LOZAN VE HİLAFET HAKKINDA
* 6-3-1. Lozan Antlaşması
K.Mısıroğlu'nun, M.Kemal-lngiliz gizli saklı anlaşması (!) hakkında senaristliğinin
Sofya, Suriye ve Kurtuluş Savaşı bölümlerini görmüştük. Senaryonun son sahnesi
Lozan hakkındadır.
K.Mısıroğîu, senaristliğinin Lozan hakkında kısmı için Büyük Doğu ve
Sebilürreşat dergilerinde yayımlanmış iki yazıdan yararlanmıştır.
Önce, bu iki yazıyı görelim.
s
* 6-3-1-1. Bazı iddialar ve masallar
• Büyük Doğu dergisinde çıkan makale:
"Türklere dinlerini ve din temsilciliğini (hilafeti) feda ettirmek şartıyla,
yapay istikbal için gizli saklı bir anlaşmanın müessiri (etkeni), tek kelime ile
Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas (sorumlu) kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı
bulunan Hayim Naum'dur. Bu Hayim Naum, bu korkulu teşebbüse, evvela
Amerika'da, Türkler lehine bir seri konferanslar vermek ve emperyalizme
şeflerine, Türk'ün maddesini özgür bırakmaları, buna karşılık ruhunu ta içinden
ve kendi öz adamları aracılığıyla yıktırmaları fikrini telkin etmek üzere
başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kuran'ın ahkamını (hükümlerini) kaldırmak,
milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum, müthiş planın zeminini Amerika'da
hazırladıktan sonrasında, İngiltere'ye geçmiş ve halis Yahudi olan Lord Cur/on ile
münasebet ederek, şu teklifte bulunmuştur: 'Siz Türkiye'nin mülki tama-mıyetini
(toprak bütünlüğünü) kabul ediniz. Onlara ben İslamiyeti ve İslami
temsilciliklerini (hilafeti) ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.' "
(Sayı 297 Mayıs 1946)1
Büyük Doğu dergisi yazarı, bu iddiaları için hiç bir delil, belge, şahit, dayanak
göstermiyor. Anlaşılan gaipten malumat almış.
Hayim Naum, 1918'de, A.İzzet Paşa tarafınca harbiden, 'ateşkes yapıl1) Bu yazıyı, GRYT Ansiklopedisi, 2.C., s.251'den aktardım.
565
ması için Amerika'yla ilişki oluşturmak suretiyle' Avrupa'ya gönderilmiştir.2 Ama
İngilizlerin mani olması üstüne, Amerika'ya geçemeden Hollanda'dan geri
dönerek,3 8 Mart 1919 günü İstanbul'a gelecek4 ve 13.7.1919'da İstanbul yönetimi
tarafınca 'Osmaniye Nişanı' ile ödüllendirilecektir.5
a. Demek ki Hayim Naum, 1919'da Amerika'ya gidememiş. Öyleyse 'bu müthiş
planın zeminini, Amerika'da' iyi mi hazırlamış?
b. Hiçbir kaynakta, Hayim Naum Efendinin, İngiliz Dışişleri Bakanı ile
görüştüğüne dair bir kayıt görmedim. Belki ehil tarama yapamamışım-dır.
Mesela bu yazıya dayanan Mısıroğlu veya G R YT Ansiklopedisi yazarları, bu
iddianın kaynağını açıklarlarsa, aydınlanırız.
c. Lord Curzon'un Yahudi olduğu hakkında bir bilgiye de hiç bir kaynakta
rastlamadım.6
d. Üstelik 1919 başlangıcında, hemen hemen geleceği belirleyecek hiç bir ipucu bulunmuyor:
Ne galip devletlerin Türkiye hakkında kararları netleşmiş, ne Yunanlılar
İzmir'e çıkmış, ne Milli Mücadele başlamış, ne M.Kemal tarih sahnesinde
belirmiş, ne TBMM ve hükümeti kurulmuş, ne de saltanat ve hilafet sarsılmış.
Osmanlı Devleti, tüm kurumlarıyla ayakta duruyor! Ama iddiacılar, Hayim
Naum'u, Amerikalılar ve Lord Cur-zon'la, sadece 5 sene sonrasında olacak bir vakası
dikkate alarak pazarlık yaptırıyorlar!
Besbelli ki makale, geçmiş yine kurgulanarak ve bir gerçeğe oturtmaya itina bile
gösterilmeden yazılmıştır, açıkçası uydurmadır. •• Yazının devamını, edebiyat
tarihçisi A.Kabaklı'dan dinleyelim. Kabaklı, şu şekildeki diyor:
"Büyük Doğu, aynı sayısında şunları da eklemektedir: İngiliz Murahhas Heyeti
Reisi (delegeler kurulu başkanı) Lord Curzon, nihayet en manidar (anlarnkhsözünü söyledi. Dedi ki:
i
Türkiye, Islami alakasını ve Islamı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa,
bizimle hulûs (iyi niyet) donanması etmiş olur. Hıristiyan dünyasının hürmet !
ve minnetini de kazanmış olur. Biz de kendisine dilediğini veririz.'
Büyük Doğu, Nihai Vesika (son belge) başlığı ile lafı, şu sonuca bağlamaktadır:
2) AJ'zzet Paşanın anıları, Son Sadrazamlar, 4.C., s.1987; KS Günlüğü, 1.C.,
s.162; izzet Paşa hükümeti 14 Ekim 1918'de kurulmuş ve Mütarekesi Kurulu 24
Ekimde İstanbul'dan ayrılmıştır. Şu biçimde Hayim Naum Efendi, 15 Ekim ile 23 Ekim
içinde yola çıkmış olmalı. Jeschke, İngiliz Belgeleri Işığında Mondros'a Giden
Yol, s.128, Belleten XXXI/121. KS Günlüğü, 1.C., s.162. Jeschke, TKS Kronolojisi
l, s.51.
Dawid VValder, sadece Hindistan işleri Bakanı Montagu ile Hindistan Genel Valisi
Rufus isa-acs'ın 'Yahudi' bulunduğunu açıklıyor ve "Bu iki adamın kuvvetli bir
konsorsiyum meydana getirdiklerini, kendi ırkları ve dinleri dolayısıyla,
Hindistan'daki ırk ve din sorunlarına, aralarında Lord Curzon'un da bulunmuş olduğu
öteki meslektaşlarından değişik yaklaştıklarını" yazıyor. (Çanakkale Olayı,
s.140) Sanıyorum ki bu anlatım, Curzon'un Yahudi olmadığını yeteri açıklıkla
belirtmektedir.
Lozan Muahedesinden sonrasında, İngiltere Avam Kamarası'nda, Türklerin istiklalini
neden tanıdınız?' diye yükselen itirazlara, Lord Curzon'un verdiği yanıt:
'İşte aslolan bundan sonradır ki Türkler, tekrar eski savlet ve şevketlerine
kavuşamayacaklardır. Zira bizler onları,maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş
bulunuyoruz.' "
Kabaklı aktarmayı şu şekildeki bitiriyor:
"Büyük Doğu'nun ve birtakım başka kitapların bu bakışları için aleni belge ve
kaynaklar verilmemiştir. Ancak 'tahminler' laf konusudur." (Temellerin
Duruşması, s.155-156)
a. Yakıştırmaya nazaran, bu vaka 1918 sonu ile 1919 başlangıcında geçiyor. O tarihte
Dışişleri Bakanı Lord Curzon değil, Lord Baulfour'du. Üstelik Lord Curzon sadece,
dört sene sonrasında Lozan'da başlamış olacak olan konferansta, 'İngiliz Murahhas Heyeti
Reisi1 olacaktır.
b. Büyük Doğu yazarı, Lord Curzon'un Hayim Naum Efendiye dediğini iddia
etmiş olduğu lafı, hangi kaynaktan almış veya kimden duymuş, onu açıklamıyor. Öyleyse
neye dayanarak bu iddiayı ileri sürüyor?
c. Lord Curzon'un Avam Kamarası'nda dediği iddia edilen laf ise, bütünüyle
uydurmadır. Bu lafa haiz çıkanlar, bu sözlerin söylendiğini ispat etmek
durumundadırlar.
d. Ahmet Kabaklı, hiç bir belge ve kaynağa dayanmayan bu iddiayı, 'tahmin' diye
niteliyor. Buna tahmin mi denir, yoksa masal mı?
e. Kabaklı ondan sonra da şu şekildeki yazıyor: "[Bu konudaki kanıtların] En
kuvvetlisi, bir müşahit olarak Rıza Nur'un yazdıkları ile Rauf Beyin, Kandemir'e anlattıklarıdır. Çünkü Rauf Bey o vakit Başbakan bulunuyordu. Gizli
pazarlıkların arasında olmasa bile, bazı malumat ve sezişleri olduğu kesindir."
• Oysa Rıza Nur, Hilafetin ilgasıyla alakalı olarak gizli saklı pazarlık yapıldığı
hakkındaki tek kelime bile yazmamıştır.
• Rauf Orbay'ın reel anılarında da, bu şekilde bir iddia, ne olursa olsun yer almıyor.7
a K.Mısıroğlu da, bu gaipten alınmış bilgileri, kaynağını belirtmeksizin, birazcık
daha şişirerek şu şekildeki aktarıyor:
"Gafil yada kabahat ortağı idareciler tarafınca, Hayim Naum Efendi,
Söz mevzusu iddia, F.Kandemir'in, Rauf Orbay'ın ölümünden (1964) sonrasında
yayımladığı (1965) kitapta geçmektedir. (Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf
Orbay, s.96-97)
Güya Rauf Bey, bu görüşünü bigün F.Kandemir'e anlatmış; o da, sonrasında yazmak
suretiyle not almış. Hiçbir sahici tarihçi, özü varken, anı sahibinin ölümünden
sonrasında, bir başkası tarafınca yazılmış bir anı kitabına dayanmaz, bilakis kuşku
ile bakar. Orbay'ın reel anılarındaki üslup, ağırbaşlılık ve itina nerede,
Kandemir'inki nerede? Öz ve tarz açısından, aralarında ço-ook büyük farklar
var. Ama Kabaklı, 'Başbakan olarak bazı malumat ve sezişleri olduğu kesindir1
diyerek, bu şüpheli ifadeyi destekliyor.
İkinci Adam Masalı isimli kitabı, Kandemir'e, bari bu mevzuda güvenmemek
için ehil bir sebeptir. (1968)
567
1919 senesinde, Türkiye için etkinlik işaret etmek suretiyle, kuzuyu kurda teslim etmek
kabilinden, resmen Amerika'ya gönderilmişti. Hilafetin ilgasını temin etmek için
Amerikan Yahudileri ile mutabık kalan Hayim Naum Efendi, 8 Mart 1919'da
İstanbul'a dönüşünde şu düzmece beyanatı vermişti.." (Beyanat konumuzu
ilgilendirmediğinden buraya almadım; Lozan, 1.C., s.266, dipnot no.256)
Amerika'ya gidemediğine nazaran, 'Amerikan Yahudiler ile' görüşüp 'Hilafetin
ilgasını sağlamak için' onlarla iyi mi anlaşmış?8
Geçmiş, birkaç reel noktaya dayanılarak ve bu noktaların arası, masal, süs,
yakıştırma ve uydurmalar ile doldurularak, bin türlü yazılabilir. Ama bu tür
yazılar, tarih açısından hiç bir anlam ve kıymet taşımazlar. Çünkü tarih bir
bütündür, her ayrıntı, olayların akışına ve mantığına, belgelere ve kişilere
müsait düşmek zorundadır. !
Ama bu tür masalların, milleti, ağır ağır bölüp parçaladığını da itiraf etmek
zorundayız.
••• Sebilürreşat dergisinde çıkan makale:
Böyle bir pazarlığın 1919'da yapılma bulunduğunu iddia etmenin temelsizli-ğini ve
mantıksızlığını anlayan Sebilürreşat dergisi, aradan dört sene geçtikten sonrasında
vakası, bu kez Lozan görüşmelerine (1922/1923) kaydırıyor. Tutuna-cakl^irı bir
nirengi noktası da var: Hayim Naum Efendi, Lozan'a giden danışmanlar içinde
bulunmaktadır.9 Aynı gülünç iddia, ilkel teferruat eklenerek, konuşmalar
uydurularak, yeni bir halde, bu tarihe kaydırılarak yeniden ediliyor. Şöyle:
"Lozan barış müzakeresi esnasında, en yüksek dereceli ünlü farmason Haham Hayim
Naum, İngiltere Hariciye Nazırı ile görüşür. Ona der ki:
Türklere karşı şiddetli hareket etmeniz, size hiç bir yarar temin etmez. Eğer
mülayim (yumuşak) bir politika takip ederseniz, Türk halkının muzaffer liderlere
karşı irtibamdan [herhalde, 'ittibaından /uymalarından' olacak] istifade etmek
olası olur.' ,
'Ne şeklinde?'
'Bir defa burada, İslam davasından, İslam meselelerinden vaz geçerler.
8) Herhalde dikkatinizi çekmiştir. Bu yazara nazaran General Allenby, Lord
Curzon filan Yahudi, galiba Vahidettin hariç hepimiz ingiliz ajanı. Bu iddialara,
A.Dilipak da, durup dururken söz arasına sıkıştırıp, Kurtuluş Savaşı esnasında,
bir Batılı dergide çıkan şu dedikoduyu da aktarıyor: "M.Kemal bir ispanyol
Yahudisi idi. Ama artık islam dinini seçmişti, Kuran'da yasak olduğundan de
alkollü içkilere artık el sürmüyordu." (CG Yol, s. 107)
Demek ki M.Kemal, II. Abdülhamit döneminde, 12 yaşındayken, askeri orta okula
alındığı vakit Yahudi imiş, içki meşrubat yaşa gelinceye kadar da askeri okullarda
Yahudi olarak okumuş... Ama bigün Müslümanlığı seçmiş ve içkiyi bırakmış...
Neresinden baksanız zırvalığı belli olan bir anlatım! Dilipak, asla gereği yokken,
bu dedikoduya niçin yer veriyor dersiniz?
9) Hayim Naum, Lozan sulh kuruluna birlikte rol alan 33 görevliden biridir ve o
sırada Hahambaşı değil, 'Yüksek Mühendis Okulu Fransızca öğretmenidir.'
(A.N.Karacan, Lozan, s.70; GRYT Ansiklopedisi, 2.C, s.244/245)
568
Sonra, Türklerin îslami bünyesini değiştirerek, onlara Protestanlığı (!!!) kabul
ettirmek kolaylaşır.'
Hayim Naum, İngiltere Hariciye Nazırını buna inandırdıktan sonrasında, İsmet Paşayı
özel surette ziyaret eder. Ona der ki:
'İngiliz Hariciye Nazırı ile görüştüm. Eğer siz İslam davalarından; İslam
riyasetinden (Halifelikten) vaz geçerseniz, İngiltere size müzaheret gösterecek
(destek olacak). Bir de Türk milletinin Protestanlığa karşı temayülünü
(eğilimini) temin (sağlamak) hususunda, Nazır hazretleri sizden yardım bekler.'
Hayim Naum'un bu lafı üstüne İsmet Paşa şaşalar. 'Bu önemli bir hadisedir, bizi
Hıristiyanlaştırmak demektir. Ankara'ya bildirmek itap eder.' der.
Bunun üstüne Hayim Naum derhal o gün yola menfaat/ İstanbul'a gelir. Bir iki saat
evinde kaldıktan sonrasında Ankara'ya masraf. M.Kemal Paşayı ziyaret eder. Meseleyi
nakleder. Onun üstüne, tüm İslami meselelerin rahatlıkla bertaraf edilmesi
(bir yana bırakılması) hususunda Lozan'a direktif verilir. İngilizler oldukça memnun
kalırlar,. Muahede aktolunur (andlaşma yapılır)." (Sebilürre-şat, rakam 86, Eylül
1950)10
Dergiye nazaran, 'Karabekir bu hatırasını iki milletvekiline anlatmış, onlar da
Sebilürreşat yazarına aktarmışlarmış'.
Karabekir'in hiç bir kitabında, bu şekilde bir iddianın kırıntısı bulunmuyor.
Yazılmaya kıymet bulsaydı, bari, Uğur Mumcu ve İsmet Bozdağ'ın ayrı ayrı
yayımladıkları son kitabında (anılarında) yer verirdi.11
10) Bu yazıyı, GRYT Ansiklopedisi, 2.C., s.252'den aktardım.
Kazım Karabekir Anlatıyor, yayına hazırlayan Uğur Mumcu, Tekin Y., istanbul,
S.baskı, 1993 (İlk baskı 1990); Paşaların Kavgası, yayına hazırlayan ismet
Bozdağ, Emre Y., istanbul, 1991; Karabekir bu anılarına, 'inkılap Hareketleri
Neden oldu, Nasıl Oldu, Nasıl yönetim Olundu' ismini vermiş.
Karabekir, İstiklal Harbimiz isimli kitabında, başkentin Anadolu'nun arasında bir
yere katılımı, istanbul'a hilafet merkezi denilmesi ile alakalı olarak, 12-15
Kasım 1921 günü yazdığı bir yazıdan laf ederken, özet olarak şu şekildeki bir dipnot
düşmüş:
"[Lozan'da], İtilaf devletleri bizlere bir barış pfojesi verdiler. Bize öneri
olunan projenin Boğazlar hakkında faslının 8.maddesinde, istanbul için
'payitaht' (başkent) tabiri vardı. Heyetimiz de bunu aynen kabul etti. Acaba
hilafetin lağvı esası orada mı takarrür etti de (kararlaştırıldı da), buraya
hilafet merkezi denilmedi? Payitahtın herhalde Anadolu içinde kaldığını,
ismet Paşa bilmiyor mu idi ki bu şekilde bir taahhüde girdi' " (s.973)
ü Müttefiklerin verdiği projede istanbul için payitaht deyimi geçmiş olabilir
fakat Lozan Kurulumuz, projedeki bu deyimi kabul etmiş değildir; Lozan
Andlaşmasına ek Boğazler Rejimine ilişik Sözleşme'de, istanbul için 'payitaht'
(beşkent) deyimi geçmemektedir. (S.L. Meray, Lozan Barış Konferansı, 8.C., s.50-
59)
D Karabekir, Lozan Barış Andlaşmasının kabul edilmiş metnini ve metinde
'payitaht' deyiminin yer almadığını normal olarak görmüştür. Ama görmemiş şeklinde bu şekilde
lüzumsuz ve doğruyu yansıtmayan bir dipnot düşmüş. Karabekir'i tanıdıkça, bu tur
anakronolojik notların sebebini de anlayacağız.
D Karabekir'in bu mevzuda yazdıkları, bunlar. Bunların, Sebilürreşat'taki
detaylı masalla ne ilgisi var?
569
Doğrular:
a. Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Lozan sulh görüşmelerinin birinci dönemine
katılmış (20 Kasım 1 '22- 4 Şubat 1923), sulh görüşmelerinin kesilmesinden
sonraki ikinci dönemde ise (23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923) İngiltere'yi,
İstanbul'daki Yüksek Komiser Sir Harold Rumbold temsil etmiştir.
Birinci devre, şiddetli tartışmalarla geçmiştir. Görüşmelerin kesilmesine sebep
olan da bilhassa Lord Curzon'dur.12 Bu yüzden savaşın yine başlaması
olasılığı belirir, Türkiye geniş askeri önlemler alır.13Şu biçimde, Lord
Curzon'iin da katılmış olduğu birinci dönemde bir antak kalma olmamış.
İkinci devre görüşmeleri başlamadan, İngiliz Hükümeti, bu zamanda de Türkiye'ye
taviz verilmememesi için birleşik bir cephe kurmak suretiyle Müttefik
delegelerini Londra'ya çağıracaktır.14 İkinci devre de, bu ön emek harcama
dolayısıyla, minimum ilk dönemdeki şeklinde oldukça çetin tartışmalarla geçer.
Görüşmelerin tekrar kesilmesi olasılığı belirir, askeri önlemler bu zamanda de
sürdürülür. Ancak 97 günde anlaşmaya varılır. Velhasıl masal, gelişime ve
kişilere^lenk düşmüyor.
b. Ayrıca, Ankara ile Lozan (İsmet İnönü) arasındaki tüm yazışmalar
yayımlanmıştır.15 1.ciltte 544, 2.ciltte 721 belge yer alıyor. Alınıp
alınmadığının anlaşılması için her telgrafa bir sıra numarası verilmiş. Bu
sebeble tam bir takım niteliğindedir.16 Bu makalelerin içinde, iddiada ileri
sürülen direktif bulunmadığı şeklinde bu idrak etme çekilebilecek hiç bir anlatım de yok!
Lord Curzon, 3 Şubat günü, Müttefiklerin kendi aralarında hazırlayıp Türklere
önerilmiş olduğu Sevres benzeri proje için şu şekildeki der: "Türkiye'nin imza edeceği en iyi
proje budur. Eğer imza etmezse, Türkiye düşünsün. Asya'nın görünmez
derinliklerinde kaybolur. " (A.Naci Karacan, Lozan, s.623)
J
Türk Kurulu, bu projeyi reddedecek ve Türkiye'ye dönecektir.
TİH, 2.C., G.kısım, 4.kitap, İstiklal Harbı'nin Son Safhası, s.160-166, 169-175,
210, 234-236. S.R.Sonyel, Dış Politika, 2C., s.339; A.F.Cebesoy, Siyasi
Hatıralar, s.319. Bilal N.Şİmşir, Lozan Telgrafları, 2 cilt, TTK, Ankara,
1990,1994.
İ.inönü ile M.Kemal arasındaki tüm telgraflaşmalar da bu dizi arasında yer
alıyor. İnönü diyor ki: "Ankara ile telgrafla münasebet ederdik. Her gün muntazam
rapor yazardım. Özel görüşmeler, resmi müzakereler, bunların hepsini bir savaş
tutanağı şeklinde her gün Ankara'ya bildirirdim. Ben raporlarımı direkt Başvekile
(R.Orbay'a) gönderirdim. Başvekil ile muhabere ederdik. Sonradan aramızda
karşılıklı şikâyetler olduğu vakit, BMM Reisine (M.Kemal'e) yazardım. Fakat hususi
muhabere vasıtam olmadığı için onları da Başvekile gönderirdim. Yalnız, TBMM
Reisine mahsustur1 derdim. Başvekil de okur, sonrasında götürür, BMM Reisine verirdi.
M.Kemal Paşa da bana yazacağı vakit, aynı biçimde hareket ederdi. Yani
Başvekilin (R.Orbay'm) kontrolü altındaydık." (Hatıralar, 2.C., s.115)
Pazarlıkla alakalı bir iletişim olsa, Rauf Beyin bunun bilmemesi, öğrenmemesi
kaabil mi?
Haberleşme yalnız kanalla ve tek gizyazı ile yapılıyor. O devrin imkân VB
şartlarını dikkate alan önyargısız ve sağ duyulu bir insan, M.Kemal ile İsmet
Paşa içinde, Rauf Beyden, dolayısıyla hükümetten ve tarihten gizli saklı bir
komünikasyon olmayacağını kestirir.
570
c. İddiaya nazaran, Hayim Naum derhal Ankara'ya nelmiş, TBMM Başkanı M.Kemal Paşa
ile konuşmuş, Lozan'a lüzumlu direktif verilmiş ve antak kalma imzalanmışmış:
Bu masalı uyduran her kim ise, birinci devre görüşmelerinin anlaşmazlıklar
yüzünden kesildiğini, ikinci dörtemde de tartışmaların ve anlaşmazlıkların tekrar
şiddetle sürdüğünü, birkaç defa savaşın eşiğine gelindiğini yok sayıyor. Yani
saklıyor.
Hayim Naum ne vakit gelmiş de, M.Kemal'le Ankara'da buluşmuş? O tarihteki
minicik Ankara'da bu ziyaret iyi mi olmuş da her insanın bakış açısından kaçmış, basında
yer almamış?17 Rıza Nur da anılarında, Hayim Naum'un Ankara'ya gittiğinden laf
etmiyor.
d. K.Mısıroğlu, Hayim Naum'un güya bu entrikayı çevirmek için gidip geldiği
bölgeleri de, duruma nazaran değiştiriyor. İki misal vereyim:
1. "Hayim Naum Efendi, İngilizler ve hatta Papalık [RomaJ ile Ankara içinde
mekik dokumuş[tur.]" (Hilafet, s.183)18
2. "Hayim Naum, İsmet Paşadan ilkin gelerek, İktisat Kongresi esnasında, M.Kemal
ile İzmir'de buluşmuştur.]" (Hilafet, s.258, 267, 302)19
Allah Allah!
Ankara'da mı buluştu bunlar, İzmir'de mi? Yoksa hem Ankara'da, hem İzmir'de mi
buluştular?
17) Hayim Naum, Osmanlı topluluğunun yakından tanıdığı, hakkında haberlere ehemmiyet
verdiği biri. Ne vakit bir yere gitse veya bir yerden gelse, gazetelerde yer
alıyor. Nitekim yapmış olduğu geziler, temaslar ve konuşmalar, o zamanki gazetelerde
yer almıştır; örneğin: KS Günlüğü, 4.C., (23 Ağustos 1921-20 Kasım 1922), S.537,
539, 543, 546, 548, 560, 562, 575, 663, 723, 735.
iddia edilen tarihlerde istanbul'a, İzmir'e veya Ankara'ya gelmiş olsa, basma
kesinlikle yansırdı.
Akıllarına ne gelirse, hepsini üstüste yığıyorlar, ortaya şaşırtıcı ve hayret verici bir bulamaç
çıkıyor. Papa, Katoliklerin temsilcisidir. Hani ingilizler ve Yahudiler, bizi
Protestan yapmak istiyorlardı? Papa ile ne ilgisi var bu işin? Varsa,
Protestanlık hikâyesi ne oluyor? Araya Yahudiler niye karışıyor?
Öyle ilkel bir asılsız ki hiç bir dişlisi diğerini tutmuyor.
Lozan Barış görüşmeleri 4 Şubat 1923 günü kesilir, başta Lord Curzon olmak suretiyle
tüm delegeler, memleketlerine dönerler; muharebeye devam ihtimali belirir.
izmir ekonomi Kongresi 17 Şubat 1923'te başlamış, 4 Mart 1923'te sona ermiştir.
M.Kemal 10 Şubatta izmir'e gelir, 17 Şubatta ekonomi Kongresini açar, 18 Şubatta
izmir'den ayrılır, 19 Şubat günü Eskişehir'de İsmet Paşa ile buluşur ye beraber
Ankara'ya dönerler. (Kaynakçalı Mustafa Kemal Atatürk Günlüğü, s.227) Şu biçimde Hayim Naum ile
İzmir'de, 11 Şubat ile 16 Şubat içinde görüşmüş (!) olmalı.
Niye hiç bir kaynakta, gazetede, dergide, anıda, M.Kemal-Hayim Naum'un izmir
buluşmasının en minik bir izi bile yok? Lord Curzon, Hayim Naum'un M.Kemal ile
görüşmeye gittiğini bilmiş olduğu biçimde (!), niçin konferansı birkaç gün daha uzatmak
yerine, yarıda kesilmesine ön ayak oldu? M.Kemal, niçin ekonomi Kongresini
açarken, Müttefikleri uyarmak ve gerekirse yine muharebeye devam etmeye hazır
olduklarını açıklamak ihtiyacını duydu?
M.Kemal, 1 Mart 1923 günü Meclisin dördüncü toplantı yılını açarken de, şu şekildeki
diyecektir: "Dahil olduğumuz senenin, bir barış senesi olması ihtimali kadar bir
savaş senesi olmak ihtimali de vardır. Bu ikinci ihtimale nazaran önlemli bulunmak,
normal olarak daha muvafıktır... Eğer savaş devam ederse... TBMM orduları, şimdiye
kadar olduğu şeklinde ulusal vazifesinin icabatını, kahramanane ifa edecektir!" (ZC.,
28.C., s.3)
571
Hayim Naum Efendi, Lozan'la Ankara içinde mı, Lozan-Roma-Ankara içinde mı,
yoksa Lozan'la İzmir içinde mı 'mekik dokudu'?
Bu yoğun trafik, Türklerin ve dünyanın bakış açısından iyi mi saklandı?
Ayrıntılara girdikçe, bu tutarsızlıkların, çelişkilerin, yalpalamaların daha da
arttığını, apaçık gerçeklerin bilakis çevrildiğini göreceğiz.
• Mısıroğlu'nun bu konudaki komplike ve dağınık iddialarını, elimden geldiğince
düzenleyip sıraya koydum, sunuyorum:
I. "İsmet Paşa Lozan'a gittiği sırada, M.Kemal Paşa bizim ülkemizde Halife olmak
temayülü arasında bulunuyor ve bu temayülü anlatım eden beyan ve hareketleri
açıkça icra ve ifadan içtinap etmiyordu (çekinmiyordu). M.Kemal
Paşanın evvelce, ingilizlerle hilafeti yıkmak esası üstüne anlaşmış bulunmasına
karşın, zaferden sonrasında bu vaadinden vaz geçerek Halife olmak istediği kafidir.
Ancak bu dini bir fakirlik ve inanıştan ziyade, alemşümul bir kişisel otorite
sağlamak maksadının eseri idi." (Hilafet, s.256-257, 300)
M. Kemal'in Halife olmak istediği iddiasını, azca sonrasında ele alacağım.
II. "İsmet Paşa da Lozan'da, hilafetin muhafaza edileceği kanaatini uyandıran
beyanatlar veriyordu. İngiliz Hariciye Nazırı Lord Curzon, hilafet mevzuunda
yeni Türk idarecilerinin bu tavrını görünce, arada bir onları yoklamaktan geri
durmuyordu... Bu yoklamalardan sonrasında Lord Curzon, müzakereleri çıkmaza sokmuş,
sulhun imkânsızlığına dair beyanlarda bulunmaya başlamıştı.
Bununla da iktifa etmeyerek, İnönü'nün müşavir sıfatıyla Lozan'a götürdüğü
ünlü Hahambaşı Haim Naum Efendiyi İsmet Paşaya göndermiş ve 'eski taahhütleri
istikametinde kalmış olarak hilafeti ilga etmemeleri (kaldırmamaları) halinde sulhun
imkânsızlığını' açıkça söyletmişti. Sulhun ilgası koşul koşulunca, Türkiye'den
ayrılmadan ilkin bu müessesenin muhafaza edilmek istendiğini bilen, hatta M.Kemal
Paşanın halife olmak arzusu taşıdığına vâkıf bulunan İnönü, 'Böyle bir şeye
res'en (kendiliğimden) karar vermek selahiyetini sahip bulunmadığını' söylemiş ve
Hayim Naum Efendiye, meseleyi bizzat bahsetmek suretiyle Türkiye'ye gitmesini öneri
etmişti." (Hilafet, s.257)20
20) H.H.Ceylan Halifeliğin kaldırılması mevzusunda şu şekildeki yazıyor: "Hele Dr.Rıza
Nur., bu katliam oyununun, ilkin ismet inönü tarafınca Lozan'da
senaryolaştırıldığını anlatım ederek, açıkça canileri, Hayat ve Hatıratım isimli
eserirpe ortaya koymaya çalışır.. Dr.Rıza Nur'a nazaran, Halifeliğin kaldırılması,
Lozan görüşmeleri esnasında, istanbul Yahudi Hahambaşısı [Haham diye Yahudi din
adamlarına denir zaten!] Haim Naum ile ismet Paşa içinde gizli saklı müzakere,
korkulu pazarlıklarla halledilmiş bir olaydır," (Büyük Oyun, 2.C., s.20)
H.H.Ceylan bu iddiasını, Rıza Nur'un Hayat ve Hatıratım isimli kitabının S.C.nın
969. sayfasına dayandırıyor fakat bu sayfada iddiasıyla alakalı bir şey yok! Zaten
Rıza Nur'un anılarının hiç bir sayfasında, bu şekilde bir anlatım yer almamaktadır.
Ceylan'ın, yeni bir saptırması ile karşı kar-siyayız.
Oysa ustas/Mısıroğlu bile, Rıza Nur'un Hayim Naum hakkındaki yazdıklarını (Hayat
ve Hatıratım, s.1081-1083, 1157-1159) aktardıktan sonrasında, bu mevzuda diyor ki: "Bu
satırlar göstermektedir ki Dr.Rıza Nur, Hayim Naum Efendinin Lozan'da oynadığı
rolden ve perde peşinde cereyan eden 'hilafet pazarlığından' habersizdir."
(Lozan, 1.C., s.263)
Evet?
572
Mısıroğlu, belirttiğim iki kaynaktaki uyduruk iddiaları tekrarlayıp süsleyerek,
senaristliğini tamamlamaya çalışıyor Her zamanki şeklinde herhangi bir dayanak, belge,
delil, şahit göstermiyor. Zaten amacı, bir doğruyu açıklamak değil, pek azca ve
tek yanlı okuyanların kafasını karıştırmak! Bir gün, bu masallara inanan
milyonlarca vatandaşımız olursa, bunun sonu nereye varır?
III. "Bu sırada M.Kemal Paşa, İzmir'de toplanacak olan İktisat Kongresinde
bulunmak suretiyle yola çıkmış ve her gittiği yerde, Hilafeti göklere çı- • karan
konuşmalar yapa yapa İzmir'e vasıl olmuştu." (K.Mısıroğlu, Hilafet, s.258) Bu
noktada duralım ve şu iki ara iddiayı gözden geçirelim:
1. M.Kemal'in Halife olmak istediği.
2. M.Kemal'in, İktisat Kongresini açmak suretiyle İzmir'e giderken, bu amacını
gerçekleştirmek için her yerde, hilafeti göklere çıkaran konuşmalar yapmış olduğu.
* 6-3-1-2. M.Kemal, Halife olmak istiyormuş!
M.Kemal'in bir ara Halife ve Sultan olmak istediğini ilk iddia eden kimse,
K.Karabekir'dir. M.Kemal'in çevresinde, aynı periyodu yaşayan binlerce şahıs var
fakat Karabekir'den başka, bu iddiayı ileri devam eden başka asla kimse yok.
Karabekîr bu ve benzen birtakım iddiaları, dönem dışı kaldıktan sonrasında ileri
sürmüştür. Hiçbirinin doğru olmadığını göreceğiz. Ününe asla yakışmayan bir
tutumla, yalnız dayanağı bile olmayan bir hikâye kurgulamış. İddiasını, geçmiş
vakalara bağlamaya ve bu yolla, dönem dışı kalmış olmasının hıncını almaya
çalışıyor. K.Mısıroğlu da, Karabekir'e dayanıyor fakat o sadece 'Halife olmak
istediğini' ileri sürüyor.
Karabekir'in bu konudaki iddialarını, doğruları ile beraber aktarıyorum:
ü "M.Kemal Paşanın [31.7.1921 günlü] cevabındaki '..Türkiye'nin başlangıcında Halifeyi İslam olacak ve bir hükümdar sultan bulunacaktır' kaydı beni düşündürdü.
İstanbul, cumhuriyet yapıyorlar diye kaygı ederek propaganda yapıyordu. Padişah
ve taraftarları bundan ürküyorlardı. Benim bugün anladığım ise daha korkunçtu. O
da M.Kemal'in, bir muzafferiyet neticesi, hilafet ve saltanatı alması idi."
(bağımsızlık Harbimiz, s.917)
Karabekir'in bu kuşkusunun, doğru olup olmadım görelim: Erzurum Müdafaa-yı Hukuk
Derneği Başkanı Raif Efendi ve birtakım arkadaşları, 1921 Ocak ayında kabul edilen
anayasadaki 'egemenlik, bilakayd-ü koşul milletindir' hükmünden korkacak, bir
reaksiyon olarak derneğin ismini, Muhafaza-yı Mukaddesat ve Müdafaa-yı Hukuk' olarak
değiştireceklerdir.21 K.Karabekir, bu değişim21) Raif Efendinin görüşü şu şekildeki: "Bütün bu teşebbüsattan ve Ankara matbuatının
neşriyatından hasıl olan en önemli ve yaşamsal kaygı, hükümet şekl-i idaresini
tespit eden hilafet ve saltanatın, cumhuriyetçiliğe inkılap etmesi
tehlikesidir."'(bağımsızlık Harbimiz, s.919)
573
den yakınan M.Kemal'e üç sual sorar; bunlardan biri, 'Hilafet ve saltanat
problemininin çözümü için ne düşünüldüğü'dür, Karabekir'in, tam Kütahya-Eskişehir
yenilgisi ile Sakarya Savaşı arasındaki o tehlikeli sonuç dönemde sordurulmuş olduğu bu sorulara,
M.Kemal uzun ve detaylı bir yanıt verir. Karabekir, cevapta yer edinen bu mevzuya
ilişik paragrafın, ancak bir kısmını aktarıyor ve iddiasını o tek cümleye
yaslıyor. Oysa o paragrafın tüm bunlar şöyledir:
"Hilafet ve saltanat, mesele-yi esasiye olarak mevcut değildir. Türkiye'nin
başlangıcında Halife-yi İslam olacak ve bir hükümdar sultan olacaktır. Mevzu-u bahs
olan mesele, hükümdarın hukuku olup, bunun atama ve tahdidi için son birkaç
asrın tecrübeleri ve devlet mefhumundaki ulus hukukunun mana-yı hakikisi amil
olmalıdır. Bu esas üstünde hemen hemen tesbit edilmiş kesin bir düsturumuz (kuralımız)
yoktur." (bağımsızlık Harbimiz, s.923)
Karabekir, bu cevaba dayanarak, M.Kemal'in Halife ve Sultan olmak istediğinden
kuşkulanıyor, daha yani kuşkulandığını ileri sürüyor. Ama bu cevaptan o anlam
menfaat mı? Çıkmaz fakat Karabekir, sonradan kurguladığı hikâyesine bu şekilde başlıyor
ve şu şekildeki devam ediyor:
D "M.Kemal Paşanın, Hilafetin lüzumu hakkında Balıkesir'deki hutbesi ve
Meclis'teki nutku ve [Seriye Vekilinin] beyannamesi bir araya getirilir ve
başlarına da, hocalar grubu ortasında ve aynı kisvede, M.Kemal Paşanın (mefkure
hatırası) resini konursa, konum daha iyi anlaşılır. Ga-zi'nin büyük bir
taassupla Hilafet ve Saltanatı, şahsına almak istediği görülür." (a.g.e., s.917/
1.dipnot, s.992/1.dipnot)
Karabekir, iddiasını ispat etmek için işte bu dört dayanağı gösteriyor.
Doğrular:
(1) M.Kemal'in, 7 Şubat 1923'te, Balıkesir / Zağanos Paşa Camisinde kısa bir
hutbe verdiği doğrudur. Karabekir, M.Kemal'in Hilafet ve saltanatı şahsına almak
istediğini ispat etmek için bu hutbeyi ileri sürüyor. Oysa M.Kemal, bu hutbede,
İslam dinini övmüş ve özetlemiştir fakat hilafetten de, hilafetin lüzumundan da
ne olursa olsun laf etmemiştir.22
Her İslamiyet! öven, Halife olmak istiyor demek midir? Kendi de övüyor. Yoksa
Karabekir de mi Halife olmak istiyordu? Bu birinci dayanaktı! ,,
—-
22) Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.94 vd.
M.Kemal bu konuşmasında, hutbenin amacı ve niteliğini açıklarken şu şekildeki der:
"Hutbelerin,
halkın anlayamayacağı bir lisanda olması (Arapçadır) ve onların da bugünkü
icaplar ve ihti-' yaçlarımıza münasebet etmemesi, Halife ve Padişah namını
taşıyan müstebitlerin peşinden köle
şeklinde gitmeye zorunlu etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin aydınlatma ve irşadı
içindir, başka bir
şey değildir."
M.Kemal ne"söylüyor, Karabekir ne iddia ediyor?
574
(2) M.Kemal, 1 Kasım 1922 günü, Mecliste, saltanatın kaldırılması ile alakalı
önerinin görüşülmesi esnasında, öneriyi destekleyen uzun ve müessir bir konferans
yapar. Bu arada, hilafet zamanı hakkındaki geniş malumat verir, TBMM ile hilafetin
bir arada olabileceğini söyler ve TBMM'nin, hilafetin dayanağı olacağını
belirtir.23 Bu konuşmadan birtakım parçalar:
"İdare şeklimizde mündemiç bulunun hakikat, Türk halkının, mukadderatına bilfiil
ve bizzat el koymuş olması, egemenlik-i milliyesini, saltanat-ı milliyesi-ni, üç
seneden beri kendi elinde bulundurarak, kutsal davasını savunma etmekte
bulunmasıdır... Millet, mukadderatını direkt doğruya eline aldı ve ulusal
saltanat ve hakimiyetini, bir şahısta değil, tüm bireyleri tarafınca seçilmiş
vekillerden oluşan bir yüksek Meclis'te temsil etti. İşte o Meclis, yüksek
Meclisi-nizdir; Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir ve egemenlik (egemenlik)
makamının hükümetine, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti derler. Bundan başka
bir saltanat makamı, bundan başka bir hükümet yoktur ve olamaz."
Karabekir, saltanatın kaldırılması lehindeki bu konuşmayı, M.Kemal'in, 'hilafet
ve de saltanatı şahsına almak için yaptığını' iddia ediyor! M.Kemal, Halife olup
İstanbul'a gidecek, iktidardan çekilecek miydi şu demek oluyor ki?
Karabekir'in iddiasının ikinci dayanağı da buydu.
(3) Seriye Vekili Mustafa Fehmi (Gerçeker) Efendi, 5 Ocak 1923 günü, TBMM adına,
istanbul halkına bir bildirge yayımlamış, 'dine va ulusal ahlaka aykırı davranan
birtakım İstanbulluları' şiddetli bir üslupla kınamıştır.24 M.Kemal, Halife olmak için
bu şekilde bir beyannameden fayda umuyor /olsaydı, beyannameyi kendisi imzalar ve
muhafazakar çevrelerden fazlaca puan da toplardı. Ama bu beyannameyi M.Kemal değil,
Seriye Vekili (Din İşleri Bakanı) imzalamıştır.
Karabekir'in, M.Kemal'in hilafet ve saltanatı şahsına almak için yayımladığını
iddia etmiş olduğu bildirge de budur.
Bu da üçüncü dayanaktı.
(4) Sonuncu dayanağı ise, bir resim. Karabekir, İstiklal Harbimiz kitabının
ekindeki fotoğraflar arasına, onu da koymuş. M.Kemal ve bir öbek din adamı,
beraber bir anı fotoğrafı çektirmişler. Karabekir, M.Kemal'in, din adamlarının
kisvesinde (kıyafetinde) bulunduğunu ileri sürüyor fakat bu iddiası da doğru değil.
Çünkü üstünde din adamlarına mahsus kisve değil, Şeyh Sunusi'nin armağan etmiş olduğu
maşlah,
23) Konuşmasının metni: ZC, 24.C., s.305-311; Nutuk, 3.C., 264 sayılı ek;
H.H.Ceylan, Din-Devlet İlişkileri, 1.C., s.48-56.
H.H.Ceylan diyor ki: "Bize nazaran M.Kemal bu konuşmayı hazırlarken, medrese alimi,
Darülfünun tanrı bilim Fakültesi Dekanı ve İslam Hukuku hocası, Adliye Vekili
Seyyid Bey'den yarar-lanmışftır]." (Büyük Oyun, 1.C., s.172)
M.Kemal'in bu konuşmayı yapmış olduğu tarihte Seyyid Bey istanbul'dadır. Bu tarihten
10 ay sonrasında seçilecek, 14 Ağustos 1923'te Adliye Vekili olacaktır.
Beyannamenin metni: bağımsızlık Harbimiz, s.992-993; Karabekir şu şekildeki yazıyor:
"istanbul halkına yapılacak öğüt ve ihtarın, Seriye Vekaleti tarafınca
yapılması, hükümet-i milliyemiz için büyük gaflettir." (s.992)
575
maşlahın altında da sırmalı ceket var, şu demek oluyor ki Bingazi ulusal giysisi.25 Fotoğrafı
birazcık dikkatle inceleyen, dini kisve olmadığını ilk bakışta anlar. Fotoğrafın
sağ köşesinde ise, M.Kemal'in şu ithafı yer alıyor: "Mehmet Hayri Beyefendiye,
mefkure hatırası, 12 Mayıs 1337 (1921)"
Sadece Prenses Kadriye Hüseyin'in, Ankara Mektupları isimli kitabında yer verdiği
hususi bir resim!26
Ama Karabekir'e nazaran bu, 'M.Kemal'in, büyük bir taassupla hilafet ve sultanlığı
şahsına almak istediğinin' resmiymiş! M.Kemal'in, muhtelif gruplarla çekilmiş
birçok fotoğrafı var. Devecilerle de resim çektirmiş, Ethem ve çetesiyle
beraber de. Karabekir anlayışıyla bu tarz şeyleri iyi mi yorumlayacağız? ' Dördüncü
dayanak da bu idi.
Sözün özü, Karabekir, bu delilleri (!) ileri sürerek, tarihin akışına, vakalara
ve M.Kemal'in konuşmalarına tümüyle ters bir iddiada bulunuyor; Mısıroğlu da, bu
çerden çöpten veya temelsiz iddialara yaslanarak masallar yazıyor, yeni
hatalar ve masallar üretiyor.
• Karabekir, son anılarında da, bu masalı sürdürmektedir.
1922 Ekiminde, MhKemal, Karabekir, Kazım Özalp ve Refet Paşa, Ankara'dan
Bursa'ya giderler. Tpende, Trakya'yı teslim almak suretiyle İstanbul'a gidecek olan
Refet Paşa'nın, Padişaha 'Halife Hazretleri ' diye hitap etmesi kararlaştırılır.
Bu ayrıntıyı aktaran da Karabekir'in kendisi. (K.Karabekir Anlatıyor, s.51;
ek olarak, bağımsızlık Harbimiz, s. 1027/1.dipnot) Demek ki saltanatın kaldırılmasına
kati olarak karar verilmiş. Nitekim 19 Ekim günü istanbul'a gelen Refet Paşa,
kendisini Padişah adına selamlayan Yaver Ali Nuri (Okday) Beye, 'Halifelik
makamına saygılarının iletmesini' ister.27 Ama Karabekir, kendi verdiği bu
bilgiyi unutuyor, olayların geri
25) Mısırlı Prenses Kadriye Hüseyin'in Ankara Mektupları isimli Fransızca anı
kitabında yer edinen bilgilere dayanarak, Jeschke, TKS Kronolojisi l, s.151; kitap
Türkçeye de çevilmiştir. K.Karabekir, laf mevzusu fotoğrafı, bu kitapta gördüğünü
itiraf ediyor, (bağımsızlık Harbimiz, s. 1000) Sonra da şu şekildeki diyor: "Kitabın 139
uncu sayfasındaki resme uzun uzun baktım. Sarıklılar içinde sarık ve cüppeli
vaziyeti ve resmin altındaki 'mefkure hatırası' yazısı beni fazlaca düşündürdü.
Gazı, hilafet ve saltanatı uhdesine nakli düşünüyor!"
Bir bakışta geleceği okuyor ve kati bir hükme varıyor. Medyum Memiş bile bu
kadar çabuk karar vermiyor!
Fotoğrafın oldukça net olarak büyütülmüş bir örneği, BTT dergisinin Kasım/1986,
sayısının 6 ncı sayfasında var.
KS Günlüğü, 4.C., s.762; T.M.Göztepe şu şekildeki diyor: "Refet Paşanın bu cevabı,
Osmanlı saltanatının istikbali bakımından oldukça manalı ve imalı idi. Bu laflar
içinde padişahlığa yer verilmediği şeklinde Halifenin şahsı dahi zikredilmemiş ve
ancak hilafet makamına işaret olunmuştu." (V. M. Gayyasında, s.438)
Refet Paşa, o gün Ankara'nın, istanbul hükümetini tanımadığını da açıkça
söyleyecek, ertesi günü de üniversitede, ulusal saltanattan laf edecektir. Bir
gazete şu şekildeki yazar [özet]: "Gerek sarayda, gerek- sarayın Vekiller Heyetinde,
karşısında bulundukları inkılabın mahiyetini ve ciddiyetini hâlâ algı edememiş
bir hal görüyoruz... Saray ne bekliyor, ne umut ediyor? Yine Anadolu üstüne
sevk edecek bir ordu mu düşünüyor? Birkaç gün daha, zelil ve istiskal edilmiş
bir biçimde, birkaç gün daha çok mevcudiyetini idameye çırpınmakta, acaba ne
lezzet, ne onur tasarım olunabilir?" (Yakın Tarihimiz, 3.C., s.259)
dönülmez bir halde geliştiğini görmezden geliyor ve M.Kemal'in, en minik
Şehzadeye, hilafet ve saltanat naibi olmasının düşünüldüğünü ekliyor. (Kazım
Karabe-leke Anlatıyor, s.51) Saltanatın kaldırılacağı, Refet Paşa aracılığı ile
kamuoyuna açıklanmış, hilafette ise naiplik olmaz. M.Kemal iyi mi saltanat ve
hilafet naibi olacaktı? Araya tekrar Karabekir'in muhayyilesi karışmış.
Karabekir, son kitabında, M.Kemal'in Halife olmak istediği şeklindeki iddiasını,
saltanatın kaldırılması ile alakalı Meclis görüşmelerini ve bu konudaki kulis
etkinliklerini anlatırken de sürdürmektedir. (Kazım Karabekir Anlatıyor, s.56-
6228) Ama anlattığı olayın arasında olduğunu ileri sürdüğü Dr.Rıza Nur, Rauf
Orbay, Fethi Okyar ve ismet İnönü, anılarında da, açıklamajarnıda da,
Karabekir'i doğrulayan tek bir laf etmiyorlar. Karabekir'in anlattıkları doğru
olsa, bari Rıza Nur yazmaz mıydı?29
Velhasıl o periyodu yaşayan asla kimse, M.Kemal'in saltanat ve hilafeti uhdesine
almak istediğini anlamamış, sezmemiş, çakmamış, bir Karabekir keşfetmiş.
* 6-3-1-3. M. Kemal'in, her yerde, hilafeti göklere çıkaran konuşmalar
yapmış olduğu iddiası ve askerin terhis edilmesi problemi
M.Kemal'in 1923 yılının başından, İktisat Kongresi'nin açılışına kadar, ne vakit
ve nerede konuştuğunu, Kaynakçalı Mustafa Kemal Atatürk Günlüğü ile Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve
28) M.Kemal'in muhafazakârlara dayanmak istediğini de ileri sürüyor ve "Türk
milletinin yeniliğe muhtaç bulunduğunu" söyleyerek M.Kemal'i uyardığını yazıyor.
(Kazım Karabekir Anlatıyor, s.76)
Karabekir, galiba tarihle şakalaşıyor! _
29) Bazı çevreler, zaferden sonrasında M.Kemal'e Halife olmasını, harbiden
önermişlerdir:
"[Saltanatın kaldırılması görüşülürken] hocalardan bir bölümü gizlice M.Kemal'e
gelip her iki kuvvetin [saltanat ve hilafet] bilfiil başına geçmesinin üstünde
İsrar Ve ricada bulunmuşlardır." (D.Arıkoğlu, Hatıralarım, s.344)
"Parti toplantısında Adliye Vekili Seyit Bey tarafınca hilafet Mustafa Kemal Atatürk'e öneri
edilmiş olduğu zaman..." (M.E.Bozkurt, Mustafa Kemal Atatürk İhtilali, s.325)
"Bazı mebuslar, M.Kemal Paşanın halifelik görevini de almasını öneri ettiler.
M.Kemal bunun gerçekleşemeyeceği üstünde mantıki cevaplar verdi ve bu görevi
reddetti." (K.Özalp, Ata-türkten Anılar, s.27, 30)
Hindistan'dan dönen Rasih Hoca da, Hind Müslümanlarının M.Kemal'e Halifelik
teklifini aktarır. (Nutuk, 2.C., s.303; Mim K.Öke, Güney Asya Müslümanları,
s.154)
Ama ta ilk günden beri, "ulusal iradeyi", "ulusal hakimiyeti", "ulusal saltanatı"
korumak için çaba sarfeden, bu görüşten asla sapmadan ve bu sayede zafere yürüyen, realist bir
liderin, bu şekilde bir öneriyi kabul etmesi ihtimali var mıdır? Elbette
reddedecektir. (Nutuk, 2.C., s.302-303)
"Eğer isteseydi her şey olabilirdi. Mesela istilacılarla beraber memleketi terk
edip giden son Osmanlı Padişahının yerine geçmek, kendisi için işten bile
değildi. Bu suretle kalan ömrünü, halkın muhabbet ve minnettarlık hajesiyle
çevrili olarak, jDüyük bir görkem ve huzur arasında tamamlayabilirdi. Fakat
istemedi. Bu yoldaki teşvik ve tekliflere iltifat etmedi... Çetin, aşılması güç
ve özellikle şahsı için oldukça büyük tehlikelerle dolu bir yola girmekten
çekinmedi." (H.R.Soyak, Mustafa Kemal Atatürk'ten Hatıralar, s.54)
Halifelik ve M.Kemal? ilkinin özelliklerini ve gereklerini, diğerinin meşrebini
ve dünya görüşünü düşününüz. Bunları bir araya getirmek olası müdür? Ancak hususi
maksadı olanlar bu şekilde bir iddiada bulunabilirler. Bunların öncüsü de yazık ki
Karabekir'dir. Böyle davranmasının sebepleri, Karabekir paragrafında
açıklanacak.
577
Demeçleri (2.C.) isimli eserlerden yararlanarak açıklayacağım. Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylevve
Demeçleri'ndeki bu konuşmalar, Mısıroğlu'nun delil diye ileri sürdüğü, 'Gazı
M.Kemal Paşa İzmir Yollarında' isimli derlemeden alınmıştır.30 Yani aynı kaynaktan
yararlanacağım ve M.Kemal'in konuşmasının özünü gerçekleştiren cümleleri, dipnotlarda
aktaracağım. Bakalım reel, Mısıroğlu'nun söylediği şeklinde mi?
M. Kemal 14 Ocak 1923 günü Ankara'dan ayrılır. 15 Ocakta Eskişehir'de,31 16
Ocakta Arifiye'de32 konuşur, 17 Ocakta İzmit'te İstanbul gazetecilerine,3318
Ocakta İzmit'te,34 22 Ocakta Bursa'da,35 25 Ocakta Alaşehir'de,36 26 Ocakta
Salihli, Turgutlu ve Manisa'da37 halka hitap eder. 27 Ocakta İzmir'e basar ve
aynı gün annesinin mezarı başında38 ve hükümet konağında39 konuşur, 29 Ocakta
evlenir. 30 Ocakta izmir gazeteleri başyazarlarıyla söyleşi eder.40 31 Ocakta
tekrar izmir'de halka hitap edecektir.41
30) "Bu seyahatte M.Kemal Paşanın yapmış olduğu tüm konuşmaları kronolojik olarak
ihtiva, edem.
resmen neşredilmiş bulunan, 'Gazi M.Kemal Paşa İzmir Yollarında' (Ankara
1339/1923) isimi
eser, konuşmaların istikametindeki değişikliği, bariz (apaçık) bir biçimde
ortaya koymaktadır.'
(K.Mısıroğlu, Hilafet, s.302)
Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.50-52.
a.g.e., s.52-54.
İ.Arar, Mustafa Kemal Atatürk'ün İzmir Basın Toplantısı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.62-65; M.Kemal bu konuşmasında diyor ki:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi, Halifenin değildir ve olamaz! Türkiye Büyük
Millet Meclisi sadece ve sadece milletindir. Milletin intihap etmiş olduğu vekillerden
mürekkeptir. Bu Meclis, sadece ve sadece milletin emrine itaat etmek
mecburiyetindedir, adı ve makamı ne olursa olsun, ulus bu hakkını bir şahsa
tevdi ve teslim edemez." (s.63)
a.g.e., s.65-70; 'Paşa hazretleri, hilafet meselesine nakl-i kelam ederek,
makam-ı hilafetin bir nokta-yı bağlantı olarak mahfuz bulundurulduğunu ve işbu
makama, Türkiye'nin egemenlik-i ulusal-yesini takyit mahiyetinde (sınırlandıracak
nitelikte) hiç bir selahiyetin verilemeyeceğini ve zat-ı Hilafetpenahinin de aynı
düşünce ve kanaati musip (müsait) bulduklarını zanneylediklerini izah
eylemişlerdir.' (s.69)
a.g.e., s.70-71; M.Kemal diyor ki: "Hakimiyet-i millliyemizin velev bir
zerresini haleldar etmek niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan
eminim!" (s.71) a.g.e., s.72-73, 73- 74.
a.g.e., s.74-75; M.Kemal diyor ki: "Hakimiyet-i milliye uğrunda canımı vermek,
benim için namus ve vicdan borcu olsun!" (s.75)
39) a.g.e., s.75-81; M.Kemal diyor ki: "Bilakayd-ü koşul tabiriyle tasrih
olunan hakimiyeti, milletin uhdesinde tutmak demek, bu hakimiyetin bir
zerresini, sıfatı, adı ne olursa olsun, hiç bir makama vermemek, verdirmemek
demektir. Bununla kasdettiğim manayı suhuletle anlayabilirsiniz." (s.79/80)
40) a.g.e., s.81-83; 'Bir muharririn egemenlik-i milliyenin kabil-i takyid
olup olmadığı hakkında sualine cevaben de Paşa Hazretleri, egemenlik-i
milliyemizin kabil-i takyit olmadığını beyandan sonrasında demişlerdir ki: Teşkilat-ı
Esasiye Kanunumuz aslına bakarsanız bunu kafildir... Bu kanunun me'-vadd-ı esasiyesini
ihlal eden herhangi bir makama, hak ve selahiyet vermek olası değildir.
Teşkilat-ı Esasiye Kanununun birinci maddesi mucibince, egemenlik bilakayd-ü
koşul milletindir. Milletimiz için herhangi bir noktasının, her ne biçim ve
manada olursa olsun, tebeddülüne müsaade edilmek imkânı yoktur.' (s.82) /
a.g.e., s.83-90; M.Kemal, izmir ekonomi Kpngresi'ni açarken yapacağı konuşmada
yer alacak olan taçlılar ve saltanat diyeti hakkında görüşlerinin bir kısmını
burada açıkladıktan sonrasında diyor ki: "Milletin hakimiyetini bir şahısta yahut
mahdut eşhasın elinde bulundurmakta çıkar bekleyen bilgisiz ve gafil insanlar
vardır... Katiyetle ve bilaperva söylerim ki hakirniyet-i milliyemizin her
zerresini şu yada bu suretle takyit etmek isteyenler, en koyu mürtecidir."
(s.88)
578
4 Şubatta İzmir'den ayrılır ve Akhisar'da iki konferans yapar,42 7 Şubatta
Balıkesir/Zağanos Paşa Camisinde43 konuşur. 10 Şubatta yeniden İzmir'e basar.
Yaptığı konuşmalar bunlar. Saltanat diyeti ve hilafet hakkındaki söyledikleri de
dipnotlarda verildiği kadar ve gibidir. Görülüyor ki M.Kemal, hiçbirinde,
"hilafeti göklere çıkaran" konferans yapmamış, bilakis ulusal hakimiyeti savunmuş,
onu sınırlandıracak her türlü hak ve yetkiyi reddetmiştir.
Kısacası Mısıroğlu'nun, "her gittiği yerde hilafeti göklere çıkaran konuşmalar
yapa yapa İzmir'e vasıl olmuştu" cümlesi, bütünüyle gerçeğe aykırı.44
Devam edelim:
D "Fakat İzmir'de kendisine mülaki olan (kendisiyle buluşan) Hayim Na-um
Efendiden, İngilizlerin Hilafet hakkında kararını öğrenen M.Kemal Paşa, takip
etmekte olduğu Hilafet siyasetini söktüremeyeceğini anlayınca, rota değiştirdi.
Evvela İktisat Kongresinde hilafete saldırı eden bir konferans yaparak, yeni
siyasetinin ilk işaretini vermiş oldu." (Lozan, 1.C., s.268)45
Mısıroğlu tekrar doğruyu saptırıyor:
Çünkü İktisat Kongresini açış konuşmasında M.Kemal, hilafete ne olursa olsun saldırı
etmemiştir. Konuşma metni ortada. Genel olarak iktisatın öneminden laf etmiş,
Lozan'da haklarımızı vermekte ayak sürüyenleri kati bir üslupla uyarmış, bu
a.g.e., s.91-94; M.Kemal diyor ki: "Bu devletin istinat etmiş olduğu esaslar,
'bağımsızlık-i tam' ve 'bilakayd-ü koşul egemenlik-i milliye'den ibarettir...
Millet, bu hakimiyetin bir zerresini feda edemeyecektir, gözünü açmıştır. Bizim
dinimiz, milletimize hakir, miskin ve zelil olmayı öneri etmez. Bilakis Allah
da Peygamber de, insanların ve milletlerin izzet ve ^şerefini muhafaza
etmelerini emrediyor, l-ier yerde olduğu şeklinde buradaki temasdan da anladım ki
ulus, hakimiyetini muhafaza hususunda, büyük bir azim ve kudret
göstermektedir." (s.91/92)
a.g.e., s.94 dv.; M.Kemal Islamiyeti öven ve anlatan kısa bir konferans (*)
yaptıktan sonrasında mimberden inmiş ve halkın sorularına yanıt vermiştir. Hilafet
hakkında soruya verdiği yanıt şu şekildeki: "Dünya yüzünde, Osmanlı devletinin
inkırazından sonrasında bir Türkiye devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet, iran ve
Afganistan şeklinde müstakil ve Müslümandır. Yeni Türkiye Devleti'ni, milletin
vekillerinden mürekkep olan Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetim eder. Bu şerait
dahilinde, Halife'ye, sadece Türkiye Devleti nam ve hesabına kanun-u mahsusiyle
verilmiş olduğu için başka bir hak ve selahiyet verilmek gerektirme ederse, milletin
hakimiyeti takyit edilmiş (sınırlanmış) ve binnetice, bu egemenlik inkısama
uğratılmış (parçalanmış) olur ki bu, eski halin avdetinden (geriye dönüşünden)
başka bir şey olamaz." (s.96)
(*) Bu konuşmanın metni, Mısıroğlu'nun Hilafet isimli kitabında da var. (s.301-
302) Yalnız Mısıroğlu'nun kitabını okuyanlar bile, konuşmanın Hilafetle ilgisi
olmadığını kolayca anlarlar. H.H.Ceylan ise, M.Kemal'in bu gezilerde yapmış olduğu
konuşmaları, Mısıroğlu'nun bilakis, şu antet altında veriyor: "Hilafeti
kaldırmak... için meydana getirilen yurt gezileri." (Büyük Oyun, 2.C., s.67) O
konuşmaların hilafeti kaldırmakla da bir ilgisi yoktur fakat Ceylan, bari
'M.Kemal'in Halifeliği övmediğini' belirlemiş.
M.Kemal'in yapmış olduğu konuşmanın metni için: İzmir ekonomi Kongresi, s.57-69, TTK,
Ankara, 1989; Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 2.C., s.100 vd.
Mısıroğlu, aynı gerçeğe aykırı iddiayı bir başka kitabında da şu şekildeki tekrarlıyor:
"ekonomi Kongresini açmak suretiyle M.Kemal'e mahut Hayim Naum mülaki olup (buluşup)
da, 'hilafet yıkılma-yıp muhafaza edilirse barış olmayacağını' kendisine Lord
Curzon namına bildirince, M.Kemal yol süresince dediği lehte sözleri (i) adeta
unutarak, mezkur Kongreyi açış konuşmasında hilafete çirkin bir dille saldırı
etmiştir... Bu, ingilizlere, hilafeti muhafaza ederek kendisi halife olmak
hususundaki kararından vaz geçmeye amade olduğunu anlatım etmek değil de
nedir?" (Hilafet, s. 183, 214 sayılı dipnot)
42) arada kısaca, saltanat rejimini ve fütuhat politikasını eleştirmiştir. Ama
bunu da, yazıcının iddia etmiş olduğu şeklinde çirkin bir üslubla yapmamıştır.
Saltanat rejimini ve birtakım padişahların politikasını eleştirmek, hilafete saldırı
etmek midir? Mesela N.F.Kısakürek'in, Sultan Abdülaziz'i, V.Murad'ı, Sultan
Reşat'ı ve son Halife Abdülmecit'i iyi mi eleştirdiğini Birinci Bölümde
görmüştük. Kısakürek, bu eleştirileri ile hilafate saldırı etmiş, hilafeti tahkir
etmiş mi oluyor?46
Hayır! Sadece kişileri eleştiriyor.
M.Kemal'in yapmış olduğu da bu.
D "Bu yeni karar üstüne, hemen hemen barış olmadığı biçimde asker, bitap olduğu ileri
sürülerek terhis edilmiştir. Bunun manası, mukavemetten vaz geçip itaat
edileceğine dair fiili bir güvence vermekten başka bir şey değildi." (Lozan,
1.C., s.268)
Mısıroğlu, son kitabında da, bu iddiasını sürdürüyor. Onu da aktarıyorum:,
D "İşte İzmir'e gelmiş ve hemen hemen İktisat Kongresindeki konuşmasını yapmamış
bulunmuş olduğu bir sırada, Hayim Naum Efendi kendisine mülaki olmuş ve Lozan'da
hilafet meselesi çevresinde teessüs eden karar ve niyeti öğrenmiştir. Böylece
hilafet muhafaza edilmek istenildiği takdirde sulhun gerçekleşemeyeceğini
anlayan... Kemal Paşa, İzmir'de artık mukavemetten vaz geçmek sonucuna varmış ve
bu sonucu fiiliyata döken iki icraaatı hemen orada gerçekleştirmiştir.
Bunlardan birisi, İzmir İktisat Kongresinde dediği ve yol süresince irat etmiş olduğu
nutuklarla karşıtlık teşkil etmek suretiyle hilafeti tahkir eden laflara yer vermesi
[Bunun doğru olmadığını gördük!], öteki de askerin yorgunluğunu ileri sürerek
tabanca altındaki efradın büyük bir kısmım terhis eylemiş bulunmasıdır. Bununla...
Hayim Naum aracılığıyla kendisine öneri edileni kabule meylettiğini fiilen
işaret etmek istemiştir." (Hilafet, s.258-260; Sarıklı Mücahitler, s.386)
Mısıroğlu, 'askerin büyük kısmının, terhis edilmiş olduğu' iddiasını da, A.İhsan
Sabis'in anılarına dayandırıyor. Oysa Sabis diyor ki:
n "İlk ilkin yaşlılardan 1297-1300 doğumlu efrad (41-38 yaşındakiler) terhis
edilmiş47 ve 1922 Kasım ayı başlangıcında, 1301-1305 doğumlular (37-35 yaşındaki46) Nitekim hilafeti şiddetle sayunan Mısıroğlu bile, son Halife Abdülmecit'i
şu şekildeki eleştirmektedir: "Abdülmecit Efendi, hilafet şeklinde beynelmilel siyasette
ehemmiyeti sahip bir kurum çevresinde cereyan eden bu pazarlıkları
kavrayabilecek bir şahsiyete malik değildi... Saf bir kimseydi... Veliaht
sıfatını sahip bir kimsenin bu şekilde bir hareketinin ne şeklinde karışıklıklara sebep
olabileceğini hesap edemeyen bir kimseydi... Sultan Vahideddin'i defaatle, asla
de yakışık almayan kelimelerle takbih etmişti... İngilizlerden endirekt olarak
ödenek almıştı... (Hilafet, s.289, 295)
Geçmişi eleştirmek, sadece Mısıroğlu'nun tekelinde mi? M.Kemal eleştiremez mi?
47) Başbakan Rauf Bey, 16 Ekim 1922 günü, Mecliseıbu mevzuda malumat vermiştir.
Söylediği özetle şöyledir: "Genelkurmay Başkanlığı ile Başkomutanlığın önerisi
üstüne, 1297-1300 doğumlu erlerin terhisi konusunu, dün Bakanlar Kurulunda
görüştük, bu doğumlu erlerin, terhis tabiri kullanılmamak kaydıyla, terhisini
kararlaştırdık. Genel terhis yoktur. 30.000 şahıs terhis edilecektir. Büyük
Taarruz için bütçe üzerinde masraf yapılmıştı, bu kararla dengeyi sağlamaya
çalışıyoruz. " ->
580
ler) sınırsız izinle memleketlerine gönderilmişti]." (Harp Hatıralarım, 5.C.,
s.358)
Erlerin yaşı bir yana, her iki terhis de görüldüğü şeklinde, daha Lozan Konferansı
başlamadan ilkin, Ekim ayı arasında ve Kasım ayı başlangıcında yapılmıştır. Kısacası,
Sabis'in buraya kadar verdiği malumat, Mısıroğlu'nun iddiasını doğrulamıyor.
Acaba sonrası doğruluyor mu, onu da görelim. Sabis yazısını şu şekildeki
sürdürmektedir:
a "Nihayet Kasım ayı ortasında da, 306-310 (32-28 yaşındakiler) ve birazcık sonrasında
da 311-312 (27-26 yaşındakiler) doğumluların salıverilecekleri şayi olmuştu
(duyulmuştu). Bu suretle daha barış konferansı aktedilmezden evvel, tam 15
yıllık efrad terhis edilmiş olacaktı. Şu biçimde tabanca altında sadece 20-24
yaşındakiler kalmış bulunacaktı."
Yani Sabis, sonraki terhislerin, söylenti olarak yayıldığını söylüyor fakat hangi
tarihlerde gerçekleştiğini belirtmiyor. Mısıroğlu ise, dayandığı bu tek
kaynaktaki bilgiyi bile çarpıtarak, bir süreç arasında ve kısım kısım yapılma
olan terhis işlemini, Şubat 1923'te ve bir seferde yapılma şeklinde aktarıyor ve bu
dayanaksız iddianın üstüne çöpten şato kuruyor!48
• Kısacası:
a. M.Kemal, İktisat Kongresinden ilkin de, sonrasında da, hilafeti öven bir konferans
yapmamıştır; İktisat Kongresinde, hilafete saldırı etmiş olduğu de doğru değildir.
Konuşan Vnilletvekillerin büyük çoğunluğu da bu sonucu müsait bulmuş, hatta birtakım
yeni sınıfların terhisini istemiştir. Görüşme nihayetinde hükümetin sonucu
onaylanır. (GCZ.3.C., s.956 vd)
48) Silah altında olan 1297 (1881) doğumlulardan, 1314 (1898) doğumlu erlere
kadar 17 derslik asker, bir sene arasında, kısım kısım terhis edilecektir. (TİH,
2.Cilt, 6.Kısım, 4.Kitap, s.102)
Her iki ordu komutanı da, başlangıçta, terhislere başlanmasından kaygı
duymuşlardır. (11 Kasım ve 30 Kasım günlü yazıları, a.g.e., s.103-104) Ama
terhislerin zamana yayılmasının kaygıları sona erdirdiği anlaşılıyor. Zaten
hiç bir birlik de kaldırılmış değildir.
O sırada sadece Batı Cephesinde, 8.658 subay, 199.283 muharip er vardı. Buna,
muharip o'mayan geri kuruluşlardaki askerler ile cenup ve şark cephelerindeki
askerleri de katarsak, o devre için büyük bir rakam menfaat ortaya. Bunun mali
yükünü, Ankara hükümetinin uzun zaman kaldırmasına imkân yoktu. Mesela Büyük
Taarruz'un yapılabilmesi için lüzumlu son bir buçuk milyon lirayı, Maliye Bakanı
H.Fehmi Ataç, Osmanlı Bankasının Ankara Şubesi Müdürünü tehdit ederek
sağlayabilmiştir. (S.Selek, Anadolu ihtilali, s.138)
Batı Cephesi [ve Güney Cephesi], Lozan görüşmelerinde, her kesilme ye savaşın
başlaması ihtimali belirdiği vakit, lüzumlu cenk [taarruz] düzenini alacaktır.
TİH, 2.C., 6.Kısım, 4.Kitap'ta, alınan cenk önlemleri mevzusunda birçok ayrıntı
bulunuyor. Hiçbir yazışmada, asker yetersizliğinden, takviye gereğinden laf
edilmemektedir.
Ayrıca, ingiliz, Fransız ve italyan kuvvetlerinin sayısının azlığı da
biliniyordu. (Toplam 2 piyade tümeni, bir süvari alayı, 10 sahra ve obüs
bataryası, a.g.e., s.173)
Lozan'da Amerika adına müşahit olarak bulunmuş olan Joseph Grew, anılarında diyor
ki: "[İsmet Paşanın] peşinde zaferden çıkmış bir ordu bulunuyordu ve bu,
Sevres anlaşması sırasındaki Türk ordusundan oldukça başkaydı... Ordu mükemmel
denilecek bir durumda ve her an muharebeye girmeye hevesli bir biçimde idi." (Mustafa Kemal Atatürk
ve inönü, s.46-47)
581
b. 1923 Şubatında, ordunun büyük kısmının terhis edilmesine 'hemen
orada' karar vermiş değildir.49 Durum bu. Ama bakınız, bu rüküş masal, nerelere
kadar uzanıyor.
* 6-3-1-4. Öteki iddialar
a "iddiaya nazaran, Hayim Naum Efendiye, Lord Curzon'a verilmek suretiyle 'yazılı bir
taahhüt'te de bulunulmuştur." (Lozan, 1.C., s,268)
Kimin iddiasına nazaran?
Bir izahat yapmıyor!
Peki, bu iddiayı ileri devam eden her kimse, iddiasını hangi belgeye dayandırıyor?
Böyle bir dayanak olsa, Mısıroğlu herhalde bunu açıklardı. Tabii ki herhangi bir
belge de yok! >
Mısıroğlu da, hiç bir şahit, belge, delil, kaynak göstermiyor. Buna tarih değil,
düpedüz mahalle kahvesi dedikodusu derler!50
a "M.Kemal, sonrasında da bu Kongreyi yönetim etmesi konu u bahs olduğu biçimde, bunu
Kazım Karabekir Paşaya terk ve havale ederek geri dönmüştür." (Hilafet, s.260)
Mısıroğlu tekrar doğruyu çarpıtıyor. Olayın doğrusunu, K.Karabekir'den dinleyelim:
"... M.Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan bulunması hasebiyle
kongreye girmesinin ve Reisliği deruhte etmesinin doğru olmayacağını
söylediler... 'Siz Kongreye girin ve yönetim edin' buyurdular. Kongreye girmeyi
kabul ettim. Reislik için özgür reyle seçim yapılmasının... münasip olacağını
söyledim. Gazi de kabul etti... 17 Şubat saat onda Gazi'nin fahri reisliğinde
Kongre açıldı. Öğleden sonrasında saat 3'teki ikinci celsede de reis tarzı
yapılmış oldu... Büyük tezahüratla, müttefikan (oybirliği ile) reis seçildim."
(K.Karabekir, Paşaların Kavgası, Yay. Haz. İsmet Bozdağ, s. 125)
49) Mısıroğlu, bir başka yerde de şu şekildeki yazıyor: "...hemen hemen muahede imza
edilmeden, Türk ordusunun büyük bir kısmını terhis etmek ve açıkça makam-ı
Hilafet aleyhinde konuşmak üzere tavizler peşin verildiğinden, bu şekilde bir
fedakârlık karşısında bile esaslı hiç bir şey alınamamıştır." (Hilafet, s.183)
Hep aynı nakarat!
50) Müthiş araştırmacı A.Dilipak da, bu dedikodulara olanca içtenliği ile
katılıyor: "Her şey Lozan görüşmeleri esnasında oldu. Birçok kaynaklarda, (!)
'gizli saklı bir antak kalma ile ismet Paşanın ingilizlere hilafeti kaldırma lafı verdiği'
belirtiliyor. (!) Yakın Tarih Ansiklopedisinde de bu tez, birçok belge ile teyid
edilmektedir. [Birçok belge dediği, Büyük Doğu ve Sebilürreşat'ta çıkan masal-
• lar!] Naum Efendi, projesini Amerika'da hazırlamış, Amerikan ve Fransız
entellijansı (!) ile beraber sonuçlandırmıştır. (!) Naum Efendi, ismet Paşanın
Lozan'da yanından ayrılmamış ve M.Kemal Paşa ile de izmir ekonomi Kongresi
sırasında görüşerek, bu mevzuda görüş alış verişinde bulunmuştur. (!) Alı ihsan
Sabis, bu görüşmeden sonrasında, (!) askerlerin bitap olduğu öne sürülen nedeni ile terhis
edildiğini yazar. Lord Curzon, görüşmelerifı nihayetinde, hilafetin kaldırılması ile
sulhun olası olabileceği mesajını verecektir.(l)" (C.G./ol, s.331)
Ne dersiniz: Birbirlerinin masallarına, sahiden mi inanıyorlar, yoksa bu tarz şeyleri
masal olduklarını bile bile mi pazarlıyorlar?
582
a "Eskişehir'de, Lozan'dan dönen İsmet Paşaya mülaki olan ve onunla beraber
trenle Ankara'ya gelen M.Kemal Paşa, yolda meselenin tafsilatını öğrenmiş ve
artık hilafei mevzuunda tamamen rota değiştirmiştir." (Hilafet, s.260 -261)
, '
Olayların akışını izleyerek ve belgelere dayanarak, M.Kemal'in İsmet Paşa ile
Eskişehir'de buluşup Ankara'ya gelmesinin reel sebebini de görelim. Bu arada,
ordunun yeni bir cenk için hazırlanmasıyla alakalı azca malum birtakım teferruat
hakkındaki da malumat edinmiş oluruz:
• Lozan'da görüşmelerin kesilmesi ihtimali belirince, Batı Cephesi ordularına, 2
Aralık 1922'de şu genel buyruk veYilir:
"Lozan Konferansının kesilmesi ihtimali yakın görülmektedir. Konferansın
kesilmesi halinde, Batı Cephesi ordularının hızla harekete geçirilmesi ve ilk
hedef olarak aşağıdaki harekâtın çabuk olarak uygulanma ve icrası
düşünülmektedir. Aynı zamanda Musul bölgesinde de saldırı harekâtına
başlanacaktır:
a. Kuzeyden "I.Ordu, 3. ve 4.Kolordular ve bağımsız tümenleriyle İstanbul
Boğazı'na; 6.Kolordu Çanakkale Boğazına hızla ilerleyerek, İngiliz kuvvetlerini
tutsak ve imha edecek ve Boğazlara tamamen hakim olarak, hasım gemilerinin geliş
ve geçişini yasaklayacaktır.
b. 1.Ordunun harekâtıyla beraber, Trakya'daki kuvvetlerimiz de İstanbul
üstüne ilerleyecektir vd..." (TİH, 2.C., S.Kısım, 4.Kitap, s.162-163)51
• Batı Cephesi Komutanlığınca, 22 Aralık 1922'de de, İzmir Valiliği ve İzmir
Müstahkem Mevki Komutanlığı ile 1.Kolordu Komutanlığına da, şu yazılı buyruk
verilir:
"Lozan Konferansı'nın kesilmesi ihtimali vardır. Bu sebeple aşağıdaki
tedbirlerin, verilecek direktifle birlikte, hemen alınmasını rica ederim:
1. Müstahkem Mevki emrinde bulunan mayınlar, derhal Yenikale dolaylarına [izmir
Körfezi girişi] dökülecektir.
2. İzmir'de bulunan tüm yabancı gemilerin, 24 saat arasında İzmir'i terk
etmeleri emrolunacaktır.
4 İzmir'de bulunan hasım uyruklular, savaş esiri olarak memleket içerisine gönderiîeceklerdir.
6. Uçaklar, hasım gemilerine hücuma hazır bulunacaklardır vd." (TİH, 2.C.,
e.Kısım, 4.Kitap, S.Î63-164)52
51) I.Ordu Komutanlığının, bu buyruk üstüne almış olduğu önlemler için: TİH, 2.C.,
6.Kısım, 4.Kitap, s.164-166.
52) Lord Curzon da, 26.12.1922'de, 'her türlü [askeri] önlemin katılımı için'
alakalı makamları uyarır. (S.R.Sonyel, ingiliz haber alma Servisi, s.305)
583
• Ordu birliklerinin, belirtilen hedeflere saldırı için kaydırılmaları ve
hazırlıkları sürerken, Lozan'da da çetin görüşmeler yapılmaktadır.53 Lozan
kurulumuzdan gelen raporlardan birtakım alıntılar:
"Özet olarak "kati günlerdeyiz... Halbuki görüşlerimiz içinde yaklaşma
yoktur... Kesilme her an muhtemeldir... Hep güya kamuoylarını tatmin etmek için
güvence bulmak çabası içindedirler... İngilizler, Musul için konferansı kesmek
zorunda kalırlarsa, bunu, tüm dünyayı birlikte sürükleyecek olan kapitülasyon
sorununda yapmak menevrasını izlemektedirler." (28 Aralık 1922; a.g.e.,
s.172,176)
"Kapitülasyonlar mevzusunda aslolan güçlüğü Fransızlar çıkarıyorlar." (2 Ocak 1923;
a.g.e., s. 178)
"Bir iki günden beri oldukça kötümserlik havası sızmaktadır. Müttefikler bizlere 'evet'
yada 'hayır' dedirtecek bir proje hazırlıyorlar." (18 Ocak 1923; a.g.e., s.194)
"[Musul sorunu sebebiyle] büyük bunalım oldu. Curzon Milletler Cemiyetine
başvurarak, anlaşmazlığın incelenmesini isteyecektir. Durum ciddidir." (24 Ocak
1923; a.g.e., s. 196)
"Musul, adli sistem, mali sorunlar, Doğu Trakya sınırı ve Yunan tamiratı olarak
beş esaslı sıkıntı vardır. Bu noktalarda, tamamiyle Türkiye aleyhine olmak suretiyle
bir iki gün arasında genel bir proje verecekler... Musul'u Milletler Cemiyetine
havale etmek, onun geleceğini tehlikeye dercetmek demektir. Hükümetin görüşü
nedir?" (25 Ocak 1923; a.g.e., s. 198)
"Fransızlar, ya bizim sulh yapmamızı istemiyorlar ya hem bizlere her fenalığı
yapmak, bununla beraber yüzümüze gülerek hazmettirmek olası olduğu kanısında-dırlar...
Bugün bana, 'şayet konuşma kesilirse, Suriye'de dahi Fransızlara saldırı
edileceği rivayetinin aslını1 sordular. 'Görevim sulh yapmaktır, konuşma
kesilirse, sonunu bilemem' dedim... Durumun ağır ve bu ağırlığın Musul'dan
doğduğunda hepimiz birleşiktir." (26 -yani 27- Ocak 1923, a.g.e., s.198)
"İtalyanların, bilhassa Fransızların alakalı oldukları ekonomik sorunlardan
dolayı, Türkiye'nin katlanılmaz ekonomik güçlüklere uğramasına razı olmadığımız
için Konferans kesilmiştir." (4 Şubat 1923; a.g.e., s.209)
D 5 Şubat 1923 günü, saat 21.30'da Batı Cephesi ordularına şu buyruk verilir:
"Bir ihtiyat tedbiri olmak suretiyle, İzmit Körfezinin şimdiden mayınla kapatıl-;
ması, 1.Orduya emrolunmuştur. İzmir Körfezinde de aynı tedbirin uygulanması!
için hazırlıklarda bulunulacaktır... Harekâta adım atmak için hükümetin karar ve:
emirlerinin beklenilmesi..." (a.g.e., s.208)
53) Meraklısı için not: B.N.Şimşir'in Lozan Telgrafları ve Sonyel'in Dış
Politika (2.eilt, s.301-357) isimli eserlerinde, Lord Curzon'un Londra'ya
yollamış olduğu belli başlı raporlar ve raporlara yazılan notlar yer almaktadır.
Acaba bizim alternatif tarihçilerimiz ve izcileri, niçin asla ciddi bir
araştırmayı okumazlarda daracık bir alanda dönerek dururlar?
584
• 7 Şubat 1923 günü İzmir ve İzmit Körfezleri mayınla kapatılır, devletlere
gerekleri tebligat yapılır, (a.g.e., s.210)54
• Geri Dönmekte olan İsmet Paşa, 10 Şubat 1910 günü Bükreş'ten Ankara'ya iki
makale yollar:
a. Hükümete: "...Çarşamba sabahı İstanbul'a geleceğim ve durmaksızın •Ankara'ya
hareket edeceğim. İzmir'de bulunan (yabancı) savaş gemilerinin, 24 saatte
uzaklaşmaları için hükümetin ültimatom verdiği, bundan dolayı durumun gerginleştiği
gazetelerde okunmuştur. Konferansta sulh için pek oldukça sonuçlar elde edilmiş
olup geri kalanların da elde edilmesi umulmaktadır. Bunun için Dışişleri Bakanı
ve Delege Heyeti Başkanı olarak, benim dönüşüme kadar genel durumun olduğu şeklinde
muhafazasını istirhanvediyorum.. M.Kemal Paşa Hazretleriyle Fevzi Paşa
Hazretlerinin de Ankara'da bulunmalarını istediğimin, kendilerine duyurulmasını
istirham ederim." b. M.Kemal'e: "Dünyanın genel
niteliğinde savaş kaygısı vardır. Herkes isteyerek yada istemeyerek bu ihtimali laf
mevzusu ediyor. Biz, büyük kısmını elde ettiğimiz barışa kati olarak
varabiliriz. Fakat küçük nedenlerle, asla kimse istemediği biçimde, savaş de oldubitti olabilir... Yakından sıkı bir inzibatla duruma hakim olunuz... İzmir vakası
üstüne, buraca harbin kaçınılmaz olduğu düşüncesi doğmuştur. Böyle bir anlayış,
kar-şımızdakileri ümitsizliğe ve şiddete yöneltebilir. Derhal Ankara'ya
gelmenizi istirham ederim." (a.g.e., s.210)
• Bunun üstüne, M.Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa, Eskişehir'de buluşur
veLbirlikte Ankara'ya gelirler.55 Gerçek bu.
Mısıroğlu, masalını söylemeye devam ediyor:
ü "Bu [rota] değişikliğinin fiili belirtilerinden biri de, [M.Kemal'in] hemen hemen
tasfiye edilmemiş bulunan Meclis'teki ikinci Grup'un diretmesiyle icra edilen gizli saklı
celsedeki laflarından en yaşamsal bir kısmını ifşa etmek suretiyle, kasden seyahate
çıkmış bulunmasıdır. O laflar, Türkiye'nin Musul mevzuunda mukavemeti göze
alamayarak, şu demek oluyor ki İngilizlerle savaşa cüret edemeyerek, gerekirse burasından vaz
geçmenin lüzumuna dairdi. Gizli celsede sarf edilmiş bir sözün, izhar edilmiş
bir kanaatin, Konya'da gazetecilere alenen (açıkça) ifadesi ne menem şeydi? Bu
laflar, bin bir entrika ile Lozan'daki konuşma müzakerelerini inkitaa
(kesintiye) uğratmış bulunan ve bu taktik ve siyasetin ne biçim alacağını görmek
suretiyle ses dinlemeye koyulan Lord Curzon'a karşı, uzaktan
54) Devletlere verilen nota örneği için Lozan Telgrafları, 1.C., s.503-504;
bu mevzuya ilişik diğeri yazışmalar: s.508-514, 516-519.
55) TİH, 2.C., e.Kısım, 4.Kitap, s.212; (.inönü, hatıralar, 2.C., s.95;
Latife Hanım da birliktedir: Kaynakçalı Mustafa Kemal Atatürk Günlüğü, s.227.
585
yükseltilmiş bir nevi teslim bayrağı gibiydi." (Hilafet, s.261; kaynak,
A.İ.Sabıs, 5.C., s.366)56
Doğrular :
21 Şubat 1923'te, İsmet Paşa, Mecliste, Lozan görüşmeleri hakkındaki kendiliğinden
malumat verir ve konferansın niçin kesildfğini açıklar. (GCZ, 3.C., s.129û-1301)
27 Şubat günü İsmet Paşa, Mecliste, Müttefikler tarafınca verilen sulh
projesinin ana çizgilerini ve bundan sonrasında izlenmesi kabul edilen politikanın
esaslarını, tekrar kendiliğinden açıklar, milletvekilleri de düşüncelerini
belirtirler. Bu arada M.Kemal de laf alır. Manisa mebus Reşat Bey ve
arkadaşları tarafınca verilen önerge kabul edilerek, delegelerin ve
müşavirlerin de izahat yapmalarına karar verilir. (GCZ, 3.C., s. 1304-1325)
3, 4, 5 ve 6 Mart günlü gizli saklı oturumlarda, diğeri delegeler ve müşavirler
dinlenir ve her mevzu detaylı olarak görüşülür. (GZC.4.C., s.30-191) M.Kemal, 6
Mart 1923 günkü oturumda da konuşur. (GZC, 4.C., s. 173-176,189)
a. İlk iki müzakere, İsmet Paşanın kendiliğinden yapmış olduğu konuşmalar üstüne
açılmıştır. Dört gün devam eden bu uzun müzakere ise Reşat Bey ve arkadaşlarının
verdiği önerge üstüne açılmıştır. Bu önergede imzası olan milletvekillerinin
adları: Reşat (Manisa), Necip (Mardin), Ali Cenani (Gaziantep), Rasih (Antalya),
Mazhar Müfit (Hakkari), Ali (Karahisarı-haiz), Zamir (Adana), Mustafa Necati
(Manisa), Ahmet Hilmi (Kayseri), İlyas Sami (Muş). (GZC, 3.C., s.1325) Bunların
hiçbiri İkinci Grup'a mensup değildir.
Demek ki Mısıroğlu'nun, 'İkinci Grup'un diretmesiyle meydana getirilen gizli saklı oturum' ifadesi de
gerçeğe aykırı.
b. 27 Şubat ve 6 Mart görüşmelerinde konuşan M.Kemal, özetle, Lozan
görüşmelerinden çıkan sonuçlara nazaran, Musul problemi için alınabilecek iki karar
olduğunu; birincisinin, Musul problemininin çözümünü, sulh görüşmeleri haricinde
tutarak, ileriye ertelemek, ikincisininse muharebeye girmek bulunduğunu belirtmiş, bu
karaTların fayda ve sakıncalarının düşünülmesini istemiş; Musul'la alakalı
kararın sulh görüşmeleri haricinde tutularak, barıştan sonraya ertelenmesini,
daha faydalı gördüğünü ima etmiş; şayet Müttefikler, istiklalimize aykırı şartlar
içeren projede ısrar ederlerse, savaşın kaçınılmaz olacağını da kati bir üslupla
açıklamıştır. (GZC, 3.C., s.1317, 1319; ZC, 4.C., s.173-176)
56) Demek ki ilk dönemde antak kalma olmamış ve Lord Curzon da Londra'ya dönünce,
safi kulak kesilmiş, Türkiye'den ses bekliyormuş. Bir daha soracağım: Öyleyse şu
gizli saklı pazarlık ve antak kalma, ikinci dönemde kiminle yürütüldü ve yapılmış oldu? Bir
şey^etâfia sorayım: Hani pazarlık ve antak kalma, Lord Curzon'la yapılmıştı? O iddia
ne oldu? Rüzgâra mı kapılıp gitti?
586
Özetle, Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu şeklinde, "Türkiye'nin Musul mevzuunda mukavemeti
göze alamayarak, şu demek oluyor ki İngilizlerle savaşa cüret edemeyerek, gerekirse burasından
vaz geçmenin lüzumuna dair' bir konferans yapmamıştır. Dileyen gizli saklı oturum
tutanaklarını inceleyebilir. Mısıroğlu'nun, M.Kemal'in, "Bu konuşmaların en
yaşamsal bir kısmını ifşa etmek suretiyle, kasden seyahate çıktığı" iddiası da,
gerçeğe aykırıdır. Öyle bir laf söylememiştir ki bu tarz şeyleri ifşa etmesi laf mevzusu
olsun. Ama Mısıroğlu, aklına geleni yazıyor.57
c. Mısıroğlu, "Gizli celsede sarf edilmiş bir sözün, izhar edilmiş bir
kanaatin, Konya'da gazetecilere alenen (açıkça) anlatım" edilmiş olduğu iddiasını da,
A.İhsan Sabis'in anılarına (5.C., s.365-366) dayandırıyor. Nasıl şi-şirerek,
değiştirerek, araya var olmayan gazetecileri sokarak aktardığını görmek için
ilkin, Sabis'i dinleyelim:
"Konya istasyonuna gittik. Orada Vali Abdülhalik Renda, Merkez Kumandanı,
Hükümet erkanı, Demiryolları Umum Müdürü Behiç Bey, Askeri Temyiz Divanı azalan,
Niğde Mebusu Ata Bey, Mevlevi Şeyhi Çelebi Efendi vesaire istasyonda idiler.
Tren geldi. Programa nazaran otuz dakika Konya istasyonunda durduktan sonrasında Adana'ya
gidecekmiş. Vagon penceresinden, M.Kemal Paşayı, Latife Hanımı, Kılıç Ali'yi,
Adana Mebusu Zamir Beyi, Konya Mebusu Refik Beyi (Koraltan), Van Mebusu Haydar
Beyi gördük. M.Kemal Paşa, Latife Hanım, öteki zatlar, Yaver Salih ve Muzaffer
Beyler ve gizyazı kâtibi Siirtli Mahmut Bey vagondan indiler. M.Kemal Paşa,
istikbale gelmiş olanların hepsinin ellerini birer birer sıktı. Bana gelince
sırayı bozmadı. Fakat ciddi şeklinde duran çehresinde bana karşı bir kırgınlık yada
kızgınlık eseri seziliyordu.. Ata Beyle, Çelebi Efendi ile, Vali ile birkaç
kelime konuştu; sonrasında benim yanımda duran Nihat Paşaya hitaben, 'Nasılsınız
Paşam?' dedi, bana bir şey söylemedi. Hava birazcık serin olduğu için, Valiye ve Ata
Beye hitaben, 'buyrun, birazcık vagonda oturalım' diyerek vagona girdiler;
ötekiler onları takip ettiler. Nihat Paşa bana dönerek, 'Haydi ikimiz de gidelim'
dedi. Ben gitmemek istedim ama elimden sıkıca tutarak beni vagona çekti. Bu
biçimde içeri girdik.. Vagonda, kendisine barış hakkındaki sorulan birtakım suallere
karşı, M.Kemal Paşa şu izahatı verdi:
'Mukabil barış projemiz, heyet-i murahhasamızın Lozan'daki son teklifleri
dairesindedir. Gizli celselerde bazı beyanlarda bulunanlar oldu; nihayet ben
Meclise gittim, dedim ki: 'Efendiler! Ne istiyorsunuz? Karaağaç, Musul vesaire
için savaş mı edelim? Millet harpten usanmıştır. Takati kalmamıştır. Harp
edemeyiz. Milleti savaşa sürüklemek için pek yaşamsal, son aşama önemli meselelerin
konu-u bahs olması lazımdır."
M.Kemal Mecliste bu şekilde konuşmamıştır ki kendi konuşmasını bu şekilde özetle57) M.Kemal'in bu seyahatinde, Adana, Mersin, Tarsus, Konya, Afyon ve Kütahya'yı
ziyaret etmiş, hepsinde muhtelif konuşmalar yapmış (Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve
Demeçleri, 2.C., s.113-165), 25 Martta da Ankara'ya dönmüştür. Hiçbirinde,
Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu şeklinde bir laf söylememiştir.
587
sin? Ama M.Kemal'in, tam bu şekilde olmasa bile, buna yakın bir şeyler söylemiş
bulunduğunu varsayalım. Kime söylüyor bu tarz şeyleri? Sabis'in adlarını saydıkları
kimselere. Peki, gazeteciler nerde? Hani bu sözleri 'Konya'da gazetecilere
alenen (açıkça) anlatım etmişti '?58
d. Tabii, Mısıroğlu'nun, "bu, Lord Curzon'a karşı, uzaktan yükseltilmiş bir
nevi teslim bayrağı gibiydi" cümlesi de, şenlik balonu şeklinde havada kalıyor.
e. Ayrıca, tüm bu uydurmasyonların, hilafet ile ilgisi ne? Yazar, Musul ile
hilafet pazarlığı içinde, iyi mi bir bağ kuruyor? Hilafeti verip Musul'u mu
aldık?
f. Hayim Naum'a, Lord Curzon'a ulaştırsın diye yazılı bir taahhütte bulunuldu
ise (!), tüm bu gösterilere niçin gerek duyuluyor ki? İş bağlanıp sonlanmış değil
miydi? Yoksa, Hayim Naum bu yazılı taahhüdü yolda mı düşürmüştü de, bu şekilde
uzaktan doğrulamak ihtiyacı belirmişti? Efendim?
n "Varılan antak kalma üstüne yine çayır edilen murahhaslarla Lozan
Konferansı'nın ikinci devresi başlamış ve oldukça kısa sürmüştür. Çünkü başta
'hilafetin ilgası' olmak suretiyle, Türkiye'yi Batının peyki (uydusu) meydana getiren
inkılaplar için taahhüdde bulunulmuştur." (Lozan, 1.C., s.269)59
a. Mısıroğlu'nun, Lozan hakkındaki 3 ciltlik bir kitabı var fakat süreleri bilmiyor
veya doğruyu bilerek saptırıyor.60 Bîrine! devre (21 Kasım 1922-4
58) Süreyya Sami Berkem, o tarihte Konya'da gazetecilik yapmaktadır. Aynı
zamanda Konya Türk Ocağı Başkanı olduğundan protokole dahildir ve M.Kemal'i
istasyonda karşılayanlar içinde o da bulunmuştur. Anılarında karşılama
sahnesini detaylı olarak konu alıyor fakat vagona girdiğinden ve konuşmaları
izlediğinden laf etmiyor. Anlaşılıyor ki vagona sadece 'ileri gelenler1 girmiş
veya alınmışlardır. (Unutulmuş Günler, s.143-144)
Berkem ek olarak vakası, Sabis'ten değişik anlatmakta, M.Kemal'in Sabis'in elini
sıkmadığını yazmaktadır. —
59) Yazar Ahmet Kabaklı da aynı düşüncede: "[ingilizler] nihayet, bağımsızlık
Savaşı'ndan bitap çıktığımız tarihi kollayarak, Lozan'da, gizli saklı pazarlıklarla
Hilafeti ilga ettirdiler. [..] ingilizler... Hilafeti direkt doğruya Türk
hükümeti eliyle yok etmek (ilga) planını uyguladı. Nitekim en bitap halimizde,
bizi yine açacakları savaşla tehdit ederek, (!) Lozan'da (1923) bunu
pazarlıkla kabul ettirdiler." (Temellerin Duruşması, s.121,140)
A.Kabaklı ciddi bir edebiyat tarihçisidir. Tarih yazmanın genel usûl ve
esaslarını bilir. Ama mevzu, uzmanı olduğu alanın dışına yitik da siyasete
dökülünce, ne usûl kalıyor, ne esas. Ka-nıtsız, belgesiz, tanıksız bir iddiayı,
üstünde minik bir inceleme bile yapmadan benimsemekte mahzur görmüyor. Biri,
'Nedim Yunanca şiir de söylemiştir, dedemden duymuştum' diye yazmış olsa, asla
araştırmadan derhal kitabına geçirir mi bu iddiayı? Lozan hakkında iddiaların,
Nedim'in 'Yunanca şiir de yazdığı' hakkında bir zırvadan ne farkı var?
Hiç denetlemeden, yoklamadan, iddiada bulunanların maksatları apaçık ve delil
diye ileri sürdükleri şeyler de, kargaları bile güldürecek kadar komik ve
dayanaksız iken, insan sonradan uydurulmuş bu söylentiye iyi mi ve niçin inanır,
bu dedikoduyu neden aktarır, niye savunur?
Şaşıyorum!
Bu masalı birtakım benimseyenler: A.Dilipak, C.G.Yol, s.118; GRYT Ans., 2.C., s.248-
251; H.H.Ceylan, Büyük Oyun, 2.C., s.20-26.
60) Üçüncü baskısının başlangıcında yer edinen yazılara nazaran bu 3 ciltlik masal
kitabını beğenenler: Şehzade Mahmut Şevket Efendi, Ahmet Kabaklı, Yücel
Hacaloğlu, Haluk Selçuk, Galip Erdem, Kadir-can Kaflı, Ergun Göze, Tekin Erer,
Münevver Ayaşlı. (1.C., s.20-33) -588
Şubat 1923) 76 gün, ikinci devre ise (23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923), 97 gün
sürmüştür. Yani ikinci devre, birinci dönemden kısa değil, daha uzundur. İkinci
dönemde de ordu, muharebeye hazır biçimde tutulmuş, aynı askeri önlemler ikinci
dönemde de sürdürülmüş, sadece 1 Kasım 1923'te sulh düzenine geçilebilmiştir.
(TİH, 2.C., 6.Kısım, 4.Kitap, s.268 vd.) Görülüyor ki ikinci cümlesinin dayanağı
da, hepten yanlış,
b. Anlaşmanın (!) Lord Curzon'la yapıldığı iddiası da, böylece gümleyip
gitmiş oluyor. Baksanıza, antak kalma ikinci dönemde olmuşmuş (!). ' İddiaları,
bahar havası şeklinde devamlı değişiyor!61
6. "Usulen imza edilecek muahedeyi onaylama için hilafetin ilgasının beklenmesi,
sağlanan mutabakatlardan biriydi. Gerçekten, 23 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan
Muahedesi, İngiliz parlamentosunda se,kiz ay sonrasında, bizim ülkemizde hilafetin
yıkıldığı 3 Mart 1924 tarihinden üç gün sonrasında müzakereye açılmıştır."62 (Lozan,
1.C., 270)
Doğrular:
Hilafetin ilgası için M.Kemal ile İngilizler içinde gizli saklı bir antak kalma olduğu
62) Lozan'ın eksikleri yok mu? Var. Nitekim birtakım eksiklikler, fazlaca sonrasında
giderilebilmiştir. (Boğazlar, Hatay) Ama hiçbiri, kitapta yer edinen bu
masalların, saptırmaların, uydurmaların, kaydırmaların, senaryoların üstünde
durmuyor, yazarın hiç bir iddiasını denetlemiyor.
M.Kemal aleyhinde olsun da, ne istersen yaz! Nasıl olsa birkaç övücü bulursun!
61) N.F.Kısakürek şu şekildeki yazıyor: "Sırası gelmişken 'yüz ellilikler' üstünde de
istikbalin tarihçisine de malumat verelim. Bu listeyi tertipleyen veya
tertipleten, Ankara değil, Londra ve Lord Cur-zon'dur. Londra'da, ismet Paşaya
"Bütün muhaliflerinizi temizlemelisiniz!" emrini veriyor ve sayılarını
soruyor... ismet Paşa bu suale, "Muhaliflerimiz 150 kişidir" yanıtını veriyor.
Halbuki o güne kadar tespit edilenler ancak 70 kişidir. Lord yedi gün zarfında
bunların isimlerini istiyor, ismet Paşa da Ankara'ya bir gizyazı teli çekip kara
listedekilerin 150'ye çıkarılmasını istiyor... Bu yüz elli şahıs rastgele
devşiriliyor ve ismet Paşanın efendisi Lord Curzon'a teslim ediliyor. Bu
hadiseyi bizlere Ankara Türkocağı'nda, Başkanlık odasında, Prof.Osman Turan'ın
huzurunda anlatan, eski yaver ve Villa Manoli misafiri Tarık Mümtaz
Göztepe'dir." (Vahidüddin, s.221)
Akla ziyan bir masal. Ama 150'liklerden kabul edilen T.M.Göztepe bu, güzel güzel
uyduruyor. Biri de, "Lozan'da olup bitenleri, sanki oradaymışın da, tüm gizli saklı
ilişkileri izlemiş, görmüş, duymuş şeklinde anlatıyorsun. Sen bu sırada San Remo'da,
Villa Manyoli'ye sığınmış, yaşıyordun be birader. Lozan'a gitseydin bile ne
otele girebilirdin, ne görüşmelerin yapıldığı binaya. Uydurmanın da bir derecesi
vardır!" demiyor.
ismet Paşa Londra'ya gitmemiştir. Her sulh andlaşmasında genel af ilanı,
usuldendir. Türk kurulu, 150 kişiyi genel affın haricinde bırakmak hakkını
Konferansa zorlukla kabul ettirmiştir. Genel Af Bildirisi, Lord Curzon'un
katılmış olduğu birinci dönemde değil, katılmadığı ikinci dönemde defala/ca
görüşülerek kati şeklini alacaktır. [Seha L.Meray'ın çevirdiği Lozan Tutanak ve
Bel-geleri'nin 7.kitabında yer alan Genel Dizin'de (s.296), bu konuya ilişkin
görüşme tutanaklarının bulunduğu cilt ve sayfalar gösterilmektedir.]
Genel af haricinde tutulacak 150 şahıs mevzusu TBMM'de, Lozan Konferansı esnasında
değil, 16 Nisan 1924 günü, şu demek oluyor ki Lozan Andlaşması'nın imzalanmasından 6 ay sonrasında
görüşülmeye başlanmış, sıralama 22 Nisan 1924 günü kesinleşmiştir. (GCZ 4.C.,
s.434-462) "Yapılan pazarlık nihayetinde İngilizler, Lozan Andlaşmasını usulen imza
edecekler, parlamentolarında görüşüp onaylama eylemeleri, hilafetin ilgasından
sonraya bırakılacaktı. Nitekim de o şekildeki oldu... ingiliz parlamentosu bunu, yedi
buçuk ay sonrasında, 6 Mart 1924'te onaylama etmiştir. Yani Hilafetin ilgasından 3 gün
sonrasında." (K.Mısıroğlu, Hilafet, s.265)
589
(!) hakkında, Sofya'dan Lozan'a kadar uzanan gülünç senaryonun sonuna geldik.
Mısıroğlu'nun, bu noktaya kadarki tüm iddialarının, okuyucuyu bu sonuca
inandırmak için düzenlenmiş, kof, saptırma ve çarpıtmaya dayalı, yalanlarla
süslü olduklarını görmüştük. Kısacası, senaristliğinin temeli yok, akar su üzerinde
duruyor, en küçük bir dalgada devrilip gidiyor. Bu bakımdan kararı irdelemek
lüzumsuz.63 Ama gençleri dikkate alarak, birkaç malumat vermek istiyorum.
• Mısıroğlu, İngilizlerin Lozan'ı onaylamak için hilafetin ilgasını
beklediklerini ileri sürüyor.'Onay işlemini sadece İngiltere geciktirmiş
olsaydı, Mısıroğlu bir dereceye kadar haklı olabilirdi. Oysa reel bu şekilde değil:
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Lozan Andlaşmasını, 23 Ağustos günü onaylamış
ve tasdiklama belgeleri, 143.madde gereğince, bu belgelerin teslim edileceği Fransa
Hükümetine, Yunanistan'dan da sonrasında, 31 Mart 1924 günü verilmiştir.64
2. Yunanistan, Andlaşmayı 25 Ağustos 1923'te onaylamış ve tasdiklama belgelerini, 11
Şubat 1924'te vermiştir (Jeschke, TKS Kronolojisi II, s.40),
3. İtalyan Parlamentosu, 11 Ocak 1924'te,
4. İngiliz Avam Kamarası, 10 Nisan 1924'te onaylamıştır,
5. Japonya, tasdiklama belgelerini 6 Haziran 1924'te vermiştir,65
6. Fransa, 27 Ağustos 1924'te,
63) Mısıroğlu'nun söylediklerinin tek kelimesi doğru olsa, İngiltere'nin, el
altından anlaştığı (!) yeni Türkiye'ye oldukça arkadaşça davranması, yardımcı vermesi
gerekmez miydi? Ama vaziyet o şekildeki değil. ingiltere'nin, Lozan'dan sonrasında, yeni
Türkiye'ye karşı ne kadar soğuk, uzak ve düşmanca davrandığının belgeleri, Bilal
N.Şimşir'in Ankara... Ankara isimli kitabında bol miktarda bulunuyor, ingiltere, uzun
vakit Ankara'yı başkent olarak tanımayacaktır. 1581 yılından beri Büyükelçilik
düzeyinde temsil edilen İngiltere, temsilcisini elçi düzeyine indirmeye karar
verir ve bu şekilde davranmalarını yandaşlarına da telkin eder. M.Kemal'in
devrileceğini tahmin ederler, bir ihtimal de beklerler, (a.g.e., s.232, 257-258, 276
vd.) Yeni rejimin devrilmesini amaçlayan muhtelif tahriklere de girişir. Bunlar,
Başbakan İsmet Paşa tarafınca, 8.12.1923'te, TBMM'nde resmen açıklanmıştır.
(GCZ.4.C., s.316 vd.)
ingiltere ve yandaşlarının, Türkiye'ye uzun seneler tek kuruş bile kredi
vermedikleri de, malum bir husustur.
Yorgun, kapital birikiminden yoksun, fakir Türkiye, 10 sene, kendi hasım ile
kavrulacak, buna karşın pek oldukça yabancı tesisi ve işletmeyi millileştirecek,
ordusunu donatacak, askeri endüstri kurumları, hatta tayyare fabrikası kuracak,
Osmanlı borçlarını sektirmeden ödeyecek, baraj, muhtelif fabrika, santral, köprü,
demiryolu, hastane, her düzeyde okul vb. yapmış olup açmayı da, çağa açılmayı da
başaracaktır.
Osmanlı devletinden, başarılar ve yenilgilerle dolu, oldukça renkli ve varlıklı bir
tarih, büyük bir kültür devraldık. Ama tahsil, bilim, sağlık, toplumsal hizmetler,
yönetim, imar, ulaştırma, maliye, ekonomi, endüstri vb. bakımından devraldığımız
miras, yazık ki hiçe yakındır. (Tevfik Çavdar, Milli Mücadele Başlarken, s.19-
97, 121-153, 167-187)
64) "Andlaşmanın 143.maddesinin alakalı fıkraları şöyledirr "işbu Andlaşma, en
kısa zaman arasında
onaylanacaktır. Onama belgeleri Paris'te sunulacaktır... Bir taraftan Türkiye ve
öte taraftan ingiliz imparatorluğu, Fransa, italya ve Japonya, veya bunların
arasından üçü, onama belgelerini sundukları vakit, bir ilk sunuş tutanağı
düzenlenecektir. Bu ilk tutanağın tarihinden başlayarak,-Andlaşma, onu böylece
onaylamış olan Bağıtlı Yüksek Taraflar içinde yürürlüğe girecektir. "
(S.Meray, Lozan Barış Konferansı, 8.C., s.48-49)
65) 143.madde gereğince o gün Andlaşma, Türkiye, Yunanistan, İtalya,
İngiltere ve Japonya için yürürlüğe girmiştir. (İsmail Soysal, s.80) Öteki
devletler de tasdiklama belgelerini sundukça, Andlaşma onlar için de geçerlilik
kazanacaktır.
590
7. Belçika, 7 Ocak 1925'te,
8. Portekiz, 28 Mayıs 1926'da onaylamıştır. (Hepsi için: ismail Soysal, TürkK
ye'nin Siyasal Andlaşmaları, s.80)
Görülüyor ki Türkiye ve Yunanistan dışındaki devletler, Lozan Andlaşma-sını, en
erken 1924 senesinde ele alıp görüşmüş ve onaylamışlardır. Lozan Andlaş-masının
Avam Kamarası'nda görüşülmesi için İngilizlerin, hilafetin ilgasını
beklediklerini ileri devam eden yazar, diğeri gecikmeleri de yorumlamak zorundadır.
Kaldı ki 23 Temmuz 1923'te imzalanmış olan Andlaşmanın birtakım maddeleri ve ekleri,
parlamentoların onayı beklenmeksizin derhal uygulanmıştır. Bizim için en mühim
husus, İstanbul ve Boğazların boşaltılmasıydı. İstanbul'un ve Boğazların
boşaltmasına ilişik hükümler, TBMM'den başka hiç bir parlamentonun onayı
beklenmeksizin, 23 Ağustos 1923 günü yürürlüğe girecek, boşaltma 6 haftada
tamamlanacak ve işgarkuvvetleri (ingilizler, Fransızlar ve İtalyanlar) 2 Ekim
1923 günü çekilip gideceklerdir.66
Londra'nın yeni temsilcisi Ronald Lindsay de, onaydan ilkin, 12 Şubat günü
İstanbul'a gelir. (B.N.Şimşir, Ankara... Ankara, s.265)
Lozan Andlaşmanın Avam Kamarası'nda görüşülmeye başlanması için hilafetin
ilgasının beklendiğini ileri sürmek, bir masalı sürdürmek ve noktalamak için
gerçekleri yok saymak ve sağduyuyu zorlamaktan başka bir şey değildir.
Geldik komedinin son sahnesine:
D "Hayim Naum Efendinin aracılığı ile Türkiye'nin başta Hilafet olmak suretiyle
birçok tavizler vermesine sebep olan Lozan Anlaşmasının ünlü 24 maddelik gizli saklı
bölümü tanzim edilmiştir." (S.Mücahitler, s.386)67
Demek ki Lozan Andlaşmasmın, ünlü bir gizli saklı bölümü varmış ve de kimsenin
bilmediği bu ünlü gizli saklı kısım, 24 maddeymiş. Mısıroğlu, bu detaylı ve kati
bilgiyi neye dayanarak veriyor? Engin ve varlıklı muhayyilesine tabii.
66) Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk birlikleri 6 Ekim 1923'te İstanbul'a
girerler. Aynı gün Damat Ferit de Nice'te ölür. (Jeschke, TKS Kronolojisi II,
s.42)
67) "Kimbılir burada (Lozan'da) varılan neticelerin zahiri planı peşinde,
gizli saklı bir antak kalma yapılmıştır ki başta 'hilafetin ilgası' olmak suretiyle, tüm
inkılap hamlelerini muhtevidir." (K.Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.270)
A.Dilipak da diyor ki: "Lozan'ın milletten saklanan maddeleri var mıydı? Konuya
ilişik ingiliz belgeleri hâlâ açıklanmamıştır." (CG Yol, s.124)
A.Kâbaklı da sual sorarak başlıyor, kati bir ifadeyle bitiriyor yazısını:
"Lozan'da ismet Paşa ile Lord Curzon içinde, Hilafetin feda edilmesine
mukabil, şu sonuçların sağlanacağına dair birtakım gizli saklı pazarlıklar yapılmış oldu mı?
Bazı olay ve hatıralarda lafı geçen 'gizli saklı söJeşme' (!) ne seviyede doğrudur'
[Gizli bir sözleşmeden söz eden hiç hatıra yok!] Nerededir? Belgesi ne vakit
ortaya çıkacaktır? Bütün bunların artık açıklanması tarihi çoktan gelmiştir.
Yalan ve gizlilik üstüne ulusal tarih değil, siyaset dahi yapılamaz, ilim
adamları ve tarihçiler dahi, Lozan'ın ve Milli Mücadele'nin tüm gerçeklerini
ortaya çıkarmazlarsa, geleceklere karşı vebal altında kalırlar." (Temellerin
Duruşması, s.148)
Shakespeare'ın bir komedisi var: 'Hiç Üstüne Kuru Gürültü'! Bu arabesk laflar de
o şekildeki.
Olmayan bir şey iyi mi açıklansın, iyi mi ortaya çıkarılsın? Yoktan var etmek
sadece Allaha mahsus değil midir?
591
a. Lozan Andlaşmasını ve ekleri olan antak kalma, sözleşme, protokol ve bildirilen,
üç delegemiz birden imzalamıştır.68 Anlaşılıyor ki üçü bir arada yetkilidir. Bu
24 maddelik gizli saklı anlaşmayı da üçü birden mi imzaladı? Öyleyse Rıza Nur bundan
niçin asla bahsetmiyor? Yoksa, pazarlığı sadece İsmet Paşa mı yürüttü ve
anlaşmayı imzaladı?69 Sadece birinin imzası ile, gizli saklı bile olsa, bir antak kalma
yapılabilir mi? Üstelik Mısıroğlu, bir başka yerde de, bu gizli saklı antak kalma için
muahede (andlaşma) diyor. (S.Mücahitler, s.387) Anlaşma mı, andlaşma mı? İkisi
içinde ciddi ayrım var. Bu iş için yetkilendirilmemiş biri, bir anlaşmayı veya
andlaş-mayı imzalayabilir mi? Yetki hükümetçe verilebilir. Şu biçimde Rauf Orbay
hükümeti de bu işin arasında. Değilse, Türk Devleti adına antak kalma veya andlaşma
yapabilme ve imzalama yetkisini kim vermiş İsmet Paşaya? Hükümetten başka bir
makam bu şekilde bir yetki verebilir mi? Vermiş olsa bile, bu şekilde bir yetki ve
hükümetin onaylayıp üstlenmediği bir antak kalma, geçerli ve bağlayıcı olur mu?
Hangi Türk hükümeti onayladı bu gizli saklı anlaşmayı?70
70) Seha L.Meray, Lozan Barış Konferansı, 8.C., s.49, 59, 63, 71, 81, 87, 88,
91, 93, 94, 97,99, 104,105,106,111,113,115.
Rıza Nur, Hasan Saka ve tüm müşavirler, aynı otelde kaldıklarına ve İsmet Paşa
ile devamlı beraber olduklarına nazaran, bu pazarlık ve antak kalma, iyi mi hepsinden
saklanabildi? Bu olası müdür? Pazarlık nerde yapılma? Ne vakit yapılma? Nasıl
yapılma? Tek konuşmada bağlanacak bir iş olmadına nazaran, kaç defa münasebet edilmiş?
ingiltere, Hilafete karşı Türkiye'ye ne şeklinde ödünler vermiş? İngiltere adına
pazarlığı yürüten kim veya kimler? Pazarlığın Ankara'daki muhatabı ancak
M.Kemal mi? M.Kemal ile ismet Paşa arasındaki tüm komünikasyon, Başbakan Rauf
Bey yöntemiyle oluyor. O da mı bu işin arasında? Değilse, İngilizler, peşinde
hükümet, dolayısıyla Meclis olmadığına nazaran, ismet Paşaya neden ve iyi mi
güvendiler de, bu kadar mühim bir mevzuda pazarlığa girişip Lozan Andlaşmasını
imzaladılar ve yürürlüğe girmesinden ilkin Çanakkale'yi, Gelibolu'yu ve
İstanbul'u boşalttılar?
Lloyd George 19 Ekim 1922'de çekilme etmiş ve 23 Ekimde Bonar Lovv'ın
Başbakanlığında geçici bir hükümet kurulmuştur. 15 Kasımda genel seçime gidilir
ve L.George'un Liberal Partisi, 61 iskemle kaybederek, 57 milletvekilliğine
düşer. Bonar Low da, 20 Mayıs 1923'te başbakanlıktan çekilme edecektir. Yerine
Baldvvin gelir ve yeni bir hükümet kurulur. (D.VValder, Çanakkale Olayı, s.411-
412)
Lozan Konferası'ndan derhal ilkin ve konuşma sürerken kurulan bu yeni ingiliz
hükümetlerinden habersiz olarak, sadece Lord Curzon'un isteğiyle yapılabilir mi
bu pazarlıklar? Neden hiç bir İngilizin anısında, İngiliz belgelerinde,
araştırmalarında, kabine tutanaklarında, casuslarla alakalı olanlar haricinde hepsi
açıklanmış olan gizli saklı İngiliz belgelerinde, arşivlere intikal ettirilmiş hususi
belgelerde, mektuplarda, notlarda, bu mevzuyla alakalı tek bir ima, belirti, ip
ucu, iz, işaret, karine, eser, nişan yok?
Bu oldukça mühim vaka, o gün tüm dünyadan iyi mi saklanabildi? Bugüne kadar iyi mi
gizli saklı tu-tulabildi? Neden bizdeki bir iki M.Kemal karşıtı yazardan başka, Türk
veya yabancı, hiç bir ciddi tarihçi, siyasetbilimci ve araştırmacı bu iddiayı
ileri sürmüyor?
Hilafet, asla sebepsiz, sırf M.Kemal ile İsmet Paşa taahhüt etti diye mi
kaldırıldı? Yoksa dört aylık Cumhuriyeti tehdit eden ve Türkiye'nin
geleceğinijlgilendiren ciddi vakalar mı vardı? Birileri Halife'yi, devlet arasında
devlet olmaya mı teşvik ediyorlardı? (l.inönü, Hatıralar, 2.C., s.186 vd.'da,
meraklısı için ehil malumat bulunuyor.) ı
Olayın bu yanına hiçbiri münasebet etmiyor, uzağından dolaşıyor.
Sonraki hükümetlerin bu anlaşmadan asla mi haberleri olmadı? Demokrat Parti
döneminde (1950-1960) Cumhurbaşkanlığı arşivi dahil, tüm devlet arşivleri, DP
iktidarının elindeydi. Bu on sene arasında, bu dedikoduya karşın, niçin bu mevzuyla
alakalı hiç bir belge, malumat ortaya çıkmadı?
b. Lozan Andlaşması, 24 Temmuzdaimzalandı. Bu gizli saklı antak kalma da o zaman mi imzalandı? Öyleyse bu 24 maddelik
gizli saklı antak kalma (!), Lord Cur-zon'la değil, şundan dolayı ikinci dönemde o yok, Sir Horace
Rombold ile yapılma olabilir. Öyleyse, pazarlığın ve anlaşmanın Lord Curzonİsmet Paşa içinde yapıldığı hakkında o cafcaflı, yaldızlı iddialar neydi?
Hangisi imzaladı? Yok, bu gizli saklı -antak kalma, birinci dönemde yapılmış oldu ise,
görüşmeler niçin yarıda kesildi? Neden cenk ihtimali belirdi? İkinci devre,
niçin o denli uzadı ve ordu hazır tutuldu?Bu dramatik senaryo, sonradan buluş
edilmiş olduğu ve bir türlü de kılıfına uydurulamadığı için gü-lünçleştikçe
gülünçleşti. Sonunda da bulamaç bir komediye dönüştü, İşte: n "Kimbilir, halen
Londra'da, 'Beaverbrook Faundation' isimli ilim ve inceleme vakfında mahfuz
(saklı) bulunan Lord Curzon'un evrakı içinde, bu esrarı aydınlatacak ne müthiş
vesaik (belgeler) vardır. Ancak bunun, İngiliz siyasetinin hale ve istikbale ilişkin
menfaatleri icabınca, asla hiç kimseye gösterilemeyeceği, şahsen bizlere karşı açıkça
anlatım edilmiştir. Bu evrakın, siyasal kanaatlerinden güvenli bulunulan birtakım İngiliz
yazarlarına gösterilmiş olduğu anlaşılmaktadır." (Lozan, 1.C., s.270-271)
Mısıroğlu tekrar masal konu alıyor. Çünkü Beaverbrook arşivinde, Lord Curzon'un
değil, Lloyd George'un belgeleri vardır.71
Lord Curzon'a ilişkin belgeler, Dışişleri Bakanlığı Arşivinin FO/800 sayılı 'hususi
belgeler' (Private Papers) dizisinde (No.115) bulunmaktadır.72
Şu üç yazar, hem Lord Curzon'un hususi belgelerini incelemiş, Beaverbrook
arşivinden de yararlanmıştır: S.R.Sonyel (s.200), M.L.Smith (s.7, 418),
P.C.Helmreich (s.262, 264). Üçünün kitabı da, Türkiye lehinde, İngiliz ve Yunan
politikaları aleyhindedir.
Velhasıl Mısıroğlu'nun hiç bir iddiası, gerçeğe uymuyor.73 Bazı Vahidettinci
yazıcıların, İngiliz belgeleri saklanıyor, incelemeye açılmadı diye yakınıyor
görünmelerinin,74 Mısıroğlu şeklinde bu şekilde masallar uydurmalarının nedeni, sanıyorum
ki açıkça anlaşıldı. Sofya'da başlatıp Pera Palas'ta sürdürdükleri, Lozan'da
yaptıkları gizli saklı pazarlığın ve anlaşmanın,
71) Bunu belirten üç kaynak: M.L.Smith, Anadolu Üzerindeki Göz, s.418; Paul
C.Helmreich, Sevr Entrikaları, s.264; S.R.Sonyel, Dış Politika, 1.C., s.220.
72) S.R.Sonyel ile P.C.Helmreich'ın, bu arşivi taradıkları anlaşılıyor.
(S.R.Sonyel, TKS ve Dış Politika, 1.C., s.220; Paul C. Helmreich, s.263)
Sonyel, bu dizide, Lord Curzon'un hususi belgelerinden Başka, A.C.Balfour, A.Ryan
ve E.Crovv'un hususi belgelerinin de olduğunu kaydetmektedir.
73) Beaverbrook Faundation'un adresi: 40 Elm Road, London, SW 49 EX; telefon
numarası, O 171 498 86 64. isteyen ilişki kurabilir, belgelerin hiç kimseye
gösterilmediği iddiasının, doğru olmadığını kolayca anlayabilir.
74) A.Dilipak'ın bu konudaki gerçeğe aykırı iddiasını, Birinci Bölümün
başlangıcında aktarmıştım. Tekrar veriyorum: "...Ne yazık ki bu döneme ilişik ingiliz
belgeleri, hâlâ oldukça hususi sebepler ve bazı siyasal mülahazalarla, İngiliz
yasaları ile belirlenen süreler, muhtelif vesilelerle tevil edilmek üzere
aşılarak seyircilere sunulmamaktadır." (CG Yol, s.35)
593
çelişkili bir senaryo, çocukça bir masal ve uzun kuyruklu bir asılsız bulunduğunu
biliyorlar. Uydurup geliştiren ve pazarlayan, kendileri şundan dolayı.
Bir tek iddialarının bile, doğru olmadığını gördük. Ama bu masalı, aleni-kapalı,
ısrarla sürdürüyorlar.
Bu lafda yakınmalar ile de, bu gizli saklı pazarlığın kanıtlarını, gizlenip saklandığı
için açıklayamadıkları izlenimini vermek istiyorlar.
Yalanın belgesi olur mu?
a. Ellerinde, endirekt bile olsa, bu mevzuda ciddi bir belge varsa, hiç bir yasa
bunun açıklanmasını engellemiyor; yollasınlar, ben yayımlayayım.
b. Zaten İngilizlerin, daha Milli Mücadele başlamadan ilkin, Hilafetin ilgasını
istemeleri ve bunun için pazarlığa girişmeleri için de, hiç bir ciddi sebep yok.
Halife ellerindeydi ve istediklerini yaptırıyorlardı.
Bu iki mevzuyu da, ana çizgileriyle, ilerde ele alacağım.
D Akit gazetesinin, 24 Temmuz 1996 günlü sayısının birinci sayfasındaki manşet
şu şekildeki: "Lozan'dan müthiş hatıralar: Musul, sarhoş kurbanı". Başlığın sol yanında
İsmet İnönü ile M.Kemal'in resimleri var. Manşet altında ve resimlerin yanında
şu açıklamalar yer alıyor: "Lozan'daki Amerika müşahiti John Grew hatıralarında,
'İsmet, iyi bir keyiflendiricinin tesiri altında, İngilizlerin Musul'u elde
tutmalarında hiç bir mahzur görmediğini 3 defa söylemiş' diye yazıyor... İsmet
İnönü'nün görüşmeler sırasında, ne dediğini algı edemeyecek kadar sarhoş
bulunması, Andlaşmanın Türkiye için niçin bir hezimet bulunduğunu, açıkça ortaya
koydu... John Grew anılarında, İsmet İnönü'nün Lozan görüşmeleri esnasında, zil
zurna sarhoş bulunduğunu söyledi."
Doğrular:
a. Söz mevzusu anıların yazarı John Grew değil, Joseph Grew'dir.75
b. Grew, anılarının hiç bir yerinde, İsmet Paşanın görüşmeler 'sırasında/
esnasında' sarhoş bulunduğunu yazmadığı şeklinde ziyafetlerde de sarhoş olduğu için laf
etmiyor. Bu, Akit yazarının çarpıtmasıdır.
Akit yazarı, 'akşam yemekleri' ifadesini, 'görüşmeler1 diye değiştiriyor; j
'keyiflendirici etki' deyimini de 'zil zurna sarhoş'a dönüştürüyor. Ama j
Grevv'in anılarında yer edinen, sonraki çetin günlere ilişkin, özetin özeti o rak
aktaracağım ayrıntıları, bütünüyle görmezden geliyor. Grevv'in anı-; larını kim
bulup da okuyacak? Öyleyse salla gitsin. Ne dürüst bir yön-j tem! '
c. Oysa Grew, İtalyan delegasyonunun verdiği bir ziyafette, Rıza Nurla3 yapmış olduğu
'tatlı bir görüşmeyi' anlattıktan ve Rıza Nur'un, Musul'da verilecek imtiyazlar
için Amerika'nin elini acele tutmasını, 'ilk giren aslan payını
75) M.Aşkın, yazarın Turbulent Era (1955) isimli iki ciltlik anılarından 'Lozan
Konferansı' ve Türkiye'deki Misyonum' başlıklı bölümlerini çevirmiş.
594
"İyi bir akşam yemeği esnasında Türklerin söyledikleri hiç bir lafa, fazla ehemmiyet
vermemek gerek. Nitekim başka bir yerden duyduğuma nazaran ismet, tekrar iyi bir
şampanyanın keyiflendirici tesiri altında Curzon'a, İngilizlerin Musul'u elde
tutmalarında hiç bir mahzur görmediklerini üç defa söylemiş. Konferansta atasözü
haline gelmiş olan kanı şu ki Türkler, bu şeklinde ziyafetlerin ertesi günlerinde,
eskisinden daha inatçı oluyor ve her şeye düpedüz hayır diyorlar." (s.25)
Grew, bu gözlemini doğrulayan sonraki gelişimleri de şu şekildeki konu alıyor: "Curzon
bizlere, Musul problemi hakkındaki İsmet'le yapmış olduğu yazışmayı gösterdi. İki taraf da
birbirlerine pek oldukça notalar göndermiş ama hiçbiri bir adım ileri gidememiş.
Konferansın sonu hakkındaki Curzon kötümser... (s.28) Türkler Musul'u almak
istiyor ama İngilizler oradan toprak vermeyi ne olursa olsun reddediyorlar...
(s.29) İngilizlerin ve Türklerin birbirlerine, pek fena ültimatomlar göndermekte
yarışa girmekle pek tehlikeli oyun oynadıklarına... inanmaktayız... (s.29-30)
İsmet Paşa ile genel mahiyetteki konuşmamız şunları ortaya çıkardı ve gösterdi
ki... Müttefiklere ödün vermek hususunda bir adım bile ileri gitmeyecektir...
Bu gece İsmet'i oldukça ciddi ve eskisine oranla daha katılaşmış gördüm... Bütün
fikir ve kararlarını, oldukça kati ve soğuk bir biçimde kestirip atıyordu...
(s.31-32) Child, İsmet ve Curzon, tüm gece konuştular ve hiç bir sonuca
varamadılar... (s.33) Curzon göründü, kızgın bir boğa şeklinde odaya saldırı etti,
bize baktı, parmağını havada dalgalandırarak aşağı yukarı yürümeye başladı.
Durmadan ter döküyor ve içerdekilerin yüzlerine bakıyordu. Birden bağırdı: 'Dört
korkulu saatten beri burada oturduk ve İsmet, her lafımıza şu bayat ve adi
kelimelerle yanıt verdi: Bağımsızlık ve milli egemenlik '... (s.41) Her şey
bitmişti. Curzon ıztırap ve tehlike içindeydi... (s.42) Lozan Konferansının
birinci kısmı böylece sona erdi." (s.44) Evet, Grew Lozan'ın birinci bölümünü
bu şekilde konu alıyor. Akit gazetesi nerede, reel nerede?
J.Grevv, konferansın ikinci bölümünü ve sonucunu da, İnterlaken'da meydana getirilen Amerika
konsolosluk görevlileri toplantısında şu şekildeki anlatmıştır:
"Basın haberlerinden hepiniz öğrenmiş bulunuyorsunuz ki İsmet Paşa, Lozan'da
büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır... Bu vakası inkâr etmenin hiç bir faydası
yoktur. Bu tamamen doğrudur... Belki bu, tarihte kazanılmış en büyük diplomatik
zaferdir." (s.46)76
76) Lloyd George'nun cenk yandan Bakanlarından Lord Birkenhead, Lozan
Andlaşması hakkındaki, 14.8.1923 günlü Evening Standard gazetesinde şu şekildeki yazar:
"Türkleri her muharebede yendik. Savaşı büyük zaferle sona erdirdik fakat şimdi her
şey yitırildi. Uğrunda savaştığımız her şey teslim edildi." (S.R.Sonyel, ingiliz
Gizli Servisi, s.335-336)
Rauf Orbay da, anılarında şu şekildeki diyor: "Hülasa Lozan'da, [İsmet Paşayla]
aramızda hasıl olan anlaşmazlıklara karşın, memleket hesabına yapılması imkânı
olanın en iyisi yapılmıştır." (Yakın Tarihimiz, 4.C., s.55)
595
a "ismet Paşa... gizli saklı muahedenin taahhütleri istikametinde, yenil Türkiye
vücuda getirmek için kendisi baş mimar olmak suretiyle, hamarat bir s rette
Başvekillik makamına oturmuştur." (K.Mısıroğlu, Sarıklı Mücahitler, s.387)77
Bu masalcı beylere nazaran tüm geleceğimizi, İngilizler ile Yahudiler sonucu
(aştırmışlar. Bize de, nedense Protestanlığı (?) kabul ettirmeyi müsait
bulmuşlar. İsmet Paşa, M.Kemal, hükümet ve TBMM de bunu kuzu kuzu kabul
etmişler, i ferden sonraki yenilikler, bu anlaşmanın sonucuymuş.
Ne şu demek oluyor ki, bizler şimdi Protestan mıyız?
Sağlıklı bir insan, böylesi birşey iyi mi düşünebilir ve yazabilir?
Bilenlere soruyorum: İslamiyette, Müslümanım diyeni tekfir etmek, miiyon-: larca
Müslümanı bu şekilde bir töhmet altında bırakmak, zanla yargı vermek, hangi niyetle
olursa olsun kara çalma etmek, doğruyu çarpıtmak, asılsız söylemek, sahte belgelerle
halkı kandırmak, caiz midir?
Yoksa Müslümanlıkta buna, günah ve zulüm mü denir?
77) Bu konudaki iddiaları topluca görürsek, bu yazarların halka ne telkin etmek
istediklerini, daha j iyi anlayabiliriz:
D "... milleti dinsiz yapmak için...".(Büyük Doğu, 29.rakam/1946)
D "...Türklerin islami bünyesini değiştirerek, onlara Protestanlığı kabul
ettirmek...' (Sebilür- j reşat, 86.rakam)
D "...olayların gelişmesi, M.Kemal'i Anadolu'ya gönderebilmek şeklinde mühim bir
rol sahibi ki- j lınca, onunla Türkiye'nin gelecekteki kimliği üstünde
anlaşmanın gereğini ortaya çıkarmıştır.'j (K.Mısıroğlu, Hilafet, s.142 vd.;
ek olarak Lozan,1.C., s.107)
D " Böylece, bir yandan... Halifelik yıkılırken, Yunan'a üstün gelecek olan
Anadolu'daki as-' keri adım atar da, istenen inkılaplar için tartışılmaz bir
otorite kazanacaktı..." (Hilafet, s.212, dipnot 227)
D "Lozan'da... Türkiye'yi Batının peyki meydana getiren inkılaplar için taahhüdde
bulunulmuştur.' (K.Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.269)
D "... liselerimizin ders programlarından Osmanlı ve islam tarihini çıkartıp,
Yunan uygarlık tarihini mecbur ders yapacaktık. Olan olmuştu. Yunan
klasiklerini tercümeye başladık. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Batı kültürünün de
temelini, gerçekleştiren Grek kültürünü kendisi için milat: kabul ediyordu... Ders
kitaplarını, Yunan ve Batı düşüncesi doğrultusunda yenileyerek, bu j emele
hizmet edilmiştir." (A.Dilipak, CG Yol, s.282,332)
D " Harp sonlanmış oldu, din gitti." (GRYT Ansiklopedisi, 1 .C., s.277)
D "Yüzlerce caminin yıkıldığı, satıldığı, parti binası yapıldığı günlere geldik.
Öyle ki cami- j ler, aleni arttırma ile satılıyordu. Kimini azınlıklar aldı, kimi
de istanbul'un en ünlü fuhuş yuvalarına dönüştürüldü." (A.Dilipak, CG Yol,
s.329; aynı doğrultuda: GRYT Ansiklopedisi, 4.C.,; s.96, 105; H.H.Ceylan, DinDevlet ilişkileri, 3.C., s.97,99,117)
O "Devlet dinin aleyhine geçmiş, dini tahribe yönelmiş... Din kötülenmiş, dindar
kötülenmiş,l inanç zaafa uğratılmıştır." (Mehmet Kutlular, Yeni Asya gazetesi
sahibi, 1^.11.1995 günü j ATV'de piyasaya çıkan A Takımı programında)
Bunlara, 1946'dan beri sürüp gelen diğeri yazıları, türlü telkin araçlarını,
etkinlikleri, kapalı ortamlarda söylenenleri, fısıltı gazetesini, radyo ve
televizyonları da eklemek gerekiyor.
Şevki Yılmaz bu trajikomik oyunun son figüranı!
Tablo bu.
596
* 6-3-2. Hilafet
* 6-3-2-1. İngilizler ve hilafet
Masalcıların gerekçeleri şu: İngilizler hilafeti ille kaldırtmak istiyorlarmış,
bundan dolayı Milli Mücadele başlamadan ilkin, M.Kemal'le ilişki kurup anlaşmışlar,
Lozan'da da bu işi kesinleştirmişlermiş. İyi fakat İngilizlerin bu isteğinin,
makul ve ciddi bir öne sürülen nedeni olması gerekmiyor mu?
İngilizler, niçin hilafetin kaldırılmasını istesinler?
Hilafet, ne vakit İngilizler için ciddi bir sıkıntı oldu ki?
İşin yani şu:
^Asya ve Afrika'daki tüm Müslüman ülkeler ve topluluklar, başta İngiltere
olmak suretiyle, emperyalistlerin ya nüfuzu ya işgali veya yönetimi altındaydı.
Hangi Halife, bu mazlum toplulukları uyandırmak için aleni veya gizli saklı faaliyette
bulundu, direnişe çağırdı?
Hangi Halife, direnenleri madden veya manen destekledi?
Hangi Halife, bu toplulukların bağımsızlığı için savaşım açtı?
Tarih, Birinci Dünya Savaşı'na kadar bu mevzuda hiç bir sıkıntı, çekişme, çatışma,
itilaf olmadığını gösteriyor. Tam bilakis, birtakım Osmanlı Halifeleri, İngiliz
ve Alman emperyalizmine omuz vermiştir:
1788 senesinde I.Abdülhamit, İngilizleri uğraştıran Maysor hükümdarı Tip-pu
Sultana, İngilizlerle savaşmaktan vaz geçmesini öğütleyen bir mektup yazar. Aynı
sultana III.Selim de bir mektup yazarak, İngilizlerle iyi geçinmesi için nasihat
verir.
1857'de Hindistan'daki ayaklanmalara Müslümanların da katılmaları üstüne,
İngilizler Abdülmecit'e baş vururlar. Onun eıtıri ile Hamdi Efendi
başkanlığındaki bir ulema kurulu, Müslümanları yatıştırmak için Hindistan'a
yollanır.78
II.Abdülhamit, Hindistan'daki Müslümanların direnişini kırmak isteyen
ingilizlere, Halife olarak yardımcı vermiştir. Bu doğruyu de, Kadir Mısıroğlu
açıklamaktadır:
"İngilizler, Hindistan'da çıkmak suretiyle olan bir isyanı, ondan aldıkları bir
'sükûnet fermanı' ile sadece ve güçlükle önleyebilmişlerdir." (Lozan, 1.C.,
s.134)79
78) D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1 .C., s.47-48; Hikmet Bayur,
İngilizlerin Abdülaziz'den de yararlandıklarını belirtiyor. (XX.Yüzyıl, s. 130)
79) "Yine İngilizlerin isteği üstüne, II.Abdülhamit, Afganistan'a da bir
elçilik kurulu yollamış, Emir Şir Ali Han'a, Rus dostluğunu bırakıp ingiltere'ye
yaklaşmasını söylemiştir. Türkistan Müslü-manlarına, uslu durmaları öğüdünde
bulunmuştur." (D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.48) -*
597
Yani en kudretli Halife bile, emperyalist ingilizlere yardım ediyor! ingiliz- ,
ler, hilafete niçin karşı olsunlar?
Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında, Şeyhülislam Hayri Efendinin fetvasına
dayanılarak, tüm dünya Müslümanları, Müttefiklere karşı cihad-ı ekbere çayır
edilir.80 Bu çayır bütünüyle yansız kalmayacak fakat sadece birtakım uzak lerde
dalgalanmalara yol açacaktır. (Hindistan, Sudan, kısmen de Mısır)81
İngiltere, hilafetin ilgasını değil, Türklerden alınarak, kendi nüfuzu altınd
bir başka bir topluma verilmesini düşünmektedir.82 İngiltere'nin Halife Mekke
Emiri Hüseyin'dir; kendisine ayda 300.000 İngiliz lirası verilir.83
Cihada çayır, Osmanlı Devletine bağlı ve Anadolu'ya bitişik olan Arabistan'da,
Irak'ta ve Suriye'de ise, ergonomik ve anlamlı hiç bir netice vermemiştir Özellikle
Hicaz'da ve bugünkü Ürdün topraklarından başlayarak, Anadolu'nun kapılarına
kadar Filistin, Lübnan ve Suriye'de, din kardeşimiz ve Osmanlı devletinin uyruğu
olan Arapların, Türk ordusunu iyi mi arkadan hançerlediği, malum bir
husustur.84 Cihad ilanı, Hindistanlı ve Kuzey Afrikalı Müslümanların, İngiliz ve
Fransız kuvvetlerinin emrinde, Çanakkale'de, Irak'ta, Sina'da, Filistin'de,
Suriye'de ve Güney Anadolu'da Türklere karşı savaşmalarını da genel hatlarıyla
engelleyemeyecektir.
Sözün özü, tesirinin derecesi bu düzeyde olan Osmanlı hilafetinin, Birin-
80) 1906 Fas bunalımı esnasında II.Abdülhamit, Fas Sultanına bir mektup
göndererek, Alman İmparatorunun, İslamın büyük dostu ve koruyucusu bulunduğunu ve
onun öğütlerinin dinlenmesinin müsait düşeceğini yazmıştır." (a.g.e., s.51)
Alman İmparatoru ll.VVİlhelm, Çin'de bulunan elli milyonu aşkın Müslümanın
desteğini kazanmak için II.Abdülhamit'ten yardım ister; Abdülhamit, VVilhelm'in
isteğini de müspet karşılar ve Çin'e bir nasihat kurulu gönderir. (K.Mısıroğlu,
Hilafet, s.124, dipnot 101)
Yusuf Akçura'nın bu mevzuda verdiği bilgiler için: GCZ., 4.C., s.324. "Rusya,
Fransa, ingiltere devletleriyle müttefiklerinin esareti altında yaşayan
Müslümanlar, ayaklanmaya ve Osmanlı devleti ile müttefiklerine karşı tabanca
kullanmamaya çağrıldı." (Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3522-3523) Sonuç:
Hemen derhal sıfır! D.Avcıoğlu, Milli KurtuluşTarihi, 1.C., s.66-70, 86-93;
K.Mısıroğlu, Hilafet, s.128-135. İngiltere'nin, Rus Dışişleri Bakanına, Mart
1915'te verdiği memorandumdan: "Türklerin istanbul'dan uzaklaştırılmasından
sonrasında, başka bir yerde, İslam'ın politik merkezi olacak halde, bağımsız bir
islam devletinin (?) kurulması mecbur sayılmaktadır." (D.Avcıoğlu, Milli
Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.93) a.g.e., s.94-95.
Bu konudaki birtakım anılar: Naci Kaşif Kıcıman, Medine Müdafaası, Sebil Y.,
istanbul, 1971; C.Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber'de
Türk Cengi, istanbul, 1962; F.R.Atay, Zeytindağı, Bateş Y., istanbul, 1981;
Cemal Paşa, Hatıralar, Selek Y., istanbul, 1959; Ayrıca: F.Belen, 20.Yüyılda
Osmanlı Devleti, s.258; K.Karabekir, bağımsızlık Harbimiz, s.148; Alpay Kabacalı,
Büyük Dönemeçler, s.63-136.
K.Mısıroğlu özetle diyor ki: "Cihad-ı Mukaddes fetvasına Araplar, beklenildiği
kadar ilgi göstermemişti. Bu, Arapların asırlardan beri gayr-i muharip
bulunmalarından, Osmanlılarla savaş halindeki anlaşmazlık devletlerinden
çekinmelerinden ve özellikle ingilizlerin, petrol siyasetine bağlı olarak, onları
aleyhimize tahrik etmiş olmasından doğuyordu. " (Hilafet, 141, dipnot 112)
Mısıroğlu'nun ileri sürdüğü diğeri meşru mazeretler (!) bir yana, örneğin Fa'ysal
ordusunda yer alarak Türklerle dövüşen on binlerce Arap, aniden iyi mi
muharip (savaşçı) oldu acaba'
598
ci Dünya Savaşı'nda bile, İngilizler için ciddi ve devamlı bir sıkıntı
oluşturmadığını görüyoruz.85
Mütareke'den sonrasında ise Osmanlı hilafeti, İngilizler için en minik bir sıkıntı bile
olmamıştır. Vahidettin, bütünüyle İngilizlere teslim olmuştu. Vahidet-tin ve
çevresindekilerin, hilafeti İngilizlerin emrine vermek için muhtelif girişimlerde
bulunduklarını da belgeleriyle görmüştük. Yani İngiliz emperyalizmine hizmete
hazırdılar. İngiltere'nin ihtiyacı olsa, bu önerileri kabul ederdi. Birini bile
dikkate almamıştır.
İngiltere'nin ilk amacının, Hilafeti Hüseyin'e veya onun şeklinde İngilizlere bağlı
birine aktarmak bulunduğunu biliyoruz. Aktaramayacağını anladıktan sonrasında politikası
değişir,86 Osmanlı hilafetine basar. Sevres Andlaşması ile İstanbul'a verilen
statü, İstanbul'da oturmasına izin verilen Sultan-Halife'nin durumu, İstanbul
üstündeki İngiliz nüfuzu şeklinde öğeler, birarada değerlendirilirlerse,
İngiltere'nin geleceğe dönük hesabı, kolayca anlaşılır.87
İngiliz belgelerine nazaran, İngiltere, nüfuzu altındaki ülkelerde, hürriyet ve
istiklal mücadelelerine yol açacağı kuşkusu ile toplumların durumuna ve
şartlara nazaran, şu iki gelişmeden korkmaktadır:
a. Sultan, Kral, Hidiv ve Emir şeklinde tek ferdin yönetimi altındaki ülkelerde,
meşrutiyete/cumhuriyete, dolayısıyla özgürlüğe gidiş,88
85) Hindistan'daki 'Müslüman hareketi', Hindu'ların (Kongre Partisi)
başlatmış olduğu genel hareketin bir parçasıdır ve bu hareketin aslolan amacı, özyönetimi
gerçekleştirmek ve adım adım bağımsızlığı kazanmaktır. Hinduların başlatmış olduğu
harekete Müslümanlar (Müslim League), sonradan katılmıştır. Bu genel hareketin
bir aşaması olarak, Hindular da, Hind Müslümanları da, İngiltere'ye karşı, kendi
anlayışları çerçevesinde, Türkiye'yi, hilafeti ve Milli Mücadele'yi
desteklerler. (Dr.R.K.Sinha, M.Kemal ve Mahatma Gandi; H.Bayur, XX.Yüzyıl,
s.130-144, 325-365; Doç.Dr.Mim Kemal Öke, Güney Asya Müslümanları)
Ama M.Tunçay'ın aktardığı bilgiye nazaran, İngiliz ordusunda vazife alan, muhtelif
din ve etnik gruplara mensup 740.000 Hindli'den, 191.000'i Müslümandır ve
Türklerle savaşmışlardır. (TC'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması s.77/21
.dipnot) H.Bayur, bu sayının daha büyük bulunduğunu yazmaktadır. (Türkiye
Devletinin Dış Siyasası, s.156)
86) Kahire'den Albay Meinertzhagen'ın, 2 Aralık 1919'da Lord Curzan'a
yollamış olduğu rapordan: "Kral Hüseyin'in ismi hiç bir yerde bir ağırlık
sayılmamaktadır ve Suriye'nin onun hilafetini onaylamadı ^öz mevzusu olamaz"
(S.R.Sonyel, İngiliz Gizli Servisi, s.175)
Hüseyin de nihayetinde, Vahidettin şeklinde İngilizlere sığınacak ve Kıbrıs'a
yerleşecektir.
87) ingilizler, Mütareke döneminde, İngiliz Muhipleri Cemiyeti yöntemiyle,
tüm islam ülkelerinin temsilcilerinden oluşacak bir 'Hilafet Meclisi' kurmayı
da tasarlamışlardır. (T.Z.Tunaya'nın bizim ülkemizde Siyasi Partiler isimli eserinin
ikinci baskısından < 1986> aktaran, Mim K.Öke, Güney Asya
Müslümanları, s.141)
Demek ki hilafet üstündeki etkilerini kurumlaştırmaya çalışıyorlar. Yani
hilafeti korumaya ve kullanmaya kararlılar.
88) ingiltere Dışişleri Bakanı Edvvard Gray'in, İstanbul'daki elçiye
yollamış olduğu, 31 Temmuz 1908 günlü talimattan: "Türkiye harbiden meşrutiyet kurar
ve onu yaşatıp güçlendirirse, bunun neticeleri şimdiden, hiçbirimizin
kestiremeyeceği seviyede olur. Bunun Mısır'daki tesirleri müthiş olur ve ta
Hindistan'da dahi kendini duyurur... Eğer şimdi bizim ülkemizde Meclis açılırsa,
Mısır'da meşrutiyet isteği oldukça kuvvetlenecek ve bizim ona inat gücümüz oldukça
azalacaktır. " (D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.54)
31 Mart vakası ve sonraki açınma yüzünden meşrutiyet, büyük yara alacaktır.
599
b. Bir Türk zaferi dolayısıyla", milliyetçi fikir akımlarının vg eylemle-] rin
başlaması, dolayısıyla bağımsızlığa gidiş.89
Bütün bu akım ve eylemlere karşı İngiltere, tek şahıs / sultanlık rejimiri
desteklemiş, müessir bir tabanca olarak da, çoğu zaman ümmetçiliği ve Halifelerin
ya-j nı sıra, kendine yakın dini otoriteleri kullanmış, birçok yerde de netice
almış-î tır. Bugüne kadar kullandığı ve bigün tekrar kendi çıkarı için
yararlanabileceği] hilafet şeklinde bir kurumu, niçin gözden çıkarsın?90
Lozan'dan sonrasında ingilizler bilhassa iki mühim mevzuda tavır almışlardır. Is-j
tanbul yerine Ankara'nın başkent bulunmasına direkt reaksiyon gösterir ve bu ka-j
rarın uygulanmaması için uzun zaman direnirler.91 ikincisi ise hilafet
sorunudur,] Ama bu hassas mevzuda açıkça tavır almak işlerine gelmediği için
endirekt ön-j lemlere baş vururlar: iki Hind asıllı İngiliz, Emir Ali ile Ağa
Han, Türkiyı Cumhuriyeti Başbakanına, hilafetin korunması ve güçlendirilmesi
hakkındaki! ortak bir mektup yazar fakat mektubu, gazetelere de yollarlar. Mektup
Başba-1 kan'ın eline ulaşmadan ilkin, 5 Aralık 1923 günü, Tanin ve İkdam
gazetele-f rinde yayımlanır.92 Mektubun, muhatabın eline ulaşmadan basına
verilmesi! bile yazanların güttüğü amacı belirten bir göstergedir. Mektup ertesi
günü bir-j oldukça gazetede de yer alacak, tartışmalara yol açacaktır.93
Önce, Sünni Müslümanlar adına konuşan şu Emir Ali ile Ağa Han'ınj kimler
bulunduğunu görelim.
* 6-3-2-2. Emir Ali ve Ağa Han
İkisinin de, adına konuştukları ehl-i sünnet şu demek oluyor ki Sünni Müslümanlar il^ hiç bir
ilgisi ve ilişkisi yoktur; ikisi de Şiidir.94 Şiiler, Hazret-i Ali'den sonrals
89) Seçil Akgün, Halifeliğin Kaldırılması Olayının Çeşitli Tepkileri,
VIII.Türk Tarih Kongresi,! s.2193; ek olarak B.N.Şimşir, Sakarya'dan izmir'e,
s.246, 256, 503-504.
90) İngilizlerin, daha İstanbul'dan ayrılmadan ilkin,1919'da, M.Kemal ile
'hilafeti ilga ettirmek için J anlaştıkları' şeklinde bir iddianın ve buna bağlı
olarak Lozan'a kadar genişletilen senaryonun, zamanı j bir dayanağı, makul ve
realist bir açıklaması bulunmuyor; gelişime, olaylahsurasına ve duru-f ma da
bütünüyle ters düşüyor.
91) H.Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, s.152-153; bu probleminin
ayrıntıları için, Ankara... Ankara... s.232, 257-258, 276 vd.
92) H.Bayur, Türk Devletinin Dış Siyası, s.153; TC Kronolojisi, s.404;
N.H.Uluğ, Halifeliğin! s.145.
93) Hilafet ve laf mevzusu ikili mevzusunda basında çıkan birtakım yazılar için:
Türk Parlamento Tarihi II.Dönem, 1 .C., s.363-403.
94) Sünni - Şii ayrılığı ve anlaşmazlığının, bundan doğmuş muhtelif kanlı
kardeş kavgalarının ve i vaşlannın başlıca nedeni, hilafet sorunudur.
"El Şahrastani, İslam tarihinin her devrinde, hiç bir dini akidenin, 'hilafet'
kadar ihtilafa sebep] olmadığını ve kan döktürmediğini söyler." (İslam
Ansiklopedisi, 5/1 .C., s.153) Hilafet konusun- öğreti
farkları için: a.g.e., s.153-154; Yaşar Kutluay, Tarihte ve Günümüzde İslam
Mezhepleri, s.103 vd., Selçuk Y., Konya, 1968; A.Gölpınarlı, bizim ülkemizde,
Mezhepler ve^ Tarikatlar, s.9-62, Gerçek Y., istanbul, 1969.
600
hiç bir Sünni Halifeyi, Halife olarak tanımamışlardır. Bu beylerin, hem yerleşik
doktrinlerine, hem tarihlerine aykırı olarak, aniden Sünni hilafetin dostu
kesilmelerinin nedeni nedir? Bu probleminin cevabı, kişilerde ve görevlerinde
yatıyor:
a. Emir Afi, Hindistan'da mühim birtakım görevlerde bulunduktan sonrasında, 1904'te
emekli olup İngiltere'ye yerleşmiş bir Şii (mutezile95) Hindlidir. ingiltere'ye
yapmış olduğu hizmetler dolayısıyla Devlet Yargıçlığı'na getirilir ve ingiliz Krallık
Konseyi'ne (Şûra-yı Has/ Privy Council) üye seçilir. "Orta Doğu, Güney Asya ve
Türkiye sorunlarında, hükümetin gözü, kulağı, hatta kalemidir."96 Bu mektubu
yazdığı sırada, Krallık Konseyi'ndeki üyeliği sürüyordu.97
b. Ağa Han (III.Ağa Han, aslolan ismi Sultan Sır Muhammed Han) ise, Şiiliğin
îsmailiye tarikatının imamıdır. Mensupları tarafınca bir nevi 'mabud' sayılır
ki bu sakat inancı, islamlıkla bağdaştırmak bile olası değildir. Büyükbabası,
1838'de, yenilgiyle sonuçlanan bir isyandan sonrasında, İran'dan kaçarak
95) M.Tunçay, TC'nde Tek Parti, s.74/ 14.dipnot.
96) H.Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, s. 154-155; Mim Kemal Öke,
Güney Asya Müslümanları, s. 125.
Emir Ali, hilafetle alakalı bir makalesinde, özetle şu görüşleri ileri sürüyor:
"Padişahlık, Türkleri ilgilendiren, onların çözmesi ihtiyaç duyulan bir meseledir. Oysa
hilafet, her Sünni Müslümanın davasıdır. Hilafetin Osmanlı saltanatından
katılımı, sadece tüm Sünni Müslümanların onayı ile gerçekleşebilir. (!) Yeni
Halife'nin seçilmesi de, tekrar tüm Müslümanlara danışılmasını gerektirir (!)."
(Aktaran Mim Kemal Öke, a.g.e, s. 125)
Bugüne kadar hiç bir yeni Osmanlı Halifesi'nin tarzı için yurt dışındaki
Müslümanlara da-nışılmamışken, şimdi, aniden, tüm Müslümanlara danışılması
niçin gerekmişti acaba? Danışılması ihtiyaç duyulan Müslümanlara, Sünni hilafeti kabul
etmeyen Şiiler de dahil mi? Evetse bu öğreti değişikliğinin nedeni ne? Değilse,
niye 'tüm Müslümanlar' diyor?
Aralarında Emir Ali ve Ağa Hanın da bulunmuş olduğu 23 şahıs, ingiliz yurttaşı
sıfatıyla, 19 Kasım 1920'de Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliğine başvurarak,
Türkiye'ye Sevres Andlaşması ile meydana getirilen haksızları anlatıp düzeltilmesini'
istemişler. (Ö.Kürkçüoğlu, s.139/3.dipnot) Emir Ali ve Ağa Hanın, bu 23 şahıs
içinde yer almasını, Türkiye'nin dostu olduklarının emaresi sayanlar veya
bu izlenimi vermek isteyenler var. Oysa: a) Kürkçüoğlu, mektubun içinde ne olduğu
hakkındaki malumat aktarmadığı için bu müracaat hakkındaki çabuk ve uzaktan
değerlendirme yapmak yanlış olur. b) Kaldı ki Sevres'e, İngiliz çıkarlarını
zedeleyeceğini düşüncesiyle birçok İngiliz de karşı çıkmıştır, c) Mahut ikili ve
arkadaşları, direkt Sevres'in mimarı ingiliz hükümetine başvurmuyorlar da,
niçin bu tür andlaşmalarla hiç bir ilgisi bulunmayan, daha kurum halinde ve
ingiliz nüfuzu altında olan Milletler Cemiyetine başvuruyorlar, şu demek oluyor ki açılmayacak
kapıyı çalıyorlar?
Ama M.Tunçay, geçmişlerini bir yana itip ancak bu başvuruya dayanarak, 'Ağa Han
ve Emir Ali'nin Başvekil İsmet Paşaya yazdığı mektubun, çoğu zaman ileri
sürüldüğünün bilakis, bu kişilerin daha önceki tutumlarıyla çelişmediğini' ileri
sürmektedir. (TC'nde Tek Parti Yönetimi, s.75)
Ağa Han, 14 Ekim 1919'da da, Hindistan işleri Bakanlığına, 'tersi davranışın
Hindistan'da karışıklıklıklara yol açacağı ve tehlikeli bir ülser yaratacağını,
bundan dolayı Türk bağımsızlığının ve bütünlüğünün korunması icap ettiğini' belirten
bir muhtıra vermiştir. (Sonyel, Dış Politika, 1.C., s.185; şundan dolayı o sırada
Hindistan'da, İngilizleri kaygıya düşüren gösteriler ve grevler başlamıştı,
s.185-189) Ölçü asla değişmiyor: ingiliz çıkarları!
97) The Times gazetesinde, "Türkiye'nin çıkarının, ingiltere'ye 'yamanmak'
bulunduğunu" yazmış. (Mim Kemal Öke. a.g.e., s. 124)
601
Hindistan'ın Sind eyaletine yerleşmiş ve l.Afgan-İngiliz savaşında (1839-42) ve
Sind'in işgalinde İngilizlere yardım etmiş, bu hizmetine mukabil kendisine,
çocuklarına da geçmek suretiyle soyluluk unvanı verilmiş ve aylık bağlanmıştır Ağa
Han'a da, "İngiltere tarafınca, İsmailî Müslümanların Başkanı (imamı) olarak,
Birinci Dünya Savaşı'ndaki sadık hizmetleri dolayısıyla, mükâfat olarak,
[protokolde] birinci sıra şef ve on bir top ateşiyle selamlanmak hakkı
bahşedilmiştir."
Ağa Han, anılarını yazanlara, 1900'lü yılların başından beri, İngiliz Gizli
Servisi'nin (İntelligence Servis) ajanı bulunduğunu açıklamış ve bu husus,
anılarında yer almıştır. Siyonist davasını destekleyen pek azca Müslümandan
biridir. II.Abdülhamit'i ziyaret ederek, Ermenilere baskı uygulanmamasını ve
Doğu Anadolu'da düzeltim yapılmasını da öğütler. Birinci. Dünya Savaşı'nın
başlangıcında, Osmanlıların 'cihad' duyuru etmesine şiddetle karşı menfaat, İslam
dünyasının liderlerine ya ziyarette bulunarak, veya yazarak, bu çağrıya
uymamalarını ister. Irak'ta İngiliz kuvvetleri ile dövüşen Türk ordusunun askeri
planlarını, yandaşları sayeinde çalmaya çalışır; elde etmiş olduğu bilgileri,
General Allenby'ye ulaştırır. Casus Mustafa Sagir'i kurtarmak için girişimlerde
bulunur. İngiltere'nin Sömürgeler Bakanına, 'şahsi ve tinsel her türlü
hizmetini, Majestelerinin hükümetine tamamiyle ve ne olursa olsun arz ettiğini'
bildirir.98
İşte mektubu, bu iki şahıs yazmıştır."
* 6-3-2-3. Mektup vakası
Mektuptaki belli başlı cümleleri, ayrı ayrı aktarıyorum [sadeleştirilmiştir): D
"Türkiye'nin sürekli dostları ve emellerinin hakiki taraftarları olarak bizler,
Halife-İmam Hazretlerinin şimdiki müphem (gayri muayyen) durumunun, ehl-i sun98) H.Bayur, Türkiye Devleti'nin Dış Siyasası, s. 155-157; Mim Kemal Öke,
Güney Asya Müslümanları s.126-127; AnaBritannica, 1.C., s.179; E.Aybars,
bağımsızlık Mahkemeleri, 2.C., s.225, 229, 248 vd.
99) Hilafet Konferansı Başkanı Mevlana Şevket Ali, Emir Ali ve Ağa Hanın bu
girişimi üstüne şu şekildeki der: "Ne kadar iyi kalpli olurlarsa olsunlar,
Hindistan'dan uzakta olanlar, Güney Asya Müslümanlarının reel hissiyatını
anlamadan, hilafet şeklinde kırılgan bir mevzuda düşünce beyan etmemelidirler."
Hind Hilafet Konferansı da, M.Kemal'e bu mevzuda bir telgraf yollamaya karar
verir. (27 Aralık 1923) Telgraf özet olarak şu şekildeki [sadeleştirilmiştir]: "...Hint
Hilafet Merkez Komitesi... Cumhuriyetin teşkilini, islam gelişmesi bakımından
büyük bir adım saymaktadır... Hind Müslümanları adına, Cumhuriyetin teşkilini
tasvip [etmez] gözüken herhangi bir telgraf, Hind Müslümanlarının hakiki görüşü
olarak kabul edilmemelidir. Bu şeklinde telgraflar çekmeye cesaret edenler, Hind
Hilafet Heyeti ve programının düşmanıdırlar. Hind Müslümanları... Türkiye
Cumhuriyetine zarar verecek yada onun gelişimine mani olacak nitelikteki her
türlü siyasal entrikalara karşıdır."
Hind Hilafet Hareketi yönetiminin, Emir Ali ve Ağa Hanın mektubu hakkında
tepkisi bu şekilde.
Buna mukabil K.Mısıroğlu, Hind Müslüman hareketini incelediğini (!) söyleyerek,
mektubun bu harekete müsait bulunduğunu iddia ediyor ve içeriğini de, gazetelere
gönderilmesini de, canla başla savunuyor. (Hilafet, s.305-306)
602
netten olan halk (Sünniler) üstüne yapmış olduğu pek kaygı verici etkilere, Büyük
Millet Meclisi'nin dikkatini çekmek istiyoruz."
Birdenbire "Türkiye'nin sürekli dostu ve emellerinin hakiki taraftarı" kesilen
ikili, "Halife-İmam'ın durumunun, ehl-i sünnetten olan halk üstüne yapmış olduğu pek
kaygı verici tesirleri" Londra'dan izlemiş, "Büyük Millet Meclisi'nin dikkatini
çekmek" istiyormuş.100
Tarih süresince reddettikleri Halifeye, bu ne ani sevgi ah, bu ne ıztırap! D
"Halifenin onur ve kudretinde, nüfuz ve etkilerinde, aniden beliren
zayıflıktan dolayı, içtimai ve tinsel büyük bir qüç sayılan İslamiyetin, ehl-
i sünnet olan halkın geniş tabakaları içinde gevşemekte bulunduğunu, derin bir
üzüntüyle gözledik."
İki İngiliz memuru Şii, ehl-i sünnetin bu durumunu 'derin bir üzüntüyle gözlemişmiş'.
a. Sanki saltanatla hilafet senelerce ilkin ayrılmış da bu ayrılışın tesirleri, bir
değerlendirme yapılabilecek kadar olgunlaşmış şeklinde konuşuyorlar. Oysa saltanatla
hilafet ayrılalı, hemen hemen 37 gün olmuştur. Bu mektup tasarlandığı sırada, besbelli
ki bu olayın üstünden o denli gün bile geç-miş^eğildir.
b. Milyonlarca ehl-i sünnet, bu ayrılışa kadar dinine bağlıydı da, bir ay arasında
mi bu bağlılık, çözülüp gevşemeye başladı? Ehl-i sünnet, dine, hilafet yüzünden
mi bağlıydı?
İlgisi bile yok.
Böylesine evrensel ve sonsuz bir din, bir ferdin var olup olmamasına bağlı olur
mu?
Hilafetin tarihçesi, IV. paragrafta anlatılacaktır.
Hilafet, hangi açıdan bakarsak bakalım, düpedüz hükümdarlık (icra kuvveti)
demektir; nitekim kendileri de 'Halife-İmam' diyorlar ve icra kuvvetini temsil
eden Halife ile İmamı birbirinden ayırıyorlar. Fas'ta, Cezayir'de, Tunus'ta,
Libya'da, Mısır'da, İran'da, Hindistan'da, Afganistan'da, Sudan'da,
Habeşistan'da, Çin'de, Asya Türk-Müslüman devletlerinde, Malezya'da, ayrı ayrı
idareler vardı ve bu idarelerden ve uyruklarından hiçbiri, Osmanlı SultanHalifesinin hükmü altında değildi. Ayrı idareleri ve idarecileri olan bu
Müslümanların dine bağlılıkları, hep mi gevşekti şu demek oluyor ki? Allah'a Halife
vesilesiyle mı ulaşılır? islamiyet, Müslümanların bir kısmı için niçin Halife
ile kaim de, kendileri için değil? Kendileri Sünni Halifeyi kabul etmediklerine
nazaran, onların dine bağlılıklarında bir gevşeklik olmuyor da, niçin ehl-i
sünnetin bağlılığı aniden gevşiyor acaba?
Sultan/Halife Vahidettin, milletinin bağımsızlığı pahasına İngilizlerle
ortaklık yaparken, hayattaki ehl-i sünnetin dine bağlılığı tamdı da, otuz şu
kadar günde mı gevşeyıverdi? Bunu iyi mi gözleyip anlamışlar?
100) 'Düşmanlarımla başa çıkarım, Allah beni dostlarımdan korusun1'
603
Korkmasalar, İslamiyetin kuvvetli olması için Sünni Halifenin de, kendileri şeklinde
İngiliz memuru olmasını ileri sürecekler.
D "Hilafet, dış hücumlara uğramış olduğu vakit., bizler, Türk davası için ciddiyetle
çalıştık."
a. Dış hücuma uğrayan, hilafet kurumu değildi. Nitekim İngilizler, Sultan/
Halife Vahidettin'e de, oldukça saygılı davranmış, yaşamı için onlarca kere güvence
vermiş, devamlı ortaklık arasında bulunmuşlardır. Dış hücuma uğrayan, Osmanlı
devleti, Türkiye ve Türklüktü.
b. Söz mevzusu beyler, Hindistan'ın İngiliz sömürgesi olarak kalması için çaba
göstermişler, Dünya Savaşı ve daha sonra da, İngiliz emperyalizminin dümen
suyunda kulaç atmışlardır. Hind Hilafet Komitesi ile de bir ilgileri yoktur.
Hind Hilafet Komitesi harbiden, Türk istiklal mücadelesine, yürekten yardımcı
vermiştir. Ama 'Hilafet Komitesi' adına da aldanmamak gerek. Hilafet, 'İslam
milliyetçiliğinin1 bir sembolü olarak değerlendirilmektedir. Hindular ve
Müslümanlar, İngilizlere karşı mücadelelerini, bu sembolü bayrak yaparak
yürütmüşlerdir.101
Hilafetin kaldırılması ve devrimler, başlangıçta, Hind Müslümanlarının bir
kısmını bocalatacak, hatta öfkelendirecektir. "Ama oldukça geçmeden M.Kemal,
hürriyet savaşının ve laikliğin simgesi haline geldi. O, Hindistan'da, Hindular
ve Müslümanlar içinde popüler bir önderdi. Yalnız Türkiye'yi yabancı
işgalinden kurtarmakla kalmamış, Avrupa'nın sömürücü güçlerinin, bilhassa
İngiltere'nin oyunlarını ve foyalarını ortaya dökmüştü. Hakkındaki sevgi,
ilerici politikası ne-deyle, aşırı muhafazakar Müslümanlara doğru gittikçe
azalıyordu. Fakat aynı siyaset onu, gerek Hindu, gerek Müslüman genç kuşaklar
içinde daha da popüler hale getiriyordu. Pek oldukça milliyetçi onu takdir ediyor
ve yolundan yürümeye çalışıyordu." (Dr. Sinha, s.161-162)102
101) Bu mevzuda: Dr.R.K.Sİnha, M.Kemal ve Mahatma Gandi; Mim K.Öke, Güney Asya
Müslümanları; ek olarak, GCZ, 4.C., s.315, 320.
102) Bazı hilafetçi Hind Müslümanlarının sonraki değerlendirmelerinden birkaç
misal: Mevlana Ebu'l Kelam Azad, Zemindar isimli gazetede, hilafetin ilgasını
benimsediğini açıklar. Moslem Chronicle isimli gazetede şu görüş belirtilir:
'Artık din, büyük güçlerce, Türkiye'nin iç işlerine karışma bahanesiyle
kullanılamayacak.'
Kıyafet inkılabını yorumlayan The Light (Nur) dergisi, 'islamın ulusal bir
giysisi olmadığını, şalvar da, pantalon da, şapka da, sarık da
giyilebileceğini' yazar, M.Kemal getirmiş olduğu bu yeniliklerle, Islama daha dinamik,
daha modern, daha sıhhatli bir yapı kazandırdığını ileri devam eder ve şu şekildeki der:
'Eğer islam, ebediyete kadar sürecek bir din ise, yani budur.'
Büyük düşünür ve ozan Muhammed İkbal de, Türkiye'deki değişiklikleri savunur. Özet
olarak birtakım düşünceleri şu şekildeki: "islam dininin hiç bir milli sınırı ve belli
giysisi yada makale harfi.olma-dığı için Türklerin Avrupa kıyafetini ve Latin
harflerini benimsemeleri, İslamiyetten uzaklaşma olarak değerlendirilmemeli.
Dört hanımla evlenme yasağı da İslama aykırı değildir, islam hukukunun,
geleceğin tüm Müslüman kuşakların durumlarına uyabilmesi ve ihtiyaçlara yanıt
verebilmesi için 'içtihat' kapılarının aralanması ve şeriatın, modern hukuk
anlayışına nazaran yine düzenlenmesi gerekmektedir." ->
604
Nitekim Hind Müslümanları, Pakistan adıyla kendi bağımsız devletlerini kuracak
ve Türkiye Cumhuriyeti'nin en yakın ve sağlam dostu olacaklardır. Ağa Hanın da,
Emir Ali'nin de ismi, İngiliz protokol sıralamasında kalır.
D "Ehl-i sünnet arasında, ruhani başkanlığın, tüm Müslümanları bir cemiyet
halinde birbirine bağlayan bir rabıta halinde olduğunu anlatmaya hacet
yoktur."
Bu vaziyet tarihte pek kısa sürmüştür. IV.paragrafta bu hususta malumat
verilecektir.
n "Hürmetle istek etmek istediğimiz şey, İslam aleminin dini başkanlığının, şeri şerife nazaran (şeriata nazaran) tam ve kamil (eksiksiz) olarak korunmasından
ibarettir."
Bunun Türkçesi şu: Hilafet, yine saltanatla güçlendirilerek korunsun ve tek
şahıs yönetimi geri gelsin! Cumhuriyete, ulusal egemenliğe, seçime, Meclise,
özgürlüğe son verilsin, kulluktan vatandaşlığa geçiş, çağa açılma, demokrasiye
gidiş durdurulsun, Tanzimattan da öncesine dönülsün.103
Mektubun yazılmasının aslolan amacı bu madde.
D "Halifenin nüfuzunun azaltılması yada bir din görevlisiymiş şeklinde Türkiye'nin
siyasal teşkilatından uzaklaştırılması, bizim düşüncemizce, İslamın dağılması ve
o tinsel cihan kuvvetinin, ergonomik olarak kaybedilmesi demektir."
İslamın dağılmamasını tek bir kişiye (Halife) ve makama (hilafete) bağlamak,
İslamı asla bilmemek demektir. Pratikte bir sembol olarak korunsaydı bile, türlü
ihtilaflara yol açacağı belli olan hilafet kalktı diye İslam, ne çöktü, ne de
dağıldı. Tam bilakis bugün İslam ülkelerinin, İslam İmparatorluğundan sonrasında,
dünya üstünde en müessir oldukları bir devre yaşanıyor.
Hilafetin ilgasına reaksiyon gösterenler için şu şekildeki der: 'Bu fena propagandaya
kapılanlar, islam hukuk-tarihinden habersiz olanlardır... Cumhuriyet, İslamın
ruhuna müsait olduğu şeklinde bununla birlikte, islam dünyasında başgösteren yeni
akımların [milliyetçilik] ışığında, reddedilmeyecek bir ihtiyaçtır... Türkler,
ancak emparyalist bağlardan 'değil, [ülkelerini] ortaçağ ilkelerinden de
kopararak, maddi ve tinsel bağımsızlığa ulaşmışlardır.'
Bir zaman sonrasında, Hind Müslümanları da, Hindular içinde azınlıkta kalmamak için
hilafetçiliği bir yana bırakıp milliyetçilik akımına sarılacak ve kendi ulusal
devletlerini (Pakistan) kuracaklardır. (Hepsi için: Mim K.Öke, Güney Asya
Müslümanları, s.152-165, 180-184)
F.R.Atay diyor ki: " Müslüman memleketlerinin bağnaz ve mutaassıpları,
Türkiye'deki inkılaplardan hiç bir vakit hoşnut kalmamışlardır. Çünkü bu
inkılaplar, tüm Müslüman memleketlerinde, uyanık ve aydın gençliklerin umut ve
şevk deposu idi. Gazeteci dostlarımla 1942'de Hindistan'a gittiğimiz zaman,
gerek Hindu gerek Müslüman, kendi mürtecileri ile savaşan gençler, bizlere
gelmişler, 'Halk içinde M.Kemal'in ve Türkiye'nin itibarı, mürtecilerin nüfuzu
üstündedir. Aman her yerde inkılaplarınızdan bahsediniz. Latin harflerinin
faydalarını anlatınız. Laisizmi öğretiniz. Bize yardımcı olunuz.' diyorlardı."
(Niçin Kurtulmamak, s.34-35) 103) 20.Yüzyılın bitmesine birkaç sene kala,
Mısıroğlu da, bu ikilinin savunduğu düşünceye haiz çıkıyor. (Lozan,3.C., s.
171)
605
D "Bizim düşüncemize nazaran, Halife-lmam, ehl-i sünnetin birliğini temsil eder.
Halifenin Türk milletinden biri olması, İslam milletleri içinde Türklüğe üstün
bir yer sağlar. Bu, on dört yüzyıldan beri, chl-i sünnet içinde, bir esas
olarak benimsenmiştir."
Ehl-i sünnetin birliğini, Halife/İmam değil, Allah'ın donanması ile dinin
dayanakları ve esasları sağlar. 'Bir Halife/İmamın tüm ehl-i sünnetin
birliğini temsil etmiş olduğu' sürenin ne kadar kısa bulunduğunu da, IV.paragrafta
göreceğiz. Halifenin Türklerden biri olmasının, İslam milletleri içinde
Türklüğe üstün bir yer sağlamış olduğu doğrudur. Ama iyi mi, hangi dönemde, hangi
mevzuda ve ne zamana kadar?
İslam ve Türk tarihini bilseler, bu cümleleri yazmazlardı.
D "İşte bu ve bunlara benzeyen diğeri sebeplerden dolayı, Türkiye'nin hakiki
dostları olarak bizler, hilafet ve imamlığın, Müslüman milletlerin itimat ve
saygısına layık bir mevkie konulmasını istirham eyleriz."104
İkilinin son sözleri, göz yaşartıyor. Türkiye'nin canına okumak için bin türlü
kanlı ve pis entrika çevirmiş olan İngiltere'nin iki mühim memuru,
"Türkiye'nin hakiki dostları" olduklarını iddia ederek ortaya atılıyor ve bu
dostluğa dayanarak, 'Hilafet ve imamlığın, Müslüman milletlerin itimat ve
saygısına layık bir mevkie konulmasını, şu demek oluyor ki saltanat diyetinin geri
getirilmesini istirham eyliyorlar.'105
Bu dileğe verilebilecek en kısa yanıt şudur: Başka kapıya beyler!
Türkiye de o şekildeki yapacaktır.
İşte mektup bu.106
104) Mektubun tüm bunlar için: N.H.Uluğ, Halifeliğin Sonu, s.147-148.
Mektup, ingiltere islam Cemiyeti adına gönderilmiştir. (K.Mısıroğlu, Hilafet,
s.305) Dr.Sinha şu şekildeki yazıyor: "Gerçekten Ortodoksluğun (Sünniliğin) haricinde
kalmış bir Şii'nin veya dinsel inançlara karşı olan bir hocanın (Ismailiye
mezhebinin), Türk Müslümanlarına, tutumlarının ne olması icap ettiğini öğretmeye
çalışmaları, haddini bilmezlik değil de neydi? Hindistan'daki ingiliz
yönetiminin direkleri niteliğinde olan kişilerin, Türk milliyetçilerine öğütlerde
bulunmaları, ne garipti!" (Dr.Sinha, M.Kemal ve Mahatma Gandi, s.157)
105) İnsana, 80 sene sonrasında bile sorarlar: A efendiler, yurttaşlarınız,
soydaşlarınız, taraftarlarınız, müritleriniz, kullarınız, Çanakkale'de, Sina'da,
Irak'ta, Suriye'de Türklerin üstüne sürülürken, nerelerdeydiniz? Emrinde
olduğunuz İngiltere, elini kolunu bağladığı Türklerin üstüne Yunan ordusunu
saldığı, tüm Ege kan gölüne ve ırz pazarına döndüğü vakit, nerelerdeydiniz?
Fransızlarla Ermeniler, cenup Anadolu'da sivilleri boğazlarlarken,
nerelerdeydiniz? Türkler, si-vil-asker, kadın-erkek, genç-yaşlı, köylü-kentli,
varlıklı-fakir, sarıklı-kalpaklı, yarı aç, yarı tok, namusu, vatanı ve
bağımsızlığı için savaşım ederken, nerelerdeydiniz? Bu vatanseverlere karşı,
cihat duyuru edilmiş olduğu, öldürülmelerinin sevap bulunduğunun ileri sürüldüğü o acı
dönemde, nerelerdeydiniz? Bu yurtseverlerin üstüne, Halife ordusu adıyla
çapulcular göndermiş olduğu sırada, nerelerdeydiniz? Yunan ordusu, 'bizler Halife'nin
ordusuyuz' diye yaka yıka ilerlerken, nerelerdeydiniz?
Çıtınızın ve gıkınızın çıktığını, asla duymadıktı. Birdenbire nereden esti bu
yakın dostluk?
106) Yarı resmi The Times gazetesi, hilafetin kaldırılması sonucu üstüne, sert
eleştirilerde bulunacak, Daily Telgraph da, bu sonucu "gaflet" olarak
niteleyecektir. (Seçil Akgün, a.g.e., s.2192-93; E.Aybars, bağımsızlık Mahkemeleri,
2.C., s.255); bir başka ingiliz gazetesi de, hilafetin ilgasının,
606
* 6-3-2-4. Tepkiler
Bu mektup İstanbul gazetelerinde yayımlandığı ve kritik edilmeye başlandığı sırada,
Cumhuriyet duyuru edileli ancak 37 gün olmuştur. Yani diyet, bu kadar yeni ve
ateş üstündedir. Eski diyet yandaşlarının Cumhuriyete karşı, aleni ve gizli saklı bir
savaşım açtıkları, oldukça tehlikeli sonuç bir dönemden geçilmektedir.107 Ankara'nın,
direkt rejimin kaderiyle alakalı bu mevzuda, sessiz ve hareketsiz kalacağı
düşünülemezdi.
Nitekim Başbakan ismet Paşa, 8 Aralık 1923 günü, Meclisin gizli saklı oturumunda,
gündem dışı laf alır ve sert bir konferans yapar. Üç cümlesini sadeleş-tirerek
aktarıyorum:
"...Ağa Han ve Emir Ali, İngiliz hükümetinin ve Krallık sarayının en yakın
adamları ve sadık İngiliz vatandaşıdır. Bunların, İngiliz hükümeti programı
haricinde bir tavır almaları düşünülemez ve görülmüş de değildir.. Ağa Han ve Emir
Ali'nin bu hareketlerinin, İngiliz hükümetinin bir teşebbüsü bulunduğunu
söyleyebilmek için kuvvetli sebepler vardır." (GCZ, 4.C., s.314-317)108
sömürgelerde istikrarsızlığa sebep olacağından kaygılanır (M.K.Öke, a.g.e.,
s.153); İngiltere'nin Musul'daki yetkilisi ise, 'Halifeliğin kaldırıldığı
yolundaki haberi hayretle karşılayıp inanmakta zorluk çektiklerini'
bildirecektir. (Kürkçüoğlu, s.309)
107) H.Bayur, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, s.153; Nutuk, 2.C., s.303;
E.Aybars, bağımsızlık Mahkemeleri, 2.C., s.221; Yakın Tarihimiz, 2.C., s.87
(Anadolu ihtilal Komitesi) vb.
Kimlerin, ne amaçla San Remo'da Vahidettin'le ilişki kurduklarını da, Birinci
Bölümde görmüştük.
Bin türlü şahsi ve internasyonal çıkarın kaynaştığı bir tablo.
108) ismet Paşa, bu konuşmasında ingitere'yi özetle şu şekildeki suçlamıştır:
"ingiliz devleti, kendi adamları aracılığıyla, memlekette hiyanet-i vataniye
suçlarını tahrik ve telkin edecek düzen almıştır. Bu tertibat her tarafta
vardır. Rodos'ta birçok kâğıt basıyorlar, memlekette neşrediyorlar. Doğuda Kürt
meselesini, öteki çeşitli meseleleri tahrik etmek için tertibat alıyorlar.
Şimdi kurmuş oldukları tertibat budur. [Bu son mektupla] Cumhuriyetin korunması
bakımından, memleketin zayıflığını ve sağlamlığını yoklamak istiyorlar. Dışarıyla
birlikle, memleketin diyetine meydana getirilen bu tecavüz, son sınırdır. Bundan ilerisi,
dışarının ve içerdekilerin müşterek ve silahlı olarak saldırı etmesidir.
Niyetimiz, dışarının ve içerdekilerin, ortak olarak vatan aleyhinde tertibat
almış olduklarını görmüş bir durumda, yüksek Meclis'i bilgilendirmek ve hususi
önlemler alınmasını istemektir."
Daha sonrasında, Rize mebus Ekrem Beyin peşinden, Rauf Orbay ve Yusuf Akçura
laf alır ve ismet Paşayı doğrulayıp destek sunar ve ingilizlerin çevirdikleri türlü
entrikaları açıklarlar. Sırf bu ikili hakkındaki verdikleri bilgilerden özet
alıntılar: [Rauf Orbay:] 'Ali Hanı ve Ağa Hanı, İngiltere'de, Türk elçiliğinde
sorumlu olarak bulunduğum sırada tanıdım. Emir Ali, İngiltere'de, sömürgeleri
yöneten Meclis-i Kralî ünvanmdaki kuruluşun mühim bir üyesidir. Ağa Han ise,
isma-iliye mezhebinin oldukça güçlü reisidir, ismailiye mezhebi... bir
komitedir.' ('putperesttir' sesleri; Zeki Bey: 'müthiş bir komitedir');
[Y.Akçura:] ' Ağa Han, ehl-i sünnet bakış açısından, fırka-yı dalle (doğru
yoldan ayrılmış, sapkın) denilen bir fırkanın, mücessem bir Allahıdır. Uluhiyeti
temsil eder. (*) Bu Ağa Han'ın, bizim aleyhimizde, ingiliz gazetelerinde, Büyük
Dünya Savaşı esnasında yazmış olduğu bir fazlaca mektubu ve makalesi vardır.
'(Rasih Hoca: ' Cihat fetvası aleyhinde beyannamesi de vardır') (GCZ, 4.C.,
s.317-323)
Mete Tuncay, Toynbee'nin, bu olayın ingiliz hükümeti ile ilgisi bulunduğunu
reddettiğini yazıyor. 1 (TC'nde Tek Parti Yönetimi, s.75/1 S.dipnot)
(*) Bu mevzuda Paul Gentizon'un Uyanan Doğu isimli kitabında entresan malumat var,
s.57.
607
Sonunda İstanbul'a bir İstiklal Mahkemesi gönderilmesi kararlaştırılır (s.326)
İstanbul, ilk kez Anadolu ihtilalinin yasaları ve bir kurumu ile yüz yüze
gelecektir. Sanki oldukça kısa bir müddet ilkin, tehlikeli sonuç bir diyet değişikliği olmamış
şeklinde aklına ve kalemine geleni yazmayı sürdüren birtakım politikacı yazarlar,
rejimin değiştiğini hatırlarlar. Tartışmalar sona erer.109
Bu vaka ve açıklamalar, yeni Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkilerin,
Vahidettinci yazıcıların ileri sürdükleri şeklinde olmadığını da göstermektedir.
* 6-3-2-5. Hilafetin tarihçesi ve kaldırılmasının sonuçlan
Hilafetin kaldırılması yüzünden, İslam aleminin başsız ve sahipsiz kaldığını,
sadece Emir Ali ve Ağa Han ileri süre gelmiş değildir. Aynı iddiayı ileri devam eden
modern yazarlar da var. (Mesela A.Dilipak, CG Yol, s.127, 291) Hilafet tarihine
oldukça kısa bir göz atalım ve bakalım, İngiliz ajanları ve modern yazarlarımız,
doğru mu söylüyorlar:
Tek bir Halifenin, hayattaki tüm Müslümanların Halifesi, şu demek oluyor ki 'başı ve sahibi'
olduğu devre, oldukça kısa sürmüştür. Tartışma, çekişme ve bölünmeler, daha 3.Halife
Osman zamanında adım atar ve gittikçe artarak devam eder.
Fatimiler 909 senesinde Mısır'da kendi hilafetlerini; 928 senesinde, III.Abdurrahman
da, Endülüs'te Emevi hilafetini duyuru ederler. İslam aleminde, 909'dan 928'e
kadar iki, 928'den 1171'e kadar üç Halifenin var bulunduğunu görüyoruz.
Zaten 800'lü yılların ortasından itibaren, Bağdat/Abbasi Halifeliğinin otoritesi
oldukça kilo verdiği için İslam İmparatorluğu da, parçalanıp ayrışmaya başlamıştır.
Bu komplike devrin nihayetinde, 1258'de Hulagu Han, Bağdat'ı zapt eder ve Halife El
Mutasım öldürülür. Abbasi hanedanından sadece iki şahıs kurtulacak ve Mısır'a
sığınacaktır. Mısır/Memluk sultanı Baybars, 1261'de El Mustasım'ın amcasını (El
Muntasır Billah), onun ölümü üstüne de, 1262'de, ikinci sığınmacıyı (El Hakim
bi Emrullah) Halife duyuru eder. Bu reel bir Halifelik değildir. Halifenin
hiç bir siyasal kudreti yoktur, yönetimin uzağında tutulur, 1517 yılına kadar bir
gölge olarak korunur.110 İslam aleminin büyük bir
109) Bütün gazeteciler beraat edecek, sadece Lütti Fikri Beye beş sene ceza
verilecek, onun cezası da TBMM'nce 13.2.1924'te affedilecektir. (Jeschke, TKS
Kronolojisi II, s.48)
110) Yılmaz Öztuna diyor ki: "Kahire'deki Abbasi Halifeleri, istanbul
Patriklerine benzetilebilir. Pa-pa'ya benzemezler. Çünkü devletleri yoktu.
Bağdat'taki şeklinde bununla birlikte devlet başkanı olarak saltanat sürmüyorlardı. Bu
mukayesemiz, sadece bu bakımdandır. Yoksa islam dininde Halifenin, Papanın ve
Patrikin olduğu şeklinde geniş ve vicdanların derinliğine kadar inen hiç bir selahiyetleri olmadığı, kendiliklerinden dini meseleleri tefsir dahi edemedikleri
malumdur." (Türkiye Tarihi, 5.C., s.38)
608
bölümünün, Kahire'de bir Abbasi hilafeti bulunduğundan, iki buçuk asır haberi
bile olmaz.111
Bu zaman arasında, mezheplerin ve tarikatların belirginleşmesi, irili ufaklı birçok
bağımsız Müslüman devletin, emirliğin ortaya çıkması, bilginler içinde öğreti
farklarının gittikçe keskinleşmesi şeklinde sebeplerle halifelik, hususi ve mahalli bir
vasıf kazanır. Kureyş kabilesinden olmak ve seçilmek şeklinde birtakım şartlar da,
artık dikkate alınmaz.
Birçok ülke (Selçuklu, Timurlu, Türkmen, Özbek vb.), kendi hükümdarlarının
reel Halife bulunduğunu iddia edecek ve hükümdarlar, bu sanı kullanacaklardır.112
Yavuz Sultan Selim'in de, daha Mısır'ı fethetmeden ilkin, Halep'teyken, 1516'da
Halifeliğini duyuru etmiş olduğu ileri sürülmektedir.113 Yavuz, 1517'de Mısır'ı
fethedecek, Mısır-Memluk imparatorluğunu ve Abbasi hilafetini sona erdirecektir.
Bunun üstüne Mekke Şerifi, Mekke ve Medine'nin anahtarlarıyla Mukaddes
Emanetleri, oğlu vesilesiyle Kahire'ye, Yavuz'a gönderir. Hilafet fiilen
Osmanlı hanedanına geçer.114
Ama oldukça uluslu ve dinli Osmanlı İmparatorluğunda, 1774 yılına kadar hükümdarlık
ön planda tutulmuştur. Osmanlı hilafeti de, Osmanlı devleti ile sınırlıdır.115
ilk kez 1774 senesinde, Küçük Kaynarca sulh andlaşması esnasında, Halifelik bir
an için öne menfaat. Çünkü Rus Çarlığı, Türkiye'deki Ortodoksları himaye hakkı
istemiştir; Osmanlı delegeleri de, Halife sanma dayanarak, Sultanın da, Osmanlı
uyrukluğundan ayrılan Türkler ve Müslümanlar üstünde, ay111) İslam Ansiklopedisi, 5/1.C., s.151.
112) Yavuz'dan ilkin de birtakım Osmanlı sultanlarının 'Halife' diye anıldıkları
görülüyor. (İslam Ansiklopedisi, 5/1.C., s.151; K.Mısıroğlu, Hilafet, s.117)
113) Bu husus tüm tarihlerce doğrulanmamaktadır.
114) Yavuz, Kahire'deki son Abbasi Halifesi III. El Mütevekkil'i istanbul'a
getirir. Bir iddiaya nazaran, Yavuz'un ölümünden (1520) sonrasında Kahire'ye dönen
Mütevekkil, 1543'e kadar, tekrar Halife sanını kullanmaya devam edecektir, (islam
Ansiklopedisi, 5/1 .C., s.151-152)
Yavuz, 'Halife' değil, 'hadim-ü haremeyn-üş şerifeyn' sanını kullanmıştır.
115) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s.13.
"Yeryüzündeki tüm Müslümanların halifeliği, XIX.yüzyla kadar Osmanlı
Padişahlarınca iddia edilmemiştir. 'Hükümdar kendi yurdunda Halifedir' formülüne
müsait halde davranılmış-tır." (D.Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1.C., s.47)
Osmanlı hilafeti esnasında, Babürlü hükümdarları da Halife olarak anılıyorlardı.
(Mim K.Öke, Günay Asya Müslümanları, s.134)
istanbul'daki İngiliz Büyükelçiliğinin tutanağı: "II.Abdülhamit, Osmanlı tahtına
çıkmış olanlar içinde, halifeliği Osmanlı sultanlığının bir öğesi yapmayı
başarmış tek kişidir." (a.g.e., s.51)
609
nı hakka haiz olması icap ettiğini ileri sürerler ve karşılıklı olarak bu haklar
kabul edilir,116 andlaşma imzalanır.117
1774'ten 1878'e kadar, hilafet tekrar arka plana geçer.118 Hilafeti yine ön
plana çıkarıp dış politikada bir güç olarak kullanmaya çalışan ilk ve tek
Padişah, II.Abdülhamittir.119 Ama bu zamanda de, ne
116) "Bu devirden beri Hıristiyan Avrupa, Halifenin, tıpkı Papanın Katoliklerin
dini reisleri olduğu şeklinde Osmanlı Sultanının, tebası olsun, olmasın, tüm
Müslümanların ruhani reisi olduğuna dair yanlış bir telakkiye kapılmıştır.
Hıristiyan Avrupa'da yayılan bu fikrin, bizim ülkemizde bile etkisi görülmüştür.
Bilhassa Abdülhamit II, Halife sıfatıyla sahip bulunmuş olduğu mevkie önem vermiş
ve saltanatının başında duyuru edilen Kanun-u Esasi'de bu cihet teyit
edilerek, 'Zat-ı Haz-ret-i Padişahi, hasb-el hilafe, din-i islamın hamisi' (1876
M.madde) kaydı konulmuştur." (islam Ansiklopedisi, 5/1 .C., s.152)
Bu, en önce politik amaçlı bir yaklaşımdır. (Mim K.Öke, Güney Asya
Müslümanlarının... s.135-137) Yanlış da olsa bu telakki, Abdülhamit'in
gayretiyle yayılacak, pratikte fazla bir anlamı olmamakla beraber, genel hatlarıyla
benimsenecektir. Hilafet, internasyonal ve sınırötesi bir kuruluş halini alır ve
hep o şekildeki değerlendirilir. O kadar ki Milli Mücadele liderleri bile bu yanlış ve
yaygın telakkiyi bir müddet paylaşacaklardır.
On yjl savaştan sonrasında, on binlerin kanı pahasına ulusal bir devlet kurarak,
zorlukla barışa geçen Türkiye ise, kimselerle anlaşmazlığa düşmeden yaralarını
sarmak zorundadır. Milli bir devlet ile o devlete dayanarak varlığını sürdüren
internasyonal ve sınırötesi bir vasıf kazanmış bir kuruluş, birbiriyle bağdaşır
mı? Bu ikiliğin, yeni yeni sorunlara yol açması kaçınılmaz değil midir? Emir Ali
ve Ağa Hanın girişimi, bu mevzuda neler olabileceğini yayınlayan ehil bir
örnektir.
Yeni Türkiye, bu kurumun doğasından kaynaklanacak ve kimbilir ne şeklinde
dalgalanmalara, anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açacak olan sorunları,
göğüsleyebilecek durumda mıydı? M.Kemal diyor ki: "Yeni Türkiye'nin ve yeni
Türkiye halkının, artık, kendi yaşam ve saadetinden başka düşünecek şeyi yoktur.
Kendimizi, cihanın hakimi zannetmek gafleti, artık devam etmemelidir." (Aktaran
Mim K.Öke, a.g.e., s.157)
Aradan, vakaları soğukkanlılıkla değerlendirecek kadar bir vakit geçtikten
sonrasında, Hind Müslümanı ve hilafetçi Dr.Ensari, şu şekildeki yazacaktır:
"Osmanlı imparatorluğunun Türk olmayan uyrukları, açıkça ve insafsızca ihanet
içindeydi... Osmanlı İmpratorluğu tarihe karıştı. Onun Türk olmayan Müslüman
tebası, ya aradıklarını, veya müstehaklarını buldular. Ve böylece, hilafetin
kaldırılmasının, mantıklı bir politika bulunduğunu, artık itiraf edebiliriz.
Hilafet, gerçi Türklere bir seviyede prestij kazandırıyordu fakat bununla birlikte
onları, egoist arkadaşlarının kaypaklığı ve kıskanç düşmanlarının gazabı ile
başbaşa bırakıyordu." (Aktaran Mim K.Öke, a.g.e., s.158)
117) Buraya kadarki bilgiler için: İslam Ansiklopedisi, 5/1.C., s.148-155;
C.Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, s.51-134, 149-182,195-207,
237-239; Mufassal Osmanlı Tarihi, 2.C., s.767-768, 773-775; Hammer, 4.C.,
s.1122; Prof.i.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 2.C., s.290, 292-294;
Prof.Dr.Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, 2.C., s.78 vd.;
Y.Öztuna, Türkiye Tarihi, 5.C., s.38-46; İ.H.Danişmend, izahlı Osmanlı Tarihi
Kronolojisi, 2.C., s.29, 36-38, 43; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 6.C., s.90-
96,109.
118) ingiltere ilk olarak, 1789'da Umman Emiri ile bir antak kalma imzalar.
1820'den başlayarak da Basra körfezindeki Arap emirlikleriyle bir takım
anlaşmalar yapar ve hepsini koruma görevini üstlenir. (Peter Mansfield, s.21)
119) II.Abdülhamit, Ermeni sorununda parlak zeka bir siyaset izlemiş, bu konudaki
muhtelif oyunları bozmuş, birçok tahsil kurumu açmış, yol ve bina yaptırmış,
devlet borçlarını tertipli ödemelerle azaltmış, yaygın kanaatin aksine, derhal
derhal asla kimseyi idam ettirmemiştir. [Mithat Pa-şa'yı öldürtüp öldürtmediği,
tartışma konusudur] Ama anayasayı askıya alması, Meclisi dağıtması, tamamen
saraya bağlı bir şahsi idare ve geniş bir hafiye örgütü kurması, basını
şiddetli bir sıkıdüzen dibine alması ve rahatsızlık derecesindeki evhamı, müspet
hizmetlerini karartmış-tır. Yönetim seçimi, o devre için bile oldukça gendir. Bu
yüzden birçok tepkilerle karşılaşacak, yurt arasında ve haricinde, türlü gizli saklı
örgütler kurulacak, nihayetinde da tahttan indirilecektir, ittihat ve Terakki
Partisinin, Osmanlı Devletini Almanya'ya bağımlı hale getiren politikası da,
genel hatlarıyla Abdülhamit'ten mirastır. (Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3360-
3362, 3383 vd.) ->•
610
İslam donanması sağlanabilmiştir, ne de İslam toplulukları içinde dayanışma.
Çünkü artık başka düşünceler, ölçüler ve duygular belirmiştir.
Zaten kendi devletini bile zorlukla ayakta tutmaya çalışan II. Abdülha-mit, ne
birleşmeyi sağlayabilecek durumdadır, ne de dayanışmayı. Onun zamanındaki
kayıplar ile özerklikleri veya bağımsızlıkları tanınan memleketler şunlardır:
a. İngiliz-Osmanlı anlaşması (4.6.1878) ile İngiltere'nin Kıbrıs'ı işgal etmesi
kabul edilir.120
b. Berlin Andlaşması (1878) ile Batum, Ardahan, Kars, Oltu, Kağızman Ruslara;
Kotur kazası ve civarı İran'a verilir; Filibe ile Şıpka içinde, Şarki Rumeli
ismi altında bir eyalet kurulması ve özerk olması kabul edilir; Bosna-Hersek
müddetsiz olarak Avusturya'nın yönetimine bırakılır (1908'de Bosna-Hersek'i
topraklan arasına katacaktır); Bulgaristan Prensliğinin özerkliği
(1908'de bağımsızlığını duyuru edecektir) kabul edilir, Karadağ, Sırbistan ve
Romanya'nın bağımsızlığı onaylanır.121
c. Osmanlı-Yunanistan anlaşması (24.5.1881) ile Teselya ile Narda Yunanistan'a
terk edilir (12.000 km2 toprak ve 300.000 nüfus).122
d. Fransa, Tunus'a saldırı eder ve Osmanlı Devletine bağlı olan Tunus Beyi ile
Kasr-ı Sait himaye anlaşmasını imzalar (1881). Osmanlı Devleti, bu anlaşmayı
protesto etmekle yetinecektir. Tunus elden menfaat.123
e. Mısırlı aydınların, 'Mısır Mısırlılarındır' sloganı ile Osmanlı
bağımlılığından kurtulmak için çalışmış oldukları sırada, İngilizler Süveyş Kanalını
korumak bahanesi ile 11 Temmuz 1882'de İskenderiye'ye saldırı eder, 15 Eylülde
Kahire'ye girer ve fiilen Mısır'a hakim olurlar. İngiltere, 'Osmanlı Devletinin
Mısır üstündeki hükümranlık hakkının devam edeceğini' (!) duyuru eder, Osmanlı
Devleti de bununla yetinir. Böylece Mısır da kaybedilir.124 (İngiltere, 18
Aralık 1914'te, Mısır'ı resmen himaye dibine aldığını duyuru edecektir)
II.Abdülhamit, ya rıiç kusuru yokmuş şeklinde övülüp göklere çıkarılmakta, ya asla
müspet hizmeti olmamış şeklinde bütünüyle yerilip batırılmaktadır. Doğru ve yanlış
yanlarıyla Abdülhamifi anlatan, objektif bir inceleme hemen hemen yayımlanmamıştır.
Kişiliği, tutumu ve idare seçimi hakkındaki fazlaca yansız malumat veren en
detaylı eser, Başkâtibi Kara Tahsin Paşanın anılarıdır.
Abdülhamit'in anıları yayımlanmıştır. K.Mısıroğlu, bu anıların düzmece bulunduğunu
ileri sürüyor ve bu sahtecilikten şu yazarları görevli tutuyor: Süleyman Nazif,
İ.Hami Danişment, ismet Bozdağ. (Lozan, 1.C., s.135/97. dipnot)
120) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3334.
121) "Bu andlaşma nihayetinde arazi terki, sınır tashihi, yönetimsel işgal, geçici işgal
deyimleri ismi altında Osmanlı Devletinin, Bulgaristan'a, Romanya'ya,
Sırbistan'a, Avusturya'ya, Karadağ'a, Yunanistan'a, Rusya'ya, İran'a ve
ingiltere'ye terk etmek üzere yitirmiş bulunmuş olduğu arazi ve nüfusun toplamı,
212.450 km2 ve 5 milyon 455 bin insandı... Osmanlı Devleti, Avrupa'daki
arazisinin beşte ikisini yitirmiş bulunuyordu." (Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C.,
s.3337)
122) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3343-3344.
123) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3344-3345.
124) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3341, 3348-3349.
611
f. 1885'te Şarkı Rumeli eyaletindeki Bulgarlar ayaklanır ve Bulgaristan'a
katıldıklarını duyuru ederler. Rusya'nın verdiği yardıma karşın, Osmanlı Devleti
askeri bir hareketi göze alamaz. Fiili netice, bir oldu-sonlanmış oldu olarak kabul
edilir.125
g. Girit'te Yunanlılar özerkliklerini ilana yeltenince ve Osmanlı - Yunan
sınırında vakalar çıkınca, 1887'te oluşturulan savaşı, Ethem Paşa Komutasındaki
Osmanlı ordusu kazanır, Tesalya geri alınır. Ama meydana getirilen sulh andlaşması ile
Te-selya yine Yunanistan'a bırakılacak, üstelik Girit'te özerkliğin duyuru
edilmesi de durdurulamayacaktır. (Girit 1908'de Yunanistan'a katıldığını
açıklar.)126
Bu kudretli Halifenin periyodunu şu şekildeki özetleyebiliriz:
a. Osmanlı Devletinden, yüz binlerce kilometre kare toprak ve milyonlarca
Müslüman ayrılır.127
b. Ayrıca, birtakım Müslüman topluluklar, Osmanlı Devletinden uzaklaşır, hatta
devlete, dolayısıyla Halifeye başkaldırı ederler:
1. 1889'da Kuveyt Şeyhliği, İngilizlerle bir antak kalma yapar ve İngiltere'nin
himayesine girer.128
2. Yemen'de Zeydiler 1889'da, Necit'te Suudiler 1904'te başkaldırı ederler.129 [Bu
çözülmeyi, Osmanlı Devletine yeminle de bağlı olan Mekke Şerifi Hüseyin'in,
1912'de gizlice İngilizlerle temasa geçerek, 2.6.1915'te isyan etmesi
tamamlayacak ve birçok yerde halk, İngiliz ordusu ile bir olup Türklerle
savaşacaktır. Hüseyin, 2 Kasım 1916'da da krallığını ilan eder.130]
c. Ayrıca Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da birçok aydın, Osmanlı Devletinden
ayrılmak ve bağımsızlıklarını kazanmak için örgütlenmeye adım atar.131
Görülüyor ki başta kudretli bir Halifenin bulunması, İslam birliğini ve
dayanışmasını gerçekleştirmeye yetmediği şeklinde ulusal devletlere gidişi de durduramamıştır. Artık her uyanmış İslam topluluğu, kendi bayrağı altında, kendi
kaderine haiz olarak, bağımsız yaşamak istemektedir.132
Asya ve Afrika'da bulunan Müslüman ülkelerinin tümü sömürgeydi. Ab-dülhamit de,
kendinden önceki Halifeler şeklinde bu mazlum topluluklara haiz çı125) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3355-3360.
126) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3368-3383.
127) Ve K.Mısıroğlu şu şekildeki yazıyor: "Sultan ikinci Abdülhamit Han... ülkeyi,
düşmanlarına bir karış toprak vermeden yönetim edebilmiştir." (Hilafet, s. 123)
128) Mufassal Osmanlı Tarihi, 6.C., s.3385.
129) Abdülbaki Gölpınariı, bizim ülkemizde Mezhepler ve Tarikatlar, s.84-86;
Mufassal Osmanlı Tanhı, 6.C., s.3395-3398.
130) F.Belen, 20.Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.282-283.
131) C.Brockmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, s.393-419 (Arabistan,
Suriye, Filistin, Ürdün ve Irak); Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve
Arap Dünyası, s.22, 29-30, 91 vd.; irfan C.Acar, Lübnan Bunalımı ve Filistin
Sorunu.
132) Gerek halifeliği sürdürdüğünü açıklayan Vahidettin'e, gerek son Halife
Abdülmecit'e ve gerekse 1924'te Halifeliğini duyuru eden Mekke Şerifi Hüseyin'e,
hiç bir Müslüman devletin ve camianın haiz çıkmaması, Halife olarak benimseyip
arkalarında yer almaması, hilafet kurumunun artık işlevinin kalmadığının
göstergesi değil midir?
612
kamamış, sömürülmelerine mani ve bağımsızlıklarını kazanmalarına destek
olamamıştır.
İlginçtir ki tüm Müslüman ülkeler, bağımsızlıklarına hilafetin ilgasından
sonrasında (1924) kavuşacaklardır.
• Kısacası, 'Müslümanların başsız ve sahipsiz kaldığı1 ifadesi, zamanı
gerçeklere ters düşen, içinde ne olduğu boş bir ifadedir. Osmanlı Halifesi, hiç bir vakit
islam aleminin başı ve sahibi olmamış, olamamıştı ki. Başı ve sahibi olsaydı
bile yapabileceği bir şey de yoktu.
Zaten bir Halifenin, tüm Müslümanların başı olduğu ve onlara haiz çıkabildiği
devre, bin yıldan da daha çok bir müddet ilkin kapanmıştı.133
Beğensek de, beğenmesek de, reel budur.
* 6-3-2-6. Hilafetin kaldırılması için yapıldığı iddia edilen hazırlıklar
K.Mısıroğlu'na nazaran, hilafeti kaldırmak için daha ilkin hazırlıklar yapılma.
Başlıca iddialarını, doğrularıyla beraber aktarıyorum:
n "Önce Nisab-ı Müzakere Kanunu (toplantı yeter sayısı yasası) çıkarıldı. Buna
nazaran Meclis, üye tam sayısının yarıdan bir fazlası olunca toplanacak, toplantıya
katılanların yarıdan bir fazlasının oyu ile istenilen kanun çıkarılabilecekti.
Bunun için de görünüşte oldukça haklı bir gerekçe vardı: Bazı milletvekilleri
cephelerde vs.vazifeli olduğu için, bir çok defa mutlak ekseriyat sağlanamı-yordu.
Onun için bu kanun rahatlıkla çıkarılabildi." (Hilafet, s.261) Hepsi yanlış!
Meclisin emek harcama biçimi, Meclis açılır açılmaz ele alınmıştır. (26 Nisan 1920,
ZC., 1.C., s.21) Ama 190 maddeden oluşan Meclis-i Mebusan içtüzüğünün yine
düzenlenmesi, bir türlü sonuçlandırılmaz. Bu arada, Anayasa Komisyonunun
hazırladığı 'Büyük Millet Meclisi'nin Şekil .ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı
Kanuniye' tasarısı, 18 Ağustos!920 günü Mecliste görüşülmeye başlanır. (ZC.,
3.C., s.313 vd.; Türk Parlamento Tarihi, 1.C., s.147134) Tasarı, dört gün
görüşülür ve reddedilir. Bu görüşmeler esnasında, milletvekillerinin durumu,
devamı, ek görevleri, izinleri, karşılık ve yollukları şeklinde konuların acilen
düzenlenmesi ihtiyacı belirir, top133) Osmanlı imparatorluğunun, bir şeriat devleti olduğu da şüphelidir. Çünkü
oldukça uluslu ve dinli olan devletin birçok yerinde, farklı hukuk düzenleri
geçerliydi, mahalli kanunlar uygulanıyordu. Belki sadece Müslüman uyruklar için
bir şeriat devleti niteliği taşımış olduğu ileri sürülebilirse de şeriatın da
bütünüyle uygulanmış olduğu söylenemez. Siz Osmanlı Devletinde, meselâ hırsızların
ellerinin, kollarının kesildiğini, asla okudunuz mu?
134) Reddedilen tasarının gerekçesinden: "Bugün istanbul'dan gelen arkadaşlarla
beraber 365 mevcutlu olması gerektirme eden Meclisimiz, hiç bir vakit, muhtelif
sebepler altında, iki yüz üyeden fazla bir kimse ile toplanamamıştır.]" (ZC.,
3.C., s.315) Bir çözüm olarak getirilen S.maddeye nazaran, Meclis Genel Kurulu her
sene dört ay çalışacak, geri kalan süreyi, her seçim çevresinden seçilecek ikişer
milletvekilinden oluşacak 'sürekli heyet', aynı yetkiyle tamamlayacaktır. Daimi
He-yet'in toplantı yetersayısı, üçte bir olacaktır (m.5; a.g.e., s.316).
613
lantı yeter sayısı da laf mevzusu edilir. Bunun üstüne, 2 Eylül 1920'de,
Bakanlar Kurulu, milletvekillerinin ödeneği ve milletvekilliği ile bağdaşmayan
memurluklar hakkındaki bir kanun teklifi verir. (ZC., 3.C., s.465 vd.) Bu kanun
teklifinin 'nisab-ı müzakere' ile hiç bir ilgisi yoktur.135
Bu sırada, birtakım milletvekilleri de, 4 Eylül 1920 günü, 'nisab-ı müzakere'yi de
içeren, açıkta kalmış mevzularla alakalı, ayrı bir öneri verirler.136 Bu öneri
ile Bakanlar Kurulunun 'karşılık ve ek görevlerle alakalı' kanun tasarısı,
birleştirilerek görüşülmeye başlanır. (ZC., 3.C., s.509 vd.)
Birleştirilmiş metin 5 Eylül 1920 günü, 24 red, 4 çekimser, 129 kabul oyu ile
kanunlaşır. (ZC., 3.C., s.557137) Nisab-ı Müzakere Kanunu diye anılan kanun ve
kanunun kısa Öyküsü bu.
a. Toplantı ehliyet sayısı mevzusu, M.Kemal ve arkadaşlarının, hilafetin ilgası
için yapmış olduğu bir hazırlık değil, Meclisin büyük çoğunluğunun haiz çıktığı,
Meclisin emek harcaması için her insanın çözümünü mecbur görmüş olduğu genel bir sorundur.
b. Toplantı sayısı da Mısıroğlu'nun aktardığı şeklinde değildir. Bu rakam, kanunun
5. maddesi ile düzenlenmiştir ve şöyledir: "Her daire-yi intihabiyeden 5 aza
intihabı itibariyle, heyet-i mecmuasının nıfsından fazlası, nisab-ı
müzakeredir." (ZC., 3.C., s.556) Buna nazaran toplantı ehliyet sayısı 161 olarak
kabul edilmiştir, (a.g.e., s.543, 546, 547; bir misal için: 28.C., s.301)
c. Ve hilafetin ilgasına, daha üç buçuk sene var! Mısıroğlu'na kalırsa, ertesi
günü ne olacağının belli olmadığı o karanlık ve sonu gayri muayyen günlerde, M.Kemal
üç buçuk sene sonrasını görmüş ve ona nazaran hazırlık yapmış! Satrançcı deyimi ile
15 hamle sonrasını düşünüp de tedbir almış.
M.Kemal'i, Mısıroğlu kadar övüp büyüten ikinci birini bilmiyorum. Masal,
zincirleme sürüyor:
a "Nisab-ı Müzakere Kanunu çıkarıldıktan sonrasında, hocalardan heyetler teşkil
olunup askere va'z etmek suretiyle cephelere sevk edildi. Sonra da onlar (hocalar)
yokken, bir kanun daha çıkarıldı. Bununla, 'Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyeti', üzeri kapalı biçimde, bir siyasal parti durumuna yükseltildi ve
'Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Grubu' teşkil edildi. Ancak bu gruba,
'Meclisin vazifesinin bittiğine hükmettiği an, onu
135) Bakanlar Kurulu'nun kanun teklifinin metni için: ZC., 3.C. s.466.
136) 75 milletvekilinin imzaladığı öneri, sadece toplantı ehil sayısını
değil, karşılık, yolluk, milletvekilliği ile bağdaştırılabilecek görevler şeklinde
mevzuları da kapsamaktadır.
Teklifin metni için: ZC., 3.C., s.505-506; teklifin ikinci maddesi şöyledir: "
Büyük Millet Meclisi, devair-i intihabiye adedinin iki mislini, nisab-ı müzakere
olarak kabul eder."
O sırada 66 seçim çevresi bulunmaktadır. {Türk Parlamento Tarihi, 1.C., s.39)
Teklife nazaran, toplantı ehliyet sayısı 132'dir. Bu teklifi yapanlar içinde,
Hafız Mehmet (Trabzon), Ziya Hur-şit (Rize) vb. şeklinde M.Kemal karşıtı kimseler de
bulunmaktadır. (ZC., 3.C., s.506-507) Meclis bu sayıyı, Bakanlar Kurulunun da
müsait görmesi ile 161'e yükseltecektir.
137) Adlara nazaran oy dökümü için: ZC., 3.C., s.565.
614
fesh etme selahiyeti verildi.' Böylece, Meclisi fesh etme yetkisi, M.Ke-mal'in
beş-on yakın adamına ilişkin kanuni bir hak olarak ortaya çıktı." (Hilafet, s.262)
Ne masallar!
a. Birçok mebus, Meclisin izni ile muhtelif ek görevler üstlenmiştir fakat
'hocalardan heyetler teşkil edilip cephelere sevk edilmiş olduğu' iddiası da, gerçeğe
aykırıdır. Çünkü Meclis tutanaklarında, bu tarihten savaşın bittiği tarihe
kadar, 'mebus hocalardan heyetler teşkil edilip va'z etmek suretiyle
cephelere sevk edildiğini' gösterir hiç bir kayıt bulunmuyor.138 Mı-sıroğlu, bu
dayanaksız iddiası ile yeni masalına kılıf hazırlıyor.
b. Mısıroğlu'nun masalı şu: 'Hocaların yokluğundan yararlanılarak, bir kanun
daha çıkarılmış, bununla Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti, üzeri
kapalı bir biçimde, siyasal parti durumuna yükseltilmiş ve Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-yı Hukuk Grubu' teşkil edilmişmiş.'139 TBMM, birinci dönemde (1920-1923)
338 kanun çıkarmıştır. Tümünün ismi ve mevzusu, Birinci Devre Umumi Fihristinde
var.140
Aralarında bu şekilde bir kanun yok!
c. Bu olmayan kanuna dayanılarak, 'bu gruba, dolayısıyla M.Ke-mal'in beş on
adamına, Meclisin vazifesinin bittiğine hükmettiği an, onu fesh etme selahiyeti
verilmişmiş'.
Masal arasında masal. Ne özü var bunun, ne faslı. Meclisin iyi mi yenilendiğini
aşağıda göreceğiz.
D "Çünkü.. İngilizlerin Lozan'da sıkıştırması üstüne., hilafeti ilgaya
yönelecekti. Ancak Birinci Meclisin bunu yapmasına imkân yoktu. O biçimde
hazırlanan mekanizma işletilerek Meclis yenilenmeliydi... Nisan (1923) başlangıcında..
Meclis, yeni seçimler için dinlence edilmiştir." (Hilafet, s.262, 265)
Bu iddianın ilk bölümünü daha ilkin dinlemiş ve uyduruk bulunduğunu görmüştük.
Gelelim ikinci bölümüne:
a. TBMM birinci periyodu ve o devre milletvekilliği, sonsuza kadar sürecek değildi
normal olarak. Bir gün seçimlere gidilecekti. Bu gereksinim ve isteği belirten ilk
gösterge, Müdafaa-yı Hukuk Grubuna değil, (kinci Gruba mensup üç milletvekilinin
verdiği, seçim kanununda değişim yapılma138) Bu tür tüm ek görevler ile hangi milletvekillerinin görevlendirildiği
hakkında detaylı cetvel ve listeler için: Türk Parlamento Tarihi, 1.C.,
s.773-776; 3.C., s.1013-1026!
Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu şeklinde bir vazife ve görevlendirme, laf mevzusu değil.
139) Meclis Müdafaa-yı Hukuk Grubu, herhangi bir kanuna değil, genel parlamento
teamüllerine dayanılarak kurulmuş bir gruptur. Kuruluş zamanı, 10 Mayıs
1921'dir. (Jeschke, TKS Kronolojisi, s. 150; T.Z.Tunaya, bizim ülkemizde Siyasi
Partiler, s.533 - 537) Nitekim bir müddet sonra da, tekrar ancak parlamento
teamüllerine dayanılarak, ikinci Grup kurulacaktır. (T.Z.Tunaya, a.g.e.,
s.537-539)
140) s.63-78, TBMM yayını, Ankara, 1962.
615
sına ilişik 25 Kasım 1922 günlü kanun teklifidir.141 Seçimlerin yenilenmesi ile
alakalı olarak Aydın milllevekili Esat Hoca ve arkadaşları tarafınca verilen,
102 imzalı öneri ise, 1 Nisan 1923 günü gündeme alınır, görüşülür ve o gün
kabul edilir. (ZC., 28.C., s.283-293) Tek bir mebus bile, seçimlerin
yenilenmesine karşı çıkmamıştır. Meraklısı tutanakları inceleyebilir. Bazı
milletvekillerinin konuşmalarından alıntılar: Ziya Hurşit: "İtiraz eden yok,
teklifi müttefikan (oybirliği ile) kabul ediyo-'(s.286) .
Hüseyin Avni: "Buna (seçim sonucuna) ben, kutsal karar diyorum... Tecdit-i
intihaba (seçimlerin yenilenmesine) müttefikan karar veriyoruz... Halkın
hükümete daha sıkı sarılması için tecdit-i intihap (seçimlerin yenilenmesi),
üzerimize farzdır." (s.287, 288)
.Hakkı Hami (Sinop): "Bu karara, karar-ı kutsal denilmesini öneri edi-,
yorum." (s.291,293)
b. Meclis, seçimlerin yenilenmesine oybirliği ile karar verir fakat 16 Nisan
1921'e kadar çalışmalarına devam eder. Yani dinlence edilmiş olduğu de doğru değildir. 16
Nisan günü, 2. oturum, ekseriyat sağlanamadığı için açılamaz. Toplantı 21 Mayısa
bırakılır. O gün de ekseriyat sağlanamaz ve Birinci Dönem, bir karara bağlı
olmaksızın, fiili olarak sona erer. (ZC., 29.C., s.240) İkinci Dönem çalışmaları
11 Ağustos 1923 günü başlayacaktır. • Mısıroğlu, Şeyh Saffet Efendinin verdiği,
hilafetin ilgasıyla alakalı teklifin öne sürülen nedeni için şu şekildeki yazmaktadır: "Aman ya
Rabbi! Bu kadar aşikâr yalanlara, şeyh unvanlı bir erkek iyi mi cüret eder?"
(Hilafet, s.317)142
Bu ifadeden yola çıkarak, ben de sözümü şu şekildeki bağlamak istiyorum: Aman ya Rabbi!
Bu kadar aşikâr saptırmalara, bir hukukçu, iyi mi cüret eder?
Cumhuriyetçiler, saltanat şeklinde hilafeti de kaldırmaya karar vermişler ve
kararlarını uygulamışlardır. Bu sonucu destekleyen ve doğru bulanlar olduğu şeklinde
burun kıvırılan ve yanlış bulanlar da olabilir. Mısıroğlu ve arkadaşları, mevzuya
yakışır bir dille, bu kurumun din açısından ehemmiyet ve değerini, ciddi kaynaklara
dayanarak anlatabilir, bu sonucu verenleri eleştirebilirlerdi. Böyle
yapacaklarına, ta Sofya'ya kadar uzanan, gerçeklere aykırı türlü türlü
senaryolar yazıyor, masallar uyduruyor, belgeler buluş ediyorlar.
Bu uydurmalar, kaydırmalar, saptırmalar, çarpıtmalarla, ne gerçekler değişir, ne
de M.Kemal'in temsil etmiş olduğu düşünceler. Tersine, bu düşünceler daha da güçlenir
ve keskinlesin
141) Süleyman Necati (Erzurum), Selahattin Köseoğlu (Mersin), Emin (Samsun).
Öneri, Layiha Komisyonuna gönderilir, komisyonun tutanağı 2 Aralık 1922
birleşiminde okunur, görüşülür ve teklifin Anayasa Komisyonuna gönderilmesi
kararlaştırılır. (ZC., 25.C., s.90, 159-164)
142) Mısıroğlu, hilafetin ilgasını öneri eden Şeyh Saffet Efendi ile teklifi
korumak için çaba sarfeden fıkıh usulü müderrisi (profesörü) Seyid Beyi ve konuşmalarını, şu zarif
kelimelerle değerlendiriyor: "adamın gayr-i ihtiyari 'çüş' diyeceği geliyor",
"herze", "şeyh unvanlı soytarı", "herzevekil", "İttihatçı meddahı", "bozuk
erkek", "zavallı", "uşak", "melunane konferans"... (Hilafet, 317-346)
616
Bir gün, bu senaryolar, masallar, icatlar yüzünden, aralarında hiç bir 'asgari
müşterek' bulunmayan, uzlaşamaz, anlaşamaz, bir arada yaşayamaz iki kitleye
bölüneceğiz. Gidiş o gidiş.
(Vahidettin Mustafa Kemal ve Milli Mücadele kitabından alıntılar bulunmaktadır!)