Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini özümseyemeyenler, onun kötü niyetli bir diktatör bulunduğunu ileriye sürerler.
Gazetelerde köşeleri tutmuş kimi yazarlar ve detayları kendilerinden “menkul” kimi TV yorumcuları bu sene Mustafa Kemal Atatürk ve zorbalık tezine sarıldılar.
Öncelikle şurasını belirtelim ki, dünyanın hiç bir çağdaş ülkesinde bu aşama mühim ve ilmi mevzular TV’lerde bu şekilde yavan-yavan tartışılmaz.
Bu noktada Falih Rıfkı Atay’ın “Cumhuriyetçi” isminde makalesine değineceğim.
1923 öncesi ve sonrası günleri bizzat yaşamış olan meşhur yazar Atay, bu makalesine Cumhuriyetin duyuru edileceği günlere değinerek adım atar ve mühim bir sual sorar. Şöyle ki:
“Şimdi Mustafa Kemal ne yapacaktı? Herkesin ağzındaki yada vicdanındaki soru bu idi.
Eski doğu geleneklerinde bu şekilde bir komutan hanedanı devirir, tahta geçerek kendi hanedanını kurar. Acaba bu şekilde mi yapacaktı?
Artık kılıcını yerine koyarak yeni padişahın hükümetince ona verilecek hizmeti almalıdır. Yapacağı şey bu mu idi?”
Falih Rıfkı, bu mühim yazısını şu şekildeki sürdürür:
“Mustafa Kemal’in devrimci ve uygarlıkçı düşünüş ve karakterini bilen eski kafalıların korkusu, onun işbaşından çekilmeyerek halife ve kadı, şeriye ve medrese sistemini yıkmaya kalkışması, Tanzimat’tan beri bir türlü çözülemeyen ‘Batı uygarlığına mı gideceğiz, Doğu uygarlığında mi kalacağız?’ konusunu ele alması ve tüm şan ve şerefini ortaya atarak eski gelenekleri ve görenekleri yıkması idi.
Hatta Meclis’e zafer haberi döner dönmez sarıklı milletvekillerinden biri:
- Yunanlıdan kurtulduk, iyi... Bakalım Mustafa Kemal’den iyi mi kurtulacağız? demişti.” (Babamız Mustafa Kemal Atatürk, s. 86)
Atay’ın söylediği şeklinde rahatlıkla padişah olurdu. Ama o bir hanedan kurmak, padişah olmak yerine Cumhuriyetin ilanını sağladı.
Eğer padişah olsaydı, o dönemde tüm halk da oldukça memnun olur ve yeni padişah Mustafa Kemal’i içtenlikle alkışlardı. Ama Mustafa Kemal Atatürk, işte o vakit zorbalık “lakabına” kavuşurdu. Elinin tersiyle padişahlığı iten ve Cumhuriyeti kuran bir lidere diktatör denilebilir mi?
Onun Cumhuriyeti bir “İslam Cumhuriyeti” değildi. Mustafa Kemal Atatürk dini, topluluk ve tahsil alanından çıkararak, aklı başat kıldı. Dinsel tahsil yerine bilime, akla dayanan laik sistemi geçerli kıldı. İşte, Mustafa Kemal Atatürk’ü Tanzimat reformlarından ayıran kati çizgi aslen budur.
Dünya yazarları
Mustafa Kemal’in diktatör olmadığını dünya genelinde mühim yazarlar ve bilim insanları söylüyorlar. Örneğin Lord Kinross şu şekildeki diyor:
“Asıl dilediği şey, ölümünden sonrasında ayakta durabilecek... Batı biçiminde hür demokrasi şeklinde gelişecek bir sistem yaratabilmekti.” (Mustafa Kemal Atatürk, s. 519)
Prof. Dr. Stanford Shaw, “Mustafa Kemal Atatürk, halkın kendi kendini idare etme hakkını ve egemenliğini ortaya çıkarmıştı. Yeni slogan ‘Hâkimiyet milletindir’ idi.” (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, s. 444-446)
Prof. Dr. Bernard Lewis, “... ne düşünülürse düşünülsün, şu kadarı münakaşa götürmez bir gerçektir ki, Kemalist inkilap Türk halkına, tarihin en karanlık anında, yeni bir yaşam ve ümit getirmiş... hürriyet yolunda sapasağlam yerleşmiştir.” (Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 392)
Tek parti ve zorbalık mevzularında dünya ölçeğinde emsalsiz bilim adamı Prof. Dr. Maurice Duverger, tek partilerin çoğu zaman otoriter partiler olduklarını sadece bunun Mustafa Kemal Atatürk için geçerli olmadığını söylüyor ve şunları ilave ediyor:
“Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur ilkesiyle faşist diyetlerde her gün rastlanan otorite söyleminin yerini Kemalist Türkiye’de demokrasi söylemi almıştır... Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki tek particilik, liberal demokrasiyi tıkamamıştır... Hitler Almanyası’nda yahut Mussolini İtalyası’nda bu tarz bir olay düşünülemezdi.” (Siyasi Partiler, s. 360-364)
Prof. Dr. Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme isminde kitabında şu şekildeki diyor: “Pratikte Kemalistler için askeri bir zorbalık kurmaktan daha basit bir şey yoktu... Ama o, bu basit yolu reddetti ve etken siyasette yer almak isteyen subayların görevlerinden çekilme etmelerini sağlayarak orduyu siyasetin haricinde tutmakta ısrar etti.” (s. 163)
Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat yazdığı Medeni Bilgiler kitabı oldukça önemlidir. Bu kitapta Cumhuriyet terimi ile demokrasi terimi iç içe geçmiş ve Cumhuriyet diyetinden demokrasinin anlaşıldığı açıkça şu şekildeki belirtilmiştir:
“... Demokrasi ilkesinin en uygar ve akılcı uygulamasını elde eden hükümet biçimi Cumhuriyettir.”
Şimdi bu sathi gazete yazıcılarına ve her gün bir başka programda boy yayınlayan bu TV bülbüllerine sormak gerekir:
Asırlarca Osmanlı devletinin “biat ve kul” sistemi ile yaşamış bir topluma, demokrasiyi, Cumhuriyeti, özgürlükleri öğretmek için kitap yazmış ve bu kitabın bütün okullarda okutulmasını elde etmiş dünyada başka bir diktatör var mıdır?
Anayasa tartışmaları
Bir başka çarpıcı misal, 1924 Anayasası Meclis’te tartışılırken yaşandı. Meclis Anayasa Komisyonu hazırladığı anayasa tasarısında cumhurbaşkanlığının güçlendirilmesini istiyor, Mustafa Kemal Atatürk de bu tasarıya yardımcı veriyordu.
Tasarı, cumhurbaşkanına Meclis’te düşünülen kanunları “veto etmek” ve hükümetin görüşünü aldıktan sonrasında “Meclis’i feshedip” seçimleri yenilemek yetkisini tanıyordu.
Anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken iki genç mebus bu önerilere şiddetle karşı çıkan konuşmalar yaptılar.
Bu gençler, İsviçre’de üniversite üzeri tahsil görmüşlerdi. Mahmut Esat Bozkurt hukuk, Şükrü Saraçoğlu politika bilimi okumuşlardı. Mahmut Esat, bu maddelerin halk egemenliği ilkesine aykırı bulunduğunu açıkça belirtiyordu. Şükrü Saraçoğlu, 16 Mart 1924 günü Meclis kürsüsünde yapmış olduğu uzun konuşmada dünya hürriyet tarihini ele alarak, tasarının bu maddelerine karşı çıktı.
Meclis zabıtlarına geçen konuşmasından aşağıya alınan cümleler ne aşama sert bir tenkit yaptığını göstermeye yeterlidir:
“Bize tarih, hukuk, ihtilal açıkça gösteriyor ki, bugün Millet Meclisi’nin kişiliğinde toplanmış olan haklarından hiç bir şey geriye doğru dönemez. Bunlar sadece ulus tarafınca ve sadece millete gitmek şartıyla Büyük Millet Meclisi’nin elinden alınabilir... Böyle olduğu şekilde veto, seçimlerin yenilenmesi kelimesi altında gizlenen fesih hakkını milletten başka herhangi bir başa yada birkaç başa vermek... bir irticadır efendiler.” (TBMM Zabıt Ceridesi, D. II. C. 7. s. 526)
Burada açıkça bir karşı çıkış, Mustafa Kemal Atatürk’e bir direniş laf konusudur. Bu ortamda Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey, Çankaya’ya giderek anayasa müzakereleri hakkındaki Mustafa Kemal Atatürk’e malumat verdi, bu iki genç milletvekilinin cumhurbaşkanına verilmesi kabul edilen “veto” ve “Meclis’i fesh” yetkilerine karşı çıktıklarını ve Meclis çoğunluğunu da etkilediklerini anlattı.
Şimdi bu sathi gazete yazıcılarına ve her gün bir başka programda boy yayınlayan bu TV bülbüllerine sormak gerekir:
Asırlarca Osmanlı devletinin “biat ve kul” sistemi ile yaşamış bir topluma, demokrasiyi, Cumhuriyeti, özgürlükleri öğretmek için kitap yazmış ve bu kitabın bütün okullarda okutulmasını elde etmiş dünyada başka bir diktatör var mıdır?
Anayasa tartışmaları
Bir başka çarpıcı misal, 1924 Anayasası Meclis’te tartışılırken yaşandı. Meclis Anayasa Komisyonu hazırladığı anayasa tasarısında cumhurbaşkanlığının güçlendirilmesini istiyor, Mustafa Kemal Atatürk de bu tasarıya yardımcı veriyordu.
Tasarı, cumhurbaşkanına Meclis’te düşünülen kanunları “veto etmek” ve hükümetin görüşünü aldıktan sonrasında “Meclis’i feshedip” seçimleri yenilemek yetkisini tanıyordu.
Anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken iki genç mebus bu önerilere şiddetle karşı çıkan konuşmalar yaptılar.
Bu gençler, İsviçre’de üniversite üzeri tahsil görmüşlerdi. Mahmut Esat Bozkurt hukuk, Şükrü Saraçoğlu politika bilimi okumuşlardı. Mahmut Esat, bu maddelerin halk egemenliği ilkesine aykırı bulunduğunu açıkça belirtiyordu. Şükrü Saraçoğlu, 16 Mart 1924 günü Meclis kürsüsünde yapmış olduğu uzun konuşmada dünya hürriyet tarihini ele alarak, tasarının bu maddelerine karşı çıktı.
Meclis zabıtlarına geçen konuşmasından aşağıya alınan cümleler ne aşama sert bir tenkit yaptığını göstermeye yeterlidir:
“Bize tarih, hukuk, ihtilal açıkça gösteriyor ki, bugün Millet Meclisi’nin kişiliğinde toplanmış olan haklarından hiç bir şey geriye doğru dönemez. Bunlar sadece ulus tarafınca ve sadece millete gitmek şartıyla Büyük Millet Meclisi’nin elinden alınabilir... Böyle olduğu şekilde veto, seçimlerin yenilenmesi kelimesi altında gizlenen fesih hakkını milletten başka herhangi bir başa yada birkaç başa vermek... bir irticadır efendiler.” (TBMM Zabıt Ceridesi, D. II. C. 7. s. 526)
Burada açıkça bir karşı çıkış, Mustafa Kemal Atatürk’e bir direniş laf konusudur. Bu ortamda Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey, Çankaya’ya giderek anayasa müzakereleri hakkındaki Mustafa Kemal Atatürk’e malumat verdi, bu iki genç milletvekilinin cumhurbaşkanına verilmesi kabul edilen “veto” ve “Meclis’i fesh” yetkilerine karşı çıktıklarını ve Meclis çoğunluğunu da etkilediklerini anlattı.
Türk milletinin kurtarıcısı Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni ulus-devlet ve üniter devlet anlayışı ile inşa etmiştir. Her sahada millî donanması ve egemenliği oluşturacak; monarşiden cumhuriyete, teokratik idareden laik-hukuk devlet idaresine geçişi sağlayacak bir takım inkilap hareketini planlı çalışmalarla kısa müddette gerçekleştirmiştir.
Bu tarihsel dönüşüm, devlet kuruluşlarının ve topluluk hayatının uygar bir çizgiye taşınmasıyla ve milli kimliğin inşasıyla olası olmuştur. Ülkedeki geleneksel ve feodal ilişkileri ortadan kaldırarak merkezî otoriteyi güçlendiren; aşiret, tarikat şeklinde mahalli otoritelerin dinî ve ekonomik çıkarlarına son veren Türk Devrimi, şüphesiz muhtelif direnme halleriyle karşılaşmış ve kimi karşı girişimlerle engellenmek istenmiştir. Bu direnme yahut karşı girişimler altında değerlendirilmesi ihtiyaç duyulan kimi başkaldırı ve ayaklanmalar bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarında genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temel problemlerinden biri olmuştur.
Cumhuriyet Döneminde olup biten isyanların tarihsel arka planını, kuvvetli devletlerin,19. yüzyıldan itibaren son aşama mühim bir politik güç hâline gelen petrol kaynaklarına haiz olmak için izlediği emperyalist politikalar oluşturmaktadır. Bu devletler Şark Meselesi çerçevesinde Osmanlı Devleti’ni parçalayarak büyük petrol kaynaklarının bulunmuş olduğu bu bölgeye başat olma amacını gütmüştür.
Bu politikaların uygulanmasında emperyalist devletler iki temel strateji izlemişlerdir. Birincisi, yöresel düzensizlik yaratmak ve bu çerçevede müdahale öne sürülen sebebi oluşturarak insanî yardım ismi altında sıska devletlere müdahale etmek. İkincisi ise, yükselen milliyetçilikle etnik, dinî ve kültürel farklılıkları suistimal ederek nüfuz dibine alınabilecek yeni, minik ulus-devletçikler türetmek. Osmanlı Devleti varlıklı petrol yataklarını barındıran coğrafyasıyla ve haiz olduğu oldukça kültürlü toplumsal yapısıyla bu stratejilerin hedefi olmuştur. Petrol merkezli stratejilerin bölge dışı aktörleri (İngiltere, Almanya, Fransa, ABD), bölgede yer edinen ülkelerle (Rusya, İran, Irak, Suriye) ara sıra ittifak hâlinde, ara sıra de çatışarak Kafkasya ve Orta Doğu hattında yer edinen petrol rezervlerini ele koymak için faaliyetlerini sürdürmeye devam ettirmişlerdir. Aktörleri değişmekle birlikte bu stratejiler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin jeopolitik konumu ve jeostratejik önemi sebebiyle devamlılık göstermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü parçalamak, bozmak hedefini güden bu hareket ve tehditler, Cumhuriyet Döneminin ilk on beş senesinde, sosyal yaşamda kabul edilen devrimleri yavaşlatmış, demokratik gelişimleri geciktirmiş ve mali olanaklarının mühim bir bölümünün bu yönde harcanmasına niçin olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan bu hareket ve tehditler, şüphesiz, yeni Türk Devleti’nin varlığını kabul etmek istemeyen ve her fırsatta Sevr Antlaşması şartlarını tatbik zemini arayan büyük güçlerin desteğini almış ve çıkarlarına hizmet etmiştir.
A) İsyanların Nedenleri:
1.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin jeopolitik konumu ve jeostratejik önemi, bu zamanda olup biten isyanların temel belirleyicisidir. Türkiye’nin Kafkasya-Orta Doğu hattında yer edinen petrol rezervlerine ve petrol boru hatlarına yakın olması ve bu bölgede yer edinen halklarla etnik-dinî-kültürel-tarihsel ortaklığa haiz olması devamlı bir tansiyon kaynağıdır.
2. İngiliz emperyalizmi, Doğu ve Batı Türklüğü içinde insandan bir duvar kurmak amacıyla Kafkasya’da bir Ermenistan Devleti, Araplarla Türkler arasına da dostluğunu kazanacağı bir tampon bölge kurmak amacıyla bir Kürt Devleti oluşturmayı istemiştir. İngiltere’nin Kürt politikasını Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sorunlu bir miras olarak devredilen, Musul Meselesi şu demek oluyor ki Musul petrolleri belirlemiştir. İngiltere, I. Dünya Savaşı esnasında bağımsız, tek başına yada Ermenilerle birlikte bir Kürt Devleti kurma fikrinden; Ermeni- Kürt isteklerinin örtüşmemesi, Arapların muhalefeti ve Kürtlerin başarıya ulaşmış olacaklarına inanmayışları sebepleriyle vazgeçmiştir. İngiltere, Kürtlerin, Irak arasında devamlı bir sıkıntı deposu olarak yaşamasını gerek Irak’a gerekse Orta Doğu’ya müdahale etmelerine meşru zeminini oluşmasını ve bu sayede bölgedeki petrolün kontrolünde üstünlük kurmasını sağlayabilecek yeni bir politikaya yönelmiştir. İngiltere’nin Kürt politikası, Cumhuriyet döneminde olup biten isyanlara zemin hazırlarken hem Türkiye bununla birlikte Irak asayiş, emniyet ve sınır sorunlarıyla yüz yüze kalmışlardır. Dolayısıyla tamamen dış güçlerin şekillendirdiği Kürt problemi, bir iç dinamik olarak ortaya çıkmamış; bu zamanda çıkan isyanların hiçbiri bir Kürt kimliği ve bir gaye donanması çevresinde şekillenen vakalar olmamıştır.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması, Misâk-ı Millî sınırları arasında yer edinen Musul Vilayeti (Kuzey Irak) sorununa kati bir çözüm sağlamamıştır. Türkiye, Musul meselesini çözüme kavuşturmak için gerek milli sınırında ve bölgedeki öteki devletlerle, gerekse internasyonal platformda etken bir politika izlediği 1923-1938 döneminde, dış güçler tarafınca desteklenen iç isyanlarla uğraşmak niteliğinde kalmıştır. İngiltere, bölge petrollerini kontrol dibine almak için, Musul’u manda yönetimi altındaki Irak’a kazandırma politikası çerçevesinde, bu zamanda Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı gerçekleşen isyanları desteklemiştir.
3-Mustafa Kemal Atatürk’ün kişisel meselem olarak anlatım etmiş olduğu ve etken bir politika izlediği Misâk-ı Millî sınırlarımızın bir parçası olan Hatay’ın ana vatana katılmasını hazırlayan gelişmeler sürecinde Türkiye Cumhuriyeti, yeniden dış güçlerin yardımı ile olup biten isyanlarla yüz yüze kalmıştır. Hatay, Orta Doğu petrol boru hatlarının güzergâhında yer almakta ve İskenderun Limanı, Akdeniz’in en mühim ticarî sevkiyat noktasını oluşturmaktadır. Fransa’nın, Hatay’ı manda yönetimindeki Suriye sınırlarına dâhil etmek için izlediği politika, bu zamanda Türkiye’ye karşı çıkan isyanları desteklemiştir. Türkiye Cumhuriyeti bir taraftan Hatay-Suriye sınırındaki çatışmalarla bir taraftan da toprak bütünlüğü aleyhinde gerçekleşen isyanlarla savaşım etmek zorunda kalmıştır.
4- Türkiye-Irak sınırı ve Türkiye-Suriye sınırı (Hatay’ın ana vatana katılmış olduğu tarihe kadar olan süreç dikkate alındığında), Türkiye-Irak-Suriye gerçeğinden hareketle değil, büyük güçlerin bölgeye yönelik çıkarlarına bakılırsa; internasyonal hukuk göz ardı edilerek ve mahalli toprak örgütlenmeleri dikkate alınmadan çizilmiştir. Bölgeyi etnik unsurlara bakılırsa parçalamayı ve özerk yönetimlere bakılırsa şekillendirmeyi hedefleyen büyük güçler, azınlık hakları ismi altında; Kürtler, Ermeniler, Nasturiler ve Araplar üstünden bu politikalarını sürdürmüşlerdir. Ekonomik anlamda bir tüm olarak var olabilecek bu bölgeyi, parçalara bölen düzenlemeler ticareti ve ulaşımı engellemiş, bölge halklarının ekonomik sıkıntılar yaşamasına; eşkıyalık, kaçakçılık ve ayaklanma faaliyetlerinin artmasına sebep olmuştur. Diğer yandan bölge halklarının coğrafi, tarihî, kültürel, dinî ve etnik ortaklıkları bir çatışma unsuru olarak bölgede refah ve itimatı sarsmıştır.
5- Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden etnik, dinî ve siyasî etkenleri kışkırtmaktan geri durmayan emperyalist güçler, bilhassa İngiltere, bir taraftan Türkiye Cumhuriyeti diyetinin laik, demokratik ve çağdaş yapısını bölgedeki varlığı için bir istikrar unsuru olarak göstermiş öteki taraftan da Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu inkılâpları, Müslüman bölge halklarının tepkisine niçin olduğu sebebi öne sürülerek eleştirmiş ve bu halklar içinde devamlı bir tansiyon ortamı yaratmıştır.
6- Cumhuriyet Döneminde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olup biten isyanları, Irak’ta İngiliz manda yönetimine karşı gerçekleşen Kürt isyanlarıyla paralel değerlendirmek gerekmektedir. İngiltere ve Irak içinde imzalanan iki antlaşma, Irak’taki Kürt aşiretlerinin hem Irak’ı bununla birlikte Türkiye’yi hedef alan isyanları çıkarmasına sebep olmuştur. Bu antlaşmalardan birincisi 30 Haziran 1930’da imzalanan ve iki sene arasında Irak’ın bağımsızlığını tanıyacak olan antlaşmadır. Ancak bu antlaşmada Kürtlere özerklik elde eden düzenlemelere yer verilmeyen olması Kürt aşiretlerinin ayaklanma çıkarmasına niçin olmuştur. İkincisi ise, 30 Mayıs 1932’de imzalanan, Irak’ta manda diyetine son veren ve Irak’ın Milletler Cemiyetine kabulünü elde eden beyanname ve düşünülen Yasayı içermektedir. Bu anlaşma, Kürtlere ve öteki azınlıklara mühim haklar tanımakla birlikte, bu hakların tam olarak uygulanmaması Kürt hareketini doyum etmemiştir. Meydana gelen Kürt isyanları İngiltere’nin Irak’taki varlığını tehdit eden bir boyuta ulaşmıştır. İngiltere, bu tehlikeyi bertaraf etmek için Irak yönetimine yardımcı elde etmiş ve bölgede istikrarın temel unsuru olan Türkiye’nin, isyanlara karşı Irak’la ittifak yapması yönünde girişimlerde bulunmuştur. Türkiye’nin Irak’la yapmış olduğu iş donanması yardımıyla bölgede ayrı bir Kürt Devleti’nin kurulması önlenmişse de ayaklanmalar devam etmiştir.
7-İngiltere, Musul petrollerine yönelik izlediği politikanın uzantısı olarak desteklediği Ermenistan ve Kürdistan projelerinin yanı sıra, Hakkari’yi içerisine alan bölgede Hristiyan unsurlardan oluşan bir tampon devlet kurmak amacıyla Nasturileri kullanmış ve Türkiye’ye karşı kışkırtmıştır. İngiltere, Türkiye’nin Nasturi isyanına karşı almış olduğu önlemleri Hristiyan azınlıkların katledildiği gibi aslı astarı olmayan bir söylemle internasyonal platforma taşımıştır.
8- Bu dönemde gerçekleşen isyanların ağırlık merkezi, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleridir. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin coğrafi ve iklim özellikleri, sosyal yaşamın biçimlenmesinde kısmen de olsa konar- göçer bir yapıyı başat kılmış; bölgede muhit ulaşımının sınırı olan olması, dış dünyadan uzak, içe kapalı bir topluluk düzenini oluşturmuştur. Merkezî otoritenin tam anlamıyla hâkimiyet kuramadığı ve devlet elinin uzanmakta geciktiği bu coğrafya da, Cumhuriyet’e kadar, kendi işlerini kendi aralarında çözüme kavuşturmak suretiyle, ağalık, aşiret reisliği, tarikat şeyhliği ismi altında teşkilatlanmıştır. Bu sosyal yapı, mahalli otorite unsurlarının vakit arasında ekonomik, dinî ve siyasal nüfuz mücadelelerine zemin hazırlamış ve bölgede asayiş ve itimat ortamı kaybolmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, merkezî otoriteyi, ülkenin tümüne başat kılmak suretiyle siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik alanda bir takım inkilap yapmıştır. Sonuçları itibarıyla sosyal yaşamı değiştirmeyi hedefleyen inkilap hareketleri, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’daki mahalli otoriteleri rahatsız etmiştir. Aşiret reisleri ve tarikat şeyhleri, haiz oldukları güçleri kaybetmemek için devlete karşı halkı, din elden gidiyor söylemiyle kışkırtmışlar ve bölge dışı güçlerle ittifaka yönelmişlerdir.
9-Yeni Türk Devleti’nin oluşumu sürecinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Devrimi’nin yarattığı sosyal dönüşüme; Türkiye Cumhuriyeti’nin, laik-demokratik-hukuk devleti niteliklerine karşı karşıcılık hareketleri ve menfaat gruplarının gerçekleştirdiği girişimler meydana gelmiştir.
10-Cumhuriyet’in ilanı ve hilafetin kaldırılması, Kurtuluş Savaşı kadrosunda düşünce ayrılıklarını iyice ortaya çıkarmış, Yeni Türk Devleti’nin kurulmasıyla beraber, savaşım veren yakın tabanca arkadaşları yollarını ayırmıştır. Terâkkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla, Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı oluşan karşıcılık, hemen hemen yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni milletiyle ve vatanıyla bölmek için fırsat kollayan dış güçlerin faaliyetlerine ve ülke arasında devrimlerin hedeflediği sosyal dönüşüme karşı oluşan girişimlerin gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır.
B) İsyanlar:
1-Nasturi İsyanı (7-28 Eylül 1924): Nasturilik, 5.yüzyılda Hıristiyan dünyasında yaşanılan görüş ayrılıkları kararı ortaya çıkmış bir Hristiyan mezhebidir. 16.yy.’da Türk yönetimine giren Nasturiler, Van Gölü’nün güneyi, Hakkâri ve Musul etrafında yaşamışlardır. 19. yy.’da Batılı devletlerin, bilhassa İngilizlerin misyoner faaliyetlerinin etkisiyle Nasturiler; Keldaniler ve Süryanilerle birlikte eski Asurluların torunları oldukları tezini kabul etmişler ve Osmanlı yönetimine karşı ilkin Rusya, sonrasında İngiltere ile ittifak hâlinde ayaklanmışlardır.
Nasturiler, 1917’de gerçekleşen Rus İhtilâli daha sonra İngiltere’nin Musul petrollerine yönelik izlediği politikanın minik müttefiki olarak rol almışlardır. Başlangıçta Musul’un İngiliz denetimde kalmasında ve Türkiye’ye karşı savunulmasında vazife alan Nasturiler, Musul’un kaderini belirleyecek diplomatik süreçte de mühim bir sıkıntı haline gelmişlerdir. İngiltere, 37.-38. paraleller içinde, Botan Çayı’nın güneyini ve doğusunu kapsayan, Hakkâri’yi içerisine alan bölgeyi, Nasturi yurdu olarak tanımlayarak bu bölgede Hristiyan unsurlardan oluşan bir tampon devlet oluşturmayı plânlamıştır. Ancak aralarında birlik ve birliktelik duygusu olmayan Hristiyan unsurların ekonomik maliyeti İngiltere’nin politikasını değiştirmesine niçin olmuş; kurtulmak istediği bu unsurları, 1918–1922 yılları içinde yerleştirme ve hayatlarını kurtarma politikası çerçevesinde, 20–25 bin kadarını Musul Vilayetinin kuzeyine ve Hakkâri’ye yerleştirmiştir. İngiltere, Musul Meselesini kendi lehine çözümleyene kadar Nasturileri, Türkiye’ye karşı ucuz paralı asker olarak kullanmıştır. Nasturiler, Lozan Konferansı sürecinde Türk Hükûmeti ile görüşerek Hakkâri vilayetine bağlı bir yerleşim bölgesinin kendilerine verilmesi karşılığında, Türkiye’nin Musul’daki hâkimiyet hakkına hizmet etmek suretiyle Musul’daki silahlı Nasturi birliklerinin Türk makamlarının emrine girmeye hazır olduklarını iletmişlerdir. Bu müzakere İngiltere’yi rahatsız etmiş ve İngilizler, Nasturileri Türkiye’ye karşı kullanmak suretiyle yeni girişimlerde bulunmuşlardır. Lozan Antlaşması haricinde kalan Musul Meselesini görüşmek için düzenlenen Haliç Konferansı’nda İngiltere, Musul vilayeti üstündeki taleplerinin yanı sıra Nasturilere yurt olarak verilmesi için Hakkâri Vilayeti’ne ilişkin 3.500 km² alanın Irak’a bırakılmasını istemiştir. Türkiye bu isteği, Asurîlerin nüfus olarak azınlıkta olduğu ve bölgede meydana getirdikleri silahlı ayaklanmaları gerekçe göstererek reddetmiştir. Haliç Konferansı’nda Musul meselesi, taraflar içinde bir çözüme kavuşmamış ve İngiltere’nin problemi Milletler Cemiyetine taşımış olduğu günün ertesinde, 7 Ağustos 1924’te, Hakkâri bölgesinde Nasturi İsyanı meydana gelmiştir. İngiltere, Musul Meselesini çıkarları doğrultusunda çözümlemek için hukuksal süreçten ve ikili görüşmelerin sağlayacağı uzlaşıdan uzak bir tutumla, bölge halklarını Türkiye aleyhinde isyana sevk etmiştir. İngiliz propagandasıyla ve Kürtlerin de yardımı ile Nasturiler, 7 Temmuz 1924 tarihinde Hakkâri Valisi Halil Rıfat Bey ve maiyetinde yer edinen emniyet kuvvetleri Hangediği civarında pusuya düşürülmüştür. Hakkâri Valisi tutsak alınmış, İl Jandarma Komutanı ve 3 jandarma eri şehit düşmüş, 5 jandarma eri yaralanmıştır. Daha sonrasında özgür bırakılan Vali, esir kalmış olduğu zaman süresince üzerlerinden İngiliz uçaklarının uçuş yaptığını ve üniformalı İngiliz askerlerinin bölgede bulunduğuna şahit bulunduğunu ve bu yüzden isyanın, İngiltere tarafınca desteklendiğini anlatım edecektir. Bu gelişmeler üstüne Türkiye, uzun bir süreden beri bölgede huzursuzluk çıkaran Nasturilere karşı yapmayı planladığı operasyon kararını yürürlüğe koyacaktır.
7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa Komutanlığında 11 Eylül 1924’te başlamış olan operasyon ile Türk birlikleri Zaho’nun kuzeyine kadar, bölgede hemen hemen hiç bir direnişle karşılaşmadan ilerlemiştir. Ancak, İngiliz uçaklarının Cizre ile menzil hattında yer edinen Türk ikmal kuvvetlerine yapmış olduğu hava saldırısı esnasında 1 subay, 14 er şehit olmuş ve 43 er yaralanmıştır. Musul vilayeti topraklarında Türk-İngiliz birlikleri içinde olup biten çatışmalar üstüne, Türkiye’nin başvurusu ile Milletler Cemiyeti Türkiye ile Irak içinde geçici bir sınır belirlemiş ve tarafları, belirlenen Bürüksel Hattı’na uymaya çayır etmiştir. Milletler Cemiyeti Musul Araştırma Komisyonu’nun 16.7.1925’te Milletler Cemiyetine sunmuş olduğu raporda, Asurîlerin, “Osmanlı idaresinde haiz oldukları geniş haklara karşın, kışkırtmalar neticesinde çıkardıkları isyanlar sebebiyle Türkiye’den ayrılma talepleri haklı bulunmamıştır. Çözüm olarak eski ayrıcalıklarına haiz olarak Türkiye’deki yurtlarına geri dönmeleri öne sürülmüş, Hakkâri Vilayeti üstünde Türk hâkimiyeti emsalsiz kabul görmüş” ve İngiltere’nin karşı söylemleri haksız bulunmuştur.
Nasturilerin Türk topraklarına saldırılarının devam etmesi üstüne, Türk Hükûmeti, sınır ihlallerini Miletler Cemiyeti nezdinde protesto etmiştir. İngiltere, Türkiye’nin sınır bölgesinde Hristiyanları dizgesel şekilde temizlediği görüşünü öne sürerek protestoya mukabil vermiş ve bölgede araştırma yapılmasını istemiştir. Milletler Cemiyeti tarafınca görevlendirilen Komisyon’un 16 Kasım 1925 tarihindeki raporunda, Türkiye’nin Asurîlere “Hristiyan tehciri” uygulamasının; 1915’te Ermenilere uygulanan vahşet ve gaddarlığa benzediği yazmakta ve Kürtlere, Hristiyanları öldürmesi için baskı yapıldığı anlatım edilmektedir. Türkiye, “düzmece” bir raporun dikkate alınmasını şaşkınlıkla karşılarken sert açıklamalarda bulunmuştur. İsmet Paşa 12 Aralık 1925 tarihindeki TBMM’de yapmış olduğu konuşmada bu raporu: “Şark Meselesi” çerçevesinde “bildik ve alışıldık moda bir tasarruf” olarak değerlendirmiş ve “Bizim aleyhimizdeki Hıristiyanların tehciri propaganda ananesini der hatır buyurunuz. Türkiye aleyhinde ne zaman diplomatlar siyasal ve kötü bir karar vermek isterlerse, daha öncesindenindede Hıristiyanlar hakkındaki bir propaganda yaparlar…” ifadeleri yer almıştır.
16 Mart 1926 tarihinde Nusaybin, Cizre, Midyat merkez olmak suretiyle Yezidiler tarafınca desteklenen Süryaniler de bir ayaklanma çıkarmıştır. Türk Hükûmeti, isyanı kısa müddette bastırmış ve ortalama 750 bin Hristiyan unsur, Irak’tan iltica istek etmiş ve isyanın ele başları da dâhil olmak suretiyle Irak hükümeti tarafınca kabul edilmişlerdir.
5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması ile Türkiye-Irak sınırı çizilmiş ve Musul İngiltere manda yönetimindeki Irak’a bırakılmıştır. Ankara Antlaşması’nda Hıristiyan unsurlara özerklik tanınmamış; tıpkı öteki unsurlara verilen fakat tutulmayan İngiliz sözü, Iraklı Hristiyanları hayal kırıklığına uğratmıştır. İngiltere, Asurîler meselesini Şark Meselesinin uzantısı olarak değerlendirmiş, Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri uygulana gelen Hristiyan unsurların haklarının korunması politikasını devam ettirmiştir. Türkiye ile Musul vilayeti içinde oluşturulmak istenilen bir Hristiyan Devleti, petrollerin denetiminde tampon vazifesi görmesi için İngiltere tarafınca desteklenmiştir.
Türkiye-Irak Daimi Hudut Komisyonu’nu toplantılarında Türk Heyeti’nin sınır ihlalleri sebebiyle Nasturilerden şikâyetçi olduklarını görmekteyiz. Türkiye, barışı bozdukları için Nasturilerin sınır bölgesinden uzaklaştırılmalarını istek etmekte ve Kürtlerle ve Ermenilerle iş donanması arasında sınırda meydana getirdikleri ihlal ve tecavüzlerin Irak Hükûmeti’nin bilgisi dâhilinde olduğu için kuşku etmektedir. Diğer yandan Irak Hükûmeti, Nasturi çobanların sürülerini otlatmak için sınırından geçişlerinin sağlanmasını Türkiye’den istek etmiş, Türkiye ise refah ve asayişi bozdukları sebebi öne sürülerek bunu reddetmiştir.
30 Mayıs 1932’de İngiltere ve Irak içinde imzalanan, Irak’ta manda diyetinin sona erdiren ve Irak’ın Milletler Cemiyeti’ne kabulünü elde eden antlaşmanın imzalanmasından sonrasında Nasturiler, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Kuzey Irak’tan yurt (Hakkâri’nin dâhil olduğu bir düzenleme) istemişlerse de bu istek İngiliz çıkarlarına müsait düşmediği için kabul görmemiştir. Ancak, Milletler Cemiyeti, Asurîlerin toplu olarak bir arada yaşama taleplerini kabul etmiş; Irak yönetimi ortalama 500 Asurî ailesini Musul bölgesinde Duhok ve İmadiye mıntıkalarına iskânını elde etmiş ve muhtemel başkaldırı faaliyetlerini önlemek suretiyle askerî önlemler almıştır. Nasturi problemi Irak’ın bilhassa istiklal sonrası temel problemlerinden biri olmuştur. Nasturi vatanı olarak Musul Vilayetinin seçilmesi, Hakkâri’ye yönelik tehditleri barındırmakla birlikte, dış güçlerin petrol bölgesine yönelik politikalarının, organik uzantısı olarak görünmektedir.
Nasturi İsyanı, Musul Meselesinin görüşüldüğü bir süreçte İngiliz çıkarlarına hizmet etmek için bizzat İngiltere tarafınca çıkarılmış ve Musul’un kaybedilmesinde etken olmuştur. Diğer yandan, Hakkâri’yi Türkiye’den koparmayı hedefleyen bu başkaldırı, Hristiyan azınlıkların haklarını koruma ismi altında beliren emperyalist politikaların Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalama niyetlerini bir kere daha ortaya koymuştur.
Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk, Nasturi İsyanı hakkındaki 1 Kasım 1924’te II. Dönem TBMM’nin 2. yasama yılı açış konuşmasında şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Cumhuriyet’in, güvenliğin korunmasına verdiği önem, ülkenin her yanında tüm vatandaşlarımızca anlaşılmış ve devamlı olarak artmakta olan sonuçlar, halkın huzurunu sağlayabilecek dereceyi bulmuştur. Gerçi Hakkâri ilimiz arasında birtakım Nasturi eşkıyasının yapmış olduğu ağır suçlar hususi önlemleri gerektirmiş ise de, vaka, halkın güvenliğinin ve Cumhuriyet’in saygınlığının gereği olan bir ivedilikle ve kati olarak çözüme ulaştırılmıştır.”
2- Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat–31 Mayıs 1925: bk. Şeyh Sait Ayaklanması
3-Şemdinli İsyanı (25 Haziran 1925/ Haziran 1926): Şeyh Sait İsyanı’nın sanıklarından olan Seyit Abdülkadir’in idam edilmesinin peşinden, oğlu Abdullah babasının öcünü almak amacıyla, kaçak durumda olan İhsan Nuri ve Seyit Taha’nın alınması ile gizli saklı bir teşkilat kurmuştur. Bu teşkilat, Hakkâri’nin Nevşar bölgesinde, Şemdinli, Çal-Çukurca, Beytüşşebap ve Oramar etrafında faaliyette bulunmuştur. 25 Haziran 1925 günü 6. Hudut Taburu’nun 6 subayı, teşkilat mensuplarınca köye konuk olarak çayır edilmiş ve subaylar yiyecek sofrasında Abdullah’ın adamları tarafınca şehit edilmiştir. Örgüt, Haziran 1926’da, İhsan Nuri, Seyit Abdullah ve Seyit Müslim’in öncülüğünde ve bununla beraber 600 benlik Gerdi aşiretine mensup kişilerle, Şemdinli’ye ikinci kere saldırmıştır. Yüksekova’dan Casim ve Dostkili Tahir idaresinde 150 benlik sivil grubun, emniyet kuvvetlerine alınması ile bir harekât düzenlenmiş ve kısa müddette eylemciler nötr hâle getirilmiştir.
4- Raçkotan ve Raman İsyanları (7-12 Ağustos 1925): Şeyh Sait isyanını daha sonra bölgede iç güvenliği, huzuru sağlamak ve gelecekte de bu şeklinde durumların oluşmasını engellemek için; İçişleri Bakanlığı tarafınca hazırlanan bir talimatname 26 Mayıs 1925’te Erzurum, Mardin, Dersim, Ergani, Genç, Siverek, Van, Beyazıt, Malatya, Diyarbakır, Muş, Bitlis, Elazığ ve Siirt illerine gönderilmiştir. Genelgenin içinde ne olduğu özetle; “vakalarla ilgisi olan yada Kürtçülük ve gericilik ile uğraşan şahıs ve grupların ellerinde bulunan silahların toplanması, kabahat ve cinayetten sanık ve hükümlü olup aşiret nüfuzuna dayanarak kaçak hâlde bulunanların ve firari niteliğinde olanların yakalanması” mevzularını içermektedir. Meydana gelen isyanların nedeni, bu genelgenin şartlarına uymak istemeyen ve kararların uygulanmasını engelleyen, Beşiri bölgesindeki Raman, Garzan ve Raçkotan aşiretleri ile Silvan ve Kulp’un Bükran aşiretlerin çıkardığı olaylardır. Bölgede yer edinen emniyet kuvvetleri, Koçuşağı aşiretinin silahlarını toplamış, Cemil Çeto ve Pençiran aşiretinin tarafsızlığını sağlamıştır. Cemil Çeto da dâhil olmak suretiyle, sadakat gösterenlerin itaatsizlikleri görülmedikçe sadakatlerine inanılması, İngiliz propagandaları ve sınırdaki aşiretlerin İngilizlerle temaslarının mutlaka önlenmesi hususlarında karar alınmıştır. 7-12 Ağustos 1925 tarihleri içinde Raman, Alikan ve Recephan aşiretlerinin silahlarının toplanması işlemleri tamamlanmıştır. Genelkurmay Başkanlığına gönderilen raporda, harekâtın sona erdiği, Raçkotan ve bölgedeki öteki aşiretlerin de silahlarını toplama işlemlerinin tamamlanmak suretiyle olduğu belirtilmiştir.
5- Eruhlu Yakup Ağa ve Oğulları İsyanı ve Pervari İsyanı (1926): Şapka İnkılabına karşı bir reaksiyon olarak, Eruhlu Yakup Ağa ve Oğulları, Siirt’teki Zilan ve Adıyan aşiretlerinin de katılımıyla başkaldırı çıkarmışlardır. Kısa müddette test dibine alınan isyanın elebaşları, Suriye’ye firar etmiş ve vakalar sona ermiştir. Aynı sene arasında Pervari’nin Rüba köyünde yaşayan birkaç ferdin haklarındaki davet belgesine reaksiyon göstermeleri ve bunu köylülere yanlış biçimde aksettirerek onları kışkırtmaları cevabında Pervari İsyanı meydana gelmiş; Şeyh Abdurrahman tarafınca hadise büyütülmeye çalışılmışsa da köye gönderilen takviye emniyet kuvvetleri, bölgede asayişi sağlamıştır.
6. Koçuşağı İsyanı (7 Ekim-30Kasım1926): Şeyh Sait İsyanından sonrasında, Koçuşağı aşireti mensupları, Şeyh Sait İsyanı’na katılan eylemciler ile ortaklık yapmışlar, yasal vergilerini vermekten ve askerlik görevlerini yerine getirmekten kaçınmışlar, dışarıdan aldıkları tabanca ve mühimmatlarla devlet yönetimine karşı terörist eylemlerde bulunmuşlardır. Bu eylemlerin bastırılması için Albay Mustafa Muğlalı görevlendirilmiştir. Albay Muğlalı, bölgede yapmış olduğu incelemeler ve 7 Ekim 1926’da teröristlere yönelik başlatmış olduğu operasyonda vakalar bastırılmış; masum halkın zarar görmesi de önlenmiştir.
7. Hakkâri İsyanı (6 Ekim 1926-Mart 1927): Şeyh Sait İsyanı’nın peşinden mecbur ikâmete doğal olarak kapılmak istenen Şeyh Enver, kararın uygulanmasını engellemek için başkaldırı çıkarmıştır. Şeyh Enver, isyanı geniş bir alana yayarak emniyet kuvvetlerinin enerjisini zayıflatmayı plânlamış, Ertuş, Güyan, Jirki ve Şerefhan aşiretlerinin de katılımıyla, Ekim 1926’da Hakkâri merkez ilçesi Çölemerik ve Beytüşşebab ile Van’ın Nordüz bölgesinde yasa dışı eylemler başlatılmış; devlet daireleri yağmalanmış, karakollara baskınlar düzenlenmiştir. Şubat 1927’de fiil alanının genişlemesi üstüne bölgeye takviye emniyet kuvvetleri gönderilmiş ve kapsamlı bir harekât düzenlenmiş; eylemcilerin bir bölümü yakalanmış, bir bölümü da İran ve Irak’a kaçmıştır. Benzeri bir öteki vaka ise Mart 1927 senesinde yaşanmış, mecbur ikâmete doğal olarak tutulacağı endişesini taşıyan, Nusaybin’in Batıp köyünde yaşayan Haverli aşiretinin önde gelenlerinden Şıh Haço’nun başlatmış olduğu vakalar kısa müddette bastırılmış, Şıh Haço ve oğlanları Suriye’ye kaçmışlardır.
8. Sason İsyanları (1925-1937): Sason, yüksek ve engebeli dağlar ve vadilerle çevrili coğrafi yapısı sebebiyle, Osmanlı’dan beri devletin varlığının etken olmadığı ve şu sebeple devamlı asayiş problemininin yaşandığı bir bölgedir. Bölge halkı, Şeyh Sait İsyanı’na katılmış, isyanın bastırılması oradan da refah ve asayişi sarsacak silahlı faaliyetleri sürdürmüşlerdir. Bölgede refah ve itimatı tesis etmek suretiyle silahlı eylemcilere karşı bir takım harekât yapılmıştır. İlk harekât, Asi, Küsküt ve Herük bölgelerine düzenlenmiştir.
Bölgedeki emniyet önlemlerinin faal biçimde sürdürülememesi, batıya nakledilen aşiret reislerinin geri dönüp bir kısmının yeniden illegal eylemlere girişmesi, emniyet güçlerine karşı eylemcilerin saldırılarda bulunmaları, eylemcilerin dış kaynaklı güçlerle temasa geçerek tabanca, mühimmat şeklinde yardımlar sağlamaları ve bu sırada olup biten Ağrı İsyanlarının yarattığı huzursuzluk ve otorite boşluğundan yararlanarak devlete karşı silahlı eylemlerin yoğunlaşması üstüne, bölgeye Eylül 1932’de ikinci bir harekât gerçekleştirilmiştir. Bu harekâtta oldukça sayıda tabanca yakalanmış ve teröristler tutuklanmışsa da kış şartları sebebiyle harekât geçici olarak durdurulmuştur. Bu durumu fırsat bilen eylemciler, 1933 yılı arasında devlet memurlarını öldürmeye varan saldırılara yeniden başlamışlardır. Bu gelişmeler üstüne, 1935 senesinde bölgeye dönük üçüncü bir harekât düzenlenmiş, bu harekât 10 Temmuz 1936’ya kadar devam etmiştir. Ancak, bölgenin negatif şartları sebebiyle istenilen netice alınamamış, sivil ve askerî yetkililer yeni bir plânlama ve uygulamaya gidilmesine karar vermişlerdir. Bu çerçevede, bölgede refah ve güvenin tesisine yönelik önlemler gereği Beşiri, Silvan ve Garzan ilçelerine geçici olarak yerleştirilmiş halkın iskân ve iaşeleri hızlıca sağlandıktan sonrasında, Batı Anadolu’ya ve Trakya’ya nakledilmeleri kararlaştırılmıştır. 23 Kasım 1936’dan itibaren (Bitlis sınırından Hazo’ya ve Hazo’dan, Sason’nun kuzeyine kadar olan bölge) yasak bölgenin test altında tutulması için bölgede emniyet birimleri oluşturulmuş, operasyonlar Ekim 1937 geçmişine kadar sürdürülmüştür. Operasyonlar kararı pek oldukça eylemci tutuklanmış, tabanca ve malzemeler yakalanmış, silahlı taarruz vakaları durdurulmuş, kaçabilen eylemciler dağlara saklanmışlardır. 1937 senesinde bölgede meydan gelen gelişmeler üstüne İçişleri Bakanlığı, 1. Genel Müfettişlik ve 7. Kolordu Komutanlığı’nın da görüşlerini alarak “Sason Islahı” mevzusunda bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda yer edinen teklif özetle şöyledir; “Sason yasak bölgesinde yer edinen halkın tekrar silahlı eyleme başlamasını engellemek için; ülke içerisinden ve dışından gelecek her türlü zararı olan kişiler ve propagandaların bölgede yer almasını engellemek suretiyle; bölgede refah ve itimatı sağlamak için esaslı askerî ve idarî tedbirlerin alınmasının geciktirilmemesi..” Sason İsyanlarını engellemek ve muhtelif tedbirler almak için Devlet, mühim oranda ekonomik kaynağını kullanmak niteliğinde kalmıştır. Diğer yandan sınır güvenliği devamlı tehditlere maruz kalmıştır.
9- Mutki İsyanı (26 Mayıs-25 Ağustos 1927): Sason İsyanları, Hersan ve Silent aşiretlerinin devletin almış olduğu emniyet önlemlerine karşı gelmesiyle ve halkı kışkırtmasıyla başlamıştır. Bölgede asayişi sağlamak suretiyle, Mayıs 1927 başlarında teröristlere karşı harekât düzenlenmiştir. Alikan Aşiret Reisi Halil Sami’nin, Beşiri bölgesinde huzursuzluk çıkarmaya çalmış olduğu haberi katılımı üstüne ikinci bir harekât başlatılmış, sadece isyancıların elebaşlarının ve yakınlarının Dicle’yi geçerek güneye kaçmaları neticesinde istenilen netice alınamamıştır. 10 Temmuz 1927’de Mutki bölgesindeki Buban aşiretinin eylemlerinin engellenmesi ve masum halkın korunması için bir harekât daha düzenlenmiş bölgede itimat ve refah ortamı sağlanmıştır.
10. Ağrı İsyanları (1926-1930): Ağrı İsyanları ve Doğu Anadolu’da olup biten kimi isyanlar, Hoybun Örgütü tarafınca organize edilmiştir.
a) Hoybun Örgütü
Sevr Antlaşması’nın bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasını öngören sonucu çerçevesinde, Kürt meselesini Milletler Cemiyetine götürmek amacıyla faaliyette bulunmak suretiyle 1923 senesinde kurulan Azadi Cemiyeti üyeleri (Ayrıntılı malumat için Şeyh Sait İsyanı kısmına bakınız) ve Şeyh Sait İsyanı neticesinde İran, Irak ve Suriye’ye kaçan Kürt liderleri, Türkiye’ye karşı faaliyetlerini geçindirmek amacıyla, Hoybun Örgütü ismi altında yeni bir örgütlenmeye gitmişlerdir. Özellikle Irak ve Suriye’ye, mandater devlet statüsü ile yerleşen İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki çıkarlarını geçindirmek amacıyla sağladıkları yardım ve tolerans ile başlamış olan bu faaliyetler, 1927 senesinde, Kürtçe “benlik” manasına gelen Hoybon, Ermenice Ermeni yurdu anlamına gelen Haypun kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan bir isim olan Hoybun Örgütü’nün kurulması ile sonuçlanacaktır.
Bu yeni organizasyonun en mühim özelliği ve öncekilerden değişik yönü, Türkiye’ye karşı isyana mütemayil yada Mütareke Döneminde İngilizlerle iş donanmasına giren Kürt liderleriyle Ermeni Taşnak liderleri arasındaki işbirliğine dayanmasıdır. 1927 yılı süresince idame eden toplantı ve faaliyetlerden sonrasında 5 Ekim 1927 tarihinde, Lübnan’ın Bihamdun nahiyesinde geniş çaplı bir kurultay yapılarak Hoybun Örgütü kurulmuştur. Kuruluş hazırlıklarına, Irak’ta İngilizlerin kontrolünde başlanan Hoybun Örgütü’nün esas kurum kongresinin, Fransa’nın kontrolünde ve Ermenilerin kuvvetli olduğu bir bölgede yapılması, örgütün Fransızların kontrolüne doğru kayması olarak değerlendirilebilir. Örgütün kurulduğu kongrede, Celadet Ali Bedirhan başkan seçilmiştir. Merkez Heyeti üyeleri ise; Süreyya Bedirhan, Kamuran Ali Bedirhan, Memduh Selim, Nizamettin, Tevfîk Cemil, Haso Ağa, Mustafa Bozan, Halil Rahmi, Cesim Ağa (Şihnu) Şerif, İbrahim ve Emin Ali Ağa’dır. Kongrede, Hoybun Örgütü’nün amacı “Türk Kürdistan’ın bağımsızlığı” olarak tespit edilmiş, Türkiye’nin dışındaki hiç bir ulus ve devlete karşı faaliyette bulunulmayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda en önce İran Devleti’ne, Irak ve Suriye’deki Arap halkına ve onların himayecileri olan İngiliz ve Fransızlara karşı dostane bir tasarruf takınmak ve sonrasında da aynı kadere haiz olan Ermenilerle dostluk kurarak ortak düşmana karşı ortaklık yapmak; Ermenistan ve Kürdistan’ın bağımsızlıklarını, toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak kabul etmek temel bir ilke olarak duyuru etmiştir. Daha kurum aşamasında düşünce ve fiil donanması meydana getiren Hoybuncularla, Taşnak Ermenilerinin bu dayanışması, görüldüğü şeklinde, Cemiyetin gaye ve ilkelerine de aynen yansımış, 21 Haziran 1928 tarihinde Halep’te bir ittifak yaparak bu durumu resmîleştirmişlerdir. Hoybun ve Taşnak Örgütleri, Türkiye’yi sıska düşürmek ve bölmek amacıyla geniş çaplı bir organizasyona gitmişlerdir. Bu organizasyonda Fransa’nın kontrolündeki Taşnakların, Hoybun Örgütü aracılığıyla; Kürt isyancıları destekleyerek Türkiye’ye yönelik hareketlerde inisiyatifi ele almaya ve Türkiye’ye sızmaya çalışmışladır. Taşnak siyaseti, Ermeni davasını, Kürtlerle kazanmayı plânlamaktadır. Çünkü nüfus itibarıyla Taşnak Ermenilerinin Türkiye toprakları üstünde organize olma ve bir isyana girişim etme imkânları yoktu. Böylece, Taşnak Ermenileri, Türklere duydukları düşmanlığın öcünü alacaklar, Türkiye’de bir Türk-Kürt çatışması yaratarak Kürt isyanları ile sıska düşürülmüş bir Türkiye’den müsait bir fırsat doğması hâlinde hayalî Ermenistan topraklarını koparabileceklerdi. Diğer yandan, Hoybun Örgütü, ancak Taşnak Ermeni Cemiyeti ile siyasal ve askerî bir ittifak yapmakla kalmamış, Türkiye’ye karşı düşmanlıkları malum Nasturi ve Yezidilerin yanı sıra bölgede yaşayan birtakım Çerkezlerle de işbirliğine gitmeyi amaçlamıştır. Hoybun Örgütü’nün bilhassa Taşnak Ermenileri ile bitirdikleri ortaklık ve teşkilat üstündeki İngiliz-Fransız rekabeti daha kurum safhasında anlaşmazlıklara yol açmıştır. Hoybun Örgütü’ne, Ermenilerin başat olduğu sebebi öne sürülerek karşıcılık yapıldığını da görmekteyiz. Hoybun Örgütü’nün ilk şubesi Bağdat, öteki şubeleri ise Beyrut, Şam ve Kahire’de açılmış, Örgüt, Avrupa ve Amerikan kamuoyunu da etkileyerek desteklerini sağlayabilmek için buralarda faaliyetler yürütmüş, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Mısır şeklinde ülkelerde de faal olmaya çalışmıştır. Örgüt, propaganda faaliyetlerinin yanı sıra Ağrı İsyanları ile Dersim İsyanı’nın meydana gelmesinde etken olmuş, öteki yandan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan siyasal Kürtçülük içeren yayınlar yapmıştır. Hoybun Örgütü, Doğu Anadolu halkını kazanmak suretiyle bir taraftan Şeyh ve Seyit şeklinde dinî otoriterleri kullanmış ve gerçekte Zerdüştlüğü, Kürtlerin millî dini olarak kabul etmelerine karşın Kuran ve hadisler yayınlayarak dini suistimal etmeye yönelmiş; öteki taraftan da Türkiye’deki yapısal değişimlerle çıkarları zedelenen aşiret reislerinin nüfuzunu kullanmışlardır.
b) İsyanın Cereyanı
Hoybun Örgütü’nün organize etmeye çalmış olduğu en mühim başkaldırı Ağrı bölgesinde çıkan isyanlardır. Şeyh Sait İsyanı’ndan sonrasında bu bölge 1926 yılından itibaren dört sene sürecek bir- ekip asayişsizlik ve isyanlara sahne olmuştur. Hoybun Örgütü’nün kurum çalışmalarının sürdüğü bir dönemde, Yusuf Taşo isminde bir eşkıyanın, adamları ile beraber İran sınırını geçerek Beyazıt ilçesine bağlı köylerde yapmış olduğu hayvan hırsızlığının önlenmesi için alınan tedbirler kararı; 16 Mayıs 1926 tarihinde başlamış olan vakalar dizisi, Cumhuriyet tarihimizde Ağrı İsyanları olarak adlandırılmıştır. İsyanların etken olduğu bu bölgenin dört bin metre yüksekliğe ulaşan dağlar ile derin vadilerden oluşan bir arazi yapısına haiz olması, harekâtın hızlı bir biçimde yürütülmesine mani olduğu şeklinde, eylemcilerin gizlenmesine imkân sağlaması da harekâtın kısa müddette tamamlanmasını güçleştirmiştir.
Ağrı İsyanlarının gelişiminde Hoybun Örgütü’nün, İran, Irak, Suriye, Fransa, İngiltere ve Rusya ile olan ittifakı da belirleyici olmuştur. Hoybun Örgütü, amaçları ve Taşnak Ermenileri ile bitirdikleri ittifak bağlamında Türkiye’ye karşı geniş çaplı bir başkaldırı hareketine adım atmak ve kendi lehlerine efkarı umumiye kurmak için yoğun bir faaliyete başlamıştır. Taşnak-Ermeni lideri Vahan Papazyan’ın Suriye’nin kuzeyine Ermeni ve Kürtleri sokup onlardan çeteler teşkil ederek Türkiye’ye karşı faaliyetleri organize etmiş olduğu ve bu faaliyetlerin de Fransızlardan yardımcı görmüş olduğu bilinmektedir. Fransa, Hatay Meselesinden ötürü bölgede oluşan Türkiye aleyhindeki faaliyetleri desteklemektedir. Özellikle Hoybun Örgütü ve Ermenilerin Suriye’nin kuzeyindeki faaliyetleri Türkiye’nin dikkatini çekmiş ve Türkiye sınır bölgelerine yerleştirilen tahminen 70.000 civarındaki Ermeni’nin sınırdan uzaklaştırılmasını 1930 senesinde Fransa’dan resmen istek etmiştir. Fakat Fransa bu öğrenci müspet yanıt vermediği şeklinde, Türkiye’nin Hatay’la ilgilenmesine paralel olarak bu tür faaliyetleri desteklemeye devam etmiştir. Diğer yandan Hoybun Örgütü, Yezidiler, Nasturiler ve Çerkezlerle (Türkiye’den kaçan Çerkez Ethem ve Reşit Bey ile Revandüz’de Seyit Taha’nın evinde görüşülmüştür) işbirliğine girişmiş ve Ağrı’da planlanan isyanlara yardımcı qüç oluşturmuşlardır.
Hoybun Örgütü’nün idare ekibinin ağırlıklı olarak Mütareke Döneminden itibaren İngiltere ile ortaklık meydana getiren Bedirhanlardan oluşması, Örgütün etkin üyesi ve Ağrı İsyanlarının elebaşısı İhsan Nuri’nin 1924 senesinde Türkiye’den kaçarak Irak’a dolayısıyla İngilizlere sığınması, sonrasında 1930 senesinde çıkan Ağrı İsyanları esnasında Kürtlerin davalarını Milletler Cemiyetine götüreceğini basın aracılığı ile duyurması, Irak’ta yapmış olduğu temaslarda bu şekilde bir müracaatı teşvik etmesi, ek olarak Ağrı İsyanları esnasında İngiltere’nin kontrolündeki Barzani Kürtlerinin Irak sınırını geçerek Türkiye’ye saldırmaları da dikkate alınırsa İngiltere’nin bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilendiğini ve en azından Türkiye’ye karşı yönlendirmeler yaptığını göstermektedir.
İran, bir yandan kendi arasında başkaldırı eden Simko aşireti ile savaşım ederken, öteki yandan Azerbaycan’daki Türklerin, Türkiye ile bağını kesmek ve Kürtçülük cereyanını Türkiye’ye karşı yönlendirmek amacıyla Şeyh Sait İsyanından sonrasında bölgedeki Kürt aşiretlerini bir bağlaşık olarak kazanmaya çalışmıştır. Birinci ve İkinci Ağrı İsyanlarının bastırılması üstüne isyancıların İran’a sığınmaları ve Hoybun-Taşnak ittifakında da belirtildiği şeklinde İran’da hareket serbestliği hakkı elde edilmiş olduğu ve Rıza Pehlevi’nin emirlerinin menfaatlerine bulunduğunun belirtilmesi, İran’ın isyancılara verdiği desteği açıkça ortaya koymaktadır. Bu sebeple Türkiye’nin diplomatik çabaları ile daha 1926 senesinde soruna çözüm aranmış, 22 Nisan 1926 tarihinde, İran ile Türkiye içinde Güvenlik ve Dostluk Antlaşması imzalanmasına karşın İran’ın tutumu değişmemiştir. Diğer yandan 1930’lu yıllardan itibaren iç sorunlarını çözen Sovyetler Birliği de bölgedeki siyasal Kürtçülük hareketi ile ilgilenmeye başlamıştır. Ağrı İsyanları, dış güçlerin yardımı ile ve Hoybun Örgütü’nün bölgedeki halkı kışkırtmasıyla gerçekleşmiş, Türk Devleti bu isyanları bastırmak suretiyle bölgeye; 16 Haziran 1926, 13-20 Eylül 1927, 7 Eylül 1930 tarihlerinde üç harekât düzenlemiş ve bölgedeki teröristler bertaraf edilmiştir.
Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk, bölgeye düzenlenen üçüncü harekât öncesinde, 16 Eylül 1930’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa’ya şu mesajı yollamıştır: “Doğu sınırımızda genel asayişi ve millî donanması bozmak isteyen şaki ve asileri imha edenleri takdir ve kutlama ederim. Harekâtı, her zamanki yüksek vukuf ve liyakatle yürüten Genelkurmayımıza ve kuvvetlerin sevk ve idaresinde gösterdikleri başarıdan ötürü Kolordu Komutanından, kurmay heyetine, harekâta katılan komutanlarla, subaylarına ve erlere teşekkürlerimin iblâğını(ulaştırılmasını) rica ederim”
11- Oramar İsyanı (6 Temmuz-10 Ekim 1930): Oramar İsyanı, Ağrı İsyanlarıyla bağlantılı olarak Hoybun Örgütü tarafınca desteklenmiştir. Bu isyanın en mühim özelliği, Irak’taki siyasal Kürt faaliyetinin bölgeye uzanmasını tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş olmasıdır. Oramar İsyanı, Ağrı İsyanlarının örgütleyicisi İhsan Nuri’nin, Ağrı’daki isyanların bastırılacağı korkusu ile Hoybun Örgütü’ne yapmış olduğu yardım çağrıları kararı meydana gelmiştir. Bu davet üstüne teşkilat, bir öbek teröristi Irak’tan Ağrı vakalarına katılmak suretiyle göndermiştir. Terörist grubun Mardin’e hücum etmek ve Ağrı vakasına yardımcı sağlamak amacıyla gelişini, vakaları tasvip etmeyen ve eylemlere katılmayı reddeden Kasım Ağa’nın emniyet güçlerine bildirmesiyle, emniyet güçleri ile terörist öbek içinde 16 Temmuz-10 Ekim 1930 tarihleri içinde bir çatışma yaşanmıştır. Oramar İsyanına dinî ve Kürtçü bir ebat kazandırılmaya çalışılması neticesinde, Irak’taki Şeyh Ahmet Barzani 500 benlik bir öbek ile Irak sınırını aşarak Oramar’ın doğusundaki Şat Dağı’na gelmiş ve Oramar’daki askerî kışlaya saldırmıştır. Kasım Ağa’nın yanı sıra, Kerim ve Ferhat Ağaların da adamlarıyla beraber emniyet güçlerinin yanında yer almalarıyla eylemcilerin bir çok Irak, Suriye ve İran’a kaçmışlardır. Bölgedeki öteki teröristlerin ele geçirilmesi, Barzani’nin, Oramar, Herki ve Eruh bölgelerindeki tesiri sebebiyle gecikerek tamamlanmıştır. Ağrı İsyanlarında da anlatım ettiğimiz şeklinde başkaldırı dış güçler tarafınca desteklenmiştir.
12. Tendürek İsyanı (14-27 Eylül 1929): Aslen İranlı olan, sadece Türkiye’ye sığınan ve Ağrı Dağı çevresine yerleşen Şeyh Abdülkadir’in, halkın arazilerini ellerinden almaya, Kotanlı ve Keskünlü aşiretlerini birleştirip Sakanlı aşiretine karşı kışkırtarak bölgede huzursuzluk çıkarmaya emek vermesi üstüne meydana gelmiştir. 20-27 Eylül 1929 tarihleri içinde meydana gelen harekât cevabında Şeyh Abdülkadir ve adamları İran’a kaçmışlardır.
13. Savur İsyanı (26 Mayıs- 9 Haziran 1930): Savur, Cizre, Midyat bölgesinde emniyet güçlerine karşı meydana getirilen saldırılar cevabında olup biten başkaldırı, Mardin Valisi’nin nezareti altında ve 7. Kolordu Komutanlığınca 26 Mayıs 1930’da düzenlenen harekât neticesinde bastırılmış ve 503 tabanca toplanmıştır.
14. Asi Resul İsyanı (22 Mayıs -3Ağustos 1929): Eruh’a bağlı, Jilyan aşiretine mensup köylerde tabanca araması yapılırken Jilyan aşireti reisi Ali Resul’un, Jandarma Komutanına karşı gelmesi üstüne gelişen vakalar büyümüş, 3 Ağustos 1929 tarihinde meydana getirilen harekatla bastırılmıştır.
15. Bicar İsyanı (12 Ekim-17 Kasım 1927): Bicar bölgesi, rakımlı yüksekliklerin, sık ormanların, derin vadilerin ve keskin uçurumların yer almış olduğu bir alandır. Bölgenin özelliği sebebiyle, Şeyh Sait vakası daha sonra buraya sığınan asilere karşı sürdürülen harekât yeterince etken olamamıştır. Bölgeye yerleşen asilerin yol kesme, soygun, hırsızlık ve devlet mallarına zarar verme şeklindeki eylemlere yeniden başlamaları ve Şeyh Sait İsyanı daha sonra Suriye’ye (Fransız bölgesi) sığınan Şeyh Abdurrahim, Yado, Şeyh Tahir, Haço, Ramanlı, Emin şeklinde birtakım isyancı grupların tekrar, Urfa’dan Cizre’ye kadar uzanan sınırın muhtelif yerleşim alanlarında soygun ve hırsızlık yaparak halka zarar vermenin yanı sıra, köylülere baskıda bulunarak halkı kışkırtmaları üstüne Albay Mustafa Muğlalı görevlendirilmiştir. Albay Muğlalı, teröristler hakkındaki detaylı malumat toplamak, lojistik kaynaklarını saptamak ve destekçileri ile masum halkı ayırmak maksadıyla; Osmaniye, Piran, Hani, Lice, Bicar, Cibir, Genç, Gökdere ve Palu bölgelerinde araştırmalarda bulunmuştur. İncelemeleri cevabında 20’ye yakın isyancı başının bölgede faaliyette bulunduğunu, devlete sadakatle bağlı olanların ise asilerin baskıları karşısında yılgınlık ve vehamet emareleri göstererek devletin kendilerine destek olamayacağı yönünde endişeye düştüklerini öğrenmiştir. 12 Ekim, 22 Ekim ve 24 Ekim tarihlerinde bölgeye düzenlenen harekât, 17 Kasım 1927 tarihinde sona ermiş, bölgede refah ve itimat sağlanmıştır.
16. Batuş İsyanı (20 Mayıs-9 Haziran 1927): Batuş köyünde olup biten başkaldırı, siyasal parti çekişmelerinden kaynaklanmıştır. Çatışmayı önlemek için köye giden emniyet kuvvetlerine ateş açılmasıyla başlamış olan vakalar cevabında, Kernoslu Halit, Seyithan, Alican ve beraber oldukları öteki asiler yakalanmıştır.
17. Zeylan İsyanı (20 Haziran-18 Eylül 1930): Erciş, Muradiye, Patnos, Diyadin, Muş ve Bitlis bölgesinde Zeylan, Celali, Bekıran, Hayderan, Banuki, Adaman aşiretlerinden oluşan 1500 benlik silahlı grubun, Seyid Abdulvahap, kardeşi Seyit Resul, Ermeni Abraham Paşa, Emin Paşa ve Kör Hüseyin öncülüğünde, 20 Haziran 1930 tarihinde Zeylan nahiye merkezi ve jandarma karakolunu basmasıyla başlamış olan vakalar, 18 Eylül 1930’a kadar devam etmiştir. Şikkanlı aşireti ve muhit köylerden katılan 300 benlik milis qüç ile Derviş Bey ve aşiretinin silahlı adamları, bu vakada emniyet güçlerinin yanında yer almış düzenlenen hârekatla asilerin bir bölümü yakalanmış bir bölümü da İran’a kaçmıştır.
18. Pülümür İsyanı (8 Ekim-14 Kasım1930): Pülümür aşiretlerinin çevreye yönelik bazı saldırgan hareketlerde bulunması, Zeylan ayaklanması esnasında ele geçirilen bir bildiride, Dersim bölgesinin, Hoybun bölgesi bulunduğunun belirtilmesi, bölgede yeni olayların plânlandığının işaretleri olarak görülmüştür. Aynı tarihlerde, Erzincan ve etrafında araştırma gezisinde bulunan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak yukarıdaki hususları da vurgulayan bir rapor hazırlamış, bu raporda özetle; “Erzincan ili ve etrafında emniyet sorunlarının bulunmuş olduğu; Aşkirik, Gürk, Dağbey, Hayri köylerinin potansiyel korku oluşturduğu; bu köylerde emniyet kuvvetlerinin yetersizliğinin halk üstünde negatif tesir yapmış olduğu; vergi ve asker verme mevzusunda ikazda bulunulması ve silahların toplanması gerektiği; Erzincan’ın merkez ilçesindeki Kürtlerin, Türklere ‘Aleviliğin Kürtlüğü anlatım etmiş olduğu’ gibi propaganda yaparak onları Kürtleştirmeye çalıştıkları; bu tür faaliyetleri yürüten ve teröristlere yataklık edenlerin batıya nakledilmeleri; bölgedeki birtakım reislerin nezaret altında il merkezinde ikâmet ettirilmesi, Türk olan Alevilerin konuştukları Türkçeyi devam ettirebilmelerinin sağlanması yönünde emek harcamalar yapılması; Kürtçülere yardımcı elde eden memurların il dışına çıkarılmalarının gerektiğini…” anlatım etmiştir. Bakanlar Kurulu Kararı ile bölgeye yönelik önlemlerin alınmasına karar verilmiş, sadece bölgedeki ağalarının negatif faaliyetlerini sürdürmeleri, teröristlerin ilçe kaymakamına yönelik saldırılarda bulunmaları üstüne bölgeye iki kere harekât düzenlenmiştir. 14 Kasım 1930 tarihinde kati olarak sonuçlandırılan harekâtın peşinden bölgede refah sağlanmıştır.
19. Dersim (Tunceli) Olayı(1937–1938): bk. Dersim (Tunceli) İsyanı
20. Menemen vakası (23 Aralık 1930): bk. Menemen Olayı
C) İsyanların Sonuçları:
Cumhuriyetin kuruluşundan sonrasında, dış tahriklerle ve desteklerle başlamış olan ve 1925–1938 yılları içinde idame eden silahlı faaliyetlerle bölge insanı, silahlı kitle hareketlerine teşvik edilmiştir. İsyanlar, devletin bölgeye ve bölge insanına yönelik aldığı tedbirlerle engellenmeye çalışılmış ve büyük seviyede refah ve itimat sağlanmıştır.
Bu dönemde olup biten isyanların askerî, siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan mühim neticeleri şöyledir:
1.Bu dönemde olup biten isyanlar, on beş sene süresince hükûmeti uğraştırmış; hemen hemen Kurtuluş Savaşı kadar etken olmuştur. Bu isyanlar, sosyal yaşamda yapılması kabul edilen devrimleri yavaşlatmış, demokratik gelişmelerin gecikmesine ve mühim maddi kayıplara yol açmıştır.
2.Türk Hükümeti, isyanların bastırılması için en önce, sıkıyönetim kararları ve mucizevi hâl uygulamalarını yürürlüğe koymuş; isyanların yayılması üstüne geniş çaplı önlemleri içeren Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkarmıştır.
3.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 5 Haziran 1925 tarihinde, irticayı körüklediği sebebi öne sürülerek kapatılmıştır.
4.Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dinin siyasal bir vasıta olarak kullanmasını engellemek ve topluluk düzeninin dinî inançlara bakılırsa kutuplaşmasını önlemek için; bir takım inkilap hareketi gerçekleştirmiştir. İsyanları takiben süratli bir biçimde uygulamaya konan bu devrimler sırasıyla; Tekke ve Zaviyelerin kapatılması (2 Eylül 1925), dinsel birtakım unvanların (Şeyh, Ağa, Seyit, vb…) ve türbe ziyaretlerinin yasaklanması (30 Kasım 1925), din görevlileri dışında cüppe giymek ve sarık takmanın yasaklanması, Şapka Kanunu ( 25 Kasım 1925)’nu ve Türk Medeni Kanunu (17 Şubat 1926)’nu kabul edilmiştir. 10 Nisan 1928 tarihindeki Anayasa değişikliği ile; Anayasanın 2. maddesindeki, devletin dininin İslâm olduğu ile alakalı yargı ve 16. ve 38. maddelerde yazılı ant içme biçimindeki vallahi sözcüğü kaldırılmış; TBMM’nin görevleri içinde yer edinen “ahkâm-ı şer’iyyenin tenfizi” ifadesi anayasadan çıkarılmıştır. Dinsel özellikte olduğu, bu yüzden atılmasına imkân bulunmadığı sebebi öne sürülerek kimsenin dokunmaya cesaret edemediği Arap harfleri (1 Kasım 1928) kaldırılmış, hanımlara mebus seçme ve seçilme hakkı verilmiştir (Aralık 1934). Nihayet, 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasanın 2. maddesi tekrar yazılmış ve Türkiye Devleti’nin lâik olduğu belirtilmiştir. Yeni Türk Devleti’nin sosyal hayatı regüle etmek ve milli donanması sağlamak suretiyle uygulamaya koyduğu bu devrimler, “laik, demokratik, toplumsal hukuk devleti” anlayışını oluşturmuştur. Çağdaş Türkiye modeli, Türkiye’nin bulunmuş olduğu coğrafyadaki Müslüman ülkelere misal teşkil etmiştir. Bölgede, siyasal istikrarın sağlanmasında Türkiye Cumhuriyeti öncü bir rol üstlenmiştir.
5.Bu dönemde gerçekleşen isyanların ağırlık merkezi, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleridir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu bölgelerdeki; coğrafi ve iklim özelliklerinden meydana gelen sorunları çözmek, ağalık, aşiret reisliği, tarikat şeyhliği ismi altında düzenlenmiş sosyal yapıyı dönüştürmek ve mahalli otorite unsurlarının etkinliğini ortadan kaldırarak merkezî otoriteyi güçlendirmek suretiyle; siyasî, toplumsal, kültürel ve ekonomik uygulamaları içeren çalışmalarda bulunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün gözetiminde, bölgede yapılması ihtiyaç duyulan düzenlemeleri içeren mülki amirler, müfettişler ve bölgede araştırma meydana getiren siyasetçi ve mebuslar tarafınca 1926 yılından itibaren muhtelif raporlar hazırlanmıştır. Bölgeye yönelik hazırlanan raporlar, askerî harekâtın yanı sıra, tahsil ve kültür alanında, bayındırlık, bayındır ve iskân düzenlemeleriyle ilgili, iktisadî ve ziraî kalkınmaya yönelik hatta sosyal alanda dönüşümü sağlayacak inkılâpları içermekteydi. Hazırlanan raporlar cevabında, İskân Kanunu hazırlanmış ve 21 Haziran 1934’de yürürlüğe girmiştir. İskân Kanunu, bölgede refah ve asayişin sağlanması için katılımı ihtiyaç duyulan emniyet önlemlerinden, başkaldırı odaklarının Batı Anadolu’ya yerleştirilmeleri ve bölgede iskânın tekrar düzenlenmesi kararlarından, devlet denetiminin sağlanması için yol, köprü yapılması, ziraat ve ziraatı geliştirmek için halkı toprak sahibi yapmayı, okullar açarak okur-yazarlık oranını artırmayı, milli kimliği oluşturacak eğitimin yapılmasını ve Türkçenin yaygınlaştırılmasını içermektedir.
6. Misak-ı ulusal sınırlarının Orta Doğu’ya ilişik iki temel problemi Musul ve Hatay, Lozan Görüşmelerinde çözüme kavuşturulamamıştı. Bu dönemde olup biten isyanlar, Türkiye’nin, bu sorunların çözümü aşamasında taraf ülkelerle (İngiltere ve Fransa) yapmış olduğu diplomatik görüşmeleri etkilemiş ve Türkiye’yi iki ateş içinde bırakmıştır. Lozan Antlaşması haricinde kalan Musul Meselesi, en önce, Türkiye-İngiltere içinde meydana getirilen ikili görüşmelerle hâlledilmeye çalışılmış, netice elde edilemeyince Milletler Cemiyeti’nin belirlediği komisyonun emekleri neticesinde, İngiltere’nin istediği şeklinde bir karar çıkmıştır. Musul Meselesi’nin Milletler Cemiyetine taşındığı süreçte olup biten isyanlar, İngiltere tarafınca desteklenmiş ve Musul’un İngiliz mandası altındaki Irak’a bırakılmasını kolaylaştırmıştır.
Türkiye ve Fransa içinde imzalanan, 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması ile Hatay’da hususi bir idare kurulmuş ve Hatay, Fransız mandasındaki Suriye’ye bağlanmış, millî sınırlarımız haricinde bırakılmıştı. 9 Eylül 1936’da Fransa-Suriye içinde Suriye’nin 3 sene sonrasında bağımsızlığını kazanmasını sağlamak suretiyle imzalanan antlaşma, Hatay Türklerinin statüsünü tehlikeye sokmaktaydı. Hatay problemininin çözümü için, Türkiye-Fransa içinde diplomatik görüşmelerin yapıldığı dönemde olup biten isyanlar, Türkiye’yi tıpkı Musul meselesinde olduğu şeklinde köşeye sıkıştırmayı hedeflemiş ve Fransa tarafınca desteklenmiştir. Fransa’nın bütün girişimlerine karşın, Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği etken politikanın cevabında; yönetiminde Türklerin çoğunlukta olduğu Hatay Cumhuriyeti 2 Eylül 1938’de kurulmuş ve 7 Temmuz 1939’da Hatay’ın ana vatana alınması sağlanmıştır.
6. Türkiye olup biten isyanlar sebebiyle, Doğu ve Güneydoğu sınırlarında emniyet ve asayiş problemi yaşamış ve bu sorunları gidermek suretiyle komşu ülkelerle ittifak antlaşmaları imzalamıştır. Türkiye- Suriye sınırını, 20 Ekim 1921 Antlaşması’na müsait olarak regüle etmek için komisyon oluşturulmuş ve 18 Şubat 1926’da imzalanan antlaşmayla; Suriye, Lübnan ve Türkiye arasındaki dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi ve sınır güvenliği için ortak tedbirler katılımı karara bağlanmıştır. Türkiye-Irak içinde 9 Ocak 1932’de Türk Ticaret Muahedesi ve İade-i Mücrimin Muahedesi imzalanmış, aşiretlerin ve Kürtlerin sınır ihlallerini test altında tutmak için lüzumlu önlemleri almak suretiyle ortak hareket edilmesi sonucu alınmıştır. 5 Kasım 1932 tarihinde, Tahran’da biri Türk-İran sınır hattının tayini, öteki de Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakemlik mevzularında meydana getirilen iki antlaşma ile Türkiye ve İran içinde bir sınır düzenlenmiş ve iki ülke ilişkileri düzelmiştir. Türkiye, itimat ortamının sürdürülmesi için saldırmazlık ve dostluk antlaşması temelinde İran, Irak ve Afganistan’ın katılımıyla 1937’de Sadabat Paktı’nı imzalanmıştır. Bu antlaşmanın, Kürt aşiretlerin faaliyetlerini engellemek suretiyle düzenlenen 7. maddesinde; “Taraflardan her biri, kendi sınırları arasında öteki tarafların kurumlarını yıkmak, seviye ve güvenliğini sarsmak yada politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler yada örgütlerin kurulmasını yada eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir” ifadesi yer almaktadır.
KAYNAKÇA
AKGÜL, Suat, Musul Sorunu ve Nasturi İsyanı, Berkan Yayınevi, Ankara, 2004.
AKGÜL, Suat, Yakın Tarihimizde Dersim İsyanı ve Gerçekler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1992.
ANZERLİOĞLU, Yonca, Nasturiler, Tamga Yayınevi, Ankara, 2000.
Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM’yi Açış Konuşmaları, TBMM Kültür ve Sanat Kurulu Yayınları, Ankara, 1987.
AYTEPE, Oğuz, “Yeni Belgeler Işığında Hoybun Cemiyeti”, Toplumsal Tarih, S 174, Tarih Vakfı Yayınları, Ankara, Ekim 1998.
BRUİNESSEN, Martin van, Ağa, Şeyh ve Devlet, Çev. Remziye Arslan, Özge Yayınları, Ankara, 1991.
ÇAY, Abdulhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Boğaziçi İlmi Araştırmalar Serisi: 15, Ankara, 1993.
Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 3, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1992.
GOLOĞLU, Mahmut, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930), Başnur Matbaası, Ankara, 1972.
GÖKTAŞ, Hıdır, Türkiye Cumhuriyeti’nde İsyanlar, 1992.
GÖYÜNÇ, Nejat, Cumhuriyet Türkiye’si ve Doğu Anadolu, Ankara, 1985.
HALI, Reşat, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Harp Tarihi Yayınları, Ankara, 1972.
KALAFAT, Yaşar, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Ankara, 1992.
KOCA, Hüseyin, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Doğu-Güneydoğu Anadolu Politikaları (Umumî Müfettişliklerden Olağanüstü Hâl Bölge Valiliğine), Mikro Yayınları, Konya, 1998.
LAZAREV, M.S., Emperyalizm ve Kürt Sorunu 1917-1923, Çev. Mehmet Demir, Özge Yayınları, Ankara, 1989.
MİNORSKY, Viladimir, Kürtler, Koral Yayınları, İstanbul, 1992.
MUMCU, Uğur, Kürt – İslam Ayaklanması 1919 – 1925, Tekin Yayınları, İstanbul, 1991.
SARINAY, Yusuf, “Hoybun Cemiyeti ve Türkiye’ye Karşı Faaliyetleri”, Mustafa Kemal Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 40, Ankara, Mart 1998.
ŞADİLLİ, Vedat, Türkiye’de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar, İstanbul, 1980.
-Cumhuriyet Döneminde Meydana Gelen İsyanların Tablosu
-İsyanın Adı | İsyan Bölgesi
-Nasturi İsyanı 12-28 Eylül 1924 Güneyde Misakı Milli hududu-Oramar-Çölemerik güneyi-Beytüşşebab’ın doğusunda yer edinen Habur Suyu bölgesi
-Şeyh Sait İsyanı 13 Şubat-31 Mayıs1925 Diyarbakır-Kulp-Varto-Bingöl-Çapakçur-Palu-Maden çevresi
-Şemdinli İsyanı 25 Haziran 1925/ Haziran 1926 Şemdinli-Çal-Çukurca-Beytüşşebab-Oramar
-Raçkotan ve Raman İsyanları 7 -12 Ağustos 1925 Dicle kuzeyi -Siirt batısı- Sason -Silvan bölgesi
-Eruhlu Yakup Ağa ve Oğulları İsyanı ve Pervari İsyanı 1926 Pervari
-Koçuşağı İsyanı 7 Ekim-30 Kasım1926 Ovacık-Hozat-Çemişkezek-Amutka-Aliboğazı-Beylan-
-Yılandağı bölgesi
-Hakkâri İsyanı Ekim 1926-Mart 1927 Çölemerik-Beytüşşebab-Van’ın Nordüz bölgesi
-Sason İsyanları 1925-1937 Siirt ilinde Sason bölgesinde Asi, Küsküt, Herük bölgeleri.
-Mutki İsyanı 26 Mayıs-25 Ağustos 1927 Bitlis’in Mutki ilçesi
-Ağrı İsyanları (1926-1930) I. Ağrı İsyanı: Poti-Serdarbulak-Gökde-Çiftlik Bölgesi
-II. Ağrı İsyanı: Serdarbulak-Biçerler-Karnıyarığa-İnek yaylası-Kozlu Bölgesi
-III. Ağrı İsyanı: Çaldıran, Erciş, Gevaş, Pervari, Eruh,Viranşehir,Siverek,Suruç, Şemdinan, Çal, -Beytüşşebab, Doğu Beyazıt, İran sınırı
-Oramar İsyanı 16 Temmuz-10 Ekim 1930 Oramar, Sat, Semdinan ve Herki bölgeleridir
-Tendürek İsyanı 14-27 Eylül 1929 Ağrı Tendürük bölgesi
-Savur İsyanı 26 Mayıs- 9 Haziran 1930 Savur, Midyat Cizre
-Asi Resul İsyanı 22 Mayıs -3 Ağustos 1929 Eruh ilçesi Lodi nahiye merkezi
-Bicar İsyanı 12 Ekim-17 Kasım 1927 Bicar bölgesi
-Batuş İsyanı 20 Mayıs-9 Haziran 1927 Batuş bölgesi
-Zeylan İsyanı 20 Haziran-18Eylül 1930 Bendimayi suyu- Tendürük – Muratbası- Bozdag – Görgör dağı- Erciş bölgesi
-Pülümür İsyanı 8 Ekim-14 Kasım 1930 Ağrı, Pülümür
-Menemen İsyanı 23 Aralık 1930
-Menemen
-Dersim (Tunceli) İsyanı 1937-1938 Amutka-Nazmiye batısındaki Zel dağ-Dar boğaz –Dojik Munzur doğusu- Karacakale bölgesi
BULUT, Faik, Devletin Gözüyle Türkiye’de Kürt İsyanları, Yön Yay., İstanbul 1991.
Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 3, Kaynak Yay., İstanbul-Nisan 1992.
GÖKTAŞ, Hıdır, Kürtler, İsyan-Tenkil, Alan Yay., İstanbul 1991.
HALI, Reşat, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar(1924-1938), Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara 1972.
İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu 1924-1938 Şeyh Said, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Haz. N. Bilal Şimşir, TTK Basımevi, Ankara 1991.
MUMCU, Uğur, Kürt-İslam Ayaklanması 1919 – 1925, Tekin Yay., İstanbul 1991.
ÖZDEMİR, Hikmet, Türkiye Cumhuriyeti, İz Yay., İstanbul 1995.
ŞADİLLİLİ, Vedat, Türkiye’de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar, İstanbul 1980.
(İsyanlar kısmının büyük bölümü ataturkansiklopedisi.gov.tr den alıntıdır