniş yetkileri olmuş olacaktı hemde atandığı vilayetlerdeki jandarmayı komuta dibine almış olabilecekti fakat gerçekleşmemiştir.


2. İngiliz dostu gözükmek ve hükümet değişikliğine gidilmesi, kendisinin Harbiye Nazırı(Genelkurmay Başkanı) yapılmasını önermiştir: Bir taraftan Minber isminde bir gazete çıkartıp, İngiliz yanlısı gözüküp öteki komutanlar şeklinde Malta'ya sürülmekten kendini korumuştur. Bir taraftan da hükümet değişikliğini önermiştir. Genelkurmay Başkanı olması orduyu idare etme yetkisi vereceği için bu yolu seçmiştir fakat bu da gerçekleşmemiştir.


Diplomatik yollar tükenince Anadolu'ya geçiş planları yapmıştır ve bu doğrultuda birçok asker arkadaşıyla görüşmüş, yeraltı örgütleriyle irtibata geçmiş (Mim-Mim Grubu) ve cemiyetlerin kurulmasına önayak olmuştur. (Trakya Paşaeli Cemiyeti vb.)

"Vizeyi Mustafa Kemal Atatürk'e Kurtuluş Savaşı'nı başlatsın diye Vahdettin verdi." iddiasını aslına bakarsak Vahdettin kendi ağzıyla yalanlıyor; Şöyle ki, Vahdettin, 1923'te Mekke'de yayınladığı beyannamede Mustafa Kemal Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için seçerek Anadolu'ya göndermediğini, "Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderen kabineye uydum" diyerek itiraf etmiştir.

Vahdettin'e oldukça yakın olan Başkatip Ali Fuat Bey de anılarında Vahdettin'in Kurtuluş Savaşı'nı planladığına yönelik en küçük bir malumat kırıntısına bile yer vermemiştir. Anılarında Vahdettin'le alakalı oldukça minik ayrıntılara bile yer veren Ali Fuat Bey'in bu şekilde mühim bir noktayı kaçırması imkansızdır.

Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'ü Samsun'a gönderilmiş olduğu aslına bakarsanız malum bir gerçektir bunu kimse yalanlamıyor. Zaten bu hakikatı 1926 senesinde bizzat Mustafa Kemal Atatürk, Falih Rıfkı Atay'a açıklamıştır.


Mustafa Kemal Atatürk, Damat Ferit Hükümeti'nin, Padişah Vahdettin'in ve İngilizlerin bilgisi dahilinde hatta "İngiliz vizesiyle" Anadolu'ya geçmiştir. Evet! Mustafa Kemal Atatürk'ü Padişah Vahdettin Anadolu'ya göndermiştir! Burada kilit sual şudur? Peki fakat niye göndermiştir?


İngilizlerin İsteği!

İngilizlerin emperyalist emelleri açısından Karadeniz bölgesi ve Kafkaslar oldukça önemlidir; zira Kafkaslardaki organik kaynakları ve Hindistan tecim yolunu test etmenin biricik yolu bu bölgeyi test etmektir. Kafkaslara ve Güney Asya'ya oluşturulan bir koridor durumundaki Karadeniz bölgesi ve Karadeniz limanları İngilizleri oldukça fazla ilgilendirmektedir. Bu nedenle İngilizler, 26 Aralık 1919'da Batum'u işgal etmişler ve o bölgedeki 9. Ordu'nun terhisi ve silahların teslimi işlerinin yavaş gittiği sebebi öne sürülerek bu ordunun komutanı Yakup Şevki Paşa'nın görevinden uzaklaştırılıp, yerine emirleri uygulayacak birinin getirilmesini istemişlerdir.[5]

İstanbul hükümeti asla vakit kaybetmeden İngilizlerin bu isteğini yerine getirmiştir. İngilizler, Ermenilerin yaşamış olduğu doğudaki altı ille de hususi olarak ilgilenmişlerdir; zira Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 24. maddesine bakılırsa bir kargaşalık niteliğinde oralar işgal edilebilecektir.

İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından derhal sonrasında Kafkaslardan, Doğu illerinden ve Karadeniz'de bilhassa Samsun'dan yakınma etmeye başlamışlardır. Mütareke periyodunun en huzursuz ve komplike yerlerinden biri Samsun'dur. Bu karışıklığın temel sebebi bölgenin etnik yapısı ve Pontus Rum çetelerinin faaliyetleridir. Rum çetelerine karşı kurulan Türk çetelerinin çatışmaları, mütarekenin başından beri İngilizlerin dikkatini çekmiştir.[6]


İngiliz Calthorpe ve Amet 1918 Kasım sonlarında, "Samsun'da mütareke hükümlerinin hemen hemen uygulanmamış bulunduğunu ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" iddia etmişlerdir. [5]


İngilizlerin Samsun'a asker çıkarmaları bölge halkının tepkisini çekmiş, 17/18 Mart 1919 gecesi Makineli Tüfek Bölüğü'ne bağlı Teğmen Hamdi Bey, askerleriyle beraber dağa çıkmıştır.[6]


Teğmen Hamdi Bey'in savaşım etmek için dağa çıkması İngilizler açısından bardağı taşıran son damla olmuş, İngiliz yetkililer, hükümetin bir an ilkin bölgede asayişi sağlamasını, aksi biçimde meydana gelecek olayların kararına katlanması gerekeceğini belirtmiştir.


İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919'da Osmanlı Harbiye Nazırlığı'na bir nota vermiştir. Notanın içinde ne olduğu şöyledir:


1 - Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun terhis ve silahlarının toplanması işi oldukça yavaş gitmektedir.

2 - Bu yörelerde, Kars'ta olduğu şeklinde baştan başa şuralar kurulmuştur.

3 - Bu şuralar, ordunun denetimi altında asker toplamaktadır. Bu gelişmeler o bölgede yaşayan halkı rahatsız etmektedir.

4 - Bu gelişmeler, Ermenistan ile alakalı verilecek karara karşı geçirmek için İttihatçı-Jön Türklerce örgütlenmektedir.[7]


Bu İngiliz notasının sonucunda Amiral Calthorp'e, "Gereken her türlü önlemin hemen alınmasını, ilgililere buyruk ve direktif verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını" bildirmiştir.[5]


Amiral Calthorpe, Sadrazam Damat Ferit'e gönderilmiş olduğu resmi yazıyla yetinmemiş, Padişah Vahdettin'le de görüşerek, "Karadeniz'deki karışıkların bastırılması mevzusunda" ona da kati uyarılarda bulunmuştur. Calthorpe, Vahdettin'e, "Yüksek yetkiler haiz askeri bir kurulun, başlarında kabiliyetli bir generalle hemen vazife yerine giderek, o bölgedeki 9. Ordu'yu disiplin dibine almasını" söylemiştir.[8] (Mustafa Kemal Atatürk'ün yüksek yetkileri olduğu biliniyor.Bu yüksek yetkilerin verilmesini isteyen İngilizler bulunduğunu burda öğrenmiş oluyoruz.Yani Vahdettin Mustafa Kemal Atatürk'e "Al sana yüksek yetkiler, git ulusal hareketi başlat" dememiştir. )


O günlerde Osmanlı yönetiminin en oldukça dikkat etmiş olduğu nokta Paris Barış Konferansı'nda Osmanlının aleyhine kullanılabilecek bir durumun oluşmamasıdır. Bu bakımdan bilhassa İngilizlerin memnun olması oldukça önemlidir. Bu amaçla İngilizlerin 21 Nisan tarihindeki notasına müsait olarak Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde asayişi sağlayacak önlemler alınmalıdır. Zaman kaybetmeden kuvvetli bir komutan bölgeye gönderilerek, asayiş sağlanmalı ve Paris Barış Konferansı öncesinde İngilizler memnun edilmelidir.


Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin işte bu düşünceler arasında Mustafa Kemal Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu'ya göndermişlerdir.


Mustafa Kemal Atatürk'e verilen vazife ve yetkiler şunlardır:


1 - Bölgedeki asayişin düzeltilmesi, asayişsizlik nedenlerinin saptanması.

2 - Silah ve cephanenin biran ilkin toplattırılıp koruma dibine alınması.

3 - Şuralar var ise ve asker topluyorsa, bunun mutlaka engellenmesi.

4 - Şuraların kapatılması.


Mustafa Kemal Atatürk'e geniş yetkiler verildiği doğrudur. Ancak Vahdettinci yazarların, Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'e bu geniş yetkileri, "gizlice tüm yurtta direnişi örgütlemesi" amacıyla verdiği iddiaları yalandır. Çünkü bu yetkilerin geniş olmasının iki sebebi vardır.

Birincisi, 21 Nisan 1919 tarihindeki İngiliz notasında ancak Karadeniz bölgesinden değil şark illerinden de laf edilmektedir. Yani yetkilerin geniş tutulmasının birinci sebebi, doğudan İngiliz notasıdır. İkincisi de bu yetkileri Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla yapmış olduğu müzakere sonucunda bizzat Mustafa Kemal Atatürk genişletmiştir.[7]


Mustafa Kemal Atatürk'e mülki (idari) yetkiler verilmesinin sebebi ise, yeniden İngiliz notasında belirtilen "şuralara" son verebilmesi içindir. Mustafa Kemal Atatürk'ün, bu sivil örgütlere son verebilmesi için, askerler haricinde sivillere de buyruk verebilmesi gerekir.


Peki fakat Vahdettin niçin bu vazife için Mustafa Kemal Atatürk'ü seçmiştir? Neden Mustafa Kemal Atatürk gönderilmiştir?

Öncelikle Mustafa Kemal Atatürk'ü seçen Vahdettin değildir, kendisinin de bizzat itiraf etmiş olduğu şeklinde, Mustafa Kemal Atatürk'ü hükümet bu göreve getirmiş, Vahdettin ancak bu atamayı onaylamıştır. Vahdettin bu atamayı niçin onayladı? sorusuna yanıt vermeden ilkin, Damat Ferit Hükümeti niçin bu göreve Mustafa Kemal Atatürk'ü seçti? sorusuna yanıt verelim.

Bu mevzuda Mustafa Kemal Atatürk'ün çabaları belirleyici olmuştur. İşgal İstanbul'unda bulunmuş olduğu 6 aylık müddette Mustafa Kemal Atatürk'ün kafasının bir köşesinde hep Anadolu'ya geçerek "direniş" başlatma düşüncesi vardır. Bu amaçla İttihatçı yer altı örgütleriyle i·lişki kurarak "Anadolu'ya gizli saklı geçiş planı" üstünde çalışmıştır.

Mim Mim Grubu'ndan Topkapılı Cambaz Mehmet, Karakol Cemiyeti'nden Yenibahçeli Şükrü Bey ve Yahya Kaptan şeklinde kişilerle İstanbul'da gizli saklı görüşmeler yaparak "Gebze Kocaeli yolunun" test edilmesini istemiştir. Yaveri Cevat Abbas Gürer, Mustafa Kemal Atatürk'ün Gebze-Koacaeli yolu üstünden gizlice Anadolu'ya geçmeyi düşündüğünü, bu mevzuda her türlü hazırlığı yaptığını belirtmiştir.


Bir yandan Anadolu'ya "gizli saklı geçiş planı" üstünde çalışan Mustafa Kemal Atatürk, öteki yandan güvenilmiş olduğu dostlarıyla Şişli'deki evde görüşmeler yaparak bir "kurtulma planı" hazırlamıştır. İşte bu görüşmeler esnasında hükümetteki ve genelkurmaydaki nüfuzlu dostlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı başarmıştır. Şöyle ki, Mustafa Kemal Atatürk yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa vesilesiyle Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey'le tanışmış, ve birkaç defa Şişli'deki evde Mehmet Ali Bey'le görüşüp nabzını yoklamıştır. Daha sonrasında da Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Avni Paşa'yla diyalog kurmuştur. Sonra da yaveri Cevat Abbas vesilesiyle Harbiye Nazırı Şakir Paşa'yla i·lişki kurmuştur. Ayrıca daha ilkin farklı cephelerde beraber savaşım etmiş olduğu Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla irtibata geçmiştir. İşte Mustafa Kemal Atatürk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak Damat Ferit'e ulaşmıştır. İngilizlerin hükümete ültimatom verdiği günlerde Damat Ferit, "Acaba Anadolu'ya kimi göndersek?" diye düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey'in, Damat Ferit'e telkinleri daha sonra ve Avni Paşa, Şakir Paşa ve Kazım İnanç Paşa'nın onayıyla, vazife Mustafa Kemal Atatürk'e verilmiştir. Ancak Damat Ferit oldukça temkinlidir, ilkin Mustafa Kemal Atatürk'le birkaç müzakere yapmış, hatta onu İngilizlere bile sormuş, hükümete ve padişaha bağlılığına kanaat getirince Mustafa Kemal Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişliği görevine getirmiştir.


Bu sırada Mustafa Kemal Atatürk, genelkurmaydaki güvenilmiş olduğu arkadaşları Kazım Paşa ve Fevzi Paşa'dan yardım istemiştir.


Örneğin Fevzi Paşa, İngilizlere, bu karışıkları sadece Mustafa Kemal Atatürk'ün önleyebileceği mevzusunda telkinlerde bulunmuştur.[9]


Osmanlı Ordusu'nun mühim isimlerinden olan ve Samsun'a çıkmadan ilkin anlaştığı kişilerden biride Ali Rıza Paşa'dır. Gelin şimdi Avlonyalı Cemalletin Paşa'ya kulak verelim: "Mustafa Kemal'i eniştrem Ali Rıza Paşa tanıyordu. Hareket Ordusu ile onun yanında bulunmuştum. Ali Rıza Paşa, Mahmut Şevket Paşa'nın kurmay başkanı idi. Balkan Harbi'ne de girmiş bulunna Ali Rıza Paşa, Mustafa Kemal'i, hareketli, hesaplı bir subay olarak pek beğenirdi. Bu ilk görüşmemiz gecesinde geç vakitlere kadar Mustafa Kemal'in sohbetlerine doyamadık. Bize oldukça şeyler söyledi. Çok önemli görüşmelerden laf etti. Ona doyamadan ayrıldık. Bu konuşmadan sonrasında Ali Rıza Paşa'yı gördüm.Bana gizlice bir haber verdi. "Çok önemli söylüyorum, lütfen hiç kimseye bahsetmeyin" dedi. "Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçiyor." Şaşırmıştım. "Nasıl?" dedim, "bir maksatla mı?" "Evet" dedi. "Kendisini belirleme ettiriyor; ama maksadı başka, orada bir direniş cephesi hazırlayacak"....[10]


Yani Mustafa Kemal Atatürk kendisini belirleme ettirmiştir...


Mustafa Kemal Atatürk'ün İstanbul'da kalmış olduğu 6 ay süresince izlediği politikalar ve  "stratejik İngiliz politikası" da buna eklenince, Mustafa Kemal Atatürk'ün Anadolu'ya gönderilmesine İngilizler de itiraz etmemiş, hatta ona vize bile vermişlerdir.

 Mustafa Armağan'ın köşesinde yazdığı "Hatt-ı Hümayun"

Mustafa Armağan diyor ki: 14 Eylül 1919 tarihindeki nüshada,  çeken "Üçüncü Ordu Müfettişi, Yaver-i Hazret-i Şehriyarileri Mustafa Kemal", çekilen kişi "Zat-ı Şahane" doğrusu Sultan Vahdettin, çekilmiş olduğu yer Havza. Tarih 14 Haziran 1919.

Burada Mustafa Kemal Paşa, son görüşmelerini hatırlatıyor padişaha ve şu şekildeki diyor: "Huzurdayken İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin "bu nokta-i necâta ilişik ilhamatı"nı, doğrusu ülkenin sizin öncülüğünüzde millî kutsal bir kudretle kurtulacağına dair verdiğiniz ilhamları şu an şeklinde hatırlıyorum. Sizin benim fikrimi çelmenizden aldığım imanın azmiyle görevime devam ediyorum.İstanbul'da iken milletin bu kadar güçlü ve azca vakitte felaketlerden bu aşama müteyakkız [uyanmış] bulunduğunu tahayyül edemezdim. Uyanmış olan ulus, milletin ve devletin bağımsızlığı ile saltanat ve hilafetin ulu haklarını desteklemek için sağlam bir kararlılık ve imanla donanmış durumda."

Bu kısaltılmış metninden yola çıkarak Mustafa Armağan "ulusal hareket" emrini Mustafa Kemal Atatürk'e Vahdettin'in verdiğini söylüyor... [11]


Şimdi bu metni deşifre edelim: ilk başlarda Mustafa Kemal Atatürk bu telgrafı, 14 Haziran 1919 da çekiyor. Yani Samsun'a ayak bastıktan derhal derhal 1 ay sonrasında... Görevi neydi? Asayişin düzeltilmesi, silahların toplanması ve şuraların kapatılması... Yola çıkmadan ilkin Mustafa Kemal Atatürk'ün hilafeti koruyacağına, saltanata bağlı olduğuna dair yemin bile ediyor. Bu telgraf özetlemek gerekirse Vahdettin'e bağlı bulunduğunu, milletinde hilafete ve saltanata taarruz bulunduğunun bilincinde bulunduğunu söylüyor. 

Mustafa Armağan ne yazmış tekrar okuyalım: "Burada Mustafa Kemal Paşa, son görüşmelerini hatırlatıyor padişaha ve şu şekildeki diyor: Huzurdayken İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin "bu nokta-i necâta ilişik ilhamatı"nı, doğrusu ülkenin sizin öncülüğünüzde millî kutsal bir kudretle kurtulacağına dair verdiğiniz ilhamları şu an şeklinde hatırlıyorum. Sizin benim fikrimi çelmenizden aldığım imanın azmiyle görevime devam ediyorum." 

İzmir'in İşgali 15 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Atatürk'ün Bandırma Vapuru'na binmesi 16 Mayıs 1919'dur. Burdan anlaşılıyor ki "Mustafa Kemal Paşa, son görüşmelerini hatırlatıyor... " ve " İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin.."cümlelerinden yola çıkarak o son görüşmenin 15 Mayıs 1919 da meydana getirilen müzakere bulunduğunu anlıyoruz. Şimdi gelin 15 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Atatürk ve Vahdettin Yıldız Sarayı'nda yapmış olduğu o konuşmaya bakalım:

Paşa, Paşa Devleti kurtarabilirsin!"


Mustafa Kemal Atatürk, bu görüşmenin detaylarını 1926 senesinde Falih Rıfkı Atay'a anlatmıştır:



Şimdi Mustafa Kemal Atatürk'e kulak verelim: "Yıldız Sarayı'nın küçük bir salonunda Vahdettin'le adeta diz mısra denecek kadar yakın oturduk. Sağına dirseğini dayamış olduğu bir masa, üzerinde bir kitap var. Salonun Boğaziçi'ne doğru oluşturulan penceresinden gördüğümüz görünüm şu: Birbirine paralel hatlar üstünde hasım zırhlıları! Bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuş! Manzarayı görmek için başımız sağa sola çevirmek yeterliydi. Vahdettin, unutamayacağım şu laflarla konuşmaya başladı:

'Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete oldukça hizmet ettin. Bunların tüm bunlar artık bu kitaba girmiştir. (Elini demin bahsettiğim kitabın üzerine bastı ve ilave etti.) tarihe geçmiştir.' (O vakit bunun bir tarih kitabı bulunduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum). 'Bunları unutun' dedi. 'Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir; Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!"[12]


Başka bir açıdan, Vahdettin'in, ağzından dökülen, "Paşa Paşa devleti kurtarabilirsin" cümlesini, "Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'ü gizli saklı bir planla Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderilmiş olduğu" biçiminde yorumlayanlar da vardır. Evet, aslına bakarsak Vahdettin'i tanımasak ve Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu'daki Milli hareketi yok etmek için yaptıklarını, ek olarak İngilizlerle iyi mi gizlice anlaştığını bilmesek, ben de bu lafları "Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderilmiş olduğu" biçiminde yorumlayabilirdim. Ancak tüm bu gerçekleri bilen biri olarak bu kadar merhametli olamayacağım.


Bu tür iddialarda bulunanlar Mustafa Kemal Atatürk'ün Vahdettin'in bu lafları hakkında yorumunu nedense görmezden gelmişlerdir.


Mustafa Kemal Atatürk'ün, Vahdettin'in bu lafları hakkında yorumunu ve görüşmenin sonraki aşamalarını yeniden Mustafa Kemal Atatürk'ün anılarından takip edelim:

"Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, ecnebi hükümetlerin yüzüncü aşama aletleri ile i·lişki arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mıydı? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat bu şekilde bir tahminle başka bahislere girişmeyi tehlikeli buldum. Kendisine rahat cevaplar verdim:

'Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim.Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime güvenlik buyurunuz.'

Söylerken kafamdaki bulmacayı da yapmaya uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında tüm his ve fikirlerini, eğilimlerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan iyi mi yüksek ve soylu bir hareket bekleyebilirdim?

Memleketi kurtarmak lazımdır. İstersem bunu yapabilirmişim! Nasıl derhal yargı veririm:

Vahdettin demek istiyordu ki, hiç bir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanak noktamız, İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların yakınma ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tutuklarsam Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım.

'Merak buyurmayın efendimiz! Nokta-i nazar- şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa derhal hareket edeceğim ve bana buyruk buyurduklarınızı bir an unutmayacağım!

'Muvaffak ol!' hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonrasında huzurundan çıktım.

Naci Paşa, Padişahın yaveri, ama benim hocam, hemen benimle buluştu. Elinde küçük muhafaza arasında bir şey tutuyordu. 'Zat-ı Şahane'nin küçük bir hatırası' dedi. Kapağın üstünde Vahdettin'in inisiyalleri işlenmiş bir saatti. 'Peki, teşekkür ederim' dedim, yaverim aldı.

Sonra sanki Yıldız Sarayı'ndan çıktığımızı ve davranmak suretiyle olduğumuzu gizlemek, saklamak talep eder şeklinde ihtiyatla, ayaklarımızın pıtırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık." [12]


Anlaşılıyor ki Vahdettin'in kurtulma planı, "düşmana karşı silahlı direniş" değil, "düşmanın merhametine sığınmaktır." Vahdettin, bilhassa Paris Barış Konferansı'nın arifesinde, İzmir'deki kanlı olaylardan ötürü Batı efkarı umumiye da Türkiye'nin lehine dönmüşken, İngilizleri memnun ederek, onların bir söylediğini iki etmeyerek İngiliz desteğini arkasına almış olduğu takdirde işgallerin sona ereceğini ve devletin kurtulacağını düşünmektedir. Yani Vahdettin'e bakılırsa "devletin kurtuluşu" İngilizleri memnun etmekle mümkündür. O sırada İngilizleri memnun etmenin biricik yolu ise, İngilizlerin 21 Nisan tarihindeki notası doğrultusunda Anadolu'daki karışıklıkları önlemektir. Ayrıca Vahdettin tek "kurtulma planının" İtilaf devletlerine güvenmek bulunduğunu anılarında açıkça itiraf etmiştir:

"Devlet tehlikede ve İstanbul sallantıda idi. Şahsen müstakil bir siyasetim yoktu, fakat kurtuluşumuz için babam Abdülmecit Han'dan miras aldığım İtilaf devletlerine yakınlık politikasını, İngilizlerin zıddına hareket etmemek ve Fransızlarla İngilizleri gücendirmemek şeklinde, uyuşmacı bir siyaseti seçmiştim. Böylelikle antak kalma olmasa bile bari husumetlerini (düşmanlıklarını), sertlik ve nefretlerini azaltmaya çalışıyordum"[13]


Anlaşılıyor ki Mustafa Kemal Atatürk, Vahdettin'e Samsun'a ayak bastıktan sonrasında "görevimi yerine getiriyorum herhangi bir sıkıntı yok" anlamı taşıyan doğrusu Mustafa Armağan'ın bahsetmiş olduğu telgrafı yollamıştır.

Vahdettin ile Mustafa Kemal Atatürk'ün "devletin kurtuluşundan" anladıkları oldukça değişik şeylerdir. Vahdettin'in "devletin kurtuluşu" yöntemi, İngilizleri memnun etmek ve onların desteğini almak biçimindeyken; Mustafa Kemal Atatürk'ün "devletin kurtuluşu" yöntemi, tüm düşmanlara karşı savaşım ederek tam bağımsızlığı elde etmek biçimindedir. Ayrıca, Vahdettin, "devletin kurtuluşu" derken bununla birlikte kendi tahtı ve tacını kastederken, Mustafa Kemal Atatürk, "devletin kurtuluşu" derken, ulusun egemenliğini kastetmektedir. [7]

Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'a çıkıp, kafasındaki "kurtulma planı" doğrultusunda direniş hazırlıklarına başlayınca İngilizler, Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin'den "Mustafa Kemal Atatürk'ü bir an ilkin İstanbul'a geri çağırmalarını istemişler", bu doğrultuda derhal harekete geçen Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, birkaç kere Mustafa Kemal Atatürk'ü İstanbul'a geri çağırmışlar, sadece Mustafa Kemal Atatürk tüm bu çağrılara negatif yanıt vererek, gerekirse "sine-i millette bir ferdi mücahit olarak" mücadelesini sürdüreceğini bildirmiş ve çekilme etmiştir. Bunun üstüne Padişah Vahdettin, 8 Temmuz 1919'da Mustafa Kemal Atatürk'ün müfettişlik görevine son vermiştir.

Mustafa Armağan'ın köşesine taşıdığı "Hatt-ı Hümayun" dan devam edelim. Mustafa Armağan'ın yazdığına bakılırsa bu telgraf 14 Eylül 1919'da "İrade-i Milliye" gazetesinde yayınlanmış doğrusu tüm ulus öğrenmiş. Çok değil 6 gün sonrasında doğrusu 20 Eylül 1919'de Vahdettin bir Beyanname yayınlıyor. Mustafa Armağan'ın yorumuna bakılırsa istiklal isteyen bir Padişahın bu şekilde bir Beyanname yayınlaması oldukça çelişkili. Beyanname dikkatle okunduğunda Padişah Vahdettin'in "düşmana karşı direnişten" değil, oldukça yumuşak bir üslupla "hasım karşısında sessiz kalmaktan" laf etmiş olduğu görülmektedir. İşgallere üzüldüğünü, devlet ve milletin haklarını korumak için gayret harcamanın organik bulunduğunu belirten Vahdettin, lafı döndürüp dolaştırıp, Milli hareketin gereksizliğine getirmiş; Avrupa kamuoyunun lehimize döndüğünü, Mebusan meclisi seçimlerinin zamanında yapılabilmesi ve sulh konferansından müspet bir netice alınabilmesi için "Milletin her ferdinden bu günkü durumun nezaketini takdir ederek sessizlik ve soğukkanlılığını korumasını, kanunların hükümlerine ve hükümetin emirlerine uymasını, seviye ve asayişi bozacak hareketlerden sakınmasını" istemiştir. Padişah Vahdettin'in beyannamesinin sonundaki şu cümle onun politikasını özetlemektedir: "Büyük devletlerin hakkaniyet ve insaf duyguları ile gerçekleri gittikçe anlayan Avrupa ve ABD kamuoyunun yumuşaması da bu umudumu belgelendirmektedir."

Görüldüğü şeklinde Padişah Vahdettin'in umudu, halkın sessizlik arasında büyük devletlerin "hakkaniyet" ve "insaf" duygularına güvenmesidir.


Vahdettin'in Milli hareket karşıtı bu beyannamesinin halkı negatif etkilememesi için harekete geçen Mustafa Kemal Atatürk, birtakım tedbirler almıştır. Fakat Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm tedbirlerine rağmen padişahın beyannamesi birtakım bölgelere ulaşmıştır.[7]

Ayrıca hatırlatma olsun diye İngilizlerle meydana getirilen gizli saklı antlaşmayı da ekleyeyim; Damat Ferit, >8 Eylül 1919<’da “Türkiye’yi test etmelerini istedikleri İngilizlere” Padişahın daha cazip bir teklifini sunmuştur. İngilizler bu teklifi kabul etmişler ve Damat Ferit, Padişah Vahdettin’in temsilcisi sıfatıyla İngilizlerle 12 Eylül 1919’da bir “gizli saklı antlaşma” imzalamıştır. Mustafa Kemal Atatürk bu “Türk-İngiliz Gizli Antlaşması” ile alakalı Nutuk’ta şu detayları vermiştir:

12 Eylül 1919’da Sadrazam Damat Ferit ile İngiliz temsilcisi içinde imzalandığı ve azca sonrasında padişahça onaylandığı ileri sürülen bir gizli saklı antlaşma, Fransızlarca ele geçirilip yayınlanmıştır. Bu belgenin harbiden var olup olmadığı üstünde oldukça tartışılmıştır, sadece o sırada duruma ve hem İngilizlerin, bununla beraber padişahın dilek ve düşüncelerine oldukça müsait olduğu ve bunların kâğıt üstüne dökülmesinden ibaret bulunmuş olduğu için reel durumun bir ifadesi sayılabilir. Türlü yerlerde yayınlanmış olan ‘antlaşmanın’ metni aşağıda görülecektir. Bu öncelikle 22 Ocak 1920 günü The New York Gerald Tribune isimli Amerikan gazetesinde çıkmıştır. Daha sonrasında Ankara Antlaşması ismini taşıyan ve 20 Ekim 1921’de imzalanan Türk Fransız antlaşmasının imzalayıcısı, Fransa Mebusan Meclisi’nin Dışişleri Komisyonu sözcüsü Franklin Bouillon, bu belgeyi kendisinin sağlamış bulunduğunu, sadece bir Amerikan gazetesinde yayımlanmasının daha etken olacağını düşündüğünden onu anılan gazeteye verdiğini bize söylemiştir ve olayın kati olarak doğruluğu üstünde direnmiştir. 12 Eylül 1919 günlü olan metin şöyledir:

1. İngiltere Hükümeti, kendi kumandası altında Türkiye’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını güvence eder.

2. İstanbul, Hilafet ve saltanat merkezi olacak ve Boğazlar İngiltere’nin kontrolüne bırakılacaktır.

3. Türkiye bağımsız bir Kürdistan kurulmasına mani olmayacaktır.

4. Bunlara mukabil Türkiye İngiltere’nin Suriye ve El cezire hâkimiyetini sağlayacak ve hilafete ilişik içsel kudret ve yetkinin İngiltere’nin lehinde gerek Suriye bölgesinde ve gerekse Müslümanların yaşamış olduğu öteki yerlerde başat kılınmasını vaat eder.

5. Milli akımların önüne geçebilmek için Türkiye’de yine kurulacak olan Meşruti yönetime karşı meydana gelecek olumsuzlukları yansız hale getirmek için İngiltere Hükümeti bir zabıta teşkilatı kuracaktır.

6. Türkiye, Mısır ve Kıbrıs üstündeki tüm haklarından vazgeçerek, hususi ve resmi niteliği olan İngiltere Hükümeti konferansta, Türk temsilcilerinin bu yöndeki arzularını kabul edecektir.

7. Barış şartlarının tekrarından sonrasında padişah, dördüncü maddedeki özelliği konuşmak için İngiltere Hükümeti’yle ek olarak bir kontrat imzalayacaktır. Bu sözleşmenin maddeleri gizli saklı tutulacaktır. 

İşbu kontrat iki nüsha olarak düzenlenip imzalayanlarca kabul edilmiştir.”

Devam edelim, ilerleyen günlerde Mustafa Kemal Atatürk kafasındaki "kurtulma planı" doğrultusunda direniş hazırlıklarına başlayınca İngilizler, Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin'den "Mustafa Kemal Atatürk'ü bir an ilkin İstanbul'a geri çağırmalarını istemişler", bu doğrultuda derhal harekete geçen Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, birkaç kere Mustafa Kemal Atatürk'ü İstanbul'a geri çağırmışlar, sadece Mustafa Kemal Atatürk tüm bu çağrılara negatif yanıt vermiştir. Bunun üstüne Sivas Kongresi sonrası 30 Eylül 1919'da Damat Ferit Paşa Hükümeti çekilme ettirilerek, yerine 2 Ekim 1919'da Ali Rıza Paşa Hükümeti kurdurulmuştur. Yukarda da yazmıştım, Ali Rıza Paşa Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın arkadaşı ve Mustafa Kemal Atatürk'ün "ulusal hareket" başlatacağını biliyor. Ali Rıza Paşa Hükümeti 6 ay kadar iktidar kalabiliyor. Mustafa Kemal Atatürk bu 6 ay süresince hükümeti telgraf yağmuruna tutuyor ve devamlı isteklerde bulunuyor. Hatta 20-22 Ekim 1919'da Bahriye Nazırı Salih Paşa, Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmek için Anadolu'ya gönderiliyor ve birtakım kararlar alınıyor. Ancak Ali Rıza Paşa Hükümeti 3 Mart 1920'de çekilme etmek zorunda kalıyor ve yerine kısmen" ulusal hareketi" destekleyen Salih Paşa Hükümeti kuruluyor fakat 1 ay sonrasında o hükümette çekilme ettiriliyor.

Mustafa Kemal Atatürk bu 7 ay süresince evvelinde anlaştığı kişiler hükümet kurduğu için azca birazcık soluk alabiliyor fakat Vahdettin yeniden ne yapmış olup ne edip yeniden 4 Nisan'da "katıksız İngilizci" olan Damat Ferit Hükümetini kurdurtuyor.


Damat Ferit'in ikinci kere sadrazamlığa getirilmesine karşı çıkan Meclisi Mebusan Başkanı Hüseyin Kazım Bey'in, bunun memleket ve saltanat için yıkım olacağını söylemesi üstüne Vahdettin sinirlenerek, "Ben istersem Rum Patriği'ni de Ermeni Patriğini de getiririm. Hahambaşı'nı da getiririm" demiştir.

Yani Vahdettin bilerek, isteyerek hain Damat Ferit'i sadrazamlık makamına getirmiştir.


Vahdettin şayet harbiden Anadolu'daki Milli hareketten yana olsaydı, tam 5 defa "vatan haini" Damat Ferit'i sadrazamlığa getirir miydi?

Yani Vahdettin bilerek, isteyerek hain Damat Ferit'i sadrazamlık makamına getirmiştir.


----------------------------------------------

Mustafa Kemal Atatürk, Vahdettin'i Anadolu'ya Davet Ediyor:


İşin bir ilginç tarafı da şurada; Mustafa Kemal Atatürk, 1920 yılının başlarında Mazhar Müfit Bey vesilesiyle Padişah Vahdettin’i açıkça Anadolu’ya çayır etmiştir. Padişahla görüşen Mazhar Müfit Bey, “Efendimizin Anadolu’ya, hatta Bursa’ya kadar teşrifleriyle sorun hallolur...” diyerek Padişahı Anadolu’ya çağırmıştır. Bu çağrıya, “Bana yüce ecdadımın başkentinden firar mı öneri ediyorsunuz?” diye bir soruyla yanıt veren Vahdettin’e Mazhar Müfit Bey, “Hayır! Milletin ve vatanın bu sıkışık ve zor zamanında yüce ecdadınız şeklinde milletin başına geçmenizi öneri ediyorum” demiştir. [14]

Fevzi Çakmak'ın, kadını Fitnat Çakmak'a anlattıkları...



Araştırmacı-Yazar Vehbi Vakkasoğlu, TİMAŞ Yayınlarından 1990 senesinde neşredilen “Son Bozgun” isimli araştırmasının birinci cildinde, Mareşal Fevzi Çakmak’ın ağzından Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya ulusal mücadeleyi başlatması için gönderdiğini yazar. Hatta Mareşal’in bu vakası uzun seneler sır şeklinde sakladığını söyler. Kitapta yer aldığına bakılırsa Çakmak Paşa, eşi Fitnat Hanım’a ´Fitnat. Öyle birşey biliyorum ki ortaya çıkıp söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranışlarımız uygun değil. Mecburum, bu sırrı kendimle birlikte mezara götürmeğe.” Fevzi Paşa’nın Fitnat Hanım’a anlattıkları şu şekildeki yer alır sözkonusu kitapta: “Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonrasında Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti. “Paşa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu işler anca Anadolu’da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana Anadolu’da örgüt kuracak, memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek Paşaların bir listesini yapmış olup getirin.” Ertesi Cuma, yeniden selamlıktan sonrasında huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonrasında, bir süre sustu. Sonra yarı kapalı gözleriyle ağır ağır, adet adet konuşmaya başladı:

“Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır?”

“Haşa Padişahım.”

“Bir namussuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır?”

“Haşa Padişahım.”

“Beceriksiz ve yeteneksiz midir?”

“Hayır efendim. O hepimizden bilgili, yetenekli ve dinamiktir.”

“O biçimde bu listeye neden onun ismini yazmadınız?..” Hiç düşünmeden yanıt verdim: “Padişahım, Mustafa Kemal Paşa yenilik, özellikle öteden beri Cumhuriyet taraftarıdır.” Padişah elindeki kağıdı atar şeklinde masanın üstüne bıraktı… Ayağa kalkıp pencereye döndü. Limanda demirli İtilaf devletleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) gemilerini göstererek: “Paşa, Paşa… Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun… Kendine selamla beraber bildiri ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Paşa’yı göreceğim.”


Şimdi aslolan sual şu: Vehbi Bey bunu nerden öğrendi?

Fevzi Çakmak'ın anılarında bu şekilde bir vaka yok. Fitnat Hanım mı anlatmış? Hayır... Fevzi Çakmak ve eşi bu mevzuyu konuşurken kulak misafiri mi olmuş? İmkansız... İyi de bunu nerden öğrenmiş.. Belgesi var mı bunun? Yok.. Yani? Yalan..


Kısaca;


1. "Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin..."

2. Fevzi Çakmak'ın, kadını Fitnat Çakmak'a anlattıkları...

3. Mustafa Armağan'ın köşesinde yazdığı "Hatt-ı Hümayun"...

4. Vahdettin'in Mustafa Kemal Atatürk'e geniş yetkiler vermesi...

5. Mustafa Kemal Atatürk'ün oldukça kere Vahdettin ile görüşmüş olması ve Mustafa Kemal Atatürk'e vize vermesi...

6. Mevlanzade Rıfat'ın kitabında yazdıkları... 

Bunların bir bölümü yalan, bir bölümü çarpıtılmış ve bir bölümü da uydurulmuş olaylardır...

[1] Mevlanzade Rıfat , Türkiye İnkilabı'nın İçyüzü

[2] Yeni Gün, Vakit, Alemdar gazeteleri , 25 Mart 1919

[3] Tarık Mümtaz Göztepe , Vahdettin Gurbet Cehenneminde

[4] Uğur Mumcu , Kürt-İslam Ayaklanması

[5] Gotthard Jaeschke , Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri

[6] Sabahattin Selek , Anadolu İhtilali

[7] Sinan Meydan , Cumhuriyet Tarihi Yalanları

[8] Osman Ozsoy , Kurtuluş Savaşı'nın Perde Arkası

[9] Akın Gazetesi

[10] Avlonyalı Cemalettin Paşa'nın Hatıraları

[11] Mustafa Armağan, Zaman Gazetesi

[12] Atay , Atatürk'ün Bana Anlattıkları

[13] Doğan Avcıoğlu , Türkiye'nin Düzeni

[14] FO 371/9118/E, 172 Colonial Office'ten Foreign Office'e




Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor