En kanıksanmış Cumhuriyet zamanı yalanlarından biri "Mustafa Kemal Atatürk'ün ve İsmet İnönü'nün liderliğindeki genç Cumhuriyetin, 1937-1938 yıllarında Dersim'de Kürtleri katlettiği!" biçimindedir. Ülkemizde bugün, tarihçisinden gazetecisine, eğitimcisinden siyasetçisine kadar hemen hemen herkes, Türkiye Cumhuriyeti'nin Dersim'de bir kıyım ve kırım yaptığını peşinen kabul etmiş gibidir.
Örneğin, İsmail Beşikçi'nin bir kitabının ismi, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi' dir. Hasan Cemal'in bir yazısının ismi da, Dersim Katliamını Mazur Göstermeye Çalışmanın Ahmaklığı Üzerine'dir.
"Dersim yalanı" bizim ülkemizde son zamanlarda sıkça siyasete alet edilmeye de başlanmıştır. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis kürsüsünden defalarca "Tek Parti döneminde Dersim'de kırım yapıldı!" demiştir.
"Dersim'de kırım yapıldı!" iddiaları, bugün birtakım iç ve dış Cumhuriyet düşmanlarınca, Türkiye'yi soykırımla suçlamak için kullanılmak istenmektedir. Örneğin, 13 Kasım 2008'de Avrupa Parlamentosu himayesinde Dersim Soykırımı Konferansı düzenlenmiştir. Düzenleyenler, bu konferansın amacını, Ermeni, Süryani, Pontus Rumlarına karşı soykırım suçu işleyen Türkiye'nin suçlar listesine yeni bir insanlık suçu daha ekleniyor: "Dersim soykırımı" biçiminde açıklanmıştır. Prof. Dr. Ronald Mönch, Dersim'de yaşananların insanlık suçu bulunduğunu savunarak Mustafa Kemal Atatürk ve devrin Bakanlar Kurulu üyeleri ile üst seviye askeri yetkililer için, "Yaşasalardı harp suçlusu olarak yargılanmaları gerekirdi!" demiştir.
19 Kasım 2009'da Dersim Soykırımı Konferansı'nın ikincisi tekrar Brüksel'de yapılmıştır. Bu toplantılardan sonrasında, Dersim harekatının 'soykırım' olarak tanımlanmasını isteyen bir heyet, bu vakaları Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne götürmek için harekete geçmiştir. Aralarında Amerika'li avukat Prof. Dr. Barry Fisher ile Dink davası avukatı Erdal Doğan'ın da bulunmuş olduğu heyet, 12 Nisan 2011'de Tunceli'de araştırmalarda bulunmuştur. Dersim yalanı, kartopu misali büyüdükçe büyümüş ve nihayetinde 1937-1938 Dersim isyanını bastıran CHP içerisinden bazıları bile bugün "Evet! Dersim'de kırım yapıldı!" deme noktasına gelmiştir.
Peki fakat gerçekte Dersim'de ne olmuştur?
Gerçekten de Mustafa Kemal Atatürk ve İnönü, Dersim'de Kürtlerin katledilmesini mi emretmiştir?
Genç Cumhuriyetin Dersim'e yönelik operasyonunun sebebi Kürtleri yok etmek, soykırıma uğratmak mıdır, yoksa diyet karşıtı, bölücü bir isyanı bastırmak mıdır? Neden ancak Dersim olaylarının neticelerinden laf edilirken olayların sebeplerinden asla laf edilmemektedir?
Şimdi gelin hep beraber 1937-1938'e uzanıp, Dersim İsyanı'nı anlamaya çalışalım.
D ersim İsyanı'nın Kökleri Koçgiri İsyanı'nda gizlidir.
Dersim İsyanı ve sonrasındaki Dersim harekatını idrak etmek için ilk önce Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Koçgiri İsyanı'na (1921) bakmak gerekir. Koçgiri İsyanı'nın zamanlaması, isyandaki elkoyuculuk parmağı, isyanda rol alan aktörler, isyanın bastırılma biçimi, isyanının bastırılma biçiminin kötüye kullanma edilmesi, Cumhuriyet dönemindeki Dersim İsyanı'nı çağrıştırmaktadır. Dikkatli bir göz, Dersim İsyanı'nın köklerinin Koçgiri İsyanı'nda gizli saklı bulunduğunu fazlaca rahat bir halde görebilir. "Dersim sonuçtur; başlangıç Koçgiri İsyanı'dır"
Şimdi, sırayla Koçgiri İsyanı'ndan Dersim İsyanı'na uzanan düşünsel ve eylemsel çizgiye göz atalım ve Dersim'in Koçgiri'deki köklerini görelim:
1. Koçgiri İsyanı da Dersim İsyanı şeklinde emperyalistlerce kullanılmıştır: Koçgiri İsyanı'nı planlayan Kürt Teali Cemiyeti İngilizlerin kontrolünde bir cemiyettir. İngilizler,Kemalistlerin, Çerkez Ethem'le ve Yunan ilerleyişiyle iyice köşeye sıkıştığı bir zamanda Koçgiri İsyanı'nı organize ederek Milli hareketi sonuçsuz bırakmak istemişlerdir. Dersim İsyanı'nın gerisinde da -Hatay meselesinin tartışıldığı günlerde Türkiye'nin elini zayıflatmak isteyen-Fransız emperyalizmi olduğu anlaşılmaktadır.
2. Koçgiri İsyanı da Dersim İsyanı şeklinde Bağımsız Kürdistan parolasıyla başlatılmıştır: Koçgiri İsyanında isyancıların taşımış olduğu yeşil, kırmızı, beyaz Kürdistan bayrağı ve isyancıların dillerindeki Kürdistan marşı, Baytar Nuri'nin Sivas'ın Kangal kazasının Yellice bucağında Hüseyin Abdal Tekkesi'nde yapmış olduğu görüşmede, Sevr Antlaşması'na müsait olarak bir Kürt devleti kurulması düşüncesini kabul ettirmesi, başkaldırı esnasında Şadan aşiretinin Refahiye ilçesindeki hükümet konağına Kürt bayrağı çekmesi, Hozat toplantısı nihayetinde Baytar Nuri'nin babası İbrahim Ağa'nın hazırladığı 15 Kasım tarihindeki bildiriyle ayrılıkçı Kürt aşiretlerinin Ankara hükümetinden bir tür "özerk Kürdistan" istek etmeleri, Batı Dersim aşiretlerinin de 25 Kasım tarihindeki başka bir bildiriyle bağımsız Kürdistan istek etmeleri, İmranlı'daki yönetimi yakalayan isyancıların hükümet konağına Kürt bayrağı çekmeleri ve Baytar Nuri'nin, "İlk ilkin Dersim'de Kürdistan istiklali duyuru edilecek. Hozat'a Kürdistan bayrağı çekilecek. Kürt ulusal kuvveti, Elazığ, Malatya istikametinden Sivas'a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti'nden resmen Kürdistan istiklalini,i tanımasını isteyecek" diyerek Koçgiri İsyanın amacını açıklaması, Koçgiri İsyanı'nın bağımsız Kürdistan isteğiyle çıkarıldığını şüpheye yer bırakmayacak bir halde kanıtlamaktadır.
3. Koçgiri İsyanının baş oyuncuları Dersim İsyanı'nda da karşımıza çıkmıştır:
Koçgiri İsyanı'yla Dersim İsyanı arasındaki bağın ve sürekliliğin en aleni kanıtlarından biri, 1921 Koçgiri İsyanı'nda ön saflarda yer edinen Baytar Nuri, Alişer ve Seyit Rıza şeklinde isimlerin, Dersim İsyanı'nda da karşımıza çıkacak olmasıdır. Dersim İsyanı'nın ele başı Seyit Rıza'nın,Koçgiri İsyanı'nın perde arkasındaki kışkırtıcılarından biri olduğu doğruyu nedense Cumhuriyet zamanı yalancılarınca hep gözden kaçırılmaktadır. Bazı Kürt aşiret liderlerinin ayrılıkçı Kürtlerden ayrılarak Ankara'ya gidip TBMM'ye katılmaları üstüne Seyit Rıza ön plana çıkmıştır. Adamlarıyla beraber köyünden çıkarak Dersim'e gelen Seyit Rıza, Sivas'taki isyancılara gidecek yardımı organize etmeye başlamıştır. Bütün plan ve program hazırlanmıştır, kış atlatılır atlatılmaz istiklal duyuru edilecektir. İsyancılardan Baytar Nuri, bu planı şu şekildeki açıklamıştır:
"İlk ilkin Dersim'de Kürdistan istiklali duyuru edilecek. Hozat'a Kürdistan bayrağı çekilecek. Kürt ulusal kuvveti, Elazığ, Malatya istikametinden Sivas'a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti'nden resmen Kürdistan istiklalini tanımasını isteyecek."
İsyanın yeni önderlerinden Seyit Rıza, TBMM'ye katılan Kürt milletvekillerinin Dersim'i temsil etmediklerini, bundan dolayı Doğu Anadolu'da bir Kürt yönetimi kurularak bağımsızlığın duyuru edildiğini bildirmiştir. Bu sırada Dersim'deki ayrılıkçı aşiret liderleri üstündeki baskısını artıran
TBMM, Baytar Nuri'yi tutuklamıştır. Baytar Nuri'nin tutuklanmasına isyancı aşiretler büyük bir reaksiyon göstermişlerdir. Seyit Rıza, Baytar Nuri'nin derhal özgür bırakılmasını aksi şekilde asla vakit kaybetmeden Dersim'den Sivas'a saldıracaklarını bildirmiştir. Bir yandan Yunan ilerleyişi, öteki yandan da iç isyanlarla uğraşan TBMM, yeni bir isyanı göze alamayarak Seyit Rıza'nın isteğini kabul etmiş ve Baytar Nuri'yi özgür bırakmıştır. Bu arada Dersim mutasarrıfı da tehdit edilerek bölgeden uzaklaştırılmış ve bölgenin bütün hakimiyeti aşiretlerin eline geçmiştir.
4. Koçgiri İsyanı da Dersim İsyanı şeklinde "bastırılması esnasında aşırı güç kullanıldığı" iddiasıyla münakaşa mevzusu olmuştur: Dersim isyanını bastırmakla görevlendirilen Nurettin Paşa'nın "aşırı güç kullandığı, Kürtlere baskı yapmış olduğu, suçsuz insanları da öldürdüğü" iddiaları ve bu doğrultuda başlatılan propaganda emekleri nihayetinde, hem bir af çıkartılarak Kurtuluş Savaşı'nın en eleştiri aşamasında isyancı Kürtçülerin bir çok özgür bırakılmış, bununla beraber Kürtçü propaganda çalışmalarıyla isyancı Kürtçüler adeta mağdur durumuna getirilmiştir. Bu mağdur edebiyatı, ayrılıkçı Kürtçü hareketin işini kolaylaştırmaktan başka hiç bir şeye yaramamıştır. Bilindiği şeklinde benzer bir aşırı güç kullanma iddiası ve bir mağdur edebiyatı da Dersim İsyanı'ndan sonrasında başlatılmıştır. 1921 Koçgiri İsyanı'nın TBMM temsilcisi Nurettin Paşa tarafınca fazlaca sert bir halde bastırılması ve bunun ayrılıkçı Kürtçülerce propaganda malzemesi haline getirilmesi, Kürt hafızasında "Kemalist sistemin Alevi-Kürtlere hasım olduğu" biçiminde yer etmiştir ve bu hafıza, sonradan 1937-1938'deki Alevi-Kürt Dersim İsyanı'na meşruiyet kazandırmak için kullanılmıştır.
Özetle, elkoyuculuk ve onun yerli işbirlikçisi durumundaki ayrılıkçı Kürtçü aşiret liderleri, Kurtuluş Savaşı esnasında Koçgiri İsyanı'yla gerçekleştiremedikleri bağımsız Kürdistan projesini, Cumhuriyet döneminde gerçekleştirmek için, bir anlamda kaldıkları yerden işe başlayarak Dersim İsyanı'nı örgütlemişlerdir. Yani, Dersim'in kökleri Koçgiri'de gizlidir... Dersim'in kökleri bir başka yerde daha gizlidir...
D ersim İsyanı'nın Kökleri: Hoybun Cemiyeti ve Ağrı İsyanları
bizim ülkemizde 1919'daki Koçgiri İsyanı'yla 1937-38'deki Dersim İsyanı içinde, elkoyuculuk destekli, "bölücü" ve "irticacı" fazlaca sayıda Kürtçü başkaldırı çıkmıştır. Bu isyanlar içinde, Şeyh Sait İsyanı'ndan sonrasında en etken Kürtçü başkaldırı Ağrı İsyanlarıdır.
Koçgiri İsyanı, Nasturi İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Ağrı İsyanlarının başarısız olması üstüne Dersim İsyanı; tertiplenmiştir. İlk Ağrı İsyanı Mayıs 1926'da, ikincisi Eylül 1927'de,üçüncüsü de Eylül1930'da çıkmıştır. Ağrı İsyanlarının gerisinde Kürt-Ermeni dayanışmasıyla kurulan ayrılıkçı Hoybun Cemiyeti vardır. Hoybun Cemiyeti, Şeyh Sait İsyanı'ndan sonrasında yurt dışına kaçan ve İngilizlerle işbirliğine giren Kürt liderleriyle Ermeni Taşnak liderleri arasındaki ortaklık nihayetinde kurulmuştur. Hoybun Cemiyeti'nin kuruluşuyla alakalı ilk toplantı 1927 Şubat'ında İngilizlerin Revandiz Kaymakamlığı'na getirdikleri Seyyit Taha'nnn evinde yapılmıştır. İngiltere'nin Irak mucizevi komiser yardımcısı Edmons'un organize etmiş olduğu bu görüşmede bizim ülkemizde çıkarılacak bir isyanla alakalı olarak şu kararlar alınmıştır:
a)İngilizler, Kürtlere para ve gereksinim halinde tabanca yardımı yapacaklardır.
b)Nasturiler, Kürt giysileri giyerek isyana katılacaklardır.
c)Hazırlıklar tamamlandıktan sonrasında harekete geçilecektir.
d)İsyan Şemdinli Yüksekova'dan başlamış olacak ve hedef Van'ın ele geçirilmesi olacaktır.
Taşnak Ermenilerinden Leon Emirizyon, Sultanyan ve Aris isminde kişilerinde katılmış olduğu ikinci toplantı Mart 1927'de tekrar Siyyit Taha'nın evinde yapılmıştır. Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza ile kaçak subaylardan Kasım ve İhsan Nuri'nin de katılmış olduğu bu görüşmede Cemiyetin ismi Hoybun olarak tesbit edilmiştir.
Kuruluş hazırlıklarına Irak'ta İngilizlerin kontrolünde başlanan Hoybun Cemiyeti, esas müessese kongresini Fransa'nın kontrolünde ve Ermenilerin kuvvetli olduğu bir bölgede yapmıştır. Kongrede cemiyetin başkanlığına Celadet Ali Bedirhan seçilmiştir. Merkez heyeti üyeliklerine ise, Süreyya Bedirhan, Kamuran Ali Bedirhan, Memduh Selim, Nizamettin, Tevfîk Cemil, Haso Ağa, Mustafa Bozan, Halil Rahmi, Cesim Ağa (Şihnu) Şerif, İbrahim ve Emin Ali Ağa seçilmişlerdir. Hoybon Cemiyeti, direkt genç Türkiye Cumhuriyeti parçalamak için kurulmuştur. Nitekim, kongrede Hoybun Cemiyeti'nin müessese amacı belirtilirken, "Türk Kürdistanı'nın bağımsızlığı olarak" tespit edilmiş, Türkiye'nin dışındaki "hiç bir ulus ve devlete karşı karşıtçı ve tecavüzkar bir durum almamayı şiarı ittihaz eylemiştir" denilmiştir. Hoybun Cemiyeti, başkaldırı hazırlıklarına başlamış ve bu amaçla 1928 senesinde, "bizim ülkemizde Kürtlerin Katliamı" isminde 48 sayfalık bir kitapçık bastırmıştır.
Hoybun Cemiyeti, bilhassa para toplamak ve propaganda yapmak amacıyla Paris Taşnak Merkezi üyesi Çamlıyan ile Süreyya Bedirhan yoğun faaliyetlerde bulunmuşlardır. Çamlıyan faaliyetlerini daha fazlaca Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Mısır şeklinde ülkelerde yoğunlaştırmışken, Süreyya Bedirhan, Hoybun Cemiyeti'nin Avrupa temsilcisi olarak Paris'te bir yazıhane açmış ve Avrupadaki faaliyetleri yürütmüştür. Süreyya Bedirhan, Avrupa'daki faaliyetlerinin yanında para toplamak ve Amerikan kamuoyunu etkileyerek Amerika desteğini sağlamak amacıyla 1928 senesinde Amerika'ne gitmiştir. Hoybun Cemiyeti adına Amerika'nin muhtelif yerlerinde konferanslar veren Süreyya Bedirhan ilk aşamada 20 bin dolar para toplamıştır.
Bedirhan, Amerika'ndeki faaliyetleri sırasında Ermenilerle de yakın işbirliğine girmiş, Ermeni Kilisesi'nde de bir konuşma vermiştir.
Süreyya Bedirhan'ın Amerika'ndeki konferansları bir kitapçık halinde 1928 senesinde Hoybun Cemiyeti tarafınca İngilizce olarak yayınlanmıştır. Kitapçığa "Aynı Türk" başlığı ismi altında bir giriş yazan Herbert Adams Gibboms; Süreyya Bedirhan'ın Kürt Milli Meclisi Hoybun'un temsilcisi olarak Kürdistan'ın durumunu Amerikan hükümeti ve insanlarına bahsetmek için geldiğini belirtmiş ve Bedirhan'ın kısa bir biyografisini vermiştir.
Süreyya Bedirhan, Kürt isyanı ve uygarlığı adına Hoybun ve Kürdistan adına Amerika, İngiltere, Fransa ve İtalya'yı 1925 yılından beri Kürdistan'da Türklerin icra ettikleri gaddarlığı incelemeleri için internasyonal bir komisyon kurmaya çayır etmiştir.
Cemiyetin etkin üyesi ve Ağrı isyanlarının elebaşısı İhsan Nuri, 1924 senesinde Türkiye'den kaçarak Irak'a, dolayısıyla İngilizlere sığınmış, hemen sonra 1930 senesinde çıkan Ağrı İsyanları esnasında Kürtlerin davalarını Milletler Cemiyeti'ne götüreceğini basın vesilesiyle endirekt yoldan duyurmuş, hatta Irak'ta yapmış olduğu temaslarda bu şekilde bir müracaatı teşvik etmiş, ek olarak Ağrı isyanları esnasında İngiltere'nin kontrolündeki Barzani Kürtleri, Irak sınırını geçerek Türkiye'ye saldırmıştır. Bütün bunlar dikkate alınacak olursa İngiltere'nin bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilenilmiş olduğu ve en azından Türkiye'ye karşı yönlendirmeler ve kışkırtmalar yaptığını görülmektedir. 12 Nisan 1931 tarihinde İçişleri Bakanlığı'ndan Başbakanlığa gönderilen bir makale ekindeki tutanağa göre; İngiltere'nin bölgedeki aşiretler ve gelişmelerle yakından ilgilenmesinin amacının,"Hakkari vilayeti ile Cizre'de dahil olmak suretiyle Irak Kürtleri hakimiyeti altında Irak ile Türkiye içinde bir Kürt hükümeti teşkil etmek" olarak değerlendirilmiş, bu amaçla Şeyh Mahmut'un Kürdistan Prensi duyuru edileceği, Barzani şeyhi emri dibine verecekleri, ve Nasturileri Kürtleştirmeye çalışmış oldukları belirtilmiştir.
Hoybun Cemiyeti, Temmuz 1929'da Halep'te iki toplantı yapmıştır. Bu toplantılara başta Celadet Ali Bedirhan, Memduh Selim, Cemilpaşa-zade Mehmet, Cemilpaşazade Kadri, Yado, Vahan Papazyan, Hrrşak Papazyan ve Karabet olmak suretiyle 45 şahıs katılmıştır. Toplantılarda, Suriye'deki yerli ve Türkiye'den firari Kürtlerden "azami istifade edilmesi", Türkiye'ye karşı yapılacak herhangi bir hareketin tam ve harika olarak tamamlanmasına karar verilmiştir.
Hoybun-Taşnak ittifakında ehemmiyet verildiği vurgulanan Dersim bölgesinde Koçgirili Alişir, Hoybun bildirilerini aşiretler içinde yayarak bu bölgelerin de Ağrı İsyanı'na yardımcı bulunmasına zemin hazırlamıştır. Sonuçta Dersim aşiretleri üstünde dini bir otoriteye haiz olan Seyit Rıza, devlet görevlilerine karşı direnişe geçmiş, bunun üstüne Ağrı bölgesinden oraya da qüç kaydırılmak zorunda kalınmıştır. Böylece merkezi Ağrı olan ayaklanmanın tüm Doğu Anadolu bölgesine yayılması hedeflenmiştir. Hoybun Cemiyeti dağıttığı bildiriler ve yapmış olduğu propaganda ile isyancıların moralini yüksek tutmaya çalışmıştır. Nitekim Cemiyet, 1 Eylül'de yayınladığı bir bildiride, Türk ordusuna büyük kayıplar verdirildiği belirtilmiş ve bununla beraber Türk kuvvetlerini, birtakım köyleri yağmalamak ve bir fazlaca insanı öldürmekle suçlamıştır.
Birinci Ağrı İsyanı, 16 Mayıs 1926'da Yusuf Taşo ve çetesinin İran sınırını geçip Beyazit köylerinden hayvan çalarak Ağrı yayalarına sığınması ve Hası Telli'nin halkı kışkırtmasıyla başlamıştır. İsyan başarıya ulaşmadan bir ay sonrasında bastırılmıştır.
1927 Eylül'ünde İkinci Ağrı İsyanı başlamıştır. Avrupa'da ve Amerika'da etken olan ve Amerika'da bir şubesini açan Hoybun Cemiyeti, İkinci Ağrı İsyanı'nı desteklemiştir. Türkiye, Temmuz 1927'de Sovyet Rusya ile yapmış olduğu bir antak kalma ile Kürt isyanlarına karşı Rusya'yı kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Ağrı İsyanı'nda Sovyet orduları sınıra asker yığarak isyancıların hareket alanını daraltmıştır. 1928 yılına gelindiğinde
İhsan Nuri liderliğindeki isyancı Kürt grupları Ağrı dağına hakim olmuşlardır. 2 bin kişiden fazla isyancı Kürt, dağlara çıkmıştır.
Hoybun Cemiyeti'nin organize etmiş olduğu Üçüncü Ağrı isyanı, 1930 senesinde başlamıştır. Bölgedeki Celali, Süphanlı, Haydaranlı, Milanlı, Hasenanlı, Zirkanlı, Cibranlı ve Mokorlu aşiretlerinin katılmış olduğu Ağrı İsyanı'nın önder ekibine Türk ordusundan firari yüzbaşı İhsan Nuri, Ermeni Zilan ve Bro Haso Telli oluşturmuştur. İsyana katılan aşiret çalışanlarının yanında Ermeni ve Nasturi çeteleri de yer almıştır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti, Hoybun Cemiyeti'nin organize etmiş olduğu Ağrı İsyanına karşı 1930 Haziran'ından itibaren askeri harekata başlama sonucu almıştır. Mayıs 1930'da 4. ve 6. Kolordular Ağrı dağı civarlarında toplanarak Ağrı İsyanı'nı bastırmak için harekete geçmiştir. İsyancılar, Türk ordusunun bir bölümünü üstlerine çekerek aslolan büyük ayaklanmaya yardımcı vermek suretiyle aynı anda iki vaka daha çıkarmışlardır. Bunlardan biri, 20 Haziran 1930 tarihinde Kör Hüseyin ve Eminpaşaoğullarının İran sınırını geçerek Zeylan'da başlattıkları isyandır. Bu isyanda öldürülen isyancının birinin üstünde halkı isyana teşvik eden birkaç Hoybun Cemiyeti bildirisi ile mührü çıkmıştır. Bu sırada Doğu Anadolu'nun Dersim, Palu ve Viranşehir bölgelerinde de Hoybun Cemiyeti bildiriler dağıtarak halkı isyana çağırmıştır. Türkiye bu vakaları bastırmaya çalışırken Irak'taki Şeyh Barzani ve Molla Hüseyin Şerif idaresindeki bir grup, Irak sınırından geçerek Oramar, Şal ve Şemdinli bölgelerinde de başkaldırı çıkarmıştır.
7-14 Eylül 1930 tarihleri içinde meydana getirilen askeri harekâtla Ağrı isyanı tamamen bastırılmıştır.
Özetlemek gerekirse;
1919'daki Koçgiri İsyanı'nı İngiltere desteklemiştir; Koçgiri İsyanı'na katılan isyancıların ele başları 1937-38'de Dersim İsyanı'nda da karşımıza çıkmıştır.
1924'te çıkan Nasturi İsyanı'nı İngiltere desteklemiştir.
1925'te çıkan Şeyh Sait İsyanı'nı İngiltere desteklemiştir.
1925'teki Şeyh Sait İsyanı hemen sonra yurt dışına kaçan isyancılardan bazıları
1927 senesinde Ermenilerle beraber Hoybun Cemiyeti'ni kurmuştur. Hoybun Cemiyeti'ni İngiltere, Fransa ve Amerika desteklemiştir.
1930'daki Ağrı İsyanı'nı Hoybun Cemiyeti'nce desteklenmiştir.
1937-38'deki Dersim İsyanı'nın alt yapısı 1928-29'da hazırlanmıştır.
Not:"Dersim Dosyası"ndaki malumat ve belgelerin kaynaklarına, "Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2.Kitap" isminde kitabından ulaşılabilir.. Sinan Meydan'ın kitabı.!
Dersim İsyanın Kökleri
1925 Şeyh Sait İsyanı'dan sonrasında Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı planlanan tüm "Kürtçü isyanların" kilit noktalarından biri Dersim olmuştur. Ağrı İsyanı'nı planlayan Hoybun Cemiyeti de Dersim'i en mühim merkezlerden biri olarak görmüştür Hoybun Cemiyeti'nin faaliyetleriyle alakalı İçişleri Bakanlığı'nın Başbakanlığa yazdığı 18 Temmuz 1929 tarihindeki "gizli saklı raporun" 11. maddesindeki "Dersim, ruh meselesidir. Kürt harekatına istinat noktası teşkil eder. Haydaranlı, Bahtiyarlı, Lolanlı, Balabanlı, Karakiyhili, Arelli ve Çarıklı aşiretlerinin tamamen elde edilmesi lazım geldiğinden bu hususu Hoybun Cemiyeti deruhte eder. Bu vaziyet müştereken tesbit edilerek karar dibine alınmıştır." ifadeleri, Dersim İsyanı'nın hazırlıklarının Ağrı İsyanı öncesinde başladığını göstermektedir. Nitekim Ağrı İsyanı'na yardımcı olan isyancılardan bazıları Dersim İsyanı'nda da karşımıza çıkacaktır.
Hoybun-Taşnak ittifakında ehemmiyet verildiği vurgulanan Dersim bölgesinde Koçgirili Alişir, Hoybun bildirilerini aşiretler içinde yayarak bu bölgelerin de Ağrı İsyanı'na yardımcı bulunmasına zemin hazırlamıştır. Sonuçta Dersim aşiretleri üstünde dini bir otoriteye haiz olan Seyyit Rıza, devlet görevlilerine karşı direnişe geçmiş, bunun üstüne Ağrı bölgesinden oraya da qüç kaydırılmak zorunda kalınmıştır. Böylece merkezi Ağrı olan ayaklanmanın tüm Doğu Anadolu bölgesine yayılması hedeflenmiştir. Hoybun Cemiyeti dağıttığı bildiriler ve yapmış olduğu propaganda ile isyancıların moralini yüksek tutmaya çalışmıştır. Nitekim Cemiyet, 1 Eylül'de yayınladığı bir bildiride, Türk ordusuna büyük kayıplar verdirildiği belirtilmiş ve bununla birlikte Türk kuvvetlerini, birtakım köyleri yağmalamak ve bir oldukça insanı öldürmekle suçlamıştır .
Birinci Ağrı İsyanı, 16 Mayıs 1926'da Yusuf Taşo ve çetesinin İran sınırını geçip Beyazit köylerinden hayvan çalarak Ağrı yaylalarına sığınması ve Hası Telli'nin halkı kışkırtmasıyla başlamıştır. İsyan başarıya ulaşmadan bir ay sonrasında bastırılmıştır.
1927 Eylül'ünde İkinci Ağrı İsyanı başlamıştır. Avrupa'da ve Amerika'da müessir olan ve Amerika'da bir şubesini açan Hoybun Cemiyeti, İkinci Ağrı İsyanı'nı desteklemiştir. Türkiye, Temmuz 1927'de Sovyet Rusya ile yapmış olduğu bir antak kalma ile Kürt isyanlarına karşı Rusya'yı kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Ağrı İsyanı'nda Sovyet orduları sınıra asker yığarak isyancıların hareket alanını daraltmıştır. 1928 yılına gelindiğinde İhsan Nuri liderliğindeki isyancı Kürt grupları Ağrı dağına hakim olmuşlardır. 2 bin kişiden fazla isyancı Kürt, dağlara çıkmıştır.
Hoybun Cemiyeti'nin desteklediği Üçüncü Ağrı İsyanı, 1930 senesinde başlamıştır. Mayıs 1930'da 4. ve 6. Kolordular Ağrı dağı civarlarında toplanarak Ağrı İsyanı'nı bastırmak için harekete geçmiştir. 7-14 Eylül 1930 tarihleri içinde meydana getirilen askeri harekatla Ağrı isyanı tamamen bastırılmıştır.
Başta İhsan Nuri olmak suretiyle isyancıların elebaşları İran'a kaçmışlardır. İran tarafınca tutuklanan İhsan Nuri kısa bir müddet sonra özgür bırakılmış ve kendisine İran ordusunda vazife verilmiştir.
Hoybun Cemiyeti Ağrı isyanının bastırılmasından sonrasında enerjisini büyük miktarda kaybetmesine karşın Türkiye'ye karşı faaliyetlerine devam etmiştir.
Özellikle Fransa, Hatay sorunundan ötürü Hoybun Cemiyeti'nin faaliyetlerini desteklemeye süre gelmiş ve dolayısıyla Cemiyeti'nin emekleri Suriye'de yoğunlaşmıştır.
Siyasi Kürtçülüğe kültürel bir zemin hazırlamak amacıyla Şam'da 1932 senesinde Hawar Dergisi çıkarılmaya başlanmıştır. Celadet Ali Bedirhan ve Kamuran Bedirhan tarafınca Hoybun Cemiyeti'nin gösterim organı olarak onbeş günde bir Kürtçe ve Fransızca olarak gösterilen bu dergi, 1943 yılına kadar çıkarılmıştır.
Hawar dergisinin ilk sayısında "amaçları ve özellikleri" başlığı altında derginin ancak bilimsel ve yazınsal bir amaçla kurulduğu belirtilerek gösterim politikası şu şekildeki sıralanmaktadır.
a) Kürtler içinde Kürt alfabesi ve gramerinin yayınlanması, menşei ve öteki dillerle akrabalığının incelenmesi (ilk sayıda Kürt alfabesi yayınlanmaktadır)
b) Folklor başlığı altında Kürt efsaneleri, masalları ve Türkülerinin yayınlanması,
c) Kürtlerin yazılı edebiyatları ile müzik, âdet, anane, tarih ve coğrafyalarının incelenmesi ve yayınlanması,
d) Kürt dilinin Hint-Avrupa dil grubuna dahil olduğu, Kürtlerin bugün kullandıkları dilin Medlerin, Perslerin, Farsların dili ile aynı olduğuna dair incelemelerin yayınlanması,
e) Derginin sayfalarının "yakından yada uzaktan Kürtçeye, Kürdistan'a ve Kürtçülüğe alaka duyanlara" aleni olduğu,
f) Kürtlerin modernleşmek istedikleri, sadece Avrupalılara benzemedikleri belirtilmekle "birkaç Kürdün Avrupai giyinmesi bahane edilerek Kürt giysilerini antet olarak şapkayla ve kıyafet olarak da smokinle tasvir etmek ilginç olacaktır" denilerek ırkımıza özgü âdet, anane ve bilhassa ile onlardan ayrıldıkları belirtilmiştir.
Günümüz Kürtçülerinin "Kürt açılımı" ismi altındaki talepleri, Celadet Ali Bedirhan ve Kamuran Bedirhan şeklinde "ayrılıkçı Kürtçülerce" 1932 yılından itibaren çıkarılmaya başlamış olan Hawar Dergisi'nde dile getirilmiştir. Dolayısıyla "Kürtlerin demokratik talepleri" söyleminin arka planında, aslında "Kürtçülerin ayrılıkçı talepleri" yatmaktadır. Zamanla faaliyetleri çok azalan Hoybun Cemiyeti'nin, Hatay problemininin gündeme gelmesine paralel, Fransa'nın mandaterliğindeki Suriye'de yine canlanmaya başladığı görülmüştür. Nitekim İçişleri Bakanlığı'nın Başbakanlığa yazdığı 12 Ekim 1935 tarihindeki yazıda; Hoybun Cemiyeti'nin Suriye'de yaşayan kürtlere yardım maskesi altında çalışan ama gerçekte Hoybun'a yardım toplayan "Kürt Fukara Perver Cemiyeti" isminde bir dernek kurduğu, bu derneğin toplamış olduğu hububat ve paraları Hoybun'un siyasal amaçları için harcamış olduğu belirtilmiş ve cemiyetin en büyük destekçisinin de Suriye'de kendisini Şeyh Sait'in halifesi duyuru eden Şeyh Ahmet olduğu, bu kişinin, geçmişte Türkiye'ye saldırılarda bulunmuş çetelere maddi yardım yapmış olduğu ve eline fırsat geçerse Şeyh Sait'den daha tehlikeli olabileceği vurgulanmıştır.
Hoybun Cemiyeti'nin 1930 senesinde açmış olduğu Antakya şubesi de 1935 yılından sonrasında faaliyetlerini arttırmıştır. Hoybun Cemiyeti'nin "katibi umumisi" olan bununla birlikte Antakya şubesinin de başkanlığını meydana getiren Antakya Lisesi felsefe öğretmeni Memduh Selim, 1936 yılı başlarında Türkiye sınırına yakın Kürt köyleri üstünde propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır.
1936 yılı başlarından itibaren Hoybun Lideri Celadet Ali Bedirhan İskenderun, Halep ve Beyrut'taki Taşnak önderleriyle görüşmeler yaparak Cezire üstünden Türkiye'ye karşı bir hareket yapmayı planlamıştır. Ayrıca Taşnak-Hoybun işbirliğine Türkiye'ye karşı düşmanca duygular besleyen Samdaki "Çerkez Cemiyeti" de dahil edilmiştir. Bu mevzuda Celadet Ali ile Çerkez Cemiyeti Başkanı Abdullah Bey içinde bir ittifak yapılarak Türkiye'ye karşı üç cemiyetin beraber hareket etmesi kararlaştırılmıştır. Bu ittifakın yapılmasından sonrasında Türkiye'ye karşı 1937 yılı başlarında yada ilkbaharda harekete geçilmesi müsait bulunarak Türkiye içerisindeki taraftarları olarak kabul ettikleri birtakım aşiretlere hazırlık yapmaları için direktif dahi verilmiştir. Nitekim 1936 yılı sonlarında Türkiye'nin cenup sınırında bir ekip çete saldırıları görülmeye başlamış, 1937 yılı başından itibaren bu saldırılar daha da artmıştır. Bu sırada Fransa, İngilizlerin Musul sorununu halletmek için kullandıkları modeli kullanarak Türkiye'ye yönelik "bölücü" hareketleri kışkırtma yoluna gitmiştir. Özellikle Türkiye açısından Hatay'ın ön plana çıkmış olduğu 1937 senesinde Fransa Dersim İsyanı'nı teşvik etmiştir. Bunun üstüne Türkiye 8 Temmuz 1937 tarihinde Afganistan, Irak ve İran ile Sadabat Paktı'nı kurarak bölgeden yönelebilecek bölücü hareketleri önleme yoluna gir-mistir. Ancak Türkiye'nin çabalarına karşın 1937 senesinde Dersim İsyanı'nın çıkması önlenememiştir.
Bütün bu emperyalist oyunlara karşı Mustafa Kemal Atatürk Türkiyesi de boş durmamıştır: Genç Türkiye Cumhuriyeti, Ağrı İsyanlarını sert bir biçimde bastırdıktan sonrasında 1932 yılının başında, Celal (Bayar) ve Tevfik Rüştü (Aras) başkanlığındaki iki resmi Türk heyetini İran'a göndermiştir. Bu heyetler, Kürt problemi mevzusunda İran'la görüşerek, İran'ın isyancıları himaye etmemesini ve bu mevzuda Türkiye'ye yardım etmesini istemişlerdir.
Türkiye ancak İran'la değil, Irak'la da Kürt problemi mevzusunda görüşmeler yapmıştır. İki defa üst üste Türkiye'yi ziyaret eden Irak Dışişleri Bakanı'ndan, "Barzan bölgesini merkez olarak kullanan isyancı Kürtlere karşı operasyon yapılması" istenmiştir. Irak Hükümeti bu isteği kabul ederek Barzanlı Şeyh Ahmet'e karşı saldırılar düzenlemiştir. Aynı günlerde Irak'ın Ankara Büyükelçisi, İngiliz Büyükelçisi'ne gönderilmiş olduğu bir yazıda İran, Irak ve Türkiye hükümetleri içinde Kürtlere karşı işbirliğinden laf etmiştir. Bu ortaklaşa iş Irakta'ki Kürt isyancılarından Şeyh Ahmet ve Mahmut'u nötr hale getirmiştir.
Ağrı İsyanı'nından sonrasında genç Türkiye Cumhuriyeti içerde de muhtelif önlemler almıştır: 5 Mayıs 1932'de çıkarılan bir İskan Kanunu'yla Kürtlerin bir bölümü Batı bölgelerine yerleştirilmiştir. Aynı kanunla, şeyhlik, beylik ve ağalık kaldırılmış, aşiret resilerinin ve dini liderlerin haiz olduğu yetkiler ellerinden alınmıştır. Türkçeden başka bir dil kullanmak, yeni köyler ve mahalleler kurmak, zanaatkar cemiyetleri kurmak da yasaklanmıştır.
Ancak tüm bu dış ve iç önlemlere rağmen dışardan "emperyalizm" içerden de "yerli işbirlikçiler" oldukça geçmeden yeni bir Kürtçü başkaldırı planlamışlardır.
Genç Cumhuriyeti ve Kürt halkını derinden sarsacak olan bu isyanın ismi Dersim İsyanı'dır.
Görüldüğü şeklinde Dersim İsyanı, hiç ancak Dersim İsyanı değildir; Dersim İsyanı, 1919-1936 arasındaki "emperyalist" destekli Kürtçü isyanların, bu süredeki yeni başkaldırı hazırlıklarının, genç Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı kurulan "pis ittifakların" nihai bir sonucudur.
Osmanlı Dönemindeki Dersim İsyanları
Dersim, Osmanlı döneminde çokça başkaldırı etmiştir. Dersim aşiretleri, yaşadıkları bölgenin Osmanlı Devleti'nin maden ihtiyacını karşılayan bir bölge bulunduğunu ayrım ettikten sonrasında sıkça Osmanlı'ya karşı başkaldırı etmişlerdir. Dersim aşiretleriyle Osmanlı arasındaki Alevi-Sünni ayrımı bu isyanları daha da şiddetlendirmiştir. Cengiz Özakıncı ' nın söylediği şeklinde, "Maden demek, tabanca demek; top, tüfek, gülle demek; gümüş 'akça' ve 'bakır' mangır demekti. Çaldıran Savaşı'ndan sonrasında Osmanlı devleti, ne vakit doğudaki komşuları Rusya veya İran'la harbe tutuşacak olsa, siyasi Aleviliğin, Kızılbaşlığın dağlar ve akarsularla korunaklı kalesi Dersim'in kabul edilen kimi aşiretleri, Osmanlı'nın top, tüfek ve para üretiminin deposu olan çevredeki madenlere saldıracaktı."
Osmanlı Devleti' 1514, 1534-1535,1548-1549,1552-1554,1578-1590,1603-1611,1615-1618,1622-1639,1723-1727,1730-1732,17351736,1821-1823 tarihlerinde Alevi, Şii, Kızılbaş İran Devletiyle savaşmıştır. Bütün bu savaşlarda, Sünni Osmanlı'nın yerli top tüfek barut üretimi, kimi Alevi-Kızılbaş Dersim aşiretleri tarafınca, yöredeki madenlere meydana getirilen silahlı baskınlarla, saldırılarla kesintiye uğratılmıştır.
İsyancı Dersim aşiretleri 17. Yüzyıla kadar "İran'ın maşası" durumundayken, 19. yüzyıldan itibaren ilkin Rusya'nın, sonrasında da İngiltere'nin maşası durumuna gelmişlerdir.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nda birtakım Dersim aşiretleri, Rusya'nın yanında yer almak için Erzurum'daki Rus konsolosuna teklifte bulunmuştur.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında birtakım Dersim aşiretleri o bölgedeki Türk kışlalarına, Türklere ve birtakım illere saldırmıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Dersim'deki Kırgan aşireti, Hozat'ı basarak halkı gasp etmiştir.
1892'de Dersim'deki Koç ve Şam uşakları birleşerek büyük gruplar halinde azgınca etrafa saldırmıştır.
1893-1905 içinde Dersim'de bazen büyük karışıklıklar çıkmış, Arapkir ve Kemah halkı can ve mallarını korumak için Saray ve Babıali'ye yakınma dilekçeleri göndermiştir.
Bütün bu belge ve bilgiler, Cumhuriyet döneminde 1937-1938'deki Dersim İsyanı'nın "Son Dersim İsyanı" bulunduğunu kanıtlamaktadır! Anlaşıldığı kadarıyla "Dersim'in asayişsizlik tarihçesi" bir fazlaca gerilere gitmektedir.
1896'da Osmanlı yönetimi, Dersim aşiretlerinin "başı bozuklukları", halka yönelik saldırıları, "yağma" ve "katliamları" üstüne Dersim'le yakından ilgilenmeye başlamıştır. Saray, Babıali, Anadolu Genel Müfettişi Müşir Şakir ve 4. Ordu Komutanı Zeki Paşa arasındaki yazışmalardan sonrasında Dersim ile alakalı birtakım kararlar alınmıştır. Bu kararlardan beşincisi, "Dersimlilerin cidden ıslahı için katılımı ihtiyaç duyulan önlemler"dir.
1896 tarihindeki 5. karardaki önlemelerden bazıları şunlardır:
•Muhtemel bir direniş hesaplanarak, bunu nötr hale getirecek kadar 4. Ordu'dan bir qüç ayrılacaktır.
•Bu qüç kuvvetli bir komutanın kontrolüne bırakılacaktır.
•Ayrılacak qüç sessiz bir şekilde Erzincan, Çemişgezek ve Mamuretülaziz civarından Dersim bölgesine sevk edilecektir.
•Dersim halkını, yirmi para yevmiye ve yarım okka ekmek vererek Hozat yolunun yapımında çalışmaya çayır ederek "Dersimlilerin vahşetleri" önlenecektir.
•Aşiretler içinde birleşme önlenecektir.
•Amacın tarım ve tecim kapısı açmak olduğu telkin edilerek, halkın ıslahına çalışılacaktır.
•Bu telkinler esnasında karşıcılık gösterilmediği takdirde sertlik gösterilmeyecek, aksi biçimde sertlik gösterilecektir.
•Ne biçimde olursa olsun asla kimsenin malına el koymamak mevzusunda askerler uyarılacaktır.
•Bu uygulamaya karşı karşıcılık edenlerin Trablus ve Yemen taraflarına sürgün edilecekleri bildirilecektir.
•Askeri harekatın uygulanması esnasında Dersim'de bir süre "örfi yönetim" uygulanacaktır.
•Dersim sancağı kaldırılacaktır.
•Ovacık, Hozat ve Kızılkilise'de gerektiği vakit Kuzuçan'da örfi yönetim duyuru edilecek ve yer yer "örfi yönetim mahkemeleri" kurulacaktır.
•O bölgelerdeki kaymakamlık ve müdürlük görevleri o bölge komutanına devredilecektir.
•Kazalarda birer ikişer maliye memuru bulundurulacaktır.
•Uygun birkaç yerde "iptidayi mektepleri" açılacaktır. Eğitim görecek ufaklıklara yüz dirhem ekmek, yıllık bir entari, dönem ve festen ibaret kapama tarzında bir kıyafet verilerek çocuklar öğrenime teşvik edilecektir.
•Dersim'de bulundurulacak askerin gereksinimleri zamanında karşılanacaktır.
1896 tarihindeki bu kararlardan oldukça aleni bir biçimde görüldüğü şeklinde Dersim, ancak Cumhuriyet döneminde "sıkıntı" olmaya başlamamış, Osmanlı döneminde de oldukça ciddi bir sıkıntı olmuştur. 19. yüzyılda birtakım Dersim aşiretlerinin yağma, taarruz ve isyanları Osmanlı yöneticilerini Dersim ve civarında acele önlemler almaya yöneltmiştir. 1896 tarihindeki kararlara nazaran Dersim'e yönelik katılımı kabul edilen önlemler; bölgeye ordu sevk etmek, aşiretlerin birleşmesini önlemek, halka iş imkanları sağlamak, devlete yönelik muhalefete müsaade etmemek, asileri sürgünle cezalandırmak, bölge yönetimini sivillerden askerlere vermek, yer yer sıkıyönetim duyuru edip, sıkıyönetim mahkemeleri kurmak, tahsil düzeyini arttırmak biçiminde sıralanmıştır ki, Dersim'e yönelik benzer önlemler, Cumhuriyet döneminde de gündeme gelmiştir.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e, Dersim/Doğu Raporları
Dersim'deki karışıklıkların artması üstüne Osmanlı Devleti, Der-sim'deki asayişsizliklere karşı katılımı ihtiyaç duyulan önlemler mevzusunda, bölgeye araştrrma-araştırma heyetleri göndererek raporlar hazırlatmıştır.
Osmanlı döneminde "Doğu ve Dersim" mevzusunda hazırlanan raporlar şunlardır:
1) Anadolu Genel Müfettişi Şakir Paşa'nın Raporu. (1899)
2) Mutasarrıf Mardini Arif Bey Raporu (1903)
3) Mutasarrıf Celal Bey Raporu (1906)
Osmanlı Devleti, bu raporlardaki önlemleri uygulamasına rağmen
Dersim'deki "eşkıyalık" ve "başkaldırı" bir türlü bitmek bilmemiştir. Bunun üstüne Osmanlı Devleti 1907'de, 1908'de, 1909'da ve 1916'da Dersim'deki isyancı aşiretler ve eşkıyalar üstüne askeri harekat düzenlemiştir.
Demek ki neymiş! Dersim'e askeri harekat düzenleyen ancak Genç Cumhuriyet değilmiş, Osmanlı da tam dört defa, Dersim'e askeri harekat regüle etmek zorunda kalmış!...
Ama nedendir bilinmez! Cumhuriyet'in Dersim harekatını "katliamcılık" olarak adlandıranlar, Osmanlı'nın Dersim harekatlarını bilmezlikten gelmektedirler!...
Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1926 senesinde daha Ağrı İsyanları devam ederken Dersim'in her an patlamaya hazır bir bomba bulunduğunu görerek Dersim'le ilgilenmeye başlamıştır.
Bu doğrultuda, Dersim'i daha iyi tanımak, Dersim'deki sorunları ve çözüm yollarını araştırmak suretiyle Dersim'e araştırma heyetleri ve raportörler gönderilmiştir.
Cumhuriyet döneminde Doğu ve Dersim mevzusunda hazırlanan raporlar şunlardır:
1. Ziya Gökalp'in "Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler"
isminde Kitabı (1924).
2. Kütahya Milletvekili Neşit Hakkı Uluğ'un "Doğu'dan Bir Mektup" Başlıklı Çalışması. (1925).
3. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in Raporu (1926)
4. Elaziz Valisi Cemal (Bardakçı)'nın Raporu (1926)
5. Milli Emniyet Hizmetleri (MEH) Teşkilatı'nrn Van Vilayeti Raporu (1928)
6. MEH'in Urfa Vilayeti Raporu (1928)
7. MEH'in Hakkari Vilayeti Raporu (1928)
8. MEH'in Elaziz Vilayeti Raporu (1928)
9. MEH'in Mardin Vilayeti Raporu (1928)
10. MEH'in Siirt Vilayeti Raporu (1928)
11. MEH'in Diyarbakır Vilayeti Raporu (1928)
12. Elaziz Valisi Nizamettin Ataker'in Raporu
13. Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali (Öngören) Bey'in Birinci Raporu (1930)
14. Büyük Erkanı Harbiye Reisliği'ne Rapor (Fevzi Çakmak Raporu). (1930)
15. Halis Paşa (Korg. Ömer Halis Bıyıktay) Raporu (1930)
16. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Raporu (1931)
17. Birinci Umum Müfettiş İbrahim Tali Bey'in İkinci Raporu (1931)
18. Jandarma Umum Kumandanlığı Raporu (1932)
19. Erzincan Valisi Ali Kemali Bey'in Erzincan Kitabı (1932)
20. İsmail Hüsrev Tökin'in "Türkiye Köy İktisadiyatı" isminde Kitabı(1934)
21. Başvekil İsmet İnönü Raporu (1935)
22. İktisat Vekili Celal Bayar'ın Şark Raporu (1936)
23. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın Umumi Müfettişler Konferansı'nı Açış Konuşması (1936)
24. Birinci Umumi Müfettiş Abidin Özmen'in Umumi Müfettişler Konferansı'ndaki Konuşması (1936)
25. Üçüncü Umumi Müfettişi Tahsin Uzer'in Umumi Müfettişler Konferansı'ndaki Konuşması (1936)
26. Dödüncü Umum Müfettişi Korg. Abdullah Alpdoğan'ın Umumi Müfettişlikler Konferansı'ndaki Konuşması ve Raporu (1936)
27. Dördüncü Umum Müfettişliğin İkinci Raporu (1937 yada 1938)
Görüldüğü şeklinde genç Türkiye Cumhuriyeti, 1924-1938 içinde, genel anlamda Kürt problemi, özelde Dersim mevzusunda tam 27 tane rapor, kitap ve konferans hazırlatmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, tüm bu raporlardan (çalışmalardan) çıkan "ortak analizlere" ve "ortak sonuçlara" nazaran "Dersim politikasını" biçimlendirmeye çalışmıştır. Yani, Cumhuriyet zamanı yalancılarının iddia ettikleri şeklinde genç Cumhuriyetin Dersim politikası, "Mustafa Kemal Atatürk'ün yada İsmet İnönü'nün durup dururken ortaya attığı bir politika" değil; uzun araştırmalar, incelemeler, gözlemler ve sosyolojik tahlillerden sonrasında, yaşanmış olan vakalar da dikkate alınarak geliştirilmiş son derece "gerçekçi","sistemli" ve "bütüncül" bir politikadır.
Genç Cumhuriyetin "Kürtçü isyanları önlemeye" yönelik "Doğu raporları", bilhassa Şeyh Sait İsyanı'ndan sonrasında 1925-1928 yıllarında yoğunlaşmıştır. 1930'daki Ağrı İsyanı'ndan sonrasında Dersim İsyanı'nın ilk işaretlerinin görülmesi üstüne, 1930'ların ortalarında, yerinde incelemeler yapılmıştır.
Dersim İsyanı 1926- 1936
Dersim İsyanı'nın ilk işaretleri, 1926-1930 arasında, Ağrı İsyanı devam ederken görülmüştür: Birçok Dersim aşireti ve aşiret reisi bu isyana yardımcı olmuştur.
Bu ilk işaretleri kabul eden genç Cumhuriyet, 1926 senesinde Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'i Dersim'e göndermiştir. Daha ilkin belirtildiği benzer biçimde, Dersim' de incelemeler icra eden Hamdi Bey Cumhuriyetin ilk Dersim raporunu hazırlamıştır.
Genç Cumhuriyet hemen sonra da Cemal (Bardakçı)'yı Dersim'in bağlı olduğu Elazığ'a vali atamıştır. Cemal Bardakçı, Hozat'a giderek Koçuşağı aşireti dışındaki tüm aşiret reislerini Dersim'e çayır etmiştir. Ayrıca Diyarbakır Valisi Rıza Bey'le Diyarbakır Umum Müfettişi İzzettin Paşa'yı da Hozat'a çağırmıştır. Cemal Bardakçı, Hozat'a gelen aşiret reislerini askeri törenle karşılamıştır. Toplantıya, Seyit Rıza ve Baytar Nuri, bölgesel giysilerle katılmışlardır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün isteğiyle, Elazığ Valisi Cemal (Bardakçı) ve Bölge Müfettişi İzzettin Paşa, bölgeye giderek aşiret reisleriyle icra ettikleri görüşmede;
Dersim'de "sükunet" sağlandığı takdirde isteyen Dersimliye Elazığ'da ve Malatya'da toprak verileceğini ve daha ilkin sürgün edilen Dersimlilere af çıkarılacağını vaat etmişlerdir. Dahası, Vali Cemal Bey, Dersimlilerden bir kurul oluşturup Dersimli Baytar
Nuri ile beraber Ankara'ya götürmüştür. Cermal Bardakçı, Dersim mevzusundaki görüş ve önerilerini bir raporda biriktirerek hükümete sunmuştur. Daha sonrasında Cemal Bardakçı, "Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Alevi-Kürtlerle arkadaş olduğu, yeni devletin fazlaca kısa sürede Dersim ve civarını her bakımdan kalkındıracağı" benzer biçimde lafları Dersimli aşiretlere iletmek için Baytar Nuri' den yardım istemiştir. Baytar Nuri, Cemal Bardakçı'nın bu sözlerini
aşiretlere ileteceğini belirterek, Seyit ve Rıza ve öteki isyancı aşiret reisleri Elazığ Valisi Cemal (Bardakçı) ile görüşmüştür. Ancak bir "Kürtçü" olan ve gizlice isyancılara yardımcı veren Baytar Nuri, aşiret reisleriyle fazlaca başka şeyler konuşmuştur. Baytar Nuri bu doğruyu anılarında şu şekildeki itiraf etmiştir: "Hükümetin müsadesi olmaksızın Dersim'e gitmek benim için olası olmadığından bu fırsattan faydalanarak Seyit Rıza ile ulusal davamızla alakalı tüm meseleleri görüştük ve Ağdat'tan ayrıldım...".
Daha sonrasında Cemal Bardakçı, Aslanan, Beytan, Pezgeran ve Maksudan aşiret reisleriyle bir toplantı yapmıştır. Bardakçı, bu görüşmede şunları söylemiştir:
"Ağalarım! Gazi Paşa'nın sizlere hususi olarak selamı var. Beni size o gönderdi. İçtiğim su ile yemin ediyorum ki o Alevidir. Dünyadaki tüm Alevileri sevindirecektir. Ben de Aleviyim. Bir Alevi olarak size laf veriyorum. Yollarınız yapılacak, okullarınız açılacak, toprağı olmayanlara Erzincan'da Elazığ'da toprak verilecek. Ancak sizden bir hizmet bekliyorum. Yakında hükümet kuvvetleri gelecek ve öteden beri Dersim'in ismini lekeleyen Koçuşağı aşiretini ıslah edecek. Sizin de bu kuvvetlere destek olmanızı diliyorum. Kocan aşireti ıslah edildikten sonrasında Dersim'de her şey yoluna girecek. Hükümet, Dersi-m'e itimat duyup Dersimlilerin her çeşit isteklerini yerine getirecek."
Cemal Bardakçı'nın bu görüşmesinden sonrasında Dersimli aşiretlerden bazıları Hükümeti destekleme sonucu almışlardır. İsyancılara yardımcı elde eden Baytar Nuri
Haydar Paşa komutasındaki Türk ordusu, 6 Ekim 1926 tarihinde isyancı Koçuşağı aşiretinin üstüne yürümüştür. Ancak Kocan, Semikan, Resikan aşiretleri Amutka taraflarında Türk ordusuna karşı verdikleri mücadelede başarı göstermiş olmuşlar ve Türk ordusu 20 Ekim 1926'da Tağar derisinin gerisine çekilmiştir.
Haydar Paşa, yenilginin nedenini Türk ordusunu destekleyen Dersim aşiretlerin yeterince özveriyle savaşım etmemelerine bağlamıştır.
1926 senesinde Türk ordusunun Dersim operasyonu esnasında yaşamış olduğu aşiret yardımlaşmasına dayanan büyük direniş, genç Cumhuriyeti Dersim mevzusunda daha köktencilik önlemler almaya yöneltmiştir.
1927 senesinde mucizevi yetkilerle donatılmış merkezi Diyarbakır'da olan Bölge Genel Müfettişliği (Bölge Valiliği) kurulmuştur. Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis, Muş, Mardin, Urfa, Siirt, Hakkari, Bingöl, Dersim ve Malatya illeri Bölge Genel Müfettişliği'ne bağlanmıştır.
Bölge Genel Müfettişliği'nin başına Dr. İbrahim Tali (Öngören) getirilmiştir. Veli Saltık'a bakılırsa, İbrahim Tali Öngören, kızını Harput Müftüsü'nün oğluyla evlendirmiş ve kısa vakit arasında damadının çevresindeki "Sünni" esnaf ve beylerin tesiri dibine girerek Dersim'in Alevi aşiretlerine karşı "ön yargılı" davranmaya başlamıştır.
1930 senesinde Ağrı İsyanı bastırılmıştır. İsyanın liderlerinden İhsan Nuri, İran'a sığınmıştır.
Ağrı İsyanı'nın peşinden Doğu'da araştırmalarda bulunan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa, 18 Eylül 1930 tarihinde Başbakanlığa bir rapor sunmuş ve raporunda, bir an ilkin Dersim'e "askeri harekat" düzenlenmesi icap ettiğini belirtmiştir.
Fevzi Paşa'nın bu önerisi doğrultusunda, Ağrı İsyanı'nı bastırmaktan dönen. 7. Alay, 3.Tümen Komutanı Halis Paşa'nın komutasında Dersim'e gönderilmiştir.
Halis Paşa, aşiret liderlerine haber göndererek bu askeri harekatın ancak asi Abasan aşiretine yönelik olduğu belirtilerek, öteki aşiretlerin yansız kalmalarını istemiştir. Ancak bu uyarıya karşın Balıkan, Arelian, Haydaran, Demenan ve Kalan aşiretleri Abasan aşiretini desteklemişler ve 7. Alay'a karşı fazlaca sert bir direniş göstermişlerdir.
24 Ekim 1930 tarihinde 7. Alay saldırıya geçmiş ve birtakım köylerdeki asiler yansız hale getirilmiştir.
28 Ekim 1930 tarihinde asilerin sert direnişiyle karşılaşan 7. Alay, Dağbek'in kuzeyine çekilmiş, sadece orada da tutunamayarak Panciras köyünün batısına kaydırılmıştır. Komutanlığın verdiği tutanağa bakılırsa bu çatışmalarda 200 kadar asi Kürt imha edilirken, 6 asker şehit edilmiş, 10 asker de yaralanmıştır. Bu sırada Erzincan'daki 73. Jandarma Bölüğü Doğu Dersim'e sevk edilmiş, Elazığ Valisi Fahri Bey de 200 benlik bir askeri birlikle Nazımiye'ye gelmiştir.
"1931 sonbaharında Dersim yine azgındı. Dersim'in içerisindeki ve yöresindeki halk yer yer yakınma ediyordu. Haydaranlar Kiğı'ya Yukarı Abbaslılar ve yeniden Seyit Rıza'nın himaye etmiş olduğu Koçgirililer, Kemaliye, Refahiye, Zara ve Sivas'a kadar soygunculuk yapıyorlardı. İki sene arasında Dersim'de meydana getirilen suçların takip edeni için çıkarılan mahkemeye çağırma, tutuklama ve soruşturma müzakerlerinin ve hususi müzakerlerin toplamı 4.680'i bulmuştu.
Dersim'i çevreleyen kazaların 150 bin nüfusluk halkı, Dersimlilerin peşi sıra ve sürekli, taaaruz ve tecavüzlerinden bıkmıştı. Dersim'e yakın yörelerin hasılat ve hayatları Dersimlilerin ayakları altında çiğneniyordu. Toplu ve büyük çetelerin köy basması, sürü götürmesi, direnç edenleri öldürmesi, son ayların şerefsiz olayları arasına geçmişti. Dersim'e yakın yerlerdeki halk, malından, canından güvenilir değildi, bu halkın tinsel cesaret ve mukavemeti de kırılmıştı.
Dersim'in içi daha dramatik idi. Çemizşkezek, Pertek, Mazgirt ve Hozat kazalarında aşiret hayatından ayrılmış çiftçilerin de ağaların eline düşmüş olduğu görülüyordu. Devlete asker ve vergi veren bu halk canını ve malını korumak için kendilerine musallat olan aşiretlere de haraç vermek mecburiyetindeydiler; soyuluyorlar, öldürülüyorlardı.
Aşiretler arasındaki düşmanlık da pek canlı bir şekilde idi. Bu düşmanlık, tarih süresince birbirlerini soymalarından başka, eski idarelerin aşiretleri birbirine kırdırmakla Dersim'e hakim olunabileceğini zanneden sakat hareketlerden de hatıralar ve izler taşıyordu."
1932 senesinde Genel Müfettiş Dr. İbrahim Tali (Öngören) görevden alınmış yerine Sivas Valisi Vehbi Bey atanmıştır.
Bu sırada Genel Kurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Başbakanlığa sunmuş olduğu yeni bir raporda, Dersim'in sürekli sıkıntı çıkarttığını, Dersim halkının bilgisiz bulunduğunu,bölgede coğrafi koşulların fazlaca fena bulunduğunu, yolların kifayetsiz bulunduğunu, Dersimlilerin geçim sıkıntısı çektiklerini, arazinin tarıma müsait olmadığını, toprakların belli aşiretlerin elinde bulunduğunu, insanların yaşamış olduğu evlerin fazlaca kifayetsiz bulunduğunu belirterek, katılımı ihtiyaç duyulan önlemleri şu şekildeki sıralamıştır:
1- Ana yolların yapımı,
2- Silahların toplanması,
3- Reislerin, ağa ve şeyhlerin, tekrar dönmemek suretiyle batıya sürgün edilmeleri,
4- Reisler alındıktan sonrasında halktan azgın olanların toplatılarak uzak yerlerde öz Türk köylerine yerleştirilmeleri; Dersim'de duracak olanlara reislerin arazilerin dağıtılması.
Fevzi Paşa'nın raporunda, "Dersim'den en önce çıkartılması ihtiyaç duyulan resileri" sıralarken, ilk sırada "Seyit Rıza, oğlanları ve kardeş çocuklarına" yer vermiş olması, fazlaca dikkat çekicidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Dersim Islahat Hareketi
Mustafa Kemal Atatürk, 1935 senesinde Meclisi açış konuşmasında Dersim'de yapılacak "ıslahat programını" şu şekildeki açıklamıştır:
"Yeniden iki genel ispektörlük ve tekrar birtakım vilayetlerin kurulması da gerekli görülmektedir. Bu arada Dersim bölgesinde esaslı bir ıslahat programının uygulamalı de düşünülmüştür. Milletimizin layık olduğu yüksek uygarlık ve rahatlık seviyesine varmasını alıkoyabilecek hiç bir mani düşünmeye yer bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle bahtiyarım. (bravo sesleri, alkışlar)
Tunceli'deki icraatımız neticeleri, bu hakikatın yakın ifadesidir. İleri hükümetçiliğin şiarı, halkı kuderetine olmasıyla birlikte şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük, minik tüm Cumhuriyet memurlarında bu zihniyetin en geniş seviyede inkişafına ehemmiyet vermek fazlaca yerinde olur."
"Uzun senelerden beri geçindiren ve bazen had bir biçim alan Tunçeli'deki toplu şekavet (eşkıyalık) hadiseleri, belirli bir program dahilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu benzer biçimde olaylar tekrar tekerrür etmemek suretiyle tarihe dev-rolunmuştur. (bravo sesleri). Cumhuriyetin feyzinden yurdun öteki çocukları benzer biçimde oradakiler de tamamıyle istifade edeceklerdir."
Mustafa Kemal Atatürk, Tunceli (Dersim)'deki eşkiyalığın, "Milletimizin layık olduğu yüksek uygarlık ve rahatlık seviyesine varmasını" engellemesine izin verilmeyeceğini, bunun için de Tunçeli'de bir "ıslahat programı" uygulanacağını 1935 senesinde açıklamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün "Dersim ıslahat programını" açıklarken söylediği, "İleri hükümetçiliğin şiarı, halkı kudretine olmasıyla birlikte şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük, minik tüm Cumhuriyet memurlarında bu zihniyetin en geniş seviyede inkişafına ehemmiyet vermek fazlaca yerinde olur" lafları, "Mustafa Kemal Atatürk Dersim'de soykırım yapmak istiyordu!" diyen Cumhuriyet zamanı yalancılarını utandıracak niteliktedir.
Hükümetin halka "şevkat göstermesini" isteyen Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet memurlarının bu "zihniyete" haiz olmalarının önemine işaret etmiştir.
Tunceli'deki "eşkıyalığı" bitirmek için muayyen bir program çerçevesinde çalışıldığını belirten Mustafa Kemal Atatürk, "Cumhuriyetin feyzinden yurdun öteki çocukları benzer biçimde oradakiler de tamamıyle istifade edeceklerdir." diyerek, Cumhuriyetin Dersim halkına haiz çıkacağını anlatım etmiştir.
Dersim Islahat Hareketi
İsmet İnönü, 1935 senesinde Doğu gezisini tamamlayıp dönünce, hazırladığı rapor doğrultusunda emek harcamalar başlatılmıştır. Dönemin iki mühim genaerali Kazım Orbay ve Abdullah Alpdoğan, Dersim'i baştan başa gezerek, "Dersim'in medeniyete açılması için" ihtiyaç duyulan önlemler mevzusunda raporlar hazırlamışlardır. İki komutan, I. Umumi Müfettiş'le görüşmüş, halkı dinlemiş kasabaları, köyleri, yolları, aşiretleri, incelemiş
ve görüşlerini Başbakan İsmet İnönü'ye sunmuşlardır. Doğu raporları doğrultusunda Hükümet Dersim'de en önce yol, köprü ve kışlaları yaptırmıştır.
25 Aralık 1935 tarihinde 2884 sayılı "Tunceli İlinin İdaresi Hakkında Kanun" adıyla hususi bir kanun çıkarılmıştır. Bu kanun doğrultusuna Tunceli iline, Genel Müfettişlik yetkileriyle donatılan "korgeneral" rütbesinde bir vali atanmıştır. Başbakan İsmet İnönü, Meclis'te "Tunceli Yasası"nın gerekçesini: "Kendilerini bazı ağaların ve mütegallibenin nüfuz tesirlerinden korumaya muktedir olamayan bilgisiz ve zavallı halkı hükümet cihazlarıyla korumak" diye açıklamıştır.
1936 senesinde 4. Genel Müfettişlik ve Tunceli Vali Komutanlığı'na getirilen Abdullah Alpdoğan Paşa, göreve döner dönmez bölgede bir takım tedbir almıştır. O önlemler şunlardır:
1- Dersim, Elazığ ve Bingöl'de sıkıyönetim duyuru etmiş,
2- Yolların ve köprülerin yapımına hız vermiş,
3- Kahmut, Sin, Karaoğlan, Amutka, Danzik, Haydaran benzer biçimde nahiye merkezlerinde birer karakol yamış, binaların inşaatına başlamış,
4- Kulan'da yeni bir ilçe oluşturmuş,
5- Askere gidilmesini ve vergi verilmesini istemiş,
6- Başkalarının malına göz koyulmamasını istemiş,
7- Bütün aşiret liderlerini Elazığ'da biriktirerek görüşmeler yapmış; silahların, kanun ve asker kaçaklarının teslimini ve Devrim Knaunları'na uyulmasını istemiş,
8- Bu istekleri sonuçsuz kalın da bölgeye yeni askeri birlikler kaydırmıştır.
O günlerde 11 yaşlarında olan Mehmet Kangutan, Abdullah Alpdoğan Paşa'nın Dersim'de yaptıklarını şu şekildeki gözlemlemiştir:
"Abdullah (Alpdoğan) Paşa buraya geldiği vakit adli ve yönetimsel bütün yetkilere sahipti. İstese erkek öldürebilirdi... Bütün aşiret reislerine buyruk çıkardı. Dedem Karabali aşiretinin reisi olduğundan ona da buyruk çıkardı: Herkes aşiretin silahlarını göndersin, fes yasak... Dedem bir ihtimal yüz-yüz elli tüfeği katırlara odun yükler benzer biçimde yükledi, gönderdi. Herkes şapka giydi. Tüccarlarda şapka kalmadı. Ve erkek yol meydana getirmeye başladı. Mustafa Kemal Atatürk'ün hastalığı zamanındaymış... Abdullah Paşa üç şey istiyordu: Askere gideceksiniz, verginizi vereceksiniz, birbirinizin malına göz koymayacaksınız... Abdullah Paşa'nın bu icraatına karşın tek tük hadiseler oluyordu. Tabii bunlar büyük bir katliamı gerektirme ettirmiyordu."
İktisat Vekili Celal Bayar, Dersim'e gittiğinde Vali Abdullah Alpdoğan'la da görüşmüş ve bu müzakere sonundaki izlenimlerini raporuna, "General Abdullah Alpdoğan" başlığıyla şu şekildeki aktarmıştır:
"Geçen haftaki Doğu seyahatimde Dersim meselesi en fena devrelerden birini yaşıyordu. Bu defaki seyahatimde Dördüncü Umumi Müfettiş, General Abdullah Alpdoğan'ın izahatını dinledim. Onun, kan dökülmeden bu meseleinin halli ve Dersim halkının öteki vatandaşlardan değişik olmayarak birer yurttaş haline gelebilecekleri ile alakalı ümidi başlı başına bir hadisedir. Mıntıkasındaki işlerle ciddiyetle uğraşan ve esaslı malumata haiz bulunan Alpdoğan, buna muvaffak olduğu takdirde, sadece şundan dolayı vazifesini iyi yapmış sayılır ve takdir olunur".
Celal Bayar'ın bu açıklamalarından, Dersim aşiretlerinin "başkaldırı ateşini" iyice alevlendirmeye başladıkları bir dönmemde bile Abdullah Alpdoğan Paşa'nın, Dersim'e silahlı bir müdahale yapmadan bu "sorunu" yapmaya çalmış olduğu anlaşılmaktadır .
“Dersim Harekatında 50 Bin İle 100 Bin İnsan Öldürülmüştür” yalanı
Cumhuriyet zamanı yalancılarının en sık söyledikleri Dersim yalanlarından biri de "Dersim harekâtı esnasında, Türk ordularının 50 bin ile 100 bin içinde insanı öldürdüğü" biçimindedir. Bu yalancılara sormuş olacaktır olursanız "Türkiye Cumhuriyeti Dersim'de bir kırım yapmıştır. Kalanları da farklı bölgelere sürmüştür!"
Necip Fazıl Kısakürek, "Dersim'de 50 bin sivil katledildi" demiştir.
İsmail Beşikçi, "1937-1938'deyse 50 binin üstünde Alevi Kürtün öldürülmüş olduğu görülmektedir" demiştir.
Serafettin Halis, "Dersim'de 70 binle 90 bin içinde adamın kanına ve canına mal olan bir kırım yaşanmıştı." demiştir.
Ayşe Hür, "Tahminlere nazaran 110 bin nüfusu olan Dersim'in 72 bin kişisi ülkenin farklı yerlerine sürüldü" demiştir.
Recep Tayyip Erdoğan, "Vergi vermediler diye Dersim'in köylerini kim bombaladı? Zamanının, o vakit ki Cumhurbaşkanının emriyle... Kimdi? İsmet İnönü, CHP'nin başındaydı. Yani CHP bombaladı. 20 bin, 30 bin, 40 bin, 50 bin ferdin yargısız infaz edilmiş olduğu söylenir. insaf ya!. işte sizin cemaziyelevveliniz bu..." demiştir.
Görüldüğü şeklinde Dersim harekâtında ölenlerin sayısı, 40-50 binden başlayarak 100 bine kadar çıkmaktadır. İleri sürülen rakamların birbirinden oldukça değişik olması, bu tezin hiç bir ilmi temeli olmadığının en aleni kanıtıdır. Belli ki, Cumhuriyet zamanı yalancıları, Dersim harekâtına bir "kırım görünümü" verebilmek için "aleni arttırma misali" ölü sayılarını olabildiğince arttırmışlardır. Herkes aklından geçeni salladığı için de ortaya birbirini tutmayan oldukça değişik rakamlar çıkmıştır.
Dersim harekâtı esnasında ölenlerin reel sayısını vermeden ilkin, mevzunun oldukça daha iyi anlaşılması için kolay bir mukayese yapmak istiyorum:
Türk milletinin iki hayatta kalma savaşında (1915 Çanakkale Savaşı ve 1919-1922 Kurtuluş Savaşı) ölenlerin toplam sayısı 120 bin şahıs civarındadır. 75 bin 800 civarında insan Çanakkale Savaşı'nda, ortalama 40 bin insan da Kurtuluş Savaşı'nda ölmüştür (şehit olmuştur).
Şimdi gelin belgelere bakalım: 3. Ordu Müfettişliği'nin yapmış olduğu açıklamada Dersim harekâtı hemen sonra tarama bölgesinden ölü ve diri olarak 7.954 şahıs çıkarılmıştır. Bu 7.954 ferdin 5 bin ile 7 bin kadarı batı bölgelerine sürülmüştür. Bu sayılara nazaran Dersim operasyonları esnasında ölenlerin sayısı en çokca 2500 kadardır. Ayrıca bu rakama, bölgeyi terk ederek Erzincan, Elazığ ve Sivas taraflarına kaçanlar da dahildir.
1935 genel nüfus sayımına nazaran Tunceli (Dersim) nüfusu 101.099 kişidir.
1940 genel nüfus sayımına nazaran Tunceli (Dersim) nüfusu 94.636 kişidir.
Bu rakamlardan çıkan netice şudur:
1935 ile 1940 nüfus sayımları içinde Tunceli (Dersim)'de azalan toplam nüfus 6.463 kişidir. Bunun 5000 ile 7000'i de Batıya sürüldüğüne nazaran geriye en çokca 1500 şahıs civarında bir yitik nüfus kalmaktadır.
İşte bu aşamada nüfusa kayıt olmayan, sayılamayan bu nüfus mevzusunda polemikler yapılmaktadır: Dersim harekâtı hemen sonra meydana getirilen 1940 nüfus sayımında Tunceli nüfusunun bilerek fazla gösterildiği iddia edilmektedir. Ancak bu iddiaların hiç bir ilmi temeli yoktur.
"Dersim'de 50 bin ile 90 içinde insan öldürülmüştür!" diye tutturanlar, bu nüfus sayımı neticelerini görür görmez tezlerinin çürüdüğünü anladıklarından derhal bir komplo teorisine başvurarak, "o nüfus sayımı sonuçlarına güvenilmez!" demektedirler. Örneğin, Dersim'de onbinlerce adamın öldürüldüğünü iddia eden Veli Saltık, "Harekâttan derhal sonrasında meydana getirilen 1940 nüfüs sayımında Tunceli nüfusu kasıtlı olarak fazla gösterilmiştir!" diyerek iddiasını müdafaa yoluna gitmiştir.
Hasan Saltık ise 4. Umum Müfettişlik Raporu'na nazaran Dersim harekâtı esnasında 13.160 sivilin öldüğünü, 11.818 ferdin de sürgün edildiğini belirtmiştir. Ancak, Hasan Saltık'ın 19 Kasım 2009'da Sabah gazetesine verdiği demeçte dile getirmiş olduğu bu raporu, Doğu Perinçek'in söylediği şeklinde, "bizler görmüş değiliz!".
Son olarak 23 Kasım 2011'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamış olduğu 8 Ağustos 1939 tarihindeki, Jandarma Komutanlığı'ndan Başvekalet Yüksek Makamı'na gönderilen bir raporda 1936, 1937, 1938 ve 1939 Dersim harekâtları sonrasındaki toplam ölü sayısı 13.806 şahıs olarak görülmektedir.
Ancak Hasan Saltık'ın ve Başbakan Erdoğan'ın açıkladıkları belgelerdeki rakamlar, hem 3. Ordu Müfettişliği'nin verdiği sayılara, hem öteki belgelere, bununla birlikte 1935-1940 nüfus sayımları sonrasındaki yitik nüfus oranlarına uymamaktadır.
Çok daha önemlisi Başbakan'ın açıklamış olduğu bu belgenin Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde arasında bulunmuş olduğu klasördeki öteki belgelerle tarihinin tutmaması bu belgeyi oldukca şüpheli hale getirmektedir. Diğer belgeler 1938 yılının belgeleriyken laf mevzusu belgenin 1939 yılına ilişik olduğu görülmektedir. Serap Yeşil Tuna, "Devletin Dersim Arşivi" isminde çalışmasının sunuşunda bu belgenin "şüpheliliği" mevzusunda oldukça ciddi bir tahlil yapmıştır. Bu tahlile nazaran her şeyden ilkin laf mevzusu belgenin zamanı, beraber arşivlendiği belgelere uymamakta ve vaziyet devletin arşivcilik yöntemleriyle çelişmektedir. Dahası arşivde bulunan her belgenin yüzde yüz doğru malumat vermeyebileceği, bir belgedeki bilgilerin en azından birkaç belge tarafınca doğrulanmadan tarihçi için hiç bir anlam anlatım etmeyeceği ve oldukça daha önemlisi birtakım belgelerin birilerince "amaçlı" olarak hazırlanmış olabileceği, kısaca düzmece olabileceği de göz ardı edilmemelidir.
Dersim Duygu Sömürüsü
Abartılı ve temelsiz iddiaları bir kenara bırakıp mevzuya belgeler ışığında soğuk kanlı bir halde yaklaştığımızda Dersim harekâtı esnasında hakikaten de insanların öldüğünü görmekteyiz. İnsan yaşamı kutsaldır ve bırakın 2 bin, 3 bin, 5 bin, 10 bin kişiyi, tek bir ferdin ölmesi bile oldukça acı bir olaydır. Ancak maalesef, tarih süresince savaşlar ve isyanlar esnasında dünyanın her yerinde insanoğlu ölmüştür, ölmektedir ve ölecektir.
Evet! 1937-1938 Dersim harekâtı esnasında insanoğlu ölmüştür; ölenlerin bir çok isyancı olsa da ölenler içinde "siviller", "suçsuz insanoğlu" da vardır.
Harekât esnasında direnen ve silaha sarılan köylerin yakıldığı askeri raporlarda açıkça belirtilmiştir ve bu raporlar Genelkurmay tarafınca yayınlanmıştır.
Evet, bilhassa 1938'deki II. Dersim harekatı esnasında "birtakım suçsuz insanların" öldüğü doğrudur, sadece bu ölümlerin "kırım" ve "kıyım" boyutunda oldukça fazla oranda olduğu ve ölümlerin bir kısmının "zehirli gaz" kullanımından kaynaklandığı iddiası yalandır. Çünkü hem Türkiye' nin o tarihlerde zehirli gaz üretimi yoktur, bununla birlikte yabancı ülkelerden hemen hemen zehirli gaz alınmamaktadır.
Harekât esnasında Tunceli'ye iki sene arasında toplam 480 km yol yapılmıştır. Bu yollar yardımıyla Dersim Türkiye'ye bağlanarak ticarete açılmıştır. Neşit Hakkı'nın değimiyle, "azametli binalar", hükümet konakları, köprüler, kışlalar inşa edilmiştir, köylüye toprak dağıtılmıştır. Bu yatırımlarla köylü, aşiret hayatından uzaklaşıp "vatandaş" olmaya başlamıştır. O günlerde Elazığ'da yatılı bölge okulu olarak hizmete giren Kız Enstitüsü'nde Elazığ, Tuceli ve Bingöl köylerinden getirilen kız öğrenciler yetiştirilmiştir.
•Dersim harekâtı ve harekât sırasındaki ölümler değerlendirilirken, Dersim'de oldukça geniş çaplı bir başkaldırı olduğu doğruyu hiç unutulmamalıdır.
•Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, içerde Dersim İsyanı'mn patlak verdiği günlerde, dışarıda da Hatay ve Boğazlar sorunuyla uğraştığı hiç unutulmamalıdır.
•Dersim harekâtı esnasında yaşanmış olan ölümlerin en büyük sorumlusunun, Dersim halkını kandırarak genç Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı kışkırtan Seyit Rıza ve Alişer şeklinde aşiret reisleri olduğu hiç unutulmamalıdır.
•Dersim İsyanı başladığında Cumhuriyet hükümetinin hemen silaha sarılıp isyancıların üstüne saldırmak
yerine, ilkin ekonomik, kültürel,
siyasal çözümlere başvurduğu ve bölgenin biri olan aşiret reisleriyle görüşmeler yaparak onları ikna etmeye çalıştığı, hiç unutulmamalıdır.
•Harekât öncesinde bölge halkına "ihtar bildirileri" atılarak, isyancıların yanında yer almamalarının istendiği hiç unutulmamalıdır.
•Bütün bunlara rağmen Dersim aşiretlerinin ele başlarının; kanla, ateşle, göz yaşıyla, yokluk ve zaruret arasında mucizevi bir mücadeleyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı silaha sarılmaları üstüne hükümetin Dersim'e askeri harekât düzenlemiş olduğu hiç unutulmamalıdır.
Özetle, 1937-1938'de Dersim'de Cumhuriyete meydan okuyan silahlı bir güç vardır.
Resmi kayıtlara nazaran, 4 Ekim 1937 geçmişine kadar Tunceli'den 4076 tüfek, Erzincan'dan 786 tüfek ve Bingöl'den 126 tüfek olmak suretiyle toplam 4991 tüfek toplanmıştır. Silah arama emekleri bundan sonrasında da devam ettirildiğine nazaran tüm harekât süresince toplanan tüfek sayısı 5 binin üzerindedir. Nitekim, Millet Meclisi'nin 7 Temmuz 1939 tarihindeki toplantısında Dahiliye Vekili Faik Öztrak, "Dersim mıntıkasından şimdiye kadar toplanan silahların adedi 14.593'tür. Bu silahların tüm bunlar son sistemdir" demiştir.
Ayrıca ölümler de tek taraflı değildir. İsyancıların, karakolları, kışlaları basıp, Türk askerlerini öldürdüğünü daha ilkin anlatmıştık.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı gizli saklı belgeleri içinde bulunan 22 Mayıs 1937 tarihindeki bir belgede,"Sayılarrnrn 1500'ün üzerinde olduğu söylenen Kürt asilerinin Türk kuvvetlerine ciddi kayıplar verdirmeye devam etmiş olduğu ve ellerine düşen subayların vücutlarını vahşice parçaladıkları" söylenmektedir. Dahası, Ağrı İsyanı önderi Huske Telli, kendi ailesini kendi elleriyle kurşuna dizmiştir. Garo Sasuni, "Hayrenik dergisi"nin Kasım 1929 sayısında yayımladığı, 1969'da Beyrut'ta, 1986'da Stokholm' de Türkçe olarak basılan "Kürt Ulusal Hareketleri" kitabında bu reel oldukça aleni bir halde anlatım edilmiştir.
Özakıncı'nın belirttiği şeklinde, Ağrı İsyanı bastırıldıktan sonrasında, Türk ordusu, Ağrı tepelerinde öldürülmüş hanım ve çocuk cesetleriyle karşılaşmış, ama isyancılar, tüm dünyaya "Türk ordusu hanımlarımızı çocuklarımızı öldürdü!" propagandası yapmışlardır.
19. yüzyıldan bugüne; Şeyh Hasanlı aşiretlerinin Osmanlı madencilerini hanım çoluk çocuk demeden katletmesinden, Huske Telli'nin Ağrı İsyan'nda kendi ailesini yok etmesine ve PKK elebaşı "bebek katili" Abdullah Öcalan'ın 1983 hemen sonra 30.000 Mehmetçiği şehit etmesine kadar, tarihte birçok "aşiret kıyımı", birçok "Kürtçü vahşet" örneği vardır.
"Türkiye Cumhuriyeti Dersim'de kırım yaptı!" yalanının temel kaynağı, Kürt Teali Cemiyeti üyesi, Koçgiri ve Dersim İsyanı'nın elebaşlarından Baytar Nuri Dersimi'dir. Baytar Nuri "Kürdistan Tarihinde Dersim" isminde anılarında, "Cumhuriyet ve Türk düşmanlığının" ve "alev ateş Kürtçülüğünün" etkisiyle olsa gerek, vakaları iyice abartarak, adeta biri bin yaparak anlatmıştır.
Şu satırlar ona aittir: "Türkler Tujik dağı eteklerini tamamen işgal etmiş ve buralarda ellerine geçen Kürt halkını merhametsizce öldürmüşlerdi. Tujik dağı eteklerinden Iksor vadisindeki büyük mağaralara sığınmış olan binlerce çocuk, hanım ve kızlar, bu mağaraların menfezleri -Genelkurmay'ın buyruk ve murakabesi altında- çimento ile kapattırılmak üzere mahvedil-mişlerdi. (...)" İşte Dersim isyancısı Baytar Nuri'nin ruh hali!
Şu satırlar da ona aittir:
"intikam! intikam! intikam! Intikam!Intikam!.. Kürt namusuna sürülen lekeyi temizlemek için.Intikam!.. Süngülenen yüz binlerce Kürt evladının feryadını dindirmek için. intikam!.. Girdaplara atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın Kürdistan afakında uğuldayan iniltilerini teskin için. Intikam!..
Darağaçlarının altında ölümü kahramanca selamlayan, 'Yaşasın hür ve müstakil Kürdistan diye haykırarak şahadet tacını giyen binlerce vatan kurbanlarının gayelerini gerçekleşme ettirmek için. Intikam!.. "
Kendinden geçmiş, cezbeye kapılmış bir meczup misali "intikam!...
intikam!.." diye bağırarak Türklere "kin" ve "nefret" kusan Baytar Nuri, aktivist bir Kürtçü olarak kaleme aldığı "Kürdistan Tarihinde Dersim" isminde kitabında hayal enerjisini de kullanarak gerçekleri alt üst etmiştir.
İşte onun alt üst etmiş olduğu gerçekler, bizim Cumhuriyet zamanı yalancılarına kaynak olmuştur...
“Dersim'de Aşırı Güc Kullanımından Atatürk Sorumludur” Yalanı