ÇANAKKALE SAVAŞI VE ATILAN İFTİRALARA CEVAP
Savaşın kısa bir özeti
Bu konudaki farklı iddiaları görmeden ilkin, Çanakkale Savaşının kısa bir özetini vermek istiyorum.
27. 9. 1914 Çanakkale Boğazı tüm gemilere kapatılır.
29.10.1914 Amiral Souchon kumandasındaki Osmanlı filosu Odesa ve Sivastopol'ü bombardıman eder.
1.11.1914 Rus ordusu Doğu Beyazıt sınırını geçer, İngiliz birlikleri Basra körfezine çıkar.
3.11.1914 Îngiliz-Fransız Birleşik Filosu, Çanakkale Boğazı giriş
tahkimatını bombardıman eder.
25.11.1914 Churchill, Savaş Komitesine Çanakkale Boğazı'na saldırı edilmesini önerir.
11. 1. 1915 Amiral Carden, Deniz Bakanlığına Çanakkale'ye saldırı için hazırlanan planı sunar.
28.1. 1915 Savaş Komitesi, Çanakkale Boğazı'nın donanmayla
zorlanmasına karar verir.
19.2.-17.3.1915 Birleşik Filo, Çanakkale Boğazı girişindeki ve orta kesimdeki
tabyaları (korunaklı durağan bataryalar) tahribe çalışır. Bu vakit arasında Boğaz'ı
ve Bolayır'ı, on dördü gündüz, yirmi biri gece olmak suretiyle bombalayacaktır.
Girişteki tabyaları susturulur. Mayın arama ve tarama etkinliği kesintisiz
sürdürülür. Ruslar da İstanbul Boğazı'na çıkarma için hazırlık yaparlar. İngiliz
kara birlikleri Mondros adasında toplanmaya başlar. Birleşik Filo Komutanlığına
Amiral de Robeck, Kara Kuvvetleri Başkomutanlığına Orgeneral İan Hamilton
atanır. Her şey ümit verici görünmektedir. 18 Mart günü 94
18 Mart 1915
Boğaz'ın donanma ile zorlanmasına karar verilir. Ama Nusret mayın
gemisi, 17/18 Mart gecesi, Karanlık Liman ile Morto Limanı önüne, gizilce 30
kadar mayın bırakacak ve hasım karakol gemilerine ve mayın tarayıcılara
görünmeden geri dönecektir. (Deniz savaşı) Sabah, cenk planına nazaran üç sıra
ola-' rak dizilmiş gemiler (15 İngiliz, 4 Fransız zırhlısı, 3 kruvazör, birçok
destek cenk gemisi, torpidobot ve mayın arama-tarama gemisi) Çanakkale
Boğazı'nı zorlayıp Marmara'ya geçmek suretiyle ilerlemeye başlarlar. Yedi saat sonrasında
Birleşik Filo geri çekilir; bu sebeple Boğaz'ın mayınlardan temizlenmiş bulunduğunu
sanan 16 cenk gemisinden 3'ü, Nusret'in bıraktığı mayınlara çarparak batmış,
3'ü topçu ateşi ve mayın dolayısıyla ağır yara almış, 3 torpidobot da sulara
gömülmüş, kuvvetinin üçte birini yitirmiştir. Tarafların insan kayıpları: Türk
tarafı 97 şehit ve yaralı, İngiliz ve Fransızlar 800 ölü.31
Çanakkale'nin savunulması için S.Türk Ordusu kurulur ve Mareşal Liman von
Sanders, 5.Ordu Komutanlığına atanır.
İngiliz Savaş Komitesi, Çanakkale'nin aşılması için deniz ve kara kuvvetlerinin
beraber hareket etmelerine karar verir.
Çanakkale'ye asker çıkarmak için hazırlık. Gün doğmadan, 308 cenk ve nakliye
gemisi ve çıkarma aracıyla Boğaz'ın Asya yakasına ve Gelibolu'nun muhtelif
kesimlerine çıkarma başlar.
Birleşik Filonun fazlaca kuvvetli ateş desteği altındaki bağlaşık kara kuvvetleri ile
Türk birlikleri arasındaki kanlı cenk 25 Nisan 1915'ten 1916 yılının başına
kadar, sekiz buçuk ay sürecektir. İstanbul yolunu açamayan Müttefik kuvvetleri,
19/20 Aralık 1915'te Arıburnu, 8/9 Ocak 1916'da Seddül-bahir kesimini boşaltarak
çekilirler.
Birleşik Filo bu vakit arasında de, Goliath, Triumph ve Majestic cenk gemileri ile
birçok nakliye gemisi kaybedecektir.32
Çanakkale Cephesi, 1.Kitap, s.211; 3 Kasım 1914-18 Mart 1915 arası toplam
zayiatımız ise 21 şehit ve 4 yaralı subay, 158 şehit, 197 yaralı ve 1 yitik er.
(s.276) Özetin dayanakları: Çanakkale Cephesi, 1., 2. ve S.Kİtaplar; Mufassal
Osmanlı Tarihi, 6.C.; Hikmet Bayur, Türk inkılabı Tarihi, 3.C., 2.Kısım; İan
Hamilton, Gelibolu Günlüğü; Alan Moo-rehead, Gallipoli/ Çanakkale Geçilmez;
Tuğg. C.F. Aspinall Oglander, ingilizlerin Gelibolu Seferinin Resmi Tarihi, BTT
Dergisi, rakam 13/ Mart 1986 vd.
95
iki yanın kayıpları (25 Nisan 1915-8 Ocak 1916)
Türklcr'in genel kaybı (şehit, yaralı, hasta, tutsak vb.): 213.882.33
Müttefikler'in genel kaybı: 252.OOO.34
Artık Çanakkale Savaşı ile alakalı birtakım aydınlarımız ile Y.Küçük ve Vahi-dettinci
yazarların neler dediklerini gözden geçirebiliriz.
* 4-5-2. Çanakkale bir zafer midir?
Aktüel dergisinin 18 Mart 1992 günlü 36. sayısında, Sefa Kaplan'ın Çanakkale
Savaşını ele alan bir yazısı var; yazısının başlığı şu şekildeki: "Çanakkale Savaşı:
Zafer mi, Yas mı?"
Dergi yazarı, Çetin Altan'ın bu doğrultudaki görüşlerine yer vermiş.
Aktarıyorum:
"Bizdeki optik hatalar, Çanakkale savaşlarının bir zafer olarak gösterilmesiyle
başlar. Birinci Dünya Savaşında Alman Genelkurmayının kendi donanmasını riske
etmeden, hasım donanmasını Çanakkale'de bizim 250 bin köylüyü öldürterek
durdurması, bir ihtimal Feldmareşal Liman von Sanders için o sıralarda bir zafer idi
fakat hiç bir Alman'ın burnunun kanamadığı bu kanlı plan bizim için tam bir Alman
kazığıydı.35 [..] Her sene kutladığımız Çanakkale Zaferi, aslına bakarsak 'Çanakkale
Yası' olarak anımsandığı vakit düzelebilir oradaki optik hata. Çünkü 250 bin
şahıs öldükten sonrasında İstanbul yeniden işgal edildi.
33) Çanakkale Cephesi, S.Kİtap, s.500 ve 4 sayılı cetvel. Şehit sayısı:
57.084; yaralı sayısı: 96.847; yaralılardan 18.746'sı hastanelerde ölmüştür,
(a.g.e., s.500)
Hastanelerde ölenlerle beraber genel şehit sayısı: 57.084+18.746= 75.830.
Genel yitik (şehit, yaralı, yitik, tutsak) sayısının yüz bin kadarının öğretmen,
mülkiyeli, tıbbiyeli ve okur-yazar olduğu sanılmaktadır. (Çanakkale Cephesi,
1.Kitap, s.289, ATAŞE Y., Ankara, 1993)
Savaşa ikmal erleriyle beraber toplam 350.009 şahıs katılmış, yaralılardan 24
bini, tedaviden sonrasında yine cepheye dönmüştür. (Birinci Dünya Harbi, idari
Faaliyetler ve Lojistik, s.203)
34) Alan Moorehead, s.475; Çanakkale Cephesi, 3.Kitap, s.499.
35) Çetin Altan şu şekildeki devam ediyor: "Biz Alman Feldmareşalinin bir anlık
zaferini, başarıya ulaşmış bir yarbayın (şu demek oluyor ki M.Kemal'in) zaferiymiş benzer biçimde göstereceğiz
derken, yeniden aynı yılda Alman Genelkurmayı tarafınca planlanmış olan TürkErmeni dramlarının savunmasını üstüne almak niteliğinde kaldık. 1915'te tüm Osmanlı
ordusunun üst birimleri Almanlara teslim edilmişti ve tüm haber alma organik
olarak onlarda toplanıyordu. Dolayısıyla Ermenilere karşı açılan Osmanlı
politikasında direkt Almanların parmağı vardır. [..] Bin sene beraber, sarmaş
dolaş yaşamış insanların aniden birbirlerinin boğazına sarılması, araya
Osmanlı politikacısını tanıdığı olan yabancı bir Genelkurmay girmeden olamazdı aslına bakarsanız.
Ve Türk-Ermeni dramlarından görevli olan yabancı genelkurmay, Berlin
Genelkurmayı idi."
Türk-Ermeni mevzusu, bu çalışmanın sınırları haricinde fakat birkaç satır yazmadan da
geçemeyeceğim. Eğer Aktüel yazan, Ç.Altan'ın yazısını doğru özetleyip aktarmışsa
ve Çetin Altan da latife yapmıyorsa, iddia şu: 'Bin sene beraber, sarmaş dolaş
yaşamış olan Türkler ve Ermeniler, Berlin Genelkurmayının araya girmesi kararı,
1915 senesinde, aniden birbirlerinin boğazına sarılırlar.' -*
96
Böyle ters sonuçlu zafer nerede görülmüştür? Adına Çanakkale Zaferi dediğimiz
şey, zafer filan değildir."36
Türk-Alman anlaşmasından sonrasında, bir an ilkin muharebeye girelim diye Almanların bizi
iyi mi zorladıklarını, o tarihte Genelkurmay İstihbarat Şubesi Müdürü olan Kazım
Karabekir, iki kitabında anlatır.37 Yüzbaşı Selahattin'in, Rauf Orbay'ın,
M.Kemal'in anılarında, Hikmet Bayur'un bu vakaları yabancı belgelerle
destekleyen kitabında, Prof.Dr. Jehuda LVVallach'ın38 ve Peter Hopkirk'in39
eserlerinde, Almanların bizlere attıkları kazıklarla alakalı birçok misal yer
almaktadır. Almanların, kendi üzerlerindeki baskıyı azaltmak için bizi doğuda
Rusya'ya saldırmaya ve güneyde de ingilizlere karşı Kanal hareketine
özendirdiklerini artık her alakalı biliyor.
Ama "Alman Genelkurmayının kendi donanmasını riske etmeden, hasım
36) Allah Allah! Biz de saf saf, Ermeni problemininin 19. yüzyılda ortaya çıktığını,
İngiliz ve Rus tesiri ile geliştiğini, birçok milletlerarası evrelerden
geçtiğini, Errtlenilerin 1880'de başkaldırı hazırlıklarına koyulduklarını, bu amaçla
muhtelif dernek ve terör örgütleri kurduklarını, 20 Haziran 1890'da Erzurum'da
ilk ayaklanmayı başlattıklarını, bunu örneğin Kumkapı (1890), Yozgat (1893), 1.
Sason (1893), Bab-ı Âli (1895), Merzifon (1895), Amasya (1895), Trabzon (1895),
Diyarbakır (1895), Zeytun (1896), Van (1896), Osmanlı Bankası (1896), 2.Sason
(1897), Yıldız suikastı (1905), Adana (1909) benzer biçimde birçok kanlı ve üzücü olayın
izlediğini sanıyorduk. Meğerse hiçbiri olmamış. Binlerce araştırmacı hayal
görmüş, her şey 1915'te ve aniden başlamış.
Aktüel yazarı diyor ki: "Çetin Altan'ın söyledikleri, zamanı belgeler ışığında
meydana getirilen ve değişik bir bakış açısı içeren bir çözümleme."
Aktüel yazarı, şu zamanı belgeleri açıklasa da optik yanlışlıklarımızı
düzeltsek.
Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonrasında, Ermenilerin Ruslara casusluk yapmaları,
yer yer ayaklanma hazırlığı arasında olmaları, birtakım yerlerde ayaklanmaları
(Zeytun, Van, Muş, Bitlis, Elazığ vb), Doğu Cephesindeki ordularımızı takviye
için yola çıkarılan perakende birlikleri vurmaları, askerden kaçmaları,
askerleri kaçmaya teşvik etmeleri benzer biçimde vakalar üstüne 14 Mayıs 1915'te,
'gerekenlerin başka yere nakil ve iskan ettirilmeleri' ile alakalı 3 maddelik
kanun kabul edilmiştir.
(Kanun metni için: S.Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya, 1.C., s.122; Konuyla alakalı
birkaç kitap: Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi; Kamuran Gürün,
Ermeni Dosyası; Kazım Karabekir, Ermeni Dosyası; Bilal Ş.Şimşir, Osmanlı
Ermenileri; Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu; Belgelerle Ermeni Sorunu, ATAŞE Y.,
Ankara, 1992)
Çetin Altan, bu görüşleri 8 Temmuz 1996 günlü Yeni Yüzyıl'da, Neşe Düzel'le
yapmış olduğu, konuşmada da yine ediyor: "Çanakkale Savaşı'nı, 250 gün arasında 250
bin şahıs öldürmeyi de müthiş bir başarıymış benzer biçimde gösterirsiniz. Çanakkale
Savaşı'nın aslına bakarsak bir yas günü olması icap eder... Niye Alman birliği, ingiliz
armadasını Akdeniz'de karşılamadı da, bizim köylülerimizi kalkan olarak kullandı
ki? Kendi armadasını riske etmedi. Bunları asla kimse kurcalamaz."
Onca doğru sözün içinde, bu yanlışların işi ne?
Nilgün Cerrahoğlu ile yapmış olduğu sohbette de aynı görüşü savunuyor: "250 günde 250
bin şahıs öldürülür mü? Bu oldu Çanakkale'de. Yas günü olması lazım... "
(Milliyet, 28 Temmuz 1996)
Birinci Cihan Harbine Neden Girdik; Birinci Cihan Harbine Nasıl Girdik? ilhan
Selçuk, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, 1.C., s.382 vd.; Rauf Orbay, Yakın
TarirjimjZjJ. rakam, s.20 vd.; F.R.Atay, Mustafa Kemal Atatürk'ün Bana Anlattıkları, s.16 vd.;
H.Bayur, Türk inkılap Tarihi, 3.C., 4.Ks., s.201 vd.; Prof. Dr.J.LVVallach, Bir
Askeri Yardımın Anatomisi (1835-1919), örneğin s. 136. istanbul'un Doğusunda
Bitmeyen Oyun.
97
donanmasını Çanakkale'de bizim 250 bin köylüyü öldürterek durdurması..."
cümlesinin anlamı ne? Daha yani bir anlamı var mı?
a. Çanakkale Boğazı'nın Alman Donanmasıyla savunulması laf mevzusu bile
olmamıştır, bu sebeple azca sonrasında açıklanacağı benzer biçimde, bu hem imkânsız, hem gereksizdi.40
Savaş patlamadan kısa bir müddet ilkin, Almanların Akdeniz'de, 'Akdeniz Tümeni' ismi
altında ancak iki cenk gemisi vardır: Göben ve Breslau.41 İngiltere'ye sipariş
ettiğimiz ve parasını peşin ödediğimiz iki cenk gemisini İngiliz hükümetinin
teslim etmeyeceği anlaşılınca (2.8.1914),42 Osmanlı hükümetinin isteği üstüne
Almanya, o sırada Adriyatik'te bulunan bu iki gemiye, İstanbul'a hareket
etmeleri emriniverir (3/4 Ağustos 1914). Gemiler 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale
Boğazını geçerek Marmara'ya girer. Biri Yavuz Sultan Selim, diğeri Midilli ismini
alarak Osmanlı Donanmasına katılırlar.
Almanya'nın, kendi ülkesini korumayı bir yana bırakıp da tüm donanmasını
Osmanlıların yardımına yollamasını istemek, platonik bir yaklaşımdır. Ama
donanmasının bir bölümünü daha Çanakkale'ye yollayamaz mıydı?
Alman cenk gemilerinin bunu gerçekleştirebilmeleri için ilkin tehlikeli Manş ya
da Kuzey Denizinden, sonrasında da İngilizlerin elindeki müstahkem Cebelitarık
Boğazından geçmeleri ve Akdeniz'de, İngiliz Akdeniz Filosu ile Fransız deniz
kuvvetlerini yenmeleri gerekirdi. Bu da olası değildi. Zira İngiliz Donanması
bile tek başına Alman Donanmasından fazlaca daha güçlüydü.43 Bu yüzdendir ki
Almanlar denizaltı savaşına ehemmiyet vermişler ama sonucunda bir tek karada değil,
denizde de yenilmişlerdir.44
b. Kaldı ki Çanakkale Boğazı benzer biçimde dar bir su geçidinde bir deniz savaşı
yapılamayacağı için bir karşı-donanmaya da gerek yoktu. Deniz savaşı, İngiliz
ağırlıklı Birleşik Filo ile iki kıyıdaki toplar, o topları kullanacak olanların
direnci ve mayın hatları içinde geçecektir.
Bu işin bir yanı.
c. Öbür yanına ulaşınca, Alman Donanması desteğe koşmadı diye Çanakkale'yi
savunmayacak, yitik vermemek için derhal teslim mi olacaktık?
H.Bayur, a.g.e., s.7-38.
Amiral Dönitz'ın Hatıraları, sunuş, s.6, Hayat Tarih Mecmuası, 1966/1. 20.Yüzyıl
Tarihi, Richard Humble, 1 .C., s.345; B.Tuchman, Korkunç Takip, Hayat Tarih
Mecmuası, 1967/10.
20.Yüzyıl Tarihi, R.B.McCallum, 1.C., s.157.
Almanya Türkiye'ye ve Akdenize muhtelif zamanlarda, 13 denizaltı yollamıştır.
Bunlardan U-21, Triumphe ve Majestic'i, U-14 ise bir ingiliz denizaltısını
batırır. (Dr.i.Görgülü, Çanakkale Zaferi Üzerine Alman iddiaları, s. 126, AAM
dergisi, 28.rakam, Mart 1994; Çanakkalesi Cephesi, 3.Kitap, s.511) Liman Paşa
anılarında şu şekildeki diyor: "Denizaltılarımızın Çanakkale'de gösterdikleri faaliyet
sonucunda, ingiliz savaş gemilerinin muharebe meydanından çekildikleri yolunda
Alman gazetelerinde yer edinen haberler tamamen yanlıştır." (bizim ülkemizde Beş Yıl,
s.99)
d. Çanakkale Savaşı'ndaki yüksek kaybın nedeni, Liman von Sanders'in sakat
müdafaa anlayışıdır; ayrıntısını aşağıda göreceğiz. Bazı Türk subayları, Ordu
Komutanının bu sakat müdafaa anlayışıyla, İngiliz birliklerini Çanakkale
topraklarında tutarak, Batı Cephesindeki Alman birlikleri üstündeki baskıyı
hafifletmek istemesinden kuşkulanmalardır.45 Gerçi Liman Paşanın bu
davranışının, 'donanmanın ateş gücünden fazlaca çekinmesi' ve Türk birliklerinin
dayanıklılığına güvenememesinden' kaynaklandığı anlaşılacaktır fakat yeniden de ilk
24 saat içerisindeki tutumu fazlaca düşündürücüdür. Ç.Altan, tarihin derinliklerinde
kalmış olan bu durumu ele alsa, münakaşaya kıymet bir mevzu açmış olurdu.
Kısacası, ne Almanların donanmalarını riske etmeleri mümkündü, ne de Alman
donanmasının Çanakkale'ye gelmesi gerekiyordu.46
Çanakkale'de kurulan S.Ordu Komutanlığına Liman von Sanders'i getiren de, Alman
Genelkurmayı değil, Enver Paşadır. Sanders'in Kurmay Başkanı da, Kurmay
Kurulunun çoğunluğu da Türk'tü.47 Fakat Liman 'Paşa, Çanakkale'de Ordu Komutanı
olmadan ilkin, bir büyük birlik komutanı olarak, hiç bir harpte bulunmamıştır.
Türkiye'ye gelmeden ilkin Kassel'da bulunan 22. Süvari Tümeni'nin komutanıydı.
General von Seck diyor ki: "Almanya'da kolordu komutanlığı için müsait görülmeyen
biri, tüm Türk ordusunun yine teşkilini (kurulup düzenlenmesini) üstüne
alacaktı."48
İşin aslolan hazin, acı yanı bu.
• Düşman donanmasının Boğazı zorladığı 18 Marttaki kaybımızı daha ilkin
vermiştim: Şehit ve yaralı olarak toplam 79, o günkü ölü ve yaralı Alman kaybı
da 18'dir; toplam yitik 97.
Bütün cenk süresince, subay ve er, şehit olanlar 250 bin değil, 57.084'tür.
Hastanede ölenleri de bu sayıya eklersek, toprağa verdiklerimizin sayısı, en
fazla 75.830 ediyor.
Madem ki gerçekleri konuşacağız, şu sürüp gelen '250 bin şehit1 edebiyatını da
artık bir yana bırakalım.49 76.000 yitik azca mı?
Albay Şefik Aker, Arıburnu Savaşları ve 27.Alay, s. 18. /
Asıl tartışılacak üst sıkıntı şu: Savaştan kaçınmak olası müyaü? Savaş bu şekilde mi
yönetilmeliydi veya iyi mi yönetilmeliydi benzer biçimde sorunlar, sadece bu temel sorunun
çözümünden sonrasında anlamlı bir irdeleme mevzusu olabilir. bizim ülkemizde Beş Yıl, s.77.
Türkiye'ye tümgeneral olarak geldi (1913), rütbesi birtakım politik sebeplerle,
Alman imparatoru tarafınca, vaktinden ilkin süvari orgeneralliğine yükseltildi
(1914). bizim ülkemizde, antak kalma gereğince bir üst aşama ile çalıştı (müşir/mareşal).
1918'de İngilizlerce tutuklanarak Malta'ya sürgün edildi, 1919'da Almanya'ya
döndü ve orgeneral olarak emekli oldu. Yani feldmareşal olmadı.
1922 senesinde piyasaya sürülen anılarına Malta'da adım atmıştır. (Liman von Sanders, s.
11,19; Alan Moorehead, Çanakkale Geçilmez, s.472; Bir Yardımın Anatomisi, s.121;
bu kitabın 111-135. sayfaları Liman von Sanders'le ilgilidir ve fazlaca ilgi çekici
teferruat içermektedir) Mısıroğlu, Çanakkale Savaşı'ndaki kayıplarımız için
şu şekildeki yazıyor: " 250.000 şehit ve 150.000 hastanelerde vefat etmiş yaralı.."
(Lozan, 1.C., s.293)
Kültür Bakanlığı da, 18 Mart 1996 günü, Milliyet gazetesinde, Çanakkale Anıtı
için sanatçılara yapmış olduğu duyuruda, şehit sayısını 253.000 olarak verdi. Efsane
doğruyu bastırıyor! ->•
Küçük bir şehir nüfusu kadar!
• Ç.Altan diyor ki: "250 bin şahıs öldükten sonrasında İstanbul yeniden işgal edildi.
Böyle ters sonuçlu zafer nerede görülmüştür? Adına Çanakkale Zaferi dediğimiz
şey, zafer filan değildir." Çetin Altan yanılıyor.
Niye yanıldığını belirtmeden ilkin, ergenler için kısa bir izahat yapmak
istiyorum. Harp ve muharebe terimlerinin ikisini de cenk kelimesi ile
karşıladığımız için aralarındaki ayrım ortaya çıkmıyor. Bir savaş, vakit ve mekân
bakımından değişik, birçok farklı türdeki birçok muharebe'den oluşur. Söz gelimi Almanlar, Birinci Dünya Savaşında, Tannenberg muharebesinde Ruslara karşı,
İkinci Dünya Savaşında Dunkerque muharebesinde İngiliz ve Fransızlara karşı
zafer kazandılar fakat sonucunda iki harbi de kaybettiler. Yunanlılar da, KütahyaEskişehir muharebesini kazandılar fakat harbi kaybedip çöktüler.
Çanakkale, Birinci Dünya Harbinde kazandığımız muharebelerden biridir ve tam bir
savurima zaferidir. Tıpkı Kanije, Plevne, Verdun, Yanya, Edirne, Antep,
Stalingrad benzer biçimde.
Çanakkale muharebesinden 4 sene sonrasında, harbi kaybettiğimiz için Müttefiklerin
İstanbul'u işgal etmeleri, Çanakkale zaferini küçültmez. Galipler, 1918'de
Çanakkale ve İstanbul'u işgal ettiler fakat Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması
üstüne, İstanbul ve Boğazlar ile alakalı hiç bir tasarılarını gerçekleştire-meden
de 'geldikleri benzer biçimde gittiler'. (Ekim 1923)
Asıl ters sonuçlu olan zafer, acaba hangisi?
* 4-5-3. TRT'nin 18 Mart 1988 günü yayımladığı Çanakkale programı
TRT'nin 18 Mart 1988 günü, Çanakkale zaferi dolayısıyla yayımladığı bir program
sıkıntı olmuştu. Programın irice bir kısmı, M.Akif'in Çanakkale şiirinin
görüntülenmesinden oluşuyordu. Ancak programda M.Kemal'in adının asla geçmemesi,
büyük tepkilere ve tartışmalara yol açtı. Etkisi birkaç sene sürdü. Bu mevzu ile
alakalı birkaç yazıdan örnekler, vereceğim. Bu vesile ile birtakım çevrelerin ve
yazarların mevzuya yaklaşımını da şimdiden görmüş oluruz.
D Gayr-i Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi:
"Program, tarih hatası yapmadığı için talep eder istemez Mustafa Kemal Atatürk'ten bahsetmemişti.
Çünkü 18 Mart 1915 günü noktalanan muharebelerde bu şekilde bir isim yoktur. (1.C.,
s.58) Olayın zamanı gerçeklere müsait bir biçimde sahnelenmesi üstüne, hatası
reel zannedenler kazan kaldırdılar, (s.60) 18 Mart'a kadar deniz muharebeleri
cereyan etmiştir ve M.Kemal adı yoktur. Daha
[Hastanede ölenlerin sayısının doğrusunu, bir daha veriyorum: 18.746,
Çanakkale, S.Kİtap, s.500]
100
sonrasında cereyan eden kara muharebeleri sırasında ise, M.Kemal ancak o harplerde
bulunmuş bir yarbaydır, (s.61)"
D Tuncay Öztürk (programın yapımcısı):
"Program metni, M.Akif Ersoy'un Boğaz Harbi isimli şiirinden yola çıkılarak
yazılmıştır. Şiirde de hiç bir isim geçmemektedir. Biz Mustafa Kemal Atatürk'ü vermeyi
düşündük. Ancak şiirin ve metnin arasında yama benzer biçimde kalacağını gördüğümüz için
vazgeçtik."50 (GRYT Ans., 1.C., s.61)
D Mustafa Kaplan:
"Mustafa Kemal Atatürk'e yer verilmemesi programa inandırıcılığı artırmıştır. Çünkü Çanakkale
harbinin merhum Akif tarafınca ebedileştirilen tabloları, 1914 kışı ile 18
Martı içinde cereyan eden deniz hücumlarına yayınlanan direnme sırasında
gerçekleşmiştir.51 Yanlışlarla beyin yıkamanın vakti geçmiştir... O kısımda,
rütbesi kaymakam (yarbay) olan M.Kemal Beyin bir görevi yoktu." (Aktaran, GRYT
Ans., 1.C., s.63, 71)
D Yeni Nesil gazetesi:
"Aslında Çanakkale zaferi kutlanırken birinin isminden kesinlikle bahsedi-lecekse,
o da Sultan V.Mehmet Reşat'tır. Çünkü ülkeyi o yönetim etmektedir.52 Çanakkale
zaferi onun idaresi altında kazanılmıştır. Askeri bakımdan da Padişah adına
Başkumandanlığa vekâlet eden Enver Paşa birinci sırada yer alır. Zaferin
nüvesini (çekirdeğini) teşkil eden deniz savaşları yapılırken, M.Kemal harbin
bilfiil arasında değildir. [..] İstibdatla tarihe doğrultu verip yapay olarak
şekillendirmenin bir umar olmadığını, son hadise ortaya koymuştur." (Yeni Nesil,
21 Mart 1988, Tahlil isimli imzasız köşe yazısından aktaran, GRYT Ans., 1.C.,
s.65)
D Aktüel yazarı Sefa Kaplan:
"Belki hayret edeceksiniz fakat M.Kemal Paşa, 18 Marttaki harpte kendisinin pek fazla
görevi olmadığını yeniden kendisi söylüyor.53 Ruşen Eşrefe şunları söy50) Programda bir tek şiir değil, şiir dışı bölümler ve bu bölümleri
destekleyen sahneler de vardır. (Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu'nun 5.4A8&&
gün ve RTYK-01.88/0232 sayılı yazısına bağlı rapor.)
/
51) M.Kaplan, M.Akif'in şiirini ya okumamış, ya okumuş anlamamış, veya
doğruyu bile bile çarpıtıyor. Şiirde geçen "en kesif ordular", "tepeden yol
bularak geçmek için Marmara'ya", "ufacık bir karaya ne hayasızca tahaşşüd
(yığılma)", "Avustralya ile birlikte Kanada", "Hindu", "lağım", "tüfek" benzer biçimde
sözler, deniz savaşlarıyla mı alakalı? O şiir de, tıpkı Çanakkale Günü benzer biçimde tüm
savaşları kucaklamaktadır.
52) Sultan Reşat'ın, meşrutiyet döneminde, ülkeyi yönettiğini ileri sürmek
için bir tek tarih, hukuk ve siyasetten haberli olmamak yetmez, Sultan Reşat
ile alakalı da tam bir cehalet arasında yüzmek şarttır.
53) M.Kemal'in açıklamasına, aslolan Sefa Kaplan şaşırmış görünüyor! Belli ki bu
mevzuda pek hazırlıksız. Gül Dirican da, A.A.Pallis'in Yunanlıların Anadolu
Macerası kitabını okuyunca şaşırmış ve kitabı tanıtmak için yazdığı yazıya,
şu şekildeki bir antet atmış: "Bize Hiç de Böyle Anlatmamışlardı". (22.6.1995,
Milliyet) ->•
101
lüyor M.Kemal: 'Bu tamamiyle bir deniz harekâtıdır. Kıyı savunması Cevat Paşa
Hazretlerinin emri altında bulunuyordu.' " (36. rakam, 12-18 Mart 1992)
a Y.Küçük:
"bizim ülkemizde her senenin Mart ayının on sekizinde top atışlarıyla kutlanan zafer bu
kısa süreli deniz savaşıdır... Emperyalist donanmanın 18 Mart 1915 tarihinde
durdurulmasında Kemal'in hiç bir görevi bulunmuyor..." (T.Ü. Tezler 5, s.64, 66)
Yazarlar, M.Kemal'den laf edilmediği için programı kınayanları, bu şekilde
eleştiriyor ve M.Kemal'in o günkü deniz savaşına katılmadığını da, vurgulaya
vurgulaya belirtiyorlar.
Oysa katıldığını iddia eden asla kimse yok!54 Bunu belirtmek için zahmete girmek
bile lüzumsuz. Bir kara donanması komutanının, deniz cenginde işi ne? Bu
yazarlar, kendi ürettikleridir hayale saldırıyorlar.
Ama bir kısmının unuttuğu, bir kısmının da ağız kalabalığına getirip unutturmaya
çalıştığı, kısacası hiçbirinin üstünde durmadığı bir husus var: 18 Mart
törenlerinde bir tek 18 Mart deniz zaferi anılmaz; bu sebeple Çanakkale Zaferi bir tek
o günkü savaştan ibaret değil, geride 8,5 ay devam eden kara muharebeleri var. Asıl
kaybın verildiği muharebe de bu. 18 Mart, fazlaca, uzun yıllardan beri, deniz ve
kara savaşlarını beraber anmak üzerej 'Çanakkale Günü' olarak kabul edilmiştir.
Deniz ve kara zaferleri, o gün birarada kutlanır.55
O yüzden de 18 Mart Çanakkale Günü, M.Kemal'den laf edilmesi fazlaca] doğaldır.
Neden organik ve doğru bulunduğunu yerinde göreceğiz. Doğal ve doğruj olmayan, ondan
laf etmemek ve laf edilmemesini savunmaktır.
Böyle teferruat ve hususi konular, normal olarak okulda anlatılmaz, ders dışı
kitaplardan öğrenilir, j Bu mevzuyla alakalı, yayımlanmış ve okunmayı bekleyen pek
fazlaca kitap var!
Üçüncü Bölüm, 7. paragrafta aynı şaşırmayı, Fatih Çekirge'de de göreceğiz.
Anlaşılan bu sevgili ergenler, yazmaktan okumaya zaman bulamıyorlar.
54) M.Kemal 18 Mart ile ilgisini Ruşen Eşrefe şu şekildeki anlatır: "Benim bu
harekâtla alakam, ötürü- j sıyladır. Yalnız, 18 Mart gününün sabahı Cevat Paşa
hazretleri, Maydos'ta bulunan karargâ- j hıma geldi. Kendisine Seddülbahir kumsal
mıntıkasındaki tertibatı imlemek suretiyle birlikte Kir-te'ye gittik." (M.Kemal ile
Mülakat, s.15) Y.Küçük, M.Kemal'in verdiği bu kısa bilgiye bile gözü ı kapalı
itiraz ediyor ve diyor ki:" Söylediklerinin gerçekle hiç bir ilgisini
bulamıyorum. Cevat Pa- j şanın, Gelibolu'da, Maydos yakınındaki karargâha
giderek, bir ihtiyat tümenin yarbay aşama-1 sindeki komutanını ziyaret etmesi
imkân dahilinde görülmüyor; usule ve savaşın gereklerine' muadil düşmüyor." (T.Ü.
Tezler 5, s.71) Doğrusu, lafı Cevat Paşa'ya bırakmak olacak. Cevat Paşa özetle
diyor ki: "İlk gün M.Kemal'le beraberdik. O kara cihetine, ben deniz cihetine
bağlı' idik. Seddülbahir'e gittik... Düşman donanmasının ilerlemekte bulunduğunu
görür görmez, geriye da- i nüp Alçıtepe yolunu tuttuk. O esnada ilk hasım mermisi
başımızın üzerinden geçerek Alçıte- j pe'ye düştü. İşte, 18 Mart sabahı bu şekilde
başlamıştı." (Yakın Tarihimiz,1.C., s.77)
55) Bu anane ilk kere bu sene (1996) değişti. Ayrıca Anafartalar Günü de
kutlandı. Ama yanlış ta-| rihte.
Hayret!
102
* 4-5-4. M.Kemal'in Çanakkale Savaşı'ndaki görevi mevzusunda değişik yaklaşımlar
• En uçta, hiç bir komutanın görevi bulunduğunu kabul etmeyenler "bulunuyor. D
Bunların en kıdemlisi, işbirlikçi ve Milli Mücadele düşmanı, gazeteci Ali Kemal:
"...Çanakkale korumasının en birinci kahramanı, ne Liman Paşa, ne bilmiyorum ne
paşa idî... Ateşe bile atılmaktan korkmayan Türk askeri idi." (Aktaran Ş.Kutlu,
Ali Kemal, s.74, HTM, rakam 12/Ocak 1971)
D İ.Hami Danişment:
"Türk tarihinin en görkemli destanlarından olan Çanakkale menkıbesinin tüm şan
ve şerefi, Mehmetçik denilen eşi olmayan Türk neferine aittir. İstanbul'u kurtaran,
onun cehennemle boğuşup muzaffer çıkan imanı ile ulusal kudretidir... Çanakkale
bir tek Mehmetçiğin şaheseridir." (Osm. T. Kronolojisi, 4.C., s.429 vd.)
D K.Mısıroğlu:
"Çanakkale muharebeleri Mehmetçik için büyük bir onur olduğu şekilde, orada
kumandanlık etmiş subaylar için hiç de yüz ağartıcı değildir. Bunun uzun ve
teferruatlı nedenleri üstünde durmuyoruz. Yalnız şu kadarını açıklayalım ki,
Çanakkale sırtlarına dört yüz bin (Sayı daha da arttı!) vatan evladını gömen bir
subay ekibinin muvaffakiyetinden normal olarak bahsedilemez. Muharebede zayiatın
(kayıpların) bir numaralı etkeni, muhakkak ki fena sevk ve idaredir. Buna nazaran,
oradaki kumandanlardan herhangi birisine 'kahramanlık' yada 'kurtarıcılık'
sıfatları elbetteki izafe edilemez. Edilirse, mutlak gerçek dışı ve sahtekârlıktan
başka bir şey olmaz. Bu kumandan M.Kemal Paşa olsa bile!" (Lozan, 1.C., s.156)
a Y.Küçük:
"Gelibolu, tehraman komutanı imkânsız bîr savaşım alanıdır. Gelibolu'da sadece
inatçı kütleler savaşabiliyor; her iki tarafta da kütlelerin inatçılığı ve
kahramanlığı laf mevzusu olabiliyor... Gelibolu, topografyası gereği (!)
kahramanı olmayan bir direniştir... Kahramanlar, ancak iki yandan muharebeye
katılan bayağı askerlerdir." (T.Ü. Tezler 5, s.67, 255) Ve sözünü şu şekildeki
bağlıyor: "Gelibolu savaşını bir yarbayına/yan ı M.Kemal'in] hanesine yazmak,
tarihin tam bir falsifikasyonu (çarpıtılması) ve aklın tümden bozulması demek
oluyor, (s.83) M.Kemal, [1919 tarihli hayat hikâyesinde]56 Gelibolu'da
56) Y.Küçük'ün, bu yaşam hikâyesini, Milliyet gazetesine ayrıca piyasaya sürülen
İstiklal Savaşı Ga-zetesi'nde (1969-70) gördüğünü yazıyor. Oysa tam ve doğru
metni, Nutuk'un 3. cildinde var: 144 no.lu belge. Demek ki Y.Küçük ilk kere
1927'de eski yazıyla, 1934'te yeni yazıyla basılan, o günden bu yana da
onlarca kere basılmış olan Nutuk'u bile okuyup incelememiş. Ama M.Kemal ve Kurtuluş
Savaşı ile alakalı, ciddi bir araştırma yapmışcasına düşünce yürütüyor!1 ->•
103
vazife yaptığını belirtiyor ve hiç bir kahramanlık iddiasında bulunmuyor."57
(s.35)
Bu yazarlara kalırsa Çanakkale Savaşını, kahraman erlerimiz kendi başlarına
kazanmışlar. Onları eğitip yetiştiren, önlerine düşüp taarruza kaldıran
subayların da, tüm idare ve komuta ekibinin da hiç bir tesiri, katkısı,
yararı olmamış; tüm bunlar başarısız, biri bile kahraman değil. Anlaşılan sekiz buçuk
ay devam eden Çanakkale Savaşı, meydan kavgası benzer biçimde bir şey. Tümden sağduyuya aykırı
bu ucuz iddiaların tek nedeni var:
Aman M.Kemal'e zaferden bir hisse düşmesin!
Bu hırsla, iki bin şehit ve yaralı vermiş olan subayların ve komutanların
hakkını yemekten bile çekinmiyorlar.
• Bir kısım yazarlara nazaran ise, Çanakkale'de M.Kemal'in görevi vardır fakat mühim
değildir, sonradan abartılmış, aslolan kahramanlar unutturulmuştur:
D Gayr-i Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi:
"Çanakkale zaferinin reel kahramanları, Cevat ve Sefahattin Adil Paşalar
unutturuldu. (1.C., s.55) M.Kemal'in tümeni yedeğin yedeği idi. (s.85} Padişah
adına ordular Enver Paşanın emrinde savaştı. Ancak nedense zaferin ganimeti,
ondan başkasına verildi, (s.101) M.Kemal kara harplerinde geri planda görev
yaptı. (s.121) Devletin kitaplarının yanında, TRTnin de aynı hatası
tekrarlaması, Yarbay M.Kemal Beyin 'Çanakkale Kahramanı' zannedilmesine sebep
olmuştur... M.Kemal Paşa, Çanakkale'de göğsünü düşmana siper etmiş 1887 subaydan
ancak birisidir... İstiklal Harbinde bile vatanı kurtardığı söylenemez." (1.C.,
s.133; 3.C., s.115-116)
D Abdurrahman Dilipak:
"Fevzi Çakmakla (!) Liman von Sanders içinde çıkan bir anlaşmazlık yüzünden
M.Kemal, harekât subayı (!) olarak muharebeye katılır." (CG Yol, s.21. Yazar iki
malumat veriyor, ikisi de yanlış. Doğrular aşağıda.)
a Yeni Nesil:
"Kara savaşlarında M.Kemal ve onun rütbesindeki subaylara sıra gelinceye kadar,
Alman General Liman von Sanders, Esat ve Vehip Paşa benzer biçimde askeri simalar önde
gelir." (Yeni Nesil, 21 Mart 1988 günlü Tahlil isimli imzasız köşe yazısından
aktaran GRYT Ans., 1.C., s.65)
M.Kemal, laf mevzusu yaşam hikâyesini, gazeteci Velit Ebüzziya Beyin sordurulmuş olduğu 21
sorudan birinin cevabı olarak, yaveri Cevat Abbas'a dikte ettirmiştir. Bu kısa
yaşam hikâyesinde, ancak o güne kadar bulunmuş olduğu görevleri sıralamaktadır.
Hizmetlerinin değerlendirilmesini ise geleceğin gerçeğe saygılı tarihçilerine
bıraktığı anlaşılıyor.
57) M.Kemal hiç bir vakit 'kahramanlık iddiasında' bulunmuş, kendini övmüş
değildir ki. Daima başkalarını yüceltmıştir. Bunun en iyi örneği, 30.8.1924'te
Dumlupınar'da yapmış olduğu konuşmadır; zaferin tüm şerefini, arkadaşlarına ve
ordunun subay ve erlerine paylaştırmıştır. Kendini, endirekt olarak bile övdüğü
yalnız hitabı yoktur!
104
a Bünyamin Ateş:
"M.Kemal'in rütbesi yarbaydı. Onun üstünde albaylar, paşalar vardı. Padişah
adına Başkumandan Vekili de Enver Paşaydı. Onun ve öteki paşaların tedbir, plan,
sevk ve idaresi, 250 bin şehidin (!) kanı ile Çanakkale destanı yazılmıştır. Bu
gerçeklere, hatta M.Kemal'in sarih ifadesine karşın koskoca destanın sevabını,
götürüp M.Kemal'e boca etmek insafa, mantığa ve akla sığar mı?" (20 Mart 1988
günlü Yeni Nesil gazetesinden aktaran GRYT. Ans.1.C.,s.62)
n Çetin Altan:
"Çanakkale eğer zaferse, bunun başarısı, anma günlerinde ismini bile anmadığımız
Çanakkale Cephesi Komutanı Alman Generali Liman von San-ders'e ilişik olmak
icap eder. Çünkü harekâtın bütün planlarını o hazırlamıştır ve zaferler de,
yenilgiler de komutanların adıyla kaydedilir tarihe. Haydi Li-man'ı geçelim,
Esat, Vehip, Cevat Paşalar var komutan olarak. Çanakkale'yi tümüyle M.Kemal'e
mal etmek olacak iş mi şu demek oluyor ki? M.Kemal'in de up uzun bir müddet, pek bu şekilde bir
iddiası yoktur aslına bakarsak. Resmi tarih yazımı, sonradan kendine nazaran
biçimlendirmiştir Çanakkale Savaşlarını." (Aktüel, SS.rakam, 12-18 Mart 1992)
D Ahmet Altan:
"M.Kemal, Çanakkale'de, yarbay rütbesi ile ve komuta kedemesinde 17. sırada (?)
bulunmasına karşın, resmi tarih onu reel kahraman göstermiştir.'^
o Yalçın Küçük:
"M.Kemal Paşanın [ÇanakkaleJ kahramanlığı da, Kurtuluş Savaşını yönetmesi ve
liderliğini perçinlemesinden sonrasında yaratılıyor... Çanakkale direnişinde
M.Kemal'in görevi, daha sonraki zamanlarda, oldukça fazla abartılıyor... Kemal Bey
daha fazlaca kuzeyde, bir ihtiyat tümeninin başlangıcında bulunuyor. Aylar devam eden Gelibolu
direnişini, Anafartalar'daki anlık bir çıkıya (?) bağlamak, sadece aptal
tarihçilerin işi olabilir." (T.Ü. Tezler 5, s.102, 248, 255)
n Mete Tuncay.- ^^
"Tamam, Çanakkale'de M.Kemal'in kısmî başarısı vardır fakat zafer M.Kemal'e ilişik
değildir. Ordu Osmanlı ordusu, ne var ki zafer Almanla58) A.Altan bu lafları, Prof.Dr.Ergün Aybars'ın da katılmış olduğu ve kendisinin
yönettiği, Dinamit isimli Tv. programında söylemiş ve katılanların düşüncelerini
sormuş. Mete Tuncay, Murat Belge ve Asaf Akat, "17. sıradaki (?) birisinin,
cephenin reel kahramanı olmayacağını" ileri sürmüşler, insanlarımızı
bilmedikleri mevzuda konuşmaya ve ahkam kesmeye zorlayan hususi ve gizli saklı bir yasa
mı var?
Ergün Aybars, Churchill'in anılarında, 'siyasal hayatını yirmi sene ileri atan ve
Savaş Bakanı Lord Kitchener'inkini yıkan kişinin, M.Kemal bulunduğunu' yazdığını ve
R.Eşref'in 1918'de, daha Dünya Savaşı bitmeden, 'Anafartalar Kahramanı M.Kemal
ile Mülakat' yaptığını söylemiş. Ama program, 12 dakikalık bu bölüm makaslanarak
yayımlanmış! (Prof.Dr.E.Aybars, Milliyet, 29 Ekim 1996,18.sayfa)
105
rm. Çünkü harpte zaferleri komutana izafe etmek bir gelenektir." (Aktüel, 36.
rakam, 12-18 Mart 1992)
Önce elma ile portakalı birbirinden ayıralım. Çanakkale'de iki ayrı muharebe
var. İlki 18 Mart deniz muharebesi, ikincisi 25 Nisanda başlamış olan ve Ocak 1916'da
sonlanmış olan kara muharebeleri. 'Çanakkale Zaferi' deyimi ikisini birden kapsıyor. Bu
ikiz zaferin ortak bir kahramanı yoktur.
En üstte bulundukları için zaferi Sultan Reşat'la Enver Paşaya yakıştıranlar da
var fakat zaferi, Sultan Reşat'ın hesabına yazmak komik olur. Enver Paşa da laf
mevzusu olması imkansız. Çünkü geçerli kurala nazaran zafer, savaşı planlayan ve birlikleri
direkt yöneten komutanına yazılın Nitekim Kut-ül amare zaferi, Başkomutan
Vekili Enver Paşaya değil, ö.Ordu Komutanı Halil Paşanın adına yazılmıştır.
• 18 Mart deniz savaşının kabul edilen kahramanları, Müstahkem Mevki Komutanı
Albay Cevat Bey (ilerde paşa, Çobanlı)59 ile savaşı saat 14.00'e kadar yöneten
Müstahkem Mevki Kurmay Başkanı Yarbay Selahattin Adil Bey,60 son mayınları döken
Nusret mayın gemisinin kaptanı Yüzbaşı Hakkı Bey ile Müstahkem Mevki Mayın
Komutanı Yüzbaşı Nazmi (Akpınar) Beydir.61 Bunlara Üsteğmen Hasan, Teğmen
Mevsuf, Seyid Onbaşı vb. kahramanları da eklernej^-haktanırlık gereğidir.
Birçokları benzer biçimde onun da rütbesi, daha ilkin bir aşama aşağı indirilmiş olduğu
için Cevat Çobanlı, 18 Mart 1915 günü paşa değil, albaydır. (F.Altay, s.83)
Cevat Bey, sabahın köründe Çanakkale kasabası civarında bulunan karargâhından,
Gelibolu kıyısına geçmiş ve saat 14.00'e doğru dönmüştür. S.Adil anılarında
şu şekildeki yazıyor: "[Savaş sona erince] herkes bu büyük günün zaferinden ötürü
kumandanımızı usule nazaran kutlama ettik." (Hayat Mücadeleleri, s.222-228) Y.Küçûk,
S.Adil'i, 40. sayfada "Çanakkale'de topçu komutanı" diye tanıtmış, 68. sayfada
"Boğaz'ı korumak için çaba sarfeden komutanlardan" bulunduğunu yazmış, nihayet gerçeği keşfedip 71.
sayfada 'Müstahkem Mevki Kurmay Başkanı" bulunduğunu açıklamış. Churchill diyor ki:
"1915 senesinde tüm Avrupa'da, milyonlarca adamın dünyasına mal olan büyük
taarruzlar yapılmıştı. Fakat bunlardan hiçbiri, Nusret'in döktüğü mayınlar kadar
harbin devamına ve düşmanın istikbaline etken olacak bir başarı
gösterememiştir." (Hayat Tarih, s.59, rakam 2, Mart 1972)
Bu başarıya Almanlar ortak olmaya kalkışmışlardır. Liman Paşa, "bizim ülkemizde mayın
uzmanı olarak çalışan Üsteğmen Gehl'in Erenköy körfezine, 18 Marttan azca ilkin
yerleştirdiği mayınların da bu zaferde görevi olsa gerektir" diye yazıyor.
(bizim ülkemizde Beş Sene, s.75)
Ama bir sonraki dipnotta lafı edilecek olan eserde, Dr.Mühlmann ise, Üsteğmen
Gehl'in, '18 Marttan azca ilkin yerleştirilmiş mayınlarla' ilgisi olmadığını,
'Boğaz ortasındaki mayın hatlarının düzenlenmesinde çalıştığını, Nusret
gemisinin bahriye mühendisi Reyder'in komutası altında bulunduğunu' yazıyor.
Dr.ismet Görgülü, Nusret gemisinin günlüğünde, süvari olarak Yüzbaşı Reyder'in
değil, Yüzbaşı Hakkı'nın adının yazılı bulunduğunu açıklıyor ve diyor ki: "Bir
bahriye mühendisinin bir gemiye komutan olması fazlaca uzak bir ihtimaldir. Ayrıca
bu isim öteki kaynaklarda asla yer almadığı benzer biçimde Almanlar tarafınca
hazırlanan,1756'dan 1939'a kadar bizim ülkemizde görev alan Alman subayları
açıklayan Duetsche Offiziere in der Türkei isminde kitapta da bu isim ve hatta
benzeri dahi yer almamaktadır." (Çanakkale Zaferi Üzerine Alman iddiaları, s.
118, AAMD, rakam 28/ Mart 1994)
Müstahkem Mevki Kurmay Başkanı Yb.S.Adil de, kaptanın Yüzbaşı Hakkı, mayınları
hazırlayıp atanların da Yüzbaşı Hafız Nazmi ve arkadaşları bulunduğunu, sadece bu
son mayınları dökme teklifinin, "sevimli, uysal bir yaşlanmış olan" Alman Amiral
Marten Paşadan geldiğini açıklamaktadır. (Hayat Mücadeleleri, ş.221) Almanların
vakayla ilgisi, bu kadar.
25 Nisan 1915 - 9 Ocak 1916 arasındaki kara muharebeleri esnasında ordu Komutanı
olan Liman Paşanın durumunu tartışmadan ilkin, derhal bir mevzuyu netleştirmek
gerekiyor.
D Mete Tuncay, "Ordu, Osmanlı ordusu; ne var ki zafer Almanların. Çünkü harpte
zaferleri komutana izafe etmek bir gelenektir" diyor ve Liman Paşa Alman diye,
Çanakkale zaferini Almanlara hediye ediyor.
Mete Tuncay benzer biçimde bir eleştirel tarihçinin bu yaklaşımına şaşkınlık ettim. Bir
zaferi, komutanın milletine mal etmek de mi anane ? Ne zamandan beri? Liman
Paşa, Suriye yenilgisi esnasında da Yıldırım Orduları Grubunun Komutanıydı;
Suriye yenilgisini de Alman yenilgisi olarak mı kabul edip değerlendireceğiz?
Yoksa zaferi, komutanın mensup olduğu millete, yenilgiyi ise orduyu gerçekleştiren
millete yazmak benzer biçimde benim cahili olduğum bir anane mi var? Ya da bu anane,
bir tek Çanakkale ve M.Kemal için mi geçerli?62
Çanakkale Türk kanı, inancı, kafası, emeği ve silahı ile kazanılmış, misal-siz
bir savaştır.63 Böyle bir zaferi Almanlara hediye etmek, tarihe haksızlık,
gerçeğe aykırılık, orada dövüşenlere ve şehit olanlara saygısızlık olmaz mı?
Almanlar bile bütününe haiz çıkmaya cesaret edememişler, kenarından kıyısından
zafere ortak olmaya çalışmışlardır.
Mete Tuncay'ın dili sürçtü herhalde.
* 4-5-5. Zafer kimin?
Kara savaşının zaferi, Almanlara değil fakat bir ihtimal şahsi olarak Liman von
Sanders'in (veya Türklerin anmış olduğu benzer biçimde Liman Paşanın) adına yazılabilirdi.
Neden 'belki1? /
Çanakkale savaşlarıyla alakalı Türk asken kitaplarında, Liman Paşanın bir komutan
olarak övülüp büyütüldüğünü asla görmedim; tam bilakis, birçok ka62) Dr.İsmet Görgülü'nün verdiği bilgiye nazaran, Alman Arşiv Kurulu 1927'de
Genel Harp Olayları dizisini yayımlar; dizinin 16. Cildi, Dr.Carl Mühlmann'ın
yazdığı 'Çanakkale Muharebesi-1915'tir. (.Görgülü, İngilizlerin Gelibolu'dan
sessiz bir şekilde çekilmeyi başarmaları üstüne, o noktaya kadar zaferi bir Türk-Alman
ortak zaferi olarak yayınlayan yazarın, şu şekildeki yazdığını aktarıyor: "itiraf etmek
icap eder ki ingilizler, Türkleri aldatmaya ve şaşırtmaya fazlaca güzel muvaffak
olmuşlardı." (Çanakkale Zaferi Üzerine Alman İddiaları, s. 105)
Almanlar kâra ortak çıkıyorlar, ziyanı Türklerin hesabına yazıyorlar. Ne hoş
ticaret!
63) Alman katkısının derecesini Liman Paşadan dinleyelim: "S.Ordu emrine,
Haziran sonuna doğru, Çanakkale muharebeleri esnasında hizmet bulan tek ve
biricik Alman donanması geldi. Bu birlik, bir istihkâm bölüğü idi. 200 mevcutlu bu
bölük, iklimin tesiri, beslenme tarzı, ağır muharebeler ve zayiat yüzünden kısa
zamanda 40'a düştü. Bunun haricinde Çanakkale'ye Almanya'dan başka qüç
gönderilmedi. {..] Çanakkale savaş sahnesinde bulunun Alman er, astsubay ve
subayların sayısı ise en fazlaca 500 kişiye çıkmıştır, ilk Alman topçu cephanesi
Çanakkale'ye cenk sona ermek üzereyken, Kasım 1915'te, ilk batarya 15 Kasım'da,
ikinci ve son batarya ise Aralık 1915'te gelecektir." (bizim ülkemizde Beş Yıl,
s.100,121)
Çanakkale Savaşına katılan Türklerin sayısı ise 350.000'dir.
107
ran yüzünden acı bir şekilde eleştiriliyor.64 Yöneltilen eleştiriler şu şekildeki
özetlenebilir:
Liman Paşa, yapmış olduğu müdafaa planının zaafını, ardarda yaptırdığı taarruzlarda
dökülen Türk kanıyla kapatmaya çalışmıştır.
Türk askerlerinin bu eleştirileri sonradan icad edilmiş değildir, cenk arasında
belirtilmiştir.65 Mesela 3.Kolordu Komutanı Esat Paşanın,66 Kurmay Başkanı
Yarbay Fahrettin'in (Altay), Yarbay S.Adil'in anılarında yer edinen vakalar ve
yargflar, M.Kemal'in Enver Paşaya yollamış olduğu Liman Paşa aleyhindeki makale,67 bunun
birçok kanıtından ancak dördüdür. Türk askerî tarihinde ve askerî araştırma
kitaplarında, birçok tenkit ve suçlama daha yer almaktadır. Sadece F.Altay'm,
S.Adil'in ve Çanakkale Savaşı'na da katılmış olan askeri tarih yazarı
E.Korgeneral Fahri Belen'in68 başlıca eleştirilerini, fazlaca özet olarak
aktarıyorum:
Müstahkem Mevki Komutanlığı, 3.Kolordu ve Tümenler, düşmanın Sed-dülbahir ve
Kabatepe'ye çıkacağını düşünmektedirler. Ama Liman Paşa yanlış bir tahminle,
düşmanın Gelibolu yarımadasının boynuna (Saros körfezinin bitimine) yada
Beşige'ye (Anadolu yakasında bir kesim) çıkacağına inanır, Anafarta çıkarmasına
(Ağustos 1915) kadar da bu yanlış görüşte İsrar eder. (S.Adil, 235, 236; F.
Altay, 86; F.Belen, 261 )69
64) Yahya Kemal benzer biçimde sivil bir yazar bile, 28 Mayıs 1921 günlü İleri
gazetesinde, Liman Paşanın yeni yayımlanmış olan anılarını fazlaca ağır bir dille
eleştirmekte ve 'ellerini Türk kanıyla yıkadığını' yazmaktadır. (Eğil Dağlar,
s.161 vd.)
Bu da gösteriyor ki Liman Paşayı eleştirmek, sonrasında ortaya çıkmış bir tasarruf
değil!
65) 9.Tümen Komutanının yeni düzene yazılı itirazı: Çanakkale Cephesi, 1.
Kitap, s.224.
66) Esat Paşanın Çanakkale Anıları, yay. haz. kayra Ilgar, Baha Matbası,
İstanbul, 1975; 307 sayfalık kitabın üçte biri, İ.llgar'ın açıklamaları ve
yorumlan ile dolu. Esat Paşanın anılarını, lüzumlu imla işaretleri konulmadığı
ve tutarlı bir sayfa düzeni yapılmadığı için bunlardan ayırdetmek fazlaca zor, fazlaca
dikkatli okumak gerekiyor. Bu anıların bir bölümü, Hayat (1959) ve Hayat Tarih
(1965/3) dergilerinde de yayımlanmıştır. Esat Paşanın 6 cilt olan anılarının
ancak 3. cildi, Çanakkale ile ilgilidir.
67) 3 Mayıs 1915 günlü bu fazlaca dikkate kıymet yazıdan birtakım parçalar: "Sanders
Paşa hazretleri bizi, bizim orduları, bizim memleketi tanımadığı ve layıkıyla
tetkikatta bulunacak kadar bir zamana malik olamadığından, sahilde ihraç
(çıkarma) noktalarını kamilen aleni bırakacak tertibat almış ve düşmanın karaya
asker ihracını teshil eylemiştir (kolaylaştırmıştır). [..) Vatanımızın
müdafaasında kalp ve vicdanları bizim kadar daraban etmeyeceğine
(çarpmayacağına) kuşku olmayan, başta von Sanders olmak suretiyle tüm Almanlar..."
((.Görgülü, Mustafa Kemal Atatürk'ün Arı-burnu Muharebeleri Raporu ve Anafartalar Muharebatına
Ait Tarihçe Adlı Eserlerinde Yer Almayan Emir ve Raporlardan Bir Demet, s.93,
AAM dergisi, Sayı 19, Kasım 1990)
68) 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti.
69) Liman Paşa Suriye Cephesindeyken de, İngiliz taarruzunu inatla doğu
kanadından bekleyecektir. Belen özetle diyor ki: "Bu onda 'durağan düşünce' haline
gelmişti. S.Ordu Komutanı Ğevat Paşa (Çobanlı) cephenin kendi bölgesinden
yarılacağım anlamıştı. Hindli bir asker, ayın 19'unda deniz kıyısından (Batıdan)
büyük seviyede bir saldırı yapılacağını haber verdi. Ama Liman Paşa görüşünü
korudu. İngiliz ordusu batıdan (deniz kıyısından) taarruza geçer, S.Ordu yok
olur, cephe yarılır ve dağılır." (F.Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.366)
108
Bu yüzden ilk cenk günü, Saros -Bolayır etrafında bulunan iki tümeni yerinde
bırakır ve aslolan cenk yerine (güneye) göndermez. (S.Adil, 240; F.Belen, 247)
Liman Paşa, daha ilkin Türk komutanların hazırladığı 'düşmanı olası olduğu kadar
kıyıda karşılama' planını ve buna dayalı düzeni, birliklerin donanmanın ezici
ateşine dayanamayacağı70 düşüncesiyle değiştirir, 'kuvvetleri merkezde toplamak
ve nereye çıkarma yapılırsa oraya saldırı etmek' diye özetlenebilecek bir
müdafaa planı yapar.71
Bu plan gereğince, Türk komutanların kıyılara yerleştirdikleri birlikleri geriye
aldırır, kıyılardaki alaylar da birer tabura indirilir.72 Mesela yarımadanın en
güneyinde (Seddülbahir'de) ancak bir tümen (9.Tümen) bırakır. F.Belen diyor ki:
"Halbuki bu bölgede hasım, 7-8 kilometre ilerlemekle Boğaz tahkimatının
gerisine çıkabilirdi. 30 km.lik bir kıyıyı bir tümenin savunması olası
değildir." (s.244) Düşman zira her çıkmış olduğu yerde tutunacaktır. Bu görüş
farkı, düşmanı durdurmanın fazlaca pahalıya mal bulunmasına yol açar. (S.Adil 236,
237)73
Liman Paşa, çıkarmanın başladığı sabah, Gelibolu'daki karargâhından ayrılıp
Saros'a gider; güneyde kıyamet koparken, gece de orada kalıp sadece ertesi günü
döner.74 Kimseye karar yetkisi de bırakmamıştır. (F.Altay, 88) M.Kemal, bu
sebeple buyruk almadan harekete geçmek zorunda kalacaktır.
Liman Paşa, savaşın ilk günlerinde, Başkomutanlıkça yollanmakta olan takviyeleri
bekleyip cephelerden birine hazırlıklı ve müessir saldırı yapacağı yerde,
birlikleri gece taarruzlarına zorlar. (F.Belen, 248) Gelen her yeni donanması
cepheye sürerek, bu anlamsız taarruzlarla erimelerine yol açar. (S.Adil, 246)
3 Mayıs gecesi 7.Tümen ile hemen hemen yoldan gelmiş olan 15.Tümeni bir gece
taarruzuna kaldırır. Bu taarruzu Alman Albay von Sonderstern yöne70) H.Bayur, Türk inkılabı Tarihi, 3.C., 2.Kısım, s.278.
71) Türk görüşünü belirleyen belgeler, Çanakkale Cephesi isimli askerî tarihin
1. Kitabının 212-216. sayfalarında; Liman Paşanın planını açıklayan 26.5.1915
günlü yazısı ise 218-220. sayfalarında bulunuyor. M.Kemal'in rolünü küçültmekten
başka bir şey düşünmeyen GRYT Ansiklopedisi, Liman Paşanın yanlış planını
savunuyoı^rTC-, s.81,101,107) Çetin Altan da savunuyordu: "Çanakkale eğer
zaferse, bunun başarısl... Çanakkale Cephesi Komutanı Alman generali Liman von
Sanders'e ilişik olmak icap eder. Çünkü harekâtın bütün planlarını o hazırlamıştır."
(Aktüel, 36. rakam, 12-18 Mart 1992)
72) Bu konudaki Türk eleştirisi fazlaca özetlemek gerekirse şu şekildeki: Gelibolu'da, düşmanın Türk
direncini çökertebilmek amacıyla çıkarma yapabileceği kesimler fazlaca azdır ve
bellidir; bu bakımdan düşmanı eldeki kuvvetlerle kıyıda karşılamak mümkündü.
S.Adil, "Liman Paşa ne yazık ki bölgeyi bir tek bir iki motor yada otomobil
gezintisi ile pek sathi bir bakışla görmüş, hususi durumlarını görememişti "
diye yazıyor, (s.235)
73) Çanakkale Cephesi, 1. Kitap'ta bulunun 13. ve 15. krokiler, Türk
Komutanlar ile Liman Paşanın planı arasındaki büyük farkı göstermektedir.
74) Liman von Sanders, s.87, 88.
109
tir.75 İki tümenimiz toplam 16.000 kayıpla geri çekilecektir. (S.Adil, 247;
F.Belen, 250)
Liman Paşa anılarında, 18/19 Mayıs gecesi yaptırdığı ve bizlere 9.000 kayba mal
olan bir başka saldırı için de şu şekildeki diyor: "Bahis mevzusu taarruzun tarafımdan
işlenmiş bir hata bulunduğunu itiraf ederim. Bu hatayı hasım kuvvetini iyi takdir
edememekle ve elimizdeki azca topçu gücüyle ve fazlaca sınırı olan mühimmatla bu işi
başaracağımızı öncesinden hesaplayamamakla işledim." (s.98)
Liman Paşanın, birtakım sıra dışı nitelikleri ve bilhassa tahsile yönelik başarıya ulaşmış
hizmetleri olmakla beraber, savaşlar gün gün incelenir, belgeler harita
sayeinde okunursa, bir tek bir bölümünü aktardığım yanlışlarının ağır bastığı
daha aleni olarak görülebilir.
Çanakkale zaferi, Liman Paşanın, neticeleri zorlukla ve sadece bolca kan dökülerek
düzeltilebilmiş yanlış tahminlerine ve yanlış müdafaa planına karşın, her
rütbedep/Türk askerinin inanılmaz çabası ve can cömertliği ile kazanılmıştır.
Yine bir Alman olan von der Goltz Paşayı saygıyla anan Türk askerî kamuoyu, bu
yüzden olsa gerek, Liman Paşaya dairna uzak ve soğuk kalmıştır.76
Liman Paşa, hizmet ve kusurlarıyla aslına bakarsanız askerî tarihlerimizde yer alıyor,
araştırma ve incelemelerde laf mevzusu ediliyor fakat birtakım yazarlar, törenlerde de
adının geçmesini istiyor, geçmemesini eleştiriyorlar.
Milli ve kısa süreli bir tören, bir seminer veya bilimsel toplantı değil ki cenk uzun
uzun irdelensin, tartışılsın ve Liman Paşanın yanlışları ve bunların acı
sonuçlan açıklanıp eleştirilsin.
Bu bakımdan, anılmaması, anılmasından daha zarif bir harekettir.
Kaldı ki savaşla alakalı törenler, havası da, amaçları da farklı olaylardır. Bu
tür duygu ortamlarında, ulusal değerlerin vurgulanmasından daha organik ne
olabilir?77
75) Bu taarruzun büyük yitik ve başarısızlıkla neticelenmesi üstüne
Sondenstern'in yerine We-ber Paşa atanır.
76) "S.Kolordu Komutanı General Esat, çıkarmanın merkez kesimine
yapılacağını değerlendirmiş ve Çanakkale savunmasını buna nazaran planlayıp
kurmuştu. Komutanlığın yabancı ele teslimi ve bu planın tamamen tersinin
uygulanışı cidden fazlaca üzücüdür ve bizlere fazlaca pahalıya mal olmuştur. [..] Liman von
Sanders'te bir Saros fobisi vardı. Bu nedenle 5. ve /.Tümenleri o bölgeden
ayırmıyordu. Nihayet Başkomutanlık (istanbul) bunun farkına vardı ve 26 Nisan
akşamı S.Tümeni cenup bölgesine göndermesi için verdiği bir direktifle Ordu
Komutanını uyardı. Fakat geç kalınmıştı." (Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi,
No.4, s.23 - 24)
77) Komutanla ordu aynı millettense, zaferi komutana izafe etmek bir
gelenektir. Ama komutan ve ordu aynı milletten değilse, ulusal tarihlerde ve
genel hatlarıyla edebiyatta bu geleneğe pek uyulmadığını gözlüyoruz. İkinci Dünya
Harbindeki muharebeler anlatılırken (roman, film, tv dizisi), her
milletin kendi komutanlarını veya birliklerini öne çıkardığına şahit
olmaktayız. Çanakkale Savaşı yazarlarından Avustralyalı Alan Moorehead, organik
olarak daha fazlaca Anzak-lan anlatır, İngiliz R.R.James de ingilizleri. Liman Paşa
da anılarında, Suriye cephesindeki savaşlardan laf ederken, Alman komutan, subay
ve birliklerine öncelik ve ağırlık vermiştir.
110
• Bazı yazarlar da, kara savaşlarına katılmış iki kardeş komutanın ismini
vererek, onların anılmamalarını eleştiriyorlar:, Esat (Bülkat) ile Vehip (Kalçi)
Paşalar. Niye bir tek ikisinin anılmasını istiyorlar acaba? Çanakkale'deki üst
komutanlar bu ikisinden ibaret değil ki. Kolordu Komutanı yetkisiyle öbek
komutanı olan Albay M.Kemal'in haricinde, on kolordu ve öbek komutanı daha var:
Albay Nikolai Bey, Albay Kannengiesser Bey, Weber Paşa, Trommer Paşa, Albay
Ahmet Fevzi Bey, Çolak Faik Paşa, Mehmet Ali Paşa, M.Fevzi Paşa (Çakmak), Albay
Cevat Bey (Çobanlı), Albay Ali Rıza Bey.
içlerinden pek azının bu adları bildiğini tahmin ediyorum. Bilenlerin de
anmamaları doğaldır. Çünkü bazısı kısa süreli ve geçici komutanlık yapmıştır,
bazısı da mühim sayılabilecek bir cenk yönetmemiştir. Zaten bir muharebeye katılan
tüm komutanların isimleri sadece detaylı askeri tarihlerde bulunabilir. Yoksa
her tarih kitabı, telefon rehberine dönerdi. Elbette bir tek mühim olanlar
vurgulanacak.
Esat ve Vehip Paşalar, Yanya savunmasındaki hizmetleriyle ün kazanmış iki
komutan.78 Fakat Vehip Paşanın Güney Grup Komutanı olarak Çanakkale'deki hizmet
süresi ancak üç aydır (9 Temmuz-9 Ekim 1915).79 Sed-dülbahir kesimindeki on bir
savaşın bir tek üçünde bulunmuş, sekizinde bulunmamıştır. Esat Paşa bile kendi
yazdığı yaşam hikâyesinde, Çanakkale zaferine katkıda bulunanlar içinde
kardeşi Vehip Paşaya yer vermiyor.80
Çanakkale'de en uzun bulunan üst komutanlar, Albay Cevat Bey, 3. Kol-ordu
Komutanı Esat Paşa81 ve Albay M.Kemal' dir.82
• Çanakkale savaşlarını ya asla bilmeyen veya bildiğini de çarpıtarak özetleyen
yazarların, "yarbay","yedeğin yedeği", "geri planda sorumlu", "harekât subayı"
diye önemsizleştirmek için çırpındıkları M.Kemal ile alakalı birkaç kısa not:
M.Kemal muharebeye yarbay olarak adım atmıştır fakat beş hafta sonrasında, l Haziran 1915'te
albay olacaktır.
30 Nisan'da gümüş ayrıcalık madalyası alır,83 bunu altın ve gümüş liyakat
madalyaları izleyecektir.84
8 Ağustos'ta Anafartalar Grup Komutanlığına getirilir. Bu rolü, Ça78) Yanya Savunması ve Esat Paşa; kitabın sonucunda Esat Paşanın kendi yazdığı
yaşam hikâyesi yar.
(.Görgülü, 10 Yıllık Harbin Kadrosu, s.79 ve 82. Yanya Savunması ve Esat Paşa,
s. 102.
Esat Paşa da savaşın başından 3 Kasım 1915'e kadar hizmet görmüş, 3 Kasımda
LOrdu Komutanlığına atandığı için Çanakkale'den ayrılmıştır. (Yanya Savunması ve
Esat Paşa, s.102; Çanakkale Cephesi, 3.K., s.473) Savaşın başından 10 Aralık
1915'e kadar. General Lütfi Doğancı, 57.Alayın Tarihçesi.
H.Bayur, Mustafa Kemal Atatürk- Hayatı ve Eseri, s.359 (Harp Tarihi Dairesince verilen bilgiye
nazaran); Sadi Borak, Mustafa Kemal Atatürk, s. 137. ->•
111
nakkale'den ayrılmış olduğu tarih olan 10 Aralığa kadar sürecektir. Anafartalar Grup
Komutanı olarak emri altında 3 kolordu (2., 16. ve 15. kolordular)85 toplanır.
Bu, ordu komutanlığı durumunda bir komutanlık demektir. Çanakkale Savaşı
süresince, Liman Paşa haricinde hiç bir komutan, bu kadar uzun vakit, bu kadar fazlaca
birliğe ve bu kadar geniş bir alana komuta etmemiştir.
'Kısmî başarısı vardır', 'görevi abartılmıştır' vb. iddiaların, gerçekle ilgisi
olmadığını, ayrıntısıyla göreceğiz.
Çanakkale, M.Kemal'siz ne anlatılabilir, ne de anlaşılabilir.
Sonuç
76.000 şehit ve üç yüz bine yakın gazi, bir bir anılamayacağına nazaran, talep eder
istemez bir seçme yapmak mecbur. M.Kemal'in en başta anılmasının, kimseye
haksızlık olmadığını göreceğiz. Esat Paşa da "Çanakkale'de kati netice sağlayan
Anafartalar kahramanı M.Kemal Paşadır" diyor.86
Onunla beraber, normal olarak 18 Mart kahramanlarını ve Yahya Çavuş'tan Esat Paşaya
kadar birçok kahramanı da anmak icap eder.
* 4-5-6. M.Kemal'in rolünün sonradan büyütüldüğü
Çanakkale'Savaşının ayrıntılarına girmeden ilkin, Yalçın Küçük'ün, birtakım sağcı
yazarlarca da paylaşılan bir iddiasına yer vermek istiyorum. Y.Küçük kati bir
dille diyor ki:
"Kemal Paşa için parlak bir askeri geçmiş yaratmak için bulunabilen ve seçilen
tek yer Gelibolu oluyor... Yaptıklarından ötürü zamanında bir kahraman
sayılmıyor. Kahramanlığının ilanı fazlaca sonraki yıllara muadil düşüyor."87 (T.Ü.
Tezler 5, s.248) V.Vakkasoğlu da diyor ki: "[1919'da] Halk ve hatta münevver
zümre (aydınlar), M.Kemal Paşayı tanımamaktadır." (Son Bozgun, 3.C., s. 197
dipnot)
Ama tanıklar ve belgeler, tam tersini söylüyorlar:
D Esat Paşa: ^
"Bugün (11 Mayıs 1915) Enver Paşa, yaverleri ve erkan-ı harbi (kurEsat Paşa anılarında bu madalyaların verilmesini 27 Mayıs 1915'te kendisinin
önerdiğini yazmaktadır. (Hayat Mecmuası, rakam 29 71959) Kaynak taraması
yapmadığı anlaşılan Y.Küçük ise şu şekildeki yazıyor: "Gelibolu'da hiç bir komutana
'kahraman' denmez; nitekim madalyalar Sultan'a ve direnişi yöneten en üst düzey
komutanlara veriliyor." (T.Ü. Tezler 5, s.255) Y.Küçük'ün bu tür dayanaksız
yorumlarına ve gerçeğe aykırı iddialarına daha fazlaca şahit olacağız.
85) İ.Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s.93.
86) Yanya Savunması ve Esat Paşa, s. 102.
87) Y.Küçük kitabının bir başka sayfasında da şu şekildeki yazıyor: "Kemal'in
Anafartalar Kahramanlığı, ilk kere, istekli ve genç bir gazeteci-yazar olan Ruşen
Eşref tarafınca, 1918 yılı Mart ayında ortaya atılıyor. 1919 yılı yaz
ortalarına gelindiği zamanda bile, kahraman susuzluğu yaşayan ülkede, bunun
fazla tutmadığı anlaşılıyor." (s.398)
112
mayları) ile karargâhıma geldi. 19.Tümen Kumandanı M.Kemal Beyin karargâhı hâlâ
Kemalyeri'ndeydi.88 Oraya gittik. Enver Paşa, M.Kemal Beyi bağrına bastı ve bugüne
kadar göstermiş olduğu kahramanlıklardan ötürü takdirlerini bildirdi..."89
(Esat Paşanın Anıları, s.83)
a Vecihi Timuroğlu:
"M.Emin Yurdakul'un 1915 Eylülünde Tan Sesleri' diye bir şiir kitabı
yayımlanmıştır. Bu kitapta 'Ordunun Destanı' isimli uzun bir manzume yer
almaktadır. 15 Eylül 1915 tarihini taşıyan bu manzumenin ilk dörtlüğünde
M.Kemal'den laf edilir. Sanıyorum Türk şiirine M.Kemal ismi bu şiirle
girmiştir."90 (Aktaran Oktay Akbal, 28.3.1992, Milliyet gazetesi)
D Ali Fuat Türkgeldi:
"Anafarta atağı, Gazi hazretlerinin himmet-i mahsusaları ile def olundu ve
kendisi Anafartalar Kahramanı unvanını ihraz eyledi (kazandı)." (Görüp
işittiklerim, s. 118)
D Eski Sultan Abdülhamit:
"Hayatımın en karanlık günlerini bu devrede yaşadım. Gazeteler, Çanakkale'de
düşmanın durdurulduğunu, büyük zayiata uğratıldığını yazıyorlardı. Ben bir türlü
bu haberlere inanamıyordum. Fakat İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale
Boğazı'nı zorladığı ve giremediği bir hakikatti. Çıkartma meydana getirmeye muvaffak olmuş
fakat ordumuzun karşısında mıhlanıp kalmıştı. Her araç ile cepheden haber almaya
çalışıyordum. Muhafız Kumandanı Asım Beyi sık sık Saraya göndererek sahih
(doğru) bilgi almak çırpmıyordum. İşte bu sırada, Rabbime şükürler olsun ki,
ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı... Bu büyük zaferi, M.Kemal
Bey isminde bir miralay (albay) kazanmış.
Allah, devletime hizmeti geçenlerden razı olsun! (Sultan Abdülhamit'in Hatıra
Defteri, s. 158)
D Lütfi Simavi:91
"Bu gezide, o sırada İstanbul'da bulunan Çanakkale kahramanlarından M.Kemal Paşa
ile Miralay Naci Bey (Eldeniz) de bulunmaktaydı... M.Kemal Paşayı ilk kere
olarak, 1917 yılı Aralık ayında, Sirkeci garında, o vakitki
89) Söz mevzusu yere bu ismi 3. Kolordu Kurmay Başkanı Fahrettin Bey (Altay)
vermiştir (F.Altay, On Yıl Savaş, s.93); Esat Paşa da anılarında şu şekildeki diyor:
"Bu zamanı adın günlük direktifle yapılmasını ve haritalara kaydını emrettim." (Esat
Paşanın Hatıraları, Hayat Mecmuası, rakam 30,1959)
Esat Paşa, 1936'da, gazeteci Selahattin Güngör'le yapmış olduğu up uzun konuşmanın bir
yerinde, şu şekildeki diyor: "Hayatımın son yıllarında duyduğum en büyük zevk,
memleketi kurtaran o harikulade şahsiyetle bir vakit tabanca arkadaşlığı yapmış
bulunmamdır." (S.Güngör, Kumandanlarımızın Harp Hatıraları, s.34)
"Ey bugüne tanık olan sarp hisarlar / Ey kahraman Mehmet Çavuş siperleri / Ey
Mustafa Ke-maller'in aziz yeri / Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler." Lütfi
Simavi'nin anıları ilk kere 1924'te yayımlanmıştır.
113
Veliaht Vahidettin Efendinin bununla beraber Almanya'ya gideceğimiz gün gördüm.
Trene bineceğimiz sırada, orada bulunan bir zat, Tanışmıyor musunuz?' diye
sorarak bizi birbirimize takdim etti. Çanakkale'deki övünç ve gurur verici
hizmetleriyle, hepimiz benzer biçimde ben de kendisini gıyaben tanıyordum; ama şahsen
görüşmemiştik. Hizmetlerinden ve başarılarından ötürü kendisini orada kutlama
ettim. Tanışmaktan duyduğum onur ve iftihar duygularımı bildirdim." (Osmanlı
Sarayının Son Günleri, s.356, 381)
n İsmail Hakkı Okday (Vahidettin'in damadı):
"Vahideddin Efendi bu seyahate çıkarken, kendisine refakat etmek suretiyle, o vakit
"Anafartalar Kahramanı" diye anılan M.Kemal Paşayı da yanına almıştı."
(Yanya'dan Ankara'ya, s.329)
n R. Eşref Onaydın:
"Ben, Kanije müdafii Tiryaki Hasan Paşa ile veya Plevne aslanı Gazi Osman Paşa
ile görüşmek mukadder olsaydı, bugünkü muhavereden (konuşmadan) daha çok mı
bir coşku duyacaktım? Memleketin en tehlikeli zamanlarında, can verircesine
görev başına atılan bu kahramanın elini sıktım. İçimde ona karşı derin bir
hürmet, bir İstanbul evladı ruhu ile derin bir şükran olduğu şekilde yanından
ayrıldım. 28 Mart 1918. (Anafartalar Kumandanı ^Jvl.Kemal ile Mülakat, s.48, 91,
Hamit Matbaası, istanbul, 1930; bu mülakat evvela 1918 senesinde Yeni
Mecmua'nın Çanakkale hususi sayısında yayımlanmıştır.)92
ü Rıza Tevfik:
"Aşiyan'da Tevfik Fikret'e meydana getirilen ilk anma töreni için... geldiği vakit
kendisini kapıda karşılamış ve ihtifale başlamadan evvel, orada bulunanlara ve
T.Fikret'in eşine, 'Anafartalar kahramanı ünlü Miralay M.Kemal Beyefendi' diye
takdim etmiştim." (19.8.1918, Biraz da Ben Konuşayım, s.49)
D M.Z. (M.Zekeriya Serte!):
"Osmanlı tarihinin en şerefli bir sayfasını işgal edeceğine kuşku olmayan
Çanakkale başarısı, orada çarpışan Türklük ruhunu, Türklük fedakârlığını ispat
etmiş olduğu benzer biçimde bir de M.Kemal benzer biçimde büyük bir kahramana malik olduğumuzu gösterdi.
Tarih Çanakkale olayını kaydederken asla şüphesiz M.Kemal ve Cevat Paşaların
isimlerini de altın harflerle yazacaktır... Büyüklerini tanımak mecburiyetinde
olan gençlik, Mustafa Kemal ismini da belleklerine eklemeli ve
kurtarıcılarımızdan birinin de o bulunduğunu unutmamalı." (20 Mart 1919, Büyük
Mecmua, 3. Sayı, aktaran M.Kaplan, Devrin Yazarları, 1.C., s.84)
D Kont Sforza.-
"M.Kemal'in ünü halk içinde yaygındı." (1919, Jeschke, İngiliz Belgelen,
s.101)
Tarih ve Toplum dergisinin 16. sayısında (1985), Yeni Mecmua'nın bu hususi sayısı
ile alakalı geniş malumat var. (s.62-65)
D Amiral Cartorpe'tan Lord Curzon'a:
" Çanakkale Savaşı'nda ün yapmış bulunan M.Kemal Paşa..." (23 Haziran 1919,
B.N.Şimşır, İngiliz Belgelerinde Mustafa Kemal Atatürk, 1.C., s.XXVI)
a Amiral Webb'ten Sir R.Graham'a:
"Çanakkale Savaşı'nda bir fazlaca ün icra eden M.Kemal, Sadrazam tarafınca Samsun'a
müfettiş olarak gönderildi." (28 Haziran 1919, E.Ulubelen, s.192, belge sayısı
433)
G Albayrak gazetesi (Erzurum):
"Anafartalar'da ulusal şerefi, tarihin bugünkü nesilden beklemekte olduğu kutsal
rolü yükselten ve yücelten bu saygıdeğer komutanı, bugün de Milli Mücadele'nin
başlangıcında görmek, sevinçli bir görüntüdür." (14 Temmuz 1919, C.Dursunğlu, Milli
Mücadele'de Erzurum, s.94)
Q L'İllustration dergisi:
"Kararlı, sert fakat inanç etmiş olan M.Kemal Paşa, dünyaya baş kaldırmıştır.
Meslekten askerdir. Çanakkale'de, İngilizler karşısında kazanılmış olduğu büyük zafer,
anılmaya kıymet." (26 Şubat 1921/4069. rakam, aktaran (.Bardakçı, Taş-han'dan
Kadifekale'ye, s. 168-170) a Tevhid-i Efkâr gazetesi:
"Çanakkale'de iki kere İstanbul'u kurtarmış olan M.Kemal Paşa, bu kere da vatanı
kurtaracaktır." (31 Ağustos 1921, KS Günlüğü, 4.C., s.21)
D Arnold J.Toynbee:
" M.Kemal, Çanakkale muharebelerinde Anafartalar'da, İngiliz kuvvetlerini
durdurduğu vakit, hem bizim ülkemizde, hem Almanya'da bir kahraman olarak
tanınmıştı." (Turkey/Türkiye, s.98; kitabın orijinali 1926'da yayımlanmıştır)
Oysa Y.Küçük, mırıl mırıl ne masallar anlatıyordu: "Ortaya çıkardığım bulguların
şaşırtıcı bulunduğunu biliyorum! (T.Ü. Tezler 5, s.9) Doğru ve ilmi tarihin,
benim işaret ettiğim doğrultuda yazılacağından şüphe duymuyorum! (s.41) Benim
geliştirdiğim tezlerden birisi, Amasya yi buluncaya kadar M. Kemal'in
hiç bir planda mühim olmadığıdır, (s.353) M.Kemal, parlak subaylar için
bir model olmaktan uzak düşüyor." (s.366) Şimdi ne diyeceğini merak etmez
misiniz?
* 4-5-7. Çanakkale Savaşı'm iyi mi değerlendiriyorlar?
* 4-5-7-1 Genel değerlendirmeler
D K.Mısıroğlu:
"Çanakkale muharebeleri, bir müdafaa harbi olması bakımından Milli Mücadeleye
son aşama benzer ama elde edilmiş başarı bakımından Milli Mü-cadele'yle
karşılaştırılamayacak kadar büyük bir şerefi haizdir." (Lozan, 1.C., 8155-
156,292-293)
115
Her iki vaka da bizim için fazlaca kıymetli ve anlamlı. Birini ötekiyle
karşılaştırmak, ne iyi niyet ve mantıkla bağdaşır, ne de gaye ve imkânlar
bakımından doğru olur. Askeri ve siyasal neticeleri bakımından da tamamen iki ayrı
vaka. ilki, sonu yenilgiyle sonlanmış bir savaş arasında kazanılmış şerefli bir
muharebe, ötekisi ise kati bir zaferle sonuçlanmış şerefli bir savaş.
Yazar, sırf liderine karşı olduğundan Milli Mücadele'yi küçültmek amacıyla
Çanakkale'yi büyütüyor. Aksi benzer biçimde Çanakkale zaferinde M.Kemal'in de büyük görevi
ve oranı var. Öyleyse, ne yapmalı da bu görevi ve oranı küçültmeli? K.Mısıroğlu,
GRYT Ansiklopedisi yazarları ve Y.Küçük, bunu sağlamak umuduyla şu şekildeki bir metot
kullanmışlar:
Çanakkale savaşları ile alakalı, talep eder Türk, talep eder İngiliz, bütün askeri tarih
kitaplarından93 prensip olarak yararlanmıyorlar; birtakım gelişimleri bahsetmek için
makbuz yapmak zorunda kalırlarsa, M.Kemal'in övüldüğü kısımları büyük bir
dikkatle atlıyor veya zorlama yorumlarla gölgelemeye çalışıyorlar. Bazı kitap
ve anılardan, amaçlarına muadil düşen cümleler, parçalar, malumat kırıntıları
toplayıp kendi niyetlerine müsait bir mozaik oluşturuyorlar.94 Arada bir, birtakım
ciddi kaynaklara gönderme yaparak feyk
93) K.Mısıroğlu, Harp Tarihi Dairesini, "...tam bir Kemalist telkin altında
yetişen subaylardan kurulu" diye niteliyor. (Lozan, 1.C., s.43) Y. Küçük de,
"Savaş zamanı arşivlerini, tarih eğitimiyle hij-bir ilgileri olmayan emekli
subaylara açmak, zamanı örtmeye çalışmak demekftir.]" diyor. (T.U. Tezler 2,
s.634) Bu yüzden Türk savaş tarihlerinden yararlanmaktan kaçınıyorlar. İngiliz
savaş tarihinden de uzak duruyorlar, bu sebeple o da M.KemaPi övüyor. Ne yapsınlar?
Zorunlu olarak dedikodu tarihçiliği yapıyorlar!
Mesela Mısıroğlu esas olarak, Y.Küçük'ün bile "M.Kemal'e kinle dolu ingiliz
istihbaratçısı" diye nitelediği (T.Ü. Tezler 5, s.42) Yüzbaşı H.C.Armstrong'un
Grey Wolf (Bozkurt) isimli, tartışmalara yol açmış, arasında pek fazlaca yanlış bulunan
kitabına dayanıyor.
(Armstrong ve kitabı ile alakalı, ilerde, kısa malumat sunulacaktır. Türkiye'ye
sokulması yasaktı. 19 Mayıs 1919'a kadarki kısmı, Peyami Safa'nın çevirisiyle,
Sel yayınları içinde çıkmıştır. Bizi de kitabın bu kısım ilgilendiriyor aslına bakarsanız.
Bozkurt'un hepsi, 1996'da Arba Yay-nevi tarafınca yayımlanmıştır. Çev. Gül
Çağalı Güven)
Mısıroğlu, bir yerde de ingiliz gazeteci Ashmead-Barlette'in La Verite sur leş
Dardanel-les adıyla Fransızcaya çevrilmiş olan (Orijinali: The Uncensored
Dardanelles, Londra, 1927) eserinden bir paragraf aktarıyor. Fakat bu iki
yazarın cenk ile alakalı verdiği bilgilerin tamamını aktarmıyor, olayların
tarihlerini değiştiriyor, maksadına nazaran bir düzen yapıyor. Göreceğiz.
GRYT Ansiklopedisi yazarlarının dayanakları ise, "1915'te Çanakkale'de Türk"
isimli tek bir kitapçık. Kitap, M.Eğitim Bakanlığının 1957 senesinde, orta öğretim
öğrencilerine bedava dağıtılmak için bastırdığı 103 sayfalık bir anma
kitabıdır. Ama 'Genelkurmayın yayımladığı kitap' diye tanıtıyorlar. (1.C.,
s.101) Kitapta, Harp Tarihi Dairesince hazırlanmış 14 sayfalık rahat bir
Çanakkale Savaşı özeti var, gerisi anı, şiir ve fotoğraf. Çanakkale Savaşı ile
alakalı tüm bilgilerinin deposu işte bu 14 sayfalık rahat özet! Ayrıca Liman
von Sanders'in anıları ile General Hamilton'un güncesinin de tamamını değil,
Hayat Tarih mecmuası ile Yıllar Boyu Tarih dergisinde yayımlanmış özetlerini
okumuşlar. (1.C., s.81,139) Bu malumat düzeyi ile gerçekleri bilakis çevirmeye
yelleniyorlar, insan 6 ciltlik ansiklopedinin "gayr-i resmi" mi, yoksa "gayr-i
ciddi" mi olduğuna karar veremiyor.
'
Y.Küçük ise, R.R.James'in ve A.Moorehead'in kitaplarından yararlanıyor fakat
ikisini de dikkatle okumamış, okusa Çanakkale Savaşını kavrardı; şu şekildeki bir
tarayıp veya birine taratıp bir tek işine gelen birkaç paragrafı almış.
M.Kemal'i öven bütüh bölümlerin uzağından geçiyor.
bir bilimsellik havası yaratmaya çalışıyorlar fakat tüm bunlar dekoratif; asla bir
gönderme, esaslı bir mevzuda değil. Kaynaktaki bilgiyi de ya abartıyor veya
değiştiriyorlar.
Seçtikleri bu maksatlı ve kısır metot yüzünden Çanakkale Savaşını
öğrenememişler. Bunun için de en rahat ayrıntılarda bile yanılıyorlar; malumat
boşluklarını, yakıştırmalar veya mantık dışı yorumlarla dolduruyorlar. İşte
birtakım örnekler.
D Y.Küçük:
"[Gelibolu savaşı] tertipli birliklerin yapmış olduğu bir gerilla mücadelesidir...
Gelibolu'da cenk, askerlik sanatıyla alakalı görünmüyor; ölecek daha fazlaca kütlesi
bulunan ve şu yada bu biçimde bunu ileri sürebilen taraf, kazanmaya mahkûm
görünüyor... Gelibolu savaşının askerlik sanatı ile alakalı bir yanı bulunmuyor.
İnattır ve ölüm-beka savaşıdır." (T.Ü. Tezler 5, s.65, 68, 81)
Durumu Y.Küçük benzer biçimde kavramamış olan komutan ve kurmaylarsa, strateji, taktik,
cephe, kanat, direnek noktası, kuşatma, çevirme, saldırı, baskın, yarma,
müdafaa, tahkimat, mevzi savaşı filan benzer biçimde lüzumsuz fikir ve işlerle oyalanıp
durmuşlar. Hay şaşkınlar hay!
"Gelibolu, birbirine iki döşek kadar fazlaca yakın dereler, vadiler, sırtlar ve
tepeler topoğrafyasıdır. Hangi sırt, bayır, vadi yada tepenin, diğerinden daha
mühim yada stratejik olduğu üstünde her türlü münakaşa yapılabilir; ayırdetmek fazlaca zor görünüyor. Kaba Tepe, Çimen Tepe (Kocaçimen demek istiyor olmalı),
Savaş Tepe (?), Abdul rahman Burnu (Herhalde Abdurrahman Bayırı'nı kastediyor)
ve sayısız sırt ile vadiden hangisinin daha mühim bulunduğunu tartmak pek zor
olmalıdır." (T.Ü. Tezler 5, s.68)
İngilizler, araziyi değerlendirmeyi ve cenk planlarını buna nazaran yapmayı bir
yana bırakarak, hurraaaaa deyip stok halinde ilerlemeleri gerekirken, nedense '
Kocaçimen, Conkbayırı benzer biçimde bölgeleri ele dercetmek için didinip durmuş, bir tek
Conk-bayırı için 50.000 yitik vermişler.95 Talihsiz İngilizler, Y.Küçük'ü
okuyunca, Çanakkale'de onun benzer biçimde bir kurmayları olmadığına kimbilir ne kadar
yanacaklar!96
"Gelibolu cenginde hiç bir vakit bir cephe çizgisi, M.Kemal'in sonrasında
ünlenen sözcüğüyle bir cephe hattı bulunmuyor; cenk dereler, bayırlar, sırtlar
ve tepelerden oluşan bir yüzey, yeniden Kemal Paşanın sonrasında kullandığı bir
sözcükle, bir satıh üstünde gerçekleşiyor; Kemal'in 'hatt-ı savunma yok, sath-ı
savunma var' lafı, Kurtuluş Savaşımdan daha fazlaca Gelibo95) A.Moorehead, Çanakkale Geçilmez, s.178.
96) Çanakkale savaşları ile alakalı ingiliz savaş tarihini yazan General
Aspinall Oglander diyor ki: "Conkbayırı'nın 1915 Ağustosundaki yaşamı önemini
yada bu yüksek noktanın ingilizlerin elinde bulunmasıyla Türklerin maruz
kalacakları tehlikeyi idrak etmek için pek azca bir askeri malumat yeter." (Aktaran
C.Conk, s.78)
"Arazı, gerek stratejik, gerek taktik hareketlerde, mühim rol oynar. Açık,
kapalı, arızasız, fazlaca arızalı, kesik, sarp yamaçlı, ormanlık vb. olduğuna nazaran
harekâtı zorlaştırır veya kolaylaştırır. Bu sebeple araziden yararlanmasını
bilen komutan, kendisine organik bir destek kazanmış, kuvvetini çoğaltmış olur."
(Kur.Albay S.Kip, Askeri Kamus, s. 12)
117
lu'ya müsait düşüyor. Çerkeş Ethem'in gerillaları temizlendikten sonrasında, Kurtuluş
Savaşı, bir yüzey savaşı değil, bir cephe mücadelesidir." (T.Ü. Tezler 5, s.97)
Y.Küçük'ün bu mühim açıklamasından haberi olmayan Çerkeş Ethem de, ha bire,
'Nazilli Cephesi1, 'Salihli Cephesi1, 'cepheler1, 'Garp Cephesi1, 'Gediz
Cephesi1 deyip duruyor (Çerkeş Ethem'in Hatıraları, s.13, 27, 49, 107).
"Eğer Çunuk Bavırı'nda97 başarıya ulaşmış olmaları halinde, hasım kuvvetlerinin
Sarıbayır'ı98 da ellerine geçirecekleri ve böylece ilerleyerek Boğaz'ı
açacaklarını düşünme ve ileri sürmenin fazla inandırıcı olmayacağını sanıyorum.
Daha ilkin de belirttim, Gelibolu'da her tepe önemlidir. Aynı zamanda her tepe
önemsizdir." (T.Ü. Tezler 5, s.101)
Yarımadanın kuzeyindeki tüm savaşlar, sözünü etmiş olduğu o yerlerin etrafında
yaşanıyor ve oralardardahep M.Kemal var; bu nedenle Y.Küçük bu yerlerin,
dolayısıyla da M.Kemal'in önemsiz bulunduğunu ispat etmek için çabalıyor. Haydi, biz
bu lafları ciddiye alalım, gelgelelim İngilizleri inandırmak zor görünüyor.
Mesela Anzak Kolordusu Komutanı General Birdvvood diyor ki: "Sarıbayır Boğaz'ın
kalesi, Conkbayır ise onun anahtarıdır."99
"Gelibolu, kahraman komutanı imkânsız bir savaşım alanıdır... Gelibolu'da
hiç bir komutanın [M.Kemal'in], kahraman olma imkânı bulunmuyor (s.67) Tekrar
etmekte fayda var, kahraman komutanı imkânsız bir cenk yaşanıyor. (s.84)"
Ve tezini tekrar açıklıyor:
"Bir komutan savaşı olmayan bir harpte, bir ihtiyat tümeninin komutanının
IM.Kemal'in], tüm birlikleri aşarak savaşı kazanmak ve kahramanlık iddiasında
bulunmasını, hiç bir ciddi tarih yazıcısının ciddiye almasını, imkân dahilinde
göremiyorum." (s.85)
Son cümleyi acıklı akıbeti ile başbaşa bırakarak, birkaç malumat hatası daha
sergiliyorum:
D Savaşın başladığı gün, Anafartalar'da"bir tümenin olduğunu sanan
K.Mısıroğlu diyor ki:
"Anafartalar'daki 9.Tümenin komutanı, bir Alman zabiti olan Kannengiesser'di.100 M.Kemal'in ihtiyatta olan 19.Tümenine çıkarmayı haber verdi."
(Lozan, 1.C., s. 157, 158)
97) Y.Küçük'ûn "Çunuk Bayır" söylediği yer, bildiğimiz Conkbayırı. Mısıroğlu da
"Şunuk Bayırı" diyor. (Lozan, 1.C..S.158) Yalnız birkaç yabancı kitaptan
yararlandıkları için bölgeleri, Lorel-Hardı diksiyonuyla adlandırıyorlar.
98) Kocaçimen, Conkbayırı, Besim Tepe, Düztepe'nin yer almış olduğu rakım
kütlesine İngilizlerin verdiği ad.
99) Aktaran H.Bayur, Türk inkılabı Tarihi, 3.C., 2.Ks., s.332.
100) Mısıroğlu'nun bu yanlışının deposu, Armstrong'un kitabı. Armstrong
yanlış yazıyor, Mısıroğ-lu da bu hatası bizlere satıyor. (P.Safa, Bozkurt,
s.50,57)
118
D Buna mukabil GRYT Ansiklopedisi de şu şekildeki yazıyor: "Mısıroğlu'nun, Albay
Kannengiesser'i 9.Tümen Komutanı olarak göstermesi pek gerçeklere uymamaktadır.
Bu bölge komutanının Vehip Paşa olduğu katidir." (1.C., s.104. Ansiklopedi bu
hatası, devamlı yine ediyor.)
Doğrusu: İkisi de atıyor! Aşağıda Y.Küçük'ün de bu karavana atışa hararetle
katıldığını göreceğiz. İlk günü tüm Anafartalar kesiminde ancak bir tabur
var, o da aksi benzer biçimde M.Kemal'in 19.Tümeninin 77.Alayına bağlı 3. Tabur.101
9.Tümenin karargâhı ise, o tarihte Anafartalar'da değil, yarımadanın ta doğu
kıyısında, Maydos'da.102 Komutanı da o tarihte ne Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu
benzer biçimde Kan-nengiesser, ne de bizim ansiklopedistlerin ileri sürdüğü benzer biçimde Vehip
Paşa, Albay Halil Sami Bey.103 Mısıroğlu, Kannengiesser için general diyor, o
tarihte Kannengies-ser, general de değil.104
D GRYT Ansiklopedisine nazaran, Ağustosta, Saros'dan Anafartalar kesimine
getirtilen ve Anafartalar Grup Komutanlığına atanan 16.Kolordunun Komutanı Albay
Fevzi Bey, "daha sonraki unvanıyla Mareşal Fevzi Çakmak'tır." (1.C., s.125).
Ansiklopedi, Fevzi Çakmak'ın devasa bir resmini de koyarak sayfayı süslemiş.105
Doğrusu: 16. Kolordu Komutanı Albay (Beylerbeyi!) Ahmet Fevzi Bey başka biri,
(Kavaklı) Mustafa Fevzi (Çakmak) Paşa başka. İki ayrı şahıs. Üstelik M.Fevzi
(Çakmak) Paşa, tam bu sırada, Gelibolu'nun güneyinde bulunan S.Kolorduya komuta
etmektedir.106 A.Fevzi Bey, yerine Albay M.Kemal atanınca, istanbul'a dönecek,
sonrasında da Viyana askeri ataşeliğine atama edilip cenk bitene kadar orada
kalacaktır.107 Hem Hikmet Bayur, hem Celal Erikan, Fevzi Bey ile Fevzi Paşayı
karıştırmasınlar diye okuyucularını uyarmışlar da.108
101) Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.34.
102) Çanakkale Cephesi, 1. Kitap, s.237 vd., ek olarak 15 No.lu kroki.
103) Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.18; Kannengiesser Haziran ortasında
9.Tümen komutanı olacaktır. (F.Belen,1. Dünya Harbinde Türk Harbi, 1.C., s.17)
104) Sonradan generalliğe terfi eden Hans Kannengiesser, Çanakkale'yle alakalı
bir anı-tarih yayımlamıştır: Gallipoli, Beteutung und Verlauf der Kâmpfe 1915,
Berlin, 1927; bu kitabında M.Kemal'den şu şekildeki laf ediyor: "M. Kemal, yaman erkek.
Her sonucu kendi başına veriyor, ne istediğini oldukça iyi biliyor." (Aktaran,
Selahattin Çiller, Mustafa Kemal Atatürk için Diyorlar ki, s.27)
105) Abdurrahman Dilipak da, A.Fevzi Beyi, Fevzi (Çakmak) Paşa sanıyor. (CG
Yol, s.21)
106) İ.Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s.80.
107) İ.Görgülü, a.g.e., s.98; S.Adil, Hayat Mücadeleleri s.260; Ansiklopedi,
verdiği yanlış bilginin kaynağını da göstermiş: "Hayat Tarih mecmuası, Mart
1965." Oysa gösterdiği kaynakta deniliyor ki: "Anafartalar Cephesi
kumandanlığında bir ara Fevzi Paşa (Mareşal Fevzi Çakmak) da bulunmuştur." Bu
cümleden o anlamı çıkarmak da büyük bir beceri. Fevzi (Çakmak) Paşa gerçekten
Anafartalar Cephesi Komutanlığına vekalet edecektir fakat dört ay sonrasında,
M.Kemal'in bu görevden ayrılmış olduğu 10 Aralık 1915'te. (İ.Görgülü, a.g.e., s.98)
Bizimkiler araştırma özürlü oldukları için bir tek tarihleri değil, kişileri de
birbirine karıştırıyorlar.
108) H.Bayur, Hayatı ve Eseri, s.88; C.Erikan, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.159.
119
n Y.Küçük'e nazaran, 25 Nisanda çıkarma başlarken, Türk kuvvetlerinin yerleşimi de,
meğerse şöyleymiş:
"Gelibolu, fazlaca parlak iki komutan olan Esat ve Vehip Paşaların komutasında iki
kolorduya ayrılmış bulunuyor. Vehip cenup bölgesine; Esat ortada, Anzakların
karşısındaki bölgeye komuta ediyor; kuzeyde, Bolayır'da Fevzi Bey var...
Bunların emrinde tümenler ve tümen komutanları var. Kemal Bey, ihtiyata ayrılmış
19.Tümenin komutanı oluyor... Bir ordu komutanını, iki kolordu komutanını, pek
fazlaca tümen komutanını" bir kenara atarak, tüm mücadeleyi ihtiyat tümeni
komutanı olarak bu muharebeye katılan Kemal Beyin adına yazabilmek için bir tek
târihin falsifikasyonu (çarpıtılması) ehil olmayabilir; bununla beraber aklı
bozmak zorunludur." (T.Ü. Tezler 5, s.66; bu iddiaları, 81. ve 85. sayfalarda da
yine ediyor.)109
Aralarında yanlış değiş tokuşu mu yapıyorlar, nedir, GRYT Ansiklopedisinde de
aynı şeyler yazılı:
"Müttefiklerin ciddi hücumuna uğrayan bölgenin kuzeyinde Esat Paşa
kumandasındaki birlikler, güneyinde de Vehip Paşa kumandasındaki birlikle
bulunuyordu... Müttefiklerin gözünü diktiği Seddülbahir bölgesi (yarımadanın en
güneyi) Vehip Paşanın kumandası altındaydı; savunmadan daha fazlaca, gözetleme
hizmeti ile vazifelendirilen bu 9.Tümen, fazlaca geniş bir cephe üstünde
bulunuyordu." (1.C., s.89, 91)110
Doğrusu:
Bu tarihte Vehip Paşa Gelibolu'da değil; Trakya'daki 2. Ordunun komuta109) Y.Küçük, Tezler 5'in 85. sayfasında, sanki tersini yazan olmuş benzer biçimde,
M.Kemal'in ordu ihtiyatın-daki bir tümenin komutanı bulunduğunu ispat etmek azmiyle
M.Larcher'in La Guerre Turçue Dans Le Guerre Mondiale isimli eserinin 212.
sayfasında bulunan detayları Fransızca olarak aktarmış. (Söz mevzusu kitap, 3
cilt olarak Yb.M.Nihat tarafınca Türkçeye çevrilmiş ve 1927'de Genelkurmayca
yayımlanmıştır.) Ama yapmış olduğu Fransızca alıntıya şu şekildeki bir göz ucuyla olsun
bakmamış; baksa, Vehip Paşanın da, A.Fevzi Beyin de adlarının geçmediğini görür,
o tarihte Gelibolu'da bulunmadıklarını anlardı.
Vehip Paşa ile alakalı malumat verirken de, 'İngilizler tarafınca tutuklanarak
Malta'ya götürüldüğünü, oradan kaçtığını' ileri sürüyor, (s.84) Bu malumat de
doğru değil. Vehip Paşa ne Malta'ya sürülmüş, ne de Malta'dan kaçmıştır.
(Malta'ya sürülenlerin genel sıralaması: B.N.Şimşir, Malta Sürgünleri, s.415-420;
ek olarak, Malta'ya sürülen subayların tam sıralaması, i.Görgülü, 10 Yıllık Harbin
Kadrosu, s. 192)
Vehip Paşa, ilk tutuklama furyası esnasında yakalanıp Bekirağa Bölüğü'ne
hapsedilmişse de oradan kaçıp İtalya'ya gitmiştir. (Yüzbaşı Selahattin'in
Romanı, 2.C., s.17; HTM, 1972/5, s.21) T.M.Göztepe, Vehip Paşanın, "Batum'da
yapmış olduğu söylenen milyonluk bir petrol yolsuzluğu suçuyla tevkif edildiğini"
ileri sürüyor. Günahı boynuna! (V. M. Gayyasında, s.91)
110) Vehip Paşayı 9.Tümen Komutanı sanan ansiklopedistler, vakaları
kavrayamayınca şu şekildeki yazıyorlar: "Ama Vehip Paşanın kumandayı ele alış zamanı
bizce tam tespit edilememiştir. (!) Asıl 9.Tümen kumandanı olan Albay H.Sami
Beyin ne vakit kumandayı bıraktığı yada devrettiği ise sarahat kazanmamamıştır.
(!)"
Ansiklopedistlere not: 10 Yıllık Harbin Kadrosu isimli kitapta (s.71,79, 90)
ehil malumat var'
120
m. Kara savaşlarının başlamasından iki buçuk ay sonrasında, 9 Temmuzda Gelibolu'ya
gelecektir.111 O tarihte A.Fevzi Bey de daha İstanbul'da.112 Saros Grubu Mayıs
sonucunda kurulacak ve Fevzi Bey bu grubun komutanlığına o vakit
getirilecektir.113 Savaş başladığı vakit Gelibolu'da, ismi geçenlerden bir tek
Esat Paşa bulunuyordu fakat onun emrinde de, o şekildeki bolca keseden attıkları benzer biçimde
'tümenler1, 'birlikler' değil, ilk gün Liman Paşa /.Tümeni Saros'a sevk etmiş olduğu
için bir tek bir tümen kalmıştı: 9. Tümen!
M.Kemal'in ihtiyat tümeni komutanı olması mevzusuna ulaşınca, aşağıda göreceğiz,
daha savaşın ilk günü, sabah saat 08.00'de, 19.Tümenin ihtiyat donanması olma
niteliği sona erecektir. Sanki tüm cenk süresince ihtiyat tümeni komutanı
kalmış benzer biçimde M.Kemal'den devamlı 'ihtiyat tümeni komutanı' diye laf etmenin
nedeni bir tek bilgisizlikle açıklanamaz, Küçük'ün üslubuyla söyleyeyim, aklı
M.Kemal ile bozmak da zorunludur.114
Savaşı işte bu malumat düzeyi ile çözümleme edip değerlendiriyorlar.
Tartışma mevzusu M.Kemal olduğundan ilk günkü savaşı, onunla alakalı hususları
öne alarak özetleyeceğim.115
* 4-5-7-2. İlk gün ve Arıburnu savaşları
25 Nisan 1915 günü hasım, Saros'a ve Asya kesiminde Beşige'ye çıkarma
yapacakmış benzer biçimde davranır, bir hasım alayı Asya yakasındaki Kumka-le civarına, 3
hasım tümeni Gelibolu yarımadasının Seddülbahir kesimine, 2 tümen (Anzak
Kolordusu) de Kabatepe-Arıburnu arasına çıkmaya başlar, 24 saatte toplam 75.000
asker çıkarılacaktır.
Arazinin özelliği:
Gelibolu yanmadasınının ortasında, yarımadanın belkemiği olarak nite111) Vehip Paşa, 9.7.1915'te 'ordu komutanı yetkisiyle Güney Grubu
Komutanlığına' getirilecektir. (Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.222); ek olarak,
i.Görgülü, a.g.e., s.79; Liman Paşa da anılarında Vehip Paşanın cepheye geliş
tarihini belirtiyor (s.100) ve bizimkiler Ordu Komutanının anılarını bile
okumadan Çanakkale'yi analize yelteniyorlar.
112) Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.82.
113) a.g.e., s.84.
114) M.Kemal'in ihtiyat tümeni komutanı olduğu, Y.Küçük'un şifa bulmaz bir
takıntısı. O kadar ki 18 Mart günü bile ihtiyat tümeni komutanı bulunduğunu ileri
sürüyor, (s.71) Soyadıyla ters orantılı bir yanlış. Çünkü M.Kemal'in tümeninin
ordu ihtiyatı olması, 5.Ordunun kurulup (25 Mart) Liman Paşanın Ordu
Komutanlığına atanması ve birlikleri yine düzenlemesinden sonradır.
18 Martta M.Kemal'in 19.Tümeni, Maydos-Seddülbahir-Morto limanı kıyılarının
korunma-a görevliydi ve avrıca. 9.Tümenin ?fi «Q
sıyla görevliydi ve ek olarak, 9.Tümenin 26.ve 27. Alayları da emrindeydi.
(Prof.Dr. A.Çaycı.
H.Bayur,flayatı ve Eseri, .s.72; Fahri Çeliker, Çanakkale ve Mustafa Kemal Atatürk, s.34,
AAMD, rakam 19, . ı.c nakkale ve M.Kemal, s.641 vd., AAMD, rakam 9)
115) Özet için yararlandığım kaynaklar: Esat Paşanın anıları; C.Erikan, Komutan
Mustafa Kemal Atatürk; F.Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti; Tuğgeneral C.F. Aspinall
Oglander'in yazdığı ingiliz resmi zamanı: Gelibolu; Çanakkale Cephesi isimli
askeri tarihin 2. Kitabı; Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi No. 4 (27.Alay ile
19.Tümenin 25 Nisandaki hareketleri inceleniyor); düşmanı ilk karşılayan 27.Alay
Komutanı Yarbay Şefik Aker'in anı-tutanağı (Arıburnu Savaşları ve 27.Alay).
121
lendirilen bir rakım kütlesi (ingilizler buraya Sarıbayır diyorlar) vardır.
Bu yüksekliği elinde bulunduran taraf, Ege denizi ve Boğaz'a kadar olan tüm
araziyi denetimi dibine alacağı için duruma hâkim olur.116 Kocaçimen Tepesi bu
yükseltinin en yüksek noktasıdır. Sarıbayır yükseltisi, Kuzey Arıbur-nu ile Kaba
Tepe arasına, muhtelif kollar halinde ve gittikçe alçalarak iner. Conkbayırı, Düz
Tepe, Besim Tepe, Kemalyeri, Kanlısırt, Kırmızısırt vb. benzer biçimde savaşlarda isimleri
fazlaca geçecek olan tepeler ve mevkiler, bu kolların üzerindedir. Seddülbahir
kesimi dışındaki tüm muharebeler bu sarp bölgede geçecektir.117
Düşmanın planı özeile_şöyle:
Asya yakasında Kumkale kesimi: Oradaki 2 Türk tümenini yerinde tutup Gelibolu'ya
geçirilmelerini önlemek için azca kuvvetle çıkarma yapmış olup oyalama savaşı yapmak ve
çekilmek, Beşike limanlarına ise çıkarma meydana getirecek benzer biçimde aldatıcı hareketlerde
bulunmak,
Saros Körfezi: Bolayır çevresine çıkarma meydana getirecek benzer biçimde aldatıcı hareketlerde
bulunmak,
Kabatepe-Arıburnu kesimi: Öğleye kadar Kabatepe-Conkbayırı-Ko-caçimen Tepe
çizgisini ele geçirerek, taarruzu doğuya doğru geliştirmek ve böylece
Seddülbahir'deki Türk kuvvetlerini (şu demek oluyor ki 9.Tümeni) kuzeyden kuşatmak,
Seddülbahir kesimi: ilk hamlede, kıyıdan 6 km. uzaktaki Alçı Tepeyi ele dercetmek
ve yarımadanın güneydeki en dar yeri olan Kaba Tepe-Maydos çizgisine ulaşmak.
Seddülbahir ve Arıburnu kesimlerine çıkan kuvvetlerin ortak hedefi, Çanakkale
Boğazına bakan Kilitbahir yaylasını (platosunu) işgal etmek118 ve Boğaz'a ve iki
yakadaki tabyalara hâkim olan bu alandan, Türk müdafaa sistemini çökertmek.119
S.Türk Ordusunda, toplam 6 tümen (50.000 şahıs) var; tümenlerin yerleşimi de
şu şekildeki: Anadolu yakasında, Weber Paşa komutasında 2 tümen; Rumeli yakasında 4
tümen; bu 4 tümenden biri kuzeyde, Saros kesiminde
116) General Hamilton, "Bütün tertipler... Sarı Bayır'ın doruklarına
(Kocaçimen, Conkbayırı) bağlı" diyor. (R.R.James, Gelibolu Harekâtı, s.315)
117) Arazi ve taktik noktalar ile alakalı daha çok malumat için Şefik Aker, s. 13
vd.
118) İngiliz resmi savaş tarihinden: "İstila kuvvetleri 25 Nisan'da Seddülbahir
ve Anzak (Arıburnu) etrafında karaya çıkarıldığı zaman, iki gün sonrasında İngiliz
ve Avustralyalı piyadelerin, Kilitbahir yaylasına saldırı ederek... burayı
alacakları umut ediliyordu." (A. Oglander, s.35, BTTD, Sayı 13, Mart 1986)
"Çanakkale Boğazı'nın merkez tahkimatını bu plato (Kilitbahir) korumaktadır."
(Çanakkale Cephesi, 1. Kitap, s.15)
119) "Mareşal Liman von Sanders'in planı, adeta bu planın uygulanmasını
kolaylaştırıyordu." (Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi No.4, s. 12)
122
(5.Tümen, komutanı Alb.Basri Somel); Liman Paşa, 25 Nisan sabahı Gelibolu'da
bulunan 7. Tümeni de (Komutanı Alb. Remzi Alçıtepe) Saros'a sevk edince,
yarımadada bir tek 2 tümen kalır.
Biri, 3.Kolordu Komutanı Esat Paşaya bağlı olan Alb.Halil Sami Bey komutasındaki
9.Tümendir. (Ötekisi, M.Kemal'in ordu emrindeki 19.Tümeni)
Seddülbahir'de birkaç ayrı noktaya çıkan hasım birliklerini, 9.Tümenin kıyıda
bulunan cılız kuvvetleri karşılayacak ve erime pahasına akşama kadar
direnecektir.120 Tümenin ihtiyattaki 25. ve 26. Alayları yetişince, konum
dengelenmese bile inat gücü artar.
Kaba Tepe-Arıburnu. arasındaki kesiminin kıyı güvenliği de, yeniden 9.Tümenden
27.Alaya aittir. Liman Paşanın müdafaa planına nazaran bu alayın da büyük bölümü
fazlaca geride, Maydos civarında bulunuyor. 12 km.lik kıyıda ancak minik
birlikler halinde yayılmış olan yalnız tabur var. 27. Alay Komutanı (Yb.Şefik
Aker), çıkarmadan ilkin, alayını ileriye yanaştırmayı ve bölgenin en tehlikeli sonuç
kıyılarını daha güçlü tutmayı birkaç kere önermişse de, ordunun genel müdafaa
sistemi hatırlatılarak red olunmuştur. Bu tek taburun kıyı süresince yayılmış
minik birlikleri, düşmanın sayıca ezici üstünlüğü ve donanmanın korkulu ateşi
altında eriye eriye gerilemeye başlayacaklardır. (2.Kitap, s.97 vd.)
Liman Paşaya bağlı ve ordunun genel ihtiyatı olan ve M.Kemal'in komuta etmiş olduğu
19.Tümen ise, merkezde bir yerde bulunuyor (Bigalı-Maltepe); ama Ordu
Komutanının izni olmadan kullanılması olası değil. Liman Paşa, o sabah, aslolan
çıkarmanın Saros-Bolayır kesimine yapılacağını tahmin ederek, oraya gitmiş, bu
tümenin iyi mi kullanılacağı mevzusunda bir direktif da bırakmamıştır.121
120) '1915'te Çanakkale'de Türk' isimli kitapçıkta yer edinen özette, 9.Tümenin
alaylarının yerleşimi açıklandıktan sonrasında da şu şekildeki deniyor:"... 9.Tütnen, hasım
çıkarma faaliyetine nazaran ihtiyatın-daki kuvvetlerini kullanmada serbest
bulunuyordu. 9.Tümenin peşinde, Bigalı-Maltepe etrafında, ordunun ihtiyatı
olarak Yarbay M.Kemal Beyin kumandasında 19.Tümen vardı." (s.7)
GRYT Ansiklopedisinin yazarları, bu bilgiyi bakınız iyi mi yorumluyorlar:
"Genelkurmayın da açıklamış olduğu benzer biçimde hasım ordusu ile yüzyüze gelecek olan Osmanlı
ordusunun ihtiyat donanması 9.Tümen idi. Yarbay M.Kemal Beyin kumandasında bulunan
19.Tümen ise ordunun ihtiyatı, şu demek oluyor ki yedeğin yedeği idi." (1.C., s.85) Sayfanın
başına da, "M.Kemal'in tümeni yedeğin yedeğiydi" diye iri harflerle antet
atmışlar!
g.Tümen, Gelibolu'nun olası çıkarma noktalarında sorumlu bir birlik, şu demek oluyor ki ilk
hatta. İlk hatta bulunan bir birlik, ordu ihtiyatı olur mu? Askercilik oynayan
çocuklar bile olamayacağını bilir. Her savaşacak birlik, aslına bakarsanız bir kısım
kuvvetini ihtiyat olarak geride bulundurmak zorundadır; g.Tümen, Liman Paşanın
planı uyarınca, kuvvetinin gerekenden daha çoğunu geride tutmaktadır. Söz mevzusu
özet, turnenin, bu sakat seka yüzünden, kendi ihtiyatlarını sadece cenk
başladıktan sonrasında kullanabildiğini belirtmek istiyor.
GRYT Ansiklopedisi yazarları, M.Kemal'i önemsizleştirebilmek için bu rahat özeti
bile anlamamış görünmeyi göze alıyorlar...
121) Çanakkale Cephesi, 1. Kitap, s.235-239 ve 15. sayılı kroki. ->
123
Kısacası, Seddülbahir ve Arıburnu'na çıkan hasım, savaşın ilk saatlerinde,
karşısında bir tek 9.Tümene bağlı minik ve birbirinden uzak birlikler bulacaktır.
Saat 05.10: 9.Tümen Komutanı, Kolorduya ve 19.Tümen'e, Seddül-bahir'e ve
Arıburnu'na çıkarmanın başladığını bildirir; 27.Alay Komutanı, 'alayının derhal o
kitleye hareket etmesini' öneri edecek fakat 9.Tümen Komutanı kabul etmeyecektir.
(F.Altay, s.88, Ş.Aker, s.32) Bu arada M.Kemal, bulgu için tümen süvari bölüğünü
^Çonkbayırı kesimine yollar ve birliklerine alarm verir (Belen, s.245; Çanakkale
Cephesi, 2. Kitap, s. 107) ve Esat Paşa ile telefonla konuşur; Saros'tan ve
Anadolu yakasından malumat gelmediğini, bütün çıkarma yerlerinin daha belli
olmadığını öğrenir. (Erikan, s.129)
Saat 05.30: 9 .Tümen komutanı Albay H.Sami Bey, 19.Tümen Komutanlığına şu mesajı
verir: "Düşman, Arıburnu'ndan Kabatepe sırtlarını sarmaktadır. Yakınlığınız
dolayısıyla, Maltepe'deki kuvvetinizden bir taburu, Ka-batepe'nin kuzeyindeki
Arıburnu'na karşı olan sırtlara ivedilikle gönderip sonucunu bildirmenizi rica
ederim." (Bayur, s.76, Erikan s.130)
Saat 05.45: 9.Tümen Komutanı, gecikmeli olarak, iki taburlu 27.Alayı Arıburnu'na
doğru yola çıkarır. (Ş.Aker, s.33; Çanakkale Cephesi 2. Kitap, s. 101; F.Altay,
s.88)
Saat 06.30: 9.Tümenin yardım isteyen mesajı 19.Tümene ulaşır. (Erikan, s.129)
Genel konum hemen hemen aydınlanmadığı için 19.Tümenin orduca nerede kullanılacağı
daha belli değildir.122 M.Kemal diyor ki: "... düşmanın Kabatepe civarında
mühim kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki vuku buluyorEsat Paşanın Kurmay Başkanı Fahrettin (Altay) özetle diyor ki:' M.Kemal savaşın
başlamasından ilkin, birliğinin, tehlikeli görmüş olduğu Anburnu kesimine
kaydırılmasını islemiş, Liman Paşa kabul etmemişti; hiç değilse Kocaçimen Tepeye
yaklaştırılmasını önerdi, Liman Paşa bu öneriyi de reddetti.1 (Belleten, XX/80,
s.605)
122) Fahrettin (Altay) diyor ki: "M.Kemal de Arıburnu'na hareketine müsaade
istiyor. Bu tümen ordunun emrinde olduğu için, oradan soruluyor. Ordu buyruk
vermekte gecikiyor." (s.88) Liman Pasa bu sırada Bolayır'dadır. Esat Paşa da
diyor ki: "Durumu bildirmek, lüzumlu emirleri almak suretiyle kendisini (Liman
Paşayı) aramaya gittim... Kendisinden yapılacak hareket ile alakalı hiç bir direktif
alamadım." (Esat Paşanın anıları, s.38) F.Altay, 'Ordu emrinin sadece dört saat
sonrasında geldiğini" kaydetmektedir. (On Yıl Savaş, s.95)
C.Erikan, M.Kemal'in verdiği bu riskli sonucu, birçok açıdan değerlendirdikten
sonrasında diyor ki:
"M.Kemal'in hareketi ne diye nitelendirilebilir? İsterseniz görmüş olduğu bir
tehlikeyi ortadan kaldırmak ve devam eden durumdan kurtulmak için üstün bir
inisiyatifle hareket, dilerseniz ayaklanma, dilerseniz keyfe nazaran hareket
deyiniz. Bu hareketinin sorumluluğuna göğüs gerecekti." (Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.
131)
Liman Paşa, ilerde göreceğiz, emrini savsaklayan 16.Kolordu Komutanı A.Fevzi
Beyi, hemen görevden alacak ve cephe gerisine postalayacaktır. Eğer olayların
gelişimi, bu istisna kararın doğru ve lüzumlu bulunduğunu kanıtlamasaydı,
herhalde M.Kemal de aynı akıbete uğrardı.
124
du. Bu işin içerisinden bir taburla çıkmak olası olmayacağını, herhalde evvelce
tahmin ettiğim benzer biçimde tüm tümenimle düşmana yönelmenin kaçınılmaz bulunduğunu
takdir ediyordum." (M.Kemal ile Mülakat, s.19) Ve ordunun iznini beklemeden,
'bir alay ve bir dağ bataryası ile' başından beri tehlikeli bulduğu 'Arıburnu
kesimine yetişmeye karar verir, diğeri iki alayına da harekete hazır' olmalarını
emreder'. (M.Kemal'in ATAŞE Arşivinde bulunan Arıburnu Muharebeleri Raporu'ndan
aktaran C.Erikan, s.130; M.Kemal'in yazılı emri, s.132)
Saat 07.00: Anzak (Avustralya-Yeni Zelanda) birlikleri, kıyının 100 metre
yakınına kadar sokulmuş birtakım cenk gemilerinin ateş desteği altında, kuzeyde
Conkbayırı doğrultusunda ilerlemiş, güneydoğuda Kanlısırt ve Ke-malyeri'ne
yaklaşmışlardır.
Saat 07.50: M.Kemal Gelibolu'daki 3.Kolordu Komutanı Esat Paşaya özetle şu
tutanağı yollar: "Düşmanın Kocadere batısındaki sırtları (Conkbayırı kesimi) işgal
etmesine meydan vermemek için, 57.Alay ve bir dağ bataryasını şimdilik o tarafa
hareket ettiriyorum. Düşmanın qüç ve durumunu idrak etmek, ona nazaran lüzumlu
tedbirleri almak suretiyle, Tümen Kurmay Başkanını karargâhta bırakarak bizzat oraya
gidiyorum. Tümen büyük kısmının kullanılmasını gerektirecek bir konum olunca,
tümenin başına geleceğimi arz ederim." (Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi,
No.4, s.19)
Saat 08.10: M.Kemal, 57.Alay (Komutanı Bnb.H.Avni) ve Dağ Topçu Taburuyla
beraber Kocaçimen'e doğru yola çıkar. (C.Erikan, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s. 133)
Böylece ihtiyatta bekleyen bir tümen olma niteliği biter.
Saat 08.25: 9.Tümen Komutanından 27.Alay Komutanına buyruk: "19.Tümen şimdi 57.
Alayını, Kocaçimen istikametine hareket ettirdi. 19.Tümen Komutanı da alayla
birlikte gidiyor. İrtibat tesisi ile (rabıta kurarak) tevhid-i hareket ediniz
(beraber hareket ediniz)." (Ş.Akers.47)
Saat 09.00: Anzaklar, Conkbayırı'na ulaşmış, (Erikan, s.135) Kanlısırt'ta
bulunan batarya da, 3 topunu düşmana kaptırarak geri çekilmiştir. (Stratejik ve
Taktik Sonuçlar Serisi, No.4, s. 16)
Saat 10.00: M.Kemal 57. Alayı, düşmanın şimal (sol) kanadına taarruza
kaldırır,123 9.Tümenin 27.Alayına da, batıya doğru taarruzunu sürdürmesi
haberini yollar. (C.Erikan, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.134) Bu sırada Anzakların karaya
çıkan kuvveti 12.000 kişiye ulaşmıştır. (C.Erikan, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.135)
123) Arazinin yapısı gereğince, Conkbayırı kesimine fazlaca ehemmiyet veren M.Kemal, bu
taarruzdan ilkin 57.Alayın subaylarına şu şekildeki diyecektir: "Ben size saldırı etmeyi
emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek vakit arasında
yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir (geçebilir)." (M.Kemal ile
Mülakat, s.30) Conkbayırı'na ehemmiyet vermekte ne kadar haklı olduğu, hem olayların
gelişiminden, aynı zamanda savaştan sonraki resmi ve hususi yayınlardan anlaşılıyor.
125
Saat 10.24: M.Kemal karargâhta bıraktığı Kurmay Başkanı Bnb.İzzettin Çalışlar'a,
tümenin kalan iki alayının da Kocadere'ye yaklaştırıl-ması emrini verir ve
kararını yeni bir raporla da Kolorduya bildirir. (C.Erikan, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.
134; raporun tam metni için R.Eşref, s.28; teferruat için Çanakkale Cephesi,
2.Kitap, s. 109 vd.)
O gün meydana getirilen kanlı savaşlar sonucunda, tüm Anzak birlikleri, kuzeyden
19.Tümenin, doğudan 27.Alayın taarruzları karşısında, aldıkları tüm bölgeleri
Türklere bırakaraKkryıdaki sırtlara kadar geri çekileceklerdir. Hızla ele
geçirileceği umulan Kaba Tepe- Conkbayırı- Kocaçimen çizgisi fazlaca uzakta
kalmıştır.
Özet için esas aldığım kitaplar, İngiliz Harp Tarihi de dahil, Arıburnu
savaşının ilk gününü şu şekildeki değerlendiriyorlar:
'M.Kemal, düşmana saldırı etmek için Ordu Komutanının iznini bekle-şeydi,
hasım, daha ilk saatlerde bölgeye hâkim olan Conkbayırı ve Koca-çimen'i ele
geçirerek Boğaz yolunu açmış ve Seddülbahiri'i korumak için çaba sarfeden 9.Tümeni kuzeyden
kuşatmış olacaktı. M.Kemal, hızla hareket edip Anzak birliklerini sert bir
taarruzla geri sürerek, bir ihtimal de savaşı sona erdirecek olan bu fazlaca tehlikeli
gelişimin önüne geçmiştir.'
Buna mukabil düşmanın feyk çıkarma gösterilerine kapılan Liman Paşa, 5. ve
7.Tümenleri Saros civarında, Asya Grubu Komutanı Weber Paşa da 11.Tümeni Beşiğe
civarında boş yere tutarak, Gelibolu'daki 2 tümenimizi, Birleşik Filonun
yüzlerce ağır ve uzun menzilli topu tarafınca desteklenen hasım kuvveti
karşısında bir tek bırakırlar.124
Ateş, araç-gereç ve rakam übtünlüğüne karşı denge, sadece kanla sağlanacak125 ve
cenk sonuna kadar da bu şekilde korunabilecektir.
124) "25 Nisan günü, iki Alman subayının eli altında bulunan kanat kuvvetleri,
tamamen hareketsizliğe mahkûm edilerek, düşmanın karaya çıkmasına ve tutunmasına
fırsat verilmiştir." (Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi, No.4, s.24)
125) Hamilton'un, denizden bombardımana ilişik birtakım notları: "25 Nisan,
Arıburnu kesimi: Ûueen Elizabeth tüm kuvvetiyle hasım üstüne çullandı. Her top
alev saçıyor, kükrüyor ve gökteki yıldızları titreten bir şiddetle patlıyordu.
Kulaklarımız mumla tıkalı, gözlerimiz soluk kesici sarı infilaklardan yarı
yarıya kör şekilde. 15 inçlik ağır toplar, yüksek patlayıcı madde doldurulmuş
mermileriyle, hasım topraklarını hallaç pamuğu benzer biçimde atıyor... 26 Nisan,
Arıburnu kesimi: Türklerin dehşetli karşı taarruzları başladı... Bu kere
organize bir gayretle merkeze yükleniyor... Prince of Vales kruvazörü, hemen
Türklerin üstüne çevirilmiş olduğu toplarıyla ateşe başlıyor.
/ Arkasından Oueen Triumph, Majestic, Baccante, London zırhlıları toplarıyla
ölüm saçmaya başlıyorlar. Mermiler, mevzilenmiş birliklerimizin üstünden
geçerek, tepenin yüksek yamaçlarını cehenneme çeviriyor. Taş, toprak, kemik, et
yığınları birbirine karışıyor... işte, hasım çimenlik bir arazi parçasından
geçmek istiyor. Oueen Lizzie zırhlısı hemen yakalıyor, tetiklere basılıyor.
Düşman hedefi yok artık..." (Gelibolu Günlüğü, s.102,106 vd.)
Çanakkale Savaşında Türkler, 8,5 ay, işte bu cehennem ateşi altında dövüştüler.
126
Sabah gittiği Saros'tan öğle üstü dönen Esat Paşa, Arıburnu'nda savaşan
kuvvetlerin komutasını M.Kemal'e verir (F.Belen, 20.Yüzyılda Osmanlı Devleti,
s.247); 27. Alay da 19.Tümene bağlanır. 19.Tümen, 26-27 Nisan günleri gelen iki
yeni alayla da (33. ve 64. Alaylar) takviye edilir. Böylece M.Kemal'in komutası
altında, 6 alay, bir başka anlatım ile 2 tümen toplanmış olacaktır.126
Görüldüğü benzer biçimde sabah saat 08.00'den itibaren M.Kemal'in tümeni, artık
ihtiyattaki bir birlik değil, muharip (muharebe eden) bir birliktir; muharebenin
sonuna kadar da o şekildeki kalacak, hep ilk hatta bulunacaktır.
Şimdi de Başkomutan General Hamilton'un, 25 Nisan'da günlüğüne yazdıklarından
birtakım cümleleri beraber okuyalım:
"Sabah, Kaba Tepe açıklarındayız... Askerler Sarıbayır'a ulaşmaya
çalışıyorlar... Dalgalar halinde aşama kaydediyor ve kaybolan izler peşinde yeni
dalgalar beliriyor... Türklerin bir sürpriz yapmış olup bu manzarayı bozmayacaklarını
ümid ederim... Avustralyalılar Türk ordusunu Maltepe'den (Sarıbayır'ın doğusu)
tamamen silkip atarlarsa, Gelibolu yarımadası kazanılmış olacak... Savaş
gemileri Türk siperleri üstüne mermi yağdırıyor... Zafere yetişme yolundayız..."
(Gelibolu Günlüğü, s.92-103)
Umutlu Başkomutan, birliklerinin feci durumunu gece yarısı, Anzak Kolordusu
Komutanı General Birdwood'un tutanağından öğrenecektir:
"Tümen ve tugay komutanlarım, askerlerinin... dağılabileceklerinden endişe
duyduklarını arz ettiler. Ateş hattından durmadan yaralı gelmekte ve çetin
arazide birlikler toparlanamamaktadır... Birlikler yarın sabah da ateşe maruz
kalırlarsa, yerlerine ileri sürebileceğim yeni kuvvetler olmadığından, konum bir
fiyasko ile sonuçlanabilir. Maruzatımın ne aşama ciddi bulunduğunun farkındayım:
Eğer burayı boşaltacaksak, bu boşaltma bir an ilkin yapılmalıdır!" (A.Moorehead,
Çanakkale Geçilmez, s. 195-198)127
İlgili amiral, boşatmanın sadece üç günde yapılabileceğini söyleyince Hamilton,
General Birdwood'a, sonu şu şekildeki sonlanmış olan umutsuz bir bildiri yollar: "...Emniyete
kavuşuncaya kadar ancak siper kazdırınız, siper kazdırınız, siper kazdırınız!"
(Hamilton, Gelibolu Günlüğü, s.105, 106)
Arıburnu kesiminde ilk cenk günü, tesiri bu kadar şiddetli olan Türk
başarısıyla sona ermiştir. Kıyıdaki daracık bir alana sürülüp sıkıştırılan
hasım, bilhassa İngiliz donanmasının kesintisiz ve yoğun ateşi yüzünden yazık
ki denize dökülemez, başarı kati bir zafere dönüştürutemez.
Şimdi bu gün için bizimkilerin ne benzer biçimde iddialarda bulunduklarını izleyelim.
126) 10 Yıllık Harbin Kadrosu, s.85.
127) General Hamilton, ilk gün birliklerinin üçte birini kaybettiklerini
yazıyor. (Gelibolu Günlüğü, s.115)
127
* 4-5-7-3. M.Kemal, kendiliğinden değil, direktifle hareket etmiş
Savaşın önemi ve kararı yanında, bu üçüncü aşama bir mevzu fakat Mı-sıroğlu ve
ansiklopedistler, o günkü kararı bir yana bırakıp M.Kemal'in direktifle hareket
ettiğini ispat etmek için çırpınıp duruyorlar. Neşelenmeniz •için aktarıyorum:
a K.Mısıroğlu diyor ki:
"Anafartalar'daki (!) tümenin kumandanı, M.Kemal'in ihtiyatta olan 19.Tümenine
bu çıkarmayı haber verdi ve bir taburla sol kanadını (!) takviye etmesini
istedi. Bu buyruk üstüne M.Kemal, tümeninin 57.Alayından iki yüz kişiyi (!), saat
beş buçukta (!), Şunuk Bayırı128 istikametine sevk ederek, ilerlemekte olan
düşmana karşı süngü atağı yaptırdı." (Lozan, 1.C., s.158)129
Her satırında bir yanlış var fakat düzeltmeye üşeniyorum artık. Yanlışları, (!)
işareti ile vurgulayıp geçmeyi tercih ettim. Birkaç sayfa geri dönenler, savaşın
özetinde doğruları bulabilir. Mısıroğlu'nun yazdıklarını haritaya uygularsanız,
ortaya müthiş bir karikatür çıktığını da görürsünüz. İnsan bir savaşı çözümleme
etmeye yeltenmeden ilkin, rahat bir krokiye olsun göz atmaz mı? Anafarta-lar'da
bu sırada ne bir Türk tümeni var, ne yalnız hasım askeri! Düşman Arı-burnu ile
Süddülbahir'e çıkıyor. Anafartalar nire, Arıburnu, Seddülbahir ve Gonk-bayırı
nire?
a GRYT Ansiklopedisi ise, 9.Tümen Komutanının, "bir tabur yollaması için
M.Kemal'den ricada bulunmasını", şu şekildeki yorumluyor:
"Demek ki vaziyetin ehemmiyetini bulan Güney Cephesi Kumandanı ('.ı, ordunun
umumi yedeği olan 19.Tümene de bir rapor göndererek çabuk bir taburluk yardım
istemiş... Burada anlaşılamayan bir nokta bir ihtimal şu olabilir: Acaba 5.Ordunun
yedeği olan 19.Tümen, ancak Ordu Kumandanı Mareşal Liman von Sanders'in mi
direktifiyle hareket edecekti (!), yoksa doğrudan bağlı bulunmuş olduğu (!) 3.Kor. K. Esat
Paşa'dan mı buyruk alacaktı (!) veyahut da başı sıkışan yakın birliklerin imdat
istemesine de kulak verecek miydi? Bu husus iyice aydınlatılmadığı için (!),
talep eder istemez, seneler sonrasında Mustafa Kemal Atatürk soyadını alan Türkiye Cumhuriyetinin tek
adamına yaranmak isteyen çevreler, hadiseyi çarpıtma yoluna gittiler... Albay
Kannengiesser veya Albay H.Sami veya Vehip Paşa... Bu adlardan hangisi o gün
9.Tümenin başlangıcında bulunursa bulunsun, üçünün de M.Kemal'den rütbece üstün olduğu
açıktır ve dolayısıyla da çabuk bir taburla Conkbayırı'na yardım etmesini buyruk
buyurmaları normaldir! " (1.C., s.103, 104)
128) izninizle tercümanlık yapayım, hazret 'Conkbayırı' demek istiyor.
129) Bu yanlışların deposu da Armstrong'un kitabı (P.Safa, Bozkurt, s.51).
128
Bu lafları tahsilli olmayan biri söylese, gülüp geçilir. Oysa ansiklopedinin
üç yazarı da yüksek tahsil görmüş, üstelik biri de öğretmen!
[O sırada Güney Cephesi Komutanlığı diye bir makam yok. 19.Tümen de 'direkt
olarak' Esat Paşaya değil, Liman Paşaya bağlıdır. Ansiklopedistlere not:
Aydınlanmak ve 9.Tümen komutanının kim olduğunu kesin olarak öğrenmek
istiyorsanız, bir zahmet ciddi kaynakları okuyun!]
Bu yakıştırma ve yanlışlarla oyalanmamak için M.Kemal'in, bir taburunu yola
çıkarmak için buyruk aldığını kabul edelim. Ama 57.Alayı ve bataryayı kimin
direktifiyle yola çıkarıp muharebeye soktu, tümeninin diğeri alaylarının cenk hattına
yaklaştırılması emrini kim verdi? Bunları da dürüstçe ve realist olarak
açıklamak gerekmez mi? Gerekir fakat bu şekilde bir izahat. M.Kemal lehine netice
vereceği için susmayı tercih edip doğruyu örtüyorlar, hele Liman Paşa ile Esat
Paşanın bugün için söylediklerinden asla laf açmıyorlar.
Neden mi?
Çünkü Liman Paşa şu şekildeki diyor:
"ilk askeri başarısını Trablusgarp'te130 yayınlayan M.Kemal, mesuliyet ve
görevden zevk duyan bir komutan özelliğine sahipti. Daha 25 Nisan sabahı,
19.Tümen ile ve hiç bir yerden buyruk almadan, kendiliğinden savaşa girerek,
düşmanı sahile kadar püskürtmüş ve bundan sonrasında da üç ay vakit ile kırılmaz bir
azimle sürekli hasım saldırılarına karşı koymuştu. Ona tam anlamıyla
güvenilebilirdi." (bizim ülkemizde Beş Yıl, s.109)131
Esat Paşayı da dinleyelim:
"[Saros'tan döndüğüm zaman]132 M.Kemal Beyi, tümeninin 57.Alayını ve 9.Tümene
bağlı olup Arıburnu-Kaba Tepe hattı peşinde bulunan 27. Alayı, kimseden izin
almadan Arıburnu'na doğru göndermiş, tümeninin 72. ve 77.Alaylarını [ilerletip]
Maltepe ile Kocadere içinde ihtiyatta tutmuş durumda buldum." (s.38)133
Her türlü atmasyona son veren bu açıklamalardan sonrasında, bu mevzuyu kati olarak
kapatabiliriz değil mi?
130) Bu zeminin ismi, Liman Paşanın anılarının Almancasında 'Syrenaica1,
Frasızcasında ise 'Cyre-naigue' diye geçiyor (Türkçesi Bingazi'dir). Y.Küçük,
'Cyrenaîque'ı, 'Suriye' diye çevirmiş ve bir tek cümlenin anlamını değil, zamanı
de tepetaklak etmiş. (T.Ü. Tezler 5, s.77, dipnot) M.Kemal'le alakalı bu pasajın
da ancak ilk cümlesini vermiş, M.Kemal övüldüğü için gerisini kesmiş.
131) Bu anlayışa nazaran, anılarını 1919'da yazan Liman Paşa, 'ilerde Mustafa Kemal Atatürk
soyadını alacak olan Türkiye Cumhuriyetinin tek adamına yaranmak için hadiseyi
çarpıtan' ilk şahıs oluyor!
132) Kolordu karargâhı, ayrıca, Gelibolu'dan Maltepe'ye alınmış'tır. Esat
Paşa Saros'tan Maltepe'ye öğle üstü döner.
133) Y.Küçük diyor ki: "Esat Paşanın, fazlaca kısa bölümleri yayımlanmış anılarından
birtakım aktarmalar yapmak istiyorum; bunlar, yazılan tarihe ciddi kuşkular
getirecek boyutlara ulaşıyor." Bu açıklamadan sonrasında, Esat Paşanın cümlesini
aktarıyor: "M.Kemal Beyi, tümenin 57.Alayını, 9.Tümene bağlı olup ArıburnuKaba Tepe hattı peşinde bulunan 27.Alayı, kimseden izin almadan Arıburnu'na
doğru göndermiş.............buldum." Y.Küçük şu şekildeki devam ediyor: "Yazılmayan
(şu demek oluyor ki nokta nokta geçilen) kısımlar bana ilişik değil; Esat Paşanın anılarından
kısa bölümleri yayımlayana ilişik bulunuyor." (s.86) —>
129
* 4-5-7-4. M.Kemal ordunun bütün yedeklerini kullanarak savaşı tehlikeye atmış
D Y.Küçük diyor ki: "Bu monografi de (A.Moorehead'in Çanakkale Geçilmez isimli
kitabı), daha ilkin geliştirdiğim düşünceleri destekliyor; sınırı olan bir Anzak
kuvvetlerine karşı M.Kemal'in hemen hemen tüm 5.Ordunun ihtiyatlarını, izin
almadan kullandığı ve tüm hareketi tehlikeye attığı, açıklıkla yazılıyor."
(s.95) ,
Anzak kuvvetlerinin sınırı olan olduğu, Y.Küçük'ün yakıştırması. O sırada sahile 8
tabur çıkmış bulunuyordu ve yeni birlikler de çıktıkça muharebeye katılıyorlardı.
Türkler ise beş taburdu.134 Ayrıca A.Moorehead'in yazdığı ile Y.Küçük'ün yapmış olduğu
özet içinde da ciddi ayrım var. Moorehead diyor ki:
"Bir tümen komutanı olarak M.Kemal'in, Liman'm elindeki bu yedek tümeni
kullanmaya yetkisi yoktu. Eğer İttifak güçleri, bir başka yerde, bir başka
çıkarma planlamış olsalardı, konum umutsuz olurdu."135
Yani M.Kemal'in, 'tüm hareketi tehlikeye attığını1 değil, daha konum tam
aydmlanmamışken verdiği kararın önemini ve riskini belirtiyor. C.Erikan'm bu
konudaki değerlendirmesini daha ilkin aktarmıştım. Y.Küçük, Moorehead'in bu
saptamasını, yeni bir yaklaşım sanarak heyecana kapılmış.
Kaldı ki Moorehead de durumu abartıyor. Çünkü M.Kemal, ilk aşamada ancak bir
alayını ileri sürmüş, kalan iki alayını ise yeni bir duruma veya ordu emrine
nazaran kullanmak suretiyle harekete hazır şekilde tutmakla yetinmiştir.136
Y.Küçük, A.Moorehead'in, bu iki cümlesinin dayanağı olan cümlelerini de atlamış.
Okuyunca niçin atladığını anlayacaksınız. Moorehead diyor ki:
(1) Esat Paşanın anılarının hiç bir yeri, 'yazılan tarihe ciddi kuşkular
getirecek' özellikte değildir. Y.Küçük, savaşın bütününü bilmediği için anı
parçalarını, savaşın akışı içerisine yerleştirmeyi başaramıyor, bu nedenle de
eksantrik yorumlarda buluyor. Hepsinin Toriçelli borusu kadar boş bulunduğunu
göreceğiz.
(2) Aktardığı cümlede bulunan...........biçimindeki boşluğa dikkati çekerek,
'anıların aslına bakarsak, M.Kemal aleyhinde bir anlatım varmış da yayına hazırlayan o
kısmı atlamış' benzer biçimde bir şüphe uyandırmaya çalışıyor. Oysa anıların t975'te
yapılma tek baskısı var ve benim elimdeki nüshada bu şekilde nokta nokta bir boşluk
yok. Nitekim cümlenin tamamını nokta noktasız olarak yukarda okudunuz. Öyleyse
Y.Küçük niye bu şekilde yazıyor? Ben çözemedim. Belki siz çözebilirsiniz.
(3) Esat Paşanın tam anılarının bir nüshasının Harp Akademileri kütüphanesinde;
bir nüshasının ise ATAŞE Arşivinde olduğu belirtiliyor. (10 Yıllık Harbin
Kadrosu, s.322; Yanya Savunması ve Esat Paşa, s. 105) İsteyenin
inceleyebileceğini sanıyorum. Verilen bilgilerden, Çanakkale Savaşı'nın,
anıların ancak bir bölümünü (S.cilt) oluşturduğu da anlaşılıyor. Geri kalan
bölümlerin, diğeri savaşlar ve öğrenim hizmetleriyle alakalı bulunduğunu, Esat Paşanın
kendisi yazıyor. (Yanya Savunması ve Esat Paşa, "Kendi Kalemiyle Hayat
Hikâyesi", s. 103)
134) ingiliz savaş evveliyatına dayanarak, Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s. 111;
hasım mevcudu ertesi günü de 15.000 kişiye çıkacaktır, 2. Kitap, s.119.
135) Y.Küçük'ün A.Moorhead'den aktardığı (s.95) up uzun bölümün doğru çevirisi
için, Çanakkale Geçilmez, s. 179.
136) Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.107-108. 130
"...M.Kemal'in komutan olarak o hayrete kıymet mesleği, o andan itibaren
adım atmıştır.. İttifak devletleri adına harekâtın en fena rastlantılarından biri,
bu deha sahibi minik rütbeli Türk komutanının tam o anda, o noktada (Conkbayırı)
bulunmasıydı. Çünkü aksi takdirde Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar, pekâlâ o
sabah Conkbayırı'nı ele geçirebilirler ve savaşın kaderi orada, o anda belli
olurdu." (s.178)
Bir bütünden bir tek işine gelen iki cümleyi al, onu da yanlış aktar, sonrasında da o
iki yanlış aktarılmış cümleye dayanarak yorum yap, yargıda bulun!
Ne derler buna?
* 4-5-7-5. Arıburnu Savaşlarında M.Kemal'in başarısız olduğu137 ve askeri
savurganca kullandığı
D K.Mısıroğlu, hiç bir belge ve delil göstermeden diyor ki: "M.Kemal, tümeninin
57.Alayından iki yüz kişiyi, saat beş buçukta, Şu-nuk Bayırı (şu demek oluyor ki Conkbayırı)
istikametine sevk ederek, ilerlemekte olan düşmana karşı süngü atağı yaptırdı.
Fakat hiç bir sonuç alamadı. 57. Alayın mütebaki (kalan) kısmını süngü hücumuna
kaldıran ve bunun da erimesinden sonrasında emrindeki iki Arap alayı138 ile aynı
taarruzları tekrarlayan M.Kemal yeniden hiç bir sonuç elde edemedi." (Lozan, 1.C.,
s.158)139
137) GRYT Ansiklopedisi diyor ki: "Takviyeli bağlaşık birliklerinin
Seddülbahir'de çakılıp kaldıklarına kimse itiraz etmiyor. Ama sorun Arıburnu'na
meydana getirilen Anzak çıkarmasına ulaşınca is çatallaşı-yor ve kaynakların verdiği
bilgiler, birbirini pek tutmuyor. Bu karışıklığı çözebilmek için farklı
kaynakların verdikleri detayları, biraraya getirerek, doğru sentezi meydana getirmeye
çalışacağız. Bu cepheleri özetleyen tezat, 19.Tümenin başlangıcında Yarbay M.Kemal Beyin
bulunmasından ileri geliyor. Daha sonrasında Türkiye Cumhuriyetinin senelerce
Reisicumhurluğunu icra eden M.Kemal Beyin o günkü durumunu, olduğu için değişik
imlemek isteyenler ile doğruyu olduğu benzer biçimde aktarmaya çalışan kaynakların (!)
anlatma metodları farklı görülüyor." (1.C., s.100)
Kimler gerçekleri saptırıp değişik göstermeye çalışıyor, kimler gerçeği yazıyor,
hele ansiklopedi iyi mi doğru bireşim yapıyor, hep beraber ve ibretle göreceğiz.
138) Savaştan ilkin M.Kemal, lümenindeki iki Türk alayıyla değiştirilen bu yeni
alayların (72.ve 77.Alaylar) yerine, ilk alaylarının geri verilmesini istemiş
fakat kabul edilmemiştir. (Altay, On Yıl Savaş, 82) Fahrettin Aitay diyor ki:
"[Arıburnu'nda savaş devam ederken] 72.Arap Alayının çadırlı ordugâhında,
alaydan kaçan birçok Arap erinin çadırlarda saklandıklarını ve nargile içmekte
olduklarını gördük. Bunları biriktirerek cepheye gönderdik." (s.95)
27.Alay Komutanı Ş.Aker de 77.Arap Alayı erlerininin, iyi mi kaçıp fundalıklara
gizlendiklerini, Türk askerlerine arkadan ateş ettiklerini, cenk hattına
sessiz bir şekilde yaklaşmaları gerekirken saldırı çığlıkları atarak düşmanı uyardıklarını
uzun uzun açıklıyor (s.69-71) ve diyor ki: "Biz o güne kadar bu alayın erlerini
Türk sanıyorduk ve bu sebepten ötürü [M.Kemal Beyin solumuza sevk ettiği] bu
alayın yapacağı bir taarruzla, aslına bakarsanız sarsılmış ve gerilere atılmış olan
Anzakları deniz kanarına dökmek ümidini bizlere vermişti. Arıburnu mıntıkasında
daha yedi aydan fazla bir müddetle kan dökülmesine bir ihtimal yegâne sebep, bu alay
erlerinin Arap olması oldu." (s.71)
139) M.Kemal'ın, Arap alaylarını, iyi mi, ne vakit ve nerelerde muharebeye
soktuğunu, görmüştük. Mı-sıroğlu'nun bu yanlışlarının deposu yeniden Armstrong'un
kitabı. (P.Safa, Bozkurt, s.51)
131
Ayrıntıların tümü yanlış, netice da doğru değil. Sadece bir sual sorup geçeceğim:
Conkbayın'na kadar ilerlemiş olan Anzaklar, Conkbayırı'ndan ta kıyıya kadar
niçin çekildiler acaba, izinleri o kadardı da akşam olunca kendiliklerinden mi
deniz kıyısına geri döndüler?
D Mısıroğlu, işirfbu yanını aydınlatmaktan dikkatle kaçınarak, şu askerî
eleştiride bulunuyor:
"Burada dikkat edilecek husus şudur ki M.Kemal elindeki kuvvetleri kolayca
yutulabilecek minik minik lokmalar haline getirmek üzere hasım üstüne sevk
etmektedir. Normal bir asker mantığı ile bu hareket tarzını izah etmeye imkân
yoktur, ilk hücumda sonuç alınamayınca, ikincide daha büyük kuvvetler şevki
gerekmez miydi?" (Lozan, 1.C., s.158)
M.Kemal, elindeki kuvveti, minik lokmalar halinde düşmanın üstüne sevk
etmemiştir. Armstrong bile bu şekilde bir iddiada bulunmuyor. Kahraman K.Mısıroğlu,
Allahtan da, kuldan da korkmadan, uyduruyor! Sonra da, bu uyduruk bilgilere
dayanarak, 'düzgüsel asker mantığı' adına değerlendirme yapıyor.
Zırvalamak mecbur olmadığı şekilde, Mısıroğlu niye bu şekilde yapıyor, anlamıyorum.
D Ansiklopedi yazarları, ilkin, '1915'te Çanakkale'de Türk' isimli kitaptaki
özetten şu paragrafı aktarıyorlar:
"... [M.Kemal] bir taraftan da buyruk subayı ile gönderilmiş olduğu direktifle, bu sarp arazide
yürüyüş derinliği uzamış olan 57.Alayın kolbaşındaki taburunu Conkbayın'na
yetiştirdi. Buraya kadar pervasızca yaklaşmış olan hasım, ilkin olduğu yerde
durduruldu. Sonra da bu taburun ardından batarya ile yetişen tekmil 57.Alayın
Conkbayırı'ndan ve 27.Alayın soldan, Kemalyeri üstünden bitirdikleri süngü atağı
ile Anzaklar yüz geri ettirildi ve kumsal yakınlarına kadar sürülüp atıldılar. Bu
muharebelerde 19.Tümenin 57. ve 9.Tümenin 27. Alayları vaktinde harekât sahasına
yetişmeleri ve düşmana kahramanca saldırışları ile öne çıktılar ve altın, gümüş
ayrıcalık madalyaları ile taltif edildiler."
Bizim ansiklopedistler, bu alıntının derhal ardından, "Aynı hadisenin yorumunu
icra eden Kadir Mısıroğlu ise Lozan isminde eserinde şu şekildeki diyor" diye yazarak,
Vahidettincilerin askeri otoritesinin yukarda aktardığım eleştirisine yer
veriyorlar. Sonra da özetle şu şekildeki diyorlar:
"Anzak tugaylarının Conkbayırı'nda durdurulduğu doğrudur. Bu durduruşta en mühim
hisse, 9.Tümene bağlı 27.Alay ile M.Kemal Beyin 19. Tümenine bağlı 57.Alayındır.
[Sonunda M.Kemal'in bir hizmetini olsun kabul etmişler diye hemen umuda
kapılmayın! İşte, devamı geliyor] Fakat burada Mısıroğlu'nu doğrulayan bir nokta
var. Bahsi geçen kahramanlığı yayınlayan ve M.Kemal Beye bağlı bulunan 57.Alay,
kumandanları başta olmak suretiyle, o gün kamilen (bütünüyle) şehit olmuşlardır...
Zaten ordunun ihtiyatı olan 19.Tümenin elindeki tek sağlam alay, bu kamilen
şehit olan 57.Alay idi. Artık bu sonuç-132
nin, düşmanın üstün kuvvetinden mi, yoksa Mısıroğlu'nun iddia etmiş olduğu benzer biçimde
kumanda hatasından mı kaynaklandığı, hemen hemen net bir biçimde ortaya
konamamıştır... (!) Müttefik kuvvetlerin ikinci aşama ehemmiyet taşıyan (!) Anzak
birliklerini, bir alayı şehit etme pahasına durdurmanın, pek de o denli mübalağa
edilecek bir kahramanlık olmadığı görülebilir. Ki o cephede bir de 9.Tümene
bağlı 27.Alay çarpışmıştır, şu demek oluyor ki tüm mesuliyet (onur demeye dilleri
varmıyor!) 19.Tümende değildir." (1.C., s.106) Hangi hatası düzeltmeli?
(1) Acaba Anzaklar, niçin ikinci aşama ehemmiyet taşıyorlar? O gün Arıbur-nu'na
çıkanlar bütünüyle Anzaklardır ve Çanakkale savaşları süresince da, en iyi onlar
savaşmıştır.
(2) 25 Nisandaki muharebe de, Anzakları ancak Conkbaym'nda durdurmaktan ibaret
değildir. Anzaklar, kıyı başına kadar sürülmemişler miydi? Bundan asla laf yok.
İş M.Kemal'in başarısına dayanınca, bizimkiler dut yemiş bülbüle dönüyor veya
ilerde göreceğiz, yalana başvuruyorlar. Hiç eğer olmazsa o günkü sonucun katılımı
için şehit olanlara hürmet gösterseler.
(3) Komutanıyla beraber tüm 57.Alayın o gün şehit olduğu iddiası da doğru
değil. Bu iddianın iki deposu var. İlki R.Eşrefin "M.Kemal ile Mülakat" isimli
eserindeki bir cümle; M.Kemal o mülakatta diyor ki: "...57.Alay, ünlü bir
alaydır bu, bu sebeple tüm bunlar şehit olmuştur..." (s.20) İkincisi ise H.Bayur'un şu
notu: "Mustafa Kemal Atatürk, fazlaca üstün kuvvetlere hücum eden ve cenk gemilerinin ateşini de
yiyerek derhal kamilen (nerede ise bütünüyle) yok olan 57.Tümenin şehit komutanı
Hüseyin Avni Beyi her zaman sevgi ile anardı." (Türk İnkılabı Tarihi, 3.C., 2.Ks.,
s.295)
Ama M.Kemal ve H.Bayur, Alay Komutanının o gün şehit bulunduğunu söylemedikleri
benzer biçimde, alayın o gün 'kamilen şehit bulunduğunu' da söylemiyorlar. Savaş süresince
oluşmuş bir durumu belirtiyorlar. Çünkü 57.Alayın Komutanı H.Avni Bey, 12
Mayısta yarbaylığa terfi edecek, üç ay sonrasında, 13 Ağustos Cuma günü şehit
olacaktır.140 25 Nisan günü hiç bir tabur komutanı da şehit olmamıştır.141 Öteki
tüm alaylar benzer biçimde normal olarak 57.Alay da 25 Nisanda ağır yitik vermiştir fakat
'kamilen yok' olmadığı afaki anlaşılır ki 57.Alay, 6 Mayısa kadar tek takviye
almadan142 tüm taarruzlara katılacaktır.143
140) İ.Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s.89.
141) 10 Yıllık Kadrosu, 83, 85, 86, 87, 88. sayfalardaki komutanlar
çizelgeleri. Alay sancağına madalya takılması töreni, tam bir sene sonrasında, 25
Nisan 1916'da yapılacaktır. (57.Piyade Alayı Tarihçesi, s.32)
142) Çanakkale Cephesi, 2.Kitap, s.168. l
143) A.Moorehead de aynı dikkatsizlikle, "57. Alayin derhal bütünüyle yok
olduğurjuTsonra da, kaynak göstermeden, 'M.Kemal kuvvetlerinin ö günkü kaybının
2.000 şahıs bulunduğunu' yazıyor. (s.180, 201). O gün savaşan bir tek 57.Alay
olmadığı benzer biçimde, 57.Alayın Tarihçe'sine nazaran alay muharebeye 49 subay ve 3.638 erle
girmiştir, (s.19) Kayıp 2.000 şahıs ise, 57. Alayın 'derhal bütünüyle yok olduğu"
iddiası da havada kalıyor. Buna mukabil Esat Paşa, 19.Tümenin 25-27 Nisan
günlerine ilişik kaybının "bine yakın yaralı bulunduğunu" söylüyorsa da (s.62),
onun verdiği
133
(4) 27. Alaya ulaşınca, komutanı Şefik Aker'in ifadesiyle, "26 Nisan günü, saat
11.30'dan itibaren, (M.Kemal'in) buyruk ve kumandasına girmiş, bu andan itibaren
19.Tümenin bir alayı olarak çalışmıştır." (Ş.Aker, s.60 ve dipnot)
İşte bu şekilde.144
D Y.Küçük aynı görüşü genişleterek paylaşıyor:
"Gelibolu'nun cenk tarihini yazan yabancı araştırıcılar, Kemal'in israf
derecesinde asker kullandığında birleşiyorlar" diyor (T.Ü. Tezler 5, s.95) ve
Ro-bert Rhodes James'in Gallipoli (Gelibolu) isimli kitabından almış olduğu bir cümleyi
ileri sürüyor. Cümleyi yeniden yanlış çevirmiş; orijinaldeki 'the beginning of May'
(Mayıs ayı başı), Y.Küçük'ün çevirisiyle "Mayıs ayı sonu" olmuş (T.Ü. Tezler 5,
s.69): "Eğer Kemal'e kalsaydı, Mayıs ayı sonuna kadar (yani: Mayıs ayı başına
kadar) Anzak bölgesinde hayatta kalan yalnız Türk askeri olmazdı."
Y.Küçük, cümleyi çevirirken Mayıs ayı sonuna kadar genişlettiği süreyi,
95.sayfada, iyice genişletip 'yaz ortasına kadar' yayıyor: "...Yabancı
araştırmacılar (!), Kemal'e bırakılması halinde, yaz ortasına kadar canlı bir
Türk askerinin bile kalmayacağını açıkça yazabiliyorlar." (T.Ü. Tezler 5,
s.95)145
'Yabancı araştırmacılar1 diyor fakat bu şekilde yazan ikinci bir araştırmacı bulamadım!
• Bu yakıştırmalara kısa bir ara verip, şu Mr. James'in kitabı üstünde birazcık
duralım.
rakam da, o kıyamet günleri arasında yapılma kabataslak bir tahminden öteye
geçmiyor, bu sebeple savaşın sertliğini yansıtmıyor. 1918 senesinde Suriye Cephesinde
tutsak düşen 57.Alayın 'savaş ceridesi' (birliğin resmi güncesi) bulunamadığı için
alayın tarihçesinde kayıplarla alakalı aleni ve tutarlı malumat yok. Kısacası bu
mevzuda ne söylenip yazılsa vurgunculuk olur.
Yanlış hatası doğurur. Ünlü Lord Kinross da aynı hatası sürdürüyor. (Mustafa Kemal Atatürk,
s. 130) 144) 17 Mayıs'ta, Kuzey Grup Komutanlığı kurulur ve bu kesimdeki tüm
birlikler Esat Paşaya bağlanır. Böylece M.Kemal'in Arıburnu Kuvvetleri
komutanlığı biter; artık ancak 19Tümen Komutanıdır. GRYT Ansiklopedisi bu
vakadan şu şekildeki laf ediyor: "Bu hadiseyi nakleden Y.H.Bayur, Seddülbahir
bölgesinden mesul (görevli) Güney Cephesi Kumandanının Ve-hip Paşa bulunduğunu,
Esat Paşanın da sırf Vehip Paşanın ağabeyisi olduğundan 17 Mayıstan itibaren
Arıburnu Grubu Kumandanlığını üstlendiğini yazıyor ki gerçeklere dayanmayan bir
iddiadır." (1.C., s. 110)
Bir de Y.H.Bayur'un ne yazdığına bakalım: "17 Mayısa kadar orada (Arıburnu'nda)
komuta M.Kemal Beyde idi. Bu günden sonrasında o yeniden 19.Tümen Komutanı kalır ve
Arıburnu Grubunun komutası, S.Kolordu Komutanı Esat Paşaya geçer. O Vehip
Paşanın ağabeyisidir." (3.C., 2.Ks., s.336'daki dipnot)
(1) Görüldüğü benzer biçimde, H.Bayur, Vehip Paşanın, bu değişikliğin olduğu tarihte (17
Mayısta) Güney Cephesi Komutanı bulunduğunu' yazmıyor. Yazamazdı da. Çünkü Vehip
Paşa daha Gelibolu'ya gelmemişti.
(2) 'Esat Paşanın sırf Vehip Paşanın kardeşi olduğundan 17 Mayıstan itibaren
Arıburnu Komutanlığını üstlendiğini' de yazmıyor. Sadece, yen geldiği için Vehip
Paşanın ağabeyisi bulunduğunu belirtiyor.
Peki bu yakıştırmalar, uydurmalar ne? Cevap: Alaturka alternatif tarihçilik!
145) 'Açıkça yazabiliyorlar' ne demek ? Engel mi var a efendim' Uydur uydur yaz!
134
Mr.James, zamanında açıklanmış veya sonradan incelemeye açılmış tüm İngiliz
belgelerini incelemiş, muharebeye katılan askerlerin bir kısmının mektuplarını ve
anı defterlerini derlemiş ve İngilizler açısından Çanakkale Savaşı'nı detaylı
bir şekilde yazmış. Müttefikler ile alakalı verdiği bilgiler doğru olsa gerek.
İngilizlerin arasında bulundukları koşulları ve bitirdikleri yanlışları öğrenmek
isteyenler için varlıklı malzemeyle dolu, mühim bir kaynak.146
Buna mukabil Türk tarafını, amacı haricinde olduğundan, sadece gerektikçe
konu alıyor. Bu yüzden hiç bir Türkle ve Türk kuruluşu ile ilişki kurmamış
(s.KIII); ancak 1962'de Çanakkale'yi dolaştığı sırada kendisine kolaylık yayınlayan
Türk askerî makamlarına teşekkür ediyor. Bazı Türk kaynaklarından yararlandığı
anlaşılıyor fakat hiçbirinin künyesini vermiyor, "bir Türk tarihçisi" veya "Türk
resmi zamanı" deyip geçiyor. Kim, hangisi, belli değil. Türkiye ve Türkler ile
alakalı bilgiler için daha fazlaca, Yzb. Armstrong'un mahut kitabına, İstanbul'daki
Amerika Elçisi Morgenthau, Liman von Sanders ve birtakım Alman subaylarının (Prigge,
Kannengiesser ve Mühlman'ın) anılarına dayanıyor. Bir iki yerde de M.Kemal'in
Arıburnu ve Anafartalar'la alakalı rapor ve tarihçesinden fazlaca kısa alıntılar
yapmış. (Çevirici, M.Kemal'den alıntıların pek doğru olarak çevrilmemiş bulunduğunu
belirtmektedir, s.ıx ve 57. dipnot) Dört yerde de, 57.Alayın 1.Tabur Komutanı
bulunduğunu açıklamış olduğu Zeki adındaki bir binbaşının 'notlarından' parçalar veriyor,
(s.268, 375, 377, 378) Çanakkale ile alakalı tüm yayınları gözden geçirdim,147
aralarında Binbaşı Zeki isminde bir not yazarına rastlamadım. Her neyse,
Mr.James, işte bu kaynaklardan elde etmiş olduğu bilgilerin bazısını aynen aktarmış,
bazısını ise oryantalist bir bakışla148 kendine nazaran işleyip süslemiş.149
Türk taarruzlarını, genellikle "koordinasyonsuz, kaba, dağınık" vb. benzer biçimde
eleştirici, küçümseyici sözlerin eşliğinde yansıtıyor. Hangi belgelere,
kaynaklara, uzmanlara dayanarak bu şekilde yazdığını açıklamaya da gerek duymuyor.
Türk askerini de, bu savaşın Türkler açısından taşımış olduğu anlamı da kavradığını
146) Alan Moorehead'in ingilizlerle alakalı birçok malumat ve değerlendirme
yanlışını da düzeltmiş, eksiklerini tamamlamış: 31,33,48,70,72,123,125,
138,143,162 ve 175 No.lu dipnotlar. Bir/de, zahmet edip Moorehead'in,
Armstrong'un ve R.R.James'in, Türk cephesi hakkındalo-yanlışlıklan-nı düzeltse!
Şahane tembelliğimiz yüzünden, hatalar ve' yalanlar, kök salıyor.
147) 10 Yıllık Harbin Kadrosu ile Çanakkale Cephesi isimli kitapların sonucunda,
yayımlanmış Türkçe eserlerin tam sıralaması bulunuyor.
148) Batılıların doğuya ve doğululara -üstten- bakışı ile alakalı yeni bir
emek harcama için: Prof.Dr.Oya Batum Menteşe, LDurrell'in Kıbrıs'ın Acı Limonları,
Türk Dili dergisi, rakam 525 (Eylül 1995); ek olarak Thierry Hentch, Hayali Doğu.
149) Şişirme, süsleme hastalığına, Alan Moorehead'te de rastlıyoruz. Roman olsa
sıkıntı yok fakat tarih yazdıkları iddiasındalar.
135
söylemek fazlaca zor. Türk kayıplarına yol açmış olduğu için Liman Paşayı eleştiren bir
Türk askerî tarih yazarını "nankörlükle" suçluyor (s. 109) ve hiç bir dayanak
göstermeden şu şekildeki bir sahne yazıyor: "Türkler teslim olmaya pek istekliydiler ve
zahmetle zirveye tırmanan iki bölük Yeni Zelandalıyı, tezahürat ve alkışla
karşıladılar!" (s.379)150
Y.Küçük'ün her satırına gözü kapalı inanılmış olduğu kitap, Türkler bakımından işte
bu şekilde bir şey.151
Gelelim sadede.
Düşman sayıca ve ateşçe fazlaca üstün, Liman Paşanın müdafaa planı yanlış. Bu
üstünlük ve zaafın, Arıbunu cephesinde de, Seddülbahir cephesinde / de,
sadece kan fedakârlığı ile dengelenip kapatılabildiğini, Türk komutanlarına ve
askerî tarihçilere dayanarak daha ilkin belirtmiştim.
Müttefikler de fazlaca azimli ve kararlı, onlar da ne pahasına olursa olsun netice
almak istiyorlar; bu amaçla da dar bir alana yüz binlerce asker yığıyorlar.
Churchill diyor ki: "Çanakkale'de 500 metre bir ilerleyiş, sonuca -aynı zamanda iyi mi
bir sonuca!- atılmış bir adımdır."152 Seddülbahir'deki birliklerin Komutanı
General Hunter Weston da, "Girişilen sefer başarıya ulaşmış olursa, mükâfatı fazlaca büyük
olacaktır... Bu uğurda hiç bir yitik büyük sayılmaz!" diye yazıyor.153
İki tarafın toplam genel kaybı, bu nedenle 400.000'i aşar. Savaş süresince ne
bir tek 57.Alay eridi, ne 76.000 er ve subay M.Kemal'in emri altında
şehit oldu. Sertlik Çanakkale Savaşının genel özelliğidir; bunu bir tek M.Kemal'e
has bir tasarruf benzer biçimde imlemek, Çanakkale Savaşını asla anlamamış olmak demektir.
• Bu arada K.Mısıroğlu'nun, İngiliz yazarı H.C.Armstrong'dan yapmış olduğu bir
alıntıya da değinmek istiyorum. İddia, ileri bir tarihteki vakaya ilişkinse de,
mevzu yeniden asker israfı ile alakalı. Armstrong'un iddiası şu:
"...Yeni teşkil edilen 18.Alay, mevcudu bir fazlaca azalmış bulunan 19.Tümen
emrine verildi. M.Kemal bu taze kuvvetle 28 Haziran'da yeni bir saldırı planladı
ise de Cephe Kumandanını ikna edip lüzumlu müsaadeyi alamadı. Tam bu sırada, 26
Haziranda Enver Paşa, Başkomutan Vekili sıfatıyla cepheyi teftişe geldi.
M.Kemal'in düşündüğü taarruzu öğrenince bunu saçma bularak engelledi, 'lüzumsuz
taarruzlarla emrindeki askerleri israf ettiğini' söyledi. M.Kemal, Enver Paşanın
hakaret dolu tenkitlerine içerleyerek çekilme
150) Kitabın askeri açıdan kısa bir eleştirisi: F.Belen, Türklerin Başarısı,
20. Yüzyıl Tarihi, lıC., s.369-371.
151) Liman Paşa Başkomutanlığa yazdığı bir raporda (9.6.1915) diyor ki:
"ingilizlerin her yazdığına inanmak gerekseydi, şimdiye kadar ilerledikleri (!)
mesafe ile Gelibolu yarımadasının tümünü eline geçirmiş olmaları gerekirdi."
(Çanakkale Cephesi, 2. Kitap, s.93)
152) H.Bayur, Türk inkılabı Tarihi, 3.C., Ks.2, s.328.
153) a.g.e., s.283.
136
etti. Liman von Sanders'in Enver Paşa nezdindeki ısrarlı teşebbüsleri sonucunda bu
çekilme durdurulduğu benzer biçimde istenen saldırı izni de verildi. Ne yazık ki bu
taarruzdan da netice alınamayarak taze kuvvetlerden oluşan 18.Alay da bütünüyle
mahvoldu." (Grey Wolf, s.74'ten aktaran Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.159; Bozkurt'un son çevirisinde, s.47-48)
K.Mısıroğlu'nun derhal benimseyip aktardığı, GRYT Ansiklopedisinin de baştacı
etmiş olduğu bu iddiaları154 değerlendirmeden ilkin, Alan Moorehead'in, bu dayanaksız
iddia ile alakalı süslemelerini de görelim:
"Enver Paşa, Haziran ayında istanbul'dan gelmiş olarak cenk bölgesine yapmış olduğu
periodik ziyaretlerden birinde, M.Kemal'in Anzak cephesine düzenlemiş olduğu bir
saldırıyı iptal edince, kıyametler koptu. Enver Paşa Kemal'in askerleri boş yere
kırdığını söylüyordu. M.Kemal derhal istifasını verdi. Liman ikisinin arasını
güçlükle buldu. Ama taarruz tam bir felaketle sonuçlanınca, suçlamalar yine
başladı. M.Kemal, Enver Paşanın karışmasıyla planının bozulduğunu anlatım
ediyordu. Enver Paşa ise birliklere bir talimatname göndererek, böylesine beceriksiz
kumanda altında bile kahramanca çarpışmış oldukları için takdirlerini
bildiriyordu." (Çanakkale Geçilmez, s.328-329)155
Doğrular:
(1) 19.Tümen'in taarruzu, 29/30 Haziran gecesi yapılmıştır.
(2) Enver Paşa, 26 Haziranda değil, 29 Haziranda Gelibolu'ya gelmiştir.156
Beraberinde Hüseyin Cahit (Yalçın) ve şehzade Ömer Faruk Efendi vardır.157 O gün
öğleden sonrasında, Ordu Komutanlığı ve Kuzey Grubu Komutanlığı karargâhları ile birtakım
birlikleri, ayrıca M.Kemal'in karargâhını da ziyaret ederler. (2. Kitap, s.
172; H.C.Yalçın, s.223) H.Cahit Yalçın anılarında, "M.Kemal'in kıyafeti, ayran
ikram etmiş olduğu, tümen bandosunun Carmen operetinden bir parça çaldığı" benzer biçimde
ayrıntılara kadar her şeyi konu alıyor fakat 'hakaretamiz tenkitlerden1, 'M.Kemal'in
istifasından', 'kıyametler koptuğundan' tek kelime bile etmiyor, (s.224 vd.)158
Liman Paşanın, Esat Paşanın anılarında da bu şekilde bir olayın izi yok.
154) K.Mısıroğlu'nun Armstrong'tan yapmış olduğu bu alıntıyı, GRYT Ansiklopedisi de
aynen aktarmış fakat devamlı- Mısıroğlu'dan yararlanıyor görünmemek için kaynak
olarak, Dagobert von Mi-kusch'un kitabının Fransızca çevirisinin 104. sayfasını
göstermiş. (1.C., s.119) Kitabın Fran-sızcasını Milli Kütüphane'de buldum,
fotokopisi önümde duruyor: 104. sayfada Çanakkale Savaşı ile alakalı tek bir hece
bile yok, 1908 vakaları ve M.Şevket Paşa vakası anlatılıyor. Göz boyama değil de
ne bu? ilerde, K.Mısıroğlu'nun da yeniden bu her derde ilaç 104. sayfaya, bambaşka
bir mevzuda gönderme yaptığını göreceğiz.
155) Armstrong'un verdiği bu aslı astarı olmayan bilgiyi, asla araştırmadan Lord Kinross da
kullanmış fakat hiç değilse A.Moorhead benzer biçimde şişirip süslememiş. (a.g.e., s.136)
156) Enver Paşanın Gelibolu'ya geldiği tarihler: 11 Mayıs, 29 Haziran, 28
Temmuz, 23 Ağustos, 24 Eylül (Çanakkale Cephesi, 2.Kitâp, s.180; S.Kİtap, s.176,
263; 460, 468)
157) Esat Paşanın anıları, Hayat mecmuası, rakam 35, 1959; H/Ç.Yalçın'ın
Siyasal Anıları, s.224 vd.
158) M.Kemal ile Enver Paşa içinde nedeni ve içinde ne olduğu meçhul bir münakaşa
olmuştur fakat o bir buçuk ay daha ilkin, 11 Mayıstadır. Ayrıntı için: Esat Paşanın
anıları, s.83'teki dipnot ve F.AItay, s.94.
137
(3) Düşman Arıburnu'nda yer yer ateş baskınlarına girişmektedir. 57. Alayın 1.
Tabur Komutanlığından alınan habere nazaran bu tabur cephesine taarruza kalkar.
M.Kemal de karşı taarruza karar verir; aslına bakarsanız daha ilkin, hasım cephesinin 'can
alıcı bir noktası olan' Yükseksırt'a saldırı için Grup Komutanı Esat Paşanın
onayını almış, hatta Esat Paşa bu saldırı için 18. Alayı ve bir havan
bataryasını tümen emrine vermiştir. (Rapor, s.167,168) Alaylarına saldırı
hazırlığı yaptırır ve durumu, 29 Haziran saat 22.20'de Grup Komutanlığına
bildirir. (Rapor, s. 162) Grup Komutanlığından negatif bir buyruk gelmeyince, saat
24.00'te taarruzu başlatır. Yani Cephe (Grup) Komutanı Esat Paşanın taarruza
izin vermediği iddiası doğru değildir.
(4) Kuzey Grubu karargâhında bulunan Enver Paşa, öbek gözetleme yerinden taarruzu izler.159 (Esat Paşanın 14.7.1915 günlü ve 1675 sayılı yazısı,
Arı-burnu Muharebeleri Raporu, s. 165) Yani Enver Paşanın taarruzu engellediği
de, bunun üstüne M.Kemal'in çekilme etmiş olduğu de doğru değildir.
(5) Taarruz gün ağarırken, biter. Bütün çabalara karşın, Yükseksırt geri
alınamamıştır. Tümenin kaybı, M.Kemal'e nazaran '800 kişiden fazladır' (s.164);
Enver Paşa yuvarlak bir ifadeyle 'ortalama bin kişi1 diyor. (Enver Paşanın
3.7.1915 günlü yazısı, Arıburnu Muharebeleri Raporu, s. 165) Yani 18.Alaym
'tamamen mahvolduğu' iddiası da gerçeğe aykırıdır.
(6) 30 Haziranda Arıburnu'ndan Seddülbahir'e geçen Enver Paşa, bu sefer 3.
Zığındere muharebesini izler. (2.Kitap, s. 172) Güney Grubunun yapmış olduğu karşı
taarruzun başarıya ulaşmış olmaması üstüne, ilkin Güney Grubu Sağ Kanat Komutanı Faik
Paşayı, sonrasında da Grup Komutanı Weber Paşayı görevden alır. (2.Kitap, s. 183,
211)
Buna mukabil, Ordu Komutanlığına yollamış olduğu 3 Temmuz günlü kapalı telgraf
emrinin bir maddesinde, M.Kemal'in taarruzunu eleştirmekle yetinecektir.160
Demek ki M.Kemal'in taarruzu ile Güney Grubunun yapmış olduğu taarruzu, aynı kefeye
koymamış.
Enver, Liman ve Esat Paşaların yazılarında, A.Moorehead'in sözünü etmiş olduğu talimatname
içinde ne olduğu ile uzak-yakın ilgisi olan tek kelime, hatta bir ima bile
bulunmamaktadır. Sözün özü, Enver Paşanın "birliklere M.Kemal'i suçlayan bir
talimatname gönderilmiş olduğu" iddiası da doğru değildir.
159) Sekiz gün devam eden 3. Zığındere muharebesindeki Türk kaybı y. 16.000
kişidir. (Çanakkale Cephesi, 2.Kitap, s.207)
160) Eleştirisi şu şekildeki: 'Hazırlanmadan ve bir maksada dayanmadan yapılma bir
saldırı...'
Liman Paşa, bu emri Esat Paşaya iletir; o da saldırı hazırlığından ve son
taarruzdan asla haberi yokmuş benzer biçimde bir hava arasında, emrin bu bölümünü, 'kişiye
hususi olarak' M.Kemal'e yollar.
M.Kemal, emri ve buna dayanarak Liman ve Esat Paşaların yolladıkları yazıları,
tutanağının 165 ve 166. sayfalarına almış ve ikisinin de, bu taarruzdan
habersizmiş benzer biçimde davranmalarını açıkça eleştirmiş, Başkomutan Enver Paşanın
eleştirisini de cevaplamıştır.
138
Sonuç
Armstrong, Enver ile M.Kemal'in çekişmelerini ve bu son vakası şu şekildeki bir duymuş
fakat ciddi bir araştırma yapmamış, kulaktan dolma bilgiyi, düşsel ayrıntılarla
iyice şişirip aktarmış, A.Moorehead de bu yalancı pastanın üzerine feyk tüy
dikmiş!
Yabancı kaynaklardaki her bilginin doğru bulunduğunu sanmak, Tanzimat döneminden
kalma sakat bir alışkanlıktır. Yeri gelmişken, Armstrong ve Gray Wolf isimli
kitabı ile alakalı kısa bir malumat taktim etmek istiyorum.
• Haron Courtenay Armstrong, Kut-ul- Ammare'de Türklere tutsak düşmüş, mütareke
yıllarında, istihbaratçı olarak İstanbul'da bulunmuş bir İngiliz yüzbaşısıdır.
Yine istihbaratçı olan ve birçok pis işler çeviren Yüzbaşı Bennet benzer biçimde, o da
gerisinde fena bir ün bırakarak memleketine döner. İlk kitabı, mütareke
gözlemlerini ve anılarını anlattığı Turkey in Travail'dır. (John Lane, London,
1925) 1933'te de, ikinci ve bizimle alakalı son kitabını yayımlar: "Gray Wolf:
Mustafa Kemal."
Sadi Borak, kitapla alakalı birtakım tepkileri derlemiştir. (Armstrong'tan Bozkurt
M.Kemal ve İftiralara Cevap) Fransız devlet adamı E.Herriot'nun, Yunan
gazetecisi Spanuidi'nin konferans ve yazılarınrn yanında, o tarihteki birtakım yabancı
gazetelerde çıkan yazılardan da alıntılar yapmış: "Bu kitap, tarihçiler için
kaynak olacak özellikte değildir." (Sunday Times); "Bu kitap reel bir hikâyeyi
değil, merak uyandıran bir beyazperde filminin senaristliğini andırıyor." (The
Observer)
Necmettin Sadak, -Sadi Borak'ın yazdığına nazaran, M.Kemal'in verdiği bilgilere
dayanarak- kitaptaki belli başlı yanlışlara işaret eder ve doğruları açıklar. (7
Aralık 1932, Akşam; Borak'ta, bu cevabın hepsi var: s.23- 55)
N.Sadak, Çanakkale ile alakalı pek azca yanlışını cevaplamaya kıymet bulmuş veya
cenk ayrıntılarına yer vermek istememiş. Oysa Armstrong'un Çanakkale Savaşı
ile alakalı verdiği bilgiler içinde, birçok doğrunun yanında, pek o kadar da yanlış
var.
Peyami Safa, çevirisinin 1. cildine yazdığı önsözde şu şekildeki diyor: "[Armstrong'un]
sokak rivayetlerine kıymet vermeyi tercih etmesi, kitabı için rahat etki ve
satış başarılarından başka bir şey aramadığını gösterir. Bu eserde, Mustafa Kemal Atatürk'ün
karakterine, özel yaşam ve davranışlarına ilişik çok doğru hükümler, başarıya ulaşmış
tahlil ve tasvirler yok değildir. Bir bakıma kitabı değerlendiren, ama hakikat
aleyhine tehlikeli bir yaratı haline getiren de budur. Tehlikeli, bu sebeple bir
hakikat lokomotifinin peşine takılan bir sürü gerçek dışı ve karacılık vagonu da, hakikat
istikametinde yol almakta, aynı derecede doğru görünmek şansını kazanmaktadır."
(s.6)161
Kısacası, tamamını doğru sanıp ciddiye alanı, yanlışlara sürekleyen, tuzaklarla
dolu bir kitap. Genel gerçekleri, doğru yansıtıyor, arka plana kendi senaryola161) Peyami Safa şu şekildeki devam ediyor: "iki ciltte tamamlanacak olan olan bu
çevirinin sonucunda, Armstrong'un delilsiz iddialarını ve yanıldığı birçok noktayı
göstermeye çalışacağım. Cevaplarımıza sıra gelinceye kadar, okuyucudan bu kitabı
şüpheli bir dikkatle okumasını rica ederim. Sağduyuları güçlü olanlar, birçok
gerçek dışı ve mübalağaları sezeceklerdir." Yayınevi kapandığından, çevirinin ikinci
cildi ve cevaplar yayımlanamadı.
139
rını yerleştiriyor. Yani bir istihbaratçı olarak iyi bilmiş olduğu gri propaganda
tekniğini kullanıyor: Yalanı, gerçekle besliyor!
İlginç kitabının kapağına da, M.Kemal ve Çanakkale Savaşı ile alakalı şu ilgi çekici
cümleyi koymuş: "1915'te, Gelibolu'da, İngiliz İmparatorluğu'nu ezen erkek!"162
K.Misıroğlu'nun alaka ve bilgisine sunulur.
* 4-5-7-6. M.Kemal'in düşmanı denize dökemcdiği
D Y.Küçük diyor ki:
"S.Adil anılarında şunları bildiriyor:
'l9.Tümen Kumandanlığından 25/26 Nisan gecesi Müstahkem Mevkie gelen bir
telgrafta, düşmanın tamamen kıyıya atılmış olduğu ve bir tek Arıburnu'nda kalan cılız
bir bölümün de 26 Nisan sabahı şafakla denize döküleceği haber veriliyordu.
Bunda başarı elde edilmemekle birlikte, birliklerimiz Conkbayırı-Kanlısırt
hattında sağlam bir yere yerleşmiş oldular.' S.Adil böylece Kemal Beyin
gerçekleşmemiş bir zafer için öncesinden telgraf çektiğini yazmış oluyor." (T.Ü.
Tezler 5, s.89)
Esat Paşa da bir emrinde aynı şeyi yazıyor: "Kuzey Grubu... yarın (19.5.1915)
öğleden ilkin saat 03.30'da, baskın üzere düşmana şiddetle saldırı ve işgal
etmiş olduğu mevzileri ele geçirerek düşmanı denize dökecektir." (Arıburnu
Muharebeleri Raporu, s. 138)
Esat Paşa da, 'gerçekleşmemiş bir zafer için öncesinden telgraf çekmiş1 mi oluyor?
163
Tabii ki hayır! Çünkü her saldırı emrinde, birliklere bir hedef verilir de ondan
bu şekilde yazıyorlar. Taarruz, hedefine ulaşır veya ulaşamaz, o başka bir şey.
Y.Küçük, M.Kemal'in [yine Esat Paşanın anılarında yer alan] 'düşmanın denize
döküldüğünü' bildiren bir tutanağına daha değindikten sonrasında şu şekildeki yazıyor:
"Kemal'in bu son aşama abartılı raporlarıyla alakalı olarak Esat anılarında,
'19. ve 9.Tümenler bugün düşmanı denize dökmeyi başaramamışlarsa da ilerlemesini
önlemişlerdir1 diye yazıyor; böylece Kemal Paşanın en yakın komutanı, fazlaca
tekrarlanan ve kendisini kahraman icra eden bir iddiasını doğrulamıyor." (T.Ü.
Tezler 5, s.90)
162) Kitabın yeni ve tam çevirisi Bozkurt adıyla çıktı, Çev. Gül Çağalı Güven,
Arba Y., İstanbul, 1996. Çeviren, kitaptaki birtakım yanlışları düzeltmeye çalışmış.
Ama, kendi açısından haklı olarak, savaşlarla alakalı yanlışları, olduğu benzer biçimde
bırakmış. Bu tür tartışmalı kitapların, tam bir edition critique olarak
basılmasının lüzumlu olduğuna inanıyorum. Çünkü matbu ve hele yabancı imzalı
yalanlar, bizde pek saygınlık görüyor ve kuşkuya düşülmeksizin bütünüyle
benimseniyor.
Kuva-yı Medya dergisinin 33. sayısında (25 Kasım 1996), Armstrong ve kitabı
ile alakalı ilgi çekici açıklamalar var.
163) Uman Paşanın aynı nitelikteki emirleri için, 2.Kitap, s.149,175,181 vb. 140
Doğrular:
(1) Yalnız Arıburnu'nda değil, Seddülbahir'de de. düşmanı denize dökme, yazık
ki olası olamamıştır. Dökebilseydik, aslına bakarsanız cenk sona ererdi.164
M.Kemal düşmanı denize döktüğü için değil, Arıburnu, Anafartalar ve Conkbayırı
savaşlarının galibi olduğundan kahraman diye anılmaktadır. Hiçbir ciddi tarih
kitabında M.Kemal'in düşmanı toptan denize döktüğüne ilişik bir anlatım görmedim.
Y.Küçük nerede okumuş acaba?
(2) M.Kemal'in, 'düşmanın denize döküldüğü' ile alakalı daha başka raporları da
var. Besbelli ki ilk hatta savaşan komutanlar, kıyı şeridine sığınan Anzakla-rın
paniğini, hatta bazılarının sandallara bindiklerini görüp durumu bu şekilde
bildiriyorlar. M.Kemal de ilk hattan gelen bu rapor ve mesajlar ile esirlerin
verdikleri detayları ve kendi gözlemlerini 'denize' veya 'sahile dökülme' diye
üst komutanlığa ve diğeri birliklerine duyurmuş. (A.Muharebesi Raporu, s.56)
(3) Zaten bir ordunun, moloz yığını benzer biçimde denize süpürüldüğü veya topuyla
tüfeğiyle denize çekilerek toptan boğulduğu tarihte görülmemiştir; arkası denize
yaslanan bir birlik, ya gemilere binip kaçar veya teslim olur. Bilebildiğim
kadarıyla 'denize dökme', askerî edebiyatta, denize kadar gerileyen bir düşmanın
gemilere binip kaçtığını veya bu durumun eşiğinde olduğunu bahsetmek için
kullanılan bir deyim. A.Moorehead'in ve R.R.James'in kitaplarında, Anzak
Kolordusunun içerisine düşmüş olduğu durumu yansıtan sayfaları okuyanlar, vakası ateş
perdesi ardından izleyen ileri hat komutanlarının, bu tür değerlendirmelerini
haksız bulmazlar.
Çünkü Anzak birlikleri kaçmaya hazırlanıyorlardı. Ama yetkiliJerin, boşaltmanın
güçlüğünü belirtmeleri üstüne, çaresiz, sığındıkları bölgelere yapışıp
kalmışlardır. (Hamilton, Gelibolu Günlüğü, s. 104 vd.; Moorehead, Çanakkale
Geçilmez, s.195; R.R.James, Gelibolu Harekâtı, s.158,178; R.R.James'e nazaran,
İngilizler 9 Mayısta bile hâlâ Arıburnu kesimini boşaltmayı görüşmekteydiler,
s.254)165
* 4-5-7-7. Meğer M. Kemal izinsiz ricat etmiş (geri çekilmiş)
D Y.Küçük diyor ki:
"Esat Paşanın özet olarak piyasaya sürülen anılarından, hasım Arıburnu'na yakın bir
kumsaldan karaya çıkmış olduğu sırada, Kemal'in, birlikleri ile beraber geriye
geldiği, mevzilerini terk etmiş olduğu, kendisinin [Esat Paşanın] 'ölmek var, dönmek
yok' direktifiyle geriye gönderilmiş olduğu anlaşılıyor. (T.Ü. Tezler 5, $.73) Öyle
anlaşılıyor ki Kemal asla kimseden buyruk almadan bir ricat hareketine gi164} Harp tarihleri bunun birçok sebebini sıralıyor. Birini açıklayacağım:
Anzakları sakınan cenk gemilerinin, bir çok büyük çaplı olan 255 topuna mukabil,
19.Tümen emrinde ancak kısa menzilli ve minik çaplı 36 top vardı. (Çanakkale
Cephesi, 2. Kitap, s.143-144) .X
165) "Çanakkale'de, Anzaklarla büyük amaçları içinde, bir tek bir engel
vardrflM.Kemal! Sarışın yüzü ve gerilmiş bakışlarında korkutucu bir karar bulunan
bu erkek, yorgun Türkleri dar Conkbayırı tepesinde dayandırıyor ve sırf kendi
benliğinin etkisiyle bağlaşık kuvvetlerini bir bozgunla karşı karşıya
bulunduruyordu." {J.Benois Mechin, Kurt ve Pars, M.Kemal, s.39)
141
rişiyor. (s.86) Bütün bunlar doğru mu? Mustafa Kemal Gelibolu'da ricat etti mi?
Araştırılması gerekiyor; düzgüsel bir durumda mühim bulunmayabilir. Ancak tarihin
bu kadar abartıldığı bir zamanda araştırılmasının gereğine mutlaka
inanıyorum. Ancak ayrıntısıyla araştırılmasının benim işim olmadığını belirtmek
durumundayım, (s.87) Bulduğum kaynak ve anılarda Kemal'in izinsiz olarak
düşmanın üstüne gitmesi yerine, izinsiz olarak düşmanı bırakıp geri dönmesi laf
mevzusu/ediliyor. Bu kadar da değil; Kolordu Komutanının sert çıkışıyla düşmanınlizerine gittiği anlaşılıyor." (s.89)
Y.Küçük, 'bulduğum kaynak ve anılarda1 diyor fakat bu iddiasına dayanak olarak,
bir tek Esat Paşanın şu paragrafını gösterebiliyor:
"...Bu sırada M.Kemal Bey yanıma geldi. Tümenini, hasım birliği tarafınca
meydana getirilen ve birçok kayıplara sebebiyet veren ateş yağmurundan kurtarmak için Eğer
Tcpe'ye geri almak düşüncesinde bulunduğunu söyledi. 'Beyefendi, askerimiz eğitimi
hemen hemen eksik olduğu için, tarihte birçok örnekleri görüldüğü suretiyle bu çekilişi
çöküş sayarak dilediğiniz yerde durmayarak kaçmaya kalkışacaktır. Bunun içindir
ki tümeniniz yerinde kalarak, gerekirse düşmana saldıracaktır, ölmek var, dönmek
yok!' dedim." (Esat Paşanın anıları, s.39)166
Y.Küçük'ün ricat (geri istifa) diye allayıp pullayarak anlattıklarının tek
deposu işte bu dört cümle! Kurmay Başkanı Fahrettin Altay anılarında, bu olayın
aşağıda detaylı olarak açıklanacak olan sebebini ve aslını anlatmış (s.90) fakat
Y.Küçük, M.Kemal aleyhinde bir vaka yakaladığını sanmanın esrikliği arasında,
derhal saldırıya geçiyor:
"Fahrettin (Altay) anılarında, Kemal'in ricat ettiğini yazamıyor... Savaşta
komutana sormadan, cepheyi ve mevzii bırakıp geri gelmeye 'ricat' ismi veriliyor.
Orgeneral Fahrettin Altay, seneler sonrasında ve Kemal Paşa öldükten sonrasında yayımladığı
anılarında bile Kemal'den korkusundan kurtulamıyor." (T.Ü. Tezler 5, s.88)
Y.Küçük, tıpkı Vahidettinci arkadaşları benzer biçimde savaşın hiç bir ayrıntısını
bilmediği için boşa kılıç sallıyor. Esat Paşanın verdiği bu kısa bilginin önünü
ardını araştırsa, hiç değilse olayın hangi gün geçtiğini saptasa, koşulları ve
savaşın akışını incelese, bir krokiye bakarak Eğer Tepe'nin nerede bulunduğunu
öğrense, baltayı taşa vurmazdı!167
166) Esat Paşanın bundan sonrasında gelen cümlesini vermiyor. O cümle şu şekildeki:
"Kendileri cepheye dönüp bölgeyi kahramanca savunup, düşmanı bir adım dahi
ilerletmedi."
167) Y.Küçük'ün ricatın (çekilmenin) anlamını da bilmediği, firar (kaçma) ile
karıştırdığı anlaşılıyor. Ricatın tanımı şu şekildeki: "Muharebe eden bir ordunun yada
kıtaatın (birliklerin), isteyerek yada mecburen, düşmandan uzaklaşmak için
yapmış olduğu harekettir Çözülme (sıyrılma) ile başlayarak, artçıların yürüyüş koluna
geçmeleri ile -şu demek oluyor ki geri yürüyüşe geçmekle- nıhayetlenen muharebe safhasıdır."
(Askeri Kamus, s.46)
Burada ne ricat laf mevzusu, normal olarak ne de firar!
142
Ama bu zahmete sadece gerçeğe hürmet duyanlar katlanır. Y.Küçük'ün amacı doğruyu
ortaya çıkarmak değil, ya küllemek, ya saptırmak.
Esat Paşanın yazdıklarını şimdilik doğru kabul edelim, 'şimdilik' diyorum, bu sebeple
azca sonrasında, belleğinin Esat Paşaya oyun oynadığını göreceğiz.
Ne olmuş şu demek oluyor ki? Bir Tümen Komutanı, Kolordu Komutanıyla görüşmek için geriye
gelmiş. Bu ricat mıdır? Esat Paşa da savaşın ilk günü, karargâhından ayrılıp
Bolayır'a gitmişti; bu hesapça o da mı ricat etmiş oluyor?
Peki, neydi o gürültülü iddialar?
Hani M.Kemal, birlikleri ile beraber geriye gelmişti?
Hani mevzilerini terk etmişti?
Hani asla kimseden buyruk almadan bir ricat hareketine girişmişti?
Oysa ne yapmış? Tek başına ve kendi karargâhına gelmiş, Esat Paşa ile
karşılaşmış. Esat Paşa ne diyor: "Tümenini ateş yağmurundan kurtarmak için Eğer
Tepe'ye geri almak düşüncesinde bulunduğunu söyledi". Tümenini, Eğer Tepeye geri mi
almış ? Hayır! Esat Paşaya nazaran "geri almayı düşünüyormuş". (Dernek ki fikir
suçu işlemiş!) Paşa müsait görmeyince de, yeniden Esat Paşanın ifadesiyle, "cepheye
geri dönüp bölgeyi kahramanca savunup düşmanı bir adım dahi ilerletmemiş."
(Esat Paşanın anıları, s.39)
Esat Paşanın anlattığına nazaran konum bu. Ama reel, bu şekilde de değil.
Doğrular:
(1) Olay, savaşın ilk günü olan 25 Nisanda, öğle üstü, savaşın en tehlikeli sonuç
ânında ve tüm şiddetiyle devam etmiş olduğu sırada geçmiştir.168
(2) g.Tümenden gelen bir süvari subayı, o sırada Conkbayırı'nda bulunan
M.Kemal'e, Kolordu Komutanlığına gönderilmiş bir raporuri özetini sözlü olarak
aktarır, sadece cenk heyecanı ile Kaba Tepe yerine, 'Kum Tepe'ye çıkarma
yapıldığı' söyler.169
Kum Tepe, Arıburnu kesiminin güneyinde, Kaba Tepe ile Seddülbahir içinde
bulunan tehlikeli sonuç bir yer. Kum Tepe kıyısına çıkan hasım, Seddülbahir'deki
birlikleri kuşatabilir; ek olarak 27.Alayın da gerisine düşer. Elde, bu düşmanı
durduracak başka bir qüç de yok. Bunun üstüne M.Kemal, düşmana saldırı
etmekte olan 57. ve 27.Alaylara şu emri verir: "...Taarruzlar devam edecektir.
Düşmanın Kum Tepe ve Seddülbahir bölgelerinde de karaya çıkmış olduğu haber alındı.
Ben, 19Tümenin büyük kısmını (şu demek oluyor ki kalan iki alayı) Kayal Tepe'ye (Kum Tepe
karşısında bir tepe) yanaştıracağım ve bizzat oraya gideceğim. Kum TepeSarıburun arasındaki tekmil cüz ü tam (birlik) kumandarıJafı benimle Eğer
Tepe'de (Kayal
168) Y.Küçük, olayın zamanını kestirebilse, bir ihtimal daha ölçülü yazardı; bunu
beceremediği için de, neresinden tutarsa fili ona nazaran tanım eden kör benzer biçimde, bir
malumat parçasına yapışıp kalem oynatıyor.
169) Stratejik ve Taktik Sonuçlar Serisi, No.4, s.21; Çanakkale Cephesi,
2.Kitap, s.112.
143
Tepe'nin iki kilometre kuzeybatısında bir başka tepe) rabıta
sağlayacaklardır." (2.Kitap, s.112 ve 28. kroki; Arıburnu Raporu, s.26)
Bekleyen iki alayını harekete dercetmek için hızla Maltepe kesimine hareket eder.
(3) Saat 12.30'da, sabahleyin ileri yanaştırılmasını emrettiği 77.Alayını görür
ve onu hemen Kum Tepe/yönüne yola çıkarır. (2.Kitap, s.112,113) Oradan da
72.Alayının bulunmuş olduğu Maltepe'ye gelir. (Saat 13.00) Bu sırada, Saros'tan
Maltepe'deki yeni karargâhına gelmiş olan Esat Paşa da, durumu görmek için ileri
çıkmıştır.
Karşılaşırlar.
Bu noktada bir an durup, M.Kemal'in, o sabah saat 07.50'de Esat Paşaya yollamış
olduğu tutanağı hatırlayalım. Raporunun sonucunda diyordu ki: "Tümen büyük kısmının
kullanılmasını gerektirecek bir konum olunca, tümenin başına geleceğimi arz
ederim."
Tümenin büyük kısmının kullanılmasını gerektirecek tehlikeli bir haber almış ve
tümeninin başına gelmiş: Birliklerini geri çekmek için değil, tam bilakis,
muharebeye sürmek için!
Zaten Conkbayırı'nın batı ve cenup eteklerinde düşmanla boğuşmakta olan 57. ve
27.Alayları, savaşın dişlerinden koparıp da Eğer Tepe'ye çekmek olası değildir.
Çünkü Eğer Tepe, bu birliklerin derhal peşinde, yakınında bulunan bir mevki
değil, Conkbayırı'nın 10 km. güneydoğusunda, Kum Tepe'nin karşısında, şu demek oluyor ki cenk
hattının fazlaca dışındaki, o andaki durumla tamamen ilgisiz, uzak bir yer.
Tümeninin diğeri iki alayı ise Maltepe etrafında, cenk dışı bir kesimde,
bekleme halinde.
Kitabın sonundaki rahat krokimize bakan, Esat Paşanın anılarında verilen
bilgilerin yanlışlığını ve tutarsızlığını kolayca anlar.
M.Kemal, Esat Paşaya, almış olduğu bilgiye dayanarak Kum Tepe'ye çıkarma yapıldığını,
77.Alayını oraya sevk ettiğini, şimdi de 72.Alayı alıp o kitleye gitmek
istediğini söyler.170
Kolorduya gelen raporla M.Kemal'in almış olduğu malumat karşılaştırılır, Kum Tepe'ye
çıkarma olmadığı, süvari subayının tepe adlarını karıştırdığı anlaşılır.171
Ordudan hâlâ hiç bir direktif almamış olan iki dertli komutan durumu
değerlendirirler. Bunun üstüne M.Kemal, 77.Alaya, Kum Tepe'ye değil, 27.Alayın
sol kanadına yanaşması için buyruk yollar, 72.Alayını da Conkbayırı'na, 57.Alayın
sağ kanadına yollar. Kendi de Conkbayırı'na döner.
170) Çanakkale Cephesi, 2.Kitap, s. 113; F.Altay, s.90; Stratejik ve Taktik
Sonuçlar Serisi No.4, s.21; M.Kemal ile Mülakat, s.32; Arıburnu Raporu, s.25 vd.
171) Y.Küçük, anılarında bu yanlışlığı özetleyen F.Altay'la aklınca şu şekildeki alay
ediyor: "Kemal'in ricat etmiş olduğu, sadece bunun sorumlusunun, yanlış rapor yazan bir
subay olduğu böylece kanıtlanmış oluyor!" (T.Ü. Tezler 5, s.88) Bunu yazarken,
aslolan kendi bilgisizliğini kanıtladığının bilincinde bile değil.
9.Tümen Komutanının yollamış olduğu raporun özü, Arıburnu Raporu, s.26'da var! 144
Y.Küçük'ün anlattığı ricat (!) öyküsünün özü astarı bu.172
(4) Peki, Esat Paşa vakası niye bu şekilde anlatmamış?
Esat Paşa anılarını 1946'da Avni Bari isminde birine söyleyip yazdırmış.173 Esat
Paşanın anılarını gözden geçirenler, birçok ayrıntıyı atladığını, mühim
vakaları bile sadece kalınca çizgilerle aktardığını, savaşın genelini
yansıtmadığını görebilir. Anlaşılan Avni Bari, Esat Paşanın söylediklerini
çalakalem kaydetmiş, Esat Paşa da sonradan bir düzeltme, derleyip toparlama
yapmamış. Bu yüzden anılar, dağınık, gelişigüzel, boşluklarla ve Türkçe
yanlışlarıyla dolu. O kadar ki Esat Paşanın verdiği birtakım fazlaca isabetli kararlar
bile doğru dürüst açıklanmış değil.174
Esat Paşanın aklında, M.Kemal'in rabıta noktası olarak seçtiği Eğer Tepe ismi
kalmış herhalde. Gerisi, belleğinin oyunu. Çünkü anılarının bu parçası, saat
saat belgelenmiş vakalara ve o andaki cenk durumuna ve birliklerin konumuna
tümden aykırı.
• Yıllarca sonrasında yazılan veya ifade edilen cenk anılarının çoğunda bu tür birçok
tafsilat hatası bulunmaktadır. Bazı örneklerini ilerde göreceğiz. Bu yüzden
askeri tarihlerde, anılara pek azca yer verilmekte, rapor, buyruk, savaş ceridesi,
tutanak, kuvve cetveli vs.benzer biçimde günü, saati, yeri ve yetkililerin adlarının
kayıtlı olduğu, somut ve geçerli belgeler esas alınmaktadır. Bu sayede, 80 sene
ilkin bir bataryanın, hangi gün, kaç mermi sarf ettiğini, detaylı olarak
öğrenebiliyoruz. Yazık ki böylesine tertipli ve detaylı bir kayıt sistemi,
ordudan başka hiç bir kurumumuzda yok.
• Acaba hasım bugün için ne diyor, bir de ona bakalım.
İngiliz Resmi Harp zamanı: "25 Nisanda M.Kemal, Arıburnu çevresindeki durumu
hemen kavramış olmakla, çıkarılan ilk Anzak Kolor-dusu'nun, hedefine
erişmemesini ve yenilgisini sağlamıştı. Bu, İngiliz kuvvetlerinin kıyıda
saplanıp kalmaları sonucunu doğurmuştur."175
Churchill de anılarında, bugünkü başarısından ötürü M.Kemal'i "kaderin adamı"
diye niteleyecektir.176
Kısacası hasım, 'yenildik' diyor ve başarısından ötürü M.Kemal'i övüyor;
bizimkilerse, 'hayır, estağfurullah, ne münasebet, hiç yenilmediniz! O gün
Arıburnu'nda bulunan kuvvetlerin başındaki M.Kemal, başarıya ulaşmış değildi' diye
çığlık ediyorlar.
Böyle mükemmel bir komedi sahnesi, Moliere'de bile yok!
172) Olay ile alakalı geniş tafsilat için: Arıburnu Raporu, s.25^27.
173) Yanya Savunması ve Esat Paşa, "Kendi Kaleminden Özgeçmişi", s.103.
174) Y.Küçük de belirtiyor: "Anıların her ayrıntısına güvenmemek gerekiyor."
(s.55) -175) Gelibolu Seferinin Resmi Tarihi, BTTD, s.50, Sayı 32/ Ekim 1987.
176) Churchill'in anılarından [The VVorld Crisıs, 2.C., s.255] aktaran H.Bayur,
Türk inkılabı Tarihi, 3.C., 2.kısım, s.295.
145
* 4-5-7-8. Anafartalar ve Conkbayırı savaşları
Bizimkilerin bu konudaki görüşlerini aktarmadan ilkin, bu savaşların da fazlaca kısa
bir Özetini vermek istiyorum.177 Yapacakları analizlerin tadına varmak için bu
özeti okumanızı öneri ederim.
Savaş Bakanı Mareşal Kitchener'in yeni birlikler vermeyi kabul etmesi üstüne
General Hamilton, Ağustosta genel bir taarruza geçmeyi kararlaştırır. Anzak
Kolordusu 25.000 kişiyle takviye edilecek, ek olarak Arıburnu'nun daha kuzeyinde,
Anafartalarırı karşısında bulunan Suvla koyuna da gizlice yeni bir kolordu daha
çıkarılacaktır.178 Asker sayısı 125.000 kişiye yükselir. (Moore-head, s.318)
Ortak hedef, -Y.Küçük kızacak fakat- yeniden Conkbayırı ve Kocaçi-men Tepesidir
(Sarıbayır bloku)! Çünkü bu savaşı kazanmak için bu yüksek blokun ele
geçirilmesi şarttır.
Bunun için Anzak Kolordusundan ayrılacak birlikler ile Suvla'ya çıkarılan iki
tümenli kolordu ilerleyip birleşerek bu bloku ele geçirecek, böylece Arıburnu'ndaki Türk cephesi, sağ kanadının açığından ve kuzeyinden kuşatılmış
olacaktır. Aynı gün Güney kesiminde de (Seddülbahir'de) şimal kesimine qüç
kaydırılmasını önlemek amacıyla caka taarruzları yapılacaktır.
Bütün yaz bu saldırı için hazırlık yapılır. Filoya, birçok gemiden başka, iki de
tayyare gemisi eklenir. Bundan sonrasında her hava hücumuna 12 tayyare birden katılacaktır.
Cephane üretimi bütünüyle Çanakkale'ye ayrılır.
Savaş 6 Ağustos günü başlayacaktır. Her kesim için. taarruz saatleri, Türk
Komutanlığını şaşırtmak amacıyla, değişik şekilde ayarlanmıştır.
Arıburnu'ndaki Anzak birliklerinin bir kısmı, o kesimdeki Türk cephesine
saldırı ederek bu tarz şeyleri geri sürmeye çalışacak, diğer kısmı ise (aslolan saldırı
birlikleri, ilk aşamada 20.000 şahıs) iki kol halinde, Türk cephesinin sağ
açığından geçip, geniş bir kavis çizerek Conkbayırı-Kocaçimen'e doğru
ilerleyecektir.
Bu sırada Arıburnu kesimindeki Türk cephe hattında bir tek iki tümen var: Sağda
M.Kemal'in 19.Tümeni (Cephesi: Sazlı Dere'den Kırmızısırt'a kadar), solda
16.Tümen (Cephesi: Kırmızısırt'tan Kaba Tepe'ye kadar). 5. Tümen geride,
ihtiyatta; 9.Tümen ise Arıburnu ile Seddülbahir içinde, kıyı korumasında.
177) Özet için öncelikli olarak A.Moorehead'in Çanakkale Geçilmez, R.R.James'in
Gelibolu Harekâtı isimli kitapları ile İngiliz Resmi Harp Tarihini esas aldım;
Türk cephesi ile alakalı birtakım teferruat için de Çanakkale Cephesi 3. Kitap ile
Cemil Conk'un Conkbayırı Savaşları isimli eserinden yararlandım (Harp Tarihi D.
y.)
178) Bazı kaynaklarda bir tek bu kolordudan, bazılarında ise tüm ingiliz
birliklerinden, Savunma Bakanı Mareşal Kitchener'e izafetle ' Kitchener Ordusu'
diye laf edilmektedir.
146
Savaş 6 Ağustos günü, fazlaca yoğun bombardımanlardan sonrasında başlar.179
Bir Anzak donanması 17.30'da, 16.Tümen cephesine saldırı eder ve Kırmı-zısırt'ın
güneyinde bulunan Kanlısırt'ı (İngilizler buraya Tek Çam Tepesi diyorlar) bir
hamlede ele geçirir.180 Bu tehlikeli sonuç zeminin elden çıkması üstüne, Kuzey Grubu
Komutanı Esat Paşa, derhal ihtiyatmdaki 5.Tümeni, 16.Tümenin arkasına yanaştırır,
sol kanat açığındaki 9.Tümene de cepheye yaklaşması emrini verir. 16.Tümen
ardarda saldırı ederse de Kanlısırt'ı geri alamaz. 16.Tümen kesiminde cephenin
yarılması tehlikesi baş gösterir. Bunun üstüne Ordu Komutanlığı da Güney
Grubunun ihtiyatmdaki 4.Tümeni (Komutanı Yarbay Cemil Conk) kuzeye kaydırır.
Bir başka Anzak donanması de, aynı akşam, M.Kemal'in 19.Tümenine ardarda saldırı
eder, tüm taarruzları kırılır. Bunun üstüne Esat Paşa 16.Tümene şu emri
yollar: "19.Tümene ardarda saldırı eden hasım, Tanrının sayeinde
püskürtülmüştür. Sizden de, her neye mal olursa olsun, hemen [kaybedilen]
siperlerin geri katılımı haberini mutlaka beklerim." (S.Kitap, s.338.
16.Tümen, Kanlısırt'ı geri alamaz fakat Anzak birliğinin daha çok ilerlemesini
engelleyecektir.)
Anzak saldırı kolları da, saat 22.00'de, Sazlıdere vadisi ile Azmak Dere
arasındaki 5 km. genişliğindeki sarp bir arazi şeridinden, kuzeye doğru
ilerlemeye başlarlar. (S.Kitap, kroki 38,39) Burası, M.Kemal'in, 'muhtemel bir
hasım taarruzuna karşı güçlü tutulması' için Esat Paşayı uyardığı, Esat
Paşanın da, "Merak etme Beyefendi, [buradan] gelemezler!" söylediği yerdir.181
Aynı saatte iki tümen de Suvla'ya çıkmaya adım atmıştır.
ingiliz resmi savaş zamanı, çıkarma filosunu şu şekildeki konu alıyor:
" Filonun ilk kademesi, on bin askeri cenk alanına götürüyordu, istif halindeki
bu birlikleri on torpido muhribi taşıyordu. Her muhrip, bordasında büyük bir
mavnayı ve gerisinde bir karakol gemisini yedekte çekmekteydi. Bu on torpidoyu,
Kuzey Denizine has balıkçı tekneleri, büyük sallar izliyordu. Bunların arkasına
da kurtarma sandalları ve salapuryalar dizilmişti. Son kısmı ise
transatlantiklerden Manş Denizi otomobil vapurlarına, taraftan çarklı va179) Güneydeki (Seddülbahir) saldırı 6 Ağustosta, saat 16.00 başlayacak, 9
Ağustosta yavaşlayıp 13 Ağustosta kesilecektir.
180) ingilizler, Türk siperlerinin önünde sonlanmış 500 metre uzunlukta bir
tünel kazar ve top ateşi biter ermez, tünelin ağzındaki kum torbalarını
kaldırarak baskın halinde hücuma geçerler. Türk siperlerini örten kalaslar da,
ağır bombardıman yüzünden çökmüş, içinde olanların bir çok enkaz altında kalarak
hayatlarını yitirmiştir. Esat Paşa anılarında diyor ki: "Kanlısırt'ı sakınan
47.Alayın LTaburunun büyük bölümü, S.Taburunun derhal derhal tüm bunlar şehit düşmüştü.
2.Taburdan da sadece elli yaralı ercik kalmıştı." (s.253)
181) M.Kemal, Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe, s.5 ve devamında, bu vakası
ayrıntıları ve belgeleri ile açıklıyor. Olayın önemini zerre kadar kavramadığı
anlaşılan GRYT Ansiklopedisi, bu tartışmaları, 'kumandanlık çekişmesi' başlığı
altında veriyor; M.Kemal'in sonucunda haklı çıktığını da görmezden geliyor. (1
.C., s.115 vd.)
147
purlara kadar derhal derhal dünyada mevcut her çeşit büyük, minik deniz izliyordu.
Filonun içinde ise kruvazörler, hastane gemileri, buharlı yatlar, kablo ve
balon gemileri, Times nehrine has römorkörler ve yelkenliler vardı." (BTTD,
Sayı 27, s.52, Mayıs 1987)
Liman Paşa anılarında diyor ki: "Sekiz buçuk ay devam eden Çanakkale seferinin
ortalarına rastlayan Anafartalar çıkarması, bu muharebelerin askeri ve politik
bakımdan doruk noktasını teşkil ediyordu." (s.113)
Ve Anzak saldırı kolları ile Suvla'ya çıkan kolordunun karşısında, o ke-'
simder/görevli olan Yarbay Willmer Müfrezesinin minik ve yayılmış birliklerinden
başka birlik yoktur.182
7 Ağustos: Arıburnu Cephesinde kalan Anzak donanması, sabah, 19.Tümenin sol
kanadına üç kez daha saldırı ederse de yeniden başarıya ulaşmış olması imkansız.183
Anzak sağ saldırı kolu ise, Türk ileri karakollarını atarak Conkbayırı
yakınındaki Şahin Tepe'yi ele geçirir. Conkbayırı-Kocaçimen Tepesi hattında o
sırada hiç bir qüç yoktur. M.Kemal, kendi kesiminin haricinde olmakla beraber,
ihtiyatındaki bir taburu Kocaçimen'e, iki bölüğünü de tümen bataryalarını
korumak suretiyle Conkbayırı'na yollar; düşmanın saldırı doğrultusunu kapayan ilk
kuvvetler bunlar olacaktır. (R.R.James, Gelibolu Harekâtı, s.389. ingiliz Harp
Tarihi, BTTD, 24.rakam, s.39, Şubat 1987. S.Kitap, s.349)
Durumu izleyen Esat Paşa, sabaha karşı, 9. Tümeni Conkbayırı'na hareket ettirir.
9. Tümen Komutanı Albay Kannengiesser, saat 07.00'de Conkbayırı'na ulaşacaktır.
Daha birlikleri gelmemiştir. Keşif yaparken, Şahin Tepe'ye yerleşen düşmanın
makineli tüfek ateşiyle yaralanır; komutayı Kurmay Başkanı Binbaşı Hulusi Bey
üstlenir. Tümenin iki alayı vardır, ikisi de açılarak cenk düzeni alır.
Düşmanın sağ saldırı kolu (Yeni Zelandahlar+Gurkhalar) hücuma kalkar, 9.Tümen bu
ilk saldırı dalgasını durdurur.
Saat 13.30'da, Conkbayırı-Kocaçimen'deki kuvvetlerin komutanlığına, 4. Tümen
Komutanı Yarbay Cemil Conk getirilecektir. Conkbayırı kesimindeki Türk cephesi,
yüzü batıya dönük olarak soldan sağa şu düzeni almıştır: Solda M.Kemal'in
yollamış olduğu bölükler, ortada 9.Tümen, sağda Willmer müfrezesinden birkaç minik
birlik. (Çanakkale Cephesi, S.Kitap, s.354)
182) Dört piyade taburu, bir süvari bölüğü, bir istihkam bölüğü, üç batarya,
toplam 3.000 şahıs. (Çanakkale Cephesi, 3,Kitap, s.384)
183) "Sabah 05.40'ta hasım, 19.Tümen cephesini gece yarısından itibaren
şiddetli topçu ateşi dibine alarak, 18. ve 27.Alayın cephelerinde bir lağım
patlatarak, 31 No.lu siperimize hücum etmiş ise de kayıplar verdirilerek üç
bölgeden de geri atılmıştı." (Esat Paşanın anıları, s.259)
148
Daha sarp yoldan ilerleyen Anzak ikinci saldırı kolu (sol kol) ise, fazlaca
yorulmuş, adım adım gerileyen minik Türk birliklerinin ateşinden de fazlaca yitik
vermiştir; Kocaçimen'e taarruzu ertesi güne erteler ve takviye talep eder. Hemen bir
tugay yola çıkarılır.
Suvla'ya çıkmış birlikler de Anafartalar ovasını çevreleyen tepelere doğru
ilerlemektedir. Ama minik Türk birliklerinin direnmeleri ve Kolordu Komutanı
General Stopfort'un ağırdan alması yüzünden, bu ilerleyiş fazlaca yavaş
gelişmektedir.
Gece, 9.Tümenin bir alayı, Şahin Tepe'ye saldırı ederse de netice alamaz.
Durum kritikleşmektedir.
Liman Paşa, Saros Grubunu (iki tümen) Anafartalar kesimine yola çıkarır ve Saros
Grubu Komutanı Albay A.Fevzi Beyi, Anafartalar Grup Komutanlığına getirir.
Ayrıca, Yarbay Cemil Conk'un ve Yarbay Willmer'in birliklerini de, Esat Paşanın
emrinden alarak, A.Fevzi Beyin komutası dibine verir.
Saros Grubunu gerçekleştiren 7. ve 12. Tümenlerin rolü, geldikleri anda, Anafarta
ovasına yayılan ve ovayı çevreleyen tepelere yürüyen düşmana saldırı ederek
durdurmak, bu birliklerin Anzak saldırı kollarıyla birleşmesini önlemektir.
Önlenememesi halinde, Türk cephesi batıdan ve kuzeyden kuşatılmış olacak ve iş
bitecektir.
8 Ağustos: Gün, Conkbayırı etrafında, fazlaca kanlı saldırı ve karşı taarruzlarla
geçer. Bazı yerlerde, tarafların içinde, 25-30 metre bir mesafe vardır.
(Çanakkale Cephesi, 3.Kitap, s.359)
Liman, tesadüf eseri karargâhında bulunan, demiryolu işleriyle alakalı Yarbay
Pötrich'i 9.Tümen Komutanlığına atar; Yarbay Pötrich gelir fakat türlü komuta
sorunları çıkarır, ateş altında kalın da bir yere saklanır. Conkbayı-n'ndaki
bunalımı öğrenen Esat Paşa, Güney Grup Komutanı Vehip Paşadan yardım talep eder, o da
iki alaylı Ali Rıza Bey komutasındaki 8.Tümeni yollar. (23. ve 24.Alaylar) Esat
Paşa 24.Alayı, artık Conjsbayırı kesimi kendisine ilişik olmadığı şekilde, oraya
yürüyen düşmana saldırı etmekle görevlendirir. (Esat Paşanın anıları, s.270)184
24.Alay o gece Conkbayırı'na ulaşıp muharebeye girer fakat cephesindeki düşmanı geri
sürmeyi başaramaz. (Çanakkale Cephesi, 3.Kitap, s.366)
184) Esat Paşa anılarında diyor ki: "Gerçi Conkbayırı, Anafartalar Grubuna bağlı
ise de, yetkim dışı bir harekette bulunmam, Gelibolu yarımdasının ve dolayısıyla
Çanakkale Boğazı'nm en mühim, kilidi sayılabilecek bir yer olması dolayısıyla,
bu sorumluluğu üzerime alıyordum." (s.270)
149
Bu tehlikeli sonuç durumda, Conkbayırı'nda ciddi bir komuta kargaşalığı yaşanmaktadır.
Yeni kurulan Anafartalar Grubu Komutanı A.Fevzi Bey ise, Anafartalar ovasında
ilerleyen düşmana, askerin yol yorgunu bulunduğunu vb. ileri sürerek saldırı etmeyi
ardarda ertelemektedir.185 Liman Paşa, Albay Fevzi Beyi Anafartalar Grup
Komutanlığından alır, yerine, saat 21.45'te, 'kolordu komutanı yetkisiyle'
19.Tümen Komutanı Albay M.Kemal'i getirir.
Liman Paşa anılarında şu şekildeki diyor: "O akşam, Anafartalar civarında toplanan
tüm birliklerin komutasını, Arıburnu cephesinin şimal (sol) kanadında bulunan
19.Tümen Komutanı Albay M.Kemal Beye verdim. M.Kemal, mesuliyet ve görevden
zevk duyan bir komutan özelliğine sahipti.. Ona tam anlamıyla güvenilebilirdi."
(s. 109)
M.Kemal, 19.Tümen Komutanlığını 27.Alay Komutanı Yarbay Şefik Aker'e bırakır,
gecikrniş taarruzu başlatmak için gece yarısına doğru, dağ yollarından
Anafartalar kesimine hareket eder. 01.30'da Anafartalar Grubunun karargâhına
gelir. A.Fevzi Bey çadırında uyumaktadır, kalkmaz. Birliklerin durumu ile alakalı,
Grup Kurmay Başkanı da aleni ve detaylı malumat veremez. M.Kemal sadece tüm
kurmay subayları. toplayıp bir bir malumat alarak, genel durumu ve eski komutanın
verdiği emirlerin ana çizgilerini öğrenebilecektir. Artık birliklere yeni bir
cenk düzeni vermeye zaman yoktur. Gün doğmadan taarruza geçilmesi
gerekmektedir.
O âna kadar dikkatsizlik edilmiş olduğu anlaşılan yiyecek, iletişim ve sıhhat hizmetlerini
de düzenler ve yazılı saldırı emrini, saat 04.00'te haber subayları ile
tümenlere yollar.
9 Ağustos [1. Anafartalar Muharebesi]:
Liman Paşa anılarına şu şekildeki devam ediyor:
"Nitekim 9 Ağustos sabahı erkenden, evvelce üç kere emredildiği şekilde
yapılamayan saldırı yapılmış oldu ve hasım, muhtelif yerlerden sahile doğru sürüldü."
(s. 109)
M.Kemal akşama kadar taarruzu yönetir.186
185) Fevzi Beyin, bu vaka ile alakalı Enver Paşaya verdiği raporun hepsi, Cemil
Conk'un kitabında var. (s.83 vd.) Raporunda, Ordu Komutanı Liman Paşanın, 8
Ağustosta, ilerleyen düşmana üç kere saldırı etmesi için buyruk verdiğini fakat
muhtelif gerekçelerle üçünü de dinlemediğini aleni-ile alakalı raporunda kullandığı,
"muvaffakiyet beklenemez", "muvaffakı-:ok tehlikeli", "bilinmeyen arazi". "he7imc>ti
ça yazıyor. Bu emirler ile alakalı raporunda Kullandığı, "muvaffakiyet beklenemez",
"muvaffakiyet umut etmiyorum", "fazlaca tehlikeli", "bilinmeyen arazi", "hezimeti mucip
olur", "tehlikeli görüyorum" benzer biçimde deyimler, Fevzi Beyin bu sert savaşların
aramış olduğu özellikte bir komutan olmadığını gösteriyor. İstanbul'a dönünce, Enver
Paşa tarafınca ilkin emekli edilir; sonrasında emeklilik işlemi geri alınacak fakat bir
cepheye değil, Viyana ataşemiliterliğine gönderilecektir. (C.Conk, s.88) 186)
M.Kemal'in bu muharebe süresince verdiği muhtelif emirler, Anafartalar Muharebatına
ilişik Tarih-çe'de (s.36- 44), ek olarak AAMD'nin 19. sayısında ve Çanakkale Cephesi,
S.Kİtapta bulunmaktadır.
150
Anafartalar'a ilerleyen İngiliz Kolordusu ile Conkbayırı-Kocaçimen kesimine
saldırı eden Anzak saldırı kollarının birleşmesi engellenir.
İngiliz resmi savaş tarihinde deniliyor ki: "Bir Türk komutanı, Çanakkale
savaşlarının kaderine hakim olmuştu." (BTTD, rakam 26, s.57)
Alan Moorehead Anafartalar taarruzunu şu şekildeki konu alıyor:
"Bu korkulu bir hücumdu ve İngiliz birliklerini yok etti. Birkaç dakika arasında
tüm subaylar öldürüldü. Tabur ve tugay karargâhları, silindirle ezilmiş benzer biçimde
oldular. Askerler darmadağınık bir şekilde her tarafa kaçışıyorlardı. Makineli
tüfeklerin yoğun ateşinden fundalıklar tutuşmuştu. Buralara gizlenmiş askerler,
kıçlarından alevler, dumanlar saçarak tavşanlar benzer biçimde ortaya çıkıyorlardı. Güneş
doğarken Triad'm güvertesinden durumu seyretmekte olan General riamilton, acı
bir manzaraya şahit oluyordu. Askerleri, Suvla ovasına doğru, binlerce kişilik
yığınlar halinde, karmakarışık kaçışıyorlardı. Saat 06.00'da, çarpışmanın
başlamasından bir buçuk saat sonrasında, konum tam bir bozgun halini almıştı. Sadece
tepeler kaybedilmekle kalmamış, askerlerden bir bölümü tam bir kaçış halinde tuz
gölüne, hatta denize kadar çekilmişlerdi." (Çanakkale Geçilmez, s.389)
General Hamilton da o günü şu şekildeki konu alıyor:
"Yüreğim, yarımadadaki mücadelelerin ortasında katılaşmıştı, ama bu manzaranın
fecaati karşısında adeta paralandı. Beni ayakta tutan Sarıbayır'ın görünüşüydü.
Gözlerimi Sarıbayır'dan (Conkbayırı-Kocaçimen kesimi) ayıra-mıyordum."
(R.RJames, Gelibolu Harekâtı, s.417)
Şimdi ikimiz de General Hamilton'la beraber gözlerimizi, düğümün çözüleceği
Conkbayırı -Kocaçimen kesimine çevirelim.
Bugün Esat Paşanın isteği üstüne Vehip Paşa en son iki alay daha (28. ve
41.Alaylar) yollamıştır. Ama 28.AIay sadece gece yarısından sonrasında Conkbayırı'na
ulaşır. 41.Alayın ise ne vakit ulaşabileceği belli değildir.
Bu sırada Anzak birlikleri, Conkbayırı-Besim Tepe-Kocaçimen hattının muhtelif
kesimlerine, dalga dalga saldırı etmektedirler. Wellington Taburu, bir ara
Conkbayırı Tepesi'nin zirvesini ele geçirir fakat ağır zayiatla geri sürülür.
(R.R. James, Gelibolu Harekâtı, s.401) BifİDaşı Allanson'un emrindeki tabur ise
kanlı bir boğuşmadan sonrasında, Besim Tepe'nin (İngilizler Q Tepesi diyor) cenup
zirvesini ele geçirir. Binbaşı Allanson, bu yükseklikten Çanakkale Boğazı'nı,
Alçı Tepe'nin arkasındaki yolları bulan ilk ve son İngiliz olur. Yaralı bulunmasına
karşın, o heyecanla Boğaz doğrultusunda ilerlemeye karar verir; daha 100 metre
ilerlemeden, müfrezenin ortasında altı adet mermi patlar. Binbaşı Allanson bu
vakası raporunda şu şekildeki konu alıyor: "Koyda bir parlama gördüm ve kendi donanmamız,
tam ortamıza 6 adet 12 inçlik ekran mermisi indirdi. Müthiş bir karışıklık
oldu. Esef edilecek bir faciaydı bu." (R.R.James, Gelibolu Harekâtı, s.408)
151
Anzakların verdiği 12.000 yitik içinde187 100-200 içinde olduğu anlaşılan bu
minik kaybın askeri açıdan hiç bir önemi yoktur fakat Binbaşı Allan-son'un, bu
mermileri donanmanın attığında ısrarcı olması üstüne, vaka münakaşa mevzusu
olacaktır.
Donanma, Allanson'un iddiasını reddeder.
n R.R.James de diyor ki:
"Allanson, mermilerin bahriye mermisi olduklarında ve ardından geldiğinde
İsrar etti. Allanson'un kendi ifadesinden, mermiler atılmış olduğu zaman arka yamaçta
bulunmuş olduğu ve oradan İngiliz gemilerini görmesine imkân olmadığı açıkça
bellidir... Ancak, bu felaketin, muharebenin seyrini değiştirdiğini iddia etmek,
durumu yanlış yorumlamak olur; bir Amerikan askeri yazarının söylediği benzer biçimde, 'saldırı
başladıktan 56 saat sonrasında atılan birkaç mermi, o ünlü tepenin akıbetini atama
edemezdi.' " (Gelibolu Harekâtı, s.409, ek olarak 157. ve 158. dipnotlar)1 ^
Bu rahat mevzu üstünde bu kadar durmamı bağışlayınız. Sebebi ilerde anlaşılacak.
M.Kemal, o gece ve ertesi gün için lüzumlu emirleri verdikten sonrasında, 17.30'da
yola çıkar, maceralı bir yolculuktan ve akşamdan sonrasında Conkbayı-n'ndaki
8.Tümenin karargâhına gelir.
10 Ağustos (Conkbayırı Muharebesi):
M.Kemal, 8.Tümenin, biri fazlaca zayiat vermiş olan iki alayı ile bir süngü atağı
yaptırarak Conkbayırı'nı düşmandan temizlemeye karar vermiştir. ConkbayırıKocaçimen cephesi karşısındaki hasım, iki tümenden fazladır. (S.Kİtap, s.372)
8.Tümenin Kurmay Başkanı itiraz ederse de, M.Kemal kararından dönmez. Derin bir
sessizlik arasında, Conkbayırı zirvesinin arka tarafında, taarruza hazırlanılır.
Taarruzdan ilkin topçu ateşi açılmayacak, birinci ve ikinci saldırı kademeleri
sık avcı hattı, üçüncü saldırı kademesi ise yanaşık seviye halinde saldırı
edecektir. Taarruz, gün doğmadan, M.Kemal'in işareti ve 23. ve 24.Alayların
unutulmaz süngü atağı ile başlar. Öteki tümenler de bu hücumla beraber, kendi
kesimleri karşısındaki hasım birliklerine taarruza kalkarlar.
Conkbayırı ve çevresi, düşmandan tümüyle silinip süpürülür.
Gece yarısından sonrasında güneyden gelmiş olarak 8.Tümenin, dolayısıyla M.Kemal'in emri
dibine giren 28.Alaya da Şahin Tepe'yi, ele aktarma rolü verilir fakat yorgun
alay sadece en yüksek sırtı ele geçirebilecektir. (Alayın komutanı Alman Binbaşı
Hunker'dır, savaşı uzaktan izlediği için M.Kemal'den azar işite187) General Hamilton'un cenk tutanağından aktaran C.Conk, s.71.
188) Conkbayırı- Besim Tepe- Kocaçimen Tepesi kesimi karşısında bulunan
takviyeli iki Anzak tümeninin, 7-10 Ağustos arasındaki kaybı 12.000 kişidir.
100-200 kaybın, bu kanlı savaşın kararı bakımından bir ehemmiyet taşımadığı açıktır.
152
çektir.) Şahin Tepe'den atılamayan düşmanın ve donanmanın yoğun ateşi yüzünden,
saatlerdir durmadan savaşan coşkun birlikleri de dinlendirmek amacıyla saldırı
durdurulur.
İngiliz kuşatması bütünüyle suya düşmüştür.
M.Kernal yine Anafartalar'daki öbek karargâhına döner.
• Bundan sonraki vakaları anlatmadan ilkin, İngiliz ve Avustralyalı yazarların ve
General Hamilton'un, bu atağı iyi mi değerlendirdiklerini görelini:
"Türk taarruzu dehşet verici bir manzaraydı. Şaşkınlıktan serseme dönen
İngilizler, ufuk hattının üstünden boşanan, ateş etmeden süngüleriyle
ilerleyen, karanlık, yoğun Türk kitlelerini gördüler. Conkbayırı ve zirvedeki
siperler derhal çiğnendi ve İngilizlerin askerlerinden hiçbiri -1.000'den
fazlaydılar- kurtulamadı... Türkler, fırtına benzer biçimde hızlıca aşağıya gidiyorlar ve
o denli kısa bir vakit görünüyorlardı ki sağ kalan coşkun fanatikler, yaylaya
büyük sayılar halinde vardılar. General Baldwin'in adamları, ümitsizliğin
verdiği cesaretle, bu tarz şeyleri karşılamak suretiyle ayağa kalktılar... Saat 10.00'da,
güneş iyice yükseldiği zaman, Baldwin ve subaylarının derhal tüm bunlar ölmüş
bulunuyor ve kalanlar, küçücük yaylada binden fazla ölü yada ölmekte olan subay
ve er bırakarak, derelere iltica etmek suretiyle geri çekiliyorlardı. Kaçanlardan bir çok
nehir yataklarında kaybolduklarından, kendilerinden tekrar haber alınamadı."
(R.R.James, Gelibolu Harekâtı, s.421)
"Şafaktan birkaç dakika ilkin M.Kemal... hasım siperleri önünde ayağa kalktı,
bir mermi saatini parçaladı fakat o kırbacını kaldırarak İngiliz hatlarına doğru
ilerledi. Dört saat sonrasında, Sarıbayır sırtlarında tek bir İttifak Devleti askeri
kalmamıştı. Bu taarruz Suvla'dakinden daha şiddetli, daha dolgun, fazlaca daha
çılgınca olmuştu.. 10 Ağustos öğle vakti, Suvla ve Anzak cephelerinde, hiç bir
mühim tepe İngilizlerin elinde bulunmuyordu." (A.Moorehead, Çanakkale Geçilmez,
s.391)
"Son 24 saat içinde Türkler, büyük bir komutana haiz olmanın, düzenin,
askerliğin, kahramanlığın, mücadelenin tüm örneklerini vermişlerdi... Anzaklar
bu harpte 12.000 şahıs yitik vermişlerdir... Türkler cephenin tüm hakim
noktalarına yerleşmişlerdi. Bu muharebeler sonucunda İngilizler, öncesinden haiz
bulundukları üstünlüklerini yitirdiler." (A.Oglander, İngiliz resmi zamanı,
BTTD, s.56, rakam 287 Haziran 1987)189 t
"Türk ordusu kahramanca savaşmakta ve harika surette sevk ve yönetim
edilmektedir." (General Hamilton'un Mareşal Kitchener'e 17.8.1915'te çektiği
telgraf, ingiliz resmi zamanı, BTTD, s.59, rakam 28/ Haziran 1987)
189) Buna mukabil Mısıroğlu şu şekildeki yazıyor: "Sadece bir Albay sıfatıyla minik
bir bayırı tutmuş bulunan M.Kemal.." (Lozan, 1.C., s.293)
Ne kadar ilmi ve dürüst bir değerlendirme, değil mi?
153
Anafartalar kesiminde de, sabahleyin başlamış olan ingiliz taarruzu, tüm kesimlerde
kırılır.
İngilizler, yine takviye alarak, Anafartalar doğrultusunda tekrar saldırı
etmek için hazırlığa girişirler.
15 Ağustos: Bugün başlamış olan ve inatla ertesi günü de sürdürülen İngiliz taarruzu
yeniden Anafarta ovasında ve ovadaki tepelerde kırılacak ve bu başarısızlık üstüne
İngilizler üst komutanları değiştireceklerdir. Bir kere daha şanslarını denemek
için yine hazırlığa başlarlar.190
21 Ağustos [2. Anafartalar Muharebesi]:
İngilizler ihtiyat tümenlerini de karaya çıkartarak, bir kez daha ve en son
taarruza geçerler. Katılan asker sayısı bakımından bu, Çanakkale Savaşı'nın en
büyük muharebesidir. (A.Moorehead, Çanakkale Geçilmez, s.394; R.R. James,
Gelibolu Harekâtı, s.432) Savaş tüm gece ve ertesi gün de sürer.
M.Kemal'in yönettiği Anafartalar Grubu, bu büyük ve son taarruzu kırmakla
kalmayacak, tüm hasım birliklerini çıkış hatlarına kadar geriye sürecektir.
Liman Paşa, Alman Genel Karargâhına şu bilgiyi verir:
"İngilizlerin büyük kuvvetlerle giriştiği Anafarta çıkarması, tam bir yenilgiye
uğramıştır. İngilizler, Arıburnu'nda olduğu benzer biçimde, Anafartalar kesiminde ve Suvla
körfezinde de, sadece donanmalarının himayesinde muhufaza edebildikleri şerit
halindeki kumsal kesiminde ve, tahkimat yapmak üzere tutunabilmiş-lerdir.
İngiliz ordugâhları tamamen deniz kenarında bulunmaktadır ve bu dar kitleye hakim
tepler kamilen Türk ordusunun elindedir." (s. 118)
Bu cenk, İngilizler için sonun başlangıcı olur.
6 Ağustos'tan beri verdikleri yitik 45.000 kişidir. (Moorehead, Çanakkale
Geçilmez, s.396; R.RJames, Gelibolu Harekâtı, 452)
15 Ekim günü Başkomutan General Hamilton da görevden alınır.
Artık Gelibolu'dan istifa tarihi gelmiştir.
Aralık sonucunda Suvla ve Anzak'tan, Ocak başlangıcında da Süddülbahir'den çekilmeyi
başarırlar. •
Müttefiklerin Çanakkale'deki tek başarısı, bu çekilişi kayıpsız gerçekleştirmiş
olmalarıdır.
Çanakkale Savaşı ile alakalı ingiliz resmi zamanı, şu genel değerlendirme ile
bitmektedir:
"Çanakkale'de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs, M.Kemal'di. Çanakkale
muharebelerinde göstermiş olduğu oldukça yüksek sevk ve yönetim, fedakârlık ve
feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu hususta ne söylense azdır.
190) M.Kemal'in emri altında yedi tümen, bir süvari alayı toplanmıştır. Bu
sırada Esat Paşanın grubunda iki tümen, Vehip Paşanın grubunda dört tümen, Asya
Grubunda iki tümen var.
154
Başlangıçta M.Kemal Paşa, Gelibolu yarımadasında, bir piyade tümeninin başlangıcında,
harbin sevk ve idaresi yönünden fazlaca dikkati çeken, aleni bir deha örneği
vermiştir; 25 Nisanda, Arıburnu çevresindeki durumu hemen kavramış olmakla,
Anzak Kolordusunun karaya çıkarıldığı ilk günde, hedefine erişmemesini ve
mağlubiyetini sağlamıştı. Bu mühim bir sebep olarak, İngiliz kuvvetlerinin
kıyıda saplanıp kalmaları sonucunu doğurmuştur.
İngilizlerin hakim noktaları elde edemeyerek dar kıyıda sıkışıp kalmaları ve 9
Ağustosta [Suvla-Anafartalar kesimindeki] İngiliz kolordusunun batkı ve
hezimetinin de başlıca nedeni yeniden Gazi M.Kemal'den başkası değildi.
Anafartalar Grubu Komutanlığı kendisine verilince, hemen yapmış olduğu sert ve
şiddetli bir hareketle, İngiliz kolordusunun karaya çıktıktan sonraki gecikmiş
hareketini hem durdurmuş, aynı zamanda bu yeni İngiliz kolordusunu hezimete
uğratmıştı.
Gelibolu yarımdasında başarısı, bir tek bu da değildir.
Anafartalar'da İngiliz kolordusunun ileri hareketini durdurup hezimete
uğrattıktan 24 saat sonrasında, bir başka cephede, Türk ordusuna parlak bir zafer
daha sağlamıştır. Bizzat yapmış olduğu bulgu sonucunda, Conkbayırı'nda, İngilizlere
parlak bir karşı saldırı yapmıştır. İşte bu taarruzda kazanılan zafer sonucunda
Türkler, Çanakkale boğazına hakim olan Sarıbayır sırtına yerleşmişler ve kati
olarak orada tutunmuşlardır. Bir daha İngilizler bu hakim yeri ele geçire-memiş
ve Türklerle savaşamamıştır.
Bu suretle Çanakkale savaşlarının kaderinde, tek atama edici görevi oynamış,
Çanakkale'nin kaderini atama etmiştir... Kısacası, Gelibolu muharebeleri,
bütünüyle, M.Kemal'in üstün deha ve zekâsıyla müessir olduğu bir zamanı anlatır."
(BTTD, s.50, rakam 32/Ekim 1987)
Yenilen hasım bile M.Kemal'in Çanakkale Savaşı'ndaki rolünü işte bu şekilde
değerlendiriyor.191
Bir de bizimkileri dinleyelim.
* 4-5-7-9. Bizimkiler ne diyorlar?
a. Albay A.Fevzi Beyin yerine, Albay M.Kemal'in atanması vakası
D K.Mısıroğlu diyor ki:
"İngilizlerin çıkarma yapmış olduğu mıntıkaya yetişmek suretiyle kolordusuyla hareket
emrini alan Fevzi Bey, gideceği yere ortalama 60 km. mesafede bulunuyordu. Bu
mesafeyi bir kolordunun tüm ağırlıklarıyla hızlıca aşıp cepheye ulaşması ve
ilerlemiş hasım kuvvetleri karşısında, bu yolu katetmenin verdiği yorgunluk
üzerindeyken, taarruza geçmesi yada müdafaada bulunması, im191) Gallipoli isimli meşhur filmi çeken ve Müttefiklerin yenilgisini özetleyen Peter
Weir da sakın Kemalist olmasın?
155
kansız denecek bir şeydi... Emrindeki askerlerin yaşamı üstüne bir kumara
girişmeyi vicdanı hiç caiz görmeyen Fevzi Bey, askerin kesinlikle ve minimum bir
gece istirahat ederek, sıcak bir çorba içip birkaç saat uyku uyumadıkça, saldırı
etmesinin kaabil olmadığını ve sadece bu şekilde bir istirahatten sonrasında şafakla
taarruza geçebileceğini kesin bir lisanla anlatım etmesi üstüne olağanüstü canı
sıkılan Liman von Sanders, onu bulunmuş olduğu mevkiden alıp yerine bir başka kumandan
atama etme hevesine (!) kapıldı." (Lozan, 1.C., s.162,163)
Doğrular: ^
(1) 16.Kolorduyu gerçekleştiren 7. ve 12.Tümenler, dinlenmeleri için bir buçuk ay
ilkin Güney Cephesinden çekilip bu kitleye gönderilmiştir. (Çanakkale Cephesi,
S.Kitap, s.404) Yürünecek mesafe de 60 km. değil, alayların bulundukları yere
nazaran, 25-40 km. arasındadır. (S.Kitap, s.405)
(2) 7.Tümene, iki alayını yola çıkarması emri, 7 Ağustos saat 01.40'da verilmiş
ve alaylar, 7 Ağustos sabahı, saat 05.45 ve 08.00'de yola çıkarılmıştır. Ordu
emrine nazaran alaylar yanlarına, süratli yürüyebilmek için, tüm ağırlıklarını
değil, 'minik ağırlık1 denilen muharebe ağırlıklarını almışlardır. (Çanakkale
Cephesi, S.Kitap, s.397) 12.Tümenin yola çıkarılması emri de, 7 Ağustos günü,
saat 07.00'de verilir, bu alaylar da öğle üstü yola çıkarılır. (Çanakkale
Cephesi, S.Kitap, s.398)
(3) 7 Ağustos saat 22.00'de, 12.Tümenin 36.Alayı dışındaki tüm birlikler,
Anafartalar kesimine gelir, sıcak çorbalarını içer ve 'birkaç saat uyurlar'.
(Fevzi Beyin tutanağından aktaran, C.Conk, s.86) Yani yoldan gelir gelmez,
taarruza geçmez, dinlenirler. Üstelik yol yorgunluğu ile saldırı etmek, birçok
örneği olan organik bir olaydır. [Mesela Sakarya Savaşında birçok tümen, uzun
mesafeler aştıktan sonra, dinlenmeden savaşa girmiştir.] Cephedeki diğeri
askerler de iki gündür uykusuzdu ve durup dinlenmeden savaşmaktaydılar Ayrıca,
bu tümenlerin 8 Ağustos sabahı yapması ihtiyaç duyulan saldırı da, A.Fevzi Beyin isteği
üstüne ertelenecektir. (S.Kitap, s.402)
(4) Saros Grubunun birlikleri, 8 Ağustos günü saat 10.30'da, lüzumlu düzeni
alırlar. Bu arada 36.Alay da sağ kanat gerisine yanaşır. (Çanakkale Cephesi, 3.
Kitap, s.404)
(5) Suvla kesimindeki İngiliz hareketinin gittikçe gelişmesi üstüne, Liman
Paşa, 8 Ağustos öğle üstü, 12.Tümenin Mestan Tepe'de bulunan düşmana taarruza
geçmesini emreder. Albay A.Fevzi Bey raporunda diyor ki: "12.Tümen Komutanı
S.Adil Beyin, 'Ben askerim, verilen emri icra ederim' demesine karşın, ben bu
taarruzu da bugün yapmayı doğru bulmadım." (A.Fevzi Beyin raporudan aktaran,
C.Conk, s.86) | j i
(6) Liman Paşa, saat 15.00'te de, bir buyruk subayı ile 'akşam saldırı edilmesi'
için yazılı buyruk yollar. Vahidettincilerin övdüğü A Fevzi Bey bu emri de yeri156
ne getirmez. Raporunda bu tavrının gerekçesini şu şekildeki açıklıyor: "...gece
karanlığında, bilinmeyen bir arazide, uzun bir yürüyüşle saldırı etmek, herhalde
hezimeti mucip bir hareket idi. Esasen bugün saldırı etmemeye karar vermiş ve
ona nazaran tertibat almış olduğumdan, Liman Paşanın bu emrinin de bir etkisi
olmadı." (Feyzi Beyin tutanağından aktaran, C.Conk, s.87)
Akşam saat 22.00'de Ordu Kurmay Başkanı, telefonla Fevzi Beyi arar ve der ki:
"Liman Paşanın yanındayım. Kendileri soruyorlar, 'Ben bugün Fevzi Beye, düşmana
saldırı için buyruk göndermiştim. Niçin saldırı etmedi?1"
A.Fevzi Bey raporunda, şu cevabı verdiğini açıklıyor: "...hücumun yarın şafak
zamanına tehir edilmesini (ertelenmesini) rica ettim. Kabul etmediler, 'Ne
olursa olsun, benim emrim icra olunacaktır!' buyurdular. Bendeniz ise
emirlerinin icrasında korku gördüğümden, icra etmedim (yapmadım). Taarruzu
yarın şafak zamanına (9 Ağustos sabahına) bıraktım ve ona nazaran gerektirme eden emri
verdim." (A.Fevzi Beyin tutanağından aktaran, C.Conk, s.88)
Ordu Komutanının bir türlü harekete geçiremediği A.Fevzi Bey, birazcık sonrasında gelen
şu direktifle görevden alınır ve İstanbul'a postalanır:
"Anafartalar Grubu Kumandanlığına atama edilen M.Kemal Beyin muvasa-latıyla
(gelmesiyle) birlikte, buyruk ve kumandayı mumaileyhe (ismi geçene) tevdi ile
İstanbul'a hareketiniz rica olunur. 5 nci Ordu Kumandanı Liman von Sanders"
(Fevzi Beyin tutanağından aktaran, C.Conk, s.88)
Olayı, Fevzi Beyin kendi raporunu esas alarak aktardım.
Liman Paşanın yerinde olsaydınız, siz ne yapardınız?
K.Mısıroğlu'nu dinlemeye devam edelim:
"işte bu sırada Liman von Sanders'in yanında bulunan ve M.Kemal'in İttihatçı
arkadaşlarından olan Kazım (inanç) Bey, Fevzi Beyin yerine M.Kemal'i atama
etmesi öneri ve telkininde bulundu. Bunun üstüne kendisine telefon edilen
M.Kemal, bu kere bir kolorduya hükmetmek fırsatı çıkınca, meydana getirilen teklifi asla
duraksamadan kabul etti. Önemli olanı şu ki M.Kemal için bir kolordu
kumandanlığının, o güne kadarki askeri yaşamı bakımından birazcık ağır bir yük
bulunduğunu ve bu şekilde bir yükün altından kalkabilmesinin olası olup olmadığını
soran Kazım Beye, 'Ne münasebet. Az bile gelir! Derhal kabul ediyorum. Paşaya
söyle, tayinimi emretsin!' demiştir. Bu suretle Fevzi Bey yerinden alınarak 19.
Tümen Kumandanı M.Kemal Bey, onun emrindeki kolorduya atama edildi." (Lozan,
1.C., s.163) Hepsi yanlış!
Doğrular:
(1) Kurmay Başkanı F.Altay anılarında, 'işlerin fena gitmekte bulunduğunu görerek,
Conkbayırı kesimine, kudretli bir komutanın atanması gerektiğini, onun için de
M.Kemal Beyin kolordu komutanı olarak bu bölgeye verilmesini Esat Paşaya
söylediğini' yazıyor. (On Yıl Savaş, s. 109) Esat Paşa da vakası şu şekildeki konu alıyor:
157
"Conkbayırı'na komuta etmek suretiyle, buradaki durumu bilen 19.Tümen Komutanı
M.Kemal Beyin görevlendirilmesi lüzumunu Ordu Komutanına bildirmek suretiyle Kufmay
Başkanım Fahrettin aracılığı ile Ordu Kurmay Başkanına telefon ettirdim." (On
Yıl Savaş, s.272) F.Altay, Esat Paşa ve kendi adına, bu teklifi Kazım Beye
telefonla duyurur fakat Kazım Bey Liman Paşanın kabul edeceğini sanmadığını
söyler. (On Yıl Savaş, s. 109) F.Altay saat 20.00'de Kazım Beyi yine arar,
telefon hatları karışmıştır, M.Kemal ile Kazım Beyin konuşmalarına kulak
misafiri olur; bu vakası anılarında şu şekildeki aktarıyor:
"M.Kemal diyordu ki: 'Bütün kuvvetler bir elden yönetim olunursa, başarı elde
edilebilir. Anafartalar'a gelen kuvvetleri de benim emrime verirseniz, o vakit
kabul ederim.'
Bu sırada telefon hitabı kesildi, gülerek Esat Paşaya döndüm, 'Bizim
teklifimiz olan kolordu komutanlığını fazlaca gördüler, şimdi ordu komutanı meydana getirmeye
zorunlu olacaklar.' [dedim.]
Nitekim 21,45'te (teklifimizden 8 saat sonrasında) M.Kemal'in Anafartalar Grup
Komutanlığına atama edilmiş olduğu emri geldi." (On Yıl Savaş, s. 110) (2) M.Kemal'in
bu konudaki kısa açıklaması da şu şekildeki: "Ordu Kurmay Başkanı, Liman von Sanders
Paşa Hazretleri adına beni telefon başına çağırdı. Komutanın durumu iyi mi
gördüğümü ve düşüncemi sorduğunu bildirdi. Kendisine Conkbayırı'nın durumunun
kritikliğini ve durumun düzeltilmesi için daha bir an kaldığını ve bu ânın da
kaybedilmesi halinde felaketin pek olası bulunduğunu bildirdim. Durum
genelleşmiş, Anafartalar'a çıkmış ve çıkmakta olan büyük hasım kuvvetlerini
dikkate ve ona nazaran genel önlemler alarak, sevk ve idareyi birleştirmek ve
sağlamak gerekiyordu. Bu sebeple, Kurmay Başkanının, 'Çare kalmadı mı?' sorusuna
verdiğim cevapta, 'Bütün mevcut kuvvetlerin komutam dibine verilmesinden başka
umar kalmadığını' söyledim. 'Çok gelmez mi?' dedi, 'Az gelir!' dedim."
(Anafartalar Muharebatma Ait Tarihçe, s.26)192
(3) Bu mevzuda kaynakların hiçbirinde, Kazım (İnanç) Beyin, 'İttihatçılık
gayretiyle M.KemaPin atanmasını öneri ve telkin ettiğini' yayınlayan bir anlatım
yer almıyor. Tersine, tüm bunlar, Kazım Beyin, bu konudaki teklifleri tereddütle
karşıladığını gösteriyor. Zaten tereddüt etmese, "Çok gelmez mi?" diyerek kendi
teklifiyle çelişkiye düşer miydi?
(4) Ayrıca Mısıroğlu, M.Kemal'in Kazım Beye, "Derhal kabul ediyorum. Paşaya
söyle, tayinimi emretsin!" söylediğini yazıyor ve dayanak olarak da, F.R. Atay'ın
Çankaya isimli kitabının 1969 baskısının 91. ve 92. sayfalarını gösteriyor. Söz
mevzusu sayfalarda bu şekilde bir konferans yok!
Hazret yeniden karşılıksız çek yazmış!
192) M.Kemal, anılarında, bu vakası, birazcık daha detaylı anlatmaktadır.
(F.R.Atay, Mustafa Kemal Atatürk'ün Hatıraları, s.8) F.Altay, Liman Paşanın, bu belirleme için
Enver Paşanın iznini aldığını tahmin ediyor. (F.Altay'ın Hayat Mecmuasında
(1958) piyasaya sürülen anılarından aktaran f.llgar, Esat Paşanın anıları, s.178)
158
Mısıroğlu devam ediyor:
D "Bu suretle Fevzi Bey yerinden alınarak 19.Tümen Kumandanı M.Kemal Bey, onun
emrindeki kolorduya atama edildi." (Lozan, 1.C..S.164)
M.Kemal, 16.Kolordu Komutanlığına değil, Anafartalar Grup Komutanlığına atama
edildi. İkisi içinde ayrım var, bu sebeple Anafartalar Grubunda, 16. Kolordudan
başka, ilk aşamada şu birlikler de bulunmaktadır: 4.Tümen, S.Tümen, S.Tümen,
9.Tümen, Yb.VVilImer Müfrezesi ve bir süvari tugayı!
a "Fakat tuhafı şu ki 19.Tümen bir fazlaca geride bulunduğundan, M. Kemal'in
saldırı edilmesi istenilen noktaya kadar gelinceye kadar geçen vakit, Fevzi
Beyin istediği mühletten bile fazla oldu. Yani bu noktada, taarruzu fiilen
gerçekleştirebilmek için M.Kemal'in tayininin mantıki hiç bir ciheti yoktu. Çünkü
cepheye hemen ulaşabilecek bir mesafede bulunmadığı için fiilen olası olmayan
bir taahhütte bulunmuş oluyordu." (Lozan, 1.C., s.164)
Yine yanlış. 8 Ağustos akşamı saldırı etmesi emredilen A.Fevzi Beyin, taarruzu 9
Ağustos sabahına bıraktığını azca ilkin görmüştük. M.Kemal, A.Fevzi Beyin
karargâhına 8/9 Ağustos gecesi, 01.30'da gelmiş ve M.Kemal, talip olduğu rolü,
tam zamanında yerine getirerek, yeniden 9 Ağustos sabahı birlikleri taarruza
geçirmiştir. (Çanakkale Cephesi, 3.Kitap, s.406.) Gecikme laf mevzusu değildir.
D GRYT Ansiklopedisi, Mısıroğlu'nun bu yanlışını da kopyalamış: "Albay M.Kemal
Bey de aslına bakarsanız sadece 9 Ağustos sabahında yeni donanmasına ulaşabilmişti. Yani Fevzi
Beyin istediği mühlet, talep eder istemez geçmiş oluyordu." (1.C., s. 127)
İsteseler, parmak hesabıyla bile gerçeği bulurlardı. Ama niyetleri bu değil.
D "Ertesi gün cereyan eden hücumlarda (1.Anafartalar Savaşı) elde edilmiş başarı,
M.Kemal'e mal edilmek istenmişse de, bu tarihen ve fiilen doğru değildir. Çünkü
burada dövüşen, M.Kemal'in talim ve tensiki altındaki 19.Tümen değil, Fevzi
Beyin fazlaca iyi donatıp talim ettirmiş olduğu 16.Kolordu193 ve Vehip Paşanın bu
noktaya yığdığı ihtiyat kuvvetleridir." (K.Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.164)
s Doğrular:
(1) Bu çarpık mantığa nazaran, bir savaşı başlatan, yöneten ve başarıya ulaştıran
komutanın, 'tarihen ve fiilen' bir önemi yok; aslolan mühim olanlar, birlikleri
talim ettirenler ile buyruk veya arzu üstüne, o cepheye birlik yollayan komu193) 'Bu tümenlerin mevcutları kısmen tamamlanabilmişti. Taburlar, yoldaki
döküntülerden ötürü, yaklaşık olarak 300-800 kişiyle gelebilmişlerdi. Yine bu
birlikler, uzun zamandır siperlerde bulunduklarından, yürüyüş kabiliyetlerini büyük
seviyede kaybetmiş ve idmansızlaşmışlardı.' (Çanakkale Cephesi, S.Kİtap, s.404)
Mısıroğlu'nun "Fevzi Beyin fazlaca iyi teçhiz ve talim ettirmiş bulunduğunu" yazdığı
birliklerin reel durumu bu şekilde.
159
tanlar. Bu takdirde, Fatih'e, Yavuz'a, Kanuni'ye de hiç bir zafer mal edilemez;
bu sebeple hiçbiri, bir donanması talim ettirmiş değildir.
(2) "Vehip Paşanın bu noktaya (şu demek oluyor ki Anafartalar'a) yığdığı kuvvetler" ifadesi de
bütünüyle gerçeğe aykırıdır. Çünkü Vehip Paşanın yollamış olduğu toplam 6 alaydan194
biri bile Anafartalar Savaşı'na katılmamıştır. (Çanakkale Cephesi, S.Kitap,
s.409 vd., kroki 50.)
b. Anafartalar ve Conkbayırı savaşlarının özü ne imiş?
D K.Mısıroğlu:
"...Bununla birlikte yeniden de her iki taraf da fazlaca büyük kayıplara uğramışlardır,
işte tam bu esnadadır ki ingiliz birliği, kendi kuvvetlerini topa tutmuş ve
onların ricatlerine (geri çekilmelerine) sebep olmuştur. İşte bugüne kadar
anlatıla anlatıla bitirilemeyen Anafartalar Kahramanlığı'nın iç yüzü özetlemek gerekirse
bundan ibarettir." (Lozan, 1.C., s. 164)
Anafartalar ve Conkbayırı savaşları, vakit ve yer bakımından, iki ayrı cenk.
'İngiliz donanmasının kendi kuvvetlerini topa tutması1 (?) diye anılan vaka da
Anafartalar'da değil, bilinmiş olduğu benzer biçimde Conkbayırı kesiminde olmuştur, Anafartalar
kesimi ve muharebesiyle hiç bir ilgisi yok!
Kaldı ki 6 mermi vakası da 9 Ağustos'ta geçer; M.Kemal'in yönettiği Conkbayırı
taarruzu ise 10 Ağustos'ta yapılacaktır!
İnsanın içerisinden, "Edep yahu!" diye haykırmak geliyor!
Ve K.Mısıroğlu, Arıburnu, 1. ve 2. Anafartalar ve Conkbayırı muharebelerini,
birbirlerinden ayırmadan, sanki tüm bunlar bir yerde ve bununla beraber yapılma tek bir
muharebeymiş benzer biçimde şu şekildeki özetliyor:
"Temmuzda (!) İngilizler, taze qüç getirerek 9. ve 19. Tümenlerin cephesinde
yine taarruza geçtiler (!). Taarruz muvaffakiyetle neticelendi (!) ve Alman
generali (!) Kannengiesser yaralandı. Şiddetli topçu ateşiyle Türk kıtaları
çekiliyor (!), Çanakkale'ye hakim tüm tepeler boşalıyordu (!). Birdenbire
topçu ateşi kesildi. İngiliz kıtaları (!) süngü nizamında ilerliyorlardı.
Sarıbayır'ı (!) işgal ettiler. Birkaç adım daha atabilseler (!), Boğaz sahiline
inmiş bulunacaklardı. Bu arada, tarihte nadir rastlanan bir hata ile İngilizler,
donanmalarından kendi bataryalarına ateş açtılar. Birçokları yaralandı ve
kalanlar da mütereddit bir surette kaçmaya başladılar.195 İşte o vakit Türkler,
eski mevzilerini yine işgal edebildiler (!)." (Lozan, 1.C., s. 159 vd.)
194) 2 alaylı 4.Tümen (ordu emri ile), 2 alaylı S.Tümen ile 28. ve 41.Alaylar
(Esat Paşanın isteği üstüne).
195) Mısıroğlu, cümlenin ortasında, 'mütereddit' kelimesinden derhal sonrasında, dip
not işareti vererek, Dagobert von Mikusch'un La Resurrection d'un Peuple adıyla
Fransızcaya çevrilen kitabının 104. sayfasına gönderme yapıyor. (Lozan, 1.C.,
s.119) Söz mevzusu sayfada Çanakkale Savaşı ile alakalı herhangi bir malumat yok.
Hatırlayacaksınız, GRYT Ansiklopedisi de, bir başka mevzu için
160
6 Ağustostan 21 Ağustosa kadar devam eden bu fazlaca kanlı ve kapsamlı muharebeleri, '9.
ve 19.Tümenlerin cephesine yapılma bir saldırı ve donanmanın yanlış ateşi
kararı, Türklerin eski mevzilerini yine işgal etmesi1 diye özetlemek için
Çanakkale Savaşı ile alakalı açılmış hususi ve yoğun bir cehalet kursundan geçmiş
olmak icap eder.196
Yanlışları işaretledim fakat özeti atlamış olanlar için birkaç kısa izahat
yapmak istiyorum.
(1) İngiliz taarruzu, Temmuz'da değil, 6 Ağustosta başlar.
(2) 6 Ağustos'ta 9.Tümen, bilinmiş olduğu benzer biçimde birinci hatta değil, şimal ile cenup
kesimleri içinde, cenk alanı dışındadır; onun cephesine bir saldırı
olmamıştır.
(3) "Şiddetli topçu ateşiyle Türk kıtaları çekiliyor, Çanakkale'ye hakim tüm
tepeler boşalıyordu" ifadesi de anıtsal bir yanlış. Bu taarruzun geliştiği ve
yöneldiği kesimlerde, o şekildeki kıtalar filan değil, ancak Yarbay VVilImer
müfrezesinin birtakım minik birliklerinin olduğunu görmüştük. Ayrıca,
Çanakkale'ye hakim tepelerde aslına bakarsanız asla kimse yoktu ki boşaltıldığından laf
edilebilsin. (3.Kitap, savaşın evrelerini yayınlayan 38-43. krokiler; Mısıroğlu
önünde, bir karayolları haritası bile bulun-dursaydı, doğruyu azca fazlaca kavrar,
bu tarz şeyleri yazmaktan kaçınırdı.)
(4) Mısıroğlu, "Birdenbire topçu ateşi kesildi. İngiliz kıtaları süngü
nizamında ilerliyorlardı..." diyor. Yani sportmen hasım, o uzun ve engebeli
yolu, taarruza kalktığı gün, fer hızıyla aşıp Sarıbayır'a ulaşmış:
"...Sarıbayır'ı işgal ettiler."
Anlaşılan hazret, Sarıbayır'ı, adına bakarak, bir tepenin bayırı sanıyor. Oysa
Sarıbayır, tepeler, vadiler, sırtlar, boyunlar, uçurumlar, geçitler, nehir
yataklarından oluşan 100 km. kare kalınlığında koskoca bir kütle; işgal edilse,
cenk biterdi. Mısıroğlu'nun İngiliz kıtaları diye şişirerek anlattığı qüç
de, Binbaşı Allan-son'un taburu. Allanson'un ele geçirdiği yer de, hoşgörünüze
sığınarak yine ediyorum, ne Corikbayırı'dır, ne de koca Sarıbayır! Kocaçimen
ile Conkbayırı içinde bulunan, iki zirveli Besim Tepe'nin cenup zirvesi.
(R.R.James, Gelibolu Harekâtı, s.400; A.Moorehead, Çanakkale Geçilmez, s.376;
C.Gonk, s.30)
(5) Mısıroğlu'na kalırsa, tepeleri boşaltan Türk kıtalarından hiçbiri, bir
yerde durup da savunmaya geçmeyi göze alamamış. O sıra Gelibolu'da 15 Türk
tümeni var fakat anlaşılan, o gün tatildelermiş ki kıllarını bile
kıpırdatmamışlar. Böylece bir İngiliz taburu, o koca Sarıbayır'ı hızla ve
kolayca işgal edivermiş. Ee, sonrasında ne olmuş?
yeniden bu sayfaya gönderme yapmıştı, ikisi de, var olmayan bir hesabı mukabil
göstererek, çek
yazıyorlar!
Dagobert von Mikusch'un kitabının Türkçesi, Gazi Mustafa Kemal adıyla
yayımlanmıştır.
(104. sayfanın karşılığı, çeviride 118 ve 119. sayfalardır) 196) Kisbsiz ta o
kadar cehl olmaz
Cehlin ol mertebesi sehl olmaz
/
161
"... Birkaç adım daha alabilseler, Boğaz sahiline inmiş bulunacaklardı..."197
Eyvah, Çanakkale destanı, nerede ise sona ermek suretiyle. Fakat...
"...Bu arada, tarihte nadir rastlanan bir hata ile İngilizler, donanmalarından
kendi bataryalarına ateş açtılar.198 Birçokları yaralandı ve kalanlar da
mütereddit bir surette kaçmaya başladılar."
Hayret! Donanma bataryalara ateş açmışsa, ilerdeki piyadelere ne, yürüyüp sahile
inseler ya, Türkleri bitirmek üzereler, niçin birkaç uzun İngiliz adımı daha
atmıyorlar? Atamıyorlar, bu sebeple bataryaların üzerine düşen altı mermi, iyi mi
oluyorsa, üç-beş kilometre ilerde yürüyen kırılgan piyadeleri de yaralıyor,
kalanlar da mütereddit (tereddütlü) bir surette geri kaçıyorlar. Allah Allah! Bu
tereddütün nedeni ne ola ki? Belki şu iki ihtimal içinde tereddüt
geçirmişlerdir: Yol aleni, bu halde sahile inip Boğaz kıyısında pak hava mı
almalı, yoksa çay saati geldi, geriye kaçıp maviş Ege denizine karşı misk benzer biçimde
Seylan çayı mı içmeli? Anlaşılan bu kısa tereddüt ânından sonrasında karara varıyor
ve bu sefer bilatereddüt (tereddüt etmeden) çay saatine yetişmek için geriye
kaçıyorlar.
"Türkler de geri gelip eski mevzilerini işgal ediyorlar."
İşte Vahidettincilerin askeri otoritesi Mısıroğlu'na nazaran, o meşhur Conkbayırı
muharebesinin özü buymuş.
G Mısıroğlu, bir de şahit gösteriyor: Yüzbaşı Armstrong! Bu yazar, 'vakası şu şekildeki
izah ediyormuş':
"ingiliz kıtaları (!) Koca Çemen Boğol noktasını (?) süngü atağı ile zaptettiler ve Türkleri sırtın diğer tarafına attılar. Fakat müthiş bir hata
neticesi, İngiliz Donanması, ateşini bizzat kendisine (!) tevcih etti. Büyük
zayiata sebebiyet vererek199 onları geri çekilmeye zorunlu etti."
Metnin özü bu şekilde değil. Doğrusunu göreceğiz. Zaten kâğıttan bir ordu mu ki bu,
6 mermi yiyince çözülüp kaçsın? Cepheye yayılmış ve hedefe yaklaşmış dört
tugay,200 s,ırf 6 mermi yüzünden geri çekilir mi?
Bakalım Armstrong, bu sahneyi bu şekilde mi anlatmış? Yoksa Mısıroğlu, Armstrong'un
yazdıklarını değiştirerek mi aktarıyor? Armstrong'un ne yazdığını görelim:
"[9 Ağustos günü]201 Conkbayırı ve Kocaçimen için muharebeler, bir aşağı bir
yukarı devam ederken, kâh bir taraf, kâh diğeri taraf, birbirine üstünlük
197) En yakın Boğaz sahili 7 km. uzakta.
198) 25 Nisan günü öğleden sonrasında, 27.Türk Alayı da kendi topçusunun ateşi
altında kalmıştır. (2.Kitap, s.115) Gerçek askerler bu benzer biçimde aksilikleri, savaşın
sayısız cilvelerinden biri sayıp sorun yapmıyorlar.
199) Kayıp sayısı, R.R.James'e nazaran '100'den fazla' (s.409), Allanson'a nazaran
'150' (Allanson'un tutanağından aktaran C.Conk, s.61), ingiliz Resmi Tarihi'ne
nazaran ise '200'den fazladır' (BTTD, 25. rakam, s.50). Armstrong'un ve
Mısıroğiu'nun büyüttükleri yitik bu kadar.
200) ingiliz resmi zamanı, BTTD, s.59, Sayı 26/ Nisan 1987.
201) Bilindiği benzer biçimde 9 Ağustosta M.Kemal, Anafartalar kesiminde, 1 .Anafartalar
Savaşı'nı yönetiyordu.
162
gösteriyordu. Türkler, İngilizleri Kocaçimen'den birazcık aşağıya sürmeye muvaffak
olmuştu. Öte yanda, Hintli (Gurkha) ve İngiliz askerlerinden müteşekkil bir kol,
süngü takarak boyuna saldırı etmiş, burada bulunan Türkleri önlerine katarak
kovalamaya başlamıştı. Fakat İngiliz donanmasının büyük topları, yanlışlıkla
bunların üstüne ateş açmış, kendi adamlarına ağır (!) zayiat verdirerek, geri
çekilmeye zorunlu etmişti. Bir başka köşede, Yeni Zelandalılar, Conkbayırı
sırtlarında, birazcık daha yukarı (?) çekilmişti. Buradan Türk hatlarını yan
ateşine alıyorlardı. Türklerin yapmış olduğu karşı saldırı muvaffak olamamış, bu tarz şeyleri
geri atamamıştı..
..M.Kemal'e telefon ettiler.. M.Kemal telefonda, 'Merak etmeyin!' diye bağırdı,
sesi oldukça soğukkanlı, cesaret verici idi, 'Ben, Anafarta önünde işleri düzene
sokana kadar, yirmi dört saat dayanın. Hemen geleceğim, işler yoluna girecek,
göreceksiniz.'
Akşam sekizde, M.Kemal Conkbayırı'na dönmüştü.. O gece hazırlık yaptı..
Siperleri tıka basa askerle doldurdu. Birbirlerine yakın olmak, cesaretlerini
artırmıştı. Kendisi de aralarında dolaşıyor, konuşarak, gülüşerek, onlara
cesaret veriyordu..
[10 Ağustos] sabaha karşı M.Kemal ön siperlere geldi. İngilizler onu açıkta
görür görmez ateş ettiler. Kurşunlardan biri göğsüne geldi ama saatinin üzerinden
sekerek, ona dokunmadı.. Elini kaldırıp ileri doğru atıldı. Bütün Türk piyadesi
de, korkulu naralar atarak, ardından geliyordu. Pırıl pırıl yanan süngü
dalgasına dayanmak imkânı yoktu. İki İngiliz taburunu ezip geçtiler.. Şafak
sökerken Türkler, sahildeydiler. Conkbayırını temizlemişler, vaziyeti
kurtarmışlardı." (Armstrong, Bozkurt, Peyami Safa çevirisi, s.59-61. Gül Çağalı
Güven'in yeni çevirisi, s.52-54)
Armstrong dahi, savaşları da, cenk mekânlarını da, altı mermi vakasının geçtiği
gün ile M.Kemal'in yönettiği Conkbayırı süngü hücumunun günlerini de,
birbirinden ayırıyor, Türk zaferini de altı mermi yiyen bir hasım kolunun geri
çekilmesine bağlamıyor.202
Mısıroğlu'nun çarpıtması bu kadarla kalmıyor. Dahası var.
D Mısıroğlu, İngiliz gazetecisi Ashmet -Barlett'in, kitabında şu şekildeki yazdığını da
iddia ediyor:
"Sarıbayır'ın ingilizler tarafınca tahliyesine (boşaltılmasına) İngiliz
donanmasının ateşi sebep oldu, bu husus İngiliz Genelkurmayı raporlarında
zikredilmiştir." (Lozan, 1.C., s.161)
Mısıroğlu, bu cümleyi, Ashmet-Barlett'in kitabının 212. sayfasından aldığını
söylüyor fakat inanmak fazlaca zor; bu sebeple kendisi, ilgisiz sayfalara, var olmayan
bilgilere dekoratif göndermeler yapmaktan, aslolan metinleri işine geldiği benzer biçimde
değişti202) Armstrong sonrasında şu şekildeki devam ediyor: "...Türklere zaferi kazandıran ve
yarımada ile İstanbul'u kurtaran, eldeki bu bir avuç asker ile M.Kemal'in
mucizevi kişiliği olmuştur." (Gül Çağalı Güven'in çev. s.54)
163
rip aktarmaktan sabıkalı. Nitekim, ismi geçen gazeteci, sıcağı sıcağına, 13 Eylül
1915 günlü Times gazetesinde piyasaya sürülen yazısında, Sarıbayır'ın boşaltılmasının
sebebinin, 10 Ağustos günkü mucizevi Türk atağı bulunduğunu yazıyor. Ne altı
mermiden laf ediyor, ne Türk başarısını 9 Ağustos'taki altı mermi olayına
bağlayacak kadar gülünç oluyor. Ashmet-Barlett'in yazısını özet olarak
aktarıyorum:
"Bu muharebe, devler memleketinde bir devler muharebesi idi. 10 Ağustos sabahı
Türkler, fecirle birlikte son aşama şiddetli bir saldırışla süngü atağı
yaptılar. Hayatlarını hiçe sayan ve ölümle alay edercesine meydana getirilen bu saldırı
karşısında birliklerimiz sırtın eteklerine doğru çekilmek zorunda kaldılar... Bu
bölgenin kıymet ve önemini takdir eden Türkler, bugün kuşkusuz pek büyük cesaret
ve yiğitlikle savaştılar. Conkbayırı'nı bizlere kaptırmamaya çalıştılar ve
başardılar." (3. Kitap, s.609)203
İkinci şahit da, Conkbayırı hücumunu 'devler savaşı' diye niteleyip övüyor. Buna
mukabil Mısıroğlu, bigün ilkin geçen bayağı bir vakası, İngiliz yenilgisinin
nedeni olarak imlemek, Anafartalar ve Conkbayırı'nda elde edilmiş başarıları
küçültmek için çabalayıp duruyor.
(6). Üstelik Allanson'un taburu da, mevzilerini boşaltıp geri kaçmamış, '100
metre kadar açıldıktan sonra1 yeniden Besim Tepe'nin cenup zirvesine geri dönmüş ve
geceye kadar beklemiş, gece de yerini yeni bir birliğe bırakmıştır. (Allanson'un
tutanağı, R.R.James, Gelibolu Harekâtı, 409; General Hamilton'un tutanağı, aktaran
C.Gonk, s.55; A.Moorehead, Çanakkale Geçilmez, s.381, 390) Söz mevzusu tabur,
mevziini bırakıp geri çekilmiş bile olsaydı, bunun Türkler açısından fazla bir
önemi olmazdı; bu sebeple Conkbayırı etrafında, bildiğimiz benzer biçimde 4 İngiliz tugayı (20
tabur) daha bulunuyordu.204
Ertesi günü, Conkbayırı'ndan, işte bu dört tugay (20 tabur) sökülüp atılacaktır!
(7) O tarihte Conkbaym-Kocaçimen Bölgesi Komutanlığını yürüten 4. Tümen Komutanı
Yarbay Cemil Conk'un (ilerde paşa) kısa anıları, 1947 senesinde, M.KemaPin
ölümünden 9 sene sonrasında, Canlı Tarihler'in VI. cildinde yayımlanmıştır. C.Conk,
anılarında, bu tartışmalı bombalama mevzusuna, özetlemek gerekirse değinmiştir. Ama 1959'da
piyasaya sürülen Conkbayırı Savaşları isimli kitabında, bu mevzuyu daha detaylı olarak
ele alır. Bu kitabında, laf mevzusu mermilerin Türk bataryalarının mermileri
203) Ashmead-Barlett, General Hamilton'a şu öneride bulunur: "Türk askerlerine,
erkek başına 10 şiling bahşiş verileceği söylenir ve kendilerine dokunulmayıp
affedilecekleri duyuru edilirse, her asker silahı ve teçhizatı ile gelip teslim
olur, ateş hattında dövüşecek kimse kalmaz." (General Hamilton, s. 190,
26.6.1915)
Türk askerinin namusuna 10 şiling kıymet biçen Asmead-Barlett bile gerçeğin
hakkını veriyor da bizim alternatif tarih yazıcıları, doğruyu bilakis çevirmek
için her yolu deniyorlar.
204) Yalnız Conkbaym'nın yakın etrafında 5.500 şahıs vardır. (R.R.James,
Gelibolu Harekâtı, s.418)
164
bulunduğunu yazıyor; bu gerçeğin, General Hamilton'un tutanağının yanı sıra, İngiliz
resmi tarihinin 112. sayfasında da, açıkça belirtildiğini ekliyor, (s.55, 60)
Mısıroğlu, bu şekilde yazdığı için Cemil Conk'a da sataşıyor:
D "M.Kemal'i yapay bir surette medih gayretlerine karşın, bu muharebeyi kendine
mal etmek isteyen Cemil Conk Paşa, hatıratında, İngilizlerin kendi askerlerini
yanlışlıkla topa tutmaları meselesi ile alakalı şunları söylemektedir:
'Bu savaşa dair rapor veren ingiliz kumandanlarından biri (Bnb. Al-lanson)
ise, kendi topçu ateşlerinin etkisi altında kaldıklarından ötürü çekildiklerini
iddia etmiştir, ingiliz kumandanının lafı, askerlikte mazeret teşkil etmez.
Çünkü harpte her asker kendi topçu ateşinin etkisi altında kalabilir. Bundan
kurtulmanın biricik çaresi ise, mevkiini bırakıp geri çekilmek değil, bilakis
ilerlemektir.'
Halbuki laf mevzusu olan, bu hareketin, hasım ricatine (çekilişine) bir mazeret
teşkil edip etmeyeceği hususu değil, fiilen bu şekilde bir vakanın (şu demek oluyor ki düşmanın
çekilmesinin) olup olmadığı noktasıdır. Binaenaleyh Conkbayırı savunmasını
kendine mal ederek, soyadını Conker (!) alan bir kimse bile, ingiliz
donanmasının bu şekilde bir hataya düşmüş olduğu hususundaki iddiayı reddetmemek ve sadece
bunun bir mazeret teşkil etmeyeceğini beyan eylemek üzere, doğruyu teslim
etmiş olmaktadır. Bu itibarla, düşmanın kendi hatasından doğan bulunan bir
hezimetin, Cemil Paşa ile M.Kemal Paşa içinde, istenildiği kadar onur taksimi
kavgası yapıla dursun, aslına bakarsak hiçbiri için de, bunda bir hak ve onur oranı
olmadığını, kaynakları karşılaştırmalı bir surette inceleyenler, teslimde
tereddüt etmezler." (Lozan, 1.C., s.161)
Doğrular:
(1) Başlangıçta Conk diye yazdığı soyadını, yedi satır sonrasında, Conker yapmış. Bu
dağınık zihin ve bu sallapati tutumla, tarih yazılır mı?
(2) Mısıroğlu, Cemil Conk'un Conkbayırı Savaşları isimli kitabını, ya okumamış
fakat okumuş benzer biçimde yorumlayarak okuyucuyu aldatıyor, veya okumuş fakat doğruyu göz
nazaran nazaran saptırıyor. Çünkü Cemil Conk Paşa anılarında da, bu detaylı
kitabında da, ne Conkbayırı savaşlarını kendine mal etmeye çalışmıştır, ne de
M.Kemal Paşa ile onur taksimi kavgası yapmıştır. Tam bilakis, M.Kemal gelmeden
ilkin, 10 Ağustosa kadar, kendi komutanlığı altında yapılma olan Conkbayırı
savaşlarının şerefini bile dostlarının adına yazıyor; aktarıyorum:
"Yerli ve yabancı eserlerde, (komutanı olduğum] 4.Tümenin Conkbayı-rı'na
ulaşması ile tehlikenin önlenmiş olduğu kanaati, fazlaca mühim bir yanlıştır.
Conkbaym'nın en çetin ve kanlı boğuşmalarını, 9.Tümenin 25. ve 64.Alayları
yapmıştır. 25.Alay Komutanı Yb.Nail şehit olmuş, 64.Alay Komutanı Yb.Servet Bey
(General Yurdatapan), her zaman büyük çaba ve kahramanlıkla karşılık taarruzlar
yaptırarak, hasım hamlelerini durdurmuştur... Her şeyin hakkını vermek icap eder.
Bu kesimde 4.Tümenden bir tek
165
11.Alaydan iki tabur bulunmuştur. Tekrar ediyorum, Conkbayırı ilk iki gün, kendi
hasım ile kavrulmuş, oranın kahramanca korumasını, bir tek 9.Tümenin iki alayının
yiğit ye özverili er ve subayları yapmış, bunda benim tümenimin hiç bir etkisi
olmamış, bir tek talih, kumandanını orada bulundurmuştur. Orada canlarını veren
kahraman şehitlerin ruhları önünde hürmet ile eğilirim ve sağ kalan özverili
gazilerin namlarını överek anarım." (s.24)
Bir şu cümlelerdeki inceliğe, alçakgönüllüğe ve haktanırlığa bakınız, bir de
Mısıroğlu'nun kaba üslubuna ve dayanaksız suçlamalarına! Bu satırları yazan
insanı, "Bu muharebeyi kendine mal etmek isteyen, Conkbayırı korumasını nefsine
hasreden, onur taksimi kavgası icra eden" biri olarak sergilemekten çekinmiyor.
Vicdansızlık bu değilse, nedir?
(3) Mısıroğlu'nun iddiasına nazaran, 'hasım, işte bu B Ağustos'taki yanlış
bombalanma yüzünden, şu demek oluyor ki kendi hatasından ötürü 'ricat etmiş, hezimete
uğramış.' Mısıfoğlu inatla, İngiliz ve Anzak kolordularının Anafartalar ve
Conkbayırı savaşlarında uğradıkları yenilgileri, altı mermiye ve bir taburun
geri çekilmesine, bağlamak için çırpına çırpma helak oluyor.
Yalnız Conkbayırı'nın temizlenmesi, yedi bin beş yüz Türk'ün kanı ve canı
pahasına gerçekleştirilmiştir. Bu şehit ve gazileri rahmet ve saygıyla
anacağına, M.Kemal'in bir başarısını daha perdeleyebilmek uğruna, onları da
gözünü kırpmadan harcıyor.
(4) Mısıroğlu sonucunda diyor ki: "Aslında hiçbiri için bunda (şu demek oluyor ki bu zaferde)
bir hak ve onur oranı olmadığını, kaynakları karşılaştırmalı surette
inceleyenler, teslimde tereddüt etmezler."
Sevsinler bu şekilde karşılaştırmalı incelemeyi!
Hazretin yararlandığı iki kaynak var: Armstrong ile İngiliz gazetecisi Ash-metBarlett'in kitaplarından alınmış, kısa iki paragraf! Hepsi bu. Hangi günlere
ilişik bilgiler olduklarını açıklamıyor, üstelik yanlış günlere oturtarak
okuyucularını aldatmaya çalışıyor, devamlarını da vermiyor.
Bu iki paragrafın karşısında ise tüm Türk ve İngiliz resmi yayınları, hususi
araştırmalar, incelemeler, anılar ve gerçeğin ta kendisi duruyor. Sormanın
sırasıdır:
Hani "iddialarını, tarih açısından kıymet taşıyan, doğruluğu araştırılıp kontrol
edilmiş, başka belgelerle karşılaştırılmış, kanıtlanmış ciddi ve reel
belgelere, onlar kadar sağlam anılara, güvenli tanıklara dayayacaklar, doğruyu
tek bir belgeye bağlamayacaklar, vakaları his ve arzularına nazaran
yorumlamayacaklar, en minik ayrıntısına kadar hakkaniyet ve haktanırlık ölçüleriyle
değerlendireceklerdi?"
Yalandan vergi alınsa, tüm bunlar batkı ederdi.
n Mısıroğlu, bu yutturmacalarına, Vehip Paşanın verdiği bir bilgiyi de ekliyor.
Vehip Paşa, bu bilgiyi Mısır'dayken Osmanlı hanedanından Mahmut Şevket Efendiye,
M.Şevket Efendi de senelerce sonrasında, Fransa'da iken Mısıroğ-lu'na aktarmış. Vehip
Paşa demişmiş ki: 166
"...Anafartalar'daki müşkil vaziyeti anlayarak, Seddülbahir'deki ihtiyatın bir
kısmını, kendi sorumluluğum altında Anafartalar cephesine göndereceğimi Esat
Paşaya söyledim. 28. ve 48.Alaylardan (Doğrusu: 41 .Alay) mürekkep bir tümeni
(bu şekilde bir tümen yok; yollamış olduğu iki alay, Conkbayırı'nda savaşan S.Tümenin emri
dibine girmiştir)205 ve bir topçu bataryasını Seddülbahir'den alarak Anafartalar
cephesine (Doğrusu: Conkbayırı'na) gönderdim. Bu alaylar karşılık taarruza
geçtiler (!). M.Kemal tümeninin düşmana terk etmiş olduğu bölgeleri (!) yeni baştan geri
aldılar (!)" (Lozan 1.C., s.160)
Eğer M.Şevket Efendi'nin aklında doğru kalmış ve doğru aktarmış, Mı-sıroğlu da
doğru not etmiş ise Vehip Paşa, açıkça gerçek dışı söylüyor ve yanlış malumat veriyor.
Doğrular:
(1) M.Kemal'in tümeni, cenk hali bu, cephesindeki bir kısım araziyi elden
çıkarmış da olabilirdi fakat çıkarmamıştır. Terk edilmemiş yerlerin geri katılımı
da normal olarak laf mevzusu olmaz. Bunu idrak etmek için S.Kitap'ta bulunan ve cenk
durumunu günü gününe yansıtan krokilere bir göz atmak yeter. Esat Paşanın
16.Tümene yollamış olduğu emri de hatırlatırım.
(2) Düşman, Arıburnu'ndaki cephemizin sağ yanında bulunan
19.Tümeni geri sürebilse, Conkbayırı'ndaki kuvvetlerini takviye etmek için
yollamış olduğu birlikler, o denli uzak, sarp ve çetin araziden geçmek, geniş bir
kavis çizmek zorunda kalmazlardı.
(3) M.Kemal'in 19.Tümeni, cenk sonuna kadar Arıburnu cephesinde kalmış, Vehip
Paşanın yollamış olduğu iki alay ise Conkbayırı'na gelmişlerdir. Arıbur-nu'nda bulunan
19.Tümen, birtakım bölgeleri sahiden düşmana terk etmiş bile olsaydı, Conkbayırı'nda
savaşan Vehip Paşanın alayları, o bölgeleri iyi mi geri alacaklardı ki?
Bir daha yine edeceğim: Arıburnu nire, Conkbayırı nire, Anafartalar nire ?
Bir ortaokul atlasına bakmak bile akıllarına gelmiyor. Kısacası, bu yalanın da
eni boyuna muadil düşmemiş.
D GRYT Ansiklopedisi de, bu çarpıtmalara kendince katkıda bulunuyor: "M.Kemal
Bey Anafartalar Grup Kumandahı atama edilince, Esat Paşa da Arıburnu Grup
Kumandanı idi (Doğrusu: Kuzey Grubu K.) ve Conkbayırı da paşanın mıntıkasında
idi. (Doğrusu: Değildi!) Nitekim M.Kemal Bey 9 Ağustosta kendi grubundaki
16.Kolordunun başına geçerek Anafartalar bölgesindeki ingiliz kolordusunun
karşısına çıkarken, 10 Ağustos günü Esat Paşanın kuvvetleri de Conkbayırı'nı
geri almışlardı." (1.C., s.129) Bunlar uydurma ve saptırma yarışına çıkmışlar.
205) On Yıllık Harbin Kadrosu, s.89.
167
Doğrular:
(1) Conkbayırı-Kocaçimen bölgesi ile burada bulunan tüm birlikler, 7 Ağustos
günü, saat 22.10'da, ordu emri ile Kuzey Grubundan alınıp Anafartalar Grubuna
bağlanmıştır. (Esat Paşanın anıları, s.265; ek olarak S.Kitap, s.371, 397) Esat
Paşa da anılarında bu durumu açıklıyor: "Benim emrimde bir tek 19. ve 16.Tümenler
kalmıştı." (s.227)
(2) 10 Ağustos günü meydana getirilen Conkbayırı taarruzu ile ne Esat Paşanın, ne emrinde
kalan iki tümenin bir ilgisi vardır. Taarruz, Anafartalar Grubu Komutanı Albay
M.Kemal'in sonucu, düzeni ve yönetimi altında yapılmıştır. (R.R.James, Gelibolu
Harekâtı, 421; A.Moorehead, Çanakkale Geçilmez, 391; ingiliz resmi zamanı, BTTD,
s.59, rakam 28/Haziran 1987; Çanakkale Cephesi, S.Kitap, s.372 vd., ek olarak 42. ve
43. krokiler)
D GRYT Ansiklopedisi, H.Bayur'un Türk İnkılabı Tarihi isimli eserinden şu
alıntıyı yapıyor:
"...İngilizlerin, 6 Ağustosta başlamış olan yeni taarruzları da istenileni
vermemişti. Böylelikle, yeni İngiliz hükümetinin Çanakkale'de kati netice elde
etmek amacıyla gönderilmiş olduğu kuvvetler, her yerde, pek ustalıkla stratejik baskın
yaptıktan ve iki gün süresince Gelibolu yarımadasının anahtarı olan Conkbayı-n'nı
elde tuttuktan sonrasında oradan atılmış ve Suvla-Anafartalar bölgesinde dar bir
kıyıda sıkışıp kalmışlardı." (Lozan, 1.C., s.131)
Gayri Ciddi Ansiklopedi, bu alıntıyı şu şekildeki değerlendiriyor: "Mustafa Kemal Atatürk'ün Genel
Sekreterliğini de icra eden Bayur da itiraf ediyor ki bağlaşık kuvvetleri, ancak
Anafartalar Grup Kumandanı olan Albay M.Kemal Beyin cephesi olan SuvlaAnafartalar kıyılarında tutunabilmişlerdir." (1.C., s. 131)
Ee, "İngilizler, ancak "M.Kemal'in cephesi olan Suvla-Anafartalar kıyılarında
tutunabilmişler" de, Arıburnu ve Seddülbahir cephesi Komutanları Esat ve Vehip
Paşalar, cephelerindeki İngilizleri denize mi dökmüşler? Söz mevzusu bile değil!
Hepsi yerli yerinde duruyor. Zaten durmuyor olsalardı, tüm birliklerimiz
toplanıp, 'ancak M.Kemal'in cephesinde' kalan İngilizleri de denize
süpürüvermezler miydi?
Bu yazarlar, gerçek dışı bağımlısı olmuşlar!
a Y.Küçük ise Suvla'ya çıkartma icra eden İngiliz kolordusunun, 'Çunuk Bayı-n'nda
[Conkbayırı'nda yani] durdurulduğunu yazıyor, şu demek oluyor ki o da Mısıroğlu benzer biçimde l.
Anafartalar muharebesini bütünüyle yok sayıyor. 2.Anafartalar muharebesinden de
haberi yok galiba. (T.Ü.Tezler 5, s. 101) Sonra da ciddi ciddi şu şekildeki diyor:
"Çunuk Bayır'da başarıya ulaşmış olmaları halinde hasım kuvvetlerinin, Sarı Ba-yır'ı da
ellerine geçirecekleri ve böylece ilerleyerek Çanakkale Boğazı'nın en dar
geçidini kontrolleri dibine alarak Boğaz'ı açacaklarını düşünme ve ileri
sürmenin, fazla inandırıcı olmayacağını sanıyorum; daha ilkin de belirttim,
Gelibolu'da her tepe önemlidir. Aynı zamanda her tepe önemsizdir." (s.101) 168
Bir açıklamasında da, "M.Kemal'in Anafartalar'daki görevi de ehemmiyetsiz."
demiş.206 Bir başka açıklaması da şu şekildeki:
"M.Kemal için Anafartalar'daki görevi ehemmiyetsiz diyorum. Neden Ana-fartalar
Kahramanı diyoruz? M.Kemal bu savaştan sonrasında, bir anlamda açığa alınıyor, terfi
ettirilmiyor." (Erkekçe dergisi, Ekim 1986)
Zırvalamak yasak değil. Y.Küçük, bu özgürlüğün iyice tadını çıkarıyor.
* 4-5-7-10. M.Kemal'in saatinin parçalanması
Y.Küçük de diyor ki:
a "Esat Paşa, anılarında, M.Kemal'in Kurmay Başkanı Yüzbaşı Izzettin'in
(Çalışlar), 1919 başlangıcında, Harp Tarihi dergisindeki yazısından bir paragraf
aktarmayı lüzumlu görüyor ve ben de buraya alıyorum:
'Bir aralık topçu tabur komutanı Binbaşı Nafiz ve batarya komutanı Teğmen Fethi
ile batarya gözetleme yerinde -ki burası aleni bir toprak çukuruydu- dururken,
önümüzde patlayan bir vapur mermisinin dip tablası benimle Teğmen Fethi'nin
omuzları arasından geçerek önümüze düştü.'
Böylece bir şarapnel parçası Türkiye evveliyatına girmiş oluyor."
Y. Küçük buraya bir dipnot işareti koyarak, sayfanın altında şu açıklamayı
yapıyor:
n 'Kemal Paşa, sonrasında, 1918'de, Gelibolu'yu R.Eşrefe anlatırken, denizden
oluşturulan top ateşinden laf ediyor ve tam bu sırada yaveri Yüzbaşı Cevat, söze
karışarak, 'bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de paşanın göğsünü okşamıştır'
diyor. Bir cep saatinin paşanın hayatını kurtarması, işte bu şarapnel nedeniyle
oluyor.'"
Y. Küçük sonrasında şu şekildeki devam ediyor:
D "Daha sonrasında bu şekilde haysiyetli bir şarapnelin, Yüzbaşı İzzettin'in anılan içinde
kalmasına bazılarının gönlü elvermiyor." (T.Ü.Tezler 5, s.90)207
Yani M.Kemal'in göğsüne çarpan şarapnel vakasının sonrasında uydurulduğunu
söylemek istiyor. Oysa kendi de belirtmiş, İzzettin'in yazısı 1919'da
yayımlanmış, M.Kemal ve Cevat [Abbas] ise, bu vakası R.Eşrefe, bu yazıdan bir sene
ilkin, 1918 Martında anlatmışlar.
M.Kemal sendromuna ele geçirilmiş olanların şu hallerine bakınız! Yılların sırasını
bile dikkate almıyorlar.
206) 3.12.1986 günlü Yeni Nesil gazetesinden aktaran, GRYT Ans.,1.C., s.121.
207) Meraklısı için not: Cemil Conk'un kitabının 68. sayfasında, 64.Alay
Komutanı Servet (Yurdata-pan), saatin parçalanmasını; 69. sayfasında,
Anafartalar Müfrezesi Kurmay Başkanı Haydar Mehmet (Alganer) da Liman Paşa ile
M.Kemal'in saatlerini iyi mi değiştirdiklerini anlatıyorlar. Her ikisi de,
anlattıkları olayların adabı muaşeret tanıklarıdır.
169
* 4-5-7-11 Çanakkale'nin boşaltılması esnasında M.Kemal neredeymis?
D K.Mısıroğlu.-
"...Çanakkale'deki hasım kuvvetleri, önceleri ancak doksan bin şahıs olduğu
şekilde, sonraları dört yüz bin kişiye kadar çıkmıştı... Muazzam hasım
kuvvetlerinin, boğazdaki hasım gemilerine taşınıp yüklenmesini ayrım edemeyen
bir kumanda heyetinin, kahramanlıkla yada en azından kumandanlıkla ne ilgisi
olabilir?" (Lozan, 1.C., s. 165)
Mısıroğlu, M.Kemal'in bu boşaltma esnasında Gelibolu'da olmadığını belirtmiyor.
Oysa Albay M.Kemal, rahatsızlığı nedeniyle 10 Aralık 1915'te Gelibolu'dan
ayrılmış, yerine Güney Grubundan 5.Kolordu Komutanı Fevzi (Çakmak)
getirilmiştir.208
İngilizlerin o tarihte 'dört yüz bin şahıs kadar olduğu1 da doğru değildir,
aklına geleni yazmayı sürdürüyor hazret; Arıburnu ve Suvla kesiminde 83.048,
Sed-dülbahir'de 35.286 İngiliz bulunuyordu.209
n GRYT Ansiklopedisi soruyor:
"Peki, düşmanın bu oldukça mahir (ustaca) çekilişi esnasında, Anafartalar
Kahramanı [M.Kemal] nerede idi?" İstanbul'daydı.
Ama ansiklopedi, o sırada Çanakkale'de yedeksubay talibi olarak bulunan yazar
Mahmut Yesari'nin bir yazısına dayanarak, M.Kemal'in boşaltma esnasında
Çanakkale'de olduğunu ileri sürüyor. M.Yesari diyormuş ki:
'İngilizler çekildikten sonrasında, kalan ganimetlerden payına düşeni M.Kemal,
gereksinim duyan erkana, zabitlere, minik zabitlere bağışlamışmış...' (1.C., s.138)
M.Yesari bu şekilde yazdığına nazaran, akan sular durur. M.Kemal ve Fevzi Paşanın sicil
dosyalarının210 ve askeri belgelerin filan, ne önemi var? Meğerse M.Kemal
oradaymış!
Mübarek olsun!
208) 10 Yıllık Harbin Kadrosu, s.93. Askeri Yönüyle Mustafa Kemal Atatürk, s.44; Çanakkale
Cephesi, S.Kitap, s.493; F.Belen, 20.Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.268; Celal
Erikan, Komutan Mustafa Kemal Atatürk, s.181; Prof.Dr. U.Kocatürk, KA Günlüğü, s.46. Boşaltma
sırasındaki komutanlar: Ordu Komutanı Liman Paşa, Anafartalar Grubu Komutanı
M.Fevzi (Çakmak) Paşa, Kuzey Grubu Komutanı Alb.Ali Rıza, Güney Bölgesi Komutanı
Hilmi Paşa. (Çekilişlerini örtmek için İngilizlerin almış olduğu başarıya ulaşmış önlemler
için, Çanakkale Cephesi, S.Kİtap, s.486 vd.)
209) ingiliz resmi evveliyatına dayanarak, Çanakkale Cephesi, S.Kİtap, s.482, 498.
210) Süleyman Külçe, Fevzi Çakmak, s.71.
170
* 4-5-7-12. Enver Paşa - M.Kemal çekişmesi
a GRYT Ansiklopedisi, ilkin, H.Bayur'dan şu alıntıyı yapıyor:
"İkinci kere olarak İngilizlerin, yarımadanın ortasındaki dar yerinden Marmara
kıyılarına ulaşmak ümitleri kırılmış ve her iki defasında da bu işi aynı erkek,
M.Kemal önlemiştir. O bununla beraber İstanbul'u da ikinci kere kurtarmış' ve
Rusya'nın Boğazlar kanalıyla yardım görmesi ihtimalini ortadan kaldırmıştır.
Almanya'da ve tüm savaşan devletlerde, başarı kazanan komutanların isimleri ve
başarıları duyuru edilmiş olduğu şekilde, İstanbul'da sıkıdüzen, M.Kemal'in adının anılmasına
izin vermemiştir.]" (Türkiye İnkılabı Tarihi, 3.C., 2.Kısım, s.357)
Sonra da şu yorumda bulunuyorlar:
"Çanakkale Zaferini, olduğu benzer biçimde, ilkin yarbay, sonrasında da albay olan M.Kemal Beye
verme gayretkeşliğinin bir ürünü olan şu satırlara, muharebe safhalarını
başından buraya kadar takip ettikten sonrasında, anlam vermek olası olmuyor. Evet,
Enver Paşa ile M.Kemal Bey içinde bir çekişmenin olduğu biliniyor fakat bu
çekişmenin, terfi etmeyi hak etmiş bir subaya, basında sıkıdüzen uygulama ettirmek
gibi belirmesi birazcık ilginç kaçıyor. O günün basınında, M.Kemal'in adının
geçmemesi, kendisinin muharebeler arasında fazla rolünün olmamasından ve bir de
ondan daha kıdemli bir sürü kumandanın bulunmasıdır... Çanakkale muharebelerinde
M.Kemal Beyi "zafer kazanmış" benzer biçimde göstermeye kalkmak, şu demek oluyor ki bir yarbaydan
bahsetmek, ne kadar gerçekçi bir alışkanlık olabilir ki?
M.Kemal Bey, 18 Mart 1915'te asla yoktur; Arıburnu muharebelerinde, ihtiyat
tümeni kumandanı, bir senelik bir yarbaydır ve emrindeki iki alay (!) bütünüyle
şehit olmuştur. Anafartalar Grup Kumandanlığı ise, Ordu Kumandanını kızdıran ve
bu nedenle azlolan Albay Fevzi Çakmak Beyin (!) askeri ve planı ile yürümüştür.
Gerçekler bu şekilde olunca, talep eder istemez, o günkü istanbul basınında, kendisinden
bahsedilmemiştir. Çanakkale Zaferini, M.Kemal Paşa Türkiye'nin tek adamı
olduktan sonrasında ona bağlayanlar, bu bahsedilmeyişin kabahatini Enver Paşanın
çekemezliğine yüklüyorlar." (1.C., s.132, 140. Bir makale ki yanlışsız, yalansız
tek satırı yok!)
n Y.Küçük:
"Türk tarih yazıcılığında, her vakit kullanılan bir 'şeytan' var; tarihçi,
Kemal'in parlak başarılarını saydıktan sonrasında, bunu somut terfi yada
ödüllendirmelerle kanıtlayamayınca, sorumluluğu hep Enver'in kıskançlığına
bağlıyor." (T.Ü. Tezler 5, s.103)
Birkaç şahit dinleyelim, bakalım onlar ne diyor: D Refik Halit Karay:
"Harbin son senesinde, Ziya Gökalp'in Yeni Mecrrîuası, Çanakkale özel nüshası
çıkardığı vakit, Ruşen Eşrefin o nüshadaki mülakat şekilli yazılarını
171
dikkatle okumuş[tum.]... O nüshada Çanakkale zaferi başarısı, daha ziyade
M.Kemal Paşanın eseri olarak kabul ediliyordu; buna Enver kızmış, Mer^ kere-i
Umumi ile dergi sahibi, merkez azasından dostum, rahmetli Küçük Talat Beyi
telaşa düşürmüştü. Son saatte mecmuanın içerisine, Alman kumandanının büyük kıtada
resmi konulmuş, bir şeyler yapılarak, son günlerini yaşayan Başkumandan
Vekilinin öfkesi yatıştınlmıştı." (Bir Ömür Boyunca, s.189vd.)
a F.Rıfkı Atay (Akşam gazetesi yazarı):
"Enver Paşanın adamları, Çanakkale zaferi üstüne 'Harp Mecmua-sı'na M.Kemal'in
bir resmi konulmasını bile kıskanmışlar, dergi baskıda iken M.Kemal'in
klişesini Liman von Sanders'in klişesi ile değiştirmişlerdi." (Çankaya, s.305)
a Abidin Daver (Tasvir-i Efkâr gazetesi yazarı):
"Bu muharebeler esnasında, Boğaz'ı ve İstanbul'u birkaç kere kurtarmış olan o
kahraman kumandanın resmini basmak için ne güçlükler çektiğimizi şimdi tessürle
hatırlıyorum. Merhum Enver Paşa ile arası fazlaca aleni bulunmuş olduğu için askeri sıkıdüzen,
M.Kemal'in resimlerini neşrettirmek istemezdi." (Aktaran da, şaşacaksınız fakat
GRYT Ans.,1.C., s.140)
a Ali Fuat Cebesoy:
"Enver, M.Kemal'i kendine rakip olarak görür ve onu kıskanırdı."
(Sınıf Arkadaşım Mustafa Kemal Atatürk, s. 171)
D Sultan Abdülhamit:
"...M.Kemal Paşa, kendisine (oğlu Abit Efendiye) iki ceylan yavrusu hediye
etmiş. Bundan memnun oldum. Devletimin yüzünü ağartmış bir paşanın, Abit
Efendiye yakınlık göstermesi, bir şahsiyeti bulunduğunu anlatıyordu. Oğluma münasip
bir mukabelede bulunmasını hatırlattım. Biraz vakti halim olsa, 'bir altın saat'
diyecektim fakat hem dedikodusundan çekindim, hem çok geçim sıkıntısı arasında
olduğum için bir şey söylemedim. 'Bir daha arkadaşına (Salih Bozok'a) gelecek
olursa, haber ver, ben de göreyim' demekle yetindim. Gerçekten bir kere daha
gelmiş, bana haber verdiler. Sırtında bir pelerin vardı ve arkadaşına veda
ediyordu. Uzaktan yüzünü iyice seçemedim fakat bayağı askerlere benzemiyordu;
tehlikeli bir sükûneti vardı. Enver Paşanın kendisinden neden çekindiğini o
vakit anladım. Bunu Talat Paşa tutuyormuş. Bunlar minik şeyler! Çanakkale'de,
İngiltere, Fransa benzer biçimde iki büyük devletin ordusunu, donanmasını durdurdu,
yüzgeri ettirdi ya» bana lazım olan odur. Muvaffakiyeti için yakarış ettim." (Sultan
Abdülhamid'in Hatıra Defteri, s.159)
D Lütfi Simavi Bey (Başmabeynci):
"Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, M.Kemal Paşayı her zaman kendisine
rakip görür ve onu çekemezdi." (Osmanlı Sarayının Son Günleri, s.381)
172
G M.Şükrü Bleda (ittihat ve Terakki Partisi Genel Sekreteri): "...Düşmanı olduğu
yere mıhlayan M.Kemal'in bu başarısına karşın, niçin hâlâ terfi ettirilmeyişi,
herkes benzer biçimde Dr.Nazım'ın da dikkatini çekmişti. Bir gün Merkez-i Umumi'de, Talat
Paşanın da bulunmuş olduğu toplantıda, Dr.Nazım heyecanlı bir anlatım ile, 'Paşa,
M.Kemal'in terfi meselesi niçin bu kadar uzadı?' diye sordu. Talat Paşa bu şekilde
bir sual ile karşılaşacağını biliyor olacak, hemen şu cevabı verdi: 'Bu Enver'e
ilişik bir iştir.'... Çanakkale savaşları sona erip Anafartalar Kahramanı M.Kemal
istanbul'a döndüğü günlerde idi. Talat (Paşa) ile aramızda, M.Kemal'in lafı
geçti. İkimiz de kendisini Selanik'ten tanırdık. Meziyetlerini takdir eder ve
severdik. Oysa Enver, M. Kemal'in şahsında kendisi için bir rakip mi görürdü,
bilinmez, ona karşı her zaman soğuk ve çekinser davranırdı." (İmparatorluğun Çöküşü,
s. 101 ve 102) Bu kadar şahit yeter, değil mi? Hiçbiri de resmi tarihçi
değil.211
* 4-5-7-13. M.Kemal'in parlak bir asker olmadığı
D Y. Küçük:
"Kemal'in tüm hayatı süresince, cenk sanatında parlaklığına işaret eden yalnız
kanıtın bulunabileceğini sanmıyorum. Kemal'de hiç bir deha işareti de
göremiyorum. Deha, mucizevi süratli görebilmektir. Dahi, hızlı şimşek çakması
arasında yaşayan insandır. Dahi, her an çaktırdığı şimşeklerle bayağı insanların
karanlıklarını yırtabilen insan oluyor. Kemal, hiç bir vakit arkadaşlarından ilkin
görmüyor. M.Kemal Paşa, başkalarının açmış olduğu aydınlıktan yürüyen liderler
kategorisine giriyor." (T.Ü. Tezler 5, s.70)
En iyisi Y.Küçük'ü, bu iddiası ile başbaşa bırakmaktır. Ama ergenler için
M.Kemal'in askerliği ile alakalı birkaç görüşü aktarmak istiyorum:
D Liman von Sanders:
"Albay M.Kemal Beyi, vatanın bu büyük harpte hizmetlerine muhakkak surette
muhtaç olduğu fazlaca müstesna kaabiliyetli, yetkili ve yürekli bir subay olarak
tanıdım. [..] Öyle ki kendisine takdirimi ve şükranımı yine yine anlatım
ettim." (Liman Paşanın Enver Paşaya yazdığı 10.8.1915 günlü mektup, aktaran Sadi
Borak, Öyküleriyle Mustafa Kemal Atatürk'ün Özel Mektupları, s.208)
a General Aspinal C.F.Oglander (Çanakkale askeri zamanı yazan):
"Bir tümen komutanının üç ayrı yerde, kendi inisiyatifi ile giriştiği
hareketlerle, ancak muharebenin değil, bir harbin, hatta bir ulusun kaderini
değiştirecek yücelikte bir zafer kazanılmış olduğu tarihte pek azca görülür." [History of
the Great War - Military Operation, Galipoli (İngiliz resmi tarihi), 2.C., s485'ten çeviren C.Enginsoy, AAMD., s.80, sayı 19]
211) Geniş malumat için: S.R.Sonyel, M.Kemal-Enver Çatışması (1919-1922),
Belleten, No.209, S.Ş81 vd.
173
D Mareşal Birdwood (Çanakkale'de Anzak Kolordusu komutanı):
"Mustafa Kemal Atatürk kadar kahraman ve ulu gönüllü bir komutan tanımadım!" (Mustafa Kemal Atatürk İçin
Diyorlar ki, derleyen, S.Çiller, s.27)
D General Mac Arthur:
"Askerlik dehasıyla insanlık idealini Mustafa Kemal Atatürk kadar nefsinde birleştirmiş bir
adamı tanımıyorum." (Aktaran Ali Fuat Erden, Mustafa Kemal Atatürk, s.132)212
* 4-5-7-14. Resmi tarih, M.Kemal ve Çanakkale
Orta öğretimde okutulmak suretiyle, Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti'nden bir kurul,
Tarih III' isimli bir ders kitabı yazmıştır. İlk baskısının zamanı 1931. GRYT
Ansiklopedisinin yazarları, bu kitabın 1933 baskısında da aynen yer edinen
Çanakkale Savaşı kısmına yer verdikten sonrasında, bu kısmı şu şekildeki eleştiriyorlar:
"Başından beri Çanakkale muharebelerinin seyrini takip edenler, gerçeklerin asla
de şu anlatılanlara benzemediğini görmüşlerdir. Devletin resmi zamanı bu şekilde
olursa, talep eder istemez Yusuf Bayur benzer biçimde vazifeli zevatlarla (Ne Türkçe!), doğruyu
söylemek yerine dalkavukluk etmeyi tercih edenler yüzünden, senelerdir bu hep
bu şekilde zannedilmiştir. Yine devletin kitaplarının yanında, TRT'nin de aynı
hatası tekrarlaması, Yarbay M.Kemal Beyin 'Çanakkale Kahramanı' zannedilmesine
sebeb olmuştur. " (1.-C., s.132, 133)
Şimdi bu ilk resmi tarihin, Çanakkale Savaşı ile alakalı bölümünü aktarıyorum:
"...anlaşmazlık Devletleri Gelibolu yarımadasına kuvvetler çıkardıkları vakit,
M.Kemal kendi inisiyatifiyle hemen Arıburnu mıntıkasına yetişerek saldırı ve
düşmanı sahilde tuttu.
Yarımadanın boşaltılmasına kadar düşmanın ilerlemek için yapmış olduğu müteaddit
taarruzlar, şiddetli hücumlar hep sonuçsuz kaldı, hasım kuvvetleri yapışıp
kaldıkları Arıburnu'nun yalçın yamaçlarından ileri bir adım bile atamadılar.
Türk cephesini taraftan, Anafartalar'dan çevirmek için çıkan yüz bin kişilik
(Lord) Kiçner ordusu da karşısında M.Kemal'i buldu. Miralay (Albay)
212) "9 Ağustosta M.Kemal, Anafartalar'a gelen kuvvetleri, yeni karaya çıkan
düşmana karşı düzen ettikten sonrasında, 10 Ağustosta Conk Bayırı'na gelmiş, oradaki
kuvvetleri de düzenlemiş ve bir taarruz yaparak, hasım kuvvetlerini geri atmaya
muvaffak olmuştu, işte M.Kemal'in saati de bu harpte parçalanmıştı,
ingilizlerin büyük ümitlerle gelen kolorduları, artık oldukları yerde mıhlanıp
kalmış, zafer hepsi ile bizim olmuştu. M.Kemal 10 Ağustosta bir tek istanbul'un
değil, tüm bir memleketin işgalini önlemişti. Artık ümitleri kalmayan
ingilizler, iki ay sonrasında Gelibolu yarımadasını boşaltıp çekilip gitmeye zorunlu
kalıyorlardı. [..] Albay M.Kemal, 16.Kolordu K. olarak Edirne'ye gönderilmiş,
Edime halkı onu fazlaca büyük gösterilerle karşılamıştı. Yeni yıldızın ışığı
büyümeye başlamış, her tarafta Anafartalar kahramanına hürmet, özgürlük kahramanlarınkini geçer benzer biçimde olmuştu." (O vakit S.Kolordu Kur.Başk. F.Altay, On Yıl
Savaş, s.110,114)
174
M.Kemal Bey, Ağustos günleri, Suvla limanı istikametinde, Conkbayırı'nda ve
Kocatepe'de (Kocaçimen Tepesi'nde) yapmış olduğu şanlı taarruzlarla Kiçner ordusunu da
yenik etti ve ordumuzun vaziyetini bir kez daha tehlikeden kurtardı.
Conkbayırı muharebesi esnasında bir mermi parçası ta kalbinin üstüne gelmiş
iken, cebindeki saatin parçalanmasile yaşamı kurtulmuştu; Türk'ün taiii onu
muhafaza etmişti.
Türk Ordusunun Gelibolu Yarımadasında, dünyanın en düzgün ve harika
ordularına karşı gösterdiği kahramanca direnme ve onları rica-te (geri
çekilmeye) zorunlu ederek kazanılmış olduğu büyük zafer, Türk neferinin ve Türk
milletinin fıtri (doğuştan gelen) fedakârlığını ve yüksek hasletlerini en iyi
anlayan ve ondan istifade etmesini bilen M.Kemal'in eşi olmayan dehası sayesinde
olmuştur. M.Kemal Çanakkale savunması ile İmparatorluğun başkentini istiladan
kurtardı." (1931 baskısı, s.150; 1933 baskısı, s.307-308)213
Ağırlıklı olarak İngiliz kaynaklarına dayanarak yaptığım özetten ne farkı var bu
anlatımın? İngiliz resmi zamanı, M.Kemal'i, bizim bu ilk resmi tarihimizden daha
fazla övüyor ve yüceltiyor. İngiliz ve Avustralyalı yazarların ve tanıkların
değerlendirmeleri bile, resmi tarihimizden fazlaca daha yakıcı ve coşkun değil
miydi?
Ee?
• Mısıroğlu'na nazaran, hatırlayacaksınız, Arıburnu, üstünde durulmayacak kadar
rahat bir çatışmaydı. Anafartalar ile Conkbayırı muharebelerini de o şekildeki
değerlendiriyor. Kaybedilen bölgeleri de, Vehip Paşanın yollamış olduğu iki alay geri
alıvermiş, ayrıca İngiliz birliği da yanlışlıkla kendi askerinin üstüne 6
mermi atmış, bunun üstüne İngiliz ordusu, Conkbayırı'ndan ve Anafartalar'dan
çekilerek kıyıya dönmüş.214
Böyle diyor fakat şimal kesiminde, M.Kemal'in komuta etmiş olduğu bu üç muharebeden
başka, büyük, mühim ve savaşın kaderini değiştiren ve etkileyen hiç bir muharebe
yok! Bu muharebeler, bayağı, önemsiz muharebelerse, demek ki Çanakkale Destanı
benzer biçimde sözler da palavra!
F.R.Atay diyor ki:
"Mareşal Petain, İkinci Dünya Harbi'nde, Almanlarla ortaklık etmiş olduğu için
Fransız yurtseverleri tarafınca mahkûm edilerek bir zindan köşesinde ölmüştür.
Fakat Mareşal Petain'in Birinci Dünya Harbi'nde Fransız ordusuna
213) Aynı metin, birazcık daha kısa olarak, 'Tarih IV, s.22'de de var. (Maarif
Vekaleti Y., Ankara, 1931)
214) İ.Hami Danişmend de şu şekildeki yazıyor: "[ingilizlerin] Bu muharebelerde,
askerinin üstüne, kendi top mermileri düşmüş olduğu için sahile kadar çekilmek
mecburiyetinde kaldığından bahsedilir." (Osm.T.Kronolojisi, 4.C..S.425)
işte size, iki ayrı yerde ve iki ayrı zamanda muharebe eden iki ingiliz
kolordusunun birden, "üstlerine kendi top mermileri düşmüş olduğu için sahile
çekildiklerini" kayda kıymet belki olarak bulan bir masalcı tarih yazarı
daha!
175
kazandırdığı onur, bir ulusal onur olarak kalmıştır. Hatta o onur Petain'in
adından ayrılmamıştır. Hiçbir Fransız politikacısı, Petain'in ne kadar fena bir
Fransız olduğuna kendi milletini inandırmak için Fransız tarihinin bir şerefine,
hakaret ve karacılık etmeyi düşünmemiştir." (Çankaya, s.167)
Bizimkiler ise, cumhuriyetçi ve laik olduğu veya komünist olmadığı için
M.Kemal'in önemini azaltabilmek umudu ile Türk tarihinin kaç şerefini birden
hoyratça çiğnemekten çekinmiyorlar!
• Y.Küçük ne demişti:
"Üç yurttaşlık bilgisinin doğru olmadığını kanıtlayabilmiş durumdayım." (T.Ü.
Tezler 5, s.255)
İlk mevzu Hürriyet ve Vatan Partisi, ikinci mevzu Hareket Ordusu idi. Bu iki
konudaki iddialarının doğru olmadığını görmüştük. Üçüncüsü ise Çanakkale
konusundaydı. Bu konudaki iddialarının da gerçeğe aykırı bulunduğunu görmüşlük.
Son olarak, gülmece sanatını parlatan iki iddiasını daha aktarayım: "Resmi zamanı
altüst ettiğimi kabul ediyorum. Tarihin tahrifatını (değiştirilmesini) ortadan
kaldırarak, doğru tarih yazımı ve geçerli bir tarih felsefesine başlangıç
yapabildiğimi düşünüyorum." (T.Ü. Tezler 5, s. 15, 98)
Bu bir film senaristliği olsaydı, senarist bu cümleden sonrasında, şu şekildeki yazardı:
"Efekt: Kahkaha sesleri yükselir!"
• Çanakkale konusunu, Vahidettinci yazar Vehbi Vakkasoğlu'nun bir iddiası ile
bitirmek istiyorum:
"Sultan Vahideddin, ordunun kendi şahsını korumakla görevlendirdiği taburu,
Çanakkale Boğazı'nın zorlandığı tehlikeli zamanlarda, Ayasofya çevresinde sipere
sokmuş ve şu emri vermişti: 'Camiye çan takmak yada müze yapmak isteyenlere ateş
ediniz!' " (Bu Vatanı Terk Edenler, s.51)215
Nasıl?
İki cümlede yedi yanlış!
215) Meraklısı için not: Böyle bir söylenti çıktığını ve halkın telaşa
kapıldığını F.R.Atay yazmıştır fakat anlattığı vaka 1919'da geçmiştir. (Çankaya,
s.136) Vakkasoğlu, bu olayın 1919'da geçtiğini de biliyor. Çünkü bir başka
kitabında F.R.Atay'ın bu yazısından alıntılar yapmış. (Son Bozgun, 1.C., s.185)
Yani doğruyu bilmiş olduğu şekilde, Vahidettin'e Çanakkale Savaşı'ndan da bir hisse
çıkarabilmek için vakası, fütursuzca 1915'e aktarmış. Açıkçası, uydurmuş.
Çanakkale Savaşı olduğu esnasında Vahidettin, ancak 2.Veliaht idi. 2.Veliaht'm
şahsını korumak için bir taburun görevlendirilmesi, usulden değildir. Ayrıca,
meşruti bir Sultan bile, şahsını korumakla sorumlu bir taburu, istediği benzer biçimde ve
dilediği yerde kullanamaz. Böyle istisna vakalar, sadece ve bir ihtimal Hoko Moko
kabilesi benzer biçimde ilkel bir toplulukta olur. Üstelik 1915'te, ne kimse Ayasofya'ya
çan takmaya cesaret edebilirdi, ne de Ayasofya'nın müze yapılması laf konusuydu.
Neresinden bakılsa, komik bir masal!
Ayasofya 1935'te müze yapılmıştır. Vakkasoğlu, bu sonucu eleştirebilir,
hakkıdır. Bunu açıkça yazmak dururken, tarihle oynuyor, olmamış ve de olması imkansız bir
vaka uyduruyor, Vahidet-tin'i de, kendini de komik duruma düşürüyor, kısacası
tarihin gözünün içerisine baka baka masal söylüyor.
(Vahdettin, M. Kemal Ve Milli Mücadele kitabındanalıntılar bulunmaktadır!)
(Önceki sitede bulunan bir kaç makalede ilave edilmiştir!)