BAŞBUĞ ATATÜRK ÖLDÜRÜLDÜ MÜ? NASIL ÖLDÜRÜLDÜ?

Atatürk'ü Niçin Öldürdüler?

19 SORU!...

1-Atatürk'ün tedavisi için, doktor seçimini kim yapmıştır?

2-Purinol adlı ilaç, Atatürk'ün tedavisinde ne kadar kullanılmıştır?

3-Bu ilacı imal eden Hakkı Bey,

(Ruhsat tarihinde soyadı kanunu daha çıkmamıştı.)

Mustafa Hakkı Nalçacı denen kimse midir?

4- Burun kanamalarından dolayı Atatürk'ü tedavi eden Dr. Naki Yıldırım yerine, Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. Meyer'e görev verilmesine neden ihtiyaç duyulmuştur?

5-1938 Şubat ayında; doktorların gelmesini uygun bulmayan Atatürk'e rağmen Prof.Dr, Frank, Prof.Dr.Epinger hangi gerekçe ve kimlerin tavsiyesi ile niçin getirilerek, destursuz Atatürk'ün vücudu onlara emanet edilmiştir?

6- Müsteşar Dr. Arar'ın, yaptığı ilk teşhisi bildirdiği ve kale almayan yetkililer kimlerdi?

7- Atatürk'e kaşıntıların sebebini, karınca ısırığı olarak teşhis eden ve Çankaya Köşkü'ne ziyaretçi olarak 1937 sonlarında gelen doktor kimdi?

8- Ölüm anında; Atatürk'ün ağzına su verdiği ölüm raporunda belirtilen Dr.Kamil Berk, ölüm raporunu niçin imzalamamıştır?

9- Atatürk; neden Dr. Nihat Reşed Belger'e, daha önce kendisini muayene eden Prof. Neşet Ömer İrdelp'in koyduğu teşhisi kontrol ettirme ihtiyacı hissetmiştir?

10- Dr. Fissenger'in yazdığı reçeteleri, hangi eczacı yapmıştır? Bu eczacı Mustafa HAKKI Nalçacı mıydı?

11- Bahsi geçen yabancı doktorlar getirilmeseydi, Salyrgan şırıngasını Türk doktorlar uygularlar mıydı?

12- Sürekli doktorların bilgisi dışında, Paris'ten getirilen ilaçların sorumluluğu kime aittir? (Paris'ten gelen ilacı bünye kabul etmemiş, hasta daha da fenalaşmıştır. 24 Ağustos 1938'deki bu tedavi işin dönüm noktasıdır. Atatürk, o tedaviden sonra "tamamiyle başka şahsiyet olmuştum. Çok tuhaf" diye, Prof.Dr. İrdelp'e anlatıyor.)

13- Paris'te; ilaç alınan 54 Reu Faubourrg Sainet Honere adresindeki firmanın, Dr.Fissenger ile olan bağlantıları nedir?

14- Özel Kalem Müdürü göreviyle, Atatürk'ü, Köşk'ü karıncaların bastığına inandırmaya çalışan Süreyya Anderiman kimdir?

15- Atatürk'ün ölümünün üzerine düzenlenen iki rapordan ilkinde; teşhis karında toplanan sıvı, asit olarak belirtilirken; ikinci raporda, alkolle ilişkili karaciğer iltihabı denmesinin sebebi nedir?

16- Atatürk'ün tedavisi ile ilgili notları olduğunu söyleyerek, bir gün hatıra yazacağını söyleyen Dr. Ömer İrdelp, bahsettiği hatırayı niçin yazmamıştır?

17- Atatürk'e biopsi ve otopsi yaptırmama kararını İçişleri Bakanı mason Şükrü Kay mı vermiştir?

18- Atatürk'ün sıhhı hayatına ilişkin bilgiler, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nda nasıl kayıp olmuştur? (Bakanlık 1976 yılında bilgi isteyen bir profesöre "tüm aramalara karşın bulunamamıştır" cevabını vermişti)

19- 1948 ve 1949 yılında; Bulgar yahudisi Framason Avam Benaroyas ve Yunan gazeteci Apostolos Grazos'un Yunan gazetelerinde yer alan iddiaları üzerine, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti herhangi bir araştırma ve girişimde bulunmuş mudur? Yoksa, haberi dahi olmamış mıdır?



ATATÜRK'Ü MASONLAR ZEHİRLEDİ!

- Katil(ler) işbirlikçiler KİMLERDİ? -

Yunanistan'da yayımlanan; Laiki Metopo (halk Cephesi) Gazetesi'ndeki dizi yazıda "Dr. Abrevaya ve Fischenger, cidden bu işte fedakarane çalıştılar." denilmektedir.

Bahsi geçen Abrevaya, Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı'dır.

Abrevaya, İzmir doğumlu olup, Paris'te tahsil görmüştür.

Atatürk'ün ölümünden sonra, Niğde Milletvekilliği yapmıştır.

Prof. Dr. N.Fissenger, hükümet tarafından Paris'ten getirilmiştir. 8 Eylül 1938 tarihinde, bir gün önce yaptığı muayeneye göre; Prof.Dr. Ömer Neşet İrdelp ile birlikte düzenledikleri rapor, uzun yıllar sonra ortaya çıkmıştır. Fissenger ayrı teşhiste bulunmasına rağmen; Atatürk'ün ölüm raporunda, diğer doktorlarla aynı görüşteymişcesine yazılmıştır. Muhtemelen Paris'ten getirilen ilaçların temin yeriyle de ilgisi vardı..


'SARI LİDER'İ, ÖLDÜRME KARARI ALINIYOR!

Varnalı Bulgar Yahudisi, 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti 'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasında öğrendi.

Sinirlerine hakim olamayarak şunları söyledi; "O Sarı Lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır. Mefkuremize imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!..."

Türkiye'nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacı, acilen Kremlin'e davet edildi.

Nalçacı, Moskova'ya korkarak gitti.

Başına bir hal gelmesi halinde, Kremlin'in Çankaya'ya siyasi baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi.

Kremlin; Nalçacı'ya garanti verdi, verdiği teminatlarla onu rahatlattı.

Kremlin'den aldığı taahhütlerle korkusu geçen Nalçacı, işi ileri götürerek Atatürk'ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında bir hükümet kurulmasını istediyse de, Kremlin "gerici Mareşal Çakmak'ın tabancasına hedef olunacağı" itirazı ile Nalçacı'yı frenledi.

Varnalı Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye'deki masonların ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı; Kremlin yetkilileri ile toplantıdayken, yapılan konuşmaları Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz, ünlü Sovyet despotu Laurenti Beria ile birlikte yan odada ses alma cihazıyla takip ediyorlardı.

Bu konuda Avram Benaroyos, "İlk anlarda Kemal Atatürk'ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük. Ancak, doktorlarımız Atatürk'ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden, Kremlin'in istediği 'esrarengiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm' kararına uyduk. Mason biraderler, cemiyetimiz kapatıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi, O'nun her hareketini alkışladılar. Zamanla O'nun etrafında bir çember vücuda getirdiler ki; Sarı Lider, kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti. 1937 yılı ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk'e ilk darbeyi, sinir organlarını za'fa düşürmek suretiyle indirdi. Böylelikle gösterdiği tedavi usulü, Atatürk'ün sinir organlarını felce uğrattı. Atatürk'te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar, karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini göstermeye başladı" şeklinde yazdı.

Benaroyos; 1 Ağustos 1948 tarihli Yunan Halkın Sesi (laiki foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı Gazeteci Apostolos Grazos da, Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 1-5 Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda, şu görüşleri dile getirdi: "Filistin Siyon kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğu'nu parçaladık. Bundan sonra, yapılması elzem olan üç vazife daha vardı. Bunları seri olarak tatbik etmek icap ediyordu ki; Doktor Abrayava ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar. Bazı Avrupalı tıp dahileri; siroz mütehassısları, Sari Lider'in hastalığı ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de; Türkiye'deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve selahiyetlerini, cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider'in tedavisinde vazife vermemekle bize pekala ispat ettiler."

- ATATÜRK'ÜN HASTALIĞI, KONAN TEŞHİS VE UYGULANAN TEDAVİ -

Varnalı Yahudi Farmason Acram Benaroyas, Atatürk'e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında indirdiklerini söylerken, bundan birkaç ay sonra Aralık 1937'de Yalova'da Atatürk'ü resmen muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, ilk teşhisi "karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir" diyerek koydu.

Oysa, Benaroyas'ın söylediği aylarda Atatürk kaşıntıdan muzdaripti.

Çankaya'da bir akşam, doktorun biri kaşıntıların karınca ısırması sonucu olduğunu söyledi.

Atatürk, "Ben geceleri kaşınıyorum, karınca yatak odama kadar girer mi?" diye sorunca, aynı doktor "evet" cevabını verdi.

Köşkte, et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların varlığı söylentisi yayıldı.

Hatta, böyle karıncalardan bulunduğu tesbit edildi.

Atatürk'ün İstanbul ve Yalova'da olduğu bir sırada, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Asım Arar'a telefon ederek "Köşkü karıncalar bastı, Atatürk kaşıntıdan şikayetçi, bir çare bulun"  dedi.

Doktor ve diğer sıhhı personelden oluşan 8 kişilik karınca arama ekibinin çalışmalarını Dr. Nuri Refet Korur, "evet kırmızı renkte küçük karıncalar gördük" diye açıklamıştı.

İlgili mütehassıslar da; bu tip karıncaların Çin'den Avrupa'ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylemişlerdi.

Karınca hikayesini bilen Atatürk, Dr. Velger'in karaciğerle ilgili teşhisini ve kaşıntının sebebinin bu olduğunu duyunca şaşırmış, ama belli etmemişti.

Atatürk'ü yavaş yavaş öldürme planı hızla işliyor, Atatürk'ün hastalığının teşhisi ile ilgili farklılıklar, Atatürk'ün ölüm raporlarına bile yansıyordu.

Atatürk'ün fenni rapora geçen hastalığı, "Alkole bağlı siroz" olarak tanımlandı.

Oysa aynı rapora imza atan doktorlardan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, daha sonra "bunu kati olarak kestirmek mümkün değil"  diyerek,  "hipertrofik siroz"  tanısına yöneliyordu.

Yani, alkole dayanmayan (sıtma) siroz.

30 Temmuz 1938 Cumartesi günü; Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk'ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu.

Dr. Asım Arar ise, Dünya Gazetesi'ndeki mülakatında; Atatürk'ün hastalığı ile ilgili olarak "karaciğer kifayetsizliği"nden şüphelendiğini, bu şüphesini "söylenmesi icap eden" kişilere söylediğini, bu kişilerinse, böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini, bunun üzerine ise kendisinin daha ileri gidemediğini söylüyordu.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Dr. Arar'ın söylediği türden birinin Atatürk'ün çevresinde bulunabileceğine inanmanın, kendisi için güç olduğunu söylüyordu.

31 Temmuz 1938 günü; Viyana'dan gelen Prof. Dr. Eppinger, Atatürk'e çiğ yemiş kürü uygulayarak bol bol kavun karpuz yedirmiş, ertesi gün Almanya'dan getirilen Prof. Dr. Bergman da Atatürk'e rendelenmiş elma yedirtmiştir.

Daha sonra da bu iki doktor bir araya gelerek, damar tıkanıklığını düşünerek, Atatürk'e Salygran şırıngası uygulamaya karar vermişlerdir.

Aynı gün yapılan konsültasyonda; bu Alman ve Paris'ten getirilen Prof. Dr. Fissinger ise yukarıdaki doktorlardan farklı olarak, afyon mürekkepleri ile şibih kalevilerin (alkoloid) verilmesini uygun görüyordu.

ZEHİRLENDİĞİNİ ANLAMIŞTI...

Atatürk, Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu:

"Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir.. Hükümet, benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger'i getirtti.."


KİMLER MASONDU?

Atatürk'ü tedavi eden doktorlar arasında; Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı, masonluğu alenen bilinenler arasındadır. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da, masondu. Devrin mason yöneticilerinden (Türkiye Locası) Dr. İsmail Hurşit, Muhittin Osman Omay, kapatma kararı tebliğ edilenler arasındadır.

MUSTAFA KEMAL'İN SAĞLIĞI..

Mustafa Kemal, klasik çocukluk hastalıklarının dışında 20 yaşına kadar ciddi bir hastalığa yakalanmadı.

20 yaşında geçici bir süre yakalandığı sıtma hastalığının atlatılması, yine aynı yılda bel soğukluğu hastalığı takip etti.

O yıllarda yaygın olan bu hastalık, O'na ilerideki yıllarda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde üroloji kliniğini kurdurttu.

İdrar yollarındaki bu müzmin hastalığa ilaveten, Anafartalar Savaşı sonlarında, 1916 yılında akciğer iltihabı dolayısıyla ateşi yükselerek yatağa düştü.

2 yıl sonra, Yıldırım Orduları Komutanı iken böbrek ağrıları başladı. Karlsbad Kaplıcaları'nda tedavi gördü.

1919 yılında; Şişli'deki evinde, bir süre kulağından rahatsızlık geçiren Mustafa Kemal, aynı yıl 19 Mayıs'ta çıktığı Samsun'da tekrar nükseden Böbrek ağrılarından dolayı, 19 gün Havza Kaplıcalarında kaldı.

Samsun'da iken tekrar sıtmaya yakalandı.

Aynı yılın son günlerinde, 27 Aralık'ta böbrek ağrıları tekrar başladı.

1921 yılı Nisan'ında sol yanağından çıban çıktı, daha sonra attan düşerek 3 kaburgası kırıldı.

Bu hali ile cepheye gitti.

1923 yılında ise ufak tefek kalp rahatsızlıkları geçirdi.

1927 yılı Mayıs ayında göğüs ağrıları çekti.

Berlin ve Münih üniversiteleri tıp fakültelerinin dahiliye klinik direktörleri Prof. Dr.Friedrivh Kraus ile Prof. Dr. Ernest Von Remberg, hükümet tarafından Türkiye'ye getirtilerek Atatürk'e konsultasyon uygulattırıldı. 1936 yılı Kasım ayında üşütme sonucu ateşi yükseldi, ama kısa sürede iyileşti.

1936 yılı sonuna kadar bunların dışında Atatürk'ün başkaca ciddi bir sağlık sorunu olmadı.


TEDAVİ EDEN DOKTORLAR..

Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof.Dr. Nihad Reşad Belger, Atatürk'ü tedavi eden müdavi (sürekli) doktorlardı.

Prof.Dr. Akil Muhtar Özden, Prof.Dr. Süreyya Hidayet Sertel, Prof.Dr. Mim Kemal Öke(adı sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir), Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kamil Berk, Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ise, gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim olarak görev yapmışlardır.

Sağlık Bakanı Dr. İ.Refik Saydam idi.

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi.

Bunların dışında, Paris'ten Prof.Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin'den Prof.Dr.Von Bergman, Viyana'dan Prof.Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da Atatürk'ün tedavisinde görev almışlardır.


ÖLÜM SEBEBİ, ALKOL DEĞİL!

Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda; ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması olarak gösterilirken, ikinci raporda ise alkolle ilgili karaciğer iltihabı neden olarak gösterilmiştir. Bu çelişkiye rağmen, Atatürk'e biopsi de otopsi de yapılmamıştır. Alkole bağlı siroz olabilmesi için en az 15 yıl süre ile günde en az 3 kadeh alkol alınması gerektiği bilinirken, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmediği, daha sonraki yıllarda da aşırı içki içmediği, karşısındakilere içirdiği söylenmektedir. Salyrgan (civalı ilaç)'ın Atatürk'ün tedavisinde "ajan tedavi ilacı" olarak kullanıldığı, aslında Mustafa Kemal Atatürk'ün bu ilaçla ağır ağır zehirlenerek öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Öte yandan Atatürk'ün daha evvel sıtma geçirdiği bilinmesine rağmen, karaciğer ve dalağı yıpratan Kinin ve Atebrin gibi ilaçlar bol miktarda kullanılarak, ölüm çabuklaştırılmıştır. Sadece 1937 yılında, İstanbul Eczanesi'nden, Atatürk için 43 kutu kinin ilacının alınmış olması buna iyi bir örnektir.

Ogün Deli Atatürk Nasıl Öldürüldü kitabına bakabilirsiniz..

CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in 27 Mayıs darbesinden 14 ay evvel CHP milletvekili Hıfzı Oğuz Bekata’ya yazılan mektubun ağırlığı ortada. O halde sıra ile gidelim ve olup biteni madde madde sıralayalım.

 Hıfzı Oğuz Bekata ister daha fazla para koparmak, isterse de başka niyetlerle olsun bildiklerini farklı meclislerde anlatır.

 Ortada bir zehirlenme raporu var ve Bekata bunun örneğini başka kimselerle paylaşmış.

 Her ne kadar isim açıkça belirtilmiyor ise de cinayetin fâilinin İnönü olduğu kaydediliyor.

 İnönü’nün Menderes ve Bayar’a yönelik darbe yaptırmak için kendisine âdeta tapan askeri örgütlediği belirtiliyor. İcraatlar ve raporlar da bunu doğruluyor.

 Başbakan Adnan Menderes ve Celal Bayar adım adım takip ettiriliyor. Bu amaçla Menderes ve Bayar’ın evine dinleme cihazı yerleştirilmiş. Bu sayede her konuşmadan haberdar olunduğu itiraf ediliyor.

 İnönü’nün MAH’ta hâlâ çok adamının olduğu hatırlatılıyor.

 İnönü’nün Adnan Menderes’i astıracağını söylediği ve kafayı bununla bozduğu dile getiriliyor.

 Kasım Gülek’in de Mustafa Kemal’in öldürülmesinde rol aldığı itiraf ediliyor.

1959’da yapılan bu itiraflar, Cemal Gürsel’in Menderes’in idam kararını İnönü’nün baskısı ile imzaladığı yönündeki itiraf mektubu, MAH’ın masonlar listesinde İnönü’nün adının asla geçmemesi gerektiği ve övülmesi yönünde Milli Birlik Komitesi Genel Sekreteri Mehmet Şükran Özkaya imzalı yazı ve el notları ve MAH’ın İnönü’yü övücü raporu, birbirini doğrulayan belgeler olarak karşımızda duruyor.

gercekhayat.com.tr den alıntılar bulunmaktadır.!
1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta'nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: "Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.

Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.

Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."
ODA TV 

ATA NUR İÇİNDE YAT

TESELLİMİZ CANINDAN ÇOK SEVDİĞİ MİLLETİNE VERMİŞ OLDUĞU BUH VE ŞUURUN YAŞAMIŞ OLMASIDIR KALPLERİMİZDE VE BENLİĞİMİZDE YAŞADIĞI MÜDDETÇE O ASİL TÜRK MİLLETİYLE  BİRLİKTE EBEDİYEN YAŞAYACAKTIR! ATATÜRK ÖLMEMİŞTİR VE ÖLMEYECEKTİR ATANIN ÖLÜMÜNE AĞLAYANLAR VARDIR SAYIN AZİN VATANDAŞLARIM BİR VESİLE İLEDE SÖYLEDİĞİM GİBİ ATAMIZ ÖLDÜ DİYE AĞLAMAMALIYIZ ONUN MİLLETİMİZE GÖSTERDİĞİ DÜŞÜNME VE TEBİH YOLLARDAN AYRILIR VE GENÇLİĞE TEBLİĞ ETTİĞİ EMANETE İHANET EDERSEK O ZAMAN ATATÜRK'E DEĞİL KENDİMİZE AĞLAMALIYIZ BÜTÜN VATANDAŞLARIMIN DUYMAKTA OLDUĞU ACIYA İŞTİRAK EDER ACILARIMIZDAN KURTULMAK İSTİYORSAK ATATÜRK RUHUNUN ASLA KAYBEDİLMEMESİ GEREKİR NE MUTLU ATATÜRK'E LAYIK OLABİLENE!

-CEMAL GÜRSEL

https://www.gzt.com/gercek-hayat/masonlar-niye-panikledi-3515072

İlk iki yayınımızdaki ifşaatlarımıza ses çıkarmayan Mason Locaları, Mustafa Kemal’in öldürülmesi hâdisesi ile ilgili neşrimizle alakalı olarak noterden bir mektup göndermişler.

Gerçek Hayat Dergisi olarak 985’inci sayımızda MAH/MİT’in 1960’da talimatla hazırladığı “Masonluk” raporunu neşretmiş ve rapordaki “Türkiye Mason Cemiyeti, Siyonizmin aleti olmakta ve bir maşa gibi kullanılmaktadır” cümlesini kapaktan duyurmuştuk. 987’nci sayımızda 1935’de kapatıldığı iddia edilen Masonların, 5 Ağustos 1937 tarihinde, 15 Ağustos 1937’de yapacakları toplantıya üyeleri mason İsmet İnönü’yü davet ettikleri mason belgesi ile yine istihbaratın belgelerini ve siyasi mektupları neşretmiştik.

989’uncu sayımızda ise kapaktan “Mustafa Kemal’i kimler öldürdü ve 1938’i neden ‘büyük kurtuluş’ ilan ettiler” suâllerini yöneltmiştik. İçeride ise dönemin etkili masonlarından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın “Aziz K.K.’ım, Bir sene zarfında bihakkın geceli gündüzlü çalışmak ve insanlık idealinin teşekkülü için bir taş daha koymak zahmetine katlanan ve bana daima destgir olan 1938 Büyük Kurtuluşun mihmandarı kıymetli Hürriyet Mah. K. K.’ımla, vazifedaran K.K.’ıma burada en derin şükranlarımı arz ederim. 14.11.1950 Şükrü Kaya” şeklindeki mektubu ile yine Şükrü Kaya’nın İsmet İnönü’ye yazdığı mektubu, dönemin siyasilerinin mektuplaşmaları ve resmi yazışmaları neşretmiştik. 33 dereceli masonlardan Şükrü Kaya’nın “1938 Büyük Kurtuluşun mihmandarı kıymetli Hürriyet Mah. K. K.’ımla…” şeklindeki ifadesinin, Kasım ayında yani Mustafa Kemal Paşa’nın ölümünün sene-i devriyesinde yazılması ve o tarihte başka hiçbir mühim hâdisenin cereyan etmediğine dikkat çekmiştik.

İlk iki yayınımızdaki ifşaatlarımıza ses çıkarmayan Mason Locaları, Mustafa Kemal’in öldürülmesi hâdisesi ile ilgili neşrimizle alakalı olarak noterden bir mektup göndermişler. Keşideci olarak “Büyük Mason Mahfili Derneği” parantezinde ise (Özgür Masonlar Büyük Locası) yazarak gönderilen sözde tekziplerinde kendi derneklerinin 1966’da kurulduğunu beyan ediyorlar. Çift kimlikliler gibi çift ismi olan dernek, 1966’da kurulduğuna ve belgelerimiz de 1937-1960 arasını ihtiva ettiğine göre bu telaş niye? Bir derneğin kaç adı olur? Bu ismin hangisi resmi? gibi, cevabını veremeyecekleri suâlleri bir kenara bırakarak diyoruz ki, sizin Atatürk ilkelerine bağlılık iddianız bizi hiç mi hiç enterese etmiyor. Çünkü bizim elimizde tapu gibi ıslak imzalı, ilgili uzmanlardan orijinalliği konusunda rapor alınmış resmi hüviyetli belgeler var. Bir gün mahkeme talep ederse asıllarını ilgili mahkemeye teslim ekmekten de asla imtina etmeyiz. Kaldı ki, elimizdeki bilgi ve belgeler neşrettiklerimizden de ibaret değil. Yayın organımız yeri ve zamanı geldiğinde gerekli neşirleri yapmayı da sürdürecektir.

“Atatürk’ün ölümüne dair tarihi gerçekler Devlet Arşivlerinde bulunan belgelerle sabittir” diyerek; yayınladığımız devlet ve mason belgelerindeki itirafları dayanaksız(!), hayal ürünü(!), asılsız itham(!) ve masonluğu küçük düşürmeye yönelik boş çabalar olarak niteliyor ‘Büyük Mason Mahfili Derneği (Özgür Masonlar Büyük Locası). Masonların kim ve neye hizmet ettiğini biz değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin istihbarat teşkilatı MAH/MİT’in 1960 tarihli görevlileri, başka hiçbir söze gerek bırakmayacak ve yedi düvele kapak olacak şu cümlelerle zaten vermiştir: “Türkiye Mason Cemiyeti, Siyonizmin aleti olmakta ve bir maşa gibi kullanılmaktadır!” Bu hususta insan daha ne söyleyebilir ki? Ancak masonlara, Tüm Türkiye ve Kemalistler adına şu suâlleri sormuş olalım:

- Mustafa Kemal 1935’de mason locasını kapatmış idiyse, İstiklal isimli locanız dönemin başbakanı mason İsmet İnönü’ye nasıl resmi davetiye gönderdi?

- Arayış locası üyesi mason Şükrü Kaya, 1938 Büyük Kurtuluşun mihmandarı kıymetli Hürriyet Mah. K. K.’ımla…” diyerek Mustafa Kemal’den kurtulmayı değilse neyi itiraf ediyordu?

- 1 Ağustos 1948 tarihli Yunan ‘Halkın Sesi’ gazetesinde, Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas’ın Atatürk’ün ölümü ile ilgili: “Türkiye’deki mason cemiyetinin Atatürk tarafından kapatılarak faaliyetlerinin durdurulduğunu, Moskova’da tarihî bir yerde yoldaşlar arasında yapılan bir toplantıda işittiğim zaman, beynimden okla vurulmuş gibi sersemledim. Heyecandan şaşırmış bir hâlde oradakilere şaşkınlık içinde, bu nasıl olur, neden kapatılırmış? Buna imkân yoktur! Kapatıldığı da bir de gerçek ha! Bu böyle olduğuna göre, o sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır diye haykırıyordum. Atatürk’ün mason cemiyetini kapatması bizi pek derin bir düşünceye sevk etmişti. İlk anlarda Kemal Atatürk’ü silâhla ortadan kaldırmayı düşündük. Çünkü o, felsefemizin Türkiye’de yerleşme imkânlarını ortadan kaldırmıştı. Kendisinin de ortadan kaldırılması son derece elzemdi” şeklinde cümleleri sizce neyin itirafıdır?

- Prof. Dr. Nihat Reşat Belger’in 26 Kasım 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan; “Atatürk’ü ilk defa 1937 Haziranında Yalova’da muayene ettim. O tarihte kendisinde siroz hastalığına ait hiçbir alamet görmedim” cümlesi ile Dr. Asım İsmail Arar’ın “Karaciğerde henüz en dikkatli mütehassısları bile şüphelendirecek” bariz bir değişiklik mevcut değildi. Fakat muhakkaktır ki, ikinci muayenesinde, artık baş göstermiş olan arızayı yakalayıp, hastalık hakkında ilk teşhisi koyan ve tedaviye başlayan o, yani Nihat Reşat Belger olmuştur” ifadeleri için ne diyeceksiniz?

Muktedirler yazdırdıkları tarih kitaplarında, TBMM’nin ilk başkanı ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Kasım 1938’de yakalandığı ‘siroz’ nedeniyle öldüğünü yazdılar. Çeşitli zamanlarda ise Paşa’nın öldürüldüğü söylendi, ancak bütünlüklü güçlü delillerle ortaya konulmadı.

Şahsiyeti, icraatları özellikle de Hilafeti ilgâsı, Osmanlı alfabesini yasaklaması, batı tarzı kılık kıyafet ve hayat biçimini dayatması, ulemanın sürgün veya infâzı, ezânın değiştirilmesi, mâzi ile irtibatın koparılması, Kur’an-ı Kerim’in yasaklanması, hâsılı İslam’ın düşman ilan edilmesi meseleleri henüz kâmilen konuşulmuş değildir. Bütün bunlar Milli Mücadeleyi yürütenlerden ziyade, ele geçirerek dindarları tasfiye eden iradenin bu millet ve milletin inançlarına yönelik husumetin bir neticesiydi.

Sürecin baş aktörü olan Mustafa Kemal Paşa, TBMM’de 1 Kasım 1937’deki son konuşmasında şöyle diyordu: “Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indirildiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz” (Alkışlar) (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, S.3) (https://www.kisa. link/Ma5x). Aynı cümleler, TBMM çatısı altında 12 Ağustos 1982’de 12 Eylül Darbecilerince Danışma Meclisi’ne tayin edilen ve Danışma Meclisi’nin 126. Birleşiminde Bekir Tünay tarafından tekrar ediliyordu (https://www.kisa.link/ Ma5w).

Asker kökenli olan Tünay, İnönü’nün 1965-1969) devresinde CHP’nin Adana milletvekilliğini de yapar. Elbette bu sözlerin takdiri, Allah-ü Teâlâ Hazretleri ve milletimize aittir ve konumuz şu ana kadar zikrettiklerimiz değil. Muktedirler yazdırdıkları tarih kitaplarında, TBMM’nin ilk başkanı ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Kasım 1938’de yakalandığı ‘siroz’ nedeniyle öldüğünü yazdılar. Alkole olan sevgisi bilinen Paşa’nın siroza da bu yüzden yakalandığı direkt olamasa da dile getirilegeldi. Çeşitli zamanlarda ise Paşa’nın öldürüldüğü söylendi, ancak bütünlüklü güçlü delillerle ortaya konulmadı.

‘1938 BÜYÜK KURTULUŞU’

Önce gelin Mustafa Kemal Paşa’nın Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Şükrü Kaya’nın üyesi olduğu Arayış Mason Locası’na hitaben 14 Kasım 1950’de yani Mustafa Kemal Paşa’nın vefatının 12. Sene-i Devriyesinde yazdıklarına bakalım.

  • Aziz K.K.’ım
  • Bir sene zarfında bihakkın geceli gündüzlü çalışmak ve insanlık idealinin teşekkülü için bir taş daha koymak zahmetine katlanan ve bana daima destgir olan 1938 Büyük Kurtuluşun mihmandarı kıymetli Hürriyet Mah. K. K.’ımla, vazifedaran K.K.’ıma burada en derin şükranlarımı arz ederim.
  • 14.11.1950
  • Şükrü Kaya”

1938’in Türkiye açısından en önemli gelişmesi nedir? Hiç şüphesiz, Mustafa Kemal’in ölümü. Üstelik ölüm tarihi Kasım 1938. Mustafa Kemal’in İçişleri Bakanı şöhretli mason Şükrü Kaya ne zaman yazmış bu mektubu?

Kasım ayında!

Ne diyor?

“1938 Büyük Kurtuluşun mihmandarı kıymetli Hürriyet Mah. K. K.’ımla” Neden kurtulmuşlar? Mustafa Kemal Paşa’dan…

“O raporun aslını lütfen teslim et. İşin içerisinde kimler olduğunu biliyorsun. MAH’ta hâlâ çok iyi adamları var. İşini bitirirler. Bunu tehdit olarak algılamayın. Başbakan Adnan Menderes’i adım adım takip ettirdiğini, Celal Bayar’ı takip ettirdiğini, evine dinleme cihazı yerleştirdiğini, her şeyden haberi olduğunu biliyorsun. Ben de biliyorum bunları, ne için yaptığını sana söylemiş idim. Askeriyeyi ayarlıyor, darbe yapıp Adnan Menderes’i astıracağını söylüyor. Kafayı bununla bozmuş. Tüm istihbarat, askeriye adeta kendisine tapıyor. Yapabilecek bir şey yok. Denileni yap, konu kapansın.”

Bunu bir itiraf olarak kaydedin. Ama yeterli değil. Fail tek başına mason Şükrü Kaya olamaz. Ortakları açıkça ifade edildiği üzere yaklaşık yüz elli yıldır devleti, ticareti, üniversiteleri, sivil ve askerî bürokrasiyi istila eden masonlar! Şimdi dönme ve mason olmayan yerli Kemalistlere “gerçeği ne zaman göreceksiniz” diye sormak lazım. Bir not daha “1938 Büyük Kurtuluşun mihmandarı kıymetli Hürriyet Mahfili Kardeş Kalfamla” cümlesindeki büyük kurtuluşun mihmandarı” ibaresine hassaten dikkat! Mason ve Kemalistlerin kendi belgeleri üzerinden yazdıklarımızı pek çoğu anlamayıp başka saiklerle yazdığımızı düşüneceklerdir. Oysa biz, tarihî bir hakikatin peşindeyiz. Memleketimizi saran urlardan kurtulmanın derdindeyiz. Bu yüzden belgeleri sıralamaya devam edelim.

Şükrü Kaya
Şükrü Kaya

Mustafa Kemal Paşa, 1938’de Dolmabahçe’de hastalıkla mücadele ederken, İçişleri Bakanı mason Şükrü Kaya, Mustafa Kemal’in öldü zannedip çocuklarına miras bıraktığı İsmet İnönü’ye şu mektubu yazmış, üstelik ölüm tarihinden 4 ay 10 gün önce:

  • Çok kıymetli büyüğüm İsmet İnönü
  • Cumhurreisimizin hastalığı gün geçtikçe ilerlemekte, çevresinde size karşı bazı tedbirler aldığını duydukça çok üzülmekteyim. Tahsis ettiğimiz doktor görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Cumhurreisimiz, doktorlardan Bunu bir itiraf olarak kaydedin. Ama yeterli değil. Fail tek başına mason Şükrü Kaya olamaz. Ortakları açıkça ifade edildiği üzere yaklaşık yüz elli yıldır devleti, ticareti, üniversiteleri, sivil ve askerî bürokrasiyi istila eden masonlar! Şimdi dönme ve mason olmayan yerli Kemalistlere “gerçeği ne zaman göreceksiniz” diye sormak lazım. Bir not daha “1938 Büyük Kurtuluşun mihmandarı kıymetli Hürriyet Mahfili Kardeş Kalfamla” cümlesindeki büyük kurtuluşun mihmandarı” ibaresine hassaten dikkat! Mason ve Kemalistlerin kendi belgeleri üzerinden yazdıklarımızı pek çoğu anlamayıp başka saiklerle yazdığımızı düşüneceklerdir. Oysa biz, tarihî bir hakikatin peşindeyiz. Memleketimizi saran urlardan kurtulmanın derdindeyiz. Bu yüzden belgeleri sıralamaya devam edelim. çok şikâyet etmiş, “beni Türk doktorlarına emanet edin” demiştir. Yabancı doktorları uzaklaştırmak istemektedir. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim.
  • 30 Haziran 938
  • Dâhiliye Vekili
  • Şükrü Kaya”

Görülüyor ki, Mustafa Kemal’in rahatsızlığı için yabancı mason doktorlar tahsis edilmiş. Gerçi yerli olanlar da mason... Mustafa Kemal kendisine yapılanların farkında ama kuşatılmışlık ve çaresizliğin girdabında… Bu yüzden kendisine ‘sadık’ doktorlar istiyor. Belli ki, birileri onu ortadan kaldırıp İsmet İnönü’yü başa geçirmek istiyor. Nedenleri şimdilik konumuz değil. Ancak mason Şükrü Kaya’nın (Mustafa Kemal tarafından öldüğünü sandığı) İsmet İnönü’ye yönelik biat ve bilgilendirme mektubu son “infâzın” en önemli delillerinden bir diğeri. “İnfâz” diyoruz “Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir” cümlesi bizi bir infâz uygulandığı hükmüne itiyor. Her şeyin olmasa bile bazı şeylerin farkında olan Mustafa Kemal ise belli ki kendisini ölümden korumaya yetmeyecek bazı tedbirler almış. Uşağı Cemal Granda’nın “Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri” isimli hatıratında, en yakınındaki kişilerin bile Mustafa Kemal’i görmesinin engellendiğini anlıyoruz.

‘İNÖNÜ’YÜ BEN CUMHURBAŞKANI SEÇTİRDİM’

FETÖ’nün siyasi babası olan Kasım Gülek’in hem itiraf, hem de tehdit mahiyetli mektubu, fâillerin kimler olduğunu da ortaya koyuyor. Yani katiller ve yardımcılarını… Farklı rivayetler söz konusu ise de, bazı tarihçilere göre İsmet İnönü, bildiği veya şahit olduğu bazı konularda Mustafa Kemal Paşa’yı tehdit eder. Aradaki güven sorununu Fevzi Çakmak şu cümlelerle anlatır: “Kendini ben desteklememiş olsaydım, İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanı seçilmesine imkân yoktu. Milletvekillerinin çoğunluğu ona Atatürk’ün artık güvenmediği, kendisini istemediği ve iş başından bunun için uzaklaştırmış olduğu bir kimse gözü ile bakıyorlardı. Ben ise o sıralarda samimi olarak kendisinden memleket için büyük hizmetler bekliyordum.”

İNÖNÜ, ATATÜRK’TEN SONRA ÇAKMAK’I DA TASFİYE EDER

İnönü fırsatını bulunca Fevzi Çakmak’ı da tasfiye edecektir. İnönü, İngilizlerin safında 2. Dünya Savaşına girmek ister, Genelkurmay Başkanı Çakmak ise bunu engeller. Mustafa Kemal’in yok etmesini istediği İnönü’yü saklayarak koruyan ve Cumhurbaşkanı olmasını sağlayan Fevzi Çakmak, İnönü tarafından 12 Ocak 1944’te emekliye sevk edilir. Bununla da kalınmaz, 1945 yılında Harbiye’nin 100. kuruluş yıldönümü törenlerine bütün emekli subaylar çağrıldığı hâlde en yüksek rütbeli emekli subay olan Çakmak davet edilmez. Dahası adı mezunlar listesine bile konulmaz. Duruma içerleyen Çakmak, Nişantaşı Sağlık Yurdu’nda ölüm döşeğindeyken İnönü ziyarete gelir ise de Fevzi Paşa, İnönü’yü kabul etmez.

Mahmut Esat Bey söz istedi. Kürsüye gelerek, takririni gayet veciz olarak izah etti. Meclisteki masonları bir telaştır aldı. Hele sözcüleri Şükrü Kaya’yı görseydiniz, başından süt dökülmüş kediye benziyordu. Meşhur hatip Mahmut Esat Bey’e laf yetiştirebilir mi idi. Şükrü Kaya, ‘masonluğun bir hayır müessesesi olduğunu’ kürsüden söylediği zaman grubun hemen bütün azası yüzüne haykırdılar. “Hayır! Eserleri nedir, birisini gösterebilir misin? Yalan söylüyorsun, in aşağı” dediler.

ÖLMEDİ ZEHİRLENDİ

Bu belgelerin bir kısmını Yeni Şafak gazetesi 2015 yılında neşretmişti. Bu sayımızda bunlarla beraber yeni belgeler neşrederek konuyu daha kapsamlı olarak ele alacağız. İşte o yayından bazı kesitler: “Sadece dost meclislerinde gündeme gelen ‘Atatürk ölmedi, zehirlendi’ iddialarına ilişkin tarihi belgeler, 57 yaşında hayatını kaybeden Atatürk’ün doğal yollardan ölmediği, zamanın kudretli yöneticileri ve doktorları tarafından ‘zehirlendiğine’ ilişkin iddialar zaman zaman dillendirilse de, bu sınırlı bir tartışmanın ötesine geçmemişti. Belgeler zehirlenme hadisesinin gerçek olduğunu, bizzat İsmet İnönü tarafından tezgâhlandığını ortaya koyuyor.

ALTINDAN KALKAMAYIZ, İŞİNİ BİTİRİRLER

Ölümden yaklaşık 20 yıl sonra konu bir şekilde gündeme geliyor. Bunun üzerine de tehditler. CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, 26 Şubat 1959 tarihindeki yazısında, konuyu bilen bir kimse olan Hıfzı Oğuz Bekata’yı ikaz ediyor. Ama ne ikaz! “Atatürk’ün zehirlendiğine ilişkin raporu” başkalarıyla paylaştığı için Bekata’ya tepki gösteren Gülek, “Bu konu seni de beni de aşar, altından kalkamayız. Sen de altında kalırsın, ben de. Birileri de altında kalır. Geçmişte yapılan hataları telafi etmemizin ihtimali dahi olmadığını iyi bilmektesin” diyor. Gülek ‘CHP Genel Sekreterliği’ antetli mektubunun devamında ismini vermediği bir kişinin MAH’ta (MİT) adamları olduğuna dikkat çekiyor ve Bekata’ya “Senin işini bitirirler” diye şöyle tehdit ediyor:

  • Oğuz kardeşim,
  • Seninle dost masalarında konuştuğumuz konuları bir başkaları ile paylaşman son derece beni üzmüştür. Elimden geldiği oranda sana destek olmaya çalışıyorum. Taleplerin zaman zaman çizgiyi aşmış da olsa sana destek olmak adına sineme çekip taleplerini karşılamaya çalışıyorum. Bahse konu zehirlenme raporunun bir örneğini birilerine verdiğini ifade etmişsin. Bu konu seni de, beni de aşar, altından kalkamayız. Sen de altında kalırsın, ben de. Birileri de altında kalır. Geçmişte yapılan hataları telafi etmemizin ihtimali dahi olmadığını iyi bilmektesin. Gençtik konuya sonradan vakıf olduk, alet olduk. Geri dönülmez bir yola girdik. Bunun vicdan azabını her daim hissettiğimi bilmektesin.
  • Konuştuğumuz gibi meseleyi kendi aramızda halledelim. Düzenli olarak, miktar hesabına yatmaya devam edecek. Birbirimizi üzmeyelim. O raporun aslını lütfen teslim et. İşin içerisinde kimler olduğunu biliyorsun. MAH’ta hâlâ çok iyi adamları var. İşini bitirirler. Bunu tehdit olarak algılamayın. Başbakan Adnan Menderes’i adım adım takip ettirdiğini, Celal Bayar’ı takip ettirdiğini, evine dinleme cihazı yerleştirdiğini, her şeyden haberi olduğunu biliyorsun. Ben de biliyorum bunları, ne için yaptığını sana söylemiş idim. Askeriyeyi ayarlıyor, darbe yapıp Adnan Menderes’i astıracağını söylüyor. Kafayı bununla bozmuş. Tüm istihbarat, askeriye adeta kendisine tapıyor. Yapabilecek bir şey yok. Denileni yap, konu kapansın. Sevgiler, saygılar sunarım.
  • 26.2.1959
  • Kasım Gülek”

MADDE MADDE CİNAYET VE DARBE İTİRAFI

CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in 27 Mayıs darbesinden 14 ay evvel CHP milletvekili Hıfzı Oğuz Bekata’ya yazılan mektubun ağırlığı ortada. O halde sıra ile gidelim ve olup biteni madde madde sıralayalım.

- Hıfzı Oğuz Bekata ister daha fazla para koparmak, isterse de başka niyetlerle olsun bildiklerini farklı meclislerde anlatır.

- Ortada bir zehirlenme raporu var ve Bekata bunun örneğini başka kimselerle paylaşmış.

- Her ne kadar isim açıkça belirtilmiyor ise de cinayetin fâilinin İnönü olduğu kaydediliyor.

- İnönü’nün Menderes ve Bayar’a yönelik darbe yaptırmak için kendisine âdeta tapan askeri örgütlediği belirtiliyor. İcraatlar ve raporlar da bunu doğruluyor.

- Başbakan Adnan Menderes ve Celal Bayar adım adım takip ettiriliyor. Bu amaçla Menderes ve Bayar’ın evine dinleme cihazı yerleştirilmiş. Bu sayede her konuşmadan haberdar olunduğu itiraf ediliyor.

- İnönü’nün MAH’ta hâlâ çok adamının olduğu hatırlatılıyor.

- İnönü’nün Adnan Menderes’i astıracağını söylediği ve kafayı bununla bozduğu dile getiriliyor.

- Kasım Gülek’in de Mustafa Kemal’in öldürülmesinde rol aldığı itiraf ediliyor. 1959’da yapılan bu itiraflar, Cemal Gürsel’in Menderes’in idam kararını İnönü’nün baskısı ile imzaladığı yönündeki itiraf mektubu, MAH’ın masonlar listesinde İnönü’nün adının asla geçmemesi gerektiği ve övülmesi yönünde Milli Birlik Komitesi Genel Sekreteri Mehmet Şükran Özkaya imzalı yazı ve el notları ve MAH’ın İnönü’yü övücü raporu, birbirini doğrulayan belgeler olarak karşımızda duruyor.

HIZFI OĞUZ İZ SÜRÜYOR

27 Mayısçıların İçişleri Bakanı yaptığı CHP eski milletvekili Hıfzı Oğuz Bekata, Kasım Gülek’in “nazikçe” uyarılarına rağmen, Mustafa Kemal’in ölümünün arkasındaki sırrı araştırmayı sürdürür. 1962 yılında CHP Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Lebit Yurdoğlu’ndan yardım ister. CHP Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Yurdoğlu, 18.10.1962 tarihinde dönemin İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata’ya şunları yazar:

  • “Bahse konuyu araştırıp değerlendirmem için bazı dokümanların tarafıma iletilmesi gerekmektedir. Özel talebinizi titizlik içerisinde inceleyip, bir hekim sorumluluğunda rapor halinde getirmem için ek listede olan dokümanların bana teslim edilmesi gerektiğini hatırlatır, saygılar sunarım.
  • Eki: Varsa zehirlenme raporu, kullanılan ilaçların listesi ve raporlar
  • 18.10.1962
  • CHP Genel Sekreter Yardımcısı
  • İzmir Milletvekili
  • Dr. Lebit Yurdoğlu”

Atatürk’ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği, ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğu izlenimini edindim.

‘BU İLAÇLAR TEHLİKELİ OLDUĞU BİLİNDİĞİ HALDE KULLANILMIŞ’

Bakan Hıfzı Oğuz Bekata, Dr. Lebit Yurdoğlu’na istediklerini iletmiş olmalı ki, tam bir ay sonra 18.11.1962’de ise şu cevabî mektubu yazar:

  • “Sn. Hıfzı Oğuz Bekata
  • Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda, sorunun sadece geç teşhis olmadığını, teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tesbit ettim. Atatürk’ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği, ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğu izlenimini edindim.
  • Atatürk’ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç ‘piremidon’dur. İnsanlar üzerinde toksin ‘zehirli’ etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. ‘Civalı diuretik’ olan ‘salyrgan’ isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, Dr. Neşet Irdelp’in hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur.
  • Hürmet ve muhabbetlerimle
  • C.H.P. Genel Sekreter Yardımcısı
  • İzmir Milletvekili - Dr. Lebit Yurdoğlu”

‘SON NÖBET DEFTERİ’ YAZIŞMALARI DOĞRULUYOR

1955’te İş Bankası Yayınlarından Celal Bayar’a ithafen, Özel Şahingiray imzasıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın son günlerini anlatan ‘Son Nöbet Defteri’ adlı bir çalışma yayınlanır. Bu çalışmada, 1 Ekim-8 Kasım 1938 arasında Mustafa Kemal’e verilen gıdalar, uygulanan tedaviler ile müdahale eden doktorların listesi yer alıyor. Yoğun bakımdaki veya yemeği çiğnemeye mecali olmayan bir kişiye verilecek türde sıvılardan ibaret bir beslenme listesi var. Süt, kahve, çay, meyve suları, salep, çorba, su, muhallebi ve 5 gr’ı geçmeyen ekmek. Belli ki durum ağır!

‘Son Nöbet Defteri’ yukarıdaki Doktor Lebit Yurdoğlu’nun mektubunda yer alan ve toksik olarak kaydedilen ‘Piremidon’ adlı ilaçları ve diğerlerinin kullanıldığını doğruluyor. Üstelik ‘Piremidon’ Ekim ayının 5’inde 3 doz, 8, 13 ve 14 ’ünde 2 doz, 4, 6, 7, 10, 11, 12, 15’inde ise birer doz verilmiş. 14’ünden itibaren durum hayli kötüleşmiş ve bu ilaç kesilmiş, 30 Ekimde ise yine başlanmış. Bellafolin 4, 13, 14, 15’inde 7 doz, Kamplon 12, 13, 14, 16’sında, Eytrait 17’sinde şeklinde devam eden, son günlere doğru 20’ye yakın ilacın verildiği, neredeyse her gün lavman yapıldığı, bunun bazı günlerde iki üçe çıktığı rapor ediliyor. (Bakınız s.17-175)

Sabahattin Savcı
Sabahattin Savcı

Ama önce Sabahattin Savcı kim ona bir bakalım. Adalet Partili olan Savcı, 1977-1978 yıllarında Orman Bakanlığı yapmış bir siyasetçi. Diyarbakır milletvekilliği ve Cumhuriyet Senatosu Diyarbakır Üyeliğinde de bulunmuş. İlginçtir ki, Ziraat Yüksek Mühendisi Savcı’nın E sınıfı sürücü belgesi ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nce verilen Trafik Denetleme Hüviyetinin asılları, Kasım Gülek’in eline geçmiş. Bakan Savcı mektubunda şunları yazıyor:

  • “Değerli Dostum,
  • Atatürk’ü koruma kanunu ile ilgili Yusuf Azizoğlu değerli büyüğümün şu beyanatı beni çok etkilemiştir. “İyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise ortaçağ zihniyetinin totaliter rejiminin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve ananeleriyle bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek realite icabıdır. Hele hele demokratik bir zihniyette onun devrini ideal kabul etmek imkânsızdır. Atatürk’ün bütün düstur ve görüşleri hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir.”
  • Yusuf bey Diyarbakır milletvekili, aynı zamanda 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan hükümette Sağlık Bakanlığı yapmış, saygı duyduğumuz bir büyüğümüzdür. Kendileri ile Diyarbakır Hazro’da yaptığımız bir söyleşide Atatürk ile ilgili çok ilgi çekici konuları anlattı. Sağlık Bakanlığı döneminde Bakanlıktan ayrılmak durumunda bırakılmasının birinci nedeni, DP milletvekillerinden idamla yargılanan Zeki Eratman, ikincisi de ‘Atatürk deyince çok şaşırarak ama Atatürk ile nasıl bir alaka olabilir ki’, dediğimde konuyu anlattı.
  • Dönemin İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz, Zeki Eratman’ın hapisten kaçırılması ile kendisini suçlayarak istifa etmeye zorlamış. Yusuf Bey de, Hıfzı Oğuz’un Atatürk’ün ölümü ile ilgili samimi bir ortamda itiraf ettiği, Kasım Gülek, İnönü, Şükrü Kaya ‘Atatürk’ün yerli ve yabancı doktorları vasıtasıyla yavaş yavaş zehirlenerek öldürüldüğünü, bunun mason localarının yoğun çabaları ile yapıldığını itiraf etmiş. Yusuf bey de, istifaya zorlayan Hıfzı Oğuz’a bunu tehdit olarak kullanmış, fakat başvekil istifasını kabul etmiş ve yoğun biçimde ailesi ve iş hayatı tehdit eder hale gelince geri çekilip, konuyu kapatmak zorunda bırakılmış.
  • Yusuf bey ne tezattır, “Bediüzzaman, ‘Atatürk düşmanı’ diye mahkemelerde süründürülüp işkence yapılıyor. Bu cezayı verenler ve süründürenler de, Atatürk’ün zehirlenerek öldürülmesine katkı sunanlar, bundan daha büyük tezat olabilir mi Sabahattin” demişti. Hayretler içerisinde dinledim. Dine bu kadar zarar veren, adeta Müslümanlığı bu derece ayaklar altına alan Mustafa Kemal, masonlar tarafından zehirlenerek öldürülmüş. Allah’ın mukadderatına bak, hiç bir suç cezasız kalmıyor. Atatürk’ü sevdiğini, taptığını iddia eden İnönü ve şurakâsı, askeri yetkililer hayret ki hayret, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste. Sevgili kardeşim, Atatürk’ün ölümü ile ilgili gazeteye beyanatında, birçok konunun soru işaretleri içerisinde olduğunu belirttiğin halde, gazetelerin bunu yayınlamadığını, sansür ettiklerini söylemişsin. Nasıl sansürlemesinler, bilakis Yusuf beyin bana beyanatını size anlattım ki, gerçeği bilesiniz, tabi ki yayınlamazlar, yukarıdan baskı görüyorlar, cesaret edemezler. Bir gün bunların hepsi konuşulur hale geldiğinde, Yusuf beyde bazı dokümanlar var, onu değerlendirebilirsin diye yazıyorum. Allah’ın selamı üzerine olsun.
  • 16.5.1975
  • Sabahattin Savcı”

SABETAYİST MASON MÜCADELESİ SÜRÜYOR MU?

Mustafa Kemal hakkındaki kanaatlerin tümü bir yana, eldeki belgeler Mustafa Kemal’in adım adım zehirlenerek öldürüldüğünü açıkça gösteriyor. Bunun ise mason İsmet İnönü, mason Kasım Gülek, mason Şükrü Kaya, ‘yerli’ ve yabancı mason doktorlar ve mason localarının işbirliği ile gerçekleştirildiği açıktır. Sabahattin Savcı da bunu açık açık yazmış, Kasım Gülek ile Şükrü Kaya da itiraf etmiştir. Kaldı ki, masonların o dönemki reisi Dr. M. Kemal Öke, tedavide yer alan doktor heyetinin bir üyesidir. Hiç yanından ayrılmayan, Çankaya’da olup bitenleri hatıratında kayda geçiren ‘sadık’ hizmetçisi Cemal Granda dahi ölene dek Dolmabahçe’deki odaya alınmamıştır. Eldeki Şükrü Kaya imzalı ve orijinalleri Gerçek Hayat’ın arşivindeki belgelere göre mason localarında, Mustafa Kemal’in ölüm günü ve yılı bayram olarak kutlanmıştır.

1789’da Fransa’yı ele geçiren masonlar yaklaşık yüz elli yıldır siyasetten ticarete, bürokrasiden akademiye, askerlerden gazetecilere ve hatta bazı dini yapılara sızarak ya da devşirerek Osmanlı, ardından da Türkiye Cumhuriyeti’nde büyük nüfuz elde etmişlerdir. MAH’ın masonlarla ilgili raporundaki “Kültürlü insanları aldatan parlak sözleri… Fakat ne yazık ki bu ifadeler yalnız bir maskeden ibarettir. Tahsilli, kültürlü, nüfuzlu, cemiyetlerin kalburüstü şahsiyetleridir. Hele bunlar bir de dönme olurlarsa idealdir” ifadeleri, Musevilerin yanı sıra Kapanî, Karakaşî ve Yakubî şeklinde üç ayrı gruptan oluşan Sabetayistlerin de Türkiye’deki etkinliklerini mason locaları üzerinden sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Kapanî, Karakaşî ve Yakubîlerin çocukları nasıl ki farklı orta öğrenim okullarında okuyorsa, locaları da farklıdır. Kimi çevreler, Mustafa Kemal’in infazının da bu gruplar arasındaki bir mücadelenin neticesi olduğunu ileri sürer.

Aynı durumun günümüz CHP’si içinde de önemli ölçüde sürdüğü ortada. Bütün bunlar sadece devlet değil, ticaret, bürokrasi, akademî, siyaset için de geçerli. Aralarındaki mücadele muhtemelen localar üzerinden sürmekte ise de, esas itibariyle mesele İsrail, Amerika, İngiltere gibi ülkelerdeki güç merkezlerinin çıkar ve hesaplarıdır. Her şey bir yana ortada bir cinayet hâdisesi var. Cinayeti işleyenler iktidarlarını güçlendirmişler ve konuyu kapatmışlardır. ‘Samimi’ Kemalistler de gerçekle yüzleşmeye yanaşmamaktalar. İbrahim Arvas (1884-1965) bu hususta ilginç şeyler yazmış. İstanbul Sultanisi mezunu olan Arvas, TBMM’nin ilk dönemine Hakkâri milletvekili olarak girmiş ama istifa etmiş, 2, 5, 6, 7. dönemlerde Van, 3 ve 4. Dönemlerinde ise Hakkâri milletvekilliği yapmış meşhur bir siyasetçidir. Arvasî ailesinden olan İbrahim Arvas, ‘Tarihi Hakikatler’ adlı hatıratında şunları yazmaktadır:

İbrahim Arvas
İbrahim Arvas

“Atatürk bir gün eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’u çağırdı. Kendisine masonların taksimat, teşkilât ve durumunu bildirir bir kitap verdi. “Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Grup Başkanlığına ver. Grupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve Grupça kapanmasına delâlet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır” dedi. Masonluk da kökü dışarıda bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir. Grup günü Mahmut Esat Bozkurt, başkanlık makamına bir takrir verdi ve takririn okunmasını reisten rica etti. Kâtip, takriri okudu. Grup dinledi. Hülâsası şöyle idi. “Bizim atalarımızın mensubu bulunduğu tarikatları kapattık. Masonluk da kökü dışarda bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir. Memleketimizde bunun ne işi vardır. Bunu da grup kararı ile kapatalım.”

MECLİSTEKİ MASONLARI BİR TELAŞ ALDI

Meclisteki masonları bir telaştır aldı ve Mahmut Esat Bey söz istedi. Kürsüye gelerek, takririni gayet veciz olarak izah etti. Meclisteki masonları bir telaştır aldı. Hele sözcüleri Şükrü Kaya’yı görseydiniz, başından süt dökülmüş kediye benziyordu. Meşhur hatip Mahmut Esat Bey’e laf yetiştirebilir mi idi. Şükrü Kaya, ‘masonluğun bir hayır müessesesi olduğunu’ kürsüden söylediği zaman grubun hemen bütün azası yüzüne haykırdılar. “Hayır! Eserleri nedir, birisini gösterebilir misin? Yalan söylüyorsun, in aşağı” dediler. Mahmut Esat ise masonluğun kökü dışarıda, gizli, memleket ve millet için muzır bir tarikat olduğunu, her yerde umumi reisleri yani maşrık-ı âzamlarının Yahudi olduğunu birçok belgeyle ispat etti. ‘’Mason localarını kapatalım’’ sesleri yükseliyordu.

MASONLAR PEKER’E YALVARIYOR

Şükrü Kaya, Kazım Özalp, Mazhar Germen son çareyi, kâtibi umumi Recep Peker’e sığınmakta buldular. Ve salonda oturan Recep Peker’in etrafını sararak, yalvarmağa başladılar. Guruptaki hava çok elektrikli idi. Heyecan son haddini bulmuş, her taraftan “kapatalım” sesleri yükseliyordu. Arkadaşlar, bugünden itibaren bütün mason locaları kapanmıştır. O esnada Recep Peker söz istedi ve kürsüye gelerek arkadaşlar, “Çok mühim bir işin üstündeyiz, müsaade buyurun. Bu işi bir defa da devlet reisine götürelim, onun da reyini alalım. Gelecek hafta bugün tekrar huzurunuza getireceğim” dedi. Bu söz gurubun tasvibine mazhar oldu ve mesele gelecek haftaya kaldı. “Bir hafta sonra olsun; biz herhalde bütün locaları kapatırız” dediler.

“KAHROLSUN YAHUDİ UŞAKLARI”

Ertesi hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi: “Arkadaşlar, bugünden itibaren Türkiye’de masonluk kalmamıştır ve bütün locaları kapanmıştır” dedi. Maşrık-ı âzam Dr. Mim Kemal ve yanındaki diğer masonlar, Atatürk’e gidiyor. Salonda bir kıyamettir koptu, alkışlar, bağırmalar ve “kahrolsun Yahudi uşakları” sesleri tavanları çınlatıyordu. Şükrü Kaya ile arkadaşları ortadan sırra kadem basmışlardı. Grup dağıldıktan sonra, Doktor Mim Kemal’i öne katarak, meclisteki masonlar toplu olarak Reisicumhur’a gitmişlerdi.

Mim Kemal, Reisicumhur’a hitaben, “efendim biz zaten maiyeti devletinizdeyiz. Fakat siz maşrık-ı âzamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız” demişler. Reisicumhur, “Peki bir şey soracağım bana cevap veriniz: Siz Avrupa’da hangi locaya bağlısınız ve maşrıkınızın ismi nedir?” “Biz, Cenova’ya tabiyiz ve reisimiz de Barca Mişon cenaplarıdır” demişler.” İbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler s.121-124, Biyografinet Yay. 2007) Geçtiğimiz sayılarda yayınladığımız belgeler, Mason localarının resmen kapanmakla birlikte, fiilen kapanmadığını ortaya koymakta idi. Netice itibariyle, benzer bir durum 1970’li yıllarda TBMM’de tartışılmış ancak netice elde edilememiştir. Çünkü Meclis üyelerinin pek çoğu masondur!

Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor