GENEL ATATÜRK DÜŞMANLARI VE ONLARA CEVAPLAR RIZA NUR

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'e ve ailesine senelerdir içerde ve dışarda değişik iddalarda ve ithamlarda bulunulmuştur. Bu antet altında bulabildiğim birtakım iddialar ve ithamları reel cevapları ile sizinle paylaşacağım. Konular içinde yer alan ( ) içerisindeki numaralar kaynak bilgilerini göstermekte olup sayfa sonlarında kaynaklar gösterilecektir.


TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURUCUSU GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'E ATILAN İFTİRALAR VE BUNLARA YANITLAR


Türkiye'yi son zamanların gerisine düşürmek veya bölmek isteyenler önlerinde en büyük mani olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün tinsel kişiliğini görürler. Gönüllerde Mustafa Kemal Atatürk etkeni fazlaca hiç bir güç fena amaçlarına ulaşamaz. Mustafa Kemal Atatürk'e saldırılmasının başlıca sebebi budur. Mustafa Kemal Atatürk'e meydana getirilen saldırıların yalnızca Mustafa Kemal Atatürk'le alakalı olmadığını, olayın, büyük önderin ulu anısında Türk ulusuna, Türk yurduna, Türk devletine taarruz bulunduğunu görmekteyiz. Bu nedenle, Mustafa Kemal Atatürk'e saldırılar bayağı bir karalama kampanyası değildir. Bütünlüğümüzle, idare biçimimizle, milli kimliğimizle, milli güvenliğimizle ve geleceğimizle direkt alakalı olduğu için ülkemiz için hayati ehemmiyet taşımaktadır. Dolayısıyla tüm kurumlar ile kişilerin ilgilenmesi ihtiyaç duyulan bir konudur.

Bunların saldırma dayanakları asılsız, kara çalma, uydurmadır. Bunun için hayal güçlerini sonuna dek kullandıkları görülüyor. Saldırmada amaçları Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Mustafa Kemal Atatürk etkenini yok etmek olunca, Mustafa Kemal Atatürk'ü tüm yönleriyle karalama, O'na balçık atma çabasında oluyorlar. Doğumundan mezarına varana dek tüm yaptıklarına ve her durumuna yönelik kara çalma üretilmiştir.

Ürettikleri iftiralarla genç beyinleri kirletiyorlar, tesir alanlarına aldıkları kişilerde Mustafa Kemal Atatürk'e ait kuşkular doğuruyorlar. Toplumumuzda inceleme, inceleme alışkanlığı olmadığından ve cahil düşünceye, kanıtsız kanıya haiz olma kolaycılığı yaygın olduğu için, bu şüphe zaman içinde düşmanlığa dönüşüyor. 

İşte bu durumda amaçlarına ulaşmış oluyorlar.

Kişileri demokrasi karşıtı, laiklik düşmanı yapabilmek için ilkin, İslamiyet'i saptırarak, yozdinsel söylemlerle, demokrasi ile laikliğin Tanrı’ya karşı gelmek bulunduğunu, Müslüman’ın laik olamayacağı yalanını aşılıyorlar. Sonra, Türkiye'deki Müslümanları dinsiz laik düzene sokanın Mustafa Kemal Atatürk bulunduğunu, Mustafa Kemal Atatürk'ünse hain, namussuz ve İslamiyet düşmanı bir dinsiz olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Bu iki aşılamanın tuttuğu şahıs, Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik düşmanı olup çıkıyor. Hem de kemikleşmiş biçimde. Gerçekleri göremeyecek kadar körleşiyor. Birey olarak yaşamını, bağımsızlığını, Mustafa Kemal Atatürk'e borçlu bulunduğunu; Mustafa Kemal Atatürk yardımıyla bir yurda, devlete kavuştuğunu artık göremiyor, düşünemiyor. Doğruyu görebilse Mustafa Kemal Atatürk büstüne, heykeline saldırabilir mi? Heykellerine put gözüyle bakabilir mi? Ders betiklerindeki (kitaplarındaki) resimlerinin gözlerini oyabilir veya bıyık-sakal çizebilir mi?

İş bu kadarla da kalmayıp hüviyet tercihi değişikliği de başlıyor. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk'ü karalarken, tarihimizin Mustafa Kemal Atatürk'ün yapmış olduğu periyodu de karalıyorlar. Cumhuriyet tarihini, uydurma ve yalanlarla alt üst edip alternatif tarih dedikleri bir tarih oluşturarak beyinleri bu yalanlarla dolduruyorlar. Bunun cevabında kişiler, Türk kimliğinden uzaklaştırılıyor.

Amacımız; iftiranın, yalanın, uydurmanın doğrusunu, gerçeğini kanıtlarıyla vermektir. En azından bayağı yurttaşların hakikatı, gerçeği öğrenmesini sağlamak, kandırılmasını önlemektir.

Yrd. Doç. Dr. İsmet GÖRGÜLÜ

Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi / Mustafa Kemal Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi Uzmanı 

İFTİRALARIN KAYNAĞI VE RIZA NUR (1)


Bu densizliği ilk icra eden Rıza Nur'dur. "Hayatım ve Hatıralarım" isminde 2005 sayfalık baştan sona kara çalma ve uydurma ile dolu kitabında, "İhtiyar Teselyaların rivayeti şudur." diye adım atar ve Mustafa Kemal'in annesinin genelevde çalıştığına ait berbat iftirayı atar. Rıza Nur tipindekiler de, doğrusu yeni Rıza Nurlar, bu iftiraya sarılırlar.


Bu iftiranın ortaya çıkış nedenini anlayabilmek için Rıza Nur'u birazcık tanıtmamız gerekecek. Ayrıca uydurma ve iftiraların  'nın deposu da bu kişidir, belirttiğimiz kitabıdır. Saldırganların pek oldukca kaynak söylediği de bu kitaptır. 

Rıza Nur, tıp doktorudur. Birinci ve İkinci Meclis'lerde iki devre milletvekilliği yapmış, iki kere hükümette vazife almış, Lozan Konferansı'na İsmet İnönü'nün maiyetinde katılmış bir kişidir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonrasında 14 ciltlik Türk Tarihi isminde bir yapıt yazarak burada Kurtuluş Savaşı'nı överek anlatır.


Eylül 1926'da Türkiye'den ayrılarak ve Fransa'ya yerleşir. Buna rağmen milletvekilliği maaşının ödenmesi sürdürülür. Gidişi de kendisinden, hastalığından kaynaklanır. 1927 senesinde Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'u okur ve yayımlar. Nutuk'ta bu ferdin Balkan Savaşı esnasında yurda ihanet etmiş olduğu, hepimiz yurdu kurtarma çabası içindeyken bunun Arnavutları başkaldırı ettirme çalışmalarında bulunmuş olduğu açıklanır.


Rıza Nur 1928 senesinde, Nutku okur ve "Hayatım ve Hatıralarım" adlı anılarını yazmaya adım atar. Yazarken kullandığı kaynak Nutuk'tur. Nutuk'u ters yüz ederek ve hiç bir belge kullanmadan yazar. Yazdıkça da kalemi iyice kayganlaşır, hayallerini, kafasından geçenleri, fütursuzca kağıda döker. Böylece hainliğinin ortaya dökülmesinin karşılığını verir.


Anılarını, 1935 senesinde, Biritsh Museum'a "1960 yılına kadar okuyuculara sunulmamak" koşuluyla gönderir. Yani vaka tanıklarının ölmesini bekler. Anılar, 1967/1968 senesinde 4 cilt olarak bizim ülkemizde yayımlanır. (Bu iftiraların yayımlanmasına göz yumanlar da ek olarak değerlendirilmesi ihtiyaç duyulan bir hainliktir.) İşte bundan sonrasında Mustafa Kemal Atatürk düşmanları, Türk ve Türkiye düşmanları, kendilerince bir kaynağa kavuşurlar. Mustafa Kemal Atatürk periyodu tarihini belgelere, gerçeklere dayalı değil, Rıza Nur'a dayalı işlemeye başlarlar.


Rıza Nur'un anılara nazaran Mustafa Kemal Atatürk, her türlü fena özelliğe haiz bir kimsedir. Kurtuluş Savaşı Rıza Nur yardımıyla zafere ulaşmıştır. Lozan'ı icra eden, saltanat'ı kaldıran, Cumhuriyet'i kuran, halifeliği kaldıran devrimlerin fikir babası lafda hep Rıza Nur'dur. 

Peki bu Rıza Nur iyi mi bir kişidir? Anılarında kendini tanıtıcı oldukca malumat verir ve kendi haline tabip olarak koyduğu tanı "Kuşkusuz ki ben nevrastenik idim". Evet hasta bir kişidir.


Turgut Özakman, bu ferdin benlik yapısını "Dr. Rıza Nur Dosyası (Bilgi Yayınevi)" isminde yapıtında ayrıntılarıyla ortaya koyar. Ve bir doktordan, yazdıklarının incelenmesiyle bir tanıya ulaşmasını ister. Ruh ve Sinir rahatsızlıkları uzmanı Dr. Hasan Behçet Tokol'un, Rıza Nur'a ait tanısı şöyledir: 

"Bu kişide bir koğuş hastaya kafi gelecek kadar rahatsızlık var. Teşhisim; psikopatik bir zemin üstünde paranoit reaksiyon, doğrusu oldukca ağır bir psikolojik bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zeka fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa müspet işler yapabilirler. Anılarını; son duygu, fikir ve yargılarına nazaran değiştirerek, geriye dönerek tekrar kurgulayarak, sanki gerçekmiş benzer biçimde aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara has bir telafi ve doyum yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir.


"Doktorun, Rıza Nur'da belirlediği rahatsızlık isimleri da şu şekildeki: İzolasyon (kendini çevreden soyutlama), depresyon (psikolojik yavaşlama, içe kapanma, çöküntü), eşcinsel eğilimli, Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop korkusu), depersonelizasyon (aşağılık duygusu), agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın), psikopat (benlik bozukluğu), mitomani (asılsız söyleme), fabulasyon (masal uydurma, düşsel hikayeci), fanteziler (hayal etmiş olduğu vakaları reel sanma), megalomani (büyüklük fikirleri), narsisizm (kendine fanatik olma), paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme korkusu), egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, sürekli övünme, feyk gurur). Gerçekten bir koğuş hastaya kafi gelecek kadar hastalığa sahipmiş.

İşte yeni Rıza Nurların arkasından gittiği, hep kaynak gösterdikleri şahıs bu. Turgut Özakman'ın kitabından Rıza Nur'u birazcık daha tanıtalım : Rıza Nur, bir uçtan bir uca devamlı gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı'nda Arnavutları ayaklandırır, Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçidir, anılarını yazarken ırkçıdır. Anılarında hem sultanlık ile halifeliği kaldırmış olmakla övünür; bununla beraber hazırladığı parti programında halifeliği tekrar oluşturmak ister. "Türk Tarihi" isminde kitabında Mustafa Kemal'in hakkını teslim eder, onsuz zaferin olmayacağını belirtir. Anılarındaysa Mustafa Kemal'e olmadık iftiralar atar. 

Rıza Nur cinsi yönden de sıhhatli değildir. Kendi anlatımıyla gençliğinde bir kere cinsi tacize, bir kere de tecavüze uğramıştır. Sonrasında bir Harbiyeliye aşık olur. Kadın olmak ister. Husyelerini aldırtmayı düşünür.

Rıza Nur'un "Hayatım ve Hatıralarım" isminde kitabının birtakım cümlelerini aynen şöyledir :


"Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir yaşam arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene olanak bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte (M. Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var (s.1786)."


"(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli saklı çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor (s.1346)"


"Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının lafına nazaran de bizim karıya da sataşmış (1410)."


"Yataktan fırladım. Adam da hemen kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım (s.78 )."


"Yaşlı erkek tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım zaman yanımda kimse yoktu (s.84)."


"Bu evladı (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan asla çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde coşku duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum... Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsi ilişki) demektir. (s.22)"


"Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur. (s.1530)"


"Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanoğlu, iğrendiğim şeylerdir. (s.1531)".


"Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir (s.378 ). Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. (s.1305)". 

"Ahlak ve pak adetler ve faziletlerin bir bölümü kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke zorunlu oldum. Yalanda söyledim (s.105)."


Rıza Nur'un hazırladığı bir parti programından saçmalıklar :


· İdare sistemi laik ve sosyaldir. Fakat devletin resmi dini vardır.


· Eski yazıya dönülecek ve Latin harfi ile ikisi birlikte yürüyecek.


· M. Kemal'in Nutuk'u toplattırılıp, imha edilecek .


· Partiye mistik bir biçim verilip, üyeleri Türkçülük hususunda tarikat ve dervişlik benzer biçimde tanrısal bir ülkü ve gayrete haiz olacaktır.


· Halveti tarikatına müsaade etmeli.


· Hilafetin tekrar tesisi yaşamsal bir ihtiyaçtır.


· Başbakanlığa bağlı bir ırk müdürlüğü kurulacak, Türk olmayanlar memurluktan çıkarılacak.


· Kadını erkekle eşit saymak, ona memuriyet vermekten büyük hata olamaz. Kadın çocuk makinesidir. Dans yasaklanacak. Kalıtsal hastalığı olanlar kısırlaştırılacak.

Yeni Rıza Nur'lar, berbat yollarında yürüyebilmek için, Rıza Nur'un haricinde kaynak, belge, malumat sıkıntısı çekiyorlar. Çözüm olarak yeniden Rıza Nur'u kullanıyorlar. Kendileriyle aynı ağzı kullanan bir yabancı gazete de aynı densizliği yapmaktadır. Türk Ulusu Mustafa Kemal Atatürk e hücum eden gazetelerin kimlerle ortaklaşa iş arasında bulunduğunu görmelidir.



Mustafa Kemal Atatürk'e hücum eden bir yunan gazetesi ve iftiraların Türkçesi 

KEMAL ATATÜRK BABASI BİLİNMEYEN BİR ....


SELANİK TEKİ EVİN KENDİSİNE AİTLİĞİ DE BELİRSİZDİR.

Yunan Gazetesi Hronos 1 Mart 1996

Diktatör ve Türkiye'nin reformcusu Kemal Mustafa Kemal Atatürk'ün babası belli değildi. Kemal'in şahsi ve yakın dostu Rıza Nur o şekildeki diyordu. (Rıza Nur, İsmet İnönü'yle beraber Türkiye adına 1923 Lozan Antlaşması'nı imzalamıştır.) Rıza Nur bu hakikatı ortaya çıkardıktan sonrasında Kemal tarafınca sürgün edildi ve hakkındaki öldürülme emri verildi. Ancak Rıza Nur, Paris'e kaçıp kurtuldu ve anılarını yayımladı. Hemen arkasından Londra'daki bir mecmua tarafınca bu anılar İngilizce olarak yayımlanmaya başladığında, bu dergiye yayımını durdurmazsa bombalanacağı tehditleri (büyük ihtimalle Türk şövenistler tarafınca) gelmeye başladı.

Rıza Nur'un anıları arasında, Kemal'in askeri tahsil görmüş olduğu okul kayıtları var olup burada babası bilinmiyor olarak yer almaktadır. Türkler mevzunun yok edilerek unutulması amacıyla bu nüfus kayıtlarını ortadan kaldırdılar. Kemal'in anası olan Zübeyde, Selanik'teki gümrük memuru olan ve Türklerce Mustafa'nın resmi babası olarak yayınlanan Ali Rıza'yla ilk evliliğini yaptığında minik bir bebekti. Gerçek babasıyla alakalı iki yorum vardır :

(1) Genç Zübeyde'nin ilişki içinde olduğu Yenişehir (Larissa) mutassarıfı Abduş Ağa,


(2) Kimliği meçhul Selanik'li bir Yahudi dönmesi. (Ayrıca Hronos bundan önceki sayısında Kemal'in Yahudi kökeniyle alakalı malumat vermişti.)


(Öldüğünde camiye götürülmemişti.) Ali Rıza öldüğü vakit, Zübeyde, varlıklı bir aileye haiz bir Türk Paşasıyla evlendi. Bu arada Kemal reşit olduğu vakit Paşa'dan miras istediğinde "h.s...tir p.ç" cevabını almıştır.


Kemal askeri okuldan mezun olduğunda Manastır'daki bir Yunan kızına aşık oldu. Doğal olarak bu genç kızın ailesi, kızlarının bir Türk, hem de bir askerle olan ilişkilerini benimsemedi. Araya Manastır metropoliti girerek durumu sultana yakınma etti ve Kemal, buyrukla Libya çöllerine sürüldü. Kemal'in Yunanlılara ve Ruhban sınıfına hıncı buradan kaynaklanmaktadır. Kemal'in 1923-1938 yılları arasındaki Türkiye diktatörü olarak yaptığı çılgınlıklarla alakalı olarak, New York'ta 1973 senesinde gazeteci Noel Barbier tarafınca yayımlanmış olan "The Sultanss" isminde tarih betiğini (kitabını) okumanızı öneriyoruz. Kemal'in p.ç soyuyla alakalı Rıza Nur'un anılarını bulup okumamızın olanağı yoktur. Çünkü bu gösterim bizim ülkemizde yasaklanmıştır.

Selanik'te Kemal'in evi olduğu öne sürülen eve gelince, Yunan Devleti'nce Türkiye denen kültürsüz, yırtıcı ve doyumsuz canavarın saldırganlığının bir parça önünün kesilmesi amacıyla iyi komşuluk göstergesi olarak, "Kemal'in (Anadolu'daki Helenizm'i yok eden ) doğduğu ev" denerek bir eski ev verildi. Bu armağan, komşularımız saldırgan ve obur seslerini yükseltmesinler, diye verildi. (Bununla Atina'daki hıyarlar, Şekspir'in Otello isminde eserinde "Lanetli Irk" olarak isimlendirildiği Asya canavarını durdurabileceklerini sandılar.) Doğal olarak o eski evin harbiden Kemal'in evi olduğu veya onunla herhangi bir ilişkisi olduğu yönünde herhangi bir reel delil yoktur.


İşte Rıza Nur bu. Böyle bir şahıs iyi mi ciddiye alınır? Yazdıklarına iyi mi inanılır. Araştırmadan, karşılaştırmadan Rıza Nur'un iftiralarına razı gelen da olsa olsa yeni bir Rıza Nur'dur.


Kaynak :

(1) Bu bölüm, Turgut Özakman'ın, "Dr. Rıza Nur Dosyası" (Bilgi Yayınevi-1995) isminde yapıtından yararlanılarak hazırlanmıştır.

ANNESİNE YÖNELİK İFTİRALARA YANITLAR

İFTİRA :

Mustafa Kemal Atatürk ün Annesi Genelev Kadınıymış ve Annesinin Genelevden Çıkarıldığına Dair Mahkeme Kararı Varmış (!) 

Türk'e Mustafa Kemal Atatürk'ü veren, en büyük Türk annesi hakkındaki bu şekilde bir mevzu açıyor olmaktan keder duyuyoruz. Bizi bağışlamasını diliyoruz.

bizim ülkemizde hurafelere dayalı seviye oluşturmak isteyenler, kendilerine taban oluşturabilmek için din, Mustafa Kemal Atatürk ve tarih ögelerini çarpıtarak kullanırlar. Kişiyi; din ögesiyle "Ben Müslüman’sam laik olamam"; Mustafa Kemal Atatürk ögesiyle "Soyu sopu belli olmayan, bunca fena özellikler taşıyan birinin bitirdikleri iyi olamaz"; tarih ögesiyle de "Ben Türk ulusundan değil, İslam ümmetindenim." anlayışına getirmeye çalışırlar.


Mustafa Kemal Atatürk’e ait tüm müspet duygu ve düşünceleri bilakis çevirebilmek için işe Mustafa Kemal Atatürk’ün annesinden başlarlar. O ulu hanıma, fena hanım olduğu, genelevde çalmış olduğu iftirasını atarlar. Bu iftiralarını da 1990 senesinde, feyk bir mahkeme kararıyla gerçekmiş benzer biçimde işaret etmek isterler.


Bu feyk mahkeme sonucuna nazaran; Zübeyde Hanım beraber yaşamış olduğu şahıs ölünce, ondan olan oğlu için babalık davası açmış, ölenin yakınları itiraz etmiş, karısı olmadığını, genelevden odalık aldığını ve odalık aldığında Zübeyde Hanım'ın 2 yaşlarında çocuk sahibi bulunduğunu bildirmişler. Mahkeme de lafda geneleve sormuş, gelen yanıtta da Zübeyde Hanım'ın 19 Haziran 1881'de oğluyla beraber geneleve girdiği, 11 Nisan 1882'de ölen şahıs tarafınca genelevden çıkarıldığı belirtilmiş. Böyle olunca mahkeme davanın reddine karar vermiş.


Bu berbat iftiracılara nazaran, bu karar dolayısıyla artık her şey o denli aleni ki, bununla beraber mahkeme kararıyla kanıtlı ki, Mustafa Kemal'in babası belli değildir, anası de fena kadındır.

Dünya dillerindeki hiç bir sıfatla anlatılamayacak bu berbat iftiranın yanıtlarına geçmeden, Türkiye'nin geldiği durumu görelim. Bu feyk belge, 1990'da, Almanya'dan, Siirt'ten, Bitlis'ten muhtelif adreslere postalanıyor. En acısı da, Milli Eğitim Bakanlığı'nda çoğaltılıyor (Personel Genel Müdürlüğünün bir şefi tarafınca) ve Meclis'te milletvekillerinin posta kutularına dahi atılabiliyor (23 Şubat 1994)(1).

Hürriyet Gazetesi 3. sayfa (21 Ocak 1990)

Türk basını o günlerde bu iftiraya reaksiyon göstererek sahte belgeyi inceledi.

Basının vardığı sonuç:


· Kağıdın rengi bozulmamış, yazılar hasar görmemiş, 110 senelik belgede bu olanaklı değildir.


· O devrin kararlarında pul yoktur. Bu sahte kağıtlarda pul var.


· Kararda, imzası bulunan yargıçların adlarının ve kıdemlerinin yazılı olması gerekir. Yok.


· Ayrıca kararda hukuksal mantık olarak da büyük bir imla ve görüş yanlışı vardır. (2)


· Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi'yle ne vakit evlendi, sahte kararın yılı olan 1882'ye dek kaç evladı oldu, M. Kemal'den önceki üç evladı için niçin babalık davası laf mevzusu değil, mahkeme esnasında Ali Rıza Efendi'nin durumu ne, sağ mı, ölümü, Zübeyde Hanım'ın kocası mı, değil mi? Sağsa ve Zübeyde Hanım’ın kocasıysa bu durumda evli bir hanım iyi mi babalık davası açabiliyor?


· Annesi genelevde çalışmış olan ve üstelik bu durumu mahkeme kararıyla belgelenmiş birisini, Osmanlı ordusunda askeri okullarla alıyorlar mıydı?


· Osmanlının o yıllarında resmi genelev var mıydı? Varsa mensupları kimlerdi? Yoksa, bu mevzu nereden çıktı?


· Annesinin ikinci evliliğine bile, minik yaşına karşın, katlanamayan bir Mustafa Kemal, annesinin bu şekilde bir durumu olsa onu reddetmez miydi? Böyle bir anneye ölümüne dek bakar mıydı?


· Ayrıca lafı edilen tarihte Zübeyde Hanım 24 yaşlarında ve babasıyla iki adam kardeşi var. Bu koşullarda ve o günkü Türk aile yapısında bu tarz bir olay olabilir mi?


· Böyle bir vaziyet olsaydı, Mustafa Kemal'in muhalifleri, o yıllarda ve ondan sonra, M. Kemal'i öldürme girişimleri yerine, bu durumu kullanmazlar mıydı?


· Böyle bir vaziyet olsaydı, Padişah Vahdettin, M. Kemal'e kızıyla evlenmesini önerir miydi? 

· Karşı taraftan "Bu vaziyet o zamanlar bilinmiyordu." sesleri geliyor. Bu olanaklı mı? Selanik benzer biçimde her insanın birbirini tanıdığı, bilhassa Türk'lerin birbirlerini yakından tanıdıkları bir kentte bu tarz bir olay gizli saklı kalabilir mi? M. Kemal'in çocukluk arkadaşları var, okul arkadaşları var, ondan sonra Selanik'te vazife icra eden asker arkadaşları var. Bunların arasında sonradan muhalifi olanlar var. Bunlar, bu tarz bir olay olsa duymazlar mıydı? 

Duyanlardan, en azından biri, en azından Mustafa Kemal Atatürk öldükten sonrasında, dile getirmez miydi? Karşı taraftan "Rıza Nur dile getirdi." sesi geliyor. Rıza Nur'un kim ve iyi mi biri bulunduğunu anlattık.

Bu irdelemeyi daha çoğaltabiliriz. Ama irdelemedeki bu kadar sual bile bizi bir noktaya getiriyor. Desteksiz atıyorlar, alçaklığın en büyüğünü yapıyorlar. Bu iğrençliğin düpedüz kara çalma bulunduğunu idrak etmek hiç de güç değil.


EVLİ BİR KADIN BABALIK DAVASI AÇABİLİR Mİ?


Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi’yle 1870 senesinde, 14 yaşlarındayken evlenir ve 1882'ye (sahte mahkeme sonucuna) dek, sırayla Fatma, Ahmet, Ömer ve Mustafa isminde 4 evladı olur.(3) Ali Rıza Efendi sağdır ve Zübeyde Hanım’ın kocasıdır. Dört çocuklu ve kocalı bir kadının, dördüncü evladı için bir başka adama yönelik kocalık davası açması mantıksal değildir. Açması demek en basitinden kocasından ayrılmış veya ayrılmayı göze almış olması demektir. Oysa bu tarz bir olay yok. Ali Rıza Efendinin öldüğü sene olan 1893 yılına dek birliktelikleri sürer, Makbule ve Necmiye isminde iki evlatları daha olur. Ayrıca bir koca, bu şekilde bir davayı öğrendiğinde üç kere "Boş ol." deyip birlikteliği bitirir. Evlilik sürdüğüne nazaran bu tarz bir olay yoktur, dava olmadığına nazaran karar da yoktur.

Evli, dört çocuklu ve kocasının geliri olan bir hanım genelevde çalışmaz. Özellikle o günün terbiye anlayışında bu asla olanaklı değildir. Bazı kafalardan geçen suali yanıtlayalım. Ali Rıza Efendi bir ihtimal toleranslı davranmıştır. Olmaz fakat varsayalım ki o şekildeki. Ancak Zübeyde Hanım sadece değil. Kocasının haricinde babası ve adam kardeşleri var. O günün ve bugünün de Türk aile yapısında, bu koşullarda ki bir hanım, değil geneleve girmek, başka halde yanlış bir adım atsa, iş namus meselesi olur ve kanla temizlenir. 

Kendisine "Zübeyde Molla" denilen bu ulu hanım üstünde, bu yakışıksız konuların asla konuşulmaması gerekirdi.


MUSTAFA KEMAL ASKERİ OKULA GİREBİLİR MİYDİ?


Şimdi de askeri okullara giriş koşullarına bakalım. 1845 senesinde orta dereceli askeri okullar açılırken, talebe alımı esasları da belirlenir ve şu şekildeki denir : “Açılacak (askeri okullara) yalnızca hanedan ve asker evlatları alınmayacak; özü ve nesli belli halkın evlatlarından da okullara kayıt yapılacak; camia arasında fena tavır ve durumda olduğu bilinenlerin evlatlarının kayıtları yapılmayacaktır.”(4) 

M. Kemal Selanik Askeri Rüştiyesi’ne (ortaokul) 1894 senesinde bu koşullar uygulanırken kayıt olur. Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi, 1882 senesinde, bir çocuğun babasının belli olmadığına ve annesinin fena hanım olduğuna karar verecek ve 12 sene sonrasında bu çocuk aynı yerdeki askeri okula, yukarıdaki koşullara rağmen kayıt yaptıracak. Bu olacak iş değildir.

DEVLETLE ALAY EDİYORLAR


Yalnızca devletle alay etmiyorlar, o devrin üç padişahını da aşağılıyorlar. Mustafa Kemal, Abdülhamit döneminde askeri okula girer, onun döneminde askeri liseyi, Harp Okulu'nu, Harp Akademisi'ni bitirir ve kurmay subay olur. Sultan Reşat döneminde paşalığa yükseltilir. Vahdettin de Mustafa Kemal’i kendine fahri yaver olarak seçer. Bunlar iyi mi padişahlık yapmışlar? Diyelim ki Abdülhamit yönetimi durumun farkına varmadı. Ama Sultan Reşat yönetimi için aynı şeyi söyleyemeyiz; zira şahıs paşa yapılacak. Diyelim ki o idare de atladı. Artık Vahdettin’den kaçmaması gerekir. Nedenine gelince; Vahdettin M. Kemal'i oldukca yakından tanır. Birlikte uzun bir Almanya gezisi yaparlar. Padişah olduktan sonrasında da en çokca görüştüğü paşalardan biridir. Fahri yaveri yapar. Kızı Sabiha Sultanla evlenmesini ister.(5) Bir padişah düşünün ki, kızıyla evlendirmek istediği ferdin soyunu sopunu araştırmayacak. Olur mu bu şekilde şey? Mutlaka incelemiştir, daha sonra bu öneriyi yapmıştır. Demek ki bunların bulup çıkardığı mahkeme kararını Vahdettin bile bulduramamış!

OSMANLIDA GENELEV VAR MIYDI?


Osmanlı'da fuhuş yasaktır. İslam hukukuna nazaran zina kabul edilir ve ağır cezası vardır. Fuhuşu önlemek için padişahlar sık sık buyruk çıkarırlar. Esir ticaretinin kaldırıldığı 1858 yılına kadar, oldukca yoksullar haricinde erkekler bir fuhuş ort* gereksinim duymazlar. Dört hanımla evlenebilmekte ve ek olarak tutsak pazarından "yataklık" hanım alınabilmektedir. 

Esir ticaretinin kaldırılmasından sonrasında, büyük kentlerde, fuhuş üstündeki baskıda bir gevşeme olur. Gizli randevuevleri ortaya çıkar. Devlet değil, şehir yöneticileri görmezlikten gelir, rüşvet karşılığında çalışmalarına göz yumulur. Rüşvetle göz yumulur fakat, onun da koşulu vardır: Sermaye olarak Müslüman hanım çalıştırılmayacaktır. Ve bunun denetimi yapılır. Müslüman kapital çalıştıran yere göz yumma sonlanır ve yakalanan hanıma oldukca ağır ceza verilir. İstanbul'da bu halde yakalanan bir Müslüman kadının, ceza olarak, cinsi organının kesilmesi vakası ünlüdür.


Sonuç : Osmanlı'da devletten izinli, ruhsatlı, meşru genelev yoktur.


Dolayısıyla Selanik mahkemesinin yazışacağı, karşısında muhatap yoktur. Muhatap olmayınca kontakt yoktur, kontakt olmayınca belirtilen şerefsiz yanıtta yoktur.


NOT: Bu mevzuda detaylı malumat ve belge için, Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Mumcu'ya başvurulabilir. 

Kaynaklar :

(1) Tuşalp, Erbil; Şeriat A.Ş., Bilgi Yayınevi, 1994 s.103

(2) Sabah Gazetesi, 21 Ocak 1990

(3) Güler, Ali ; Mustafa Kemal Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğretim Hayatı, Ank. 1999, s.47,59

(4) Işıklar Askeri Lisesi Tarihi, Bursa-1994, s. 170

(5) Bayur, Hikmet; Mustafa Kemal Atatürk, Hayatı ve Eseri, Ata. Arş. Mrk. Yayını Ank. 1990, s.148


BABASINA YÖNELİK İFTİRALARA YANITLAR


İFTİRALAR :


· Rıza Nur, Mustafa Kemal'in babasının belli olmadığını biliyormuş zira Mustafa Kemal'in Hem Özel Doktoru Hem de Yakın Arkadaşıymış (!)


· Üstelik Mustafa Kemal, babasının anılmasına tahammül edemezmiş (!) M. Kemal, babasından laf etmediği benzer biçimde başka birinin laf ettiğini işitirse ona hasım olurmuş (!)


· Mustafa okula girince anası Ali Rıza Bey'le evlenmiş... Dolayısıyla Ali Rıza Efendi Mustafa Kemal'in Üvey Babasıymış ve Gerçek Babası Belli Değilmiş ve Mustafa Kemal'in babası hakkındaki oldukca söylenti varmış; kimi bir Sırp, kimi bir Bulgar'dır diyormuş.! (!)


GİRİŞ


Pekçoklarının olduğu benzer biçimde bu iftiraların da deposu Rıza Nur'dur. Rıza Nur’un kim bulunduğunu ve iyi mi bir kişiliğe haiz bulunduğunu anlattık. (Rıza Nur Kimdir ve Nasıl Biridir ?)


İftiralarına inanılmasını sağlamak için Rıza Nur'u, Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın arkadaşı ve hususi doktoruymuş benzer biçimde göstermeye çalışıyorlar.


RIZA NUR, MUSTAFA KEMAL'İN ÖZEL DOKTORU DEĞİLDİR.


Rıza Nur, Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın veya uzak arkadaşı da hususi doktoru da değildir. Mustafa Kemal Atatürk'ün, Cumhurbaşkanı oluncaya dek, doktorları olmuştur fakat hususi doktoru olmamıştır. (1) 

Rıza Nur, Mustafa Kemal Atatürk'ün doktorlarından biri olabilir mi diye baktığımızda; Rıza Nur'un 2 Nisan 1920'de Ankara'ya geldiğini, Kasım 1923'te Ankara'dan ayrıldığını, bu 3,5 senelik vakit arasında Sinop mebus olarak çalıştığını, Maarif Vekilliği (4 Mayıs 1920-4 Aralık 1920), Sıhhiye ve İçtimai Muavenet Vekilliği (24 Aralık 1921 - 2 Kasım 1922), Lozan Heyetinde delegelik (3 Kasım 1922-24 Temmuz 1923), Sıhhat Vekilliği (14 Ağustos 1923 - 27 Ekim 1923) yaptığını, ek olarak bakanlığı arasındaki zamanlarda da Rusya'ya, Afganistan'a, Ukrayna'ya sorumlu olarak gönderildiğini görüyoruz.(2) Yani 3,5 yılın (42 ay) 21 ayını bakanlık, 11 ayını da dış görevlerde geçirmiştir. Dolayısıyla bu şahıs Ankara'da doktorluk yapmamıştır ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün doktoru olsun. Mustafa Kemal Atatürk Cumhurbaşkanı olduktan sonraysa bu şahıs, mebus olmakla beraber Ankara'da değil, İstanbul'da yaşamıştır. Bir de Rıza Nur’un kendi yazdıklarına bakalım :


"Ben ekseriye İstanbul'dayım... Cumhuriyetin ilanından mebusluğumun sonuna kadar Ankara'da toplam olarak üç-beş ay ya oturmuşumdur, ya oturmamışımdır... Meclisteki müzakerelere karıştığım, onlarla alakadar olduğum yoktur."(3)


İstanbul'da oturan biri, Ankara'daki Cumhurbaşkanı'nın iyi mi hususi doktorluğunu yapar? Yapamaz, yapmamıştır, yalandır.

"Milletvekilliğinin sona ermesinden sonrasında yapmış olabilir mi?" sorusunun yanıtı da oldukca açıktır : Rıza Nur'un milletvekilliği 1927'de sona erer; fakat, 1926'da Paris'e gitmiştir ve 1939'a kadar yurtdışında yaşar. 

RIZA NUR, MUSTAFA KEMAL'İN YAKIN YA DA UZAK ARKADAŞI DA DEĞİLDİR.


16 Mart 1920'de İstanbul'un işgalinden sonrasında Meclis-i Mebusan mebuslarının pek bir çok, Ankara'da açılacak meclise katılmak suretiyle giderler. Rıza Nur gitmeyenler arasındadır. Ancak İstanbul hükümeti aralarında Rıza Nur'un da bulunmuş olduğu 4 mebusu, Nasihat Heyeti olarak, Ankara'ya göndermeye karar verir. Görevleri, Mustafa Kemal'i meclis açmaktan vazgeçirmek, milli mücadeleye son vermesine ikna etmek. Rıza Nur anılarında bu vakası anlatırken bakın ne diyor. "Anadolu'ya gideceğiz. Fakat ya Mustafa Kemal bizi tepelerse." (4)

Bu iyi mi arkadaşlık? Anlaşıldığı kadarıyla Mustafa Kemal'i daha tanımıyor bile. Arkadaşı olsa bu şekilde bir kaygıya düşmez. Ayrıca Mustafa Kemal de bu heyettekileri tanımamaktadır. Heyettekiler Geyve'de Kuvay-i Milliye tarafınca durdurulur, Mustafa Kemal'le görüşmek istedikleri Ankara'ya bildirilir ve bunun üstüne, 28/29 Mart 1920'de Mustafa Kemal , heyete yönelik telgrafında; "Sizin, İngilizlerin koruması altında ve sağlamış olduğu kolaylıklarla Anadolu'ya geçmeye iyi mi başarıya ulaşmış olabildiğiniz yoruma muhtaçtır. Önce bizi aydınlatmanızı rica ederiz"(5) der. Görüldüğü benzer biçimde Mustafa Kemal, heyettekilerden kuşkulanmıştır. Mustafa Kemal açısından da bir yakınlık olmadığı anlaşılıyor.


MUSTAFA KEMAL, BABASI ALİ RIZA EFENDİ'Yİ ÇOK SEVMİŞ VE ONDAN SIKÇA SÖZ ETMİŞTİR. 

Acaba M. Kemal, babasından asla laf etmeyen bir insan mıydı? Edene de hasım mı olurdu? Yani Mustafa Kemal Atatürk'ün babasına bakışını inceleyelim.

Ali Rıza Efendi'nin 1893'te öldüğünde, Mustafa Kemal 12 yaşlarında, hayatta kalan kardeşi Makbule(1885) 8 yaşlarında, Naciye(1889) ise 4 yaşındadır. Ve Zübeyde Hanım üç yetim çocukla dul kalmıştır. Mustafa Kemal'in dayısı Hüseyin Ağa, bu aile tablosu üstüne Selanik'e gelir ve Zübeyde Hanıma, "Rahmetli ömürsüz insanla seni evlendiren ben oldum. Bundan sonrasında size ben bakacağım, bu evlatları ben büyüteceğim." diyerek aileyi Lankaza'daki Rapla Çiftliği'ne götürür.(6) 

Mustafa Kemal , 1894 senesinde Selanik Askeri Rüştiyesi'ne (Ortaokul) girer. Annesi, ekonomik sorun sebebiyle bir müddet sonra Ragıb Efendi isminde bir kişiyle ikinci evliliğini yapar. Şimdi Mustafa Kemal'in davranışını görelim. Mustafa, evin en büyük ve adam evladı olarak bu birlikteliği onaylamaz. Evle bağını keser ve Selanik Horhor Mahallesi'nde oturan halası Emine Hanım'ın evine sığınır. Okul dışındaki zamanlarında bu eve masraf ve Manastır Askeri Lisesi'ne gidinceye kadar (1896), annesinin evine nadiren uğrar.(7) Ayrıca askeri lise eğitimi için Manastıra değil İstanbul'a gitmek ister.(8 ) Yani bir üvey baba bulunan ev çevresinden,babasının üstüne evlenen annesinden olabildiğince uzaklaşmak ister.

Ölen babası umurunda olmayan bir çocuk, annesinin yeni bir kocayla beraber olmasını da umursamaz. Ancak M. Kemal'in, babasına o şekildeki bağlı olduğu anlaşılıyor ki, babasının yerine ikinci bir adamın geçmiş olmasına katlanamıyor ve işi annesiyle olan bağlarını koparmaya kadar götürüyor. Mustafa Kemal’in babasına bağlılığı, ana evinden ayrıldıktan sonrasında sığındığı yerde de kendini gösteriyor. Dikkat edilirse dayı veya teyze evine değil, hala evine, doğrusu babasının ailesine sığınıyor.

Şimdi, bu şekilde bir şahıs mi babasından laf etmeyecek, edene de hasım olacak? Birkaç misal verelim:


Annesine karşı tepkisini, seneler sonrasında Afet İnan'a şu şekildeki açıklar; "Anamın da genç yaşlarında bu şekilde bir aile bağları yapmış olmasını (sonrasında) takdir ettim. Ancak (bu) çocukluk duygumdan ve benim babamı yitirmiş olmamdan dünyaya gelen bir isyandan ibaretti"(9)


Başlayacağı okulun seçilmesinde babasının rolünü şu şekildeki anlatır. "Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe girmek meselesine aittir. Bundan ötürü annemle babam içinde şiddetli bir savaşım vardı. Annem, ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine girmemi istiyordu. Rüsumatta işyar olan babam, o vakit yeni oluşturulan Şemsi Efendi'nin mektebine devam etmeme ve yeni usul üstüne okumama taraftardı. Sonunda babam işi ustaca halletti. Önce geleneksel merasim ile (ilahilerle) mahalle mektebine başladım. Bu suretle annemin gönlü yapılma oldu. Birkaç gün sonrasında da mahalle okulundan çıktım. Şemsi Efendi'nin mektebine kaydedildim. Az vakit sonrasında babam vefat etti. Annemle birlikte dayımın yanına yerleştik." (10)


Babasının kendisine, "Adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır. Başka umar yoktur." söylediğini anlatır.(11) Kendisi de "... İlk ilham, ana-baba kucağından sonrasında okuldaki eğiticinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır"(12)der.

Babası için bu tarz şeyleri diyen birisi babasından asla laf etmez olabilir mi? Babasına takdir ve hürmet duygularıyla dolu olan bir şahıs, babasından laf edene hasım olabilir mi? Her mevzuda olduğu benzer biçimde bunda da desteksiz atıyorlar.

MUSTAFA KEMAL'İN BABASI BELLİDİR. BİR TÜRK OLAN ALİ RIZA EFENDİ, MUSTAFA KEMAL'İN ÖZ VE GERÇEK BABASIDIR.


Amaç ortada. Babası belli olmayan bir şahıs bir ulusun atası olamaz.” düşüncesini beyinlere yerleştirmek. Bunu da gerçekleri saptırarak meydana getirmeye çalışıyorlar. Gerçek, Mustafa Kemal'in babasının Ali Rıza Efendi olduğudur. Bunlar Ali Rıza Efendi'yi silemiyorlar, Zübeyde Hanım'la evlenme tarihlerini değiştirerek, Mustafa Kemal'i ortada bırakmaya çalışıyorlar. Arkasından da "Babası hakkındaki birçok rivayet var; kimi bir Sırp, kimi bir Bulgar'dır diyor" diye iğrençliklerini sürdürüyorlar.


Ali Rıza Efendi'yle Zübeyde Hanım'ın evlendirilmiş olduğu tarih 1871'dir.(13) 1857 doğumlu Zübeyde 14 yaşlarında, 1839 doğumlu Ali Rıza 32 yaşındadır. Ve bu Zübeyde Hanım'ın ilk evliliğidir. Bir kızın evlenebileceği en erken yaşta da evlendirilmiş olduğu görülmektedir. Bundan ilkin bir birlikteliği daha var demek akıl dışıdır. Evlilikleri Ali Rıza Efendi'nin öldüğü tarih olan 1893'e kadar 22 sene aralıksız sürer. Altı evlatları olur. Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (1881-1938), Makbule (1885-1956), Naciye (1899-1901).(14) Zübeyde Hanım, kocası öldükten sonrasında, ekonomik sorun sebebiyle, Ragıb Bey'le ikinci evliliğini yapar. Bunun da yılı 1894'tür. 

Yeni Rıza Nurlar, Ragıb Bey'in yerine Ali Rıza Efendi'yi koyarak Mustafa Kemal'i babasız benzer biçimde göstermeyi amaçlıyorlar. Ancak diğer tüm iğrençlikleri benzer biçimde bu da bir iftiradır. Çünkü Mustafa Kemal, ilkokula başladığında babası sağdır ve onu okula elinden tutarak babası götürür. Bir önceki mevzuda açıklanmış olduğu benzer biçimde, öz babası Ali Rıza Efendi'nin okul seçimindeki rolünü anlatır. Ragıb Bey ise, askeri okula gittikten sonrasında üvey babası olur. Ali Rıza Efendi, oğlunu üniformalı göremez. Üvey babası görür. Mustaf Kemal, üvey babasından da laf eder. "... sonradan O soylu beyle arkadaş oldum. Bana iyi bir eğitici oldu... Bana karşı oldukca saygılı davrandı, büyük erkek muamelesi etti. Nazik ve kibar bir insandı."(15)

Şimdi sormak gerekir. Altı çocuğun dördüncüsü olan Mustafa Kemal, Ali Rıza Efendi'nin iyi mi üvey oğlu olur? Bunun bir başka cevabını Mustafa Kemal veriyor. Ali Rıza'dan "Babam", Ragıb'tan "Bey" diye laf ediyor.

Ali Rıza Efendi’yle Mustafa Kemal’in birbirlerine ne kadar benzediklerini de mi göremiyor bu kör beyinler ?

SONUÇ :


M. Kemal'in babası bellidir ve Ali Rıza Efendi'dir. Ali Rıza Efendi, üvey değil öz babasıdır. Üvey babası Ragıb Beydir. Ali Rıza üvey babası olsaydı, Harp Okulu künye defterine, babası olarak Ali Rıza değil, o an hayatta olan üvey babası Ragıb ismi yazılırdı. Ama kayıtlar babası olarak, ölmüş bulunmasına karşın, Ali Rıza'yı gösteriyor. Hayatta bulunmasına ve üvey babası bulunmasına karşın Ragıb adı görülmüyor.


Mustafa Kemal, 13 Mart 1899'da Harp Okulu'na girer. Bu dönemde girenlerin kaydının tutulduğu, Kara Harp Okulu'nda bulunan 21 numaralı künye defterinde, M. Kemal ile alakalı şu bilgiler yer alır:


1315 (1899) Duhullülere Mahsus Künye Defteri :


"Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahallesi Gümrük Memurlarından müteveffa (vefat etmiş) Ali Rıza Efendi'nin mahdumu (oğlu) uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96"(16)


Mustafa Kemal'in Künye Defteri Sayfası (Kara Harp Okulu Belgeliği) 

Yeni Rıza Nur'ların dedikleri benzer biçimde Ali Rıza üvey babası olsa, bu künyeye o vakit daha sağ olan üvey babası Ragıb'ın adı yazılırdı. Babası belli olmasaydı, o yıllarda üvey de olsa babası olan yine Ragıb'ın adı kayıtlara geçerdi. Bunlar olmadığına nazaran; Yüce Mustafa Kemal Atatürk'ün, Türk'ün Atası'nın babası Ali Rıza Efendi'dir.


Kaynaklar :


(1) Bkz: Şehsuvaroğlu, Bedi Prof. Dr.; Mustafa Kemal Atatürk'ün Sağlık Hayatı, Hürriyet Yayını, İst. 1981; Şimşir, Bilal N.; Mustafa Kemal Atatürk'ün Hastalığı, TTK. Yayını, Ank. 1989.

(2) Türk Parlamento Tarihi, Cilt 3, TBMM Vakfı Yayını, Ank. 1995, s.868-871

(3) Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Altındağ Yayınevi, 1968, s.1277; Aktaran Turgut Özakman, Dr.Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, 1995, s.136

(4) Rıza Nur, s.520; Turgut Özakman, s.103

(5) Turgut Özakman, s.22,23; Mustafa Kemal Atatürk Ansiklopedisi, Haz. Kemal Zeki Gençosman, c.7, May Yayınları, İstanbul, 1971, s.50

(6) Güler, Ali; Mustafa Kemal Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1990, s.59

(7) a. g.e. s.60

(8 ) Güler, Ali; Manastır Askeri Lisesi ve Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk'ün Askeri Lise Öğrenimi, Ank.199, s.35

(9) Mustafa Kemal Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, s.60

(10) Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c.III, Ata. Arş. Mrk. Yay. Ank. 1999, s.39,40

(11) Mustafa Kemal Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı s.92

(12) Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri c II, Ank. 1959, s.197

(13) Mustafa Kemal Atatürk Soyu ve Ailesi s.73

(14) a.g.e ,s. 73

(15) a.g.e,s.60

(16) Güler, Ali; Hemşehrimiz Mustafa Kemal Atatürk, Karaman Valiliği Yayını, Karaman 2000, s133.

SOYUNA YÖNELİK İFTİRALARA YANITLAR

İFTİRA :


• Mustafa Kemal Selanik'te Doğduğu İçin Türk Değilmiş de Yahudi, Sırp, Bulgar veya Makedonmuş (!) 

Biz Türklerin atasına yöneltilen berbat iftiralardan biri de Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk olmadığı iftirasıdır. Amaç yeniden aynı : Türkleri, Türklerin Atası'ndan nefret eder duruma getirmek. Böylece diledikleri benzer biçimde insanların kafasını yıkayarak Mustafa Kemal Atatürk'ün simgelediği kazanımlarımızı yıkmak.


BİR ULUSTAN OLMAK DUYGU KONUSUDUR


Bir ulustan olmak, bir ulusa bağlı olmak aitlik duygusu ve düşüncesiyle ilgilidir. Birey ilişik bulunduğunu hissettiği ve organize ettiği ulustandır. Bir ulusun temel ögesi hepimiz duygusu ve düşüncesine haiz olan insanlardır. Bu duygu ve düşünceyi de gerçekleştiren temel etkenler milli dil ile milli kültürdür.


Yurdun ekmeğini yeyip de Türk olmaktan utanan, kendini "İslam ümmetindenim" diye tanımlayarak Türk'ü ve Türklüğü karalamaya kalkan niceleri vardır. Bir şahıs kendini Türk hissetmeyebilir fakat bu vaziyet ona Türklüğü aşağılamaya yeltenme hakkını vermez. Bu iftirayı atanların pek bir çok kendilerini Türk hissetmiyor. Ben Türk'üm diyemiyor. Ancak iftiraya yeltendikleri ulu Mustafa Kemal Atatürk, devamlı "Ben Türk'üm ve Türk olmaktan gurur duyuyorum." anlamında haykırmıştır.

ATATÜRK'ÜN ULUSLUK (MİLLİYET) AÇISINDAN KENDİNİ TANIMLAMASI

"Benim hayatta biricik onurum ve servetim, Türklükten başka bir şey değildir."(1)


"Bana, insanoğlu üzerinde bir doğuş yüklemeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir."(2)


"... Türklük, benim en derin itimat kaynağım, en engin övünç dayanağımdır."(3)


"Ulusal varlığımıza hasım olanlarla arkadaş olmayalım. Böylelerine karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir şahıs!' diyelim."(4)


" Üyesi olduğum Türk ulusunun şan ve şerefi olduğu için benim de bir bireyi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır..."(5)

Mustafa Kemal Atatürk kendini işte bu şekilde tanımlıyor. Ben bir Türk'üm diyor ve Türk olmaktan gurur duyuyor. Mustafa Kemal Atatürk, Türk ulusuna unutmuş olduğu milli kimliğini tekrar kazandıran bir Türk'tür ve daha ötesi tüm Türk'lerin de Atası'dır.

SELANİK'TE DE TÜRK OLARAK DOĞULUR 

Mustafa Kemal Atatürk Selanik'te doğmuştur. Mustafa Kemal Atatürk'ün dünyaya gelen olduğu sene olan 1881'de Selanik Osmanlı'ya bağlı bir kenttir. Kaldı ki anası de babası da Türk olan bir şahıs nerede doğarsa doğsun Türk'tür.


ATATÜRK'ÜN BABASI TÜRK'TÜR


Mustafa Kemal Atatürk'ün baba soyu, Aydın-Söke'den gelmiş olarak Manastır vilayetine yerleştirilen, "Kocacık Yörükleri (Koca Hamza Yörükleri)"ndendir. Ali Rıza Efendi, Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelmiştir(1839). Aile sonradan Selanik'e göçmüştür. Ali Rıza Efendi'nin babası ilköğretim öğretmeni Kızıl Hafız Ahmet Efendi; amcası, Kızıl Hafız Mehmet Efendi'dir. Taşıdıkları "Kızıl" lakabı ve yerleştikleri yere "Kocacık" denmesi; Ali Rıza Efendi'nin soyunun, Anadolu'nun da Türkleşmesinde katkısı olan " Kızıl-Oğuz" yahut "Kocacık Yörükleri-Türkmenleri"nden geldiğini göstermektedir.(6)

Anne soyunda olduğu benzer biçimde baba soyunda da en sağlam bilgiler ilkin Mustafa Kemal Atatürk'ün, annesinin, kardeşinin anlattıkları; sonrasında çevrelerinin aktardıklarıdır.


Makbule Hanım; 

"Babam Ali Rıza Efendi, Selanik'lidir. Kendileri Yörük sülalesindendir."(7)


Mustafa Kemal Atatürk:

"... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir."(8 )


M. Kemal'in Selanik'te mahalle ve okul arkadaşı, Kütahya Milletvekillerinden Mehmet Somer (1882-1950)9)


"Mustafa Kemal Atatürk'ün ataları hakkındaki benim bildiğim şunlar : Mustafa Kemal Atatürk'ün ataları Anadolu'dan gelmiş olarak Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık kasabasına yerleşmişlerdir. Bunları ben Selanik'in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacık'lıların tamamı öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların tamamı Yörük'tür... Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine benzer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır."(10)


10 Kasım 1993'te Milliyet gazetesi "Ata'nın Soy Kütüğü" isminde bir makale yayımlar. Gazeteci Altan Araslı, Kocacık köyüne giderek bir inceleme yapar ve köylülerle konuşur. Kocacıklı Numan Kartal'ın aktardıkları : "Ali Rıza Efendi, Manastır vilayetinin Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık'ta dünyaya gelir. Kocacık'ın nüfusu tamamen Türk'tür. Hepsi de Yörük Türkmenleri. Anadolu'dan geldiler. Bizler, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundanız."

Ata'nın Soy Kütüğü

Milliyet Gazetesi (10 Kasım 1993)

Merak Edenler Ata'nın köyü, Mustafa Kemal Atatürk'ün büyükbabasının evine bakabilir! 

Mustafa Kemal Atatürk'ün baba soyu, büyük amcası Kızıl Hafız Mehmet Efendi tarafında devam etmiş ve günümüze ulaşmıştır. Bu soyun Mehmet Efendi'nin oğlu Salih ile eşi Müberra'dan devam ederek torunlarla yedinci kuşağa eriştiği biliniyor. Belgelerden; Mustafa Kemal Atatürk'ün Müberra Hanım'a "Yenge" diye hitap etmiş olduğu, evlatlarından Necati Erbatur'un nişanını 28 Eylül 1927'de Dolmabahçe Sarayında kendisinin yapmış olduğu, diğer amca evladı Vüsat Erbatur'un kızı Nesrin Sögütlügil'in nikahını Park Otel'de kıydırdığı ve nikaha kendisinin de katılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu mevzuda belge ve fotoğraflarla geniş malumat ve ailenin soyağacı için Burhan Göksel'in "Mustafa Kemal Atatürk'ün Soy Kütüğü Üzerine Bir Çalışma" adlı kitapçığına bakılabilir.

ATATÜRK'ÜN ANASI TÜRK'TÜR


Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin yıkılmasından sonrasında (1466), Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, "Konyarlar" adı ile resmi kayıtlara geçmiş ve bu şekilde anılmıştır.(11) 

Aile, Vodina sancağının Sarıgöl kasabasına yerleştirilir. Zübeyde'nin babası Sofizade Feyzullah Ağa, Selanik civarlarındaki Lankaza'ya göçer ve bir çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857'de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım'dır.(12)


Zübeyde Hanım'ın soyunu birde anlatılanlardan görelim.


Mustafa Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956): "Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük'tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından bazılarının da sonradan yeniden Konya'ya geri döndüğünü de şu şekildeki açıklıyor: "Dedem Feyzullah Efendi'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak."(13)


Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor "...Annem her vakit Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Mustafa Kemal Atatürk'e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi."(14)


Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Mustafa Kemal Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular : ".... Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir."(15)


Zübeyde Hanım'ın babasını, kocası Ali Rıza Efendi'yi ve Ali Rıza'nın babası Kızıl Hafız Ahmet Bey'i de tanıdıkları olan Selanik doğumlu Aydın Milletvekili Hasan Tahsin San (1865-1951)(16) şu detayları verir:


" Mustafa Kemal Atatürk'ün validesi, Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Fethullah Ağa'nın kızıdır. Selanik'te doğmuştur. Bu aile bundan 130 yıl evvel (1800'lü yılların başı oluyor.) Sarıgöl'den Selanik'e gelmişlerdir. Vodina sancağının batısında Sarıgöl kasabasında onaltı köyden ibaret olan bu bucak ailesi, Makedonya ve Teselya'nın fethinden sonrasında Konya civarı ahalisinden Osmanlı hükümetinin sevk ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş yüzyıl müddet arasında yaşam tarzlarını, kılık-giysilerini değiştirmemişlerdi."(17)

Bir yabancı yazar da Mustafa Kemal Atatürk'ün anası hakkındaki edinmiş olduğu detayları şu şekildeki aktarıyor:


"Mustafa'nın babası Ali Rıza Efendi, annesi da Zübeyde Hanım'dı. Zübeyde Hanım... sarışındı; düzgün, beyaz bir teni, derin fakat berrak, aleni mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik'in batısında Arnavutluk'a doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyordu. Burası, Türklerin Makedonya'yı ve Teselya'yı almalarından sonrasında Anadolu'nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştikleri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros Dağlarında serbest yaşamlarını sürdüren sarı saçlı Yörükler'in kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. Mustafa da annesine çekmişti; saçları onun benzer biçimde sarı, gözleri onun benzer biçimde maviydi."(18 )

Baba Ali Rıza Bey, Türk

Ana Zübeyde Hanım, Türk

+ ___

Oğul Mustafa Kemal Türk'tür.


SONUÇ : ATATÜRK ÖZ VE ÖZ TÜRK'TÜR. 

KURTULUŞ SAVAŞI VE SAİD-İ NURSİ


1920'li yıllarda Anadolu işgal altındadır. Mustafa Kemal Paşa bir taraftan kelle koltukta halkı örgütlemeye çalışırken diğer taraftan İstanbul kaynaklı bfak hareketlerini etkisizleştirmeye çalışmaktadır. İngiliz destekli şeyhülislam fetvalarıyla Mustafa Kemal ve silah arkadaşları idama mahkum edilirken, padişahında onayıyla kurulan ve işgalci İngiliz istihbaratının desteğiyle eğitilen, ulusalcı güçlere acımasızca saldıran Kuva-i İnzibati'ye karşı mücadele edilmektedir.

Siad-i Nursi nu dönemde İstanbul'da Kuvayı milliye ile alakası olmayan örgütlere katılmıştır. Kürt Teali Cemiyeti, Müderrisler Cemiyeti, Yeşilay Cemiyeti, Darül Hikmet'ül İslam gibi örgütlerde yer almıştır. Ancak bu örgütlerin çoğu, Mondros sonrasında, işgalcilere yardım etmek amacıyla kurulan zararlı cemiyetlerdir.

Said-i Nursi'nin Kurtuluş savaşının hazırlık döneminde toplanan ve bağımsızlık için neler yapılması gerektiğini kararlaştıran Erzurum ve Sivas Kongrelerini destekleyici hiçbir girişimi yoktur. Ancak bilindiği gibi o günlerde çok sayıda gerçek din adamı bu kongrelerin başarısı için canla başla çalışmışlar; kongrelere delege olarak katılmışlar ve dahası Kurtuluş savaşı boyunca hep Atatürk'ün yanında yer almışlardır.

Said-i Nursi'nin Kurtuluş savaşı karşısındaki tavrı bu kadar nettir. Said-i Nursi'yi ve bitmeyen iftiralarını bir kenara bırakmadan öncede herkes kendisine şu soruyu sorsun; Atatürk’ün etrafında ömrü boyunca pek çok din adamı bulund uğu halde, acaba neden Atatürk Said-i Nursi'yi Ankara'ya gelmesine rağmen yanına sokmamıştır? 

SAİD-İ NURSİ:


Mustafa Kemal Atatürk düşmanlarına nazaran, ulu İslam âlimi(!) Said-i Nursi (Kürdi)'nin Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki söyledikleri oldukca önemlidir! Mustafa Kemal Atatürk düşmanları-Dr.Rıza Nur'un yöntemini kullanarak-sözüm ona ''Said-i Nursi'nin Mustafa Kemal Atatürk'ü oldukca iyi tanıdığını'' iddia etmişlerdir.

Ve Said-i Nursi'yi ''ulu bir varlık'', ''evliya'' derecesinde üstün bir benlik olarak gösterip hatta Allah'ın en sevgili kullarından biridir! O bir Allah dostudur! Onun söyledikleri tane tanrısal bir emirdir! Noktasına getirmişlerdir.

Said-i Nursi'nin yolundan giden ve kendilerine ''Nurcu'' ismini verenlerin onun söylediklerine inanmamaları veya onun düşüncelerini sorgulamaları olanaksızdır. Nurculara nazaran Said-i Nursi'nin dediği herşey doğru olduğuna nazaran, Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki söyledikleri de doğrudur!

Said-i Nursi'nin Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik saçma sapan iddialarını dillerine dolayan ''din bezirganları'' tekrar Mustafa Kemal Atatürk'e saldırmışlardır.

Peki, fakat kim bu Said-i Nursi? 

Hayatı;

Said-i Nursi ''Nurculuğun'' kurucusudur. Bitlis'in Hazan kazasının Nurs köyünde 1873 senesinde doğmuştur. Göbek ismi Rıza olan Said-i Nursi'nin aslolan ismi Said-i Kürdi'dir.

Kendisi, köklerinin Hz.Muhammed (s.a.v) 'e dayandığını ileri sürmüştür.

Daha çocuk yaşlarda bölgede etken olan Nakşibendi tarikatına girmiştir. Mahalle okulunda okumuştur. Gençliği Medreseliler içinde geçmiştir. Düzenli bir öğrenim tedris yaşamı olmamıştır.

İstanbul'a ikinci gelişinde tutuklanmıştır (1907). Bir vakit akıl hastanesinde tedavi görmüştür.

31 Mart mürteci isyanının fitilini ateşleyen Derviş Vahdedi'nin Volkan gazetesinde ve Kürdistan dergisinde yazılar yazmıştır. 31 Mart isyanına karıştığı iddiasıyla yargılanarak beraat etmiştir.

Bezmi Nusret Kaygusuz, Meşrutiyet yıllarına ilişik anılarında Said-i Nursi'den şu şekildeki laf etmektedir:

''İttihatçılar bu adamı oldukca şımartmışlardı. İptidada (önceleri) Said-i Kürdi'ye büyük bir paye verdiler. Güya Kürt meselelerinde ondan istifade edeceklerdi. Halbuki yayınlanan saygıyı o kendi hakkı zannetti. Ve yükseklerden ötmeye başladı. Zamanın kutbu ve mehdisi tavrı takında. Maaza yıllar sonrasında da aklı başına gelmemiştir. Yeni bir tarikat iddiasına ve onun piri olmaya çalmış olduğu işitilmektedir. Halen Nurcu diye bilinmektedir.'' 

Nursi Nakşibendi tarikatına mensup,İngiliz yanlısı Derviş Vahdedi ile beraber siyasi İslamcı ''İttihad-i Muhammedi Cemiyeti''ni kurmuştur. Sonra da Kürdistan Teali Cemiyeti'nin kurucuları içinde yer almıştır. Aynı dönemde kürt hakları davasının propagandasını yapmak için kurulan ''Kürt Neşriyat Cemiyeti''nin kurucuları içinde da ismi vardır.

Said-i Kürdi hem eski Almancı yeni Amerikancı, hem İslam donanması yandaşı, hem Osmanlıcı, hem Kürt, hem hilafetçi olması bakımından Amerika'nın Bullit tarafınca kurallaştırılan Soğuk harp stratejisinin Türkiye'deki kanaat önderi ve ruhani lideri olup çıkmıştır. Nursi 24 Mart 1960'ta Şanlıurfa'da ölmüştür. Mezarının yeri belli değildir.

Said-i Nursi, kendisinin ''dini dokunulmazlık zırhıyla'' kaplayıncaya kadar Said-i Kürdi' olarak tanınmıştır. Fakat vakit içinde, ''Nors'' köyünde dünyaya gelen olmasından ve Kur'an' daki Nur Suresi'nden istifade ederek ismini Said-i Nursi'ye dönüştürmüştür. Kur'an'daki Nur Suresi'yle ''Nursi'' ismi içinde bir ayniyet kurarak bilgisiz halk kitlelerini, adının Kur'an da geçtiğine inandırmaya başarmıştır. Said Nursi, bu ''Yapmacık isme'' bir de karizmatik bir ödat eklemiş ve böylece namı kıymet Said-i Kürdi,aniden Bediüzzaman Said Nursi olup çıkmıştır.

Kaynaklar :


(1). Bozkurt, Mahmut Esat; Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İst., 1955, s.95.

(2). Egeli, Münir Hayri; Mustafa Kemal Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İst., 1959, s.15.

(3). Faik Reşit Unat’ın “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” Türk Dili Dergisi, Sayı 146, 1963 makalesinden aktaran Utkan Kocatürk, Mustafa Kemal Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ank., 1984, s.171-173.

(4). Mustafa Kemal Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II. derleyen Nimet Unan, Türk İnk. Tarihi Ens.yayını, Ank.,1959,s.143.

(5). Arıkoğlu, Damar; Hatıralarım, İst.,1961, s.304.

(6). Güler, Ali, s.17.

(7). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28.

(8 ). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28.

(9). Türk Parlamento Tarihi 1931-1935, c.11, Ank.1996, s.402.

(10). E.B. Şapolyo, a.g.e. s.21 den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28.

(11). Güler, Ali; Mustafa Kemal Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.40-46 - Göksel, Burhan; Mustafa Kemal Atatürk’ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Bak. Yay., Ank.1994, s.7.

(12). Güler, Ali; s.46.

(13). Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Mustafa Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İst.,1958, s.33,23- aktaran Güler, Ali s.45.

(14). E.B.Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.27, 28.

(15). E.B.Şapolyo, a.g.e. den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.28.

(16). Türk Parlamento Tarihi, 1919-1923 c.111, TBMM Vakfı Yay., Ank.,1995, s.132-133.

(17). E.B. Şapolyo, a.g.e den aktaran Güler Ali a.g.e.s.45.

(18 ). Lord Kınross, Mustafa Kemal Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınları, İst., 1978, s.25.

Nutuktan bir bölüm


Büyük Nutuktan..... alıntı


"RIZA NUR BEY'İN ARNAVUTLARI TÜRKLÜĞE KARŞI AYAKLANDIRMAYA ÇALIŞANLARDAN BİRİ OLDUĞU ANLAŞILDI

Maliye Bakanı, Mustafa Abdülhâlik Bey, konuşmasına başlamadan ilkin, Rıza Nur Bey'den, zabıttaki laflarından bazılarının açıklanmasını istedi. Rıza Nur Bey, Yanyalı'ların Türklüğünü şüpheli gösterecek halde laflar söylemişti. Abdülhâlik Bey, Rıza Nur Bey'in düşüncesindeki yanlışlığı şu şekildeki düzeltti : Doktor Bey altı yüz sene ilkin, Arnavutluğun bir parçası olan Yanya'ya giden atalarımın orada bıraktıkları torunlarını başka bir soydanmış benzer biçimde göstererek onları itham ediyor. Hem de kim? Maalesef o şekildeki savgıdeğer bir dostum ki, altı yıldan beri mutaassıp bir milliyetçi olmuştur. Daha ilkin o şekildeki değildi. Kendisi daha iyi bilirler. Ben, o Yanyalı dedikleri erkek, Türklük için silâhla savaşırken kendileri tam bilakis, Arnavutları "Türklüğe karşı" ayaklansınlar diye kışkırtmıştır.

Gerçekten de Rıza Nur Bey'in siyasî hayatında birçok mücadelelere katılmış olduğu biliniyordu. Bu durumu, milliyetçi olarak Millet Meclisi devrinde, ona hizmet ve emek harcama alanları gösterilmesine mani sayılmamıştı. Fakat, Türklerin Rumeli'den çıkarılması benzer biçimde, her Türk'ün kalbinde ebedi ve unutulmaz bir acı yaratan büyük felâket vakasında aşırı milliyetçi Rıza Nur Bey'in, Arnavut âsıleriyle beraber Türklere karşı çalıştığını bilmiyorduk. Bu vaziyet anlaşılınca Büyük Millet Meclisi'ni şaşkınlık ve dehşet kapladı. 

Bundan sonrasında Maliye Bakanı diğeri mevzular üstündeki açıklamalarına geçti. Onun peşinden Tarım Bakanı Şükrü Kaya Bey laf aldı. Şükrü Kaya Bey, bilhassa Tarım Bakanlığı'nı eleştiri eden bir konuşmacıya yanıt verdi ve tarım işlerinin güzel cümleler, güzel laflar ve güzel mantıklarla gizlenecek bir şey olmadığını açıkladıktan sonrasında : Bu toprağa yazılan bir eserdir. Onun sayfaları aleni ve hepimiz tarafınca okunmaktadır" dedi ve ilâve etti : "Kalkıp da ulu Meclis'in huzurunda, şu şekildeki yapılmış oldu, bu şekilde yapılmış oldu benzer biçimde demagoji yapılabilir mi? Bu ne cür'ettir?"


Ticaret Bakanı Hasan Bey ve Bayındırlık Bakanı rahmetli Süleyman Sırrı Bey'den sonrasında konferans sırası Dışişleri Bakanlığı'na ve Başbakanlık'a geldi.


Efendiler, Başbakan İsmet Paşa, gensorunun genel olmasını öneri etmiş olduğu günden sonrasında, görüşmelere katılamayacak kadar, hastalanmış, yatıyordu. Millî Savunma Bakanı Kâzım Faşa, İsmet Paşa adına kürsüye çıkarak ihtiyaç duyulan açıklamaları yaptı.


Artık gensoru görüşmelerine son verme tarihi gelmişti. Görüşme yeterliği kabul edildikten sonrasında, Feridun Fikri Bey'in Meclis soruşturması önergesi reddedildi."


BÜTÜN KAYNAKLAR: 

KAYNAKLAR:

(1)Turgut Özakman'ın, "Dr. Rıza Nur Dosyası" (Bilgi Yayınevi-1995)

(2) Tuşalp, Erbil; Şeriat A.Ş., Bilgi Yayınevi, 1994 s.103

(3) Sabah Gazetesi, 21 Ocak 1990

(4) Güler, Ali ; Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğretim Hayatı, Ank. 1999, s.47,59

(5) Işıklar Askeri Lisesi Tarihi, Bursa-1994, s. 170

(6) Bayur, Hikmet; Atatürk, Hayatı ve Eseri, Ata. Arş. Mrk. Yayını Ank. 1990, s.148

(7) Bkz: Şehsuvaroğlu, Bedi Prof. Dr.; Atatürk'ün Sağlık Hayatı, Hürriyet Yayını, İst. 1981; Şimşir, Bilal N.; Atatürk'ün Hastalığı, TTK. Yayını, Ank. 1989.

(8) Türk Parlamento Tarihi, Cilt 3, TBMM Vakfı Yayını, Ank. 1995, s.868-871

(9) Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Altındağ Yayınevi, 1968, s.1277; Aktaran Turgut Özakman, Dr.Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, 1995, s.136

(10) Rıza Nur, s.520; Turgut Özakman, s.103

(11) Turgut Özakman, s.22,23; Atatürk Ansiklopedisi, Haz. Kemal Zeki Gençosman, c.7, May Yayınları, İstanbul, 1971, s.50

(12) Güler, Ali; Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1990, s.59

(13) a. g.e. s.60

(14) Güler, Ali; Manastır Askeri Lisesi ve Mustafa Kemal Atatürk'ün Askeri Lise Öğrenimi, Ank.199, s.35

(15) Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, s.60

(16) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c.III, Ata. Arş. Mrk. Yay. Ank. 1999, s.39,40

(17) Atatürk, Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı s.92

(18) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri c II, Ank. 1959, s.197

(19) Atatürk Soyu ve Ailesi s.73

(20) a.g.e ,s. 73 

(21) a.g.e,s.60

(22) Güler, Ali; Hemşehrimiz Atatürk, Karaman Valiliği Yayını, Karaman 2000, s133.

(23). Bozkurt, Mahmut Esat; Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İst., 1955, s.95.

(24). Egeli, Münir Hayri; Atatürk'ten Bilinmeyen Hatıralar, İst., 1959, s.15.

(25). Faik Reşit Unat'ın Ne Mutlu Türk'üm Diyene! Türk Dili Dergisi, Sayı 146, 1963 makalesinden aktaran Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ank., 1984, s.171-173.

(26). Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II. derleyen Nimet Unan, Türk İnk. Tarihi Ens.yayını, Ank.,1959,s.143.

(27). Arıkoğlu, Damar; Hatıralarım, İst.,1961, s.304.

(28). Güler, Ali, s.17.

(29). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28.

(30). E.B. Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28.

(31). Türk Parlamento Tarihi 1931-1935, c.11, Ank.1996, s.402.

(32). E.B. Şapolyo, a.g.e. s.21 den aktaran Güler, Ali, a.g.e. s.28.

(33). Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.40-46 - Göksel, Burhan; Atatürk’ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Bak. Yay., Ank.1994, s.7.

(34). Güler, Ali; s.46.

(35). Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İst.,1958, s.33,23- aktaran Güler, Ali s.45.

(36). E.B.Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.27, 28.

(37). E.B.Şapolyo, a.g.e. den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.28.

(38). Türk Parlamento Tarihi, 1919-1923 c.111, TBMM Vakfı Yay., Ank.,1995, s.132-133.

(39). E.B. Şapolyo, a.g.e den aktaran Güler Ali a.g.e.s.45.

(40 ). Lord Kınross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınları, İst., 1978, s.25. 




ATATÜRK LATİFE HANIM AYRILIĞI
5 Ağustos 1341 (1925)

Uşşakizade Lâtife Hanımefendi'ye

Muhterem Hanımefendi,
İki buçuk senelik müşterek hayatımızda hâsıl ettiğim kat'î intibâata göre bu hayatın idâmesine çalışmakta bilhassa sizin için imkân-ı saadet bulunamayacağına yakinen ve kat'iyyen kanaat hâsıl ettigimden sizi serbest bırakmayı muvafik buldum. Talâknameyi takdim ediyorum. Hükümete de resmen keyfiyet bildirilmiştir efendim.
 
Türkiye Reisicumhuru Gazi M. Kemal " Beni senin mavi gözlerinden kimse ayıramaz." (Latife)  Latife Hanım'ın Mustafa Kemal Atatürk'e karşı olan hisleri.
''... Yalnız, bir gece, bipayan (sonu olmayan) denizlere benzeyen mühlik (öldüren) gözlerini bana dikerek, 'Bir yere gitmeyin, beni bekleyin. Bunu emrediyorum.' demişlerdi. Bu cümleyi hatırladıkça 'Belki bir daha kavuşmak mümkün olacaktır' diyor kemal-i memnuniyetle yeni bir saadete intizar ediyorum (saadeti bekliyorum). ''
İstanbul, 22 Mart 1926 (Lâtife Hanım'dan)

Büyük reisim, kıymetli paşam, Bilsen seni ne kadar özledim. Gözlerinden taşan mefküre nurunun kudretine, sıcaklığına ne kadar susadım... Cazip ve sihirkâr sesine, insanların bütün benliğini gaşyedip, onların ruhunda en büyük milli heyecanı uyandıran, onları en müşkil hedeflere sevketmeyi bilen, o gür sese...

Bilsen ne kadar müştak ve muhtacım.

Sensizlik... Bu ne büyük bir mahrumiyet... Bu ne büyük bir felaket! Bunu ben bütün mevcudiyetimle yaşamaktayım.

Paşam. Yanımdaki boşluk, en kuvvetli, en seciyeli insanların başını döndürecek kadar derin ve mühlik bir uçurumdur. Buna emin ol! Ben bu boşluktan tevahhuş ediyorum. Ona bakıyorum. Ruhum aç, halim perişan, uzaktan olsun yine sana bakıyorum.

Belgeler için bknz. “Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim!”, Murat Bardakçı

134'üncü sayfada, "Babam [ . . ] mavi gözlü idi. Ben de
öyleyim" demiş, 1 528'inci sayfada ise, "Sarı gözlü [ .. ] bir
adamım."
Kendisi hakkında bile tutarlı ve doğru bilgi veremeyen
aklı karışık, tutarsız biri, bir dönemin güvenilir tanığı olarak benimsenebilir mi? 
Rıza Nur, 1398. sayfadan sonra da İstanbul'dan gelen
gazetelerin haberlerine göre sıraladığı, değiştirdiği, çoğunu da uydurduğu olayları, ya doğru dan kendi müşahedesi
gibi veya çoğunlukla, birtakım hayali veya ölmüş kişilerin
ifadeleri, dedikoduları, rivayetleri, iddiaları şeklinde hikaye
etmiş. Kendi de itiraf ediyor zaten:
" Bundan böyle yazacağım şeyler, gazetelerde gördüğüm ve Paris 'e gelen bazı kulağı delik kimselerden işittiğim
malumattır." [1398/ 1399]
Kimlikleri belirsiz bu hayali kişilerden veya tarihsiz,
isimsiz mektuplardan söz eden ifadelerinden birkaçı da şu:
" Bazı zabitler diyorlar ki.:' [563]
" Bunu bana orada hazır olan biri anlattı." [753]
" .. Başkumandan bunun farkında değilmiş, ricat emretmiş:· [865]
"Bazıları dediler ki.." [947]
"Bir adam sık sık bana geliyor ve . . " [ 1120]
"Bazı kimseler .. " [ 1185]
"Bir gün aklıbaşırıda biri bana dedi ki.:' [ 1 257]
"Mühim yerden haber aldım . . " [ 1286]
"Demiş ki.:' [1314]
"Hikaye ettiler ki. :' [1341]
"Bir gün bir havadis.:· ( 1 360]
••Herkes bunu diyor.:· (1361]
"Biri ... " [ 1 370]
••Yine bir havadis: M. Kemal Müslümanlığı kaldıracakmış. Bunu Falih Rıfkılar, Y. Kadrilerle filan konuşuyormuş .:'
[1373]
"M. Kemal birine söylemiş .. " [ 1 374]
"Ağızlarda türlü havadis.:' ( 1380]
"Diyorlar ki .. " (1445}
"Orada bulunan biri, birine anlatmış, o da bana anlattı. M. Kemaı.:· [ 1446] 
"İstanbul'dan böyle şeyleri bilmesi lazım gelen biri, geldi, anlattı. .. " (1469]
"Paris'e biri geldi, anlattı." [ 1475]
"Diyorlar ki .. " [ 1476]
" Yeni İstanbul'dan gel en biri söyledi.." [ 1481]
"Birini gördüm, 1 bana dedi ki..]" [ 1 550]
"Birine rastgeldim, [dedi ki] .. " I 1552]
"Birini gördüm, [ bahsetti ki].:'
"İki üç gün evvel bir Türk doktor geldi. [Anlattı ki..]"
[1599]
"Türkiye'den gelmiş Türklerden birini gördüm. Memleketin halini anlattı." [ 1630)
"Birine rastgeldim, [dedi ki..]" [1640]
"İstanbul'dan biri gelmiş, anlattı." [ 1645]
"İstanbul'dan yeni gelmiş biri ile görüştüm. Çok şey
anlatıyor." [1647]
"Şu bi r iki gün içinde ayrı ayrı görüştüğüm İstanbul'dan
gelenler bu pek gülünç hikayeyi anlattılar . . . [ 1649]
"İstanbul'dan yeni gelmiş ve işlerin esasına vakıf olacak vaziyette olan biri beni gördü. Ahval in.:· [ 1653]
"Birini gördüm, Meclis Reisi Kazım ... " [1677]
"Burada biri bana birtakım vukuat söyledi..:' [1694]
"İstanbul'dan yeni gelmiş Hıristiyan bir Gürcüye rastgeldim. Münevver bir papaz. İstanbul'u, Türkiye'yi, hükümetin rezaletlerini anlatıyor .. " [ 1712]
"Birisi anlattı ... " [ 1730]
"Biri gelmiş, anlattı.:· [ 1743]
" Bugün Jrak'ın yüksek memurlarından biri ile görüştüm.:' [ 1 778]
"Bunu bana tanımadığım genç bir Türk gelip vesikasıyla göstermiştir ve bunu metresi olan bir kadından almıştır.
Rivayet değildir." [1780] 
"Birini gördüm, İzmir vakasını anlattı. O mükemmel
bir isyan imiş. Eğer Fethi (Okyar) adam olup da isyanın başına geçse imiş de rhal İzmir'e sahip olurmuş. Oradaki askerler de hazırmış .. :· [ 1786]
"Bugün İstanbul'dan bir mektup aldım . . " [ 165 1]
"Mısır'dan aldığım bir mektup yeni vaziyeti izah ediyor .. " [ 1712]
"Bugün Urfa'dan aldığım bir mektuptan öğreniyorum
ki..." [ 1722]
Kulağı delik ve kim olduğu belirsiz kimselerden dinlenen dedikodulara dayanarak siyasi hatıra yazılır mı? Böyle
bir kitap, tarih için alternatif bir kaynak olarak kabul edilebilir mi? Zaten Rıza Nur da, hatıralarını yazarken uyguladığı metodu ağzından kaçırıyor:
"Herkes keyfine, fantezisine, kendi maksadına,
menfaatine, aldatacağına ve aldatıldığına göre yazar:'
[523] 
" Meclis 21 Nisan 1920'de açıldı." (621)
[Doğrusu: 23 Nisan 1920]. 
"Bir de baktım, Hükümet [binasındaj (Ankara Valiliği binası) Bakanlar Kurulu müzakere odasının yanındaki odalar mahrem bir vaziyet almış, oraya yanaşılmıyor. M.
Kemal'in adamlarına sordum. 'Paşanın İstanbul'dan hemşiresi geldi' dediler. Aptal gibi inandım. Bunlarla iş patlak
verdi. Hemşiresi değil, Fikriye adında bir metresi imiş. Yahu, şimdi bunun sırası mı? Hem bu kadın hükümet binasına, Bakanlar Kurulu odasının yanına misafir edilir mi?"
[640]
[Doğrusunu iddiasız bir tanıktan, M. Kemal Atatürk'ün
Emir Çavuşu Ali (Metin)'den dinleyelim: "Fikriye Hanım,
Atatürk'ün üvey amcası Albay Hüsamettin Beyin kızıydı.
[ .. ] Atatürk Anadolu'ya geçtikten sonra yakın akrabalar Fikriye Hanımı Atatürk'e yardımcı olarak göndermeyi düşünmüşler. [ .. ] Atatürk beni yanına çağırarak 'Ali, çok yakında
bir misafirimiz gelecek, yer hazırla!' buyurdular. [ .. ] Atatürk o zaman istasyonda bulunan ve halen müze olan binada oturuyorlardı. Bir gün öğleden sonra binanın dış kapısına yaylı bir arabanın geldiğini ve muhafızların arabayı durdurduklarını posta eri haber verdi. [ .. ] Hemen koşarak arabayı karşıladım. İçerisinde çarşaflı ve yüzü açık bir hanım
oturuyordu. Fikriye Hanımı ayırdığımız odaya götürdüm.
Bu odada evvelce ben yatardım. Siyah renkte bir mektep
karyolasının üzerine tahtalar dizerek yatak hazırlamıştım.
Çankaya Köşküne taşınıncaya kadar Fikriye Hanım burada hayli mahrumiyet çekti." {Atatürk'ü n Şimdiye Kadar Yayınlanmamış Anıları, Anlatan Atatürk'ün Emir Çavuşu Ali
Metin, s. 85 vd., yazan Z. Oranlı, Ankara, 1967)] 
"[Kütahya- Eskişehir savaşında] müthiş mağlup olduk.
Bu öyle bir hezimetti ki, öyle bir kaçış kaçtılar ki [822] ..
M. Kemal buna çekiliş diyor, müthiş bir hezimettir [828] ..
Bizimkiler [ .. ] rezil olmuşlar ve ol muşuzdur [829] .. Bu bir
müthiş bozgunluktur. Ve ordumuz inhilal edip (çöküp) adeta sıfıra müncer olmuştur [870] .. Bizim asker bozgunlukta
fena kaçıyor. [890] "
[Rıza Nur, M. Kemal ve İsmet Paşayı karalamak için
Kütahya-Eskişehir savaşını "müthiş bir hezimet" olarak
göstermek için çırpınıyor. Kütahya-Eskişehir savaşı, Türk
Ordusunun Sakarya'ya kadar geri çekilmesini gerektiren
bir yenilgidir. Cephe yarıldığı için bazı birliklerin çekilişi
de pek düzenli olmamıştır. Ama Rıza Nur'un, adeta memnunlukla iddia ettiği gibi 'müthiş bir hezimet' midir? Doğrusunu, lehimizde olması düşünülemeyecek düşman kayklarından öğrenelim:
'Türkler gerçekten hezimete uğramış olsalardı, onları
kara ya kadar takip etmeye ne lüzum vardı? (8) Muntazam bir şekilde çekilm işlerdir (55) .. Yunanistan'daki zafer
şenlikleri boşuna yapılmıştır." {General V. And reu, o tarihte
1 2. Tü men K., Anıları, s. 56, Çev. H. Rahmi, Genel Kurmay
yayını, 1 932, İstanbul),
"Türk ordusu ne ezilmiş, ne de dağılmıştı. Stratejik bir
yenilgiye uğramıştı, o kadar." (Küçük Asya Seferinin Özetlenmiş Tarihi, s.421, Yunan Aske ri Tarih İdaresi yayını,
1967, özel çeviri (HTD).
"Ordu ve General Stratigos, Eskişeh ir savaşından sonra, 'Mustafa Kemal ordusunun yok edildiğini' reklam ettiler. Oysa maalesef düşmana karşı bir galibiyet sağlanamamıştı. [ .. ] Düşman rahat ve mu ntazam bir çekilme yaptı."
[Küçük Asya Seferinin İçyüzü, o tarihte Yunan Genel Kurmay Başkanı General V. Dusmanis, s.90- 122, Atina, 1928,
özel çeviri (HTD)]
"Türkler bir tac ize uğramadan çekildiler." [Harp ve
Hürriyetler, o tarihte Ordu 4. Şb. Md. Yarbay. L. Spridonos,
s. 157, özel çeviri, (HTD)]
"Malzemenin çoğu düşman eline geçmiştir." [830]
[Doğrusunu yine Yunan kaynaklarından öğrenelim.
"Eskişehir'deki depolar boştu." (General V. Andreu,
a.g.e., s. 56)
"Ne Afyon'da, ne Kütahya'da, ne de Eskişehir'de, düşmana ait belli başlı bir depo elimize geçmemiştir." (Harp ve
Hürriyetler, s. 169)
"Ne esir alabildik, ne de elimize ganimet ve mühimmat
geçti." (Küçük Asya Seferinin İçyüzü, s.122)]
•"Ben bunları şu bu rivayetlere göre söylemiyorum.
Mağlup ordu Sakarya'nın arkasına kaçınca, Millet Meclisi'nden orduya gönderilen Tahkik Heyeti içindeydim."
(827]
[Doğrusu: 23.7.1 921 günü, Edirne Milletvekili M.
Şerefin (Aykut) teklifi üzerine "Meclis'in orduya itimadını beyan ve selamını ulaştırmak üzere bir heyet gönderilmesi" kararlaştırılmıştır. (TBMM 1. D evre Zabıt Ceridesi,
1 1. C., s. 350) " Meclis'in selamını orduya götürecek heyetin
seçimi" 24.7.1921'de yapıl mış (a.g.e., s. 356 vd), 28.7. 1921
günü oturumu yöneten D r. Adnan (Adıvar), heyetten gelen
telgrafı Meclis'e şöyle sunmuştur: "Malum-u aliniz, arkadaşlarımızdan bir heyet intihab edilerek orduya, M eclis-i
alinizin itimad ve selamlarını tebliğe memuren gitmişlerdi." (a.g.e., s. 363) Yani giden heyet, Rıza Nur'un iddia ettiği
gibi bir tahkik heyeti değildir. Rıza Nur Türk Tarihi adlı eserinin 1 'inci cildinin 202'nci sayfasında (Kutluğ Yayınları, 1 972) bu sefer "tetkik heyeti" diyor.] 
" [Bizimkiler] cephane sandıklarının çoğunu şimendifer ile nakledip Nallıhan'da, Kızılırmak'ın arkasına yığdılar." [830]
[Doğrusu: Yahşıhan.] 
. Bu kitapla rın [Battal Gazi, Kan Kalesi vs.] tesiri ile
bende gayet kuvvetli bir pehlivan, bir asker, bir kumandan
olmak hevesi uyandı. [73] Herkes kuvvetime boyun eğsin
istiyordum. [81] 
Tıbbiyede ilk yıllarda içimi yiyen bir kurt vardı. Bu
da bir kunduracı oğlu oluşum idi. O zamana göre öyle bir
adam, adi bir adamdı .. Vakıa aslımız belirsiz bir aile değildik. Ailede tahsil görmüşler de vardı fakat benim babam
kunduracı idi. [119] 
Son sınıflarda [ .. ] yine asabi oldum. [ 131]
Mektepte bana son sınıflarda bir hal olmuştu. Her
yerin mikrop olduğunu öğrenerek hiçbir şeye elimi süremezd im. Bir kapının mandalını tutamaz, bir kimsenin elini sıkamazdım. Mikrop geçecek, öleceğim zannederdim. Bir
yere, birinin eline doku nsam ispirto ile elimi yıkardım. Bunun sebebi kısmen tahsil ettiğimiz ilimler, kısmen de nevrastenik oluşumdu. [ 151]
Mesela o dönemde burnum daima gözüme batardı.
Zannederdim ki koca ve iğrenç bir burnum var. [ 152] [BİR KISMINI ÖNCEDEN YAZMIŞTIK ANCAK TEKRAR HATIRLATMA GEREĞİ DUYUYORUZ]
Rıza Nur'un hatıratında, Atatürk'ün annesi ile ilgili iddalarına kanıt olarak aktardığı, Édouard Herriot 6 Aralık 1933 tarihli konferansında, Rıza Nur'un iddiaları ile alakalı olarak tek bir kelime dahi yoktur. Rıza Nur'un aksine Herriot Atatürk'ü yüceltici bilgiler vermiştir.
Rıza Nur'un hatıratında,, Reşit Saffet Atabinen'in 1931'de Leiden 18. Şarkiyatçılar Kongresi'ndeki konuşması hakkında iftira atan,sallayan Rıza Nur'un nasıl da saçmaladığını ve yalan konuştuğunu bu kitaptaki kongre tutanakları kanıtlıyor...


C.Özakıncı:"Soruyu artık şöyle sormamız gerekiyor: Türkiye'ye 1963 yılında Cavit Orhan Tütengil tarafından getirilen Rıza Nur'un hatıratı nasıl olup da tam zıt görüşteki Kadir Mısıroğlu tarafından kitap halinde yayınlandı? Tütengil'in öldürülme nedenlerine ulaşacağız belki bu sorgulamalarla."

Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu'ndan tam 17 yıl önce Rıza Nur'un hatıralarını yayımlamaya başlamış: 
Rıza Nur:"İttihatçılar beni hudut dışına sürdüler; yani vatandan, anamın babamın yurdundan kovdular. Kovarken de: <<Senin kaleminden zehir ve kan damlıyor, vücudun memleketin asayişine muzırdır.>> dediler."
Cemal Paşa:"(İstanbul) Muhafızlığımın ikinci günü, Merkez Kumandanlığına giderek orada tutuklu bulunan Ali Kemal Bey'le Sinop Mebusu Doktor Rıza Nur ve Gümülcineli İsmail Hakkı Beyleri ziyaret ettim.
"Doktor Rıza Nur Bey, Paris'te tıp tahsili için kâfi aylık tahsisat verilmesini rica etti.
...
Doktorun tahsil masrafını temin ettim ve Paris'e gönderdim."
"Muhaliflerimiz hakkında nasıl bir anlaşma ve dostluk fikri beslemiş olduğumuzu ispat etmek için, Doktor Rıza Nur Beyden aldığım mektupların bazılarını da neşretmeyi uygun gördüm."
Rıza Nur'un Cemal Paşa'ya mektubu:
İstanbul, 16 Ocak 1913
Efendim Hazretleri,
...
Emriniz veçhile yarın Köstence'ye hareket ediyorum. Rıza Nur'un Cemal Paşa'ya mektubu:
Paris, 3 Şubat 1914
Aziz ve Muhterem Paşam,
Cevabi iltifatnamelerimi aldım.
...
Baki afiyet ve muvaffakiyetinizi temenni eder ve hususi hürmetlerimin kabulünü rica ederim Paşam Efendim.
Doktor Rıza Nur" 

Cemal Paşa Hatıralar, sf. 18,19,22,23

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor