LOZAN HEZİMET DİYENLERE CEVAP 2

LOZAN VE HİLAFET HAKKINDA

 * 6-3-1. Lozan Antlaşması

K.Mısıroğlu'nun, M.Kemal-lngiliz gizli saklı anlaşması (!) hakkında senaristliğinin

Sofya, Suriye ve Kurtuluş Savaşı bölümlerini görmüştük. Senaryonun son sahnesi

Lozan hakkındadır.

K.Mısıroğîu, senaristliğinin Lozan hakkında kısmı için Büyük Doğu ve

Sebilürreşat dergilerinde yayımlanmış iki yazıdan yararlanmıştır.

Önce, bu iki yazıyı görelim.

s

* 6-3-1-1. Bazı iddialar ve masallar

• Büyük Doğu dergisinde çıkan makale:

 "Türklere dinlerini ve din temsilciliğini (hilafeti) feda ettirmek şartıyla,

yapay istikbal için gizli saklı bir anlaşmanın müessiri (etkeni), tek kelime ile

Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas (sorumlu) kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı

bulunan Hayim Naum'dur. Bu Hayim Naum, bu korkulu teşebbüse, evvela

Amerika'da, Türkler lehine bir seri konferanslar vermek ve emperyalizme

şeflerine, Türk'ün maddesini özgür bırakmaları, buna karşılık ruhunu ta içinden

ve kendi öz adamları aracılığıyla yıktırmaları fikrini telkin etmek üzere

başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kuran'ın ahkamını (hükümlerini) kaldırmak,

milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum, müthiş planın zeminini Amerika'da

hazırladıktan sonrasında, İngiltere'ye geçmiş ve halis Yahudi olan Lord Cur/on ile

münasebet ederek, şu teklifte bulunmuştur: 'Siz Türkiye'nin mülki tama-mıyetini

(toprak bütünlüğünü) kabul ediniz. Onlara ben İslamiyeti ve İslami

temsilciliklerini (hilafeti) ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.' "

(Sayı 297 Mayıs 1946)1

Büyük Doğu dergisi yazarı, bu iddiaları için hiç bir delil, belge, şahit, dayanak

göstermiyor. Anlaşılan gaipten malumat almış.

Hayim Naum, 1918'de, A.İzzet Paşa tarafınca harbiden, 'ateşkes yapıl1) Bu yazıyı, GRYT Ansiklopedisi, 2.C., s.251'den aktardım.

565

ması için Amerika'yla ilişki oluşturmak suretiyle' Avrupa'ya gönderilmiştir.2 Ama

İngilizlerin mani olması üstüne, Amerika'ya geçemeden Hollanda'dan geri

dönerek,3 8 Mart 1919 günü İstanbul'a gelecek4 ve 13.7.1919'da İstanbul yönetimi

tarafınca 'Osmaniye Nişanı' ile ödüllendirilecektir.5

a. Demek ki Hayim Naum, 1919'da Amerika'ya gidememiş. Öyleyse 'bu müthiş

planın zeminini, Amerika'da' iyi mi hazırlamış?

b. Hiçbir kaynakta, Hayim Naum Efendinin, İngiliz Dışişleri Bakanı ile

görüştüğüne dair bir kayıt görmedim. Belki ehil tarama yapamamışım-dır.

Mesela bu yazıya dayanan Mısıroğlu veya G R YT Ansiklopedisi yazarları, bu

iddianın kaynağını açıklarlarsa, aydınlanırız.

 c. Lord Curzon'un Yahudi olduğu hakkında bir bilgiye de hiç bir kaynakta

rastlamadım.6

d. Üstelik 1919 başlangıcında, hemen hemen geleceği belirleyecek hiç bir ipucu bulunmuyor:

Ne galip devletlerin Türkiye hakkında kararları netleşmiş, ne Yunanlılar

İzmir'e çıkmış, ne Milli Mücadele başlamış, ne M.Kemal tarih sahnesinde

belirmiş, ne TBMM ve hükümeti kurulmuş, ne de saltanat ve hilafet sarsılmış.

Osmanlı Devleti, tüm kurumlarıyla ayakta duruyor! Ama iddiacılar, Hayim

Naum'u, Amerikalılar ve Lord Cur-zon'la, sadece 5 sene sonrasında olacak bir vakası

dikkate alarak pazarlık yaptırıyorlar!

Besbelli ki makale, geçmiş yine kurgulanarak ve bir gerçeğe oturtmaya itina bile

gösterilmeden yazılmıştır, açıkçası uydurmadır. •• Yazının devamını, edebiyat

tarihçisi A.Kabaklı'dan dinleyelim. Kabaklı, şu şekildeki diyor:

"Büyük Doğu, aynı sayısında şunları da eklemektedir: İngiliz Murahhas Heyeti

Reisi (delegeler kurulu başkanı) Lord Curzon, nihayet en manidar (anlarnkhsözünü söyledi. Dedi ki:

i

Türkiye, Islami alakasını ve Islamı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa,

bizimle hulûs (iyi niyet) donanması etmiş olur. Hıristiyan dünyasının hürmet !

ve minnetini de kazanmış olur. Biz de kendisine dilediğini veririz.'

Büyük Doğu, Nihai Vesika (son belge) başlığı ile lafı, şu sonuca bağlamaktadır:

2) AJ'zzet Paşanın anıları, Son Sadrazamlar, 4.C., s.1987; KS Günlüğü, 1.C.,

s.162; izzet Paşa hükümeti 14 Ekim 1918'de kurulmuş ve Mütarekesi Kurulu 24

Ekimde İstanbul'dan ayrılmıştır. Şu biçimde Hayim Naum Efendi, 15 Ekim ile 23 Ekim

içinde yola çıkmış olmalı. Jeschke, İngiliz Belgeleri Işığında Mondros'a Giden

Yol, s.128, Belleten XXXI/121. KS Günlüğü, 1.C., s.162. Jeschke, TKS Kronolojisi

l, s.51.

Dawid VValder, sadece Hindistan işleri Bakanı Montagu ile Hindistan Genel Valisi

Rufus isa-acs'ın 'Yahudi' bulunduğunu açıklıyor ve "Bu iki adamın kuvvetli bir

konsorsiyum meydana getirdiklerini, kendi ırkları ve dinleri dolayısıyla,

Hindistan'daki ırk ve din sorunlarına, aralarında Lord Curzon'un da bulunmuş olduğu

öteki meslektaşlarından değişik yaklaştıklarını" yazıyor. (Çanakkale Olayı,

s.140) Sanıyorum ki bu anlatım, Curzon'un Yahudi olmadığını yeteri açıklıkla

belirtmektedir.

Lozan Muahedesinden sonrasında, İngiltere Avam Kamarası'nda, Türklerin istiklalini

neden tanıdınız?' diye yükselen itirazlara, Lord Curzon'un verdiği yanıt:

'İşte aslolan bundan sonradır ki Türkler, tekrar eski savlet ve şevketlerine

kavuşamayacaklardır. Zira bizler onları,maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş

bulunuyoruz.' "

Kabaklı aktarmayı şu şekildeki bitiriyor:

"Büyük Doğu'nun ve birtakım başka kitapların bu bakışları için aleni belge ve

kaynaklar verilmemiştir. Ancak 'tahminler' laf konusudur." (Temellerin

Duruşması, s.155-156)

a. Yakıştırmaya nazaran, bu vaka 1918 sonu ile 1919 başlangıcında geçiyor. O tarihte

Dışişleri Bakanı Lord Curzon değil, Lord Baulfour'du. Üstelik Lord Curzon sadece,

dört sene sonrasında Lozan'da başlamış olacak olan konferansta, 'İngiliz Murahhas Heyeti

Reisi1 olacaktır.

b. Büyük Doğu yazarı, Lord Curzon'un Hayim Naum Efendiye dediğini iddia

etmiş olduğu lafı, hangi kaynaktan almış veya kimden duymuş, onu açıklamıyor. Öyleyse

neye dayanarak bu iddiayı ileri sürüyor?

c. Lord Curzon'un Avam Kamarası'nda dediği iddia edilen laf ise, bütünüyle

uydurmadır. Bu lafa haiz çıkanlar, bu sözlerin söylendiğini ispat etmek

durumundadırlar.

d. Ahmet Kabaklı, hiç bir belge ve kaynağa dayanmayan bu iddiayı, 'tahmin' diye

niteliyor. Buna tahmin mi denir, yoksa masal mı?

e. Kabaklı ondan sonra da şu şekildeki yazıyor: "[Bu konudaki kanıtların] En

kuvvetlisi, bir müşahit olarak Rıza Nur'un yazdıkları ile Rauf Beyin, Kandemir'e anlattıklarıdır. Çünkü Rauf Bey o vakit Başbakan bulunuyordu. Gizli

pazarlıkların arasında olmasa bile, bazı malumat ve sezişleri olduğu kesindir."

• Oysa Rıza Nur, Hilafetin ilgasıyla alakalı olarak gizli saklı pazarlık yapıldığı

hakkındaki tek kelime bile yazmamıştır.

• Rauf Orbay'ın reel anılarında da, bu şekilde bir iddia, ne olursa olsun yer almıyor.7

a K.Mısıroğlu da, bu gaipten alınmış bilgileri, kaynağını belirtmeksizin, birazcık

daha şişirerek şu şekildeki aktarıyor:

"Gafil yada kabahat ortağı idareciler tarafınca, Hayim Naum Efendi,

Söz mevzusu iddia, F.Kandemir'in, Rauf Orbay'ın ölümünden (1964) sonrasında

yayımladığı (1965) kitapta geçmektedir. (Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf

Orbay, s.96-97)

Güya Rauf Bey, bu görüşünü bigün F.Kandemir'e anlatmış; o da, sonrasında yazmak

suretiyle not almış. Hiçbir sahici tarihçi, özü varken, anı sahibinin ölümünden

sonrasında, bir başkası tarafınca yazılmış bir anı kitabına dayanmaz, bilakis kuşku

ile bakar. Orbay'ın reel anılarındaki üslup, ağırbaşlılık ve itina nerede,

Kandemir'inki nerede? Öz ve tarz açısından, aralarında ço-ook büyük farklar

var. Ama Kabaklı, 'Başbakan olarak bazı malumat ve sezişleri olduğu kesindir1

diyerek, bu şüpheli ifadeyi destekliyor.

İkinci Adam Masalı isimli kitabı, Kandemir'e, bari bu mevzuda güvenmemek

için ehil bir sebeptir. (1968)

567

1919 senesinde, Türkiye için etkinlik işaret etmek suretiyle, kuzuyu kurda teslim etmek

kabilinden, resmen Amerika'ya gönderilmişti. Hilafetin ilgasını temin etmek için

Amerikan Yahudileri ile mutabık kalan Hayim Naum Efendi, 8 Mart 1919'da

İstanbul'a dönüşünde şu düzmece beyanatı vermişti.." (Beyanat konumuzu

ilgilendirmediğinden buraya almadım; Lozan, 1.C., s.266, dipnot no.256)

Amerika'ya gidemediğine nazaran, 'Amerikan Yahudiler ile' görüşüp 'Hilafetin

ilgasını sağlamak için' onlarla iyi mi anlaşmış?8

Geçmiş, birkaç reel noktaya dayanılarak ve bu noktaların arası, masal, süs,

yakıştırma ve uydurmalar ile doldurularak, bin türlü yazılabilir. Ama bu tür

yazılar, tarih açısından hiç bir anlam ve kıymet taşımazlar. Çünkü tarih bir

bütündür, her ayrıntı, olayların akışına ve mantığına, belgelere ve kişilere

müsait düşmek zorundadır. !

Ama bu tür masalların, milleti, ağır ağır bölüp parçaladığını da itiraf etmek

zorundayız.

••• Sebilürreşat dergisinde çıkan makale:

Böyle bir pazarlığın 1919'da yapılma bulunduğunu iddia etmenin temelsizli-ğini ve

mantıksızlığını anlayan Sebilürreşat dergisi, aradan dört sene geçtikten sonrasında

vakası, bu kez Lozan görüşmelerine (1922/1923) kaydırıyor. Tutuna-cakl^irı bir

nirengi noktası da var: Hayim Naum Efendi, Lozan'a giden danışmanlar içinde

bulunmaktadır.9 Aynı gülünç iddia, ilkel teferruat eklenerek, konuşmalar

uydurularak, yeni bir halde, bu tarihe kaydırılarak yeniden ediliyor. Şöyle:

"Lozan barış müzakeresi esnasında, en yüksek dereceli ünlü farmason Haham Hayim

Naum, İngiltere Hariciye Nazırı ile görüşür. Ona der ki:

Türklere karşı şiddetli hareket etmeniz, size hiç bir yarar temin etmez. Eğer

mülayim (yumuşak) bir politika takip ederseniz, Türk halkının muzaffer liderlere

karşı irtibamdan [herhalde, 'ittibaından /uymalarından' olacak] istifade etmek

olası olur.' ,

'Ne şeklinde?'

'Bir defa burada, İslam davasından, İslam meselelerinden vaz geçerler.

8) Herhalde dikkatinizi çekmiştir. Bu yazara nazaran General Allenby, Lord

Curzon filan Yahudi, galiba Vahidettin hariç hepimiz ingiliz ajanı. Bu iddialara,

A.Dilipak da, durup dururken söz arasına sıkıştırıp, Kurtuluş Savaşı esnasında,

bir Batılı dergide çıkan şu dedikoduyu da aktarıyor: "M.Kemal bir ispanyol

Yahudisi idi. Ama artık islam dinini seçmişti, Kuran'da yasak olduğundan de

alkollü içkilere artık el sürmüyordu." (CG Yol, s. 107)

Demek ki M.Kemal, II. Abdülhamit döneminde, 12 yaşındayken, askeri orta okula

alındığı vakit Yahudi imiş, içki meşrubat yaşa gelinceye kadar da askeri okullarda

Yahudi olarak okumuş... Ama bigün Müslümanlığı seçmiş ve içkiyi bırakmış...

Neresinden baksanız zırvalığı belli olan bir anlatım! Dilipak, asla gereği yokken,

bu dedikoduya niçin yer veriyor dersiniz?

9) Hayim Naum, Lozan sulh kuruluna birlikte rol alan 33 görevliden biridir ve o

sırada Hahambaşı değil, 'Yüksek Mühendis Okulu Fransızca öğretmenidir.'

(A.N.Karacan, Lozan, s.70; GRYT Ansiklopedisi, 2.C, s.244/245)

568

Sonra, Türklerin îslami bünyesini değiştirerek, onlara Protestanlığı (!!!) kabul

ettirmek kolaylaşır.'

Hayim Naum, İngiltere Hariciye Nazırını buna inandırdıktan sonrasında, İsmet Paşayı

özel surette ziyaret eder. Ona der ki:

'İngiliz Hariciye Nazırı ile görüştüm. Eğer siz İslam davalarından; İslam

riyasetinden (Halifelikten) vaz geçerseniz, İngiltere size müzaheret gösterecek

(destek olacak). Bir de Türk milletinin Protestanlığa karşı temayülünü

(eğilimini) temin (sağlamak) hususunda, Nazır hazretleri sizden yardım bekler.'

Hayim Naum'un bu lafı üstüne İsmet Paşa şaşalar. 'Bu önemli bir hadisedir, bizi

Hıristiyanlaştırmak demektir. Ankara'ya bildirmek itap eder.' der.

Bunun üstüne Hayim Naum derhal o gün yola menfaat/ İstanbul'a gelir. Bir iki saat

evinde kaldıktan sonrasında Ankara'ya masraf. M.Kemal Paşayı ziyaret eder. Meseleyi

nakleder. Onun üstüne, tüm İslami meselelerin rahatlıkla bertaraf edilmesi

(bir yana bırakılması) hususunda Lozan'a direktif verilir. İngilizler oldukça memnun

kalırlar,. Muahede aktolunur (andlaşma yapılır)." (Sebilürre-şat, rakam 86, Eylül

1950)10

Dergiye nazaran, 'Karabekir bu hatırasını iki milletvekiline anlatmış, onlar da

Sebilürreşat yazarına aktarmışlarmış'.

Karabekir'in hiç bir kitabında, bu şekilde bir iddianın kırıntısı bulunmuyor.

Yazılmaya kıymet bulsaydı, bari, Uğur Mumcu ve İsmet Bozdağ'ın ayrı ayrı

yayımladıkları son kitabında (anılarında) yer verirdi.11

10) Bu yazıyı, GRYT Ansiklopedisi, 2.C., s.252'den aktardım.

Kazım Karabekir Anlatıyor, yayına hazırlayan Uğur Mumcu, Tekin Y., istanbul,

S.baskı, 1993 (İlk baskı 1990); Paşaların Kavgası, yayına hazırlayan ismet

Bozdağ, Emre Y., istanbul, 1991; Karabekir bu anılarına, 'inkılap Hareketleri

Neden oldu, Nasıl Oldu, Nasıl yönetim Olundu' ismini vermiş.

Karabekir, İstiklal Harbimiz isimli kitabında, başkentin Anadolu'nun arasında bir

yere katılımı, istanbul'a hilafet merkezi denilmesi ile alakalı olarak, 12-15

Kasım 1921 günü yazdığı bir yazıdan laf ederken, özet olarak şu şekildeki bir dipnot

düşmüş:

"[Lozan'da], İtilaf devletleri bizlere bir barış pfojesi verdiler. Bize öneri

olunan projenin Boğazlar hakkında faslının 8.maddesinde, istanbul için

'payitaht' (başkent) tabiri vardı. Heyetimiz de bunu aynen kabul etti. Acaba

hilafetin lağvı esası orada mı takarrür etti de (kararlaştırıldı da), buraya

hilafet merkezi denilmedi? Payitahtın herhalde Anadolu içinde kaldığını,

ismet Paşa bilmiyor mu idi ki bu şekilde bir taahhüde girdi' " (s.973)

ü Müttefiklerin verdiği projede istanbul için payitaht deyimi geçmiş olabilir

fakat Lozan Kurulumuz, projedeki bu deyimi kabul etmiş değildir; Lozan

Andlaşmasına ek Boğazler Rejimine ilişik Sözleşme'de, istanbul için 'payitaht'

(beşkent) deyimi geçmemektedir. (S.L. Meray, Lozan Barış Konferansı, 8.C., s.50-

59)

D Karabekir, Lozan Barış Andlaşmasının kabul edilmiş metnini ve metinde

'payitaht' deyiminin yer almadığını normal olarak görmüştür. Ama görmemiş şeklinde bu şekilde

lüzumsuz ve doğruyu yansıtmayan bir dipnot düşmüş. Karabekir'i tanıdıkça, bu tur

anakronolojik notların sebebini de anlayacağız.

D Karabekir'in bu mevzuda yazdıkları, bunlar. Bunların, Sebilürreşat'taki

detaylı masalla ne ilgisi var?

569

Doğrular:

a. Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Lozan sulh görüşmelerinin birinci dönemine

katılmış (20 Kasım 1 '22- 4 Şubat 1923), sulh görüşmelerinin kesilmesinden

sonraki ikinci dönemde ise (23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923) İngiltere'yi,

İstanbul'daki Yüksek Komiser Sir Harold Rumbold temsil etmiştir.

Birinci devre, şiddetli tartışmalarla geçmiştir. Görüşmelerin kesilmesine sebep

olan da bilhassa Lord Curzon'dur.12 Bu yüzden savaşın yine başlaması

olasılığı belirir, Türkiye geniş askeri önlemler alır.13Şu biçimde, Lord

Curzon'iin da katılmış olduğu birinci dönemde bir antak kalma olmamış.

İkinci devre görüşmeleri başlamadan, İngiliz Hükümeti, bu zamanda de Türkiye'ye

taviz verilmememesi için birleşik bir cephe kurmak suretiyle Müttefik

delegelerini Londra'ya çağıracaktır.14 İkinci devre de, bu ön emek harcama

dolayısıyla, minimum ilk dönemdeki şeklinde oldukça çetin tartışmalarla geçer.

Görüşmelerin tekrar kesilmesi olasılığı belirir, askeri önlemler bu zamanda de

sürdürülür. Ancak 97 günde anlaşmaya varılır. Velhasıl masal, gelişime ve

kişilere^lenk düşmüyor.

b. Ayrıca, Ankara ile Lozan (İsmet İnönü) arasındaki tüm yazışmalar

yayımlanmıştır.15 1.ciltte 544, 2.ciltte 721 belge yer alıyor. Alınıp

alınmadığının anlaşılması için her telgrafa bir sıra numarası verilmiş. Bu

sebeble tam bir takım niteliğindedir.16 Bu makalelerin içinde, iddiada ileri

sürülen direktif bulunmadığı şeklinde bu idrak etme çekilebilecek hiç bir anlatım de yok!

Lord Curzon, 3 Şubat günü, Müttefiklerin kendi aralarında hazırlayıp Türklere

önerilmiş olduğu Sevres benzeri proje için şu şekildeki der: "Türkiye'nin imza edeceği en iyi

proje budur. Eğer imza etmezse, Türkiye düşünsün. Asya'nın görünmez

derinliklerinde kaybolur. " (A.Naci Karacan, Lozan, s.623)

J

Türk Kurulu, bu projeyi reddedecek ve Türkiye'ye dönecektir.

TİH, 2.C., G.kısım, 4.kitap, İstiklal Harbı'nin Son Safhası, s.160-166, 169-175,

210, 234-236. S.R.Sonyel, Dış Politika, 2C., s.339; A.F.Cebesoy, Siyasi

Hatıralar, s.319. Bilal N.Şİmşir, Lozan Telgrafları, 2 cilt, TTK, Ankara,

1990,1994.

İ.inönü ile M.Kemal arasındaki tüm telgraflaşmalar da bu dizi arasında yer

alıyor. İnönü diyor ki: "Ankara ile telgrafla münasebet ederdik. Her gün muntazam

rapor yazardım. Özel görüşmeler, resmi müzakereler, bunların hepsini bir savaş

tutanağı şeklinde her gün Ankara'ya bildirirdim. Ben raporlarımı direkt Başvekile

(R.Orbay'a) gönderirdim. Başvekil ile muhabere ederdik. Sonradan aramızda

karşılıklı şikâyetler olduğu vakit, BMM Reisine (M.Kemal'e) yazardım. Fakat hususi

muhabere vasıtam olmadığı için onları da Başvekile gönderirdim. Yalnız, TBMM

Reisine mahsustur1 derdim. Başvekil de okur, sonrasında götürür, BMM Reisine verirdi.

M.Kemal Paşa da bana yazacağı vakit, aynı biçimde hareket ederdi. Yani

Başvekilin (R.Orbay'm) kontrolü altındaydık." (Hatıralar, 2.C., s.115)

Pazarlıkla alakalı bir iletişim olsa, Rauf Beyin bunun bilmemesi, öğrenmemesi

kaabil mi?

Haberleşme yalnız kanalla ve tek gizyazı ile yapılıyor. O devrin imkân VB

şartlarını dikkate alan önyargısız ve sağ duyulu bir insan, M.Kemal ile İsmet

Paşa içinde, Rauf Beyden, dolayısıyla hükümetten ve tarihten gizli saklı bir

komünikasyon olmayacağını kestirir.

570

c. İddiaya nazaran, Hayim Naum derhal Ankara'ya nelmiş, TBMM Başkanı M.Kemal Paşa

ile konuşmuş, Lozan'a lüzumlu direktif verilmiş ve antak kalma imzalanmışmış:

Bu masalı uyduran her kim ise, birinci devre görüşmelerinin anlaşmazlıklar

yüzünden kesildiğini, ikinci dörtemde de tartışmaların ve anlaşmazlıkların tekrar

şiddetle sürdüğünü, birkaç defa savaşın eşiğine gelindiğini yok sayıyor. Yani

saklıyor.

Hayim Naum ne vakit gelmiş de, M.Kemal'le Ankara'da buluşmuş? O tarihteki

minicik Ankara'da bu ziyaret iyi mi olmuş da her insanın bakış açısından kaçmış, basında

yer almamış?17 Rıza Nur da anılarında, Hayim Naum'un Ankara'ya gittiğinden laf

etmiyor.

d. K.Mısıroğlu, Hayim Naum'un güya bu entrikayı çevirmek için gidip geldiği

bölgeleri de, duruma nazaran değiştiriyor. İki misal vereyim:

1. "Hayim Naum Efendi, İngilizler ve hatta Papalık [RomaJ ile Ankara içinde

mekik dokumuş[tur.]" (Hilafet, s.183)18

2. "Hayim Naum, İsmet Paşadan ilkin gelerek, İktisat Kongresi esnasında, M.Kemal

ile İzmir'de buluşmuştur.]" (Hilafet, s.258, 267, 302)19

Allah Allah!

Ankara'da mı buluştu bunlar, İzmir'de mi? Yoksa hem Ankara'da, hem İzmir'de mi

buluştular?

17) Hayim Naum, Osmanlı topluluğunun yakından tanıdığı, hakkında haberlere ehemmiyet

verdiği biri. Ne vakit bir yere gitse veya bir yerden gelse, gazetelerde yer

alıyor. Nitekim yapmış olduğu geziler, temaslar ve konuşmalar, o zamanki gazetelerde

yer almıştır; örneğin: KS Günlüğü, 4.C., (23 Ağustos 1921-20 Kasım 1922), S.537,

539, 543, 546, 548, 560, 562, 575, 663, 723, 735.

iddia edilen tarihlerde istanbul'a, İzmir'e veya Ankara'ya gelmiş olsa, basma

kesinlikle yansırdı.

Akıllarına ne gelirse, hepsini üstüste yığıyorlar, ortaya şaşırtıcı ve hayret verici bir bulamaç

çıkıyor. Papa, Katoliklerin temsilcisidir. Hani ingilizler ve Yahudiler, bizi

Protestan yapmak istiyorlardı? Papa ile ne ilgisi var bu işin? Varsa,

Protestanlık hikâyesi ne oluyor? Araya Yahudiler niye karışıyor?

Öyle ilkel bir asılsız ki hiç bir dişlisi diğerini tutmuyor.

Lozan Barış görüşmeleri 4 Şubat 1923 günü kesilir, başta Lord Curzon olmak suretiyle

tüm delegeler, memleketlerine dönerler; muharebeye devam ihtimali belirir.

izmir ekonomi Kongresi 17 Şubat 1923'te başlamış, 4 Mart 1923'te sona ermiştir.

M.Kemal 10 Şubatta izmir'e gelir, 17 Şubatta ekonomi Kongresini açar, 18 Şubatta

izmir'den ayrılır, 19 Şubat günü Eskişehir'de İsmet Paşa ile buluşur ye beraber

Ankara'ya dönerler. (Kaynakçalı Mustafa Kemal Atatürk Günlüğü, s.227) Şu biçimde Hayim Naum ile

İzmir'de, 11 Şubat ile 16 Şubat içinde görüşmüş (!) olmalı.

Niye hiç bir kaynakta, gazetede, dergide, anıda, M.Kemal-Hayim Naum'un izmir

buluşmasının en minik bir izi bile yok? Lord Curzon, Hayim Naum'un M.Kemal ile

görüşmeye gittiğini bilmiş olduğu biçimde (!), niçin konferansı birkaç gün daha uzatmak

yerine, yarıda kesilmesine ön ayak oldu? M.Kemal, niçin ekonomi Kongresini

açarken, Müttefikleri uyarmak ve gerekirse yine muharebeye devam etmeye hazır

olduklarını açıklamak ihtiyacını duydu?

M.Kemal, 1 Mart 1923 günü Meclisin dördüncü toplantı yılını açarken de, şu şekildeki

diyecektir: "Dahil olduğumuz senenin, bir barış senesi olması ihtimali kadar bir

savaş senesi olmak ihtimali de vardır. Bu ikinci ihtimale nazaran önlemli bulunmak,

normal olarak daha muvafıktır... Eğer savaş devam ederse... TBMM orduları, şimdiye

kadar olduğu şeklinde ulusal vazifesinin icabatını, kahramanane ifa edecektir!" (ZC.,

28.C., s.3)

571

Hayim Naum Efendi, Lozan'la Ankara içinde mı, Lozan-Roma-Ankara içinde mı,

yoksa Lozan'la İzmir içinde mı 'mekik dokudu'?

Bu yoğun trafik, Türklerin ve dünyanın bakış açısından iyi mi saklandı?

Ayrıntılara girdikçe, bu tutarsızlıkların, çelişkilerin, yalpalamaların daha da

arttığını, apaçık gerçeklerin bilakis çevrildiğini göreceğiz.

• Mısıroğlu'nun bu konudaki komplike ve dağınık iddialarını, elimden geldiğince

düzenleyip sıraya koydum, sunuyorum:

I. "İsmet Paşa Lozan'a gittiği sırada, M.Kemal Paşa bizim ülkemizde Halife olmak

temayülü arasında bulunuyor ve bu temayülü anlatım eden beyan ve hareketleri

açıkça icra ve ifadan içtinap etmiyordu (çekinmiyordu). M.Kemal

Paşanın evvelce, ingilizlerle hilafeti yıkmak esası üstüne anlaşmış bulunmasına

karşın, zaferden sonrasında bu vaadinden vaz geçerek Halife olmak istediği kafidir.

Ancak bu dini bir fakirlik ve inanıştan ziyade, alemşümul bir kişisel otorite

sağlamak maksadının eseri idi." (Hilafet, s.256-257, 300)

M. Kemal'in Halife olmak istediği iddiasını, azca sonrasında ele alacağım.

II. "İsmet Paşa da Lozan'da, hilafetin muhafaza edileceği kanaatini uyandıran

beyanatlar veriyordu. İngiliz Hariciye Nazırı Lord Curzon, hilafet mevzuunda

yeni Türk idarecilerinin bu tavrını görünce, arada bir onları yoklamaktan geri

durmuyordu... Bu yoklamalardan sonrasında Lord Curzon, müzakereleri çıkmaza sokmuş,

sulhun imkânsızlığına dair beyanlarda bulunmaya başlamıştı.

Bununla da iktifa etmeyerek, İnönü'nün müşavir sıfatıyla Lozan'a götürdüğü

ünlü Hahambaşı Haim Naum Efendiyi İsmet Paşaya göndermiş ve 'eski taahhütleri

istikametinde kalmış olarak hilafeti ilga etmemeleri (kaldırmamaları) halinde sulhun

imkânsızlığını' açıkça söyletmişti. Sulhun ilgası koşul koşulunca, Türkiye'den

ayrılmadan ilkin bu müessesenin muhafaza edilmek istendiğini bilen, hatta M.Kemal

Paşanın halife olmak arzusu taşıdığına vâkıf bulunan İnönü, 'Böyle bir şeye

res'en (kendiliğimden) karar vermek selahiyetini sahip bulunmadığını' söylemiş ve

Hayim Naum Efendiye, meseleyi bizzat bahsetmek suretiyle Türkiye'ye gitmesini öneri

etmişti." (Hilafet, s.257)20

20) H.H.Ceylan Halifeliğin kaldırılması mevzusunda şu şekildeki yazıyor: "Hele Dr.Rıza

Nur., bu katliam oyununun, ilkin ismet inönü tarafınca Lozan'da

senaryolaştırıldığını anlatım ederek, açıkça canileri, Hayat ve Hatıratım isimli

eserirpe ortaya koymaya çalışır.. Dr.Rıza Nur'a nazaran, Halifeliğin kaldırılması,

Lozan görüşmeleri esnasında, istanbul Yahudi Hahambaşısı [Haham diye Yahudi din

adamlarına denir zaten!] Haim Naum ile ismet Paşa içinde gizli saklı müzakere,

korkulu pazarlıklarla halledilmiş bir olaydır," (Büyük Oyun, 2.C., s.20)

H.H.Ceylan bu iddiasını, Rıza Nur'un Hayat ve Hatıratım isimli kitabının S.C.nın

969. sayfasına dayandırıyor fakat bu sayfada iddiasıyla alakalı bir şey yok! Zaten

Rıza Nur'un anılarının hiç bir sayfasında, bu şekilde bir anlatım yer almamaktadır.

Ceylan'ın, yeni bir saptırması ile karşı kar-siyayız.

Oysa ustas/Mısıroğlu bile, Rıza Nur'un Hayim Naum hakkındaki yazdıklarını (Hayat

ve Hatıratım, s.1081-1083, 1157-1159) aktardıktan sonrasında, bu mevzuda diyor ki: "Bu

satırlar göstermektedir ki Dr.Rıza Nur, Hayim Naum Efendinin Lozan'da oynadığı

rolden ve perde peşinde cereyan eden 'hilafet pazarlığından' habersizdir."

(Lozan, 1.C., s.263)

Evet?

572

Mısıroğlu, belirttiğim iki kaynaktaki uyduruk iddiaları tekrarlayıp süsleyerek,

senaristliğini tamamlamaya çalışıyor Her zamanki şeklinde herhangi bir dayanak, belge,

delil, şahit göstermiyor. Zaten amacı, bir doğruyu açıklamak değil, pek azca ve

tek yanlı okuyanların kafasını karıştırmak! Bir gün, bu masallara inanan

milyonlarca vatandaşımız olursa, bunun sonu nereye varır?

III. "Bu sırada M.Kemal Paşa, İzmir'de toplanacak olan İktisat Kongresinde

bulunmak suretiyle yola çıkmış ve her gittiği yerde, Hilafeti göklere çı- • karan

konuşmalar yapa yapa İzmir'e vasıl olmuştu." (K.Mısıroğlu, Hilafet, s.258) Bu

noktada duralım ve şu iki ara iddiayı gözden geçirelim:

1. M.Kemal'in Halife olmak istediği.

2. M.Kemal'in, İktisat Kongresini açmak suretiyle İzmir'e giderken, bu amacını

gerçekleştirmek için her yerde, hilafeti göklere çıkaran konuşmalar yapmış olduğu.

* 6-3-1-2. M.Kemal, Halife olmak istiyormuş!

M.Kemal'in bir ara Halife ve Sultan olmak istediğini ilk iddia eden kimse,

K.Karabekir'dir. M.Kemal'in çevresinde, aynı periyodu yaşayan binlerce şahıs var

fakat Karabekir'den başka, bu iddiayı ileri devam eden başka asla kimse yok.

Karabekîr bu ve benzen birtakım iddiaları, dönem dışı kaldıktan sonrasında ileri

sürmüştür. Hiçbirinin doğru olmadığını göreceğiz. Ününe asla yakışmayan bir

tutumla, yalnız dayanağı bile olmayan bir hikâye kurgulamış. İddiasını, geçmiş

vakalara bağlamaya ve bu yolla, dönem dışı kalmış olmasının hıncını almaya

çalışıyor. K.Mısıroğlu da, Karabekir'e dayanıyor fakat o sadece 'Halife olmak

istediğini' ileri sürüyor.

Karabekir'in bu konudaki iddialarını, doğruları ile beraber aktarıyorum:

ü "M.Kemal Paşanın [31.7.1921 günlü] cevabındaki '..Türkiye'nin başlangıcında Halifeyi İslam olacak ve bir hükümdar sultan bulunacaktır' kaydı beni düşündürdü.

İstanbul, cumhuriyet yapıyorlar diye kaygı ederek propaganda yapıyordu. Padişah

ve taraftarları bundan ürküyorlardı. Benim bugün anladığım ise daha korkunçtu. O

da M.Kemal'in, bir muzafferiyet neticesi, hilafet ve saltanatı alması idi."

(bağımsızlık Harbimiz, s.917)

Karabekir'in bu kuşkusunun, doğru olup olmadım görelim: Erzurum Müdafaa-yı Hukuk

Derneği Başkanı Raif Efendi ve birtakım arkadaşları, 1921 Ocak ayında kabul edilen

anayasadaki 'egemenlik, bilakayd-ü koşul milletindir' hükmünden korkacak, bir

reaksiyon olarak derneğin ismini, Muhafaza-yı Mukaddesat ve Müdafaa-yı Hukuk' olarak

değiştireceklerdir.21 K.Karabekir, bu değişim21) Raif Efendinin görüşü şu şekildeki: "Bütün bu teşebbüsattan ve Ankara matbuatının

neşriyatından hasıl olan en önemli ve yaşamsal kaygı, hükümet şekl-i idaresini

tespit eden hilafet ve saltanatın, cumhuriyetçiliğe inkılap etmesi

tehlikesidir."'(bağımsızlık Harbimiz, s.919)

573

den yakınan M.Kemal'e üç sual sorar; bunlardan biri, 'Hilafet ve saltanat

problemininin çözümü için ne düşünüldüğü'dür, Karabekir'in, tam Kütahya-Eskişehir

yenilgisi ile Sakarya Savaşı arasındaki o tehlikeli sonuç dönemde sordurulmuş olduğu bu sorulara,

M.Kemal uzun ve detaylı bir yanıt verir. Karabekir, cevapta yer edinen bu mevzuya

ilişik paragrafın, ancak bir kısmını aktarıyor ve iddiasını o tek cümleye

yaslıyor. Oysa o paragrafın tüm bunlar şöyledir:

"Hilafet ve saltanat, mesele-yi esasiye olarak mevcut değildir. Türkiye'nin

başlangıcında Halife-yi İslam olacak ve bir hükümdar sultan olacaktır. Mevzu-u bahs

olan mesele, hükümdarın hukuku olup, bunun atama ve tahdidi için son birkaç

asrın tecrübeleri ve devlet mefhumundaki ulus hukukunun mana-yı hakikisi amil

olmalıdır. Bu esas üstünde hemen hemen tesbit edilmiş kesin bir düsturumuz (kuralımız)

yoktur." (bağımsızlık Harbimiz, s.923)

Karabekir, bu cevaba dayanarak, M.Kemal'in Halife ve Sultan olmak istediğinden

kuşkulanıyor, daha yani kuşkulandığını ileri sürüyor. Ama bu cevaptan o anlam

menfaat mı? Çıkmaz fakat Karabekir, sonradan kurguladığı hikâyesine bu şekilde başlıyor

ve şu şekildeki devam ediyor:

D "M.Kemal Paşanın, Hilafetin lüzumu hakkında Balıkesir'deki hutbesi ve

Meclis'teki nutku ve [Seriye Vekilinin] beyannamesi bir araya getirilir ve

başlarına da, hocalar grubu ortasında ve aynı kisvede, M.Kemal Paşanın (mefkure

hatırası) resini konursa, konum daha iyi anlaşılır. Ga-zi'nin büyük bir

taassupla Hilafet ve Saltanatı, şahsına almak istediği görülür." (a.g.e., s.917/

1.dipnot, s.992/1.dipnot)

Karabekir, iddiasını ispat etmek için işte bu dört dayanağı gösteriyor.

Doğrular:

(1) M.Kemal'in, 7 Şubat 1923'te, Balıkesir / Zağanos Paşa Camisinde kısa bir

hutbe verdiği doğrudur. Karabekir, M.Kemal'in Hilafet ve saltanatı şahsına almak

istediğini ispat etmek için bu hutbeyi ileri sürüyor. Oysa M.Kemal, bu hutbede,

İslam dinini övmüş ve özetlemiştir fakat hilafetten de, hilafetin lüzumundan da

ne olursa olsun laf etmemiştir.22

Her İslamiyet! öven, Halife olmak istiyor demek midir? Kendi de övüyor. Yoksa

Karabekir de mi Halife olmak istiyordu? Bu birinci dayanaktı! ,,

—-

22) Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.94 vd.

M.Kemal bu konuşmasında, hutbenin amacı ve niteliğini açıklarken şu şekildeki der:

"Hutbelerin,

halkın anlayamayacağı bir lisanda olması (Arapçadır) ve onların da bugünkü

icaplar ve ihti-' yaçlarımıza münasebet etmemesi, Halife ve Padişah namını

taşıyan müstebitlerin peşinden köle

şeklinde gitmeye zorunlu etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin aydınlatma ve irşadı

içindir, başka bir

şey değildir."

M.Kemal ne"söylüyor, Karabekir ne iddia ediyor?

574

(2) M.Kemal, 1 Kasım 1922 günü, Mecliste, saltanatın kaldırılması ile alakalı

önerinin görüşülmesi esnasında, öneriyi destekleyen uzun ve müessir bir konferans

yapar. Bu arada, hilafet zamanı hakkındaki geniş malumat verir, TBMM ile hilafetin

bir arada olabileceğini söyler ve TBMM'nin, hilafetin dayanağı olacağını

belirtir.23 Bu konuşmadan birtakım parçalar:

"İdare şeklimizde mündemiç bulunun hakikat, Türk halkının, mukadderatına bilfiil

ve bizzat el koymuş olması, egemenlik-i milliyesini, saltanat-ı milliyesi-ni, üç

seneden beri kendi elinde bulundurarak, kutsal davasını savunma etmekte

bulunmasıdır... Millet, mukadderatını direkt doğruya eline aldı ve ulusal

saltanat ve hakimiyetini, bir şahısta değil, tüm bireyleri tarafınca seçilmiş

vekillerden oluşan bir yüksek Meclis'te temsil etti. İşte o Meclis, yüksek

Meclisi-nizdir; Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir ve egemenlik (egemenlik)

makamının hükümetine, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti derler. Bundan başka

bir saltanat makamı, bundan başka bir hükümet yoktur ve olamaz."

Karabekir, saltanatın kaldırılması lehindeki bu konuşmayı, M.Kemal'in, 'hilafet

ve de saltanatı şahsına almak için yaptığını' iddia ediyor! M.Kemal, Halife olup

İstanbul'a gidecek, iktidardan çekilecek miydi şu demek oluyor ki?

Karabekir'in iddiasının ikinci dayanağı da buydu.

(3) Seriye Vekili Mustafa Fehmi (Gerçeker) Efendi, 5 Ocak 1923 günü, TBMM adına,

istanbul halkına bir bildirge yayımlamış, 'dine va ulusal ahlaka aykırı davranan

birtakım İstanbulluları' şiddetli bir üslupla kınamıştır.24 M.Kemal, Halife olmak için

bu şekilde bir beyannameden fayda umuyor /olsaydı, beyannameyi kendisi imzalar ve

muhafazakar çevrelerden fazlaca puan da toplardı. Ama bu beyannameyi M.Kemal değil,

Seriye Vekili (Din İşleri Bakanı) imzalamıştır.

Karabekir'in, M.Kemal'in hilafet ve saltanatı şahsına almak için yayımladığını

iddia etmiş olduğu bildirge de budur.

Bu da üçüncü dayanaktı.

(4) Sonuncu dayanağı ise, bir resim. Karabekir, İstiklal Harbimiz kitabının

ekindeki fotoğraflar arasına, onu da koymuş. M.Kemal ve bir öbek din adamı,

beraber bir anı fotoğrafı çektirmişler. Karabekir, M.Kemal'in, din adamlarının

kisvesinde (kıyafetinde) bulunduğunu ileri sürüyor fakat bu iddiası da doğru değil.

Çünkü üstünde din adamlarına mahsus kisve değil, Şeyh Sunusi'nin armağan etmiş olduğu

maşlah,

23) Konuşmasının metni: ZC, 24.C., s.305-311; Nutuk, 3.C., 264 sayılı ek;

H.H.Ceylan, Din-Devlet İlişkileri, 1.C., s.48-56.

H.H.Ceylan diyor ki: "Bize nazaran M.Kemal bu konuşmayı hazırlarken, medrese alimi,

Darülfünun tanrı bilim Fakültesi Dekanı ve İslam Hukuku hocası, Adliye Vekili

Seyyid Bey'den yarar-lanmışftır]." (Büyük Oyun, 1.C., s.172)

M.Kemal'in bu konuşmayı yapmış olduğu tarihte Seyyid Bey istanbul'dadır. Bu tarihten

10 ay sonrasında seçilecek, 14 Ağustos 1923'te Adliye Vekili olacaktır.

Beyannamenin metni: bağımsızlık Harbimiz, s.992-993; Karabekir şu şekildeki yazıyor:

"istanbul halkına yapılacak öğüt ve ihtarın, Seriye Vekaleti tarafınca

yapılması, hükümet-i milliyemiz için büyük gaflettir." (s.992)

575

maşlahın altında da sırmalı ceket var, şu demek oluyor ki Bingazi ulusal giysisi.25 Fotoğrafı

birazcık dikkatle inceleyen, dini kisve olmadığını ilk bakışta anlar. Fotoğrafın

sağ köşesinde ise, M.Kemal'in şu ithafı yer alıyor: "Mehmet Hayri Beyefendiye,

mefkure hatırası, 12 Mayıs 1337 (1921)"

Sadece Prenses Kadriye Hüseyin'in, Ankara Mektupları isimli kitabında yer verdiği

hususi bir resim!26

Ama Karabekir'e nazaran bu, 'M.Kemal'in, büyük bir taassupla hilafet ve sultanlığı

şahsına almak istediğinin' resmiymiş! M.Kemal'in, muhtelif gruplarla çekilmiş

birçok fotoğrafı var. Devecilerle de resim çektirmiş, Ethem ve çetesiyle

beraber de. Karabekir anlayışıyla bu tarz şeyleri iyi mi yorumlayacağız? ' Dördüncü

dayanak da bu idi.

Sözün özü, Karabekir, bu delilleri (!) ileri sürerek, tarihin akışına, vakalara

ve M.Kemal'in konuşmalarına tümüyle ters bir iddiada bulunuyor; Mısıroğlu da, bu

çerden çöpten veya temelsiz iddialara yaslanarak masallar yazıyor, yeni

hatalar ve masallar üretiyor.

• Karabekir, son anılarında da, bu masalı sürdürmektedir.

1922 Ekiminde, MhKemal, Karabekir, Kazım Özalp ve Refet Paşa, Ankara'dan

Bursa'ya giderler. Tpende, Trakya'yı teslim almak suretiyle İstanbul'a gidecek olan

Refet Paşa'nın, Padişaha 'Halife Hazretleri ' diye hitap etmesi kararlaştırılır.

Bu ayrıntıyı aktaran da Karabekir'in kendisi. (K.Karabekir Anlatıyor, s.51;

ek olarak, bağımsızlık Harbimiz, s. 1027/1.dipnot) Demek ki saltanatın kaldırılmasına

kati olarak karar verilmiş. Nitekim 19 Ekim günü istanbul'a gelen Refet Paşa,

kendisini Padişah adına selamlayan Yaver Ali Nuri (Okday) Beye, 'Halifelik

makamına saygılarının iletmesini' ister.27 Ama Karabekir, kendi verdiği bu

bilgiyi unutuyor, olayların geri

25) Mısırlı Prenses Kadriye Hüseyin'in Ankara Mektupları isimli Fransızca anı

kitabında yer edinen bilgilere dayanarak, Jeschke, TKS Kronolojisi l, s.151; kitap

Türkçeye de çevilmiştir. K.Karabekir, laf mevzusu fotoğrafı, bu kitapta gördüğünü

itiraf ediyor, (bağımsızlık Harbimiz, s. 1000) Sonra da şu şekildeki diyor: "Kitabın 139

uncu sayfasındaki resme uzun uzun baktım. Sarıklılar içinde sarık ve cüppeli

vaziyeti ve resmin altındaki 'mefkure hatırası' yazısı beni fazlaca düşündürdü.

Gazı, hilafet ve saltanatı uhdesine nakli düşünüyor!"

Bir bakışta geleceği okuyor ve kati bir hükme varıyor. Medyum Memiş bile bu

kadar çabuk karar vermiyor!

Fotoğrafın oldukça net olarak büyütülmüş bir örneği, BTT dergisinin Kasım/1986,

sayısının 6 ncı sayfasında var.

KS Günlüğü, 4.C., s.762; T.M.Göztepe şu şekildeki diyor: "Refet Paşanın bu cevabı,

Osmanlı saltanatının istikbali bakımından oldukça manalı ve imalı idi. Bu laflar

içinde padişahlığa yer verilmediği şeklinde Halifenin şahsı dahi zikredilmemiş ve

ancak hilafet makamına işaret olunmuştu." (V. M. Gayyasında, s.438)

Refet Paşa, o gün Ankara'nın, istanbul hükümetini tanımadığını da açıkça

söyleyecek, ertesi günü de üniversitede, ulusal saltanattan laf edecektir. Bir

gazete şu şekildeki yazar [özet]: "Gerek sarayda, gerek- sarayın Vekiller Heyetinde,

karşısında bulundukları inkılabın mahiyetini ve ciddiyetini hâlâ algı edememiş

bir hal görüyoruz... Saray ne bekliyor, ne umut ediyor? Yine Anadolu üstüne

sevk edecek bir ordu mu düşünüyor? Birkaç gün daha, zelil ve istiskal edilmiş

bir biçimde, birkaç gün daha çok mevcudiyetini idameye çırpınmakta, acaba ne

lezzet, ne onur tasarım olunabilir?" (Yakın Tarihimiz, 3.C., s.259)

dönülmez bir halde geliştiğini görmezden geliyor ve M.Kemal'in, en minik

Şehzadeye, hilafet ve saltanat naibi olmasının düşünüldüğünü ekliyor. (Kazım

Karabe-leke Anlatıyor, s.51) Saltanatın kaldırılacağı, Refet Paşa aracılığı ile

kamuoyuna açıklanmış, hilafette ise naiplik olmaz. M.Kemal iyi mi saltanat ve

hilafet naibi olacaktı? Araya tekrar Karabekir'in muhayyilesi karışmış.

Karabekir, son kitabında, M.Kemal'in Halife olmak istediği şeklindeki iddiasını,

saltanatın kaldırılması ile alakalı Meclis görüşmelerini ve bu konudaki kulis

etkinliklerini anlatırken de sürdürmektedir. (Kazım Karabekir Anlatıyor, s.56-

6228) Ama anlattığı olayın arasında olduğunu ileri sürdüğü Dr.Rıza Nur, Rauf

Orbay, Fethi Okyar ve ismet İnönü, anılarında da, açıklamajarnıda da,

Karabekir'i doğrulayan tek bir laf etmiyorlar. Karabekir'in anlattıkları doğru

olsa, bari Rıza Nur yazmaz mıydı?29

Velhasıl o periyodu yaşayan asla kimse, M.Kemal'in saltanat ve hilafeti uhdesine

almak istediğini anlamamış, sezmemiş, çakmamış, bir Karabekir keşfetmiş.

 * 6-3-1-3. M. Kemal'in, her yerde, hilafeti göklere çıkaran konuşmalar

yapmış olduğu iddiası ve askerin terhis edilmesi problemi

M.Kemal'in 1923 yılının başından, İktisat Kongresi'nin açılışına kadar, ne vakit

ve nerede konuştuğunu, Kaynakçalı Mustafa Kemal Atatürk Günlüğü ile Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve

28) M.Kemal'in muhafazakârlara dayanmak istediğini de ileri sürüyor ve "Türk

milletinin yeniliğe muhtaç bulunduğunu" söyleyerek M.Kemal'i uyardığını yazıyor.

(Kazım Karabekir Anlatıyor, s.76)

Karabekir, galiba tarihle şakalaşıyor! _

29) Bazı çevreler, zaferden sonrasında M.Kemal'e Halife olmasını, harbiden

önermişlerdir:

"[Saltanatın kaldırılması görüşülürken] hocalardan bir bölümü gizlice M.Kemal'e

gelip her iki kuvvetin [saltanat ve hilafet] bilfiil başına geçmesinin üstünde

İsrar Ve ricada bulunmuşlardır." (D.Arıkoğlu, Hatıralarım, s.344)

"Parti toplantısında Adliye Vekili Seyit Bey tarafınca hilafet Mustafa Kemal Atatürk'e öneri

edilmiş olduğu zaman..." (M.E.Bozkurt, Mustafa Kemal Atatürk İhtilali, s.325)

"Bazı mebuslar, M.Kemal Paşanın halifelik görevini de almasını öneri ettiler.

M.Kemal bunun gerçekleşemeyeceği üstünde mantıki cevaplar verdi ve bu görevi

reddetti." (K.Özalp, Ata-türkten Anılar, s.27, 30)

Hindistan'dan dönen Rasih Hoca da, Hind Müslümanlarının M.Kemal'e Halifelik

teklifini aktarır. (Nutuk, 2.C., s.303; Mim K.Öke, Güney Asya Müslümanları,

s.154)

Ama ta ilk günden beri, "ulusal iradeyi", "ulusal hakimiyeti", "ulusal saltanatı"

korumak için çaba sarfeden, bu görüşten asla sapmadan ve bu sayede zafere yürüyen, realist bir

liderin, bu şekilde bir öneriyi kabul etmesi ihtimali var mıdır? Elbette

reddedecektir. (Nutuk, 2.C., s.302-303)

"Eğer isteseydi her şey olabilirdi. Mesela istilacılarla beraber memleketi terk

edip giden son Osmanlı Padişahının yerine geçmek, kendisi için işten bile

değildi. Bu suretle kalan ömrünü, halkın muhabbet ve minnettarlık hajesiyle

çevrili olarak, jDüyük bir görkem ve huzur arasında tamamlayabilirdi. Fakat

istemedi. Bu yoldaki teşvik ve tekliflere iltifat etmedi... Çetin, aşılması güç

ve özellikle şahsı için oldukça büyük tehlikelerle dolu bir yola girmekten

çekinmedi." (H.R.Soyak, Mustafa Kemal Atatürk'ten Hatıralar, s.54)

Halifelik ve M.Kemal? ilkinin özelliklerini ve gereklerini, diğerinin meşrebini

ve dünya görüşünü düşününüz. Bunları bir araya getirmek olası müdür? Ancak hususi

maksadı olanlar bu şekilde bir iddiada bulunabilirler. Bunların öncüsü de yazık ki

Karabekir'dir. Böyle davranmasının sebepleri, Karabekir paragrafında

açıklanacak.

577

Demeçleri (2.C.) isimli eserlerden yararlanarak açıklayacağım. Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylevve

Demeçleri'ndeki bu konuşmalar, Mısıroğlu'nun delil diye ileri sürdüğü, 'Gazı

M.Kemal Paşa İzmir Yollarında' isimli derlemeden alınmıştır.30 Yani aynı kaynaktan

yararlanacağım ve M.Kemal'in konuşmasının özünü gerçekleştiren cümleleri, dipnotlarda

aktaracağım. Bakalım reel, Mısıroğlu'nun söylediği şeklinde mi?

M. Kemal 14 Ocak 1923 günü Ankara'dan ayrılır. 15 Ocakta Eskişehir'de,31 16

Ocakta Arifiye'de32 konuşur, 17 Ocakta İzmit'te İstanbul gazetecilerine,3318

Ocakta İzmit'te,34 22 Ocakta Bursa'da,35 25 Ocakta Alaşehir'de,36 26 Ocakta

Salihli, Turgutlu ve Manisa'da37 halka hitap eder. 27 Ocakta İzmir'e basar ve

aynı gün annesinin mezarı başında38 ve hükümet konağında39 konuşur, 29 Ocakta

evlenir. 30 Ocakta izmir gazeteleri başyazarlarıyla söyleşi eder.40 31 Ocakta

tekrar izmir'de halka hitap edecektir.41

30) "Bu seyahatte M.Kemal Paşanın yapmış olduğu tüm konuşmaları kronolojik olarak

ihtiva, edem.

resmen neşredilmiş bulunan, 'Gazi M.Kemal Paşa İzmir Yollarında' (Ankara

1339/1923) isimi

eser, konuşmaların istikametindeki değişikliği, bariz (apaçık) bir biçimde

ortaya koymaktadır.'

(K.Mısıroğlu, Hilafet, s.302)

Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.50-52.

a.g.e., s.52-54.

İ.Arar, Mustafa Kemal Atatürk'ün İzmir Basın Toplantısı.

Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.62-65; M.Kemal bu konuşmasında diyor ki:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi, Halifenin değildir ve olamaz! Türkiye Büyük

Millet Meclisi sadece ve sadece milletindir. Milletin intihap etmiş olduğu vekillerden

mürekkeptir. Bu Meclis, sadece ve sadece milletin emrine itaat etmek

mecburiyetindedir, adı ve makamı ne olursa olsun, ulus bu hakkını bir şahsa

tevdi ve teslim edemez." (s.63)

a.g.e., s.65-70; 'Paşa hazretleri, hilafet meselesine nakl-i kelam ederek,

makam-ı hilafetin bir nokta-yı bağlantı olarak mahfuz bulundurulduğunu ve işbu

makama, Türkiye'nin egemenlik-i ulusal-yesini takyit mahiyetinde (sınırlandıracak

nitelikte) hiç bir selahiyetin verilemeyeceğini ve zat-ı Hilafetpenahinin de aynı

düşünce ve kanaati musip (müsait) bulduklarını zanneylediklerini izah

eylemişlerdir.' (s.69)

a.g.e., s.70-71; M.Kemal diyor ki: "Hakimiyet-i millliyemizin velev bir

zerresini haleldar etmek niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan

eminim!" (s.71) a.g.e., s.72-73, 73- 74.

a.g.e., s.74-75; M.Kemal diyor ki: "Hakimiyet-i milliye uğrunda canımı vermek,

benim için namus ve vicdan borcu olsun!" (s.75)

39) a.g.e., s.75-81; M.Kemal diyor ki: "Bilakayd-ü koşul tabiriyle tasrih

olunan hakimiyeti, milletin uhdesinde tutmak demek, bu hakimiyetin bir

zerresini, sıfatı, adı ne olursa olsun, hiç bir makama vermemek, verdirmemek

demektir. Bununla kasdettiğim manayı suhuletle anlayabilirsiniz." (s.79/80)

40) a.g.e., s.81-83; 'Bir muharririn egemenlik-i milliyenin kabil-i takyid

olup olmadığı hakkında sualine cevaben de Paşa Hazretleri, egemenlik-i

milliyemizin kabil-i takyit olmadığını beyandan sonrasında demişlerdir ki: Teşkilat-ı

Esasiye Kanunumuz aslına bakarsanız bunu kafildir... Bu kanunun me'-vadd-ı esasiyesini

ihlal eden herhangi bir makama, hak ve selahiyet vermek olası değildir.

Teşkilat-ı Esasiye Kanununun birinci maddesi mucibince, egemenlik bilakayd-ü

koşul milletindir. Milletimiz için herhangi bir noktasının, her ne biçim ve

manada olursa olsun, tebeddülüne müsaade edilmek imkânı yoktur.' (s.82) /

a.g.e., s.83-90; M.Kemal, izmir ekonomi Kpngresi'ni açarken yapacağı konuşmada

yer alacak olan taçlılar ve saltanat diyeti hakkında görüşlerinin bir kısmını

burada açıkladıktan sonrasında diyor ki: "Milletin hakimiyetini bir şahısta yahut

mahdut eşhasın elinde bulundurmakta çıkar bekleyen bilgisiz ve gafil insanlar

vardır... Katiyetle ve bilaperva söylerim ki hakirniyet-i milliyemizin her

zerresini şu yada bu suretle takyit etmek isteyenler, en koyu mürtecidir."

(s.88)

578

4 Şubatta İzmir'den ayrılır ve Akhisar'da iki konferans yapar,42 7 Şubatta

Balıkesir/Zağanos Paşa Camisinde43 konuşur. 10 Şubatta yeniden İzmir'e basar.

Yaptığı konuşmalar bunlar. Saltanat diyeti ve hilafet hakkındaki söyledikleri de

dipnotlarda verildiği kadar ve gibidir. Görülüyor ki M.Kemal, hiçbirinde,

"hilafeti göklere çıkaran" konferans yapmamış, bilakis ulusal hakimiyeti savunmuş,

onu sınırlandıracak her türlü hak ve yetkiyi reddetmiştir.

Kısacası Mısıroğlu'nun, "her gittiği yerde hilafeti göklere çıkaran konuşmalar

yapa yapa İzmir'e vasıl olmuştu" cümlesi, bütünüyle gerçeğe aykırı.44

Devam edelim:

D "Fakat İzmir'de kendisine mülaki olan (kendisiyle buluşan) Hayim Na-um

Efendiden, İngilizlerin Hilafet hakkında kararını öğrenen M.Kemal Paşa, takip

etmekte olduğu Hilafet siyasetini söktüremeyeceğini anlayınca, rota değiştirdi.

Evvela İktisat Kongresinde hilafete saldırı eden bir konferans yaparak, yeni

siyasetinin ilk işaretini vermiş oldu." (Lozan, 1.C., s.268)45

Mısıroğlu tekrar doğruyu saptırıyor:

Çünkü İktisat Kongresini açış konuşmasında M.Kemal, hilafete ne olursa olsun saldırı

etmemiştir. Konuşma metni ortada. Genel olarak iktisatın öneminden laf etmiş,

Lozan'da haklarımızı vermekte ayak sürüyenleri kati bir üslupla uyarmış, bu

a.g.e., s.91-94; M.Kemal diyor ki: "Bu devletin istinat etmiş olduğu esaslar,

'bağımsızlık-i tam' ve 'bilakayd-ü koşul egemenlik-i milliye'den ibarettir...

Millet, bu hakimiyetin bir zerresini feda edemeyecektir, gözünü açmıştır. Bizim

dinimiz, milletimize hakir, miskin ve zelil olmayı öneri etmez. Bilakis Allah

da Peygamber de, insanların ve milletlerin izzet ve ^şerefini muhafaza

etmelerini emrediyor, l-ier yerde olduğu şeklinde buradaki temasdan da anladım ki

ulus, hakimiyetini muhafaza hususunda, büyük bir azim ve kudret

göstermektedir." (s.91/92)

a.g.e., s.94 dv.; M.Kemal Islamiyeti öven ve anlatan kısa bir konferans (*)

yaptıktan sonrasında mimberden inmiş ve halkın sorularına yanıt vermiştir. Hilafet

hakkında soruya verdiği yanıt şu şekildeki: "Dünya yüzünde, Osmanlı devletinin

inkırazından sonrasında bir Türkiye devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet, iran ve

Afganistan şeklinde müstakil ve Müslümandır. Yeni Türkiye Devleti'ni, milletin

vekillerinden mürekkep olan Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetim eder. Bu şerait

dahilinde, Halife'ye, sadece Türkiye Devleti nam ve hesabına kanun-u mahsusiyle

verilmiş olduğu için başka bir hak ve selahiyet verilmek gerektirme ederse, milletin

hakimiyeti takyit edilmiş (sınırlanmış) ve binnetice, bu egemenlik inkısama

uğratılmış (parçalanmış) olur ki bu, eski halin avdetinden (geriye dönüşünden)

başka bir şey olamaz." (s.96)

(*) Bu konuşmanın metni, Mısıroğlu'nun Hilafet isimli kitabında da var. (s.301-

302) Yalnız Mısıroğlu'nun kitabını okuyanlar bile, konuşmanın Hilafetle ilgisi

olmadığını kolayca anlarlar. H.H.Ceylan ise, M.Kemal'in bu gezilerde yapmış olduğu

konuşmaları, Mısıroğlu'nun bilakis, şu antet altında veriyor: "Hilafeti

kaldırmak... için meydana getirilen yurt gezileri." (Büyük Oyun, 2.C., s.67) O

konuşmaların hilafeti kaldırmakla da bir ilgisi yoktur fakat Ceylan, bari

'M.Kemal'in Halifeliği övmediğini' belirlemiş.

M.Kemal'in yapmış olduğu konuşmanın metni için: İzmir ekonomi Kongresi, s.57-69, TTK,

Ankara, 1989; Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.100 vd.

Mısıroğlu, aynı gerçeğe aykırı iddiayı bir başka kitabında da şu şekildeki tekrarlıyor:

"ekonomi Kongresini açmak suretiyle M.Kemal'e mahut Hayim Naum mülaki olup (buluşup)

da, 'hilafet yıkılma-yıp muhafaza edilirse barış olmayacağını' kendisine Lord

Curzon namına bildirince, M.Kemal yol süresince dediği lehte sözleri (i) adeta

unutarak, mezkur Kongreyi açış konuşmasında hilafete çirkin bir dille saldırı

etmiştir... Bu, ingilizlere, hilafeti muhafaza ederek kendisi halife olmak

hususundaki kararından vaz geçmeye amade olduğunu anlatım etmek değil de

nedir?" (Hilafet, s. 183, 214 sayılı dipnot)

42) arada kısaca, saltanat rejimini ve fütuhat politikasını eleştirmiştir. Ama

bunu da, yazıcının iddia etmiş olduğu şeklinde çirkin bir üslubla yapmamıştır.

Saltanat rejimini ve birtakım padişahların politikasını eleştirmek, hilafete saldırı

etmek midir? Mesela N.F.Kısakürek'in, Sultan Abdülaziz'i, V.Murad'ı, Sultan

Reşat'ı ve son Halife Abdülmecit'i iyi mi eleştirdiğini Birinci Bölümde

görmüştük. Kısakürek, bu eleştirileri ile hilafate saldırı etmiş, hilafeti tahkir

etmiş mi oluyor?46

Hayır! Sadece kişileri eleştiriyor.

M.Kemal'in yapmış olduğu da bu.

D "Bu yeni karar üstüne, hemen hemen barış olmadığı biçimde asker, bitap olduğu ileri

sürülerek terhis edilmiştir. Bunun manası, mukavemetten vaz geçip itaat

edileceğine dair fiili bir güvence vermekten başka bir şey değildi." (Lozan,

1.C., s.268)

Mısıroğlu, son kitabında da, bu iddiasını sürdürüyor. Onu da aktarıyorum:,

D "İşte İzmir'e gelmiş ve hemen hemen İktisat Kongresindeki konuşmasını yapmamış

bulunmuş olduğu bir sırada, Hayim Naum Efendi kendisine mülaki olmuş ve Lozan'da

hilafet meselesi çevresinde teessüs eden karar ve niyeti öğrenmiştir. Böylece

hilafet muhafaza edilmek istenildiği takdirde sulhun gerçekleşemeyeceğini

anlayan... Kemal Paşa, İzmir'de artık mukavemetten vaz geçmek sonucuna varmış ve

bu sonucu fiiliyata döken iki icraaatı hemen orada gerçekleştirmiştir.

Bunlardan birisi, İzmir İktisat Kongresinde dediği ve yol süresince irat etmiş olduğu

nutuklarla karşıtlık teşkil etmek suretiyle hilafeti tahkir eden laflara yer vermesi

[Bunun doğru olmadığını gördük!], öteki de askerin yorgunluğunu ileri sürerek

tabanca altındaki efradın büyük bir kısmım terhis eylemiş bulunmasıdır. Bununla...

Hayim Naum aracılığıyla kendisine öneri edileni kabule meylettiğini fiilen

işaret etmek istemiştir." (Hilafet, s.258-260; Sarıklı Mücahitler, s.386)

Mısıroğlu, 'askerin büyük kısmının, terhis edilmiş olduğu' iddiasını da, A.İhsan

Sabis'in anılarına dayandırıyor. Oysa Sabis diyor ki:

n "İlk ilkin yaşlılardan 1297-1300 doğumlu efrad (41-38 yaşındakiler) terhis

edilmiş47 ve 1922 Kasım ayı başlangıcında, 1301-1305 doğumlular (37-35 yaşındaki46) Nitekim hilafeti şiddetle sayunan Mısıroğlu bile, son Halife Abdülmecit'i

şu şekildeki eleştirmektedir: "Abdülmecit Efendi, hilafet şeklinde beynelmilel siyasette

ehemmiyeti sahip bir kurum çevresinde cereyan eden bu pazarlıkları

kavrayabilecek bir şahsiyete malik değildi... Saf bir kimseydi... Veliaht

sıfatını sahip bir kimsenin bu şekilde bir hareketinin ne şeklinde karışıklıklara sebep

olabileceğini hesap edemeyen bir kimseydi... Sultan Vahideddin'i defaatle, asla

de yakışık almayan kelimelerle takbih etmişti... İngilizlerden endirekt olarak

ödenek almıştı... (Hilafet, s.289, 295)

Geçmişi eleştirmek, sadece Mısıroğlu'nun tekelinde mi? M.Kemal eleştiremez mi?

47) Başbakan Rauf Bey, 16 Ekim 1922 günü, Mecliseıbu mevzuda malumat vermiştir.

Söylediği özetle şöyledir: "Genelkurmay Başkanlığı ile Başkomutanlığın önerisi

üstüne, 1297-1300 doğumlu erlerin terhisi konusunu, dün Bakanlar Kurulunda

görüştük, bu doğumlu erlerin, terhis tabiri kullanılmamak kaydıyla, terhisini

kararlaştırdık. Genel terhis yoktur. 30.000 şahıs terhis edilecektir. Büyük

Taarruz için bütçe üzerinde masraf yapılmıştı, bu kararla dengeyi sağlamaya

çalışıyoruz. " ->

580

ler) sınırsız izinle memleketlerine gönderilmişti]." (Harp Hatıralarım, 5.C.,

s.358)

Erlerin yaşı bir yana, her iki terhis de görüldüğü şeklinde, daha Lozan Konferansı

başlamadan ilkin, Ekim ayı arasında ve Kasım ayı başlangıcında yapılmıştır. Kısacası,

Sabis'in buraya kadar verdiği malumat, Mısıroğlu'nun iddiasını doğrulamıyor.

Acaba sonrası doğruluyor mu, onu da görelim. Sabis yazısını şu şekildeki

sürdürmektedir:

a "Nihayet Kasım ayı ortasında da, 306-310 (32-28 yaşındakiler) ve birazcık sonrasında

da 311-312 (27-26 yaşındakiler) doğumluların salıverilecekleri şayi olmuştu

(duyulmuştu). Bu suretle daha barış konferansı aktedilmezden evvel, tam 15

yıllık efrad terhis edilmiş olacaktı. Şu biçimde tabanca altında sadece 20-24

yaşındakiler kalmış bulunacaktı."

Yani Sabis, sonraki terhislerin, söylenti olarak yayıldığını söylüyor fakat hangi

tarihlerde gerçekleştiğini belirtmiyor. Mısıroğlu ise, dayandığı bu tek

kaynaktaki bilgiyi bile çarpıtarak, bir süreç arasında ve kısım kısım yapılma

olan terhis işlemini, Şubat 1923'te ve bir seferde yapılma şeklinde aktarıyor ve bu

dayanaksız iddianın üstüne çöpten şato kuruyor!48

• Kısacası:

a. M.Kemal, İktisat Kongresinden ilkin de, sonrasında da, hilafeti öven bir konferans

yapmamıştır; İktisat Kongresinde, hilafete saldırı etmiş olduğu de doğru değildir.

Konuşan Vnilletvekillerin büyük çoğunluğu da bu sonucu müsait bulmuş, hatta birtakım

yeni sınıfların terhisini istemiştir. Görüşme nihayetinde hükümetin sonucu

onaylanır. (GCZ.3.C., s.956 vd)

48) Silah altında olan 1297 (1881) doğumlulardan, 1314 (1898) doğumlu erlere

kadar 17 derslik asker, bir sene arasında, kısım kısım terhis edilecektir. (TİH,

2.Cilt, 6.Kısım, 4.Kitap, s.102)

Her iki ordu komutanı da, başlangıçta, terhislere başlanmasından kaygı

duymuşlardır. (11 Kasım ve 30 Kasım günlü yazıları, a.g.e., s.103-104) Ama

terhislerin zamana yayılmasının kaygıları sona erdirdiği anlaşılıyor. Zaten

hiç bir birlik de kaldırılmış değildir.

O sırada sadece Batı Cephesinde, 8.658 subay, 199.283 muharip er vardı. Buna,

muharip o'mayan geri kuruluşlardaki askerler ile cenup ve şark cephelerindeki

askerleri de katarsak, o devre için büyük bir rakam menfaat ortaya. Bunun mali

yükünü, Ankara hükümetinin uzun zaman kaldırmasına imkân yoktu. Mesela Büyük

Taarruz'un yapılabilmesi için lüzumlu son bir buçuk milyon lirayı, Maliye Bakanı

H.Fehmi Ataç, Osmanlı Bankasının Ankara Şubesi Müdürünü tehdit ederek

sağlayabilmiştir. (S.Selek, Anadolu ihtilali, s.138)

Batı Cephesi [ve Güney Cephesi], Lozan görüşmelerinde, her kesilme ye savaşın

başlaması ihtimali belirdiği vakit, lüzumlu cenk [taarruz] düzenini alacaktır.

TİH, 2.C., 6.Kısım, 4.Kitap'ta, alınan cenk önlemleri mevzusunda birçok ayrıntı

bulunuyor. Hiçbir yazışmada, asker yetersizliğinden, takviye gereğinden laf

edilmemektedir.

Ayrıca, ingiliz, Fransız ve italyan kuvvetlerinin sayısının azlığı da

biliniyordu. (Toplam 2 piyade tümeni, bir süvari alayı, 10 sahra ve obüs

bataryası, a.g.e., s.173)

Lozan'da Amerika adına müşahit olarak bulunmuş olan Joseph Grew, anılarında diyor

ki: "[İsmet Paşanın] peşinde zaferden çıkmış bir ordu bulunuyordu ve bu,

Sevres anlaşması sırasındaki Türk ordusundan oldukça başkaydı... Ordu mükemmel

denilecek bir durumda ve her an muharebeye girmeye hevesli bir biçimde idi." (Mustafa Kemal Atatürk

ve inönü, s.46-47)

581

b. 1923 Şubatında, ordunun büyük kısmının terhis edilmesine 'hemen

orada' karar vermiş değildir.49 Durum bu. Ama bakınız, bu rüküş masal, nerelere

kadar uzanıyor.

 * 6-3-1-4. Öteki iddialar

a "iddiaya nazaran, Hayim Naum Efendiye, Lord Curzon'a verilmek suretiyle 'yazılı bir

taahhüt'te de bulunulmuştur." (Lozan, 1.C., s,268)

Kimin iddiasına nazaran?

Bir izahat yapmıyor!

Peki, bu iddiayı ileri devam eden her kimse, iddiasını hangi belgeye dayandırıyor?

Böyle bir dayanak olsa, Mısıroğlu herhalde bunu açıklardı. Tabii ki herhangi bir

belge de yok! >

Mısıroğlu da, hiç bir şahit, belge, delil, kaynak göstermiyor. Buna tarih değil,

düpedüz mahalle kahvesi dedikodusu derler!50

a "M.Kemal, sonrasında da bu Kongreyi yönetim etmesi konu u bahs olduğu biçimde, bunu

Kazım Karabekir Paşaya terk ve havale ederek geri dönmüştür." (Hilafet, s.260)

Mısıroğlu tekrar doğruyu çarpıtıyor. Olayın doğrusunu, K.Karabekir'den dinleyelim:

"... M.Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan bulunması hasebiyle

kongreye girmesinin ve Reisliği deruhte etmesinin doğru olmayacağını

söylediler... 'Siz Kongreye girin ve yönetim edin' buyurdular. Kongreye girmeyi

kabul ettim. Reislik için özgür reyle seçim yapılmasının... münasip olacağını

söyledim. Gazi de kabul etti... 17 Şubat saat onda Gazi'nin fahri reisliğinde

Kongre açıldı. Öğleden sonrasında saat 3'teki ikinci celsede de reis tarzı

yapılmış oldu... Büyük tezahüratla, müttefikan (oybirliği ile) reis seçildim."

(K.Karabekir, Paşaların Kavgası, Yay. Haz. İsmet Bozdağ, s. 125)

49) Mısıroğlu, bir başka yerde de şu şekildeki yazıyor: "...hemen hemen muahede imza

edilmeden, Türk ordusunun büyük bir kısmını terhis etmek ve açıkça makam-ı

Hilafet aleyhinde konuşmak üzere tavizler peşin verildiğinden, bu şekilde bir

fedakârlık karşısında bile esaslı hiç bir şey alınamamıştır." (Hilafet, s.183)


Hep aynı nakarat!

50) Müthiş araştırmacı A.Dilipak da, bu dedikodulara olanca içtenliği ile

katılıyor: "Her şey Lozan görüşmeleri esnasında oldu. Birçok kaynaklarda, (!)

'gizli saklı bir antak kalma ile ismet Paşanın ingilizlere hilafeti kaldırma lafı verdiği'

belirtiliyor. (!) Yakın Tarih Ansiklopedisinde de bu tez, birçok belge ile teyid

edilmektedir. [Birçok belge dediği, Büyük Doğu ve Sebilürreşat'ta çıkan masal-

• lar!] Naum Efendi, projesini Amerika'da hazırlamış, Amerikan ve Fransız

entellijansı (!) ile beraber sonuçlandırmıştır. (!) Naum Efendi, ismet Paşanın

Lozan'da yanından ayrılmamış ve M.Kemal Paşa ile de izmir ekonomi Kongresi

sırasında görüşerek, bu mevzuda görüş alış verişinde bulunmuştur. (!) Alı ihsan

Sabis, bu görüşmeden sonrasında, (!) askerlerin bitap olduğu öne sürülen nedeni ile terhis

edildiğini yazar. Lord Curzon, görüşmelerifı nihayetinde, hilafetin kaldırılması ile

sulhun olası olabileceği mesajını verecektir.(l)" (C.G./ol, s.331)

Ne dersiniz: Birbirlerinin masallarına, sahiden mi inanıyorlar, yoksa bu tarz şeyleri

masal olduklarını bile bile mi pazarlıyorlar?

582

a "Eskişehir'de, Lozan'dan dönen İsmet Paşaya mülaki olan ve onunla beraber

trenle Ankara'ya gelen M.Kemal Paşa, yolda meselenin tafsilatını öğrenmiş ve

artık hilafei mevzuunda tamamen rota değiştirmiştir." (Hilafet, s.260 -261)

, '

Olayların akışını izleyerek ve belgelere dayanarak, M.Kemal'in İsmet Paşa ile

Eskişehir'de buluşup Ankara'ya gelmesinin reel sebebini de görelim. Bu arada,

ordunun yeni bir cenk için hazırlanmasıyla alakalı azca malum birtakım teferruat

hakkındaki da malumat edinmiş oluruz:

• Lozan'da görüşmelerin kesilmesi ihtimali belirince, Batı Cephesi ordularına, 2

Aralık 1922'de şu genel buyruk veYilir:

"Lozan Konferansının kesilmesi ihtimali yakın görülmektedir. Konferansın

kesilmesi halinde, Batı Cephesi ordularının hızla harekete geçirilmesi ve ilk

hedef olarak aşağıdaki harekâtın çabuk olarak uygulanma ve icrası

düşünülmektedir. Aynı zamanda Musul bölgesinde de saldırı harekâtına

başlanacaktır:

a. Kuzeyden "I.Ordu, 3. ve 4.Kolordular ve bağımsız tümenleriyle İstanbul

Boğazı'na; 6.Kolordu Çanakkale Boğazına hızla ilerleyerek, İngiliz kuvvetlerini

tutsak ve imha edecek ve Boğazlara tamamen hakim olarak, hasım gemilerinin geliş

ve geçişini yasaklayacaktır.

b. 1.Ordunun harekâtıyla beraber, Trakya'daki kuvvetlerimiz de İstanbul

üstüne ilerleyecektir vd..." (TİH, 2.C., S.Kısım, 4.Kitap, s.162-163)51

• Batı Cephesi Komutanlığınca, 22 Aralık 1922'de de, İzmir Valiliği ve İzmir

Müstahkem Mevki Komutanlığı ile 1.Kolordu Komutanlığına da, şu yazılı buyruk

verilir:

"Lozan Konferansı'nın kesilmesi ihtimali vardır. Bu sebeple aşağıdaki

tedbirlerin, verilecek direktifle birlikte, hemen alınmasını rica ederim:

1. Müstahkem Mevki emrinde bulunan mayınlar, derhal Yenikale dolaylarına [izmir

Körfezi girişi] dökülecektir.

2. İzmir'de bulunan tüm yabancı gemilerin, 24 saat arasında İzmir'i terk

etmeleri emrolunacaktır.

4 İzmir'de bulunan hasım uyruklular, savaş esiri olarak memleket içerisine gönderiîeceklerdir.

6. Uçaklar, hasım gemilerine hücuma hazır bulunacaklardır vd." (TİH, 2.C.,

e.Kısım, 4.Kitap, S.Î63-164)52

51) I.Ordu Komutanlığının, bu buyruk üstüne almış olduğu önlemler için: TİH, 2.C.,

6.Kısım, 4.Kitap, s.164-166.

52) Lord Curzon da, 26.12.1922'de, 'her türlü [askeri] önlemin katılımı için'

alakalı makamları uyarır. (S.R.Sonyel, ingiliz haber alma Servisi, s.305)

583

• Ordu birliklerinin, belirtilen hedeflere saldırı için kaydırılmaları ve

hazırlıkları sürerken, Lozan'da da çetin görüşmeler yapılmaktadır.53 Lozan

kurulumuzdan gelen raporlardan birtakım alıntılar:

"Özet olarak "kati günlerdeyiz... Halbuki görüşlerimiz içinde yaklaşma

yoktur... Kesilme her an muhtemeldir... Hep güya kamuoylarını tatmin etmek için

güvence bulmak çabası içindedirler... İngilizler, Musul için konferansı kesmek

zorunda kalırlarsa, bunu, tüm dünyayı birlikte sürükleyecek olan kapitülasyon

sorununda yapmak menevrasını izlemektedirler." (28 Aralık 1922; a.g.e.,

s.172,176)

"Kapitülasyonlar mevzusunda aslolan güçlüğü Fransızlar çıkarıyorlar." (2 Ocak 1923;

a.g.e., s. 178)

"Bir iki günden beri oldukça kötümserlik havası sızmaktadır. Müttefikler bizlere 'evet'

yada 'hayır' dedirtecek bir proje hazırlıyorlar." (18 Ocak 1923; a.g.e., s.194)

"[Musul sorunu sebebiyle] büyük bunalım oldu. Curzon Milletler Cemiyetine

başvurarak, anlaşmazlığın incelenmesini isteyecektir. Durum ciddidir." (24 Ocak

1923; a.g.e., s. 196)

"Musul, adli sistem, mali sorunlar, Doğu Trakya sınırı ve Yunan tamiratı olarak

beş esaslı sıkıntı vardır. Bu noktalarda, tamamiyle Türkiye aleyhine olmak suretiyle

bir iki gün arasında genel bir proje verecekler... Musul'u Milletler Cemiyetine

havale etmek, onun geleceğini tehlikeye dercetmek demektir. Hükümetin görüşü

nedir?" (25 Ocak 1923; a.g.e., s. 198)

"Fransızlar, ya bizim sulh yapmamızı istemiyorlar ya hem bizlere her fenalığı

yapmak, bununla beraber yüzümüze gülerek hazmettirmek olası olduğu kanısında-dırlar...

Bugün bana, 'şayet konuşma kesilirse, Suriye'de dahi Fransızlara saldırı

edileceği rivayetinin aslını1 sordular. 'Görevim sulh yapmaktır, konuşma

kesilirse, sonunu bilemem' dedim... Durumun ağır ve bu ağırlığın Musul'dan

doğduğunda hepimiz birleşiktir." (26 -yani 27- Ocak 1923, a.g.e., s.198)

"İtalyanların, bilhassa Fransızların alakalı oldukları ekonomik sorunlardan

dolayı, Türkiye'nin katlanılmaz ekonomik güçlüklere uğramasına razı olmadığımız

için Konferans kesilmiştir." (4 Şubat 1923; a.g.e., s.209)

D 5 Şubat 1923 günü, saat 21.30'da Batı Cephesi ordularına şu buyruk verilir:

"Bir ihtiyat tedbiri olmak suretiyle, İzmit Körfezinin şimdiden mayınla kapatıl-;

ması, 1.Orduya emrolunmuştur. İzmir Körfezinde de aynı tedbirin uygulanması!

için hazırlıklarda bulunulacaktır... Harekâta adım atmak için hükümetin karar ve:

emirlerinin beklenilmesi..." (a.g.e., s.208)

53) Meraklısı için not: B.N.Şimşir'in Lozan Telgrafları ve Sonyel'in Dış

Politika (2.eilt, s.301-357) isimli eserlerinde, Lord Curzon'un Londra'ya

yollamış olduğu belli başlı raporlar ve raporlara yazılan notlar yer almaktadır.

Acaba bizim alternatif tarihçilerimiz ve izcileri, niçin asla ciddi bir

araştırmayı okumazlarda daracık bir alanda dönerek dururlar?

584

• 7 Şubat 1923 günü İzmir ve İzmit Körfezleri mayınla kapatılır, devletlere

gerekleri tebligat yapılır, (a.g.e., s.210)54

• Geri Dönmekte olan İsmet Paşa, 10 Şubat 1910 günü Bükreş'ten Ankara'ya iki

makale yollar:

a. Hükümete: "...Çarşamba sabahı İstanbul'a geleceğim ve durmaksızın •Ankara'ya

hareket edeceğim. İzmir'de bulunan (yabancı) savaş gemilerinin, 24 saatte

uzaklaşmaları için hükümetin ültimatom verdiği, bundan dolayı durumun gerginleştiği

gazetelerde okunmuştur. Konferansta sulh için pek oldukça sonuçlar elde edilmiş

olup geri kalanların da elde edilmesi umulmaktadır. Bunun için Dışişleri Bakanı

ve Delege Heyeti Başkanı olarak, benim dönüşüme kadar genel durumun olduğu şeklinde

muhafazasını istirhanvediyorum.. M.Kemal Paşa Hazretleriyle Fevzi Paşa

Hazretlerinin de Ankara'da bulunmalarını istediğimin, kendilerine duyurulmasını

istirham ederim." b. M.Kemal'e: "Dünyanın genel

niteliğinde savaş kaygısı vardır. Herkes isteyerek yada istemeyerek bu ihtimali laf

mevzusu ediyor. Biz, büyük kısmını elde ettiğimiz barışa kati olarak

varabiliriz. Fakat küçük nedenlerle, asla kimse istemediği biçimde, savaş de oldubitti olabilir... Yakından sıkı bir inzibatla duruma hakim olunuz... İzmir vakası

üstüne, buraca harbin kaçınılmaz olduğu düşüncesi doğmuştur. Böyle bir anlayış,

kar-şımızdakileri ümitsizliğe ve şiddete yöneltebilir. Derhal Ankara'ya

gelmenizi istirham ederim." (a.g.e., s.210)

• Bunun üstüne, M.Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa, Eskişehir'de buluşur

veLbirlikte Ankara'ya gelirler.55 Gerçek bu.

Mısıroğlu, masalını söylemeye devam ediyor:

ü "Bu [rota] değişikliğinin fiili belirtilerinden biri de, [M.Kemal'in] hemen hemen

tasfiye edilmemiş bulunan Meclis'teki ikinci Grup'un diretmesiyle icra edilen gizli saklı

celsedeki laflarından en yaşamsal bir kısmını ifşa etmek suretiyle, kasden seyahate

çıkmış bulunmasıdır. O laflar, Türkiye'nin Musul mevzuunda mukavemeti göze

alamayarak, şu demek oluyor ki İngilizlerle savaşa cüret edemeyerek, gerekirse burasından vaz

geçmenin lüzumuna dairdi. Gizli celsede sarf edilmiş bir sözün, izhar edilmiş

bir kanaatin, Konya'da gazetecilere alenen (açıkça) ifadesi ne menem şeydi? Bu

laflar, bin bir entrika ile Lozan'daki konuşma müzakerelerini inkitaa

(kesintiye) uğratmış bulunan ve bu taktik ve siyasetin ne biçim alacağını görmek

suretiyle ses dinlemeye koyulan Lord Curzon'a karşı, uzaktan

54) Devletlere verilen nota örneği için Lozan Telgrafları, 1.C., s.503-504;

bu mevzuya ilişik diğeri yazışmalar: s.508-514, 516-519.

55) TİH, 2.C., e.Kısım, 4.Kitap, s.212; (.inönü, hatıralar, 2.C., s.95;

Latife Hanım da birliktedir: Kaynakçalı Mustafa Kemal Atatürk Günlüğü, s.227.

585

yükseltilmiş bir nevi teslim bayrağı gibiydi." (Hilafet, s.261; kaynak,

A.İ.Sabıs, 5.C., s.366)56

Doğrular :

21 Şubat 1923'te, İsmet Paşa, Mecliste, Lozan görüşmeleri hakkındaki kendiliğinden

malumat verir ve konferansın niçin kesildfğini açıklar. (GCZ, 3.C., s.129û-1301)

27 Şubat günü İsmet Paşa, Mecliste, Müttefikler tarafınca verilen sulh

projesinin ana çizgilerini ve bundan sonrasında izlenmesi kabul edilen politikanın

esaslarını, tekrar kendiliğinden açıklar, milletvekilleri de düşüncelerini

belirtirler. Bu arada M.Kemal de laf alır. Manisa mebus Reşat Bey ve

arkadaşları tarafınca verilen önerge kabul edilerek, delegelerin ve

müşavirlerin de izahat yapmalarına karar verilir. (GCZ, 3.C., s. 1304-1325)

3, 4, 5 ve 6 Mart günlü gizli saklı oturumlarda, diğeri delegeler ve müşavirler

dinlenir ve her mevzu detaylı olarak görüşülür. (GZC.4.C., s.30-191) M.Kemal, 6

Mart 1923 günkü oturumda da konuşur. (GZC, 4.C., s. 173-176,189)

a. İlk iki müzakere, İsmet Paşanın kendiliğinden yapmış olduğu konuşmalar üstüne

açılmıştır. Dört gün devam eden bu uzun müzakere ise Reşat Bey ve arkadaşlarının

verdiği önerge üstüne açılmıştır. Bu önergede imzası olan milletvekillerinin

adları: Reşat (Manisa), Necip (Mardin), Ali Cenani (Gaziantep), Rasih (Antalya),

Mazhar Müfit (Hakkari), Ali (Karahisarı-haiz), Zamir (Adana), Mustafa Necati

(Manisa), Ahmet Hilmi (Kayseri), İlyas Sami (Muş). (GZC, 3.C., s.1325) Bunların

hiçbiri İkinci Grup'a mensup değildir.

Demek ki Mısıroğlu'nun, 'İkinci Grup'un diretmesiyle meydana getirilen gizli saklı oturum' ifadesi de

gerçeğe aykırı.

b. 27 Şubat ve 6 Mart görüşmelerinde konuşan M.Kemal, özetle, Lozan

görüşmelerinden çıkan sonuçlara nazaran, Musul problemi için alınabilecek iki karar

olduğunu; birincisinin, Musul problemininin çözümünü, sulh görüşmeleri haricinde

tutarak, ileriye ertelemek, ikincisininse muharebeye girmek bulunduğunu belirtmiş, bu

karaTların fayda ve sakıncalarının düşünülmesini istemiş; Musul'la alakalı

kararın sulh görüşmeleri haricinde tutularak, barıştan sonraya ertelenmesini,

daha faydalı gördüğünü ima etmiş; şayet Müttefikler, istiklalimize aykırı şartlar

içeren projede ısrar ederlerse, savaşın kaçınılmaz olacağını da kati bir üslupla

açıklamıştır. (GZC, 3.C., s.1317, 1319; ZC, 4.C., s.173-176)

56) Demek ki ilk dönemde antak kalma olmamış ve Lord Curzon da Londra'ya dönünce,

safi kulak kesilmiş, Türkiye'den ses bekliyormuş. Bir daha soracağım: Öyleyse şu

gizli saklı pazarlık ve antak kalma, ikinci dönemde kiminle yürütüldü ve yapılmış oldu? Bir

şey^etâfia sorayım: Hani pazarlık ve antak kalma, Lord Curzon'la yapılmıştı? O iddia

ne oldu? Rüzgâra mı kapılıp gitti?

586

Özetle, Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu şeklinde, "Türkiye'nin Musul mevzuunda mukavemeti

göze alamayarak, şu demek oluyor ki İngilizlerle savaşa cüret edemeyerek, gerekirse burasından

vaz geçmenin lüzumuna dair' bir konferans yapmamıştır. Dileyen gizli saklı oturum

tutanaklarını inceleyebilir. Mısıroğlu'nun, M.Kemal'in, "Bu konuşmaların en

yaşamsal bir kısmını ifşa etmek suretiyle, kasden seyahate çıktığı" iddiası da,

gerçeğe aykırıdır. Öyle bir laf söylememiştir ki bu tarz şeyleri ifşa etmesi laf mevzusu

olsun. Ama Mısıroğlu, aklına geleni yazıyor.57

c. Mısıroğlu, "Gizli celsede sarf edilmiş bir sözün, izhar edilmiş bir

kanaatin, Konya'da gazetecilere alenen (açıkça) anlatım" edilmiş olduğu iddiasını da,

A.İhsan Sabis'in anılarına (5.C., s.365-366) dayandırıyor. Nasıl şi-şirerek,

değiştirerek, araya var olmayan gazetecileri sokarak aktardığını görmek için

ilkin, Sabis'i dinleyelim:

"Konya istasyonuna gittik. Orada Vali Abdülhalik Renda, Merkez Kumandanı,

Hükümet erkanı, Demiryolları Umum Müdürü Behiç Bey, Askeri Temyiz Divanı azalan,

Niğde Mebusu Ata Bey, Mevlevi Şeyhi Çelebi Efendi vesaire istasyonda idiler.

Tren geldi. Programa nazaran otuz dakika Konya istasyonunda durduktan sonrasında Adana'ya

gidecekmiş. Vagon penceresinden, M.Kemal Paşayı, Latife Hanımı, Kılıç Ali'yi,

Adana Mebusu Zamir Beyi, Konya Mebusu Refik Beyi (Koraltan), Van Mebusu Haydar

Beyi gördük. M.Kemal Paşa, Latife Hanım, öteki zatlar, Yaver Salih ve Muzaffer

Beyler ve gizyazı kâtibi Siirtli Mahmut Bey vagondan indiler. M.Kemal Paşa,

istikbale gelmiş olanların hepsinin ellerini birer birer sıktı. Bana gelince

sırayı bozmadı. Fakat ciddi şeklinde duran çehresinde bana karşı bir kırgınlık yada

kızgınlık eseri seziliyordu.. Ata Beyle, Çelebi Efendi ile, Vali ile birkaç

kelime konuştu; sonrasında benim yanımda duran Nihat Paşaya hitaben, 'Nasılsınız

Paşam?' dedi, bana bir şey söylemedi. Hava birazcık serin olduğu için, Valiye ve Ata

Beye hitaben, 'buyrun, birazcık vagonda oturalım' diyerek vagona girdiler;

ötekiler onları takip ettiler. Nihat Paşa bana dönerek, 'Haydi ikimiz de gidelim'

dedi. Ben gitmemek istedim ama elimden sıkıca tutarak beni vagona çekti. Bu

biçimde içeri girdik.. Vagonda, kendisine barış hakkındaki sorulan birtakım suallere

karşı, M.Kemal Paşa şu izahatı verdi:

'Mukabil barış projemiz, heyet-i murahhasamızın Lozan'daki son teklifleri

dairesindedir. Gizli celselerde bazı beyanlarda bulunanlar oldu; nihayet ben

Meclise gittim, dedim ki: 'Efendiler! Ne istiyorsunuz? Karaağaç, Musul vesaire

için savaş mı edelim? Millet harpten usanmıştır. Takati kalmamıştır. Harp

edemeyiz. Milleti savaşa sürüklemek için pek yaşamsal, son aşama önemli meselelerin

konu-u bahs olması lazımdır."

M.Kemal Mecliste bu şekilde konuşmamıştır ki kendi konuşmasını bu şekilde özetle57) M.Kemal'in bu seyahatinde, Adana, Mersin, Tarsus, Konya, Afyon ve Kütahya'yı

ziyaret etmiş, hepsinde muhtelif konuşmalar yapmış (Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve

Demeçleri, 2.C., s.113-165), 25 Martta da Ankara'ya dönmüştür. Hiçbirinde,

Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu şeklinde bir laf söylememiştir.

587

sin? Ama M.Kemal'in, tam bu şekilde olmasa bile, buna yakın bir şeyler söylemiş

bulunduğunu varsayalım. Kime söylüyor bu tarz şeyleri? Sabis'in adlarını saydıkları

kimselere. Peki, gazeteciler nerde? Hani bu sözleri 'Konya'da gazetecilere

alenen (açıkça) anlatım etmişti '?58

d. Tabii, Mısıroğlu'nun, "bu, Lord Curzon'a karşı, uzaktan yükseltilmiş bir

nevi teslim bayrağı gibiydi" cümlesi de, şenlik balonu şeklinde havada kalıyor.

e. Ayrıca, tüm bu uydurmasyonların, hilafet ile ilgisi ne? Yazar, Musul ile

hilafet pazarlığı içinde, iyi mi bir bağ kuruyor? Hilafeti verip Musul'u mu

aldık?

f. Hayim Naum'a, Lord Curzon'a ulaştırsın diye yazılı bir taahhütte bulunuldu

ise (!), tüm bu gösterilere niçin gerek duyuluyor ki? İş bağlanıp sonlanmış değil

miydi? Yoksa, Hayim Naum bu yazılı taahhüdü yolda mı düşürmüştü de, bu şekilde

uzaktan doğrulamak ihtiyacı belirmişti? Efendim?

n "Varılan antak kalma üstüne yine çayır edilen murahhaslarla Lozan

Konferansı'nın ikinci devresi başlamış ve oldukça kısa sürmüştür. Çünkü başta

'hilafetin ilgası' olmak suretiyle, Türkiye'yi Batının peyki (uydusu) meydana getiren

inkılaplar için taahhüdde bulunulmuştur." (Lozan, 1.C., s.269)59

a. Mısıroğlu'nun, Lozan hakkındaki 3 ciltlik bir kitabı var fakat süreleri bilmiyor

veya doğruyu bilerek saptırıyor.60 Bîrine! devre (21 Kasım 1922-4

58) Süreyya Sami Berkem, o tarihte Konya'da gazetecilik yapmaktadır. Aynı

zamanda Konya Türk Ocağı Başkanı olduğundan protokole dahildir ve M.Kemal'i

istasyonda karşılayanlar içinde o da bulunmuştur. Anılarında karşılama

sahnesini detaylı olarak konu alıyor fakat vagona girdiğinden ve konuşmaları

izlediğinden laf etmiyor. Anlaşılıyor ki vagona sadece 'ileri gelenler1 girmiş

veya alınmışlardır. (Unutulmuş Günler, s.143-144)

Berkem ek olarak vakası, Sabis'ten değişik anlatmakta, M.Kemal'in Sabis'in elini

sıkmadığını yazmaktadır. —

59) Yazar Ahmet Kabaklı da aynı düşüncede: "[ingilizler] nihayet, bağımsızlık

Savaşı'ndan bitap çıktığımız tarihi kollayarak, Lozan'da, gizli saklı pazarlıklarla

Hilafeti ilga ettirdiler. [..] ingilizler... Hilafeti direkt doğruya Türk

hükümeti eliyle yok etmek (ilga) planını uyguladı. Nitekim en bitap halimizde,

bizi yine açacakları savaşla tehdit ederek, (!) Lozan'da (1923) bunu

pazarlıkla kabul ettirdiler." (Temellerin Duruşması, s.121,140)

A.Kabaklı ciddi bir edebiyat tarihçisidir. Tarih yazmanın genel usûl ve

esaslarını bilir. Ama mevzu, uzmanı olduğu alanın dışına yitik da siyasete

dökülünce, ne usûl kalıyor, ne esas. Ka-nıtsız, belgesiz, tanıksız bir iddiayı,

üstünde minik bir inceleme bile yapmadan benimsemekte mahzur görmüyor. Biri,

'Nedim Yunanca şiir de söylemiştir, dedemden duymuştum' diye yazmış olsa, asla

araştırmadan derhal kitabına geçirir mi bu iddiayı? Lozan hakkında iddiaların,

Nedim'in 'Yunanca şiir de yazdığı' hakkında bir zırvadan ne farkı var?

Hiç denetlemeden, yoklamadan, iddiada bulunanların maksatları apaçık ve delil

diye ileri sürdükleri şeyler de, kargaları bile güldürecek kadar komik ve

dayanaksız iken, insan sonradan uydurulmuş bu söylentiye iyi mi ve niçin inanır,

bu dedikoduyu neden aktarır, niye savunur?

Şaşıyorum!

Bu masalı birtakım benimseyenler: A.Dilipak, C.G.Yol, s.118; GRYT Ans., 2.C., s.248-

251; H.H.Ceylan, Büyük Oyun, 2.C., s.20-26.

60) Üçüncü baskısının başlangıcında yer edinen yazılara nazaran bu 3 ciltlik masal

kitabını beğenenler: Şehzade Mahmut Şevket Efendi, Ahmet Kabaklı, Yücel

Hacaloğlu, Haluk Selçuk, Galip Erdem, Kadir-can Kaflı, Ergun Göze, Tekin Erer,

Münevver Ayaşlı. (1.C., s.20-33) -588

Şubat 1923) 76 gün, ikinci devre ise (23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923), 97 gün

sürmüştür. Yani ikinci devre, birinci dönemden kısa değil, daha uzundur. İkinci

dönemde de ordu, muharebeye hazır biçimde tutulmuş, aynı askeri önlemler ikinci

dönemde de sürdürülmüş, sadece 1 Kasım 1923'te sulh düzenine geçilebilmiştir.

(TİH, 2.C., 6.Kısım, 4.Kitap, s.268 vd.) Görülüyor ki ikinci cümlesinin dayanağı

da, hepten yanlış,

b. Anlaşmanın (!) Lord Curzon'la yapıldığı iddiası da, böylece gümleyip

gitmiş oluyor. Baksanıza, antak kalma ikinci dönemde olmuşmuş (!). ' İddiaları,

bahar havası şeklinde devamlı değişiyor!61

6. "Usulen imza edilecek muahedeyi onaylama için hilafetin ilgasının beklenmesi,

sağlanan mutabakatlardan biriydi. Gerçekten, 23 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan

Muahedesi, İngiliz parlamentosunda se,kiz ay sonrasında, bizim ülkemizde hilafetin

yıkıldığı 3 Mart 1924 tarihinden üç gün sonrasında müzakereye açılmıştır."62 (Lozan,

1.C., 270)

Doğrular:

Hilafetin ilgası için M.Kemal ile İngilizler içinde gizli saklı bir antak kalma olduğu

62) Lozan'ın eksikleri yok mu? Var. Nitekim birtakım eksiklikler, fazlaca sonrasında

giderilebilmiştir. (Boğazlar, Hatay) Ama hiçbiri, kitapta yer edinen bu

masalların, saptırmaların, uydurmaların, kaydırmaların, senaryoların üstünde

durmuyor, yazarın hiç bir iddiasını denetlemiyor.

M.Kemal aleyhinde olsun da, ne istersen yaz! Nasıl olsa birkaç övücü bulursun!

61) N.F.Kısakürek şu şekildeki yazıyor: "Sırası gelmişken 'yüz ellilikler' üstünde de

istikbalin tarihçisine de malumat verelim. Bu listeyi tertipleyen veya

tertipleten, Ankara değil, Londra ve Lord Cur-zon'dur. Londra'da, ismet Paşaya

"Bütün muhaliflerinizi temizlemelisiniz!" emrini veriyor ve sayılarını

soruyor... ismet Paşa bu suale, "Muhaliflerimiz 150 kişidir" yanıtını veriyor.

Halbuki o güne kadar tespit edilenler ancak 70 kişidir. Lord yedi gün zarfında

bunların isimlerini istiyor, ismet Paşa da Ankara'ya bir gizyazı teli çekip kara

listedekilerin 150'ye çıkarılmasını istiyor... Bu yüz elli şahıs rastgele

devşiriliyor ve ismet Paşanın efendisi Lord Curzon'a teslim ediliyor. Bu

hadiseyi bizlere Ankara Türkocağı'nda, Başkanlık odasında, Prof.Osman Turan'ın

huzurunda anlatan, eski yaver ve Villa Manoli misafiri Tarık Mümtaz

Göztepe'dir." (Vahidüddin, s.221)

Akla ziyan bir masal. Ama 150'liklerden kabul edilen T.M.Göztepe bu, güzel güzel

uyduruyor. Biri de, "Lozan'da olup bitenleri, sanki oradaymışın da, tüm gizli saklı

ilişkileri izlemiş, görmüş, duymuş şeklinde anlatıyorsun. Sen bu sırada San Remo'da,

Villa Manyoli'ye sığınmış, yaşıyordun be birader. Lozan'a gitseydin bile ne

otele girebilirdin, ne görüşmelerin yapıldığı binaya. Uydurmanın da bir derecesi

vardır!" demiyor.

ismet Paşa Londra'ya gitmemiştir. Her sulh andlaşmasında genel af ilanı,

usuldendir. Türk kurulu, 150 kişiyi genel affın haricinde bırakmak hakkını

Konferansa zorlukla kabul ettirmiştir. Genel Af Bildirisi, Lord Curzon'un

katılmış olduğu birinci dönemde değil, katılmadığı ikinci dönemde defala/ca

görüşülerek kati şeklini alacaktır. [Seha L.Meray'ın çevirdiği Lozan Tutanak ve

Bel-geleri'nin 7.kitabında yer alan Genel Dizin'de (s.296), bu konuya ilişkin

görüşme tutanaklarının bulunduğu cilt ve sayfalar gösterilmektedir.]

Genel af haricinde tutulacak 150 şahıs mevzusu TBMM'de, Lozan Konferansı esnasında

değil, 16 Nisan 1924 günü, şu demek oluyor ki Lozan Andlaşması'nın imzalanmasından 6 ay sonrasında

görüşülmeye başlanmış, sıralama 22 Nisan 1924 günü kesinleşmiştir. (GCZ 4.C.,

s.434-462) "Yapılan pazarlık nihayetinde İngilizler, Lozan Andlaşmasını usulen imza

edecekler, parlamentolarında görüşüp onaylama eylemeleri, hilafetin ilgasından

sonraya bırakılacaktı. Nitekim de o şekildeki oldu... ingiliz parlamentosu bunu, yedi

buçuk ay sonrasında, 6 Mart 1924'te onaylama etmiştir. Yani Hilafetin ilgasından 3 gün

sonrasında." (K.Mısıroğlu, Hilafet, s.265)

589

(!) hakkında, Sofya'dan Lozan'a kadar uzanan gülünç senaryonun sonuna geldik.

Mısıroğlu'nun, bu noktaya kadarki tüm iddialarının, okuyucuyu bu sonuca

inandırmak için düzenlenmiş, kof, saptırma ve çarpıtmaya dayalı, yalanlarla

süslü olduklarını görmüştük. Kısacası, senaristliğinin temeli yok, akar su üzerinde

duruyor, en küçük bir dalgada devrilip gidiyor. Bu bakımdan kararı irdelemek

lüzumsuz.63 Ama gençleri dikkate alarak, birkaç malumat vermek istiyorum.

• Mısıroğlu, İngilizlerin Lozan'ı onaylamak için hilafetin ilgasını

beklediklerini ileri sürüyor.'Onay işlemini sadece İngiltere geciktirmiş

olsaydı, Mısıroğlu bir dereceye kadar haklı olabilirdi. Oysa reel bu şekilde değil:

1. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Lozan Andlaşmasını, 23 Ağustos günü onaylamış

ve tasdiklama belgeleri, 143.madde gereğince, bu belgelerin teslim edileceği Fransa

Hükümetine, Yunanistan'dan da sonrasında, 31 Mart 1924 günü verilmiştir.64

2. Yunanistan, Andlaşmayı 25 Ağustos 1923'te onaylamış ve tasdiklama belgelerini, 11

Şubat 1924'te vermiştir (Jeschke, TKS Kronolojisi II, s.40),

3. İtalyan Parlamentosu, 11 Ocak 1924'te,

4. İngiliz Avam Kamarası, 10 Nisan 1924'te onaylamıştır,

5. Japonya, tasdiklama belgelerini 6 Haziran 1924'te vermiştir,65

6. Fransa, 27 Ağustos 1924'te,

63) Mısıroğlu'nun söylediklerinin tek kelimesi doğru olsa, İngiltere'nin, el

altından anlaştığı (!) yeni Türkiye'ye oldukça arkadaşça davranması, yardımcı vermesi

gerekmez miydi? Ama vaziyet o şekildeki değil. ingiltere'nin, Lozan'dan sonrasında, yeni

Türkiye'ye karşı ne kadar soğuk, uzak ve düşmanca davrandığının belgeleri, Bilal

N.Şimşir'in Ankara... Ankara isimli kitabında bol miktarda bulunuyor, ingiltere, uzun

vakit Ankara'yı başkent olarak tanımayacaktır. 1581 yılından beri Büyükelçilik

düzeyinde temsil edilen İngiltere, temsilcisini elçi düzeyine indirmeye karar

verir ve bu şekilde davranmalarını yandaşlarına da telkin eder. M.Kemal'in

devrileceğini tahmin ederler, bir ihtimal de beklerler, (a.g.e., s.232, 257-258, 276

vd.) Yeni rejimin devrilmesini amaçlayan muhtelif tahriklere de girişir. Bunlar,

Başbakan İsmet Paşa tarafınca, 8.12.1923'te, TBMM'nde resmen açıklanmıştır.

(GCZ.4.C., s.316 vd.)

ingiltere ve yandaşlarının, Türkiye'ye uzun seneler tek kuruş bile kredi

vermedikleri de, malum bir husustur.

Yorgun, kapital birikiminden yoksun, fakir Türkiye, 10 sene, kendi hasım ile

kavrulacak, buna karşın pek oldukça yabancı tesisi ve işletmeyi millileştirecek,

ordusunu donatacak, askeri endüstri kurumları, hatta tayyare fabrikası kuracak,

Osmanlı borçlarını sektirmeden ödeyecek, baraj, muhtelif fabrika, santral, köprü,

demiryolu, hastane, her düzeyde okul vb. yapmış olup açmayı da, çağa açılmayı da

başaracaktır.

Osmanlı devletinden, başarılar ve yenilgilerle dolu, oldukça renkli ve varlıklı bir

tarih, büyük bir kültür devraldık. Ama tahsil, bilim, sağlık, toplumsal hizmetler,

yönetim, imar, ulaştırma, maliye, ekonomi, endüstri vb. bakımından devraldığımız

miras, yazık ki hiçe yakındır. (Tevfik Çavdar, Milli Mücadele Başlarken, s.19-

97, 121-153, 167-187)

64) "Andlaşmanın 143.maddesinin alakalı fıkraları şöyledirr "işbu Andlaşma, en

kısa zaman arasında

onaylanacaktır. Onama belgeleri Paris'te sunulacaktır... Bir taraftan Türkiye ve

öte taraftan ingiliz imparatorluğu, Fransa, italya ve Japonya, veya bunların

arasından üçü, onama belgelerini sundukları vakit, bir ilk sunuş tutanağı

düzenlenecektir. Bu ilk tutanağın tarihinden başlayarak,-Andlaşma, onu böylece

onaylamış olan Bağıtlı Yüksek Taraflar içinde yürürlüğe girecektir. "

(S.Meray, Lozan Barış Konferansı, 8.C., s.48-49)

65) 143.madde gereğince o gün Andlaşma, Türkiye, Yunanistan, İtalya,

İngiltere ve Japonya için yürürlüğe girmiştir. (İsmail Soysal, s.80) Öteki

devletler de tasdiklama belgelerini sundukça, Andlaşma onlar için de geçerlilik

kazanacaktır.

590

7. Belçika, 7 Ocak 1925'te,

8. Portekiz, 28 Mayıs 1926'da onaylamıştır. (Hepsi için: ismail Soysal, TürkK

ye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.80)

Görülüyor ki Türkiye ve Yunanistan dışındaki devletler, Lozan Andlaşma-sını, en

erken 1924 senesinde ele alıp görüşmüş ve onaylamışlardır. Lozan Andlaş-masının

Avam Kamarası'nda görüşülmesi için İngilizlerin, hilafetin ilgasını

beklediklerini ileri devam eden yazar, diğeri gecikmeleri de yorumlamak zorundadır.

Kaldı ki 23 Temmuz 1923'te imzalanmış olan Andlaşmanın birtakım maddeleri ve ekleri,

parlamentoların onayı beklenmeksizin derhal uygulanmıştır. Bizim için en mühim

husus, İstanbul ve Boğazların boşaltılmasıydı. İstanbul'un ve Boğazların

boşaltmasına ilişik hükümler, TBMM'den başka hiç bir parlamentonun onayı

beklenmeksizin, 23 Ağustos 1923 günü yürürlüğe girecek, boşaltma 6 haftada

tamamlanacak ve işgarkuvvetleri (ingilizler, Fransızlar ve İtalyanlar) 2 Ekim

1923 günü çekilip gideceklerdir.66

Londra'nın yeni temsilcisi Ronald Lindsay de, onaydan ilkin, 12 Şubat günü

İstanbul'a gelir. (B.N.Şimşir, Ankara... Ankara, s.265)

Lozan Andlaşmanın Avam Kamarası'nda görüşülmeye başlanması için hilafetin

ilgasının beklendiğini ileri sürmek, bir masalı sürdürmek ve noktalamak için

gerçekleri yok saymak ve sağduyuyu zorlamaktan başka bir şey değildir.

Geldik komedinin son sahnesine:

D "Hayim Naum Efendinin aracılığı ile Türkiye'nin başta Hilafet olmak suretiyle

birçok tavizler vermesine sebep olan Lozan Anlaşmasının ünlü 24 maddelik gizli saklı

bölümü tanzim edilmiştir." (S.Mücahitler, s.386)67

Demek ki Lozan Andlaşmasmın, ünlü bir gizli saklı bölümü varmış ve de kimsenin

bilmediği bu ünlü gizli saklı kısım, 24 maddeymiş. Mısıroğlu, bu detaylı ve kati

bilgiyi neye dayanarak veriyor? Engin ve varlıklı muhayyilesine tabii.

66) Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk birlikleri 6 Ekim 1923'te İstanbul'a

girerler. Aynı gün Damat Ferit de Nice'te ölür. (Jeschke, TKS Kronolojisi II,

s.42)

67) "Kimbılir burada (Lozan'da) varılan neticelerin zahiri planı peşinde,

gizli saklı bir antak kalma yapılmıştır ki başta 'hilafetin ilgası' olmak suretiyle, tüm

inkılap hamlelerini muhtevidir." (K.Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.270)

A.Dilipak da diyor ki: "Lozan'ın milletten saklanan maddeleri var mıydı? Konuya

ilişik ingiliz belgeleri hâlâ açıklanmamıştır." (CG Yol, s.124)

A.Kâbaklı da sual sorarak başlıyor, kati bir ifadeyle bitiriyor yazısını:

"Lozan'da ismet Paşa ile Lord Curzon içinde, Hilafetin feda edilmesine

mukabil, şu sonuçların sağlanacağına dair birtakım gizli saklı pazarlıklar yapılmış oldu mı?

Bazı olay ve hatıralarda lafı geçen 'gizli saklı söJeşme' (!) ne seviyede doğrudur'

[Gizli bir sözleşmeden söz eden hiç hatıra yok!] Nerededir? Belgesi ne vakit

ortaya çıkacaktır? Bütün bunların artık açıklanması tarihi çoktan gelmiştir.

Yalan ve gizlilik üstüne ulusal tarih değil, siyaset dahi yapılamaz, ilim

adamları ve tarihçiler dahi, Lozan'ın ve Milli Mücadele'nin tüm gerçeklerini

ortaya çıkarmazlarsa, geleceklere karşı vebal altında kalırlar." (Temellerin

Duruşması, s.148)

Shakespeare'ın bir komedisi var: 'Hiç Üstüne Kuru Gürültü'! Bu arabesk laflar de

o şekildeki.

Olmayan bir şey iyi mi açıklansın, iyi mi ortaya çıkarılsın? Yoktan var etmek

sadece Allaha mahsus değil midir?

591

a. Lozan Andlaşmasını ve ekleri olan antak kalma, sözleşme, protokol ve bildirilen,

üç delegemiz birden imzalamıştır.68 Anlaşılıyor ki üçü bir arada yetkilidir. Bu

24 maddelik gizli saklı anlaşmayı da üçü birden mi imzaladı? Öyleyse Rıza Nur bundan

niçin asla bahsetmiyor? Yoksa, pazarlığı sadece İsmet Paşa mı yürüttü ve

anlaşmayı imzaladı?69 Sadece birinin imzası ile, gizli saklı bile olsa, bir antak kalma

yapılabilir mi? Üstelik Mısıroğlu, bir başka yerde de, bu gizli saklı antak kalma için

muahede (andlaşma) diyor. (S.Mücahitler, s.387) Anlaşma mı, andlaşma mı? İkisi

içinde ciddi ayrım var. Bu iş için yetkilendirilmemiş biri, bir anlaşmayı veya

andlaş-mayı imzalayabilir mi? Yetki hükümetçe verilebilir. Şu biçimde Rauf Orbay

hükümeti de bu işin arasında. Değilse, Türk Devleti adına antak kalma veya andlaşma

yapabilme ve imzalama yetkisini kim vermiş İsmet Paşaya? Hükümetten başka bir

makam bu şekilde bir yetki verebilir mi? Vermiş olsa bile, bu şekilde bir yetki ve

hükümetin onaylayıp üstlenmediği bir antak kalma, geçerli ve bağlayıcı olur mu?

Hangi Türk hükümeti onayladı bu gizli saklı anlaşmayı?70

70) Seha L.Meray, Lozan Barış Konferansı, 8.C., s.49, 59, 63, 71, 81, 87, 88,

91, 93, 94, 97,99, 104,105,106,111,113,115.

Rıza Nur, Hasan Saka ve tüm müşavirler, aynı otelde kaldıklarına ve İsmet Paşa

ile devamlı beraber olduklarına nazaran, bu pazarlık ve antak kalma, iyi mi hepsinden

saklanabildi? Bu olası müdür? Pazarlık nerde yapılma? Ne vakit yapılma? Nasıl

yapılma? Tek konuşmada bağlanacak bir iş olmadına nazaran, kaç defa münasebet edilmiş?

ingiltere, Hilafete karşı Türkiye'ye ne şeklinde ödünler vermiş? İngiltere adına

pazarlığı yürüten kim veya kimler? Pazarlığın Ankara'daki muhatabı ancak

M.Kemal mi? M.Kemal ile ismet Paşa arasındaki tüm komünikasyon, Başbakan Rauf

Bey yöntemiyle oluyor. O da mı bu işin arasında? Değilse, İngilizler, peşinde

hükümet, dolayısıyla Meclis olmadığına nazaran, ismet Paşaya neden ve iyi mi

güvendiler de, bu kadar mühim bir mevzuda pazarlığa girişip Lozan Andlaşmasını

imzaladılar ve yürürlüğe girmesinden ilkin Çanakkale'yi, Gelibolu'yu ve

İstanbul'u boşalttılar?

Lloyd George 19 Ekim 1922'de çekilme etmiş ve 23 Ekimde Bonar Lovv'ın

Başbakanlığında geçici bir hükümet kurulmuştur. 15 Kasımda genel seçime gidilir

ve L.George'un Liberal Partisi, 61 iskemle kaybederek, 57 milletvekilliğine

düşer. Bonar Low da, 20 Mayıs 1923'te başbakanlıktan çekilme edecektir. Yerine

Baldvvin gelir ve yeni bir hükümet kurulur. (D.VValder, Çanakkale Olayı, s.411-

412)

Lozan Konferası'ndan derhal ilkin ve konuşma sürerken kurulan bu yeni ingiliz

hükümetlerinden habersiz olarak, sadece Lord Curzon'un isteğiyle yapılabilir mi

bu pazarlıklar? Neden hiç bir İngilizin anısında, İngiliz belgelerinde,

araştırmalarında, kabine tutanaklarında, casuslarla alakalı olanlar haricinde hepsi

açıklanmış olan gizli saklı İngiliz belgelerinde, arşivlere intikal ettirilmiş hususi

belgelerde, mektuplarda, notlarda, bu mevzuyla alakalı tek bir ima, belirti, ip

ucu, iz, işaret, karine, eser, nişan yok?

Bu oldukça mühim vaka, o gün tüm dünyadan iyi mi saklanabildi? Bugüne kadar iyi mi

gizli saklı tu-tulabildi? Neden bizdeki bir iki M.Kemal karşıtı yazardan başka, Türk

veya yabancı, hiç bir ciddi tarihçi, siyasetbilimci ve araştırmacı bu iddiayı

ileri sürmüyor?

Hilafet, asla sebepsiz, sırf M.Kemal ile İsmet Paşa taahhüt etti diye mi

kaldırıldı? Yoksa dört aylık Cumhuriyeti tehdit eden ve Türkiye'nin

geleceğinijlgilendiren ciddi vakalar mı vardı? Birileri Halife'yi, devlet arasında

devlet olmaya mı teşvik ediyorlardı? (l.inönü, Hatıralar, 2.C., s.186 vd.'da,

meraklısı için ehil malumat bulunuyor.) ı

Olayın bu yanına hiçbiri münasebet etmiyor, uzağından dolaşıyor.

Sonraki hükümetlerin bu anlaşmadan asla mi haberleri olmadı? Demokrat Parti

döneminde (1950-1960) Cumhurbaşkanlığı arşivi dahil, tüm devlet arşivleri, DP

iktidarının elindeydi. Bu on sene arasında, bu dedikoduya karşın, niçin bu mevzuyla

alakalı hiç bir belge, malumat ortaya çıkmadı?

b. Lozan Andlaşması, 24 Temmuzdaimzalandı. Bu gizli saklı antak kalma da o zaman mi imzalandı? Öyleyse bu 24 maddelik

gizli saklı antak kalma (!), Lord Cur-zon'la değil, şundan dolayı ikinci dönemde o yok, Sir Horace

Rombold ile yapılma olabilir. Öyleyse, pazarlığın ve anlaşmanın Lord Curzonİsmet Paşa içinde yapıldığı hakkında o cafcaflı, yaldızlı iddialar neydi?

Hangisi imzaladı? Yok, bu gizli saklı -antak kalma, birinci dönemde yapılmış oldu ise,

görüşmeler niçin yarıda kesildi? Neden cenk ihtimali belirdi? İkinci devre,

niçin o denli uzadı ve ordu hazır tutuldu?Bu dramatik senaryo, sonradan buluş

edilmiş olduğu ve bir türlü de kılıfına uydurulamadığı için gü-lünçleştikçe

gülünçleşti. Sonunda da bulamaç bir komediye dönüştü, İşte: n "Kimbilir, halen

Londra'da, 'Beaverbrook Faundation' isimli ilim ve inceleme vakfında mahfuz

(saklı) bulunan Lord Curzon'un evrakı içinde, bu esrarı aydınlatacak ne müthiş

vesaik (belgeler) vardır. Ancak bunun, İngiliz siyasetinin hale ve istikbale ilişkin

menfaatleri icabınca, asla hiç kimseye gösterilemeyeceği, şahsen bizlere karşı açıkça

anlatım edilmiştir. Bu evrakın, siyasal kanaatlerinden güvenli bulunulan birtakım İngiliz

yazarlarına gösterilmiş olduğu anlaşılmaktadır." (Lozan, 1.C., s.270-271)

Mısıroğlu tekrar masal konu alıyor. Çünkü Beaverbrook arşivinde, Lord Curzon'un

değil, Lloyd George'un belgeleri vardır.71

Lord Curzon'a ilişkin belgeler, Dışişleri Bakanlığı Arşivinin FO/800 sayılı 'hususi

belgeler' (Private Papers) dizisinde (No.115) bulunmaktadır.72

Şu üç yazar, hem Lord Curzon'un hususi belgelerini incelemiş, Beaverbrook

arşivinden de yararlanmıştır: S.R.Sonyel (s.200), M.L.Smith (s.7, 418),

P.C.Helmreich (s.262, 264). Üçünün kitabı da, Türkiye lehinde, İngiliz ve Yunan

politikaları aleyhindedir.

Velhasıl Mısıroğlu'nun hiç bir iddiası, gerçeğe uymuyor.73 Bazı Vahidettinci

yazıcıların, İngiliz belgeleri saklanıyor, incelemeye açılmadı diye yakınıyor

görünmelerinin,74 Mısıroğlu şeklinde bu şekilde masallar uydurmalarının nedeni, sanıyorum

ki açıkça anlaşıldı. Sofya'da başlatıp Pera Palas'ta sürdürdükleri, Lozan'da

yaptıkları gizli saklı pazarlığın ve anlaşmanın,

71) Bunu belirten üç kaynak: M.L.Smith, Anadolu Üzerindeki Göz, s.418; Paul

C.Helmreich, Sevr Entrikaları, s.264; S.R.Sonyel, Dış Politika, 1.C., s.220.

72) S.R.Sonyel ile P.C.Helmreich'ın, bu arşivi taradıkları anlaşılıyor.

(S.R.Sonyel, TKS ve Dış Politika, 1.C., s.220; Paul C. Helmreich, s.263)

Sonyel, bu dizide, Lord Curzon'un hususi belgelerinden Başka, A.C.Balfour, A.Ryan

ve E.Crovv'un hususi belgelerinin de olduğunu kaydetmektedir.

73) Beaverbrook Faundation'un adresi: 40 Elm Road, London, SW 49 EX; telefon

numarası, O 171 498 86 64. isteyen ilişki kurabilir, belgelerin hiç kimseye

gösterilmediği iddiasının, doğru olmadığını kolayca anlayabilir.

74) A.Dilipak'ın bu konudaki gerçeğe aykırı iddiasını, Birinci Bölümün

başlangıcında aktarmıştım. Tekrar veriyorum: "...Ne yazık ki bu döneme ilişik ingiliz

belgeleri, hâlâ oldukça hususi sebepler ve bazı siyasal mülahazalarla, İngiliz

yasaları ile belirlenen süreler, muhtelif vesilelerle tevil edilmek üzere

aşılarak seyircilere sunulmamaktadır." (CG Yol, s.35)

593

çelişkili bir senaryo, çocukça bir masal ve uzun kuyruklu bir asılsız bulunduğunu

biliyorlar. Uydurup geliştiren ve pazarlayan, kendileri şundan dolayı.

Bir tek iddialarının bile, doğru olmadığını gördük. Ama bu masalı, aleni-kapalı,

ısrarla sürdürüyorlar.

Bu lafda yakınmalar ile de, bu gizli saklı pazarlığın kanıtlarını, gizlenip saklandığı

için açıklayamadıkları izlenimini vermek istiyorlar.

Yalanın belgesi olur mu?

a. Ellerinde, endirekt bile olsa, bu mevzuda ciddi bir belge varsa, hiç bir yasa

bunun açıklanmasını engellemiyor; yollasınlar, ben yayımlayayım.

b. Zaten İngilizlerin, daha Milli Mücadele başlamadan ilkin, Hilafetin ilgasını

istemeleri ve bunun için pazarlığa girişmeleri için de, hiç bir ciddi sebep yok.

Halife ellerindeydi ve istediklerini yaptırıyorlardı.

Bu iki mevzuyu da, ana çizgileriyle, ilerde ele alacağım.

D Akit gazetesinin, 24 Temmuz 1996 günlü sayısının birinci sayfasındaki manşet

şu şekildeki: "Lozan'dan müthiş hatıralar: Musul, sarhoş kurbanı". Başlığın sol yanında

İsmet İnönü ile M.Kemal'in resimleri var. Manşet altında ve resimlerin yanında

şu açıklamalar yer alıyor: "Lozan'daki Amerika müşahiti John Grew hatıralarında,

'İsmet, iyi bir keyiflendiricinin tesiri altında, İngilizlerin Musul'u elde

tutmalarında hiç bir mahzur görmediğini 3 defa söylemiş' diye yazıyor... İsmet

İnönü'nün görüşmeler sırasında, ne dediğini algı edemeyecek kadar sarhoş

bulunması, Andlaşmanın Türkiye için niçin bir hezimet bulunduğunu, açıkça ortaya

koydu... John Grew anılarında, İsmet İnönü'nün Lozan görüşmeleri esnasında, zil

zurna sarhoş bulunduğunu söyledi."

Doğrular:

a. Söz mevzusu anıların yazarı John Grew değil, Joseph Grew'dir.75

b. Grew, anılarının hiç bir yerinde, İsmet Paşanın görüşmeler 'sırasında/

esnasında' sarhoş bulunduğunu yazmadığı şeklinde ziyafetlerde de sarhoş olduğu için laf

etmiyor. Bu, Akit yazarının çarpıtmasıdır.

Akit yazarı, 'akşam yemekleri' ifadesini, 'görüşmeler1 diye değiştiriyor; j

'keyiflendirici etki' deyimini de 'zil zurna sarhoş'a dönüştürüyor. Ama j

Grevv'in anılarında yer edinen, sonraki çetin günlere ilişkin, özetin özeti o rak

aktaracağım ayrıntıları, bütünüyle görmezden geliyor. Grevv'in anı-; larını kim

bulup da okuyacak? Öyleyse salla gitsin. Ne dürüst bir yön-j tem! '

c. Oysa Grew, İtalyan delegasyonunun verdiği bir ziyafette, Rıza Nurla3 yapmış olduğu

'tatlı bir görüşmeyi' anlattıktan ve Rıza Nur'un, Musul'da verilecek imtiyazlar

için Amerika'nin elini acele tutmasını, 'ilk giren aslan payını

75) M.Aşkın, yazarın Turbulent Era (1955) isimli iki ciltlik anılarından 'Lozan

Konferansı' ve Türkiye'deki Misyonum' başlıklı bölümlerini çevirmiş.

594

"İyi bir akşam yemeği esnasında Türklerin söyledikleri hiç bir lafa, fazla ehemmiyet

vermemek gerek. Nitekim başka bir yerden duyduğuma nazaran ismet, tekrar iyi bir

şampanyanın keyiflendirici tesiri altında Curzon'a, İngilizlerin Musul'u elde

tutmalarında hiç bir mahzur görmediklerini üç defa söylemiş. Konferansta atasözü

haline gelmiş olan kanı şu ki Türkler, bu şeklinde ziyafetlerin ertesi günlerinde,

eskisinden daha inatçı oluyor ve her şeye düpedüz hayır diyorlar." (s.25)

Grew, bu gözlemini doğrulayan sonraki gelişimleri de şu şekildeki konu alıyor: "Curzon

bizlere, Musul problemi hakkındaki İsmet'le yapmış olduğu yazışmayı gösterdi. İki taraf da

birbirlerine pek oldukça notalar göndermiş ama hiçbiri bir adım ileri gidememiş.

Konferansın sonu hakkındaki Curzon kötümser... (s.28) Türkler Musul'u almak

istiyor ama İngilizler oradan toprak vermeyi ne olursa olsun reddediyorlar...

(s.29) İngilizlerin ve Türklerin birbirlerine, pek fena ültimatomlar göndermekte

yarışa girmekle pek tehlikeli oyun oynadıklarına... inanmaktayız... (s.29-30)

İsmet Paşa ile genel mahiyetteki konuşmamız şunları ortaya çıkardı ve gösterdi

ki... Müttefiklere ödün vermek hususunda bir adım bile ileri gitmeyecektir...

Bu gece İsmet'i oldukça ciddi ve eskisine oranla daha katılaşmış gördüm... Bütün

fikir ve kararlarını, oldukça kati ve soğuk bir biçimde kestirip atıyordu...

(s.31-32) Child, İsmet ve Curzon, tüm gece konuştular ve hiç bir sonuca

varamadılar... (s.33) Curzon göründü, kızgın bir boğa şeklinde odaya saldırı etti,

bize baktı, parmağını havada dalgalandırarak aşağı yukarı yürümeye başladı.

Durmadan ter döküyor ve içerdekilerin yüzlerine bakıyordu. Birden bağırdı: 'Dört

korkulu saatten beri burada oturduk ve İsmet, her lafımıza şu bayat ve adi

kelimelerle yanıt verdi: Bağımsızlık ve milli egemenlik '... (s.41) Her şey

bitmişti. Curzon ıztırap ve tehlike içindeydi... (s.42) Lozan Konferansının

birinci kısmı böylece sona erdi." (s.44) Evet, Grew Lozan'ın birinci bölümünü

bu şekilde konu alıyor. Akit gazetesi nerede, reel nerede?

J.Grevv, konferansın ikinci bölümünü ve sonucunu da, İnterlaken'da meydana getirilen Amerika

konsolosluk görevlileri toplantısında şu şekildeki anlatmıştır:

"Basın haberlerinden hepiniz öğrenmiş bulunuyorsunuz ki İsmet Paşa, Lozan'da

büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır... Bu vakası inkâr etmenin hiç bir faydası

yoktur. Bu tamamen doğrudur... Belki bu, tarihte kazanılmış en büyük diplomatik

zaferdir." (s.46)76

76) Lloyd George'nun cenk yandan Bakanlarından Lord Birkenhead, Lozan

Andlaşması hakkındaki, 14.8.1923 günlü Evening Standard gazetesinde şu şekildeki yazar:

"Türkleri her muharebede yendik. Savaşı büyük zaferle sona erdirdik fakat şimdi her

şey yitırildi. Uğrunda savaştığımız her şey teslim edildi." (S.R.Sonyel, ingiliz

Gizli Servisi, s.335-336)

Rauf Orbay da, anılarında şu şekildeki diyor: "Hülasa Lozan'da, [İsmet Paşayla]

aramızda hasıl olan anlaşmazlıklara karşın, memleket hesabına yapılması imkânı

olanın en iyisi yapılmıştır." (Yakın Tarihimiz, 4.C., s.55)

595

a "ismet Paşa... gizli saklı muahedenin taahhütleri istikametinde, yenil Türkiye

vücuda getirmek için kendisi baş mimar olmak suretiyle, hamarat bir s rette

Başvekillik makamına oturmuştur." (K.Mısıroğlu, Sarıklı Mücahitler, s.387)77

Bu masalcı beylere nazaran tüm geleceğimizi, İngilizler ile Yahudiler sonucu

(aştırmışlar. Bize de, nedense Protestanlığı (?) kabul ettirmeyi müsait

bulmuşlar. İsmet Paşa, M.Kemal, hükümet ve TBMM de bunu kuzu kuzu kabul

etmişler, i ferden sonraki yenilikler, bu anlaşmanın sonucuymuş.

Ne şu demek oluyor ki, bizler şimdi Protestan mıyız?

Sağlıklı bir insan, böylesi birşey iyi mi düşünebilir ve yazabilir?

Bilenlere soruyorum: İslamiyette, Müslümanım diyeni tekfir etmek, miiyon-: larca

Müslümanı bu şekilde bir töhmet altında bırakmak, zanla yargı vermek, hangi niyetle

olursa olsun kara çalma etmek, doğruyu çarpıtmak, asılsız söylemek, sahte belgelerle

halkı kandırmak, caiz midir?

Yoksa Müslümanlıkta buna, günah ve zulüm mü denir?

77) Bu konudaki iddiaları topluca görürsek, bu yazarların halka ne telkin etmek

istediklerini, daha j iyi anlayabiliriz:

D "... milleti dinsiz yapmak için...".(Büyük Doğu, 29.rakam/1946)

D "...Türklerin islami bünyesini değiştirerek, onlara Protestanlığı kabul

ettirmek...' (Sebilür- j reşat, 86.rakam)

D "...olayların gelişmesi, M.Kemal'i Anadolu'ya gönderebilmek şeklinde mühim bir

rol sahibi ki- j lınca, onunla Türkiye'nin gelecekteki kimliği üstünde

anlaşmanın gereğini ortaya çıkarmıştır.'j (K.Mısıroğlu, Hilafet, s.142 vd.;

ek olarak Lozan,1.C., s.107)

D " Böylece, bir yandan... Halifelik yıkılırken, Yunan'a üstün gelecek olan

Anadolu'daki as-' keri adım atar da, istenen inkılaplar için tartışılmaz bir

otorite kazanacaktı..." (Hilafet, s.212, dipnot 227)

D "Lozan'da... Türkiye'yi Batının peyki meydana getiren inkılaplar için taahhüdde

bulunulmuştur.' (K.Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.269)

D "... liselerimizin ders programlarından Osmanlı ve islam tarihini çıkartıp,

Yunan uygarlık tarihini mecbur ders yapacaktık. Olan olmuştu. Yunan

klasiklerini tercümeye başladık. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Batı kültürünün de

temelini, gerçekleştiren Grek kültürünü kendisi için milat: kabul ediyordu... Ders

kitaplarını, Yunan ve Batı düşüncesi doğrultusunda yenileyerek, bu j emele

hizmet edilmiştir." (A.Dilipak, CG Yol, s.282,332)

D " Harp sonlanmış oldu, din gitti." (GRYT Ansiklopedisi, 1 .C., s.277)

D "Yüzlerce caminin yıkıldığı, satıldığı, parti binası yapıldığı günlere geldik.

Öyle ki cami- j ler, aleni arttırma ile satılıyordu. Kimini azınlıklar aldı, kimi

de istanbul'un en ünlü fuhuş yuvalarına dönüştürüldü." (A.Dilipak, CG Yol,

s.329; aynı doğrultuda: GRYT Ansiklopedisi, 4.C.,; s.96, 105; H.H.Ceylan, DinDevlet ilişkileri, 3.C., s.97,99,117)

O "Devlet dinin aleyhine geçmiş, dini tahribe yönelmiş... Din kötülenmiş, dindar

kötülenmiş,l inanç zaafa uğratılmıştır." (Mehmet Kutlular, Yeni Asya gazetesi

sahibi, 1^.11.1995 günü j ATV'de piyasaya çıkan A Takımı programında)

Bunlara, 1946'dan beri sürüp gelen diğeri yazıları, türlü telkin araçlarını,

etkinlikleri, kapalı ortamlarda söylenenleri, fısıltı gazetesini, radyo ve

televizyonları da eklemek gerekiyor.

Şevki Yılmaz bu trajikomik oyunun son figüranı!

Tablo bu.

596

 * 6-3-2. Hilafet

* 6-3-2-1. İngilizler ve hilafet

Masalcıların gerekçeleri şu: İngilizler hilafeti ille kaldırtmak istiyorlarmış,

bundan dolayı Milli Mücadele başlamadan ilkin, M.Kemal'le ilişki kurup anlaşmışlar,

Lozan'da da bu işi kesinleştirmişlermiş. İyi fakat İngilizlerin bu isteğinin,

makul ve ciddi bir öne sürülen nedeni olması gerekmiyor mu?

İngilizler, niçin hilafetin kaldırılmasını istesinler?

Hilafet, ne vakit İngilizler için ciddi bir sıkıntı oldu ki?

İşin yani şu:

^Asya ve Afrika'daki tüm Müslüman ülkeler ve topluluklar, başta İngiltere

olmak suretiyle, emperyalistlerin ya nüfuzu ya işgali veya yönetimi altındaydı.

Hangi Halife, bu mazlum toplulukları uyandırmak için aleni veya gizli saklı faaliyette

bulundu, direnişe çağırdı?

Hangi Halife, direnenleri madden veya manen destekledi?

Hangi Halife, bu toplulukların bağımsızlığı için savaşım açtı?

Tarih, Birinci Dünya Savaşı'na kadar bu mevzuda hiç bir sıkıntı, çekişme, çatışma,

itilaf olmadığını gösteriyor. Tam bilakis, birtakım Osmanlı Halifeleri, İngiliz

ve Alman emperyalizmine omuz vermiştir:

1788 senesinde I.Abdülhamit, İngilizleri uğraştıran Maysor hükümdarı Tip-pu

Sultana, İngilizlerle savaşmaktan vaz geçmesini öğütleyen bir mektup yazar. Aynı

sultana III.Selim de bir mektup yazarak, İngilizlerle iyi geçinmesi için nasihat

verir.

1857'de Hindistan'daki ayaklanmalara Müslümanların da katılmaları üstüne,

İngilizler Abdülmecit'e baş vururlar. Onun eıtıri ile Hamdi Efendi

başkanlığındaki bir ulema kurulu, Müslümanları yatıştırmak için Hindistan'a

yollanır.78

II.Abdülhamit, Hindistan'daki Müslümanların direnişini kırmak isteyen

ingilizlere, Halife olarak yardımcı vermiştir. Bu doğruyu de, Kadir Mısıroğlu

açıklamaktadır:

"İngilizler, Hindistan'da çıkmak suretiyle olan bir isyanı, ondan aldıkları bir

'sükûnet fermanı' ile sadece ve güçlükle önleyebilmişlerdir." (Lozan, 1.C.,

s.134)79

78) D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1 .C., s.47-48; Hikmet Bayur,

İngilizlerin Abdülaziz'den de yararlandıklarını belirtiyor. (XX.Yüzyıl, s. 130)

79) "Yine İngilizlerin isteği üstüne, II.Abdülhamit, Afganistan'a da bir

elçilik kurulu yollamış, Emir Şir Ali Han'a, Rus dostluğunu bırakıp ingiltere'ye

yaklaşmasını söylemiştir. Türkistan Müslü-manlarına, uslu durmaları öğüdünde

bulunmuştur." (D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.48) -*

597

Yani en kudretli Halife bile, emperyalist ingilizlere yardım ediyor! ingiliz- ,

ler, hilafete niçin karşı olsunlar?

Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında, Şeyhülislam Hayri Efendinin fetvasına

dayanılarak, tüm dünya Müslümanları, Müttefiklere karşı cihad-ı ekbere çayır

edilir.80 Bu çayır bütünüyle yansız kalmayacak fakat sadece birtakım uzak lerde

dalgalanmalara yol açacaktır. (Hindistan, Sudan, kısmen de Mısır)81

İngiltere, hilafetin ilgasını değil, Türklerden alınarak, kendi nüfuzu altınd

bir başka bir topluma verilmesini düşünmektedir.82 İngiltere'nin Halife Mekke

Emiri Hüseyin'dir; kendisine ayda 300.000 İngiliz lirası verilir.83

Cihada çayır, Osmanlı Devletine bağlı ve Anadolu'ya bitişik olan Arabistan'da,

Irak'ta ve Suriye'de ise, ergonomik ve anlamlı hiç bir netice vermemiştir Özellikle

Hicaz'da ve bugünkü Ürdün topraklarından başlayarak, Anadolu'nun kapılarına

kadar Filistin, Lübnan ve Suriye'de, din kardeşimiz ve Osmanlı devletinin uyruğu

olan Arapların, Türk ordusunu iyi mi arkadan hançerlediği, malum bir

husustur.84 Cihad ilanı, Hindistanlı ve Kuzey Afrikalı Müslümanların, İngiliz ve

Fransız kuvvetlerinin emrinde, Çanakkale'de, Irak'ta, Sina'da, Filistin'de,

Suriye'de ve Güney Anadolu'da Türklere karşı savaşmalarını da genel hatlarıyla

engelleyemeyecektir.

Sözün özü, tesirinin derecesi bu düzeyde olan Osmanlı hilafetinin, Birin-

80) 1906 Fas bunalımı esnasında II.Abdülhamit, Fas Sultanına bir mektup

göndererek, Alman İmparatorunun, İslamın büyük dostu ve koruyucusu bulunduğunu ve

onun öğütlerinin dinlenmesinin müsait düşeceğini yazmıştır." (a.g.e., s.51)

Alman İmparatoru ll.VVİlhelm, Çin'de bulunan elli milyonu aşkın Müslümanın

desteğini kazanmak için II.Abdülhamit'ten yardım ister; Abdülhamit, VVilhelm'in

isteğini de müspet karşılar ve Çin'e bir nasihat kurulu gönderir. (K.Mısıroğlu,

Hilafet, s.124, dipnot 101)

Yusuf Akçura'nın bu mevzuda verdiği bilgiler için: GCZ., 4.C., s.324. "Rusya,

Fransa, ingiltere devletleriyle müttefiklerinin esareti altında yaşayan

Müslümanlar, ayaklanmaya ve Osmanlı devleti ile müttefiklerine karşı tabanca

kullanmamaya çağrıldı." (Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3522-3523) Sonuç:

Hemen derhal sıfır! D.Avcıoğlu, Milli KurtuluşTarihi, 1.C., s.66-70, 86-93;

K.Mısıroğlu, Hilafet, s.128-135. İngiltere'nin, Rus Dışişleri Bakanına, Mart

1915'te verdiği memorandumdan: "Türklerin istanbul'dan uzaklaştırılmasından

sonrasında, başka bir yerde, İslam'ın politik merkezi olacak halde, bağımsız bir

islam devletinin (?) kurulması mecbur sayılmaktadır." (D.Avcıoğlu, Milli

Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.93) a.g.e., s.94-95.

Bu konudaki birtakım anılar: Naci Kaşif Kıcıman, Medine Müdafaası, Sebil Y.,

istanbul, 1971; C.Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber'de

Türk Cengi, istanbul, 1962; F.R.Atay, Zeytindağı, Bateş Y., istanbul, 1981;

Cemal Paşa, Hatıralar, Selek Y., istanbul, 1959; Ayrıca: F.Belen, 20.Yüyılda

Osmanlı Devleti, s.258; K.Karabekir, bağımsızlık Harbimiz, s.148; Alpay Kabacalı,

Büyük Dönemeçler, s.63-136.

K.Mısıroğlu özetle diyor ki: "Cihad-ı Mukaddes fetvasına Araplar, beklenildiği

kadar ilgi göstermemişti. Bu, Arapların asırlardan beri gayr-i muharip

bulunmalarından, Osmanlılarla savaş halindeki anlaşmazlık devletlerinden

çekinmelerinden ve özellikle ingilizlerin, petrol siyasetine bağlı olarak, onları

aleyhimize tahrik etmiş olmasından doğuyordu. " (Hilafet, 141, dipnot 112)

Mısıroğlu'nun ileri sürdüğü diğeri meşru mazeretler (!) bir yana, örneğin Fa'ysal

ordusunda yer alarak Türklerle dövüşen on binlerce Arap, aniden iyi mi

muharip (savaşçı) oldu acaba'

598

ci Dünya Savaşı'nda bile, İngilizler için ciddi ve devamlı bir sıkıntı

oluşturmadığını görüyoruz.85

Mütareke'den sonrasında ise Osmanlı hilafeti, İngilizler için en minik bir sıkıntı bile

olmamıştır. Vahidettin, bütünüyle İngilizlere teslim olmuştu. Vahidet-tin ve

çevresindekilerin, hilafeti İngilizlerin emrine vermek için muhtelif girişimlerde

bulunduklarını da belgeleriyle görmüştük. Yani İngiliz emperyalizmine hizmete

hazırdılar. İngiltere'nin ihtiyacı olsa, bu önerileri kabul ederdi. Birini bile

dikkate almamıştır.

İngiltere'nin ilk amacının, Hilafeti Hüseyin'e veya onun şeklinde İngilizlere bağlı

birine aktarmak bulunduğunu biliyoruz. Aktaramayacağını anladıktan sonrasında politikası

değişir,86 Osmanlı hilafetine basar. Sevres Andlaşması ile İstanbul'a verilen

statü, İstanbul'da oturmasına izin verilen Sultan-Halife'nin durumu, İstanbul

üstündeki İngiliz nüfuzu şeklinde öğeler, birarada değerlendirilirlerse,

İngiltere'nin geleceğe dönük hesabı, kolayca anlaşılır.87

İngiliz belgelerine nazaran, İngiltere, nüfuzu altındaki ülkelerde, hürriyet ve

istiklal mücadelelerine yol açacağı kuşkusu ile toplumların durumuna ve

şartlara nazaran, şu iki gelişmeden korkmaktadır:

a. Sultan, Kral, Hidiv ve Emir şeklinde tek ferdin yönetimi altındaki ülkelerde,

meşrutiyete/cumhuriyete, dolayısıyla özgürlüğe gidiş,88

85) Hindistan'daki 'Müslüman hareketi', Hindu'ların (Kongre Partisi)

başlatmış olduğu genel hareketin bir parçasıdır ve bu hareketin aslolan amacı, özyönetimi

gerçekleştirmek ve adım adım bağımsızlığı kazanmaktır. Hinduların başlatmış olduğu

harekete Müslümanlar (Müslim League), sonradan katılmıştır. Bu genel hareketin

bir aşaması olarak, Hindular da, Hind Müslümanları da, İngiltere'ye karşı, kendi

anlayışları çerçevesinde, Türkiye'yi, hilafeti ve Milli Mücadele'yi

desteklerler. (Dr.R.K.Sinha, M.Kemal ve Mahatma Gandi; H.Bayur, XX.Yüzyıl,

s.130-144, 325-365; Doç.Dr.Mim Kemal Öke, Güney Asya Müslümanları)

Ama M.Tunçay'ın aktardığı bilgiye nazaran, İngiliz ordusunda vazife alan, muhtelif

din ve etnik gruplara mensup 740.000 Hindli'den, 191.000'i Müslümandır ve

Türklerle savaşmışlardır. (TC'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması s.77/21

.dipnot) H.Bayur, bu sayının daha büyük bulunduğunu yazmaktadır. (Türkiye

Devletinin Dış Siyasası, s.156)

86) Kahire'den Albay Meinertzhagen'ın, 2 Aralık 1919'da Lord Curzan'a

yollamış olduğu rapordan: "Kral Hüseyin'in ismi hiç bir yerde bir ağırlık

sayılmamaktadır ve Suriye'nin onun hilafetini onaylamadı ^öz mevzusu olamaz"

(S.R.Sonyel, İngiliz Gizli Servisi, s.175)

Hüseyin de nihayetinde, Vahidettin şeklinde İngilizlere sığınacak ve Kıbrıs'a

yerleşecektir.

87) ingilizler, Mütareke döneminde, İngiliz Muhipleri Cemiyeti yöntemiyle,

tüm islam ülkelerinin temsilcilerinden oluşacak bir 'Hilafet Meclisi' kurmayı

da tasarlamışlardır. (T.Z.Tunaya'nın bizim ülkemizde Siyasi Partiler isimli eserinin

ikinci baskısından < 1986> aktaran, Mim K.Öke, Güney Asya

Müslümanları, s.141)

Demek ki hilafet üstündeki etkilerini kurumlaştırmaya çalışıyorlar. Yani

hilafeti korumaya ve kullanmaya kararlılar.

88) ingiltere Dışişleri Bakanı Edvvard Gray'in, İstanbul'daki elçiye

yollamış olduğu, 31 Temmuz 1908 günlü talimattan: "Türkiye harbiden meşrutiyet kurar

ve onu yaşatıp güçlendirirse, bunun neticeleri şimdiden, hiçbirimizin

kestiremeyeceği seviyede olur. Bunun Mısır'daki tesirleri müthiş olur ve ta

Hindistan'da dahi kendini duyurur... Eğer şimdi bizim ülkemizde Meclis açılırsa,

Mısır'da meşrutiyet isteği oldukça kuvvetlenecek ve bizim ona inat gücümüz oldukça

azalacaktır. " (D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.54)

31 Mart vakası ve sonraki açınma yüzünden meşrutiyet, büyük yara alacaktır.

599

b. Bir Türk zaferi dolayısıyla", milliyetçi fikir akımlarının vg eylemle-] rin

başlaması, dolayısıyla bağımsızlığa gidiş.89

Bütün bu akım ve eylemlere karşı İngiltere, tek şahıs / sultanlık rejimiri

desteklemiş, müessir bir tabanca olarak da, çoğu zaman ümmetçiliği ve Halifelerin

ya-j nı sıra, kendine yakın dini otoriteleri kullanmış, birçok yerde de netice

almış-î tır. Bugüne kadar kullandığı ve bigün tekrar kendi çıkarı için

yararlanabileceği] hilafet şeklinde bir kurumu, niçin gözden çıkarsın?90

Lozan'dan sonrasında ingilizler bilhassa iki mühim mevzuda tavır almışlardır. Is-j

tanbul yerine Ankara'nın başkent bulunmasına direkt reaksiyon gösterir ve bu ka-j

rarın uygulanmaması için uzun zaman direnirler.91 ikincisi ise hilafet

sorunudur,] Ama bu hassas mevzuda açıkça tavır almak işlerine gelmediği için

endirekt ön-j lemlere baş vururlar: iki Hind asıllı İngiliz, Emir Ali ile Ağa

Han, Türkiyı Cumhuriyeti Başbakanına, hilafetin korunması ve güçlendirilmesi

hakkındaki! ortak bir mektup yazar fakat mektubu, gazetelere de yollarlar. Mektup

Başba-1 kan'ın eline ulaşmadan ilkin, 5 Aralık 1923 günü, Tanin ve İkdam

gazetele-f rinde yayımlanır.92 Mektubun, muhatabın eline ulaşmadan basına

verilmesi! bile yazanların güttüğü amacı belirten bir göstergedir. Mektup ertesi

günü bir-j oldukça gazetede de yer alacak, tartışmalara yol açacaktır.93

Önce, Sünni Müslümanlar adına konuşan şu Emir Ali ile Ağa Han'ınj kimler

bulunduğunu görelim.

* 6-3-2-2. Emir Ali ve Ağa Han

İkisinin de, adına konuştukları ehl-i sünnet şu demek oluyor ki Sünni Müslümanlar il^ hiç bir

ilgisi ve ilişkisi yoktur; ikisi de Şiidir.94 Şiiler, Hazret-i Ali'den sonrals

89) Seçil Akgün, Halifeliğin Kaldırılması Olayının Çeşitli Tepkileri,

VIII.Türk Tarih Kongresi,! s.2193; ek olarak B.N.Şimşir, Sakarya'dan izmir'e,

s.246, 256, 503-504.

90) İngilizlerin, daha İstanbul'dan ayrılmadan ilkin,1919'da, M.Kemal ile

'hilafeti ilga ettirmek için J anlaştıkları' şeklinde bir iddianın ve buna bağlı

olarak Lozan'a kadar genişletilen senaryonun, zamanı j bir dayanağı, makul ve

realist bir açıklaması bulunmuyor; gelişime, olaylahsurasına ve duru-f ma da

bütünüyle ters düşüyor.

91) H.Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, s.152-153; bu probleminin

ayrıntıları için, Ankara... Ankara... s.232, 257-258, 276 vd.

92) H.Bayur, Türk Devletinin Dış Siyası, s.153; TC Kronolojisi, s.404;

N.H.Uluğ, Halifeliğin! s.145.

93) Hilafet ve laf mevzusu ikili mevzusunda basında çıkan birtakım yazılar için:

Türk Parlamento Tarihi II.Dönem, 1 .C., s.363-403.

94) Sünni - Şii ayrılığı ve anlaşmazlığının, bundan doğmuş muhtelif kanlı

kardeş kavgalarının ve i vaşlannın başlıca nedeni, hilafet sorunudur.

"El Şahrastani, İslam tarihinin her devrinde, hiç bir dini akidenin, 'hilafet'

kadar ihtilafa sebep] olmadığını ve kan döktürmediğini söyler." (İslam

Ansiklopedisi, 5/1 .C., s.153) Hilafet konusun- öğreti

farkları için: a.g.e., s.153-154; Yaşar Kutluay, Tarihte ve Günümüzde İslam

Mezhepleri, s.103 vd., Selçuk Y., Konya, 1968; A.Gölpınarlı, bizim ülkemizde,

Mezhepler ve^ Tarikatlar, s.9-62, Gerçek Y., istanbul, 1969.

600

hiç bir Sünni Halifeyi, Halife olarak tanımamışlardır. Bu beylerin, hem yerleşik

doktrinlerine, hem tarihlerine aykırı olarak, aniden Sünni hilafetin dostu

kesilmelerinin nedeni nedir? Bu probleminin cevabı, kişilerde ve görevlerinde

yatıyor:

a. Emir Afi, Hindistan'da mühim birtakım görevlerde bulunduktan sonrasında, 1904'te

emekli olup İngiltere'ye yerleşmiş bir Şii (mutezile95) Hindlidir. ingiltere'ye

yapmış olduğu hizmetler dolayısıyla Devlet Yargıçlığı'na getirilir ve ingiliz Krallık

Konseyi'ne (Şûra-yı Has/ Privy Council) üye seçilir. "Orta Doğu, Güney Asya ve

Türkiye sorunlarında, hükümetin gözü, kulağı, hatta kalemidir."96 Bu mektubu

yazdığı sırada, Krallık Konseyi'ndeki üyeliği sürüyordu.97

b. Ağa Han (III.Ağa Han, aslolan ismi Sultan Sır Muhammed Han) ise, Şiiliğin

îsmailiye tarikatının imamıdır. Mensupları tarafınca bir nevi 'mabud' sayılır

ki bu sakat inancı, islamlıkla bağdaştırmak bile olası değildir. Büyükbabası,

1838'de, yenilgiyle sonuçlanan bir isyandan sonrasında, İran'dan kaçarak

95) M.Tunçay, TC'nde Tek Parti, s.74/ 14.dipnot.

96) H.Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, s. 154-155; Mim Kemal Öke,

Güney Asya Müslümanları, s. 125.

Emir Ali, hilafetle alakalı bir makalesinde, özetle şu görüşleri ileri sürüyor:

"Padişahlık, Türkleri ilgilendiren, onların çözmesi ihtiyaç duyulan bir meseledir. Oysa

hilafet, her Sünni Müslümanın davasıdır. Hilafetin Osmanlı saltanatından

katılımı, sadece tüm Sünni Müslümanların onayı ile gerçekleşebilir. (!) Yeni

Halife'nin seçilmesi de, tekrar tüm Müslümanlara danışılmasını gerektirir (!)."

(Aktaran Mim Kemal Öke, a.g.e, s. 125)

Bugüne kadar hiç bir yeni Osmanlı Halifesi'nin tarzı için yurt dışındaki

Müslümanlara da-nışılmamışken, şimdi, aniden, tüm Müslümanlara danışılması

niçin gerekmişti acaba? Danışılması ihtiyaç duyulan Müslümanlara, Sünni hilafeti kabul

etmeyen Şiiler de dahil mi? Evetse bu öğreti değişikliğinin nedeni ne? Değilse,

niye 'tüm Müslümanlar' diyor?

Aralarında Emir Ali ve Ağa Hanın da bulunmuş olduğu 23 şahıs, ingiliz yurttaşı

sıfatıyla, 19 Kasım 1920'de Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliğine başvurarak,

Türkiye'ye Sevres Andlaşması ile meydana getirilen haksızları anlatıp düzeltilmesini'

istemişler. (Ö.Kürkçüoğlu, s.139/3.dipnot) Emir Ali ve Ağa Hanın, bu 23 şahıs

içinde yer almasını, Türkiye'nin dostu olduklarının emaresi sayanlar veya

bu izlenimi vermek isteyenler var. Oysa: a) Kürkçüoğlu, mektubun içinde ne olduğu

hakkındaki malumat aktarmadığı için bu müracaat hakkındaki çabuk ve uzaktan

değerlendirme yapmak yanlış olur. b) Kaldı ki Sevres'e, İngiliz çıkarlarını

zedeleyeceğini düşüncesiyle birçok İngiliz de karşı çıkmıştır, c) Mahut ikili ve

arkadaşları, direkt Sevres'in mimarı ingiliz hükümetine başvurmuyorlar da,

niçin bu tür andlaşmalarla hiç bir ilgisi bulunmayan, daha kurum halinde ve

ingiliz nüfuzu altında olan Milletler Cemiyetine başvuruyorlar, şu demek oluyor ki açılmayacak

kapıyı çalıyorlar?

Ama M.Tunçay, geçmişlerini bir yana itip ancak bu başvuruya dayanarak, 'Ağa Han

ve Emir Ali'nin Başvekil İsmet Paşaya yazdığı mektubun, çoğu zaman ileri

sürüldüğünün bilakis, bu kişilerin daha önceki tutumlarıyla çelişmediğini' ileri

sürmektedir. (TC'nde Tek Parti Yönetimi, s.75)

Ağa Han, 14 Ekim 1919'da da, Hindistan işleri Bakanlığına, 'tersi davranışın

Hindistan'da karışıklıklıklara yol açacağı ve tehlikeli bir ülser yaratacağını,

bundan dolayı Türk bağımsızlığının ve bütünlüğünün korunması icap ettiğini' belirten

bir muhtıra vermiştir. (Sonyel, Dış Politika, 1.C., s.185; şundan dolayı o sırada

Hindistan'da, İngilizleri kaygıya düşüren gösteriler ve grevler başlamıştı,

s.185-189) Ölçü asla değişmiyor: ingiliz çıkarları!

97) The Times gazetesinde, "Türkiye'nin çıkarının, ingiltere'ye 'yamanmak'

bulunduğunu" yazmış. (Mim Kemal Öke. a.g.e., s. 124)

601

Hindistan'ın Sind eyaletine yerleşmiş ve l.Afgan-İngiliz savaşında (1839-42) ve

Sind'in işgalinde İngilizlere yardım etmiş, bu hizmetine mukabil kendisine,

çocuklarına da geçmek suretiyle soyluluk unvanı verilmiş ve aylık bağlanmıştır Ağa

Han'a da, "İngiltere tarafınca, İsmailî Müslümanların Başkanı (imamı) olarak,

Birinci Dünya Savaşı'ndaki sadık hizmetleri dolayısıyla, mükâfat olarak,

[protokolde] birinci sıra şef ve on bir top ateşiyle selamlanmak hakkı

bahşedilmiştir."

Ağa Han, anılarını yazanlara, 1900'lü yılların başından beri, İngiliz Gizli

Servisi'nin (İntelligence Servis) ajanı bulunduğunu açıklamış ve bu husus,

anılarında yer almıştır. Siyonist davasını destekleyen pek azca Müslümandan

biridir. II.Abdülhamit'i ziyaret ederek, Ermenilere baskı uygulanmamasını ve

Doğu Anadolu'da düzeltim yapılmasını da öğütler. Birinci. Dünya Savaşı'nın

başlangıcında, Osmanlıların 'cihad' duyuru etmesine şiddetle karşı menfaat, İslam

dünyasının liderlerine ya ziyarette bulunarak, veya yazarak, bu çağrıya

uymamalarını ister. Irak'ta İngiliz kuvvetleri ile dövüşen Türk ordusunun askeri

planlarını, yandaşları sayeinde çalmaya çalışır; elde etmiş olduğu bilgileri,

General Allenby'ye ulaştırır. Casus Mustafa Sagir'i kurtarmak için girişimlerde

bulunur. İngiltere'nin Sömürgeler Bakanına, 'şahsi ve tinsel her türlü

hizmetini, Majestelerinin hükümetine tamamiyle ve ne olursa olsun arz ettiğini'

bildirir.98

İşte mektubu, bu iki şahıs yazmıştır."

* 6-3-2-3. Mektup vakası

Mektuptaki belli başlı cümleleri, ayrı ayrı aktarıyorum [sadeleştirilmiştir): D

"Türkiye'nin sürekli dostları ve emellerinin hakiki taraftarları olarak bizler,

Halife-İmam Hazretlerinin şimdiki müphem (gayri muayyen) durumunun, ehl-i sun98) H.Bayur, Türkiye Devleti'nin Dış Siyasası, s. 155-157; Mim Kemal Öke,

Güney Asya Müslümanları s.126-127; AnaBritannica, 1.C., s.179; E.Aybars,

bağımsızlık Mahkemeleri, 2.C., s.225, 229, 248 vd.

99) Hilafet Konferansı Başkanı Mevlana Şevket Ali, Emir Ali ve Ağa Hanın bu

girişimi üstüne şu şekildeki der: "Ne kadar iyi kalpli olurlarsa olsunlar,

Hindistan'dan uzakta olanlar, Güney Asya Müslümanlarının reel hissiyatını

anlamadan, hilafet şeklinde kırılgan bir mevzuda düşünce beyan etmemelidirler."

Hind Hilafet Konferansı da, M.Kemal'e bu mevzuda bir telgraf yollamaya karar

verir. (27 Aralık 1923) Telgraf özet olarak şu şekildeki [sadeleştirilmiştir]: "...Hint

Hilafet Merkez Komitesi... Cumhuriyetin teşkilini, islam gelişmesi bakımından

büyük bir adım saymaktadır... Hind Müslümanları adına, Cumhuriyetin teşkilini

tasvip [etmez] gözüken herhangi bir telgraf, Hind Müslümanlarının hakiki görüşü

olarak kabul edilmemelidir. Bu şeklinde telgraflar çekmeye cesaret edenler, Hind

Hilafet Heyeti ve programının düşmanıdırlar. Hind Müslümanları... Türkiye

Cumhuriyetine zarar verecek yada onun gelişimine mani olacak nitelikteki her

türlü siyasal entrikalara karşıdır."

Hind Hilafet Hareketi yönetiminin, Emir Ali ve Ağa Hanın mektubu hakkında

tepkisi bu şekilde.

Buna mukabil K.Mısıroğlu, Hind Müslüman hareketini incelediğini (!) söyleyerek,

mektubun bu harekete müsait bulunduğunu iddia ediyor ve içeriğini de, gazetelere

gönderilmesini de, canla başla savunuyor. (Hilafet, s.305-306)

602

netten olan halk (Sünniler) üstüne yapmış olduğu pek kaygı verici etkilere, Büyük

Millet Meclisi'nin dikkatini çekmek istiyoruz."

Birdenbire "Türkiye'nin sürekli dostu ve emellerinin hakiki taraftarı" kesilen

ikili, "Halife-İmam'ın durumunun, ehl-i sünnetten olan halk üstüne yapmış olduğu pek

kaygı verici tesirleri" Londra'dan izlemiş, "Büyük Millet Meclisi'nin dikkatini

çekmek" istiyormuş.100

Tarih süresince reddettikleri Halifeye, bu ne ani sevgi ah, bu ne ıztırap! D

"Halifenin onur ve kudretinde, nüfuz ve etkilerinde, aniden beliren

zayıflıktan dolayı, içtimai ve tinsel büyük bir qüç sayılan İslamiyetin, ehl-

i sünnet olan halkın geniş tabakaları içinde gevşemekte bulunduğunu, derin bir

üzüntüyle gözledik."

İki İngiliz memuru Şii, ehl-i sünnetin bu durumunu 'derin bir üzüntüyle gözlemişmiş'.

a. Sanki saltanatla hilafet senelerce ilkin ayrılmış da bu ayrılışın tesirleri, bir

değerlendirme yapılabilecek kadar olgunlaşmış şeklinde konuşuyorlar. Oysa saltanatla

hilafet ayrılalı, hemen hemen 37 gün olmuştur. Bu mektup tasarlandığı sırada, besbelli

ki bu olayın üstünden o denli gün bile geç-miş^eğildir.

b. Milyonlarca ehl-i sünnet, bu ayrılışa kadar dinine bağlıydı da, bir ay arasında

mi bu bağlılık, çözülüp gevşemeye başladı? Ehl-i sünnet, dine, hilafet yüzünden

mi bağlıydı?

İlgisi bile yok.

Böylesine evrensel ve sonsuz bir din, bir ferdin var olup olmamasına bağlı olur

mu?

Hilafetin tarihçesi, IV. paragrafta anlatılacaktır.

Hilafet, hangi açıdan bakarsak bakalım, düpedüz hükümdarlık (icra kuvveti)

demektir; nitekim kendileri de 'Halife-İmam' diyorlar ve icra kuvvetini temsil

eden Halife ile İmamı birbirinden ayırıyorlar. Fas'ta, Cezayir'de, Tunus'ta,

Libya'da, Mısır'da, İran'da, Hindistan'da, Afganistan'da, Sudan'da,

Habeşistan'da, Çin'de, Asya Türk-Müslüman devletlerinde, Malezya'da, ayrı ayrı

idareler vardı ve bu idarelerden ve uyruklarından hiçbiri, Osmanlı SultanHalifesinin hükmü altında değildi. Ayrı idareleri ve idarecileri olan bu

Müslümanların dine bağlılıkları, hep mi gevşekti şu demek oluyor ki? Allah'a Halife

vesilesiyle mı ulaşılır? islamiyet, Müslümanların bir kısmı için niçin Halife

ile kaim de, kendileri için değil? Kendileri Sünni Halifeyi kabul etmediklerine

nazaran, onların dine bağlılıklarında bir gevşeklik olmuyor da, niçin ehl-i

sünnetin bağlılığı aniden gevşiyor acaba?

Sultan/Halife Vahidettin, milletinin bağımsızlığı pahasına İngilizlerle

ortaklık yaparken, hayattaki ehl-i sünnetin dine bağlılığı tamdı da, otuz şu

kadar günde mı gevşeyıverdi? Bunu iyi mi gözleyip anlamışlar?

100) 'Düşmanlarımla başa çıkarım, Allah beni dostlarımdan korusun1'

603

Korkmasalar, İslamiyetin kuvvetli olması için Sünni Halifenin de, kendileri şeklinde

İngiliz memuru olmasını ileri sürecekler.

D "Hilafet, dış hücumlara uğramış olduğu vakit., bizler, Türk davası için ciddiyetle

çalıştık."

a. Dış hücuma uğrayan, hilafet kurumu değildi. Nitekim İngilizler, Sultan/

Halife Vahidettin'e de, oldukça saygılı davranmış, yaşamı için onlarca kere güvence

vermiş, devamlı ortaklık arasında bulunmuşlardır. Dış hücuma uğrayan, Osmanlı

devleti, Türkiye ve Türklüktü.

b. Söz mevzusu beyler, Hindistan'ın İngiliz sömürgesi olarak kalması için çaba

göstermişler, Dünya Savaşı ve daha sonra da, İngiliz emperyalizminin dümen

suyunda kulaç atmışlardır. Hind Hilafet Komitesi ile de bir ilgileri yoktur.

Hind Hilafet Komitesi harbiden, Türk istiklal mücadelesine, yürekten yardımcı

vermiştir. Ama 'Hilafet Komitesi' adına da aldanmamak gerek. Hilafet, 'İslam

milliyetçiliğinin1 bir sembolü olarak değerlendirilmektedir. Hindular ve

Müslümanlar, İngilizlere karşı mücadelelerini, bu sembolü bayrak yaparak

yürütmüşlerdir.101

Hilafetin kaldırılması ve devrimler, başlangıçta, Hind Müslümanlarının bir

kısmını bocalatacak, hatta öfkelendirecektir. "Ama oldukça geçmeden M.Kemal,

hürriyet savaşının ve laikliğin simgesi haline geldi. O, Hindistan'da, Hindular

ve Müslümanlar içinde popüler bir önderdi. Yalnız Türkiye'yi yabancı

işgalinden kurtarmakla kalmamış, Avrupa'nın sömürücü güçlerinin, bilhassa

İngiltere'nin oyunlarını ve foyalarını ortaya dökmüştü. Hakkındaki sevgi,

ilerici politikası ne-deyle, aşırı muhafazakar Müslümanlara doğru gittikçe

azalıyordu. Fakat aynı siyaset onu, gerek Hindu, gerek Müslüman genç kuşaklar

içinde daha da popüler hale getiriyordu. Pek oldukça milliyetçi onu takdir ediyor

ve yolundan yürümeye çalışıyordu." (Dr. Sinha, s.161-162)102

101) Bu mevzuda: Dr.R.K.Sİnha, M.Kemal ve Mahatma Gandi; Mim K.Öke, Güney Asya

Müslümanları; ek olarak, GCZ, 4.C., s.315, 320.

102) Bazı hilafetçi Hind Müslümanlarının sonraki değerlendirmelerinden birkaç

misal: Mevlana Ebu'l Kelam Azad, Zemindar isimli gazetede, hilafetin ilgasını

benimsediğini açıklar. Moslem Chronicle isimli gazetede şu görüş belirtilir:

'Artık din, büyük güçlerce, Türkiye'nin iç işlerine karışma bahanesiyle

kullanılamayacak.'

Kıyafet inkılabını yorumlayan The Light (Nur) dergisi, 'islamın ulusal bir

giysisi olmadığını, şalvar da, pantalon da, şapka da, sarık da

giyilebileceğini' yazar, M.Kemal getirmiş olduğu bu yeniliklerle, Islama daha dinamik,

daha modern, daha sıhhatli bir yapı kazandırdığını ileri devam eder ve şu şekildeki der:

'Eğer islam, ebediyete kadar sürecek bir din ise, yani budur.'

Büyük düşünür ve ozan Muhammed İkbal de, Türkiye'deki değişiklikleri savunur. Özet

olarak birtakım düşünceleri şu şekildeki: "islam dininin hiç bir milli sınırı ve belli

giysisi yada makale harfi.olma-dığı için Türklerin Avrupa kıyafetini ve Latin

harflerini benimsemeleri, İslamiyetten uzaklaşma olarak değerlendirilmemeli.

Dört hanımla evlenme yasağı da İslama aykırı değildir, islam hukukunun,

geleceğin tüm Müslüman kuşakların durumlarına uyabilmesi ve ihtiyaçlara yanıt

verebilmesi için 'içtihat' kapılarının aralanması ve şeriatın, modern hukuk

anlayışına nazaran yine düzenlenmesi gerekmektedir." ->

604

Nitekim Hind Müslümanları, Pakistan adıyla kendi bağımsız devletlerini kuracak

ve Türkiye Cumhuriyeti'nin en yakın ve sağlam dostu olacaklardır. Ağa Hanın da,

Emir Ali'nin de ismi, İngiliz protokol sıralamasında kalır.

D "Ehl-i sünnet arasında, ruhani başkanlığın, tüm Müslümanları bir cemiyet

halinde birbirine bağlayan bir rabıta halinde olduğunu anlatmaya hacet

yoktur."

Bu vaziyet tarihte pek kısa sürmüştür. IV.paragrafta bu hususta malumat

verilecektir.

n "Hürmetle istek etmek istediğimiz şey, İslam aleminin dini başkanlığının, şeri şerife nazaran (şeriata nazaran) tam ve kamil (eksiksiz) olarak korunmasından

ibarettir."

Bunun Türkçesi şu: Hilafet, yine saltanatla güçlendirilerek korunsun ve tek

şahıs yönetimi geri gelsin! Cumhuriyete, ulusal egemenliğe, seçime, Meclise,

özgürlüğe son verilsin, kulluktan vatandaşlığa geçiş, çağa açılma, demokrasiye

gidiş durdurulsun, Tanzimattan da öncesine dönülsün.103

Mektubun yazılmasının aslolan amacı bu madde.

D "Halifenin nüfuzunun azaltılması yada bir din görevlisiymiş şeklinde Türkiye'nin

siyasal teşkilatından uzaklaştırılması, bizim düşüncemizce, İslamın dağılması ve

o tinsel cihan kuvvetinin, ergonomik olarak kaybedilmesi demektir."

İslamın dağılmamasını tek bir kişiye (Halife) ve makama (hilafete) bağlamak,

İslamı asla bilmemek demektir. Pratikte bir sembol olarak korunsaydı bile, türlü

ihtilaflara yol açacağı belli olan hilafet kalktı diye İslam, ne çöktü, ne de

dağıldı. Tam bilakis bugün İslam ülkelerinin, İslam İmparatorluğundan sonrasında,

dünya üstünde en müessir oldukları bir devre yaşanıyor.

Hilafetin ilgasına reaksiyon gösterenler için şu şekildeki der: 'Bu fena propagandaya

kapılanlar, islam hukuk-tarihinden habersiz olanlardır... Cumhuriyet, İslamın

ruhuna müsait olduğu şeklinde bununla birlikte, islam dünyasında başgösteren yeni

akımların [milliyetçilik] ışığında, reddedilmeyecek bir ihtiyaçtır... Türkler,

ancak emparyalist bağlardan 'değil, [ülkelerini] ortaçağ ilkelerinden de

kopararak, maddi ve tinsel bağımsızlığa ulaşmışlardır.'

Bir zaman sonrasında, Hind Müslümanları da, Hindular içinde azınlıkta kalmamak için

hilafetçiliği bir yana bırakıp milliyetçilik akımına sarılacak ve kendi ulusal

devletlerini (Pakistan) kuracaklardır. (Hepsi için: Mim K.Öke, Güney Asya

Müslümanları, s.152-165, 180-184)

F.R.Atay diyor ki: " Müslüman memleketlerinin bağnaz ve mutaassıpları,

Türkiye'deki inkılaplardan hiç bir vakit hoşnut kalmamışlardır. Çünkü bu

inkılaplar, tüm Müslüman memleketlerinde, uyanık ve aydın gençliklerin umut ve

şevk deposu idi. Gazeteci dostlarımla 1942'de Hindistan'a gittiğimiz zaman,

gerek Hindu gerek Müslüman, kendi mürtecileri ile savaşan gençler, bizlere

gelmişler, 'Halk içinde M.Kemal'in ve Türkiye'nin itibarı, mürtecilerin nüfuzu

üstündedir. Aman her yerde inkılaplarınızdan bahsediniz. Latin harflerinin

faydalarını anlatınız. Laisizmi öğretiniz. Bize yardımcı olunuz.' diyorlardı."

(Niçin Kurtulmamak, s.34-35) 103) 20.Yüzyılın bitmesine birkaç sene kala,

Mısıroğlu da, bu ikilinin savunduğu düşünceye haiz çıkıyor. (Lozan,3.C., s.

171)

605

D "Bizim düşüncemize nazaran, Halife-lmam, ehl-i sünnetin birliğini temsil eder.

Halifenin Türk milletinden biri olması, İslam milletleri içinde Türklüğe üstün

bir yer sağlar. Bu, on dört yüzyıldan beri, chl-i sünnet içinde, bir esas

olarak benimsenmiştir."

Ehl-i sünnetin birliğini, Halife/İmam değil, Allah'ın donanması ile dinin

dayanakları ve esasları sağlar. 'Bir Halife/İmamın tüm ehl-i sünnetin

birliğini temsil etmiş olduğu' sürenin ne kadar kısa bulunduğunu da, IV.paragrafta

göreceğiz. Halifenin Türklerden biri olmasının, İslam milletleri içinde

Türklüğe üstün bir yer sağlamış olduğu doğrudur. Ama iyi mi, hangi dönemde, hangi

mevzuda ve ne zamana kadar?

İslam ve Türk tarihini bilseler, bu cümleleri yazmazlardı.

D "İşte bu ve bunlara benzeyen diğeri sebeplerden dolayı, Türkiye'nin hakiki

dostları olarak bizler, hilafet ve imamlığın, Müslüman milletlerin itimat ve

saygısına layık bir mevkie konulmasını istirham eyleriz."104

İkilinin son sözleri, göz yaşartıyor. Türkiye'nin canına okumak için bin türlü

kanlı ve pis entrika çevirmiş olan İngiltere'nin iki mühim memuru,

"Türkiye'nin hakiki dostları" olduklarını iddia ederek ortaya atılıyor ve bu

dostluğa dayanarak, 'Hilafet ve imamlığın, Müslüman milletlerin itimat ve

saygısına layık bir mevkie konulmasını, şu demek oluyor ki saltanat diyetinin geri

getirilmesini istirham eyliyorlar.'105

Bu dileğe verilebilecek en kısa yanıt şudur: Başka kapıya beyler!

Türkiye de o şekildeki yapacaktır.

İşte mektup bu.106

104) Mektubun tüm bunlar için: N.H.Uluğ, Halifeliğin Sonu, s.147-148.

Mektup, ingiltere islam Cemiyeti adına gönderilmiştir. (K.Mısıroğlu, Hilafet,

s.305) Dr.Sinha şu şekildeki yazıyor: "Gerçekten Ortodoksluğun (Sünniliğin) haricinde

kalmış bir Şii'nin veya dinsel inançlara karşı olan bir hocanın (Ismailiye

mezhebinin), Türk Müslümanlarına, tutumlarının ne olması icap ettiğini öğretmeye

çalışmaları, haddini bilmezlik değil de neydi? Hindistan'daki ingiliz

yönetiminin direkleri niteliğinde olan kişilerin, Türk milliyetçilerine öğütlerde

bulunmaları, ne garipti!" (Dr.Sinha, M.Kemal ve Mahatma Gandi, s.157)

105) İnsana, 80 sene sonrasında bile sorarlar: A efendiler, yurttaşlarınız,

soydaşlarınız, taraftarlarınız, müritleriniz, kullarınız, Çanakkale'de, Sina'da,

Irak'ta, Suriye'de Türklerin üstüne sürülürken, nerelerdeydiniz? Emrinde

olduğunuz İngiltere, elini kolunu bağladığı Türklerin üstüne Yunan ordusunu

saldığı, tüm Ege kan gölüne ve ırz pazarına döndüğü vakit, nerelerdeydiniz?

Fransızlarla Ermeniler, cenup Anadolu'da sivilleri boğazlarlarken,

nerelerdeydiniz? Türkler, si-vil-asker, kadın-erkek, genç-yaşlı, köylü-kentli,

varlıklı-fakir, sarıklı-kalpaklı, yarı aç, yarı tok, namusu, vatanı ve

bağımsızlığı için savaşım ederken, nerelerdeydiniz? Bu vatanseverlere karşı,

cihat duyuru edilmiş olduğu, öldürülmelerinin sevap bulunduğunun ileri sürüldüğü o acı

dönemde, nerelerdeydiniz? Bu yurtseverlerin üstüne, Halife ordusu adıyla

çapulcular göndermiş olduğu sırada, nerelerdeydiniz? Yunan ordusu, 'bizler Halife'nin

ordusuyuz' diye yaka yıka ilerlerken, nerelerdeydiniz?

Çıtınızın ve gıkınızın çıktığını, asla duymadıktı. Birdenbire nereden esti bu

yakın dostluk?

106) Yarı resmi The Times gazetesi, hilafetin kaldırılması sonucu üstüne, sert

eleştirilerde bulunacak, Daily Telgraph da, bu sonucu "gaflet" olarak

niteleyecektir. (Seçil Akgün, a.g.e., s.2192-93; E.Aybars, bağımsızlık Mahkemeleri,

2.C., s.255); bir başka ingiliz gazetesi de, hilafetin ilgasının,

606

 * 6-3-2-4. Tepkiler

Bu mektup İstanbul gazetelerinde yayımlandığı ve kritik edilmeye başlandığı sırada,

Cumhuriyet duyuru edileli ancak 37 gün olmuştur. Yani diyet, bu kadar yeni ve

ateş üstündedir. Eski diyet yandaşlarının Cumhuriyete karşı, aleni ve gizli saklı bir

savaşım açtıkları, oldukça tehlikeli sonuç bir dönemden geçilmektedir.107 Ankara'nın,

direkt rejimin kaderiyle alakalı bu mevzuda, sessiz ve hareketsiz kalacağı

düşünülemezdi.

Nitekim Başbakan ismet Paşa, 8 Aralık 1923 günü, Meclisin gizli saklı oturumunda,

gündem dışı laf alır ve sert bir konferans yapar. Üç cümlesini sadeleş-tirerek

aktarıyorum:

"...Ağa Han ve Emir Ali, İngiliz hükümetinin ve Krallık sarayının en yakın

adamları ve sadık İngiliz vatandaşıdır. Bunların, İngiliz hükümeti programı

haricinde bir tavır almaları düşünülemez ve görülmüş de değildir.. Ağa Han ve Emir

Ali'nin bu hareketlerinin, İngiliz hükümetinin bir teşebbüsü bulunduğunu

söyleyebilmek için kuvvetli sebepler vardır." (GCZ, 4.C., s.314-317)108

sömürgelerde istikrarsızlığa sebep olacağından kaygılanır (M.K.Öke, a.g.e.,

s.153); İngiltere'nin Musul'daki yetkilisi ise, 'Halifeliğin kaldırıldığı

yolundaki haberi hayretle karşılayıp inanmakta zorluk çektiklerini'

bildirecektir. (Kürkçüoğlu, s.309)

107) H.Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, s.153; Nutuk, 2.C., s.303;

E.Aybars, bağımsızlık Mahkemeleri, 2.C., s.221; Yakın Tarihimiz, 2.C., s.87

(Anadolu ihtilal Komitesi) vb.

Kimlerin, ne amaçla San Remo'da Vahidettin'le ilişki kurduklarını da, Birinci

Bölümde görmüştük.

Bin türlü şahsi ve internasyonal çıkarın kaynaştığı bir tablo.

108) ismet Paşa, bu konuşmasında ingitere'yi özetle şu şekildeki suçlamıştır:

"ingiliz devleti, kendi adamları aracılığıyla, memlekette hiyanet-i vataniye

suçlarını tahrik ve telkin edecek düzen almıştır. Bu tertibat her tarafta

vardır. Rodos'ta birçok kâğıt basıyorlar, memlekette neşrediyorlar. Doğuda Kürt

meselesini, öteki çeşitli meseleleri tahrik etmek için tertibat alıyorlar.

Şimdi kurmuş oldukları tertibat budur. [Bu son mektupla] Cumhuriyetin korunması

bakımından, memleketin zayıflığını ve sağlamlığını yoklamak istiyorlar. Dışarıyla

birlikle, memleketin diyetine meydana getirilen bu tecavüz, son sınırdır. Bundan ilerisi,

dışarının ve içerdekilerin müşterek ve silahlı olarak saldırı etmesidir.

Niyetimiz, dışarının ve içerdekilerin, ortak olarak vatan aleyhinde tertibat

almış olduklarını görmüş bir durumda, yüksek Meclis'i bilgilendirmek ve hususi

önlemler alınmasını istemektir."

Daha sonrasında, Rize mebus Ekrem Beyin peşinden, Rauf Orbay ve Yusuf Akçura

laf alır ve ismet Paşayı doğrulayıp destek sunar ve ingilizlerin çevirdikleri türlü

entrikaları açıklarlar. Sırf bu ikili hakkındaki verdikleri bilgilerden özet

alıntılar: [Rauf Orbay:] 'Ali Hanı ve Ağa Hanı, İngiltere'de, Türk elçiliğinde

sorumlu olarak bulunduğum sırada tanıdım. Emir Ali, İngiltere'de, sömürgeleri

yöneten Meclis-i Kralî ünvanmdaki kuruluşun mühim bir üyesidir. Ağa Han ise,

isma-iliye mezhebinin oldukça güçlü reisidir, ismailiye mezhebi... bir

komitedir.' ('putperesttir' sesleri; Zeki Bey: 'müthiş bir komitedir');

[Y.Akçura:] ' Ağa Han, ehl-i sünnet bakış açısından, fırka-yı dalle (doğru

yoldan ayrılmış, sapkın) denilen bir fırkanın, mücessem bir Allahıdır. Uluhiyeti

temsil eder. (*) Bu Ağa Han'ın, bizim aleyhimizde, ingiliz gazetelerinde, Büyük

Dünya Savaşı esnasında yazmış olduğu bir fazlaca mektubu ve makalesi vardır.

'(Rasih Hoca: ' Cihat fetvası aleyhinde beyannamesi de vardır') (GCZ, 4.C.,

s.317-323)

Mete Tuncay, Toynbee'nin, bu olayın ingiliz hükümeti ile ilgisi bulunduğunu

reddettiğini yazıyor. 1 (TC'nde Tek Parti Yönetimi, s.75/1 S.dipnot)

(*) Bu mevzuda Paul Gentizon'un Uyanan Doğu isimli kitabında entresan malumat var,

s.57.

607

Sonunda İstanbul'a bir İstiklal Mahkemesi gönderilmesi kararlaştırılır (s.326)

İstanbul, ilk kez Anadolu ihtilalinin yasaları ve bir kurumu ile yüz yüze

gelecektir. Sanki oldukça kısa bir müddet ilkin, tehlikeli sonuç bir diyet değişikliği olmamış

şeklinde aklına ve kalemine geleni yazmayı sürdüren birtakım politikacı yazarlar,

rejimin değiştiğini hatırlarlar. Tartışmalar sona erer.109

Bu vaka ve açıklamalar, yeni Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkilerin,

Vahidettinci yazıcıların ileri sürdükleri şeklinde olmadığını da göstermektedir.

* 6-3-2-5. Hilafetin tarihçesi ve kaldırılmasının sonuçlan

Hilafetin kaldırılması yüzünden, İslam aleminin başsız ve sahipsiz kaldığını,

sadece Emir Ali ve Ağa Han ileri süre gelmiş değildir. Aynı iddiayı ileri devam eden

modern yazarlar da var. (Mesela A.Dilipak, CG Yol, s.127, 291) Hilafet tarihine

oldukça kısa bir göz atalım ve bakalım, İngiliz ajanları ve modern yazarlarımız,

doğru mu söylüyorlar:

Tek bir Halifenin, hayattaki tüm Müslümanların Halifesi, şu demek oluyor ki 'başı ve sahibi'

olduğu devre, oldukça kısa sürmüştür. Tartışma, çekişme ve bölünmeler, daha 3.Halife

Osman zamanında adım atar ve gittikçe artarak devam eder.

Fatimiler 909 senesinde Mısır'da kendi hilafetlerini; 928 senesinde, III.Abdurrahman

da, Endülüs'te Emevi hilafetini duyuru ederler. İslam aleminde, 909'dan 928'e

kadar iki, 928'den 1171'e kadar üç Halifenin var bulunduğunu görüyoruz.

Zaten 800'lü yılların ortasından itibaren, Bağdat/Abbasi Halifeliğinin otoritesi

oldukça kilo verdiği için İslam İmparatorluğu da, parçalanıp ayrışmaya başlamıştır.

Bu komplike devrin nihayetinde, 1258'de Hulagu Han, Bağdat'ı zapt eder ve Halife El

Mutasım öldürülür. Abbasi hanedanından sadece iki şahıs kurtulacak ve Mısır'a

sığınacaktır. Mısır/Memluk sultanı Baybars, 1261'de El Mustasım'ın amcasını (El

Muntasır Billah), onun ölümü üstüne de, 1262'de, ikinci sığınmacıyı (El Hakim

bi Emrullah) Halife duyuru eder. Bu reel bir Halifelik değildir. Halifenin

hiç bir siyasal kudreti yoktur, yönetimin uzağında tutulur, 1517 yılına kadar bir

gölge olarak korunur.110 İslam aleminin büyük bir

109) Bütün gazeteciler beraat edecek, sadece Lütti Fikri Beye beş sene ceza

verilecek, onun cezası da TBMM'nce 13.2.1924'te affedilecektir. (Jeschke, TKS

Kronolojisi II, s.48)

110) Yılmaz Öztuna diyor ki: "Kahire'deki Abbasi Halifeleri, istanbul

Patriklerine benzetilebilir. Pa-pa'ya benzemezler. Çünkü devletleri yoktu.

Bağdat'taki şeklinde bununla birlikte devlet başkanı olarak saltanat sürmüyorlardı. Bu

mukayesemiz, sadece bu bakımdandır. Yoksa islam dininde Halifenin, Papanın ve

Patrikin olduğu şeklinde geniş ve vicdanların derinliğine kadar inen hiç bir selahiyetleri olmadığı, kendiliklerinden dini meseleleri tefsir dahi edemedikleri

malumdur." (Türkiye Tarihi, 5.C., s.38)

608

bölümünün, Kahire'de bir Abbasi hilafeti bulunduğundan, iki buçuk asır haberi

bile olmaz.111

Bu zaman arasında, mezheplerin ve tarikatların belirginleşmesi, irili ufaklı birçok

bağımsız Müslüman devletin, emirliğin ortaya çıkması, bilginler içinde öğreti

farklarının gittikçe keskinleşmesi şeklinde sebeplerle halifelik, hususi ve mahalli bir

vasıf kazanır. Kureyş kabilesinden olmak ve seçilmek şeklinde birtakım şartlar da,

artık dikkate alınmaz.

Birçok ülke (Selçuklu, Timurlu, Türkmen, Özbek vb.), kendi hükümdarlarının

reel Halife bulunduğunu iddia edecek ve hükümdarlar, bu sanı kullanacaklardır.112

Yavuz Sultan Selim'in de, daha Mısır'ı fethetmeden ilkin, Halep'teyken, 1516'da

Halifeliğini duyuru etmiş olduğu ileri sürülmektedir.113 Yavuz, 1517'de Mısır'ı

fethedecek, Mısır-Memluk imparatorluğunu ve Abbasi hilafetini sona erdirecektir.

Bunun üstüne Mekke Şerifi, Mekke ve Medine'nin anahtarlarıyla Mukaddes

Emanetleri, oğlu vesilesiyle Kahire'ye, Yavuz'a gönderir. Hilafet fiilen

Osmanlı hanedanına geçer.114

Ama oldukça uluslu ve dinli Osmanlı İmparatorluğunda, 1774 yılına kadar hükümdarlık

ön planda tutulmuştur. Osmanlı hilafeti de, Osmanlı devleti ile sınırlıdır.115

ilk kez 1774 senesinde, Küçük Kaynarca sulh andlaşması esnasında, Halifelik bir

an için öne menfaat. Çünkü Rus Çarlığı, Türkiye'deki Ortodoksları himaye hakkı

istemiştir; Osmanlı delegeleri de, Halife sanma dayanarak, Sultanın da, Osmanlı

uyrukluğundan ayrılan Türkler ve Müslümanlar üstünde, ay111) İslam Ansiklopedisi, 5/1.C., s.151.

112) Yavuz'dan ilkin de birtakım Osmanlı sultanlarının 'Halife' diye anıldıkları

görülüyor. (İslam Ansiklopedisi, 5/1.C., s.151; K.Mısıroğlu, Hilafet, s.117)

113) Bu husus tüm tarihlerce doğrulanmamaktadır.

114) Yavuz, Kahire'deki son Abbasi Halifesi III. El Mütevekkil'i istanbul'a

getirir. Bir iddiaya nazaran, Yavuz'un ölümünden (1520) sonrasında Kahire'ye dönen

Mütevekkil, 1543'e kadar, tekrar Halife sanını kullanmaya devam edecektir, (islam

Ansiklopedisi, 5/1 .C., s.151-152)

Yavuz, 'Halife' değil, 'hadim-ü haremeyn-üş şerifeyn' sanını kullanmıştır.

115) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s.13.

"Yeryüzündeki tüm Müslümanların halifeliği, XIX.yüzyla kadar Osmanlı

Padişahlarınca iddia edilmemiştir. 'Hükümdar kendi yurdunda Halifedir' formülüne

müsait halde davranılmış-tır." (D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.47)

Osmanlı hilafeti esnasında, Babürlü hükümdarları da Halife olarak anılıyorlardı.

(Mim K.Öke, Günay Asya Müslümanları, s.134)

istanbul'daki İngiliz Büyükelçiliğinin tutanağı: "II.Abdülhamit, Osmanlı tahtına

çıkmış olanlar içinde, halifeliği Osmanlı sultanlığının bir öğesi yapmayı

başarmış tek kişidir." (a.g.e., s.51)

609

nı hakka haiz olması icap ettiğini ileri sürerler ve karşılıklı olarak bu haklar

kabul edilir,116 andlaşma imzalanır.117

1774'ten 1878'e kadar, hilafet tekrar arka plana geçer.118 Hilafeti yine ön

plana çıkarıp dış politikada bir güç olarak kullanmaya çalışan ilk ve tek

Padişah, II.Abdülhamittir.119 Ama bu zamanda de, ne

116) "Bu devirden beri Hıristiyan Avrupa, Halifenin, tıpkı Papanın Katoliklerin

dini reisleri olduğu şeklinde Osmanlı Sultanının, tebası olsun, olmasın, tüm

Müslümanların ruhani reisi olduğuna dair yanlış bir telakkiye kapılmıştır.

Hıristiyan Avrupa'da yayılan bu fikrin, bizim ülkemizde bile etkisi görülmüştür.

Bilhassa Abdülhamit II, Halife sıfatıyla sahip bulunmuş olduğu mevkie önem vermiş

ve saltanatının başında duyuru edilen Kanun-u Esasi'de bu cihet teyit

edilerek, 'Zat-ı Haz-ret-i Padişahi, hasb-el hilafe, din-i islamın hamisi' (1876

M.madde) kaydı konulmuştur." (islam Ansiklopedisi, 5/1 .C., s.152)

Bu, en önce politik amaçlı bir yaklaşımdır. (Mim K.Öke, Güney Asya

Müslümanlarının... s.135-137) Yanlış da olsa bu telakki, Abdülhamit'in

gayretiyle yayılacak, pratikte fazla bir anlamı olmamakla beraber, genel hatlarıyla

benimsenecektir. Hilafet, internasyonal ve sınırötesi bir kuruluş halini alır ve

hep o şekildeki değerlendirilir. O kadar ki Milli Mücadele liderleri bile bu yanlış ve

yaygın telakkiyi bir müddet paylaşacaklardır.

On yjl savaştan sonrasında, on binlerin kanı pahasına ulusal bir devlet kurarak,

zorlukla barışa geçen Türkiye ise, kimselerle anlaşmazlığa düşmeden yaralarını

sarmak zorundadır. Milli bir devlet ile o devlete dayanarak varlığını sürdüren

internasyonal ve sınırötesi bir vasıf kazanmış bir kuruluş, birbiriyle bağdaşır

mı? Bu ikiliğin, yeni yeni sorunlara yol açması kaçınılmaz değil midir? Emir Ali

ve Ağa Hanın girişimi, bu mevzuda neler olabileceğini yayınlayan ehil bir

örnektir.

Yeni Türkiye, bu kurumun doğasından kaynaklanacak ve kimbilir ne şeklinde

dalgalanmalara, anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açacak olan sorunları,

göğüsleyebilecek durumda mıydı? M.Kemal diyor ki: "Yeni Türkiye'nin ve yeni

Türkiye halkının, artık, kendi yaşam ve saadetinden başka düşünecek şeyi yoktur.

Kendimizi, cihanın hakimi zannetmek gafleti, artık devam etmemelidir." (Aktaran

Mim K.Öke, a.g.e., s.157)

Aradan, vakaları soğukkanlılıkla değerlendirecek kadar bir vakit geçtikten

sonrasında, Hind Müslümanı ve hilafetçi Dr.Ensari, şu şekildeki yazacaktır:

"Osmanlı imparatorluğunun Türk olmayan uyrukları, açıkça ve insafsızca ihanet

içindeydi... Osmanlı İmpratorluğu tarihe karıştı. Onun Türk olmayan Müslüman

tebası, ya aradıklarını, veya müstehaklarını buldular. Ve böylece, hilafetin

kaldırılmasının, mantıklı bir politika bulunduğunu, artık itiraf edebiliriz.

Hilafet, gerçi Türklere bir seviyede prestij kazandırıyordu fakat bununla birlikte

onları, egoist arkadaşlarının kaypaklığı ve kıskanç düşmanlarının gazabı ile

başbaşa bırakıyordu." (Aktaran Mim K.Öke, a.g.e., s.158)

117) Buraya kadarki bilgiler için: İslam Ansiklopedisi, 5/1.C., s.148-155;

C.Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, s.51-134, 149-182,195-207,

237-239; Mufassal Osmanlı Tarihi, 2.C., s.767-768, 773-775; Hammer, 4.C.,

s.1122; Prof.i.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 2.C., s.290, 292-294;

Prof.Dr.Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, 2.C., s.78 vd.;

Y.Öztuna, Türkiye Tarihi, 5.C., s.38-46; İ.H.Danişmend, izahlı Osmanlı Tarihi

Kronolojisi, 2.C., s.29, 36-38, 43; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 6.C., s.90-

96,109.

118) ingiltere ilk olarak, 1789'da Umman Emiri ile bir antak kalma imzalar.

1820'den başlayarak da Basra körfezindeki Arap emirlikleriyle bir takım

anlaşmalar yapar ve hepsini koruma görevini üstlenir. (Peter Mansfield, s.21)

119) II.Abdülhamit, Ermeni sorununda parlak zeka bir siyaset izlemiş, bu konudaki

muhtelif oyunları bozmuş, birçok tahsil kurumu açmış, yol ve bina yaptırmış,

devlet borçlarını tertipli ödemelerle azaltmış, yaygın kanaatin aksine, derhal

derhal asla kimseyi idam ettirmemiştir. [Mithat Pa-şa'yı öldürtüp öldürtmediği,

tartışma konusudur] Ama anayasayı askıya alması, Meclisi dağıtması, tamamen

saraya bağlı bir şahsi idare ve geniş bir hafiye örgütü kurması, basını

şiddetli bir sıkıdüzen dibine alması ve rahatsızlık derecesindeki evhamı, müspet

hizmetlerini karartmış-tır. Yönetim seçimi, o devre için bile oldukça gendir. Bu

yüzden birçok tepkilerle karşılaşacak, yurt arasında ve haricinde, türlü gizli saklı

örgütler kurulacak, nihayetinde da tahttan indirilecektir, ittihat ve Terakki

Partisinin, Osmanlı Devletini Almanya'ya bağımlı hale getiren politikası da,

genel hatlarıyla Abdülhamit'ten mirastır. (Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3360-

3362, 3383 vd.) ->•

610

İslam donanması sağlanabilmiştir, ne de İslam toplulukları içinde dayanışma.

Çünkü artık başka düşünceler, ölçüler ve duygular belirmiştir.

Zaten kendi devletini bile zorlukla ayakta tutmaya çalışan II. Abdülha-mit, ne

birleşmeyi sağlayabilecek durumdadır, ne de dayanışmayı. Onun zamanındaki

kayıplar ile özerklikleri veya bağımsızlıkları tanınan memleketler şunlardır:

a. İngiliz-Osmanlı anlaşması (4.6.1878) ile İngiltere'nin Kıbrıs'ı işgal etmesi

kabul edilir.120

b. Berlin Andlaşması (1878) ile Batum, Ardahan, Kars, Oltu, Kağızman Ruslara;

Kotur kazası ve civarı İran'a verilir; Filibe ile Şıpka içinde, Şarki Rumeli

ismi altında bir eyalet kurulması ve özerk olması kabul edilir; Bosna-Hersek

müddetsiz olarak Avusturya'nın yönetimine bırakılır (1908'de Bosna-Hersek'i

topraklan arasına katacaktır); Bulgaristan Prensliğinin özerkliği

(1908'de bağımsızlığını duyuru edecektir) kabul edilir, Karadağ, Sırbistan ve

Romanya'nın bağımsızlığı onaylanır.121

c. Osmanlı-Yunanistan anlaşması (24.5.1881) ile Teselya ile Narda Yunanistan'a

terk edilir (12.000 km2 toprak ve 300.000 nüfus).122

d. Fransa, Tunus'a saldırı eder ve Osmanlı Devletine bağlı olan Tunus Beyi ile

Kasr-ı Sait himaye anlaşmasını imzalar (1881). Osmanlı Devleti, bu anlaşmayı

protesto etmekle yetinecektir. Tunus elden menfaat.123

e. Mısırlı aydınların, 'Mısır Mısırlılarındır' sloganı ile Osmanlı

bağımlılığından kurtulmak için çalışmış oldukları sırada, İngilizler Süveyş Kanalını

korumak bahanesi ile 11 Temmuz 1882'de İskenderiye'ye saldırı eder, 15 Eylülde

Kahire'ye girer ve fiilen Mısır'a hakim olurlar. İngiltere, 'Osmanlı Devletinin

Mısır üstündeki hükümranlık hakkının devam edeceğini' (!) duyuru eder, Osmanlı

Devleti de bununla yetinir. Böylece Mısır da kaybedilir.124 (İngiltere, 18

Aralık 1914'te, Mısır'ı resmen himaye dibine aldığını duyuru edecektir)

II.Abdülhamit, ya rıiç kusuru yokmuş şeklinde övülüp göklere çıkarılmakta, ya asla

müspet hizmeti olmamış şeklinde bütünüyle yerilip batırılmaktadır. Doğru ve yanlış

yanlarıyla Abdülhamifi anlatan, objektif bir inceleme hemen hemen yayımlanmamıştır.

Kişiliği, tutumu ve idare seçimi hakkındaki fazlaca yansız malumat veren en

detaylı eser, Başkâtibi Kara Tahsin Paşanın anılarıdır.

Abdülhamit'in anıları yayımlanmıştır. K.Mısıroğlu, bu anıların düzmece bulunduğunu

ileri sürüyor ve bu sahtecilikten şu yazarları görevli tutuyor: Süleyman Nazif,

İ.Hami Danişment, ismet Bozdağ. (Lozan, 1.C., s.135/97. dipnot)

120) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3334.

121) "Bu andlaşma nihayetinde arazi terki, sınır tashihi, yönetimsel işgal, geçici işgal

deyimleri ismi altında Osmanlı Devletinin, Bulgaristan'a, Romanya'ya,

Sırbistan'a, Avusturya'ya, Karadağ'a, Yunanistan'a, Rusya'ya, İran'a ve

ingiltere'ye terk etmek üzere yitirmiş bulunmuş olduğu arazi ve nüfusun toplamı,

212.450 km2 ve 5 milyon 455 bin insandı... Osmanlı Devleti, Avrupa'daki

arazisinin beşte ikisini yitirmiş bulunuyordu." (Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C.,

s.3337)

122) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3343-3344.

123) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3344-3345.

124) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3341, 3348-3349.

611

f. 1885'te Şarkı Rumeli eyaletindeki Bulgarlar ayaklanır ve Bulgaristan'a

katıldıklarını duyuru ederler. Rusya'nın verdiği yardıma karşın, Osmanlı Devleti

askeri bir hareketi göze alamaz. Fiili netice, bir oldu-sonlanmış oldu olarak kabul

edilir.125

g. Girit'te Yunanlılar özerkliklerini ilana yeltenince ve Osmanlı - Yunan

sınırında vakalar çıkınca, 1887'te oluşturulan savaşı, Ethem Paşa Komutasındaki

Osmanlı ordusu kazanır, Tesalya geri alınır. Ama meydana getirilen sulh andlaşması ile

Te-selya yine Yunanistan'a bırakılacak, üstelik Girit'te özerkliğin duyuru

edilmesi de durdurulamayacaktır. (Girit 1908'de Yunanistan'a katıldığını

açıklar.)126

Bu kudretli Halifenin periyodunu şu şekildeki özetleyebiliriz:

a. Osmanlı Devletinden, yüz binlerce kilometre kare toprak ve milyonlarca

Müslüman ayrılır.127

b. Ayrıca, birtakım Müslüman topluluklar, Osmanlı Devletinden uzaklaşır, hatta

devlete, dolayısıyla Halifeye başkaldırı ederler:

1. 1889'da Kuveyt Şeyhliği, İngilizlerle bir antak kalma yapar ve İngiltere'nin

himayesine girer.128

2. Yemen'de Zeydiler 1889'da, Necit'te Suudiler 1904'te başkaldırı ederler.129 [Bu

çözülmeyi, Osmanlı Devletine yeminle de bağlı olan Mekke Şerifi Hüseyin'in,

1912'de gizlice İngilizlerle temasa geçerek, 2.6.1915'te isyan etmesi

tamamlayacak ve birçok yerde halk, İngiliz ordusu ile bir olup Türklerle

savaşacaktır. Hüseyin, 2 Kasım 1916'da da krallığını ilan eder.130]

c. Ayrıca Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da birçok aydın, Osmanlı Devletinden

ayrılmak ve bağımsızlıklarını kazanmak için örgütlenmeye adım atar.131

Görülüyor ki başta kudretli bir Halifenin bulunması, İslam birliğini ve

dayanışmasını gerçekleştirmeye yetmediği şeklinde ulusal devletlere gidişi de durduramamıştır. Artık her uyanmış İslam topluluğu, kendi bayrağı altında, kendi

kaderine haiz olarak, bağımsız yaşamak istemektedir.132

Asya ve Afrika'da bulunan Müslüman ülkelerinin tümü sömürgeydi. Ab-dülhamit de,

kendinden önceki Halifeler şeklinde bu mazlum topluluklara haiz çı125) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3355-3360.

126) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3368-3383.

127) Ve K.Mısıroğlu şu şekildeki yazıyor: "Sultan ikinci Abdülhamit Han... ülkeyi,

düşmanlarına bir karış toprak vermeden yönetim edebilmiştir." (Hilafet, s. 123)

128) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3385.

129) Abdülbaki Gölpınariı, bizim ülkemizde Mezhepler ve Tarikatlar, s.84-86;

Mufassal Osmanlı Tanhı, 6.C., s.3395-3398.

130) F.Belen, 20.Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.282-283.

131) C.Brockmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, s.393-419 (Arabistan,

Suriye, Filistin, Ürdün ve Irak); Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve

Arap Dünyası, s.22, 29-30, 91 vd.; irfan C.Acar, Lübnan Bunalımı ve Filistin

Sorunu.

132) Gerek halifeliği sürdürdüğünü açıklayan Vahidettin'e, gerek son Halife

Abdülmecit'e ve gerekse 1924'te Halifeliğini duyuru eden Mekke Şerifi Hüseyin'e,

hiç bir Müslüman devletin ve camianın haiz çıkmaması, Halife olarak benimseyip

arkalarında yer almaması, hilafet kurumunun artık işlevinin kalmadığının

göstergesi değil midir?

612

kamamış, sömürülmelerine mani ve bağımsızlıklarını kazanmalarına destek

olamamıştır.

İlginçtir ki tüm Müslüman ülkeler, bağımsızlıklarına hilafetin ilgasından

sonrasında (1924) kavuşacaklardır.

• Kısacası, 'Müslümanların başsız ve sahipsiz kaldığı1 ifadesi, zamanı

gerçeklere ters düşen, içinde ne olduğu boş bir ifadedir. Osmanlı Halifesi, hiç bir vakit

islam aleminin başı ve sahibi olmamış, olamamıştı ki. Başı ve sahibi olsaydı

bile yapabileceği bir şey de yoktu.

Zaten bir Halifenin, tüm Müslümanların başı olduğu ve onlara haiz çıkabildiği

devre, bin yıldan da daha çok bir müddet ilkin kapanmıştı.133

Beğensek de, beğenmesek de, reel budur.

* 6-3-2-6. Hilafetin kaldırılması için yapıldığı iddia edilen hazırlıklar

K.Mısıroğlu'na nazaran, hilafeti kaldırmak için daha ilkin hazırlıklar yapılma.

Başlıca iddialarını, doğrularıyla beraber aktarıyorum:

n "Önce Nisab-ı Müzakere Kanunu (toplantı yeter sayısı yasası) çıkarıldı. Buna

nazaran Meclis, üye tam sayısının yarıdan bir fazlası olunca toplanacak, toplantıya

katılanların yarıdan bir fazlasının oyu ile istenilen kanun çıkarılabilecekti.

Bunun için de görünüşte oldukça haklı bir gerekçe vardı: Bazı milletvekilleri

cephelerde vs.vazifeli olduğu için, bir çok defa mutlak ekseriyat sağlanamı-yordu.

Onun için bu kanun rahatlıkla çıkarılabildi." (Hilafet, s.261) Hepsi yanlış!

Meclisin emek harcama biçimi, Meclis açılır açılmaz ele alınmıştır. (26 Nisan 1920,

ZC., 1.C., s.21) Ama 190 maddeden oluşan Meclis-i Mebusan içtüzüğünün yine

düzenlenmesi, bir türlü sonuçlandırılmaz. Bu arada, Anayasa Komisyonunun

hazırladığı 'Büyük Millet Meclisi'nin Şekil .ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı

Kanuniye' tasarısı, 18 Ağustos!920 günü Mecliste görüşülmeye başlanır. (ZC.,

3.C., s.313 vd.; Türk Parlamento Tarihi, 1.C., s.147134) Tasarı, dört gün

görüşülür ve reddedilir. Bu görüşmeler esnasında, milletvekillerinin durumu,

devamı, ek görevleri, izinleri, karşılık ve yollukları şeklinde konuların acilen

düzenlenmesi ihtiyacı belirir, top133) Osmanlı imparatorluğunun, bir şeriat devleti olduğu da şüphelidir. Çünkü

oldukça uluslu ve dinli olan devletin birçok yerinde, farklı hukuk düzenleri

geçerliydi, mahalli kanunlar uygulanıyordu. Belki sadece Müslüman uyruklar için

bir şeriat devleti niteliği taşımış olduğu ileri sürülebilirse de şeriatın da

bütünüyle uygulanmış olduğu söylenemez. Siz Osmanlı Devletinde, meselâ hırsızların

ellerinin, kollarının kesildiğini, asla okudunuz mu?

134) Reddedilen tasarının gerekçesinden: "Bugün istanbul'dan gelen arkadaşlarla

beraber 365 mevcutlu olması gerektirme eden Meclisimiz, hiç bir vakit, muhtelif

sebepler altında, iki yüz üyeden fazla bir kimse ile toplanamamıştır.]" (ZC.,

3.C., s.315) Bir çözüm olarak getirilen S.maddeye nazaran, Meclis Genel Kurulu her

sene dört ay çalışacak, geri kalan süreyi, her seçim çevresinden seçilecek ikişer

milletvekilinden oluşacak 'sürekli heyet', aynı yetkiyle tamamlayacaktır. Daimi

He-yet'in toplantı yetersayısı, üçte bir olacaktır (m.5; a.g.e., s.316).

613

lantı yeter sayısı da laf mevzusu edilir. Bunun üstüne, 2 Eylül 1920'de,

Bakanlar Kurulu, milletvekillerinin ödeneği ve milletvekilliği ile bağdaşmayan

memurluklar hakkındaki bir kanun teklifi verir. (ZC., 3.C., s.465 vd.) Bu kanun

teklifinin 'nisab-ı müzakere' ile hiç bir ilgisi yoktur.135

Bu sırada, birtakım milletvekilleri de, 4 Eylül 1920 günü, 'nisab-ı müzakere'yi de

içeren, açıkta kalmış mevzularla alakalı, ayrı bir öneri verirler.136 Bu öneri

ile Bakanlar Kurulunun 'karşılık ve ek görevlerle alakalı' kanun tasarısı,

birleştirilerek görüşülmeye başlanır. (ZC., 3.C., s.509 vd.)

Birleştirilmiş metin 5 Eylül 1920 günü, 24 red, 4 çekimser, 129 kabul oyu ile

kanunlaşır. (ZC., 3.C., s.557137) Nisab-ı Müzakere Kanunu diye anılan kanun ve

kanunun kısa Öyküsü bu.

a. Toplantı ehliyet sayısı mevzusu, M.Kemal ve arkadaşlarının, hilafetin ilgası

için yapmış olduğu bir hazırlık değil, Meclisin büyük çoğunluğunun haiz çıktığı,

Meclisin emek harcaması için her insanın çözümünü mecbur görmüş olduğu genel bir sorundur.

b. Toplantı sayısı da Mısıroğlu'nun aktardığı şeklinde değildir. Bu rakam, kanunun

5. maddesi ile düzenlenmiştir ve şöyledir: "Her daire-yi intihabiyeden 5 aza

intihabı itibariyle, heyet-i mecmuasının nıfsından fazlası, nisab-ı

müzakeredir." (ZC., 3.C., s.556) Buna nazaran toplantı ehliyet sayısı 161 olarak

kabul edilmiştir, (a.g.e., s.543, 546, 547; bir misal için: 28.C., s.301)

c. Ve hilafetin ilgasına, daha üç buçuk sene var! Mısıroğlu'na kalırsa, ertesi

günü ne olacağının belli olmadığı o karanlık ve sonu gayri muayyen günlerde, M.Kemal

üç buçuk sene sonrasını görmüş ve ona nazaran hazırlık yapmış! Satrançcı deyimi ile

15 hamle sonrasını düşünüp de tedbir almış.

M.Kemal'i, Mısıroğlu kadar övüp büyüten ikinci birini bilmiyorum. Masal,

zincirleme sürüyor:

a "Nisab-ı Müzakere Kanunu çıkarıldıktan sonrasında, hocalardan heyetler teşkil

olunup askere va'z etmek suretiyle cephelere sevk edildi. Sonra da onlar (hocalar)

yokken, bir kanun daha çıkarıldı. Bununla, 'Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk

Cemiyeti', üzeri kapalı biçimde, bir siyasal parti durumuna yükseltildi ve

'Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Grubu' teşkil edildi. Ancak bu gruba,

'Meclisin vazifesinin bittiğine hükmettiği an, onu

135) Bakanlar Kurulu'nun kanun teklifinin metni için: ZC., 3.C. s.466.

136) 75 milletvekilinin imzaladığı öneri, sadece toplantı ehil sayısını

değil, karşılık, yolluk, milletvekilliği ile bağdaştırılabilecek görevler şeklinde

mevzuları da kapsamaktadır.

Teklifin metni için: ZC., 3.C., s.505-506; teklifin ikinci maddesi şöyledir: "

Büyük Millet Meclisi, devair-i intihabiye adedinin iki mislini, nisab-ı müzakere

olarak kabul eder."

O sırada 66 seçim çevresi bulunmaktadır. {Türk Parlamento Tarihi, 1.C., s.39)

Teklife nazaran, toplantı ehliyet sayısı 132'dir. Bu teklifi yapanlar içinde,

Hafız Mehmet (Trabzon), Ziya Hur-şit (Rize) vb. şeklinde M.Kemal karşıtı kimseler de

bulunmaktadır. (ZC., 3.C., s.506-507) Meclis bu sayıyı, Bakanlar Kurulunun da

müsait görmesi ile 161'e yükseltecektir.

137) Adlara nazaran oy dökümü için: ZC., 3.C., s.565.

614

fesh etme selahiyeti verildi.' Böylece, Meclisi fesh etme yetkisi, M.Ke-mal'in

beş-on yakın adamına ilişkin kanuni bir hak olarak ortaya çıktı." (Hilafet, s.262)

Ne masallar!

a. Birçok mebus, Meclisin izni ile muhtelif ek görevler üstlenmiştir fakat

'hocalardan heyetler teşkil edilip cephelere sevk edilmiş olduğu' iddiası da, gerçeğe

aykırıdır. Çünkü Meclis tutanaklarında, bu tarihten savaşın bittiği tarihe

kadar, 'mebus hocalardan heyetler teşkil edilip va'z etmek suretiyle

cephelere sevk edildiğini' gösterir hiç bir kayıt bulunmuyor.138 Mı-sıroğlu, bu

dayanaksız iddiası ile yeni masalına kılıf hazırlıyor.

b. Mısıroğlu'nun masalı şu: 'Hocaların yokluğundan yararlanılarak, bir kanun

daha çıkarılmış, bununla Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti, üzeri

kapalı bir biçimde, siyasal parti durumuna yükseltilmiş ve Anadolu ve Rumeli

Müdafaa-yı Hukuk Grubu' teşkil edilmişmiş.'139 TBMM, birinci dönemde (1920-1923)

338 kanun çıkarmıştır. Tümünün ismi ve mevzusu, Birinci Devre Umumi Fihristinde

var.140

Aralarında bu şekilde bir kanun yok!

c. Bu olmayan kanuna dayanılarak, 'bu gruba, dolayısıyla M.Ke-mal'in beş on

adamına, Meclisin vazifesinin bittiğine hükmettiği an, onu fesh etme selahiyeti

verilmişmiş'.

Masal arasında masal. Ne özü var bunun, ne faslı. Meclisin iyi mi yenilendiğini

aşağıda göreceğiz.

D "Çünkü.. İngilizlerin Lozan'da sıkıştırması üstüne., hilafeti ilgaya

yönelecekti. Ancak Birinci Meclisin bunu yapmasına imkân yoktu. O biçimde

hazırlanan mekanizma işletilerek Meclis yenilenmeliydi... Nisan (1923) başlangıcında..

Meclis, yeni seçimler için dinlence edilmiştir." (Hilafet, s.262, 265)

Bu iddianın ilk bölümünü daha ilkin dinlemiş ve uyduruk bulunduğunu görmüştük.

Gelelim ikinci bölümüne:

a. TBMM birinci periyodu ve o devre milletvekilliği, sonsuza kadar sürecek değildi

normal olarak. Bir gün seçimlere gidilecekti. Bu gereksinim ve isteği belirten ilk

gösterge, Müdafaa-yı Hukuk Grubuna değil, (kinci Gruba mensup üç milletvekilinin

verdiği, seçim kanununda değişim yapılma138) Bu tür tüm ek görevler ile hangi milletvekillerinin görevlendirildiği

hakkında detaylı cetvel ve listeler için: Türk Parlamento Tarihi, 1.C.,

s.773-776; 3.C., s.1013-1026!

Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu şeklinde bir vazife ve görevlendirme, laf mevzusu değil.

139) Meclis Müdafaa-yı Hukuk Grubu, herhangi bir kanuna değil, genel parlamento

teamüllerine dayanılarak kurulmuş bir gruptur. Kuruluş zamanı, 10 Mayıs

1921'dir. (Jeschke, TKS Kronolojisi, s. 150; T.Z.Tunaya, bizim ülkemizde Siyasi

Partiler, s.533 - 537) Nitekim bir müddet sonra da, tekrar ancak parlamento

teamüllerine dayanılarak, ikinci Grup kurulacaktır. (T.Z.Tunaya, a.g.e.,

s.537-539)

140) s.63-78, TBMM yayını, Ankara, 1962.

615

sına ilişik 25 Kasım 1922 günlü kanun teklifidir.141 Seçimlerin yenilenmesi ile

alakalı olarak Aydın milllevekili Esat Hoca ve arkadaşları tarafınca verilen,

102 imzalı öneri ise, 1 Nisan 1923 günü gündeme alınır, görüşülür ve o gün

kabul edilir. (ZC., 28.C., s.283-293) Tek bir mebus bile, seçimlerin

yenilenmesine karşı çıkmamıştır. Meraklısı tutanakları inceleyebilir. Bazı

milletvekillerinin konuşmalarından alıntılar: Ziya Hurşit: "İtiraz eden yok,

teklifi müttefikan (oybirliği ile) kabul ediyo-'(s.286) .

Hüseyin Avni: "Buna (seçim sonucuna) ben, kutsal karar diyorum... Tecdit-i

intihaba (seçimlerin yenilenmesine) müttefikan karar veriyoruz... Halkın

hükümete daha sıkı sarılması için tecdit-i intihap (seçimlerin yenilenmesi),

üzerimize farzdır." (s.287, 288)

.Hakkı Hami (Sinop): "Bu karara, karar-ı kutsal denilmesini öneri edi-,

yorum." (s.291,293)

b. Meclis, seçimlerin yenilenmesine oybirliği ile karar verir fakat 16 Nisan

1921'e kadar çalışmalarına devam eder. Yani dinlence edilmiş olduğu de doğru değildir. 16

Nisan günü, 2. oturum, ekseriyat sağlanamadığı için açılamaz. Toplantı 21 Mayısa

bırakılır. O gün de ekseriyat sağlanamaz ve Birinci Dönem, bir karara bağlı

olmaksızın, fiili olarak sona erer. (ZC., 29.C., s.240) İkinci Dönem çalışmaları

11 Ağustos 1923 günü başlayacaktır. • Mısıroğlu, Şeyh Saffet Efendinin verdiği,

hilafetin ilgasıyla alakalı teklifin öne sürülen nedeni için şu şekildeki yazmaktadır: "Aman ya

Rabbi! Bu kadar aşikâr yalanlara, şeyh unvanlı bir erkek iyi mi cüret eder?"

(Hilafet, s.317)142

Bu ifadeden yola çıkarak, ben de sözümü şu şekildeki bağlamak istiyorum: Aman ya Rabbi!

Bu kadar aşikâr saptırmalara, bir hukukçu, iyi mi cüret eder?

Cumhuriyetçiler, saltanat şeklinde hilafeti de kaldırmaya karar vermişler ve

kararlarını uygulamışlardır. Bu sonucu destekleyen ve doğru bulanlar olduğu şeklinde

burun kıvırılan ve yanlış bulanlar da olabilir. Mısıroğlu ve arkadaşları, mevzuya

yakışır bir dille, bu kurumun din açısından ehemmiyet ve değerini, ciddi kaynaklara

dayanarak anlatabilir, bu sonucu verenleri eleştirebilirlerdi. Böyle

yapacaklarına, ta Sofya'ya kadar uzanan, gerçeklere aykırı türlü türlü

senaryolar yazıyor, masallar uyduruyor, belgeler buluş ediyorlar.

Bu uydurmalar, kaydırmalar, saptırmalar, çarpıtmalarla, ne gerçekler değişir, ne

de M.Kemal'in temsil etmiş olduğu düşünceler. Tersine, bu düşünceler daha da güçlenir

ve keskinlesin

141) Süleyman Necati (Erzurum), Selahattin Köseoğlu (Mersin), Emin (Samsun).

Öneri, Layiha Komisyonuna gönderilir, komisyonun tutanağı 2 Aralık 1922

birleşiminde okunur, görüşülür ve teklifin Anayasa Komisyonuna gönderilmesi

kararlaştırılır. (ZC., 25.C., s.90, 159-164)

142) Mısıroğlu, hilafetin ilgasını öneri eden Şeyh Saffet Efendi ile teklifi

korumak için çaba sarfeden fıkıh usulü müderrisi (profesörü) Seyid Beyi ve konuşmalarını, şu zarif

kelimelerle değerlendiriyor: "adamın gayr-i ihtiyari 'çüş' diyeceği geliyor",

"herze", "şeyh unvanlı soytarı", "herzevekil", "İttihatçı meddahı", "bozuk

erkek", "zavallı", "uşak", "melunane konferans"... (Hilafet, 317-346)

616

Bir gün, bu senaryolar, masallar, icatlar yüzünden, aralarında hiç bir 'asgari

müşterek' bulunmayan, uzlaşamaz, anlaşamaz, bir arada yaşayamaz iki kitleye

bölüneceğiz. Gidiş o gidiş.

(Vahidettin Mustafa Kemal ve Milli Mücadele kitabından alıntılar bulunmaktadır!)



Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor