ATATÜRK'ÜN SOFRASINA VE İÇKİSİNE YÖNELİK SALDIRILARA CEVAP

 UYDURMALAR


Mustafa Kemal Atatürk bir sarhoşmuş, ayyaşmış, devamlı alkol kullanırmış, gece sabaha kadar içer, körkütük olurmuş (!)


Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrası zevk, sefa âlemiymiş, ülkeyi sofradan yönetirmiş (!)


Mustafa Kemal Atatürk geceyi içki ve fuhuş âleminde, gündüzü yatakta geçirirmiş (!)

SARHOŞ NE DEMEKTİR?


Sarhoş, alkollü içki yahut keyif verici bir madde sebebiyle kendini bilemeyecek durumda olan demektir. Yani alkolün etkisiyle bilinç bulanıklığı yaşayan demektir.


Mustafa Kemal Atatürk, alkol kullanırdı fakat hayatının hiç bir döneminde sarhoşluğa düşmüş olduğu bir durumu görülmemiştir. Buna ilişkin tek anekdot dahi yoktur. İçkisine ilişkin anekdot çoktur fakat sarhoş olduğuna ilişkin yoktur.


Mustafa Kemal Atatürk, alkol kullanandır ama sarhoş değildir. Alkol kullanandır ama ayyaş değil, devamlı içen değil, sabaha kadar içen değildir.


Mustafa Kemal Atatürk’ün alkolle ilişkisini ayrıntılı ele alacağız. Alalım ki hakkındaki olan uydurmaları doğruya, gerçeğe çekelim.


Mustafa Kemal Atatürk; ne içerdi, neden içerdi, ne kadar içerdi, ne zaman içerdi, ne vakit içmezdi, her sofrası içki masası mıydı, geceyi eğlencede, gündüzü yatakta mı geçirirdi? 

ATATÜRK’ÜN ALKOLLE ARASI


Mustafa Kemal Atatürk alkol kullanan bir kişidir. İçki olarak rakıyı tercih eder. Baş mezesi leblebi, beyaz peynir ve kavundur. Akşamları sofra başlangıcında sohbetten büyük zevk duyar, sofrada içki bulundurur ve içer. Ancak azca içer, gündüz asla içmez; mühim konuların devlet meselelerinin görüşüleceği sofralarda içki bulundurmaz. Vazife başında içki içilmesini ise asla hoş görmez.

Alkollü içkiye bakışı ise aslına bakarsak pek sıcak değildir.

“…sağlığın korunması için, bilhassa dimağın canlılığı, zihnin açıklığı için alkol almamalı”(1) der.

Böyle düşünen, o halde neden içmiştir? Yanıtı kendisinden alalım. Sağlığı sebebiyle içmemesini isteyen Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a söylediği:

“Haklısın, bu tarz şeyleri ben de bilmez değilim çocuk. Fakat ne yapayım ki içmeye mecburum; kafam hayli, ama beni rahatsız edecek kadar hayli ve süratli çalışıyor; bazen onu uyuşturup birazcık dinlenme ihtiyacını duyuyorum… (Zihnim bir meseleye takılıyor, onu düşüne düşüne kafam şişiyor, uykum kaçıyor)… İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap arasında bunalıyorum. Aynı zamanda içki bağırsaklarımı da düzenliyor…”(2 )

Anıyı aktaran, devamında şu şekildeki diyor:

“Gerçekten içmediği günler, hem uyumak, bununla birlikte bağırsaklarını harekete geçirmek için devamlı olarak deva kullanmak zorunda kalırdı.”(3) Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ün mühim hastalıklarından ikisi, kabızlık ve uykusuzluk idi. 

Mustafa Kemal Atatürk; alkolik değil, ayyaş değil, her gün içen değildir. Ne vakit içtiğini, hangi durumlarda hiç içmediğini, ne kadar içtiğini, O’nu tanıma, O’nunla birlikte olma mutluluğuna erişenlerden dinleyelim: 


Dr. Tevfik Rüştü Aras (Ata’nın 12 yıl boyunca Dışişleri Bakanı): 


"Ciddi işler konuşulmuş olduğu vakit Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında kahveden başka bir şey içilmezdi. Hele alkol hiç bulundurmazdı.”(4)


Süreyya Yiğit (30 yıllıkarkadaşı): 


“Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk büyük işler hazırlarken hiç alkole iltifat etmezdi. Nitekim Erzurum’da iken hepimiz içerdik. Teklif ettiğimizde kabul etmez, sadece kahve içerdi… Korkunç derecede bir irade kuvveti vardı…”(5)


Cevat Abbas Gürer (Ata’nın yaveri): 


“…(sofrasında) alkolün tesiri altında kalanlara fazla rahatsız olmamaları için derhal  izin verirdi. Esasen sarhoşluktan asla hoşlanmazdı.”(6)


Tevfik Bıyıklıoğlu (Genel Sekreteri): 


“…Buhranlı zamanlarda Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk için sofra, içki… yoktu.”(7) 


Halide Edip Adıvar (Kurtuluş Savaşını anlatıyor):


“Mustafa Kemal Paşa bu ilk aylarda, hatta daha sonraları, eleştiri anlarda, kendisiyle çalıştığım zaman, hep içkiye karşı nefsine hâkimdi. İçkiye düşkünlüğü söylendiği şekilde ağzına bir damla alkol almamıştı.”(8)


Hasan Rıza Soyak (16 yıl Köşkte; 5 yıl Özel Kalem Müdürü, 6 yıl Genel Sekreteri):


“İçki olarak rakıyı tercih ederdi; başka içkileri, mesela bira, şarap, viski ve şampanyayı nadiren içerdi.”(9)


“Askeri, siyasi, büyük ve önemli meselelerin cereyan ettiği veya konuşulacağı zamanlarda hiç içmezdi… Gündüz içmenin de aleyhindeydi. Yanında bulunduğum uzun yıllar zarfında yalnız iki kez, gündüz birkaç kadeh konyak veya rakı içtiğini gördüm.


Maiyetinde çalışanların, vazifeli oldukları saatlerde, içki kullanmalarını da hoş görmez, yasaklardı.


Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk gerçi, pek hoşlandığı içki sofralarında saatlerce kalırdı ama miktar itibariyle hayli içen bir adam sayılmazdı.”(10)


Falih Rıfkı Atay (15 yıl Ata’nın yakınında bulunmuş yazar):


“Savaş ve devrim günlerinde, meseleler konuşulduğu sırada hiç içmez(di).”(11)


Necmettin Sadak (“Bozkurt” isminde kitaba, 1932’de Akşam gazetesinde verdiği yanıttan):


“Mustafa Kemal zaman zaman içki içer ve içtiği de herkesçe bilinir. O, bunu asla gizli saklı saklı yapmaz. Binlerce milletin şerefine alenen kadehini kaldırdığı görülmüştür. Zaten O, özel hayatının hiçbir köşesini gizlemeye hiçbir zaman lüzum görmemiştir ve görmemektedir…


Mustafa Kemal, Anadolu’nun ilk buhranlı senelerinde ve iş başındayken hiçbir tür içkiyi ağzına götürmemiştir.”(12)


Bu alıntıları daha çoğaltabiliriz. Özellikle “günlük” türündeki eserlerde, Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ün içki içme durumu daha açık ortaya çıkıyor. Örneğin; Birinci Dünya Savaşında Ata’nın Kurmay Başkanlığını yapmış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın günlüğüne baktığımızda(13) -ki bununla birlikte Ata’nın da günlüğü değerindedir- ne zaman ne icra ettikleri görülmekte, içki içtikleri hatta kendi ifadesiyle “yaramazlık icra ettikleri” gün bile (26 Ocak 1917) görülmekte ama 2.5 yılda içki içtikleri gün sayısının hayli az olduğu tespit edilmektedir.


İşte Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ün içkisi bu şekilde. Bu disiplinle içki kullanan birisine nasıl sarhoş, ayyaş, devamlı içen, körkütük denebilir? Ama deniyor. Sebep? Gayet açık. Sunuşta belirttiğimiz şeklinde devrimlere düşmanlık, Türk ve Türkiye düşmanlığı ve ortaçağ özlemciliği. Bunlar art niyetli grup. Bir de art niyeti olmaksızın Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ün sadece içkisini ön palana çıkarmaya çalışan gruba rastlanıyor. Bunlar için Mahmut Esat Bozkurt şu şekildeki diyor ve biz de bu maddeyi bununla bağlıyoruz:


“Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ü herkes anlayamadı ve anlayamazdı. Çok büyüktü. Biz faniler, ona erişemezdik ve anlayamazdık. Bizim, O’nda bütün gördüğümüz lüzumsuz pek minik teferruattı. Rakı içmesi, neşesi, şusu busu. Çünkü biz daha yukarı çıkamayız…”(14) 

ATATÜRK’ÜN SOFRASI ZEVK, SEFA ALEMİ MİYDİ?


Mustafa Kemal Atatürk’ün akşam sofraları ünlüdür. Çalışma ve uyku dışındaki zamanının çoğunu akşam sofralarında geçirdiği bilinir. Böyle bir ömür seçimi benimsemesinin de sebepleri vardır. Önce, büyük bir erkektir fakat bir çok da yalnızdır. Ailesi yoktur. Bu yolla yalnızlığını giderdiği düşünülebilir. Sonra insancıl, sevecen, arkadaş canlısı bir insandır. Bu yolla sevdikleri ile sık bir arada olma ortamı yaratmış ve eğlenme, dinlenme ihtiyacını gidermiş olabilir. Bununla alakalı kendisi de şu şekildeki der:


“Bir lokma ekmek, bunu birkaç yakın dost ile oturup hep beraberce yiyecek ve içmek bana kâfidir.”(15)


Diğer mühim bir niçin de O’nun devlet adamlığı ile ilgilidir. Sofrasının iyi mi bir sofra bulunduğunu açıklığa kavuşturunca, bu niçin kendiliğinden ortaya çıkacaktır.


Sofrasının hususi durumunu öğrenmek için, sofrasına katılanlara kulak verelim.


Kılıç Ali (1920’den ölümüne kadar Ata’nın yakınında): “


“Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük zevki sofrası idi. Sofrasının bizim şeklinde bir sürekli müdavimleri; bir de bakanlardan, mebuslardan, gazetecilerden sık sık çayır edilenler; bunlardan başka sefirlerimizden, kumandanlarımızdan, kendilerinin eski arkadaşlarından ve ahbaplarından zaman zaman çayır edilenler vardı. 


Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrası bir yiyecek sofrası, bir içki sofrası, bir eğlence sofrası değil, bir nevi akademi, adeta bir nevi dershane idi. 


Sofrasının karşısında her zaman büyük bir karatahta, üstünde tebeşiri ile, silgisi ile hazır bir biçimde bulunurdu. Bu sofrada iç siyaset, dış siyaset, tutumsal siyaset, tarih, dil, coğrafya vb. muhtelif bilimsel mevzular, günün mühim sorunları, devrim hareketleri ve her çeşit ulusal meseleler tartışılır idi… 


Bununla birlikte sofra, bazılarının sandığı ve telkin ettirmek istedikleri şeklinde, tüm devlet işlerinin görüşme yeri değildi. Bu önemli noktayı ayrım edemeyerek ‘Sofrada devlet işleri hallolunuyor!’ diye günün birinde Mustafa Kemal Atatürk’e karşı gelenler, ağır mesuliyetlerle etekleri tutuştuğu vakit, o sofraya içerisinden çıkamadıkları devlet işlerini getirirler ve onları orada Mustafa Kemal Atatürk’e hallettirerek sofradan ferahlık ve sevinç arasında çekilirlerdi… 


Mustafa Kemal Atatürk’ün sofralarında konuşulmayan, konuşulmasına müsaade etmedikleri tek şey, dedikodu konuları idi… 


Mustafa Kemal Atatürk; …fikirlerin, kanaatlerin özgür açıklanması için müsamahakâr kalırdı…”(16)


“Sofrasının dağılması, görüşülen mevzunun önemine bakılırsa idi. Çok kez sabahlandığı vaki olduğu şeklinde; erken zamanlarda dağılındığı da olurdu.


Ekseri geceler ciddi mevzular, bilimsel tartışmalarla, birtakım geceler de eğlence ile geçerdi. Eğlence denilen şey ise, alaturka saz getirip onu dinlemekten ibaretti.


Mustafa Kemal Atatürk, sofrasına herkesi bir maksatla çayır ederdi.”(17)

Celal Bayar:


“Mustafa Kemal Atatürk, Çankaya’da derhal her akşam düşünce ziyafetleri düzen eder ve bu ziyafetlerde de lezzetli münakaşalar açarak söyler, söyletir, etrafındakilerin aynı mevzudaki çeşitli fikirlerini öğrenmeye pek ziyade önem verirdi.”(18)


Şükrü Kaya (İçişleri Bakanı):


“Mustafa Kemal Atatürk’ün sofralarına dönemin tanınmış adamlarından çayır edilmeyenler pek azdır. Kendisini sevmeyenler ve gelmeyenler bile oraya daveti onur sayarlardı…”(19)


Falih Rıfkı Atay:


“…Kendisini tanıyanların tamamı için Mustafa Kemal Atatürk ismi, sofra sohbetlerini hatıra getirir. Dostları ile akşamları sofra başlangıcında buluşmak ve geç vakitlere kadar konuşmak âdeti idi. Pek azı zevk ve eğlence meclisi olmuştur. Bunlar da, hani okullarda dinlence saatleri vardır, Öyle bir şeydi…


Bilmediklerini sofralarında bilenlerden öğrenirdi. Davetliler her zaman pek muhtelif olmuştur…


Türk dili ve Türk zamanı meseleleri, O’nun sofrasında tam bir fakültelik vakit tutmuş bulunduğunu tahmin ediyorum. Tebeşirli karatahta, karşısında idi. Bakanlar, profesörler, milletvekilleri hep o tahtaya kalkmışızdır…


İş başından artan ömrü, sofrada geçmiştir. Bu bir içki ve cümbüş sofrası değildi. Dostları ile, hatta düşmanları ile söyleşi ve münakaşa meclisi idi…


Sofra bir sınav meclisi idi de! Hiç söylemeksizin, hissettirmeksizin, bir vazifede kullanacağı adamları, içki âleminin pek elverişli ortamında türlü yönlerden yoklardı…”(20)


Hasan Rıza Soyak:


“Akşamları sofra başlangıcında söyleşi etmekten büyük zevk duyardı; bu sohbetler, bir çok vakit sabaha veya sabaha yakın saatlere kadar sürerdi.


Burada her şeyden, din, dil, tarih ve öteki muhtelif bilim dallarından tutunuz da dünya meselelerine ve günlük siyaset vakalarına kadar her mevzudan laf açılır, tartışmalar yapılır. Tartışmalarda O söyler, sofradakileri de anlatmaya zorlardı. Böylece hem bilmediklerini öğrenmek -ki buna fazlaca meraklı idi- bununla birlikte düşüncelerini yaymak yada test etmek fırsatını bulurdu.


Bazı gecelerde… hatıralarından bahseder, bu tarz şeyleri hiç bir şey gizlemeden, büyük bir samimiyetle ve fazlaca tatlı bir üslupla anlatırdı.


Bütün tahminlerin aksine, sofra başındaki uzun saatlerde minimum yer tutan şey, eğlence idi. Ekseriye, misafirlerinin arzusu ile, güya eğlenmek için çayır edilen saz, ses artistlerinin bir köşede unutulup, sofra dağılırken, geldikleri şeklinde gittikleri geceler pek çoktur.”(21)


H.R. Soyak kitabında, F.R. Atay’ın bir makalesinden (“Mustafa Kemal Atatürk’ün Hususiyetleri”, Dünya gazetesi, 20 Kasım 1955) şu alıntıyı aktarıyor: 


“(Mustafa Kemal Atatürk) sofrasını, tüm eserleri ve fikirleri duymak, kendisininkilerle karşılaştırmak için başlıca araç olarak kullanmıştır.”(22)


Necmettin Sadak (“Bozkurt” adlı kitaba, 1932′ de Akşam gazetesinde verdiği yanıttan): 


“(Bozkurt yazarının) Gazi’ye en fazlaca karacılık etmiş olduğu kuruntu, hanım ve içkidir. 


Gazi’nin ismi hanım eğlencelerinden, yazarın tasvir etmiş olduğu sefahatlerden zevk almadığını, onu tanıyanlar pekâlâ bilirler. Gazi’nin tüm zevki, tüm eğlencesi, bir çok geceler dostlarını sofrasına çayır ederek saatlerce ve muhtelif mevzular üstünde konuşmasıdır…

Gazi’nin tüm eğlencesi işte bu içten, heyecanlı dost sofralarıdır. Kaç yıldır yakınlığına ve samimiyetine kabul edilmekle övünüyorum. Başka bir âleme asla rastlamadım.”(23)


İşte üstünde fırtınalar kopartılan Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrası bu. Zevk, sefa âlemi değil. Ülkenin yönetim edilmiş olduğu yer ise asla değil. Ancak ülke sorunları ile alakalı bir “özgür kürsü” fonksiyonu gördüğü anlaşılıyor. 


Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrası; Mustafa Kemal Atatürk’ün; 


– Yalnızlığını giderdiği, 


– Dostları ile birarada olmasını sağladığı, 


– Gerek görmüş olduğu kişileri tarttığı, 


– Bilgilendirdiği ve bilgilendiği, 


– Düşünce alışverişinde bulunmuş olduğu, 


– Dinlendiği ve eğlendiği, 


– Gerekli durumlarda halkoyu oluşturmada kullandığı, 


bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Yani sofrasında dahi ülkesine hizmetini sürdürüyor.

GECEYİ İÇKİ VE FUHUŞ ALEMLERİNDE, GÜNDÜZÜ DE YATAKTA Mİ GEÇİRİRDİ? 


Mustafa Kemal Atatürk’ün gece yaşamını, Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrası bölümünde ortaya koyduk. Mustafa Kemal Atatürk’ün tek eğlencesinin sofrası bulunduğunu gördük. O’nun sofrasında içki içilebilir, içilir fakat içki âlemi gibi değildir, fuhuş âlemi asla değildir.  sadece sofrasını incelerken gördüğümüz şeklinde, bu iftirayı doğrulayacak yalnız anekdot dahi yoktur; tam tersine, bu şekilde bir durumun varlığı şiddetle reddedilmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, bir grupla sofrasında geçirdiği geceler bir eğlence ortamıdır, fakat bu eğlence, psikolojik ve düşünsel bir eğlencedir. Ortaçağ özlemcilerinin söylediği şeklinde eşeysel eğlence değildir. 


Mustafa Kemal Atatürk düşmanları; hitap ettikleri kitlenin beyinlerinin kilitli olmasından; düzgüsel kesimin de inceleme, araştırma, mukayese alışkanlığının noksanlığından yararlanarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün uyanma saatlerini kötüye kullanma etmektedirler. Son 7 yılının 10 Kasımlarında uyanma saatlerini listelemişler, listelerken 7 tane uyanma saatinin 4’ünü kendi düşüncelerine bakılırsa değiştirmişler ve nihayetinde da şu şekildeki demişler:


“Yukarıdaki bilgiler T.C. Cumhurbaşkanlığı ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün Nöbet Defteri’nden aynen alınmıştır (asılsız, aynen almamışlar, orijinalini vereceğiz)… Ayyaş Kemal’in(!) gece ne vakit yatmış olduğu resmen yazılmamış (bir asılsız daha, yazılı) yada sebebine binaen çekinilmiştir. Bir erkek öğle sonrası saat 5’te uyanıyorsa bu neye alamettir? Mustafa Kemal’in izinde bulunduğunu söyleyen Kemalistler, bu resmi bilgiye iyi mi bakmaktadır? Çankaya’da milletin parasını harcayarak hazırladığı içki ve fuhuş âlemleriyle devleti iyi mi yönetim etmişler bir görün!.. Pis Kemalistler, yukarıdaki utanç tablosuna iyi mi yanıt vereceklerdir? Geceyi içki masalarında gündüzü de uyku yataklarında geçiren Devlet Reisi’nin neresi misal alınır ki?”


Bir bakıma kusmuşlar. Aynı üslubu kullanmayacağız. Sadece sahtekârlıklarını, malum yalancılıklarını ortaya koyacağız.


“10 Kasım 1931, saat 16.30’da uyanmış.”


Doğru. “Yatış saati yok” diyorlar. Var. Sabah saat 06.30.


“10 Kasım 1932, 14.30’da uyandı.”


Yalan. 12.30’da uyanır. Yatışı, sabah 05.30.


“10 Kasım 1933, 11.30’da uyandı.”


Yalan. 08.30’da uyanır.


“10 Kasım 1934, 15.00’te uyandı.”


Doğru. Yatışı 03.00.


“10 Kasım 1935, 16.30’da uyandı.”


Yalan. 10.30’da kalkar.


“10 Kasım 1936, saat 17.00’de uyandı..”


Doğru. Yatışı 23.30.


“10 Kasım 1937, saat 17.00’de uyandı.”


Yalan. 14.00’te kalkar. Yatışı 02.15’tir. 


Ortaçağ özlemcileri bu yaklaşımları ile, Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki gece sabaha kadar eğlenen, gündüz de akşama kadar yatan, eğlence ve uyuma haricinde bir iş yapmayan fena bir devlet başkanı görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Biraz bilinçli birisi için gülünç bir yaklaşım. Fakat buna inananlar da olduğundan izahat zorunluluğu duyuyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk, geceyi eğlencede gündüzü yatakta geçirdiyse Cumhuriyetin ilk 15 yılındaki, Batılıların mucize diye nitelendirdikleri, Büyük Türk Devrimini kim yapmış oldu? Batılıların 200 yılda, kanla, iç savaşla ulaştıkları duruma Türkiye’yi 15 yılda getiren kimdi? Mustafa Kemal Atatürk dedikleri şeklinde idiyse, 1923 ile 1938 içinde Türk ulusunun büyük bir milli heyecan ile ardından gittiği önder kimdi? 


Bu soruların hepsinin yanıtı, elbet ki Mustafa Kemal Atatürk’tür. 


Mustafa Kemal Atatürk’ün birtakım günler geç kalkmış olması, O’nu yeterince bilmeyenlerde sual doğurabilir. Bunun için O’nun emek harcama anlayışını özetlemek gerekirse verelim. 

ATATÜRK’ÜN ÇALIŞMASI VE UYKUSU 


Hasan Rıza Soyak: 


“Mustafa Kemal Atatürk çalışmalarında; vakit, mekân, hatta imkân kavramlarıyla alakalı değildi. Nerede, hangi koşullar altında olursa olsun bir görev karşısında bulunmuş oldu mu, asla vakit geçirmeden, onun gereğini meydana getirmeye koyulurdu..


..Vazifesini herhangi sebep ve suretle dikkatsizlik etmiş olduğu görülmüş değildir.


Emrinde çalışanlar, kendisi ile, her vakit, her yerde görüşebilirlerdi. Bu gibilere, çabuk ve mühim gördükleri işleri taktim etmek için, asla çekinmeden, kendisini uykudan uyandırmak yetkisini de vermişti…


Başladığı bir işi bitirmeden huzurlu edemezdi; yükümlülük olmazsa, işini geriye bırakmak âdeti değildi; ara sıra asla durmadan 30-40 saat çalışırdı.


Büyük Nutuk’u hazırlar ve dikte ederken, birlikte çalışan arkadaşlardan bitap düşüp, baygınlık geçiren olmuştur; ama genel anlamda aralıksız 20-30 saat kâh ayakta, kâh oturarak yüzlerce belgeyi inceleyen ve nutkunu dikte eden kendisinde, bitkinlik eseri görülmemişti.


Yalnız aylarca devam eden bu yorucu çalışmanın sonlarına doğru bir gün, göğsünde ve sol kolunda şiddetli ağrılar duymuş, doktorların ısrarı ile, birkaç gün istirahat etmek zorunda kalmıştı.”(25) (Kalp krizi geçirir.)


“Okumayı fazlaca severdi… Okuması da, emek vermesi gibiydi; eline almış olduğu kitabı, şayet i·lginç buldu ise bitirmeden bırakmazdı…


Bir seyahatten Köşke dönüşümde ilgililere ne yaptığını sormuştum; ‘iki gün, iki gecedir asla durmadan kitap okuyor, sadece birkaç kez banyo yapmış oldu ve koltuğunda istirahat etti’ dediler.”(26) Hikmet Bayur (Genel Sekreteri):

“Bazen pek geç de olsa misafirlerini uğurladıktan sonrasında oturup çalışırdı.”(27)


Cevat Abbas Gürer (Yaveri): 


“Mustafa Kemal Atatürk, sürekli ve yoğun emek vermesi dolayısıyla azca uyku uyur(du). Mustafa Kemal Atatürk’ün uyanık geçirdiği zamanla, uykuda geçirdiği süre, kıyaslanmayacak kadar farklıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bir insan ömrüne sığmayacak kadar varlıklı olan emek vermesi (vardı). Çalışması uğrunda kendini feda etti. 


Yirmi dört saatlik yaşamını hiç bir vakit programa sığdıramamıştı. Zaten O’nun maruz kalmış olduğu hadiseler; zamana bağlanamayacak kadar ani karar ve uygulamayı gerektirdiğinden, bir programlı yaşam sürmesine izin vermemişlerdi… 


Muharebelerde olduğu şeklinde, günlük devlet işlerinin de, gece yada gündüzün her saatinde kendisine sunulmasını isterdi. 


Uykunun dostu değildi. Zaman vakit geçirdiği kısa rahatsızlıkları haricinde, sabah güneşini görmeden yatağına girmez ve uyumazdı. 


Uykuda geçirdiği zamana acırdı. 


Muharebe sahalarında bulunmuş olduğu ve bilhassa bir muharebenin devamı sıralarında geceleri mutlaka uyumazdı. (Alışkanlığının buradan geldiği anlaşılıyor.) 


Mustafa Kemal Atatürk, Kafkas Cephesinde Buğlan Gediği muharebelerine yetişmek azmiyle otuz altı saat hayvandan inmeden cebri yürüyüş yapmış ve ayağının tozu ile fazlaca eleştiri duruma girmiş olan muharebe cephesinin buyruk ve komutasını eline almıştı… (Sonrasında) düşmanın kuvvetlerimizi yok etmeye yönelik muharebe faaliyeti Mustafa Kemal Atatürk’ü üç gün ve üç gece uyutmamıştı…


(Bir ara yere serdiğim keçe üstüne uzanmasını ısrarla istedim). Uzandı. Üç saat sürmeyen bu keçe üstündeki istirahati esnasında, sekiz buyruk verdi. Yani tekrar uyumamıştı.”(28)


Tevfik Bıyıklıoğlu (Genel Sekreteri):


“Mustafa Kemal Atatürk için emek harcama saati diye bir şey yoktu. Yapacağı işi bitirinceye kadar uyumadan, dinlenmeden, yiyecek yemeden çalışırdı. Oturduğu kuru emek harcama sandalyesinden kımıldamadan yirmi dört saat aralıksız emek harcama, O’nun için mucizevi bir şey değildi. Mücadele yıllarında, düzgüsel, tertipli uyku nelerdir bilmemişti. Mustafa Kemal Atatürk, …memleket meseleleriyle meşgul olduğu zamanlarda, tıpkı muharebe meydanında imiş şeklinde uyumadan çalışmış ve en büyük zevki, en fazlaca sevilmiş olduğu milletine en minik bir yarar sağlamakta ve hizmet edebilmekte bulmuştur. En olgun, hatta genç denecek bir yaşta ölümünü, bu, adamın takatini aşan insanüstü çalışmasında aramak ve görmek hiç de yabana atılacak bir düşünce olmasa gerekir.


Türk milletinin kaybettiği yüzyılları, fazlaca çalışmakla kapatmak gereğine inanırdı. Mustafa Kemal Atatürk bu şekilde çalıştı ve… Türkiye Cumhuriyeti’ni meydana getirdi.”(29)


Falih Rıfkı Atay: 


“Mustafa Kemal Atatürk’ün bizi şaşırtan özelliklerinden biri de vücutça ve kafaca yorulmaksızın, dikkati asla gevşemeksizin emek harcama kabiliyeti idi.”30 Hikmet Bayur (Genel Sekreteri): 


“Mustafa Kemal Atatürk’ün emek harcama ve yorgunluğa dayanma yeteneği de mucizevi idi. Sakarya vuruşmasında üç kaburga kemiği kırık olarak ve derhal asla uyumadan yirmi iki gün, yirmi iki gece vuruşmayı yönetmiştir. 1927’de okumuş olduğu büyük Nutuk’u hazırlarken de dosyalar arasında aylarca sabahladığı olmuştur.”(31)

SONUÇ 


Mustafa Kemal Atatürk’ün yakınında yaşamış olanların bu anlattıkları Mustafa Kemal Atatürk’ün emek harcama ve uyumasını açık halde  ortaya koyuyor. Üzerine denecek bir şey yok. Milleti için kendisini feda etmiş, uyumamış, yerine çalışmış, milletine kaybedilen yüzyılları kazandırmak istemiş. Nasıl bir ömür sürdüğünü, ölümünden 2.5 ay önce (16.8.1938) bir Fransız gazetesinde çıkan haberden iki cümle ile bağlayalım: 


“Heyhat! Mustafa Kemal Atatürk, bir ihtimal karakterinin yüceliğinden, kendi sağlığını koruyamadı. Türkiye’yi tedavi etti, fakat kendisine bakamadı…”(32)

Kaynakça:


1) “Atatürk’ün Hatıra Defteri”, s.74, Yayına hazırlayan: Şükrü Tezer, TTK, 1972. 


2) Soyak, Hasan Rıza; “Atatürk’ten Hatıralar”, c.1, s.19, Yapı Kredi Yayını, 1973. 


3) a.g.e., s.19. 


4) “Yakınlarından Hatıralar”, s.32. 


5) a.g.e., s.56.


6) a.g.e., s.60.


7) a.g.e., s.84


8) Adıvar, Halide Edip; “Türk’ün Ateşle İmtihanı”, s.138, Atlas Kitabevi, 1971. 


9) Soyak, Hasan Rıza; “Atatürk’ten Hatıralar”, c.1, s.12. 


10) a.g.e., s.18. 


11) Atay, Falih Rıfkı; “Çankaya”, s.507, İstanbul, 1984. 


12) “Atatürk’ün Armstrong’a Cevabı”, s.62, Derleyen: Sadi Borak, Kaynak Yayınları, 1997. 


13) “Atatürk’le İkibuçuk Yıl – Orgeneral Çalışlar’ın Anıları”, Yayına hazırlayanlar: İ.Görgülü, İ. ÇaIışIar, Yapı Kredi Yayını, 1993; “On Yıllık Savaşın Günlüğü, Org. İzzettin Çalışlar’ın Günlüğü”, Yayına hazırlayanlar: İ.Görgülü, İ. Çalışlar Yapı Kredi Yayını, 1997. 


14) “Yakınlarından Hatıralar”, s.93.


15) “Atatürk’ün Hususiyetleri”, s.100, Kılıç Ali, Cumhuriyet Yayını, 1998.


16) a.g.e., s.100-102


17) a.g.e., s.105-106


18) Bayar, Celal; “Atatürk’ten Hatıralar”, s.52, Derleyen: Niyazi Ahmet Banoğlu, 1954.


19) “Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk”, s.52, Derleyen: Niyazi Ahmet Banoğlu, 1954.


20) “Çankaya”, s. 507-510.


21) “Atatürk’ten Hatıralar”, s.12, s.13.


22) a.g.e., s.36.


23) “Atatürk’ün Armstrong’a Cevabı”, s.74.


24) Atatürk’ün Nöbet Defteri 1931-1938, Toplayan: Özel Şahingiray, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, 1955.


25) “Atatürk’ten Hatıralar”, s.35-36.


26) a.g.e., s.40.


27) “Yakınlarından Hatıralar”, s.38.


28) a.g.e., s.58-61.


29) a.g.e., s.91.


30) “Çankaya”, s.484.


31) Bayur, Hikmet; “Atatürk’ün Hayatı ve Eseri”, s.343, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1990.


32) Bilal, N. Şimşir; “Atatürk’ün Hastalığı”, s.44, TTK, 1989.

ATATÜRK’ÜN ÖZEL YAŞAMI, UYDURMALAR-SALDIRILAR-YANITLAR, İSMET GÖRGÜLÜ, BİLGİ YAYINEVİ 



Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor