SAKARYA SAVAŞI HAKKINDA ATILAN İFTİRALARA CEVAP

SAKARYA SAVAŞI HAKKINDA ATILAN İFTİRALARA CEVAP

a Bu parçaya Abdurrahman Dilipak'la başlayalım. Muhterem diyor ki: "26 Ağustosta

M.Kemal meşhur bildirisini yayımladı: 'Hatt-ı müdafaa yok, sath-ı müdafaa var!' "

(C.G.Yol, s.99)

a. Şu ilginç dile dokunmadan gecemiyeceğim: "Hatt-ı müdafaa, sath-ı müdafaa" ne

demek? Hatt ve satıh Arapça, müdafaa Türkçe, tamlama Farsça. Oysa dayandığı

kaynak, "müdafaa hattı, müdafaa yüzeyi" diyor. (KA Günlüğü, s.180) Dilipak, bu

anlatımı kendi hususi ve güzel Türk-çesine çevirmiş.

b. M.Kemal'in bu lafı ünlüdür fakat bir tebliğ değil, sözlü emirdir.145

ı o A.Dilipak devam ediyor: 

"M.Kemal'in, cephedeki gerileme üstüne, büyük bir paniğe kapıldığı ve acil

olarak Kayseri'ye gidilmesi gerektiğinde ısrarlı davrandığı, sadece karşılaşmış olduğu

karşıcılık kararı, ölüm pahasına cephenin terk edilmemesi gerektiği noktasındaki

ısrarlı baskılar karşısında, son bir saldırı hamlesi ile düşmanın püskürtüldüğü,

muhtelif hatıratlarda [ne Türkçe!] bahse mevzu edilmektedir." (A.Dilipak, C.G.Yol,

s.100)

Sakarya Savaşı ve Sakarya Savaşı'nda M.Kemal, bu mu a muhterem?146 Anlamını,

iyi mi kazanıldığını, neticelerini filan bir yana bırakalım, insan hiç değilse Sakarya

Savaşı'nda verdiğimiz 5.713 şehit ve 18.480 yaralının anısına hürmet duyar.

Dilipak, asla olmazsa, Yunanlılar kadar realist olsaydı.147 Bu tür içeriksiz,

uydurma iddialar ancak, ağır ruh hastası olduğu tabip raporuyla da durağan olan

Rıza Nur'un anılarında yer almaktadır.148 Üstelik Dilipak,

Kurtuluş dizisinde bağımsızlık Marşı yok. Çünkü, ilk kere 1924'te bestelenip

söylenmeye başlanmış, bugünkü bestesi ise 1930'da kabul edilmiştir.

Meraklısı için not: M.Akif'in yazdığı İstiklal Marşı'nın metnini ilk eleştiren

kimse, Kazım Ka-rabekir'dir. (İstiklal Harbimiz, s. 1055/1 .dipnot)

145} M.Kemal bu görüşünü, sıradüzen sıradüzen geliştirmiş ve yeni bir harp doktrini

ortaya koymuştur. (19.9.'da TBMM'nde yapmış olduğu izahat: ZC., 12.C., s.258,

2.sütunun baş kısmı; Nutuk, 2.C., s.132-133) Bu mevzuda genel değerlendirme için:

C.Erikan, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.721-723, 724; Kurtuluş Savaşımızın Tarihi, s. 158,

160; Suat ilhan, Harp Yönetimi ve Mustafa Kemal Atatürk; E.Ziya Karal, Mustafa Kemal Atatürk'ün Askeri

Kişiliği, Büyük Zaferin SO.Yıldönümüne Armağan, s.204-220.

146) "Bunu bir zamanı hakikat olarak söylüyorum, Mareşal, İnönü ve ben, oldukca

kere korkulu ümitsizliklerin pençesinde kıvrandığımız zamanlarda bile o, asla

ümidini kaybetmedi." (Cephe Kurmay Başkanı Asım Gündüz, Tarih Dünyası, rakam 3/1

şubat 1965)

"Sakarya Savaşı esnasında M.Kemal Paşanın hususiyeti bambaşkaydı. Zaferden emin,

aksi çıkarsa tüm dostlarıyla beraber, ölmeye hazır görünüyordu."

(H.E.Adıvar, Türkün Ateşle imtihanı, s.194)

147) Yunan ordu karargâhında hükümet temsilcisi olarak bulunan General

Stratigos diyor ki: "M.Kemal ve onun etrafındaki subaylar, Türkiye'nin son

kalesini korumak için çaba sarfetmek ve yenilmez bir dilek ve irade ile memleketlerini kurtarmak

istemişler ve muvaffak olmuşlardı... Yunan iradesi, Kemal'in daha üstün iradesi

önünde baş eğmişti." (s.31)

148) Dr.Rıza Nur Dosyası, s.153-158.

535

Rıza Nur'un hezeyanlarını özetlerken, anlatımı daha da keskinleştiriyor. Savaş

öncesi ile savaşı da birbirine karıştırıyor. M.Kemal'in paniğe kapıldığı,

karşılaşmış olduğu karşıcılık ve baskı kararı taarruza geçmiş olduğu şeklinde bütünüyle gerçeğe

aykırı ifadeler, olsa olsa bu tarz şeyleri ileri sürenleri küçültür. Ne özünü, ne de

ayrıntılarını asla bilmediği anlaşılan bu mevzuda, bir ruh hastasının kitabına

saplanıp kalacağına, bu mevzuyla alakalı ve belgelere dayalı resmi ve hususi askeri

tarihlere, objektif eserlere, reel anılara açılmasını, her Türk için oldukca büyük

bir kıymeti olan bu savaşın anlamını kavramaya çalışmasını öneri ederim.

Rıza Nur'un anılarını sadece, Milli Mücadele hakkındaki asla fakat hiç bir şey

bilmeyenler ciddiye alır.149

Rıza Nur, mahut anılarında veya hezeyannamesinde, birçok mevzuda olduğu şeklinde

Sakarya Meydan Savaşı ve Başkomutan M.Kemal hakkındaki da bazı çılgın saçması

iddialar ileri sürmüş, apaçık gerçekleri ve belgeli vakaları bile saptırarak

anlatmıştır. Bunları, Dr.Rıza Nur Dosyası isimli kitabımda ele almış ve

cevaplamıştım.

D M.Müftüoğlu da, Yalan Söyleyen Tarih Utansın isimli bir takım kitabının

2.cildindeki ismet Paşanın Sakarya Savaşı'ndaki Yeri' başlıklı yazısında şu şekildeki

diyor:

"İsmet (İnönü) Paşa Sakarya Savaşı esnasında Batı Cephesi kumandanıdır fakat bir

iddiaya bakılırsa, Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, Sakarya Sava-şı'nda fiilen

yoktur! Peki nerededir? Halide Edip Adıvar'ın hatıratına bakılırsa İsmet Paşa,

Sakarya Savaşı esnasında bir tahta iskemle üzerinde uyuyakalmıştır!"

(M.Müftüoğlu, 2.C., s.261-264)

İsmet Paşayı,şok hususi bir uyku sineği ısırmış herhalde. Yoksa bir insan 22 gün

ve gece uyur mu?

Bir de Halide Edib'i dinleyelim.

H.Edib, Türkün Ateşle İmtihanı isimli anılarında, Sakarya Savaşı'na 17 sayfa

ayırmıştır, (s.191-207) İsmet Paşadan büyük bir hürmet ve sevgiyle laf edilen

anıların 196. sayfasında şu iki cümle var: "O akşam yemekten sonrasında, Albay Arif

ile beraber, M.Kemal Paşanın odasında oturduk ve sabahın beşine kadar subaylar,

durmadan raporlarını getirdiler. Arada bir İsmet Paşa geliyor, bitap bir halde,

bir tahta sandalyenin üzerinde uyuklaya kalıyordu."

ı Müftüoğlu, işte bu iki cümleye dayanarak, İsmet Paşanın, Sakarya Savaşı'nı/uyuyarak geçirdiğini ileri sürüyor.

Müftüoğlu'nun zamanı de bu şekilde.

Vicdan ve sağduyu sahibi olmadan, tarihçi olunabilir mi?

Kaç yorucu ve kaygılı geceden birinin bir kısmına ait bir izlenimi, tüm

bir muharebeye yayarak, İsmet Paşanın 22 gün devam eden Sakarya Savaşı'nda fiilen var

149) Vahidettinciler, M.Kemal'e sövdüğü için Rıza Nur'u el üzerinde tutuyor,

mühim bir tanık, bilim adamı ve sanatçı bulunduğunu ileri sürüyorlar. Madem o şekildeki,

diğeri siyasal anılarını ve eserlerini de yayımlasınlar. Neden yayımlamıyorlar

acaba?

536

yortar!

olmadığını ileri sürüyor ve bunu üç sayfa sürdürüyor. Kâğıda yazık, ı

Ve bu cilt 9 b^skı yapmış. Masal ve dedikodu düşkünlüğümüze bakınız!

D Mehmet Kahraman:

"Yunanlılar, aşırı derecede ikmal ve ikmal maddeleri sıkıntısı çekerlerken,

[televizyonda yayımlanan] Kurtuluş dizisinde, oldukca güçlü gösterilmişler,

ingilizlerin, Türklerin karakterini ve Yunan ordusundaki siyasal bölünmeyi

dikkate alarak, 1919'da ortaya koydukları 'Yunanlıların kazanması olası değil '

tespitinin aksi belirtiliyor." (14.4.1994, Zaman gazetesi)

a. Kütahya, Eskişehir ve Sakarya savaşları sırasındaki Yunan ordusunun durumu

hakkındaki, yerinde yapılma incelemelere dayanan iki ingiliz tutanağı,

B.N.Şimşir'in Sakarya'dan İzmir'e isimli eserinde yer alıyor: Albay Nairne'in

tutanağı, s.145 vd.; General Marden'in iki tutanağı, s.149 vd. Her üç raporda da,

özet olarak, 'Yunan ordusunun faal bir harp makinesi olduğu' belirtilmektedir.

Yunan ordusunun İkmal ve Ulaştırma Şubesi Müdürü Y.L.Spyridonos, şu şekildeki yazıyor:

"Hükümet, 625 milyon drahmilik iç borçlanma ile 1.000 ağır, 500 orta kamyon, 250

ambulans daha aldı. Yirmi iki km.lik Bursa-Kestel hattını inşa etti. Ordu

varlığı, 1921 Haziranında 220.000 kişiye yükseldi. Yunanistan oldu olalı, bu

kadar büyük bir ordu kurmamıştı!" (Harp ve Hürriyetler, s. 135)

b. Yunanistan'ın, hiç bir vakit harp malzemesi sıkıntısı çekmediğini, ilerde

göreceğiz. Ama Sakarya Savaşı esnasında, ikmal üssünden uzaklaştıkları için

ikmal zorluğu çekeceklerdir. Zaten Türk ordusunun, Sakarya gerisine çekilmesinin

amacı da, Yunanlıları Anadolu'nun derinliklerine çekerek, ikmal üslerinden

uzaklaştırmak, yıpratmak ve yenmektir. Bu uzaklığa, ikmal hatlarının Türklerce

vurulup dağıtılması da eklenince, Yunanlılar, bilhassa yemek ve bir ara

mühimmat bakımından zor duruma düşerler.150 Yunanlıların, Türk stratejisinin ve

taktiğinin kararı olarak düştükleri bu durumu, 'aslına bakarsanız Yunanlılar sorun

içindeydi' diye yorumlamaya kalkışmanın anlamı ve hikmeti ne? Ankara'ya doğru

yürüyüşe geçtikleri vakit, silah, mühimmat, asker, uçak, ulaştırma aracı

bakımından sorun arasında miydiler? Hayır! Hiçbir Yunanlı, bu şekilde bir mazerete

sığınmıyor fakat bizim Vahidettincilerimiz, Yunan yenilgisine mazeret bulmak için

bin dereden su getiriyorlar. Sırf M.Kemal'i büyütmemek için Sakarya zaferini

bile küçültmeye çalışıİddiasını ispat etmek için iki de kaynak göstermiş.

150) "Dokuz günden beri her ere çeyrek ekmek veriliyor." (8 Eylül 1921, 2.Yunan

Kolordusu Komutanı Prens Andreu, Felakete Doğru, s. 144)

537

1) Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye'nin Kurtuluş Yılları, s.27. Bu sayfada,

İzmir'deki Amerika Konsolosu G.Horton'un bir tutanağı var. Ama iki sene öncesine ait

bir rapor, zamanı 19 Temmuz 1919! Buna rağmen, Horton şu şekildeki diyor: "Yunanlılar

her gün yeni birlikler getiriyorlar. Bu çevrede şimdiden 70 bin askerleri var ve

bu sayı her geçen gün büyüyor." (s.27) Raporda, araç-gereç sıkıntısını, darlığını

belirten tek kelime bile yok!

2) Gösterdiği ikinci kaynak, S.Selek'in Anadolu İhtilali, s.634 vd. Bu sayfa, 7

Eylül 1921 gününe ilişkindir, devamı da sonraki günlere. Yani Yunanlıların,

saldırı güçlerinin kırıldığı, Türk ordusunun karşı taarruza hazırlandığı günler

ve Türk zaferi ile sona eren son perde. Bu dönemde Yunanlılar, normal olarak ikmal

sıkıntısı çekerler. Bu neyi gösterir? Zavallı, mazlum, günahsz Yunanlılarm,

savaşın başından beri araç-gereç sıkıntısı çektiklerini mi? Yoksa, kati Türk

savunması karşısında gittikçe eridiklerini, ezildiklerini mi?151

c. İngiliz yönetiminin, 1919'da 'Yunanlıların kazanması olası değildir'

gibi bir tespit icra ettikleri da doğru değildir. O tarihte Yunan ordusu, muharebeye

katılmadığı için zinde, oldukca istekli, iyi donatılmış bir ordu. 1919'da

Yunanistan'a Venizelos egemendir ve siyasal çalkantılar da geride kalmıştır. Ama

yazar, bu aleni gerçeklere gözlerini yummuş, harıl harıl hayalini yazıyor!

Zaten İngilizleriıpöyle bir tespitleri olsa, Yunanlıların İzmir'e çıkmasını

teşvik eder, 1920 Haziranında ve Londra Konferasında, yayılmalarını destekler

miydi? Ve Lloyd Gorge, "Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı Yunanistan'dır" der

miydi? (B.N.Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 182) Yunan Kralının kardeşi ve

bugünkü İngiliz Kraliçesinin eşinin babası General Andreu, Felakete Doğru isimli

anılarında, Ankara seferine karar verilmesinde, 'sefere devam edilmesini istek

eden ecnebilerin' [İngilizlerin] de rol oynadığını yazmaktadır, (s.57)

İngiltere, Yunanlıların Türkleri ezip sileceklerini düşündü, Yunanistan

yenilince de panikledi. Ayrıntıları, ilerde.

• Kurtuluş dizisinde, şu şekildeki bir sahne var. Kütahya-Eskişehir yenilgisi üstüne,

'32.122' erin silahıyla beraber kaçtığını öğrenen M.Kemal şu şekildeki der:

"Anadolu'yu yüzlerce sene, sadece kanına ve canına ihtiyacın olduğu vakit

hatırlarsan, onun haricinde kaderine t^rk ve cehalete teslim edersen, netice tabii

bu şekilde olur. Vatanı, köyünden ibaret sanabilir. İstiklal için dövüşenlere karşı

da durabilir. Çünkü insanımızın kafasını, ulusal bir terbiyeden geçirmemişiz ki.

Çok şükür ki halkın çoğunluğu sağduyusu ile gerçeği görüyor."

Mehmet Kahraman aynı yazısında, M.Kemal'in ulusal |erbiye (eğitim) lafı-

151) Yunan ordusunun içerisine düşmüş olduğu trajik durumu özetleyen Prens Andreu, bunun

gerekçesini şu şekildeki anlatıyor: "Türk ordusu, kendisince seçilmiş bir vakit ve

mevkide meydan savaşı vermeyi istemişti ve bu isteğine ulaşmıştı..." (s.129)

Yunan askeri tarihinde deniliyor ki: "Yunan ordusu, muharip kuvvetinin P'sıni, Sakarya harp alanında bıraktı. (Yunan Askeri Tarihi, s.701)

538

ne de itiraz ediyor ve sadece dini terbiyenin geçerli olduğu Osmanlı dönemindeki

zaferleri misal gösteriyor. (14.4.1994, S.sütun)152

M.Kemal'in lafları ile Osmanlı zaferleri içinde ne alaka var?

Bambaşka bir şey söylüyor M.Kemal.

Dünya ulusal devletlere doğru giderken ve uyanık milletler, ulusal bilinci

yapmaya çalışırlarken, Osmanlı Devletine bağlı topluluklar, bu akımın etkisi

ve istiklallerini kazanmak isteği ile teker teker kopup ayrılırlarken, son zamanların

gereklerini bir türlü kavrayamayan Osmanlı yönetimi, Osmanlılık şeklinde artık içi

boşalmış ve birleştirici gücü tükenmek suretiyle olan bu kavrama yapışıp kalır. Bu

yüzdendir ki ulusal şuur ve duygu, Osmanlı devletine bağlı topluluklar arasında,

Araplardan bile sonrasında, son olarak Türklerde uyanacaktır. Kurtuluş Savaşı, bu şuur

ve duygunun yaygın olmadığı dönemde başlamıştır. Geç ve zor uyanışın

nedenlerinden başlıcası da budur. İşbirlikçilerin çokluğunun nedeni de budur.

İsyanların temelinde de bu yatar.

Şoven ve ırkçı olmayan, ulusal, evrensel ve uygar değerlere aleni bir terbiye,

son zamanların terbiyesidir. Milli terbiye, organik olarak dini terbiyeyi de ihtiva eder fakat

dini terbiyeden daha kapsamlıdır.

Milli terbiyenin önemini ve gerekliliğini en iyi yayınlayan örneği, yazısıyla

bizzat M.Kahraman veriyor. Milli Mücadele'nin tarihini, anlamını ve amacını

idrak etmek için hiç bir çaba göstermediğini belirten düşünceler ileri sürüyor,

milletinin hiç bir gururunu, sevincini, mutluluğunu paylaşmıyor, maksatlı olarak

zaferleri küçültmek için çabalıyor, hasım yenilgilerine devamlı mazeret ve

bahane arıyor, işbirlikçi İstanbul yönetimini aklamaya çalışıyor. Yani hâlâ Ali

Kemal ve benzerleri şeklinde bakıyor olaya.

Böylece de, M.Kemal'in sözünün, ne kadar haklı bir laf bulunduğunu, canla başla

kanıtlıyor!

• Sıra geldi, Adnan Çakmak'ın anlattığı ve Murat Sertoğlu'nun yazdığı, uydurma

'Mareşal Fevzi Çakmak'ın Hatıraları'ndaki Sakarya Savaşı'na ait

152) Özetle diyor ki: "Osmanlı devleti üç kıtaya yayılırken, binlerce zafer

kazanırken, Anadolu insanından istifade etmedi mi? Askerlerimiz, bir ayda hangi

terbiyeden geçirildiler ki Sakarya Sa-vaşı'nı kazandılar?"

Ne laflar! O zamanlar, sadece Osmanlıları değil, tüm toplulukları ve orduları

güdüleyen, yönlendiren, başka fikir ve duygulardı. Zamanla Batı derlenip

toparlandı, hepimiz geriledikçe geriledik ve çöktük.

Karabekir şu şekildeki yazıyor: "izmir işgalinde... ne asker, ne halk, değil mukavemet,

bir tevekkül ile teslim oluyorlar. Bunun ruhi nedeni, asırlarca milletimizi

devamlı emirlerle hareket ettirmek şeklinde insanların benliğini, izzet-i nefsini

mahveden bir terbiyedir." (bağımsızlık Harbimizin Esasları, s.49)

Milli Mücadele/ Kurtuluş Savaşı/ İstiklal Savaşı ise, bu isimlerin da belirttiği

şeklinde, tamamen ayrı özellikte ve özde bir savaştır. O devre oldukca gerilerde kalmış,

şartlar, kavramlar, amaçlar değişmiştir.

Sakarya Savaşı'na askeri hazırlamak için birçok şey yapılma fakat normal olarak bu kısa

zaman hepsini eğitmeye yetmemiş, bu nedenle de Sakarya Savaşı bir 'subay savaşı'

olmuştur. (Mesela A.Gündüz, Hatıralarım, s.80, 107; Ş.Soğucalı, bağımsızlık

Harbinde Olaylar, s.88) Askerin oldukca yönlü eğitimi, Büyük Taarruz'a kadarki

dönemde gerçekleşir. (4.Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa, Milli Ordu Nasıl

Doğdu, Y.Tarihimiz, 3.C., s.9)

Bu ordu bir fırtına şeklinde esecektir.

539

palavralara ve büyük atmasyona. Hatıraların sahteliğinin iyi anlaşılması için

ilkin vakalar sıralamasını vermek istiyorum:

8-21 Temmuz: Kütahya-Eskişehir Savaşı, Türk cephesinin yarılması ve yenilen

ordunun Sakarya doğusuna çekilmeye başlaması

23 Temmuz: Fevzi Paşanın, gizli saklı oturumda, hükümet merkezinin Kayse-ri'ye nakli

ile alakalı Bakanlar Kurulu kararını açıklaması (Gizli Celse Zabıtları, 2.C.,

s.99 vd.)

26 Temmuz: M.Kemal'in Polatlı'ya gelmiş olarak İsmet Paşa ile görüşmesi

28-29 Temmuz: Fevzi Paşanın, Sakarya doğusuna çekilmiş olan birlikleri

denetlemesi (30 Temmuz günü Mecliste yapmış olduğu açıklamaya bakılırsa)

30 Temmuz: Fevzi Paşanın gizli saklı oturumda, ordunun son durumu hakkındaki malumat

vermesi (GCZ., 2.C., s.116 vd.)

5 Ağustos: M.Kemal'in Başkomutan olması

12 Ağustos: M.Kemal ve Fevzi Paşanın Polatlı'ya gelmeleri (TlH, 2/5, 2. kitap,

s. 198)

14 Ağustos: Yunan ordusunun Sakarya'ya doğru yürüyüşe geçmesi

15 Ağustos: M.Kemal'in attan düşmesi ve sakatlanması153

16 Ağustos: Muayene için Ankara'ya gelmesi ve gece kalması

17 Ağustos: Polatlı/ Alagöz karargâhına dönmesi154

23 Ağustos: Sakarya Savaşı'nın başlaması

13 Eylül: Savaşın galibiyetimizle bitmesi

18 Eylül: M.Kemal'in Ankara'ya dönmesi

19 Eylül: Fevzi ve İsmet Paşaların, ek olarak İ.Süreyya Bey (Manisa) ve 62

arkadaşının, ayrıca Durak Beyin (Erzurum), Tahsin Beyin (Aydın), Hulki

Efendinin (Siirt) verdikleri önergeler üstüne, M.Kemal'e, oybirliği ile Gazi

unvanı ve mareşallik rütbesi verilmesi (ZC.,12.C., s.363-364)

 Şimdi F.Çakmak'ın feyk anılarını kısım kısım izleyelim:

a "Yunan Kralı, harp işini direkt doğruya eline almış bulunuyordu. Pek

güvenilmiş olduğu Başkomutan General Papulas da Anadolu'ya geçmiş bulunu-yordu...

Nihayet Temmuz sonlarında beklediğimiz saldırı kendini gösterdi.

153) TİH, 2.C., S.Kısım, 1.Kitap (Sakarya Meydan Muharebesinden Önceki Olaylar

ve Mevzi ilerisindeki Harekat), s.198; A.Gündüz, Hatıralarım, s.59;

Yakınlarından Hatıralar, s.107; F.Özdilek, AAMD,rakam 11/ Mart 1988, s.459

154) Bu mevzu ile alakalı birtakım kaynaklar: HTV dergisi, rakam 75 (1976), 1621 no.lu

belge (Başkomutanlık Özel Bürosu Genel Sekreteri Kazım Paşanın, M.Kemal'in

dönüşü ile alakalı olarak 16.8'de Polatlı'ya çekmiş olduğu telgraf: "M.Kemal Paşa,

muayene edildi. Kaburgalarından biri kırık. Yarın karargahta olacak."); TİH,

2/5, 1.Kitap, s.198; R.Şevket İnce'nin Güncesi, 9. bölüm, 29.10.1982, Milliyet;

İ.Hakkı Tekçe, Hatıralar, 13.11.1968, Milliyet; R.E.Ünaydın, Mustafa Kemal Atatürk'ü Özleyiş,

s.42; İslam Ansiklopedisi, 1.C., s.757; Dr.Mim Kemal Öke, s.107, Yakınlarından

Hatıralar.

19 veya 20 Ağustosta Alagöz karargâhına gelen H.Edip şu şekildeki yazıyor: "M.Kemal

Paşa, oturmuş olduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri,

hala ağrılar içindeydi. M.Kemal Paşaya doğru, kalbimde reel bir hürmet ile

gittim. O, tüm gençliğin, bir ulus yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını

temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun o odadaki

ebatlarına yakışmaz. Gittim ve elini öptüm."(Tür-kün Ateşle İmtihanı, s.193)

540

' /

Bu, tarihe Sakarya Harbi olarak geçecek olan büyük savaştı." (16.bölüm,

25.4.1975, Hürriyet gazetesi; 17.kısımda de şu şekildeki yazıyorlar: "Ordunun idaresini

Kral Konstantin ele almıştı.")

a. Yunan Kralı, hiç bir vakit 'harp işini, ordunun idaresini eline almış',

değildir. Çünkü hükümet, Kralın bu işe karışmasını müsait görmemiştir. KütahyaEskişehir ve Sakarya savaşlarını, uzaktan izlemekle yetinecektir. (Genelkurmay

Başkanı V.Dusmanis, Küçük Asya Harbinin İçyüzü, 1.C., s.63-69)

b. General Papulas da, Anadolu'ya yeni geçmiş değildir; Anadolu Ordu-su'nun

komutanı olarak, 22 Kasım 1920'den beri, İzmir'de bulunmaktadır. (Yunan Askeri

Tarihi, s.169)

c. A.Çakmak-M.Sertoğlu, Kütahya-Eskişehir savaşları ile Sakarya Sava-şı'nı

birbirlerine karıştırıyor, vakalar sırasını da alt üst ediyorlar. Ne Temmuz

sonlarında süregelen bir saldırı' var, ne de Sakarya Savaşı Temmuz

sonlarında' başladı.

Bu pek yürekli ikili, atıp duruyor. Şimdi masalın en tatlı kısmına geldik:

D "M.Kemal Paşa atından düşmüş ve kaburga kemiklerinden biri kırıldığından,

talep eder istemez hastaneye yatmıştı. Bundan sonrasında da ordunun başlangıcında sadece kaldım.

Halbuki bu sırada M.Kemal Paşaya şiddetle muhtaç bulunuyordum. Ama ne

yapabilirdim? Her şeyden mühim olan, cephede ordunun başlangıcında bulunmaktı... Ben

devamlı olarak cephede bulunamıyor, fırsat buldukça Ankara'ya gelmiş olarak Mecliste

görünüyor, harp durumu hakkındaki lüzumlu detayları veriyordum. Onları

sakinleştirir sakinleştirmez, derhal M.Kemal Paşayı ziyarete koşuyor, askeri

konum hakkındaki ona ihtiyaç duyulan detayları veriyordum. Ondan sonrasında da soluğu cephede

alıyordum." (17.bölüm, 26.4.1975, Hürriyet gazetesi)

İnanılmaz bir şey! Bu kadar oldukca hatası bir araya getirmeyi iyi mi başarmışlar?

1. M.Kemal'in 17 Ağustos 1921'de Alagöz'deki Başkomutanlık karargâhına

döndüğünü görmüştük.

2. Fevzi Paşa, ordunun başlangıcında sadece kalmış ve orduya komuta etmiş değildir;

şundan dolayı Ordu (Cephe) Komutanı, İsmet Paşaydı; tüm emirler İsmet Paşadan

çıkıyordu. (Sakarya Savaşı ile alakalı TİH, 2/5, 2.kitabın tamamı) Fevzi Paşa,

görüş, öneri ve uyarılarını, sadece gerektikçe veya soruldukça, Başkomutana ve

Ordu (Cephe) Komutanına yazılı olarak bildirmiş, birtakım mecbur hallerde ve 'Cephe

Emri' doğrultusunda, cenup kanattaki birliklere direkt buyruk vermiştir. (TİH,

2/5, 2.kitap, s.89, 90, 103, 104 vd.)

3. Fevzi Paşa, Cepheye geldiği 12 Ağustostan sonrasında da asla 'Ankara'ya gitmiş',

Mecliste konuşmuş da değildir!

M.Kemal de, Fevzi Paşa da, harp bitene kadar cepheden asla ayrılmamışlardır.155

[Fevzi Paşa, sıcak savaşın başladığı gün olan 23.8'den 7.9'a kadar, sü541

rekli olarak ordunun güney kanadında bulunur, 8.9'da kuzey kanada geçer. (TİH,

2/5, 2.kitap, s. 18 vd.; K.Özalp, Milli Mücadele, s.204)]

Sahte anıları izlemeye devam edelim.

a "Bütün gayretime rağmen, Meclisi sakinleştirebilmek, benim için gitgide güç

oluyordu. Bu sıralarda M.Kemal Paşaya ne kadar ihtiyacım vardı. Ama o dediğim

şeklinde hâlâ yatıyordu. Benim artık Ankara'ya gelmem son aşama zorlaşmış

bulunuyordu. Meclisin moralini yüksek tutma işini M.Kemal Paşaya bırakmıştım.

Daha şu demek oluyor ki o, kendi isteği ile hasta hasta, bu rolü üstüne almıştı."

(18.bölüm, 27.4.1975, Hürriyet)

Yalan, yalanı doğurur. Bu zırvalıklar da anaç yalanın yavruları.

D "İşte bugünlerde, nereden çıkmış ise çıkmış, Yunanlıların hızla Ankara'ya

yaklaşmakta oldukları, onları durdurabilmenin imkânsız olduğu rivayeti,

Ankara'yı aniden sarıvermiş. Benden bir türlü haber alamayan, benimle temas

kuramayan M.Kemal Paşa da bu şayiaya (söylentiye) kapılarak, Ankara'nın

boşaltılması yolunda, kendisine meydana getirilen telkinleri müsait bulmuş. Bu yolda derhal

emirler vermiş ve hükümet merkezinin Kayseri'ye nakledilmesi yolunda hareke

geçilmiş... Benim bunlardan asla haberim yoktu." (18.bölüm, 27.4.1975, Hürriyet)

Bu seferki yavru, tam bir tosuncuk. Meclisin ve hükümet örgütlerinin Kayseri'ye

nakli hakkında Bakanlar Kurulu kararını, Sakarya Savaşı'nın başlamasından bir

ay ilkin, 23 Temmuz 1921 günü, TBMM'nin gizli saklı oturumunda açıklayan ve savunan,

bizzat Bakanlar Kurulu Başkanı Fevzi Paşadır. (GCZ, 2.C., s.99 -103 vd.) Ama anı

imalcileri, Fevzi paşaya, "benim bunlardan asla habenm yoktu" dedirtiyorlar!

155) a. M.Kemal'in Başkomutanlık karargâhının bulunmuş olduğu Polatlı/Alagöz'den

verdiği birtakım emirlerin ve yazdığı makalelerin tarihleri: Cephede bir vazife isteyen

H.Edib'e verdiği yanıt, 18.8 (TAİmtihanı s.190); K.Karabekir'e yanıt, 21.8

(bağımsızlık Harbimiz, s.933); Orduya genelge, 24.8 (TİH, 2/5, 2.kitap, s.12);

Güney kanattaki Fevzi Paşa'ya buyruk, 24.8 (a.g.e., s.18); Güney kanattaki Fevzi

Paşa ile yazışma, 26.8 (a.g.e., s.47); Milli Savunma Bakanlığına buyruk, 26/27.8

(a.g.e., s.62-64); orduya genelge, 27.8 (a.g.e., s.79); Güney kanattaki Fevzi

Paşa ile yazışma, 28. 8 (a.g.e., s.84); Güney kanattaki Fevzi Paşaya buyruk, 29.8

(a.g.e., s.112); Milli Savunma Bakanlığına emri, 31.8 (a.g.e., s.127); TBMM ile

yazışma, 1.9 (a.g.e., s.148; cevabı, 3.9'da Mecliste okunur: ZC., 12.C., s.134-

135); A.Gündüz ile S.Omurtak'ı cenup kanatta araştırma yapmakla görevlendirmesi,

3.9 (TI'H,2/5,2.kitap, s. 161); Gazeteci B.G.Gaulis'e Alagöz'den yanıt vermesi,

5.9 (B.N.Şimşir, Mustafa Kemal Atatürk'le yazışmalar, s.141); Zafer Tepe'ye gelmesi, 9.9 (TİH,

21 5, 2.kitap, s.208; H.Edip, s.200); Zafer Tepe'de taarruzu izlemesi 10.9

(TİH,2/5,2.kitap, s.223); ileri hattaki 15.Tümen'in yanına gitmesi,11.9

(K.Özalp, Milli Mücadele, s.207; Fethi Okyar, Yakınlarından Hatıralar, s.42-47);

Meclis'e zaferi bildirmesi, 13.9 (TİH, 2/5, 2.kitap, s.269-270); millete

beyannamesi, 14.9 (a.g.e., s.285)!

Ayrıca, her gün Alagöz'den Meclise rapor yolluyor, rapor Hüsrev Gerede

tarafınca milletvekillerine açıklanıyordu: D.Arıkoğlu, s.249 vd.;

Y.K.Karaosmanoğlu, Vatan Yolunda, s.145; R.E.Ünaydın, Mustafa Kemal Atatürk'ü Özleyiş, s.63.

Birkaç kere da Cephenin cenup kanadına inmiştir. (TİH, 2/5, 2.kitap, s.115, 132;

A.Gündüz, Hatıralarım, s.81, 84; C.Erikari, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.720)

b. Sadece şu anılar bile, her ikisinin de, Sakarya Savaşı boyunca, devamlı

cephede bulunduklarını göstermeye yeter: H.E.Adıvar, Türkün Ateşle imtihanı,

s.193-203; İ.İnönü, Hatıralar, 1.C., s.260-265; A.Gündüz, Hatıralarım, s.85-105;

K.Özalp, Milli Mücadele, s.192- 215.

542

D "...Yaverim Salih Omurtak'ı çağırarak kendisine, 'Ben birazcık uyuyacağım... Beni

uyandırma!' emrini vererek yattım. Ben uyuduktan bir, iki saat sonrasında, Ankara ile

nede olsa telefon bağlantısı kurulmuş. Salih Omurtak, telefonu açar açmaz, M.Kemal

Paşanın sesini duymuş. Paşa, heyecanlı bir eda ile durumu sormuş..."

M.Kemal, Fevzi Paşanın yyuduğunu öğrenince, içi rahatlamış, ,'durumda hiç bir

korku olmadığını şimdi anladım' demiş. Uyduruk anılar şu şekildeki devam ediyor:

n "Ertesi sabah kendisiyle telefonla konuştuktan ve askeri durumu anlattıktan

sonrasında, bir kat daha rahatladı. Ankara'ya gelen fena haberleri, uyanmış bulunan

paniği de, sadece o vakit kendisinden öğrendim... M.Kemal Paşa da oldukça

iyileşmişti. Bana, bir iki güne kadar yanıma gelebileceğini söyledi. Buna pek

sevindim. M.Kemal Paşa, derhal ertesi günü, BMM Başkanı olmak sıfatıyla, Mecliste

askeri konum hakkındaki yürekleri ferahlatıcı izahatta bulunmuş ve birtakım mebusların

isteklerine uyarak, Başkomutan sıfatıyla cepheye hareket edeceğini bildirmiş.

Onu aramızda görmek, hepimizin moralini bir kat daha kuvvetlendirmiş

bulunuyordu." (18.bölüm, 27.4.1975, Hürriyet)

Salih Omurtak, Sakarya Savaşı esnasında, Fevzi Paşanın yaveri değil, Genelkurmay

Harekât Şubesi Müdürüdür.156 Ankara ile Alagöz içinde, o tarihte telefonla

konuşmak da olası değildir. M.Kemal Paşa, birtakım mebusların isteğine uyarak,

cepheye kendiliğinden Başkomutan sıfatıyla hareket etmiş de değildir. Uzun ve

çetin görüşmeler sonucunda ve oybirliği ile Başkomutanlığa getirilmiştir. (ZC,

12.C., s.21; ek olarak: GCZ, 2.C., s.180, 5.8.1921). Cepheye, sonradan ve sadece

olarak değil, 12 Ağustosta Fevzi Paşa ile beraber hareket etmiştir. (HDBD,

75.rakam, 1619.belge; İslam Ansiklopedisi, 1.C., s.756; Jeschke, TKS Kronolojisi

l, s. 159)

Anıların geri kalanı da bu şekilde. Onun için onlara değinmeyeceğim. Sadece, ikilinin

bu tür zırvalamalarından son ikisini aktarıp bu feyk anılar konusunu

kapatıyorum:

D "..Mustafa Kemal Atatürk, birçok hiç kimseye yeni soyadları vermeye başlamıştı. Bu arada İnönü

savaşlarının şerefini, olduğu şeklinde İsmet Paşaya armağan ederek, İnönü soyadını

kendisine vermişti. Bana da herhalde, Sakarya Savaşı'nı başından sonuna kadar

yönetim etmiş ve bu savaşın planlarını da hazırlamış olduğum için olacak, Sakarya

soyadını vermek istedi. Teşekkür ettim. Üç yüz yıldan beri Çakmakoğulları adıyla

şöhret kazanmış bulunan bir soyun ismini değişiklik yapmak hakkını kendimde

göremiyordum. Bunu dediğim vakit, M.Kemal Paşa bana hak verdi." (19.bölüm,

28.4.1975, Hürriyet)

Sakarya Savaşı'nı, başından sonuna kadar Fevzi Paşanın yönetim etmiş olduğu, ar156) On Yıllık Harbin Kadrosu, s.278.

543

tık biliyoruz ki ikilinin atmasyonudur. Savaşın planlarını Fevzi Paşanın yapmış olduğu

da doğru değildir.157

D "[Sakarya Meydan Savaşı hakkında bir konferans vermek isteyen Afet (İnan)

Hanım] hazırlamış olduğu konuşma metninde... herhalde M.Kemal Paşaya duyduğu

aşırı sevgiden olacak, zamanı hakikatleri bir yana bırakmış, Sakarya Savaşı'nın

tüm şerefini kendisine (M.Kemal'e) vermiş, savaşın planlarını ona hazırlatmış

ve Sakarya Meydan Savaşı'nı başından sonuna kadar yönetim ettirmiş..> Şerefli bir

askere, yapmadığı, katılmadığı bir savaşın zafer şerefini yüklemeye kalkışmak,

onun şerefini hiç bir biçimde artırmaz. Hatta onu küçültür... Afet Hanım benimle

görüşmek suretiyle yine başvurunca, ona durumu bildrdim. M.Kemal Paşanın,

Sakarya Muharebesiyle o şekildeki sandığı şeklinde yakından ilgisi olmadığını, geçirmiş

bulunmuş olduğu bir kaza sonucunda, bir kaburga kemiğinin kırılmış ve hastaneye

kaldırılmış bulunması,158 onu talep eder istemez bu savaşın haricinde bırakmış

bulunduğunu, bu konum karşısında, savaşı benim planlayarak yönetim etmek zorunda

kaldığımı söyledim." (19.bölüm, 28.4.1975, Hürriyet) Bu gerçeklere aykırı

sözleri söyleyen, normal olarak Fevzi Paşa değil. Fevzi Paşanın bu konudaki reel

görüşünü, şu belge belirtmektedir: Fevzi ve ismet Paşa, 15.9.1921 tarihinde,

Kozan ve Edirne milletvekilleri olarak, TBMM'ne ortak bir öneride bulunurlar. Bu

teklif şöyledir:

"Bizzat muharebe meydanındaki tedabir (önlemleri) ile muzafferiyetin amil ve

müessiri (yapıcısı ve etkeni) olmuş olan Başkumandan M.Kemal Paşa Hazretlerine,

müşirlik (mareşallik) rütbesi ve Gazilik unvanı tevcih edilmesini öneri ve

istirham ederiz." (ZC., 12.C., s.263)159

157) Sahte anı imalcileri, plan nelerdir bilmedikleri için, ikide bir, plandan laf

ediyorlar. Sıcak harp boyunca, genel ve geçerli klasik kurallara müsait bir

müdafaa düzeni uygulanmıştır. M.Kemal'in klasik müdafaa anlayışını değiştiren

'alan savunması' görüşü ise, bu düzeni değil, harp tarzını değiştirecektir,

ilgilenenler şu kaynaklarda, İstiklal Savaşı'nın tamamını kapsayan genel plan

(stratejik müdafaa) ile bu savaştan ilkin ve harp esnasında uygulanan seviye ve

gelişmelere ait malumat ve belgeleri bulabilirler: TİH, 2.C., S.Kısım,

1.Kitap, Sakarya Meydan muharebesinden Önceki Olaylar ve Mevzi ilerisindeki

Harekât; TİH, 2.C., S.Kısım, 2.Kitap, Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonraki

Harekât; H.Baykoç, Sakarya Meydan Muharebesi, 134 sayılı Askeri Mecmua tarih

eki, 1944; B.Vandemir, Sakarya'dan Mudanyaya, Genelkurmay Y, Ankara, 1946.

Ayrıca, Sakarya Meydan Savaşı'na ait cenk cerideleri de yayımlanmıştır.

Şu üç Yunan kitabı da bilhassa Sakarya Savaşı ile ilgilidir: ilia Vitieridu,

Sakarya Ötesi Harekâtı; Hristos V.Nİkolopulos, 1921'in Onbinleri ile Beraber;

Prens Andrea , Felakete Doğru (Üçü de ATAŞE Kitaplığında incelemeye açıktır).

158) M.Kemal hastanede yatmış da değildir. Sadece Cebeci Hastanesinde muayene

olur, evine döner, birtakım bakanlarla görüşür ve ertesi günü Alagöz'e hareket eder.

Bunlara ait ayrıntılar, örneğin R.Eşref Ünaydın'la I.H.Tekçe'nin anılarında

var.

159) K.Karabekir şu şekildeki yazıyor: "Fevzi Paşa... M.Kemal Paşaya yekten müşirlik

ve gazilik inha ediyor. Halbuki daha sorun eksikleri olan ve Yunan ordusunu takip

ederek kesin muvaffakiyet kazanılmamış, doğrusu daha yapılacak işler varken,

M.Kemal'e son merhaleyi inha etmek, ikinci bir mu-zafferiyette, iyi mi ve ne ile

doyum olunabilecektir. Bu vahim hata, Afyon taarruzundan sonrasında, M.Kemal'e

hilafet ve saltanatı tevcihe (vermeye) kadar yürüdü."-ftetiklal Harbimiz, s.935/

dipnot) -+

544

Ama bu acayip ikili, bir çocuk sorumsuzluğu arasında aleni gerçekleri tersine

çevirmeye çalışıyojıJCurtuluş Savaşı'mn pek oldukca aşamasında büyük emeği olan

Fevzi Paşayı, asla hak etmediği bir duruma, yalancı durumuna düşürüyor.

Amacı belli olan A.Çakmak'ı geçiyorum. Ama Murat Sertoğlu'na ne demeli? Bu,

Halley kuyruklu yıldızından da uzun kuyruklu ve Komik Naşit'ten de daha komik

yalanların dibine imzasını iyi mi koymuş?160

• Birçok feyk olmayan ve iyi kalpli anılarda bile, şaşırtıcı maddi yanlışlar

bulunmaktadır. Bir misal olarak H.Edip Adıvar'ın, meşhur Türkün Ateşle İmtihanı

isimli meşhur anılarına değinmek istiyorum. Anılarda birçok yanlış var, ancak

birkaçını belirteceğim:

 a "5 Ağustos 1921'de, M.Kemal Paşa Başkomutan, doğrusu bir nevi tüm kudrete

haiz bir askeri diktatör olarak Büyük Millet Meclisi tarafınca seçildi. Meclis

kendi elindeki tüm kudreti (Başkomutan) M.Kemal Paşaya verdi...161 M.Kemal

Paşa askeri bir kabine kurdu, içlerinde Kazım Paşa ile Albay Arif Bey de

vardı."162

ilk cümleler, Karabekir'in, onulmaz 'M.Kemal kompleksini' bilenler için sürpriz

değildir. Son cümlesinin ise, baştan sona, kendisinin uydurmuş olduğu bir masala

dayandığını, ilerde göreceğiz!

160) Bu feyk anıların üstünde bu kadar durmamın hazin bir nedeni var. TRT'de,

13 Eylül 1983 akşamı piyasaya sürülen Sakarya Savaşı programını, Kültür Bakanlığının

ileri gelenlerinden biri hazırlamış ve Sakarya Savaşı, bu feyk anılara bakılırsa

anlatılmıştı. Yani Başkomutan M.Kemalsiz ve Cephe komutanı ismet Paşasız bir

Sakarya! Programı hazırlayan, sevdiğim bir insandır. Sakarya savaşı ile alakalı

askeri tarihleri ve monografileri okuyup okumadığını, bu kitaplarda yer edinen

belgeleri inceleyip incelemediğini sormuş oldum ve bu feyk antlara dayanmasını

eleştirdim. Sükûnetle dedi ki: 'Bakalım o kitaplardaki belgeler doğru mu?'

Anlaşılan birileri içerisine bu şekilde bir şüphe düşürmüş. Belli ki hiç bir askeri tarih

okumamış, hiç bir askeri belgenin orijinalini görmemiş. (HTV dergisi, belgelerin

orijinallerini de yayımlıyor.) Okuyup görmüş olsa, bu şekilde bir kuşkuya düşmezdi.

Çünkü öncesi ve sonraki takip hareketiyle beraber 60 günden fazla devam eden bir

savaşta, taburlardan alaylara, alaylardan tümenlere, tümenlerden gruplara,

gruplardan Cephe Komutanlığına yazılan, Cephe Komutanlığından basamak basamak bu

birliklere gelen muhtelif raporlar ve emirler, her tümenin kendi birlikleri ile

yapmış olduğu iç yazışmalar, sair komünikasyon tutanakları, Fevzi Paşanın rapor ve

mütalaaları, cenk cerideleri, on binlerce belge eder. Hepsi de birbirine

bağlıdır. Anılar ve F.Okyar ile R.Şevket ince'nin günlükleri de binlerce sayfa

ediyor.

Bu on binlerce belgeyi, o dönemin kâğıtlarını bulup, imla ve kayıt usullerini

dikkate alarak, yüzlerce erkek kullanarak, yine yapım etmek, güncelerin ve

anıların bile buna bakılırsa yeni- x den yazılmalarını sağlamak ve bu çapta bir

'yapıntı reel' yaratmak ve bunu gizlemek, olası müdür?

Hayretle susmuştum. Şimdi de o şekildeki yapıyorum.

Büyük Taarruzda M.Kemal'in, 1 Eylül tarihindeki beyannamesi haricinde, Başkomutan

olarak verdiği yalnız yazılı buyruk bile bulunmuyor.

Yoksa Büyük Taarruz'da da mı yoktu?

161) Aynı hatası F.R.Atay da yapıyor ve şu yargıda bulunuyor: "Bu zorbalık

demektir." (Çankaya, s.292) Bu ifadenin, birtakım araştırmacıları da etkilediğini

görüyoruz. (Mesela J.B.Villalta, Mustafa Kemal Atatürk, s.468) Oysa M.Kemal, istediği

yetkinin, "memleketi ve orduyu muharebeye hazırlamakla sınırı olan ve sadece bu mevzuya

ait bulunduğunu", Mecliste iki kez açıklamıştır (G.C.Zabıtları, 2.C.,

s.168,171) ve sınırlarını çizdiği yetki haricinde tek karar bile vermemiştir.

Siyaset bilimi açısından, yasaya dayalı, kapsamı ve süresi bakımından oldukca

sınırı olan bir yetki kullanımı, zorbalık sayılır mı? 162) s. 188.

545

a. Olayın zamanı dışındaki tüm bilgiler yanlış! Çünkü Meclis o gün tüm

yetkilerini değil, ancak "memleketi ve orduyu muharebeye hazırlamakla sınırı olan ve

sadece bu mevzuya ait yetkilerini" devretmiştir.163 Nitekim Meclis, bu

yetkinin sona erdiği tarih olan 4.8.1922'ye kadar yasama ve yürütme ile alakalı

sair yetkilerini kullanmaya devam edecektir.164

b. Ayrıca M.Kemal bir 'askeri kabine1 de kurmuş değildir; Bakanlar Kurulu

Ankara'da görevine devam etmektedir. Halide Edip'in laf mevzusu etmiş olduğu kuruluş,

'Başkomutanlık Kalemi'dir (sekretaryası).165 Kazım Paşa (İnanç)

başkanlığında kurulmuş olup ancak bir buyruk subayı, iki kurmay subay, üç sınıf

subayı, bir evrak memurundan oluşuyordu.166 Albay Arif ise, başlarda değil,

3.Grup Komutanlığından alındıktan sonrasında (14.8.1921), bu kalemde

görevlendirilmiştir.167

p H.Edip Hanım, 202.sayfada da, "Yedi Tümen Komutanı Sakarya'da şehit olmuştu."

diye yazıyor.

Oysa hiç bir Tümen Komutanı şehit olmamıştır.

Ama bu yanlış sürüp gidiyor. O kadar ki Mustafa Kemal Atatürk Araştırmaları Merkezi Başkanı

Prof.Dr.Utkan Kocatürk şeklinde ciddi ve çalışkan bir araştırmacı bile, bu yanlış

bilgiyi, Sakarya Savaşı'nın yıldönümü dolayısıyla TRT 1'de yapmış olduğu bir konuşmada

(13.9.1988) yeniden etmiştir.168

• K.Karabekir'in ve damadının, Sakarya Savaşı hakkındaki verdikleri detayları,

Karabekir paragrafında aktaracağım.

• Bir film örneği: 30 Ağustos 1994 günü TRT'de piyasaya sürülen, Behlül Dal'ın yazıp

yönettiği 'O Gece' isimli bir filmin başlangıcında yer edinen iki sahnede, M.Kemal'i

Sakarya Savaşı'nı yönetirken görüyoruz: Üzerinde mareşal üniforması var. Allah

Allah! M.Kemal, bilinmiş olduğu şeklinde bu savaşı bir sivil olarak yönetmiştir. Çünkü 8/9

Temmuz 1919'da askerlikten çekilme etmişti; kendisine mareşal rütbesi ise,

Sakarya Sava163) Gizli Celse Zabıtları, 2.C., s.168,171 ve Zabıt Ceridesi, 12.C., s.18 vd.

164) ZC, 22.C., S.107-621 vd.

165) Başkomutanlığın emriyle, 'Genelkurmay ile M.Savunma Bakanlığı içinde

koordinasyonu sağlamakla sorumlu olarak' 8.8.1921'de kurulmuş, (TİH, H.C.,

5.Ks., 1.K. s.164) 13.9.1921'de kaldırılmıştır. (H.T.Vesikaları Dergisi, Sayı

75, belge 1623)

166) a.g.e., s.43.

167) a.g.e., s.225.

168) Esat Paşanın anılarını, araya kendi bilgilerini ekleyerek, oldukca dağınık bir

halde yayına hazırlamış olan kayra Ilgar, Batı Cephesi Kurmay Başkanı

Asım Gündüz'ün anılarını da, A.Gündüz'ün ölümünden (1970) 3 sene

sonrasında( (1973), kitabı şişirmek için birçok yanlış bilgiler, kendinden görüşler

ekleyerek, üstelik bu sefer hepsini anı sahibine mal ederek yayımlamıştır: Asım

Gündüz, Hatıralarım, dinleyen ve yazan i.Ilgar, Kervan Y., istanbul, 1973. Bu

yüzden de, savaşlarla alakalı ayrıntılarda, birçok kayra Ilgar hatası var!

Eklentileri ayırdedemeyen biri, Batı Cephesi Kurmay Başkanı A.Gündüz'ün, Sakarya

Savaşı ile Büyük Taarruz'a ait birçok teknik ayrıntıyı bilmediği sonucuna

varır. —

A.Gündüz'ün Kurtuluş Savaşı ile birçok anısı, iyi ki A.Gündüz hayatta iken,

muhtelif dergilerde yayımlanmış.

546

şı'nın bitmesinden 6 gün sonrasında, 19 Eylül 1921'de TBMM tarafınca verilmiştir.

(Z.C., 12.C.^s.264)

TRT'de yüze yakın da denetçi var!

• Alagöz'deki Başkomutanlık Karargâhı, ziyarete aleni zamanı bir mekân olarak

korunmaktadır.

Binanın birinci katındaki sofanın duvarlarına da, birçok resim asılmış.

Birinde, M.Kemal yeniden mareşal üniforması ile görünüyor. Altında da şu şekildeki bir

izahat var: 'Başkomutan, Sakarya'da saldırı emrini verirken'.169

Yanlışlık bu kadarla kalsa iyi. Binanın içi yine düzenlenmiş, bu arada

otantikliği de büyük seviyede tahrip edilmiştir. Bütün kapılar, parlak oto boyası

ile boyanmış, yiyecek yenilen zemin katındaki oda, raflarında antika bakır

kapların sıralandığı yapmacık bir doğu odasına çevrilmiş. M.Kemal'in çalışma

odasında fiyakalı bir ayı postu, oymalı, yepyeni bir makale masası duruyor.

Masanın üzerinde de, hediyelik eşya satan mağazaların vitrinlerinde görülen şu

yaldız motiflerle süslü bir telefon var. M.Kemal'in döşek odası diye düşünülen

odaya da, iki kişilik, sırma işlemeli bir döşek örtüsüyle kaplı, oldukca süslü bir

karyola yerleştirilmiş. [1980'lerde, bu iki kişilik gelin yatağını, tek kişilik

ama yine antikacılardan alınmış, gösterişli bir yatakla değiştirdiler!170]

Dönemin koşullarına ve gerçeğe asla uymayan bu gezinsel ve rüküş düzenlemeden laf

ettiğim o zamanki Kültür Müsteşarından şunu öğrenmiştim: Eşyaları, o periyodu iyi

bilen (!) bir uzman seçmiş ve yerleştirmiş! Tanrı Türk'ü bu şekilde uzmanlardan

korusun!

• M.Kemal iyi mi Başkomutan olmuş?

Bu mevzuda da ilgi çekici bir masal var. Aynen aktarıyorum: a "M.Kemal Paşa, 5 Ağustos

1921 günü, ilkin tüm Meclisi, emrinde bulunan Topal Osman kuvvetleri ile sardı.

Sonra da, altı yüz senelik anane içersinde, tek bir Osmanlı Padişahına bile

tanınmamış olan yetkilerin, kendisine tanınmasını mebuslardan rica! etti. Hiçbir

encümenle (komisyonla) görüşülmeden, direkt genel kurula gelen ve fazlaca sert

tartışmalarla gece yarısı kabul edilen, bir celse ondan sonra Büyük Millet

Meclisi, Meclis Başkanı M.Kemal Paşaya, Meclisin haiz olduğu tüm yetkileri

şahsında toplamak ve uygulamak suretiyle, üç ay süreyle Başkumandanlık yetkisi veren

kanunu kabul etmek zorunda kaldı. Hemen tüm mebuslar yedi saattir içersindeydi

ve ne kimse dışarı çıkabiliyor ve ne de içeri girebiliyordu. Hukuk ve siyaset

dilinde ismi zorbalık olan bu yetki, ilkine benzer taktik ve tehditlerle, üç

defa daha üçer ay uzatıldı." (Ahmet Nedim, Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları,

s.XXVI) Önce, aktardığım metnin Türkçesinden ötürü özür dilerim.

169) Bu resim, Nutuk'un 2. cildinin 136. sayfasındadır. Ama altında şu demek oluyor ki

yazıyor: Büyük Taarruza hazırlanırken...

170) Oysa M Kemal, kaburgasının kırık olması dolayısıyla, Sakarya Savaşı

boyunca, bir vagondan sökülen koltukta çalışmış ve uyumuştur. (İslam

Ansiklopedisi, 1.C., s.757)

547

a. M.Kemal Başkomutanlığa talip olmamıştır. İsteyen Meclistir ve Meclisin bu

dileğini dile getiren ilk mebus de, Dr. Rjza Nur'dur. (GZC, 2.C., s.137,

2 Ağustos 1921) Görüşmeler 3 ve 4 Ağustos günleri de devam edecektir. 3 gün

sonrasında, 5 Ağustos günü, M.Kemal, "Meclisin istek ve talebi üstüne, Başkomutanlığı

kabul ettiğini" açıklar ve "bundan hasıl olacak faydayı hızlıca elde edebilmek

ve ordunun maddi ve içsel kuvvetini artırmak, tamamlamak ve sevk ve idaresini

güçlendirmek amacı ile", Meclisin orduya ait yetkilerinin üç ay zaman ile

Başkomutanca kullanılması için bir öneri verir. (GZC, 2.C., s.164)171

Tartışmalardan sonrasında, birtakım milletvekilleri, hazırladıkları bir kanun teklifini

Başkanlığa verir ve 'ivedilikle görüşülmesini' önerirler. İvedilik önergesini ve

kanun teklifini veren milletvekillerinin başlangıcında da, yeniden Vahdettincilerin

üstadı Dr.Rıza Nur geliyor! (GCZ, 2.C., s.174)

Kanun teklifi ivedilikle görüşülür ve kabul edilir. (GCZ., 2.C., s.180)

b. Görülüyor ki Başkomutanlığı istek eden M.Kemal değildir. Kanun teklifinin

alakalı komisyondan geçmemesinin nedeni de, Dr.Rıza Nur ve arkadaşlarının

ivedilikle müzakere taleplerinin Meclisçe kabul edilmiş olmasıdır. "Büyük Millet

Meclisi, M.Kemal Paşaya, Meclisin haiz olduğu tüm yetkileri" de devretmiş

değildir. Devretmek zorunda da bırakılmamıştır. Zorunda bırakılmış olsa, 13

mebus muhalif kalamazdı. (GZC, 2.C., s.180)

İddiaların tümü de gerçeğe aykırı!

c. "M.Kemal'in, emrinde bulunan Topal Osman güçleriyle Meclisi sarmış

olduğu" iddiasına gelince, bu tarz bir olay olsa, ilkin Dr.Rıza Nur yazardı fakat bu

mevzuda bir imada bile bulunmuyor. Zaten bu vakası imkânsız kılan minnacık bir

maddi mani var: Çünkü 5 Ağustos tarihinde, Topal Osman Ağa ve kuvveti,

Ankara'da değil; Ankara'ya gelmek suretiyle hemen hemen Ankara yolunda.

Topal Osman Ağa ve kuvveti, dört gün sonrasında, 9 Ağustos 1921 Salı günü Ankara'ya

gelecek ve Meclisçe görevlendirilen Trabzon mebus Ali Şükrü Bey ve

arkadaşları tarafınca karşılanacaktır. Ali Şükrü Bey, 11 Ağustos 1921 günü,

Mecliste laf alır ve iki gün ilkin Topal Osman Ağa ve kuvvetini (42.Alay)

karşıladıklarını anlatır ve Osman Ağanın söylediklerini aktarır. (ZC., 12.C.,

s.35)

Kısacası, yazıcının bu iddiası da, bütünüyle gerçeğe aykırı!

d. Yazar, Osmanlı tarihini de bilmiyor. Bilse, Başkomutana verilen sınırı olan

yetkinin, 'tek bir Osmanlı Padişahına bile tanınmamış bulunduğunu' yazıp

171) M.Kemal diyor ki: "Reisinize güvenlik ve itimadınız yoksa, gerçekten bu şekilde

bir selahiyet (yetki) vermek, muzırdır (zararlıdır)... Mesele düşünmeğe değer,

oldukca düşününüz!" (GCZ, 2.C., s.168) Başkomutan olmak için can atan (!), bunu

sağlamak amacıyla Meclisi sardıran (!) DM, bu şekilde konuşur mu?

548

da komik olmazdı. Binlerce ferman-ı hümayun bir yana, Fatih Sultan Mehmet ya

daKanuni Sultan Süleyman'ın adıyla anılan kanunlar ne oluyor? Geçerli

olabilmeleri için bu kanunları, birilerinin, bir kurulun, bir meclisin

onaylaması mı gerekmişti yoksa?

Farkında mısınız, hiçbiri, bir vakası doğru anlatmıyor, hakikatı aktarmıyor,

mütemadiyen ve gözlerini bile kırpmadan, direkt sapıyor, hakikatı çarpıtıyor,

masal haline getiriyorlar. Ve bunu, M.Kemal'i küçültmek için yapıyorlar.

Bu beyler, masal söylemeyi bırakıp da birazcık tarih okusalar! Yakın tarihten vaz

geçtik, hiç değilse Osmanlı tarihini öğrenirler.172

(Vahdettin, M. Kemal Ve Milli Mücadele - Turgut Özakman alıntılanan kısımlar sayfasıyla yukarıda verilmiştir!)



Yorum Gönder

1 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.
  1. Bu vesileyle de Turgut Özakman hocamızı saygıyla sevgiyle anıyorum..

    YanıtlaSil

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor