OSMANLI ARŞİV BELGELERİ BULGARİSTAN'A SATILDI MI? YALANLAR

OSMANLI ARŞİV BELGELERİ BULGARİSTAN'A SATILDI MI? YALANLAR

Atatürk düşmanlığının temelindeki kara cehaleti görmek bakımından ibretlik bir konu da budur!

Atatürk'ün ve Atatürk Cumhuriyeti'nin "Osmanlı düşmanı" olduğu şeklindeki yobaz yalanının yapay dayanaklarından biri, 1931 yılında bazı Osmanlı belgelerinin Bulgaristan'a satılmasıdır.

En başından anlatalım

Atatürk ve genç Cumhuriyet, Osmanlı Arşivlerine, arşiv belgelerine karşı kayıtsız kalmamıştır. Daha Cumhuriyet kurulmadan önce başlayan ve sonraki dönemlerde devam eden çalışmalarla Osmanlı arşiv belgeleri başbakanlığa bağlı olarak korunmuştur. ( Yeni Türkiye, cumhuriyetin ilanından önce 1923 yılında Osmanlı arşiv belgelerini korumak için Başvekâlet Kalemi Mahsus Müdürlüğü'ne bağlı Mahzen-i Evrak Mümeyyizliği'ni yeniden teşkilatlandırmış ve Osmanlı'nın son Hazine-i Evrak Müdürü Mahmut Nedim Bey'i mümeyyiz tayin etmiştir. Bu arşiv teşkilatı, 1927'de "Hazine-i Evrak Müdür Muavinliği" adıyla Başvekalet Müsteşarlığı'na, 1929'da ise Başvekalet Muamelat Müdürlüğü'ne bağlanmıştır. 20 Mayıs 1933 tarih ve 2187 sayılı kanunla, Ankara'daki Evrak Müdürlüğü ile İstanbul'daki Hazine-i Evrak Müdür Muavinliği, Başvekalet Evrak ve Hazine-i Evrak Müdürlüğü adı altında birleştirilmiştir. 19 Nisan 1937 tarih ve 3154 sayılı kanunla, başvekâlet teşkilatı içerisinde müsteşara bağlı, bağımsız bir Arşiv Dairesi haline getirilmiştir. 29 Nisan 1943 tarih ve 4443 sayılı kanunla da müsteşarlığa bağlı Başvekâlet Arşiv  Umum Müdürlüğü kurulmuştur(Aktaş, Kahraman, age., s. XIII.)

Peki, ama Atatürk'ün ve genç Cumhuriyet'in başbakanlığa bağlı olarak koruma altına aldığı Osmanlı arşiv belgelerinin bir kısmı nasıl olmuş da yok pahasına Bulgaristan'a satılmıştır?

1994 yılında Necati Aktaş ve Seyit Ali Kahraman'ın hazırladığı "Bulgaristan'daki Osmanlı Evrakı" adlı kitapta bu durum şöyle özetlenmiştir:

"1931 yılında, asla affedilmesi ve unutulması mümkün olmayan bir gaflet neticesi, bilebildiğimiz kadarı ile dünya arşivcilik tarihinde bu konuda tek örnek olarak, çoğu maliyeye ait Osmanlı dönemi arşiv malzemesi, milli hafızamızın bir bölümü sorumsuz, milli kültür ve şuurdan habersiz bir-iki kişinin gayretiyle Bulgaristan'a hurda kağıt olarak satılmıştır.(Bkz. Osman Ergin, M.Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul, 1937.)

Aslında bu konunun bütün detaylarını, 1937 yılında Osman Ergin," M.Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi" adlı kitabında anlatmıştır.(Bkz. Osman Ergin, M.Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul, 1937.)

Bu konudaki en geniş kaynak ise Başbakanlık Devlet Arşivleri Müdürlüğü'nün hazırladığı 1993 basımı "Bulgaristan'a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşiv Çalışmaları" adlı kitaptır.(Bkz. Komisyon, Bulgaristan'a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşiv Çalışmaları, Ankara, 1993)

İşin aslını öğrenmeye var mısınız?

1929 yılında Maliye Vekaleti'nden İstanbul Defterdarlığı'na "lüzumsuz evrakın satılması" için bir emir gelmiştir.(Milliyet, 21 Mayıs 1931,s.3) Bu emir üzerine İstanbul Defterdarlığı, Maliye Arşivi'ndeki askeri, mali, ticari, siyasi, hukuki, edebi, sanayi, denizcilik ve bilim tarihimize ait belgelerin bir kısmını, 1931 yılının Mayıs ayında "yetkili,konuyu bilen ve belgelerin değerini takdir edebilecek hiçbir şahıs veya müesseye danışmadan kesekâğıdı yapılmak için ayrılan kağıtlar ile birlikte" okkası 3 kuruş 12 paraya(31 ila 50 ton arasında belge) Bulgaristan'a satmıştır.(Son Posta, 13 Mayıs 1931, s. 1.) Belgelerin çoğu Sultanahmet'teki Bizans döneminden kalma hapishanede bulunmuş, maliye ile ilgili belgelerdir. Konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan, tarihten, kültürden habersiz iki tapu memurunun üstünkörü incelemeleri sonucunda belgelerin bir kısmının "günün maliye işleri ile ilgili olmayıp bir değer taşımadıklarına, hükümlerinin geçmiş olduğuna" karar verilmiş, bir kısmınında "boş kâğıt parçaları" olduğu iddia edilerek kağıt fabrikalarında hamur haline getirilmek amacıyla Bulgaristan'a satılmıştır. Sirkeci'de döke saça vagonlara doldurulurken etrafa dağılan bazı belgeleri çocuklar almış, bazı belgeleri de çöpçüler toplayarak imha etmiştir.

Bulgaristan Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı ve Osmanlı Tarihçisi Prof. Dr. Vera Mutafçiyeva'dan alınan bilgilere göre, 1931'de hurda kâğıt diye satışa çıkarılan belgeleri Bulgaristan hükümeti değil, Bulgaristan'da Sofya yakınlarındaki Kostaneç kasabasında İsviçreli Berger ailesine ait Srnee Berger Kağıt Fabrikası, kağıt hamuru yapmak üzere satın almıştır. Bu satışla ilgili Türkiye gazetelerinde çıkan haberler üzerine Bulgaristan konsolosluğunda görevli olan ve 1928-1929 yıllarında Hazine-i Evrak'ta araştırma yapan Panço Doref, belgelerin hurda kağıt değil, tarihi değerde Osmanlı belgeleri olduğunu Bulgar hükümetine bildirmiştir. Bunun üzerine Bulgar yetkilileri Sofya tren garında el koydukları belgeleri Viyana'da incelettikten sonra, kağıt fabrikasından satın alarak Cyril ve Methodius Kütüphanesi'nin Şarkiyat şubesinde koruma altına almıştır.(age.,s. XXV.)

Tarihi belgelerin ot balyaları gibi çemberlenip vagonlarla Bulgaristan'a gönderildiğini ilk olarak Son Posta gazetesi yazarı İbrahim Hakkıı(Konyalı) tespit etmiştir.(age.,s.3.)(Son Posta,13 Mayıs 1931, s.1)(Aktaş Kahraman, age., s.3.)

Bu konuda Son Posta gazetesindeki ilk haber 13 Mayıs 1931 tarihinde yayımlanmıştır. Haberde, "Eski Evrak Hazinesi Satıldı. Birçok Vesikalar Bu Arada Zayi Olmaktadır. Bunların Gözden Geçirilmesi Lazım," denilmiştir.(Son Posta, 13 Mayıs 1931,s.1) Son Posta gazetesinde 14 Mayıs 1931 tarihli ikinci haber ise, "Yanlış iş! Evrak Hazinesi Dikkatsizlikle Satılmış" başlığıyla çıkmıştır. Haberde, Defterdarlığın konuyla ilgili soruşturma başlattığı da belirtilmiştir.(Son Posta, 14 Mayıs 1931, s.1) 19 Mayıs 1931 tarihli Vakita gazetesi ise "Bu Acıklı Bir İştir! Bir Tarihçinin Eline Geçmeseydi Hepsinin Yerinde Yeller Esecekti!" başlığıyla olayı haberleştirmiştir.(Vakit, 19 Mayıs 1931, s. 1.) 21 Mayıs 1931 tarihli Milliyet gazetesinin haberine göre belgeler hiçbir inceleme yapılmadan satılmıştır.(Milliyet, 21 Mayıs 1931.)

Olaydan tesadüfen haberdar olan İsmail Hakkı Konyalı ve Muallim Cevdet gibi bilgili insanların çabaları, Fuat Köprülü ve Ahmet Refik gibi tarihçilerin gayretleriyle olay tartışılmaya başlanmıştır. İsmail Hakkı Konyalı ve Muallim Cevdet'in öncülüğündeki bazı aydınlar, Başbakan İ.İnönü'ye önce bir telgraf, sonra bir rapor göndererek, yapılan işin yanlışlığına dikkat çekmişler ve Bulgaristan'a gönderilen belgelerin geri alınmasını talep etmişlerdir.(Aktaş, Kahraman, age., s.4-11) Bunun üzerine Başbakan İ.İnönü imzasıyla yayımlanan bir genelgeyle devlet dairelerinin ellerinde bulunan tarihi vesikaların hiçbir şekilde imha edilmemeleri ve satılmamaları bildirilmiştir.(age.,s. XIV, XV, 12.)

Osmanlı arşiv belgelerinin nokkası 3 kuruş 12 paraya Bulgaristan'a satılmasının sorumlusu ne Atatürk'tür ne de İnönü'dür Maliye Vekaleti, İstanbul Defterdarlığı'na "lüzumsuz belgelerin satılması" emrini verdikten sonra Defterdarlık'taki bir iki bilgisiz memurun işgüzarlığı belgelerin satılmasına neden olmuştur. Aslında buradaki temel sorumlu tarihin, kültürün öneminden habersiz biçimde geçen yüzyıllardır! Tarih yapan Osmanlı, arşivlerindeki milyonlarca belgeye rğamen, maalesef kendi tarihini yazamamıştır. Öyle ki, Osmanlı tarihini yazmak için Tarihi Osmani Cemiyeti kurulduğunda yıl 1909'dur.

Peki, ama Atatürk ve CHP hükümeti Osmanlı belgelerinin satılması karşısında nasıl bir tavır takınmıştır?

1. Basın olayı özgürce haber yapmıştır. Son Posta, Vakit ve Milliyet gazeteleri olayı bütün boyutlarıyla kamuoyuyla paylaşmış; olayı kınamış, sorumluların cezalandırılmasını istemiştir. Ayrıca gazeteler bu olay vesilesiyle tarihe sahip çıkılması gerektiği konusunda halkı bilinçlendirmiştir. Atatür, İnönü veya herhangi bir hükümet yetkilisi bu haberler nedeniyle basına sansür uygulamayı aklının ucundan bile geçirmemiştir.

2. İsmail hakkı Konyalı ve Muallim Cevdet gibi aydınların satılan belgelerle ilgili uyarıları Başbakan İsmet İnönü tarafından dikkate alınmıştır. İnönöü, 10 Haziran 1931 tarihli bir genelgeyle devlet dairelerinin elindeki tarihi belgelerin hiçbir şekilde imha edilmemesini ve satılmamasını bildirmiştir.!(age.,s.,XVIII.) 

3. Bunun üzerine, bir taraftan evrak mahzenlerinin nkapıları mühürlenerek dışarıya belge çıkarılması durrdurulmuş, olay soruşturulmaya başlanmış, diğer taraftan da satılan evrakın geri alınabilmesi için Bulgaristan ile temasa geçilmiştir.(age.,s.XV.)

4. Osmanlı Arşivlerindeki kalan belgelerin kurtarılması için gereken çalışmalara başlanmıştır. CHP hükümeti bu iş için Macar tarihçi ve arşivist Lajos Fekete'i, belgelerin bilimsel tasnifini yapması için Türkiye'ye davet etmiştir. Böylece halen uygulanmakta olan Provenance tasnif sisteminin temelleri atılmıştır.(age.,s.XV)

5. Manisa milletvekili(mebusu) Refik Şevket Bey, bu konuda Meclis başkanlığına bir soru önergesi vermiştir.(Goloğlu, age., s. 80.) Önergede, bu belgelerin türü, kimin sorumluluğunda olduğu, niçin satıldığı, geri alınması için bir teşebbüste bulunulup bulunulmadığı ve sorumluların yasal tatbikata uğrayıp uğramadıkları gibi sorualara cevap aranmıştır.(Aktaş, Kahraman age., s. XVI.)

6. Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Bey, olayın sorumluları hakkında soruşturma açıldığını ve Bulgaristan'a götürülen belgelerin geri istendiğini, bunun üzerinde evrakın 33 Çuval içinde elçiliğimize teslim edildiğini belirtmiştir.(Goloğlu, age., s.80, 81.)

Daha sonra gelen belgelerle toplam 54 çuval belge geri alınmıştır.(Aktaş, Kahraman age., s. XVII.) Bu soru önergesi üzerine Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey'de resmi evrak mahzenleri hakkında çok geniş bilgi vermiştir.(Zabıt Ceridesi, 26 Kasım 1932).(Goloğlu, age..,s.81.)

Sonuçta hükümet, Bulgaristan'a hurda kağıt fiyatına satılan evrakın, kağıt hamuru olmasını önlemiştir. Satılan evrakın önemli bir kısmı geri alınmıştır.(Aktaş, Kahraman, age.)

7. Gerçekten de olayın sorumluları hakkında soruşturma açılmış ve suçlular cezalandırılmıştır. Fakat Recep Peker'in başbakanlığı döneminde çıkan genel af nedeniyle onlar da serbest bırakılmışlardır.(Aktaş, Kahraman, age.)

8. Bu olaya benzer olaylar yaşanmaması için önlemler alınmıştır. Hükümyet, Ayasofya Camii ve çevresinde bulunan evrakın daha iyi korunması için belgelerin Topkapı Sarayı'na nakledilmesini emretmiştir.(age.,s. XVII,XVIII)

9. Hükümet, Bab-ı Ali'deki Sadaret evrakının tasnifini hızlandırmıştır.(age.,s.XVII,XVIII.)

10. Tarihi belgelerin korunması için Devlet Arşivlerinin kurulması gündeme getirilmiştir. (age.,s. XVIII.)

İşin özeti şu: 1931 yılında Atatürk'ün ve İnönü'nün bilgisi dışında cahil, bilgisiz bir iki üşgüzar memur, bazı Osmanlı arşiv belgelerini yok pahasına Bulgaristan'a satmıştır. Olayın basına yansımasından sonra hemen harekete geçen Cumhuriyet hükümeti, hem tarihi belgeleri korumak için çok ciddi çalışmalar başlatmış, hem olayın sorumlularını yargılayıp cezalandırmış hem de satılan belgelerin önemli bir kısmını geri almıştır.

Ayrıca Atatürk Cumhuriyeti, Osmanlı Arşivlerini korumaya almıştır. Yetmemiş, Macaristan'dan arşiv uzmanı getirip Osmanlı belgelerini bilimsel olarak tasnif ettirmiştir. Fuat Köprülü, Ömer Lütfi Berkan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Halil İnalcık gibi Osmanlı tarihçileri Cumhuriyet'in koruyup, düzenleyip bilimsel olarak tasnif ettiği bu Osmanlı Arşivlerinde çalışarak belgelere dayalı bilimsel osmanlı tarihi yazmayı başarmışlardır. Anlayacağınız, Osmanlı tarihini yazan da Cumhuriyet'tir.

Atatürk, 1930'ların sonlarında Cenevre'de doktora yapan manevi kızı Afet İnan'a orada Osmanlı tarihine yönelik saldırılara cevap vermesi için yine Osmanlı Arşivi'nden bizzat belgeler göndermiştir. Afet İnan, Atatürk'ün önayak olmasıyla ilk ciddi Piri Reis araştırmalarından birini yapmıştır. Atatürk liseler için hazırlattığı ve bizzat kontrol ettiği, dört ciltlik tarih serisinin "Yeni ve Yakın Zamanlarda Osmanlı-Türk Tarihi" adlı 3. cildini Osmanlı tarihine ayırtmıştır. Bu hacimli kitapta Osmanlı tarihi, doğrusuyla yanlışıyla, baştan sonra bilimsel olarak anlatılmıştır. Genç kuşaklara Osmanlı, hamasi biçimde değil, eleştirel ve neden nasılcı, bilimsel bir bakışla öğretilmiştir. Böylece tarihin genç kuşakları uyutması değil, uyandırması amaçlanmıştır.

Atatürk, İstanbul ve Ankara'ya Osmanlı-Türk büyüklerinin heykellerini yaptırmak istemiştir. Atatürk'ün heykellerini yaptırmak istediği isimler; Mimar Sinan, Fatih Sultan Mehmet, Barbaros Hayreddin Paşa, Kanuni Sultan Süleyman, Piri reis gibi Osmanlı büyükleri ile Timur ve İbni Sina gibi Türk büyükleridir. Atatürk, dünyaca ünlü Türk hekimi ve filozofu İbni sina'ya (980-1037), ölümünün 9. yüzyılı olan 1937'de görkemli bir anma töreni düzenletmiştir. Ayrıca İbni Sina'nın yaşamı ve eserleri üzerine 900 sayfalık bir kitap yayımlatmıştır.(Erker, Türk Kültür Devrimi ve Karşı Devrim, s.33)

Atatürk, 1938 yılında da ünlü Osmanlı denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa'nın muhteşem Preveze Deniz Zaferi'ne yakışır bir Preveze Anma Töreni düzenlemiştir. 28 Eylül 1938 Çarşamba günü Barbaros, bu parlak törenle anılmıştır. Atatürk çok hasta olmasına karşın denizdeki ışık oyunlarını ve şenliklerini Dolmabahçe'den seyretmiş ve şöyle demiştir:" Türkiye'ye iyi bir şey veriniz. Onu kabulde tereddüt göstermeyecektir." Böylece Cumhuriyet'in ulusal anma törenlerinden biri de PReveze Anma Töreni olmuştur.(Banoğlu, age., s.745)

Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'nda Çanakkale'den sonraki en büyük zaferi durumundaki Kutülamare Zaferi, Atatürk döneminde de milli bayram olarak kutlanmaya devam etmiştir. Enver Paşa'nın amcası Halil Paşa'nın 29 Nisan 1916 tarihinde kazandığı Kut Zaferi, Türkiye'nin 1952 yılında Nato'ya girişine kadar Kut bayramı olarak kutlanmıştır. Atatürk'ün liseler için hazırlattığı "Tarih III" adlı kitapta Kut Zaferi'nden şöyle söz edilmiştir: "Çanakkale Boğazı harikalarından başka, Irak'ın kuzey çöllerinde her türlü savaş aracının yoksulluğu içinde uğraşan 3000 kadar silahlı Türk, 12.000 kişilik bir İngiliz kuvvetini Kütulamare'de esir aldı.(Tariih II,S. 151.)

1952 yılında İngilizlerin Menderes'in DP'sine baskı yapmaları sonucunda Kut Zaferi tarih kitaplarından çıkarılmış, Kut bayramı da kaldırılmıştır.(Bknz. C.Özakınıcı, S.Meydan)

Arşivlerin Kısa Tarihçesi (1)
Osmanlı Dönemi
Osmanlı Devleti’nin, kuruluşundan itibaren resmi belgelerin defterlere işlenmesi ve korunması mevzularında, müsveddelerini dahi saklayacak kadar titiz davranılmış olduğu biliniyor. Yine de nice cenk ve naturel afetlerin verdiği zararların yanısıra bilgisizlik, kasıt, dikkatsizlik ve gizleme koşullarının elverişsizliği şeklinde nedenlerle pek fazlaca belge yok olmaktan kurtulamamış. Örneğin, Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’daki arşivin Timur’un Anadolu’yu istilası esnasında yok edilmesi sebebiyle Fatih öncesi döneme ilişkin günümüze fazlaca azca sayıda belge ulaşabilmiş. Aynı şekilde, Fatih ile Kanunî dönemleri arasındaki yüz yıldan bugüne kalabilen belge ve defter sayısı birkaç yüz ile sınırı olan.

İstanbul’un fethinden sonrasında evrak mahzeni olarak ilkin Yedikule, arkasından Atmeydanı kullanılmış. Sultan III. Ahmed’den sonrasında padişahların İstanbul’a yerleşmeleriyle Topkapı Sarayı inşa edilince belgeler Hazine-i Âmire ve Enderûn-ı Hümâyûn’a taşınmış. Tanzimata gelindiğinde evrak gömü dairelerine sığmaz olunca, umar olarak Bâb-ı Âlî civarında Sultanahmed Meydanı’ndaki birtakım binalar evrak mahzeni niyetine kullanılmış. Savaşlarda yenilgilere paralel gelişen ekonomik daralmalar ve idarî yapıdaki değişiklikler, durumu daha da içerisinden çıkılmaz hale getirmiş. Devletin arşivi artık sandık ve torbalar arasında, birbirinden dağınık binalardaki elverişsiz rutubetli mahzenlerde saklanır olmuş.

Merkezi arşivin yok olmaktan kurtarılması Sultan Abdülmecid zamanına rastgeliyor. 1845 senesinde ilkin bir tasnif emek harcaması yapılarak Osmanlı Devleti’nin merkezi devlet teşkilatına ilişkin Divan-ı Hümayun, Sadrazamlık ve Defterdarlık şeklinde arşiv malzemesi düzene sokulmuş. Devlet arşivi için bir teşkilatın kurulmasına ve bu arşivin saklanacağı uygar bir binanın inşasına karar vermiş olduğu sene 1846. Bu sene, devletimizde uygar arşivciliğin miladı kabul edilir. Sultan Abdülmecid’in bu yeni teşkiltat için müsait görmüş olduğu ad, Hazine-i Evrak’dır. Bu tarihten çağ ilkin, ilk kere Sultan III. Mustafa (1757-1774) zamanında Ordu Divan’ında gösterilen bir fermanda rastlanan merkezi arşiv malzemesi için gömü-i evrak (devletin hazinesi) nitelemesi, bundan bu şekilde arşivin resmi ismi olacaktır.(2)

İmparatorluğun tek arşivi Hazine-i Evrak değildi. Devlet, Merkezi yönetimin yanısıra Taşra teşkilatlarından da belgelere aynı özeni göstermelerini istek etmiş; Beylerbeyleri, kadı ve hakimlere defter tutma zorunluluğu getirmiş. Beylerbeyi arşiv sandıklarından Osmanlı Arşivi’ne belge intikal etmemiş ve imparatorluğun dağılması hemen sonra kurulan yeni devletlerin elinde kalmıştır. Kadı ve hakimlerin kararlarını defterlere kaydedip bu defterleri bir sonraki görevliye devretmekle mükellef kılınmaları yardımıyla ise günümüz Şer’iyye Sicilleri koleksiyonları ortaya çıkmıştır. Tanzimat hemen sonra gömü-i evrak misal alınarak gözetimler ve bağlı kurumların bünyesinde de ayrı arşivler oluşturulur.

İkinci Meşrutiyet dönemine gelindiğinde, arşiv malzemesinin tarih ve muhtelif bilim dallarının hizmetine de sunulması gerektiği düşüncesiyle Tarîh-i Osmanî Encümeni kurulur ve Tarîh-i Osmanî Mecmuası yayınlanmaya başlanır. Arşivlere tanınan bu yeni işlevlere parallel olarak arşiv malzemesinin tasnifine de hız verilir. Bu dönemde, Topkapı Sarayı ve Sultanahmed civarındaki mahzenlerde kalmış toplam 518 otomobil yükü arşiv malzemesinin tasnif edilmesi rolü, Tarîh-i Osmanî Encümeni Reisi Abdurrahman Şeref Bey’e verilir. Abdurrahman Şeref Bey başkanlığında kurulan heyetin emekleri 1910 yılından 1914’e kadar sürmüş, bu tarihte Abdurahman Şeref Bey’in talebiyle bu vazife Hazinei Evrak’a devredilmişti.(3)

Bu döneme ait laf edilmesi ihtiyaç duyulan mühim bir öteki arşiv, II. Abdülhamit devrinde (1876-1909) Yıldız sarayında açılan arşivdir. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi üstüne 1911 senesinde başlamış olan Yıldız sarayı arşiv evrakının incelem ve tasnifi ile birikmiş jurnallerin tasfiyesi işi 1914 senesinde tamamlanarak, 800 sandık dolusu evrak Sadâret Hazîne-i Evrak Dairesi’ne devredilmiştir. Bu tasnif emek harcaması, İbnülemin Mahmud Kemal (İnal)’ın emeğinin ürünüdür.(4)

1914 yılı başlarında Bâb-ı Âlî Hazine-i Evrakı’yla Hariciye, Şûrâ-yı Devlet ve Dahiliye daireleri arşivlerinin birleştirilmesi için çalışmalara başlanırsa da, 1. Dünya Savaşı bu girişime mani olur. Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasından sonrasında bu nezaretlerin ve bağlı devlet dairelerinin arşivleri Hazine-i Evrak’a devredilir.

Birinci Dünya Savaşı esnasında ve hemen sonra arşivler büyük zarar görür; pek fazlaca belge kaybolur yada satılır, bir kısım arşivler de kullanılamaz hale gelir. Bu dönemde oluşan tahribata ait öğrenek verici bir anı, 1931 yılındaki gömü evrakının Bulgaristan’a satışını kamuoyuna ilk duyuracak olan İbrahim Hakkı Konyalı’ya ilişkin:

     (“..Abdurrahman Şeref Bey’in 518 otomobil ile Hazine-i Evrak’a naklettirdiği evrak).. bir müddet Ayasofya’nın üst galerisinde tasnif edilmeye başlanmıştı. Ancak Alman İmparatoru Wilhelm’in İstanbul’a geleceği ve Ayasofya’yı gezeceği haberi üstüne küreklerle merdiven boşluğuna atılmıştı. Evrak güvercin pislikleri ve yağmur suları altında günlerce kaldıktan sonrasında..”(5)

Burada İbrahim Hakkı Konyalı’nın sözünü etmiş olduğu ziyaret, Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’in Osmanlı İmparatorluğu’na Sultan Reşat (V. Mehmet) zamanında, 1917 senesinde yapmış olduğu üçüncü ziyaret olmalı. (Daha ilkin 1889 ve 1898 yıllarında iki kere daha gelen Kaiser’in son seyahati, ancak İstanbul ve çevresiyle sınırı olan kalmıştı.) Konyalı, anlatısının devamında, bu durumu kabul eden ve evrakı inceleyen bir Bulgar Albay’ın, aradan 14 sene geçtikten sonrasında 1931’de hükümetine bu evrakı satın aldırmış olması şeklinde pek inadırıcı olmayan bir spekülasyonda bulunuyor.

Mütareke hemen sonra 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden sonrasında arşivler, müze ve kütüphaneler işgal kuvvetlerinin talanından kurtulamaz. Bu koşullarda dahi Osmanlı Devleti arşiv malzemesinin tasnifi faaliyetlerini devam ettirmeye çalışmış. Bu bağlamda anılması ihtiyaç duyulan emek verme, Aralık 1920’de Ali Emirî Efendi Başkanlığında başlatılan Bâb-ı Âlî Kütüphanesi’ndeki eski evrakın tanzim ve tasnifi işidir.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ulusal mücadeleyi başlatacak olan Amasya Tamimi’ni (Genelgesi) 22 Haziran 1919’da duyuru ettiklerinde, Anadolu’ya ayak basalı hemen hemen bir ay olmuştu. Türk ulusuna istiklal ve eğemenlik yolununda davet icra eden, direnişin ilkelerini bir protokol ve plan çerçevesinde ortaya koyan bu belge, ileride kurulacak Cumhuriyet Arşivi’nin ilk mühim resmi belgesi olsa gerek.

Amasya Tamimi hemen sonra Sivas ve Erzurum Kongreleri’nden geçerek güçlenen Kuvay-ı Milliye hareketinin kendi Heyet-i Temsiliye’tepsi oluşturmasından 23 Nisan 1920 de Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına kadar giden savaşım sürecinde pek fazlaca belge daha üretilmiştir. Bu tarihinden itibaren yeni ulus- devlete ilişkin ve Cumhuriyet Arşivine dönüşecek bir arşivcilik süreci başlamıştır. Bu arşive, Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kurulmasından saltanatın kaldırılmasına ve 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilanına uzanan yolda daha pek fazlaca resmi belge eklenir.

Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Osmanlı arşivlerinin de yeni ulus-devletin hafızası, tarih ve kültür hazinesi bulunduğunun bilincindedir. Ankara’da kendi arşivini oluşturma sürecine parallel olarak İstanbul’daki Osmanlı arşivini koruyabilmek için de adımlar atacaktır.

Ankara Hükümeti, Cumhuriyeti İlan Etmezden Önce Osmanlı Hazine-i Evrakı’nı Koruyacak Arşiv Teşkilatını Kurmuştur
Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, saltanatın ilgasından itibaren Osmanlı Arşivlerini koruma çabasına girer. Öncelikli hedefi, Hazine-i Evrak’la beraber mülga sadâret evrakının ve eşyasının muhafazasıdır. Bunun için Cumhuriyet’in ilanını beklemez ve Lozan Barış görüşmelerinde yeni Türkiye’nin kaderini çizmek için savaştığı bir dönemde harekete geçer.

1 Mart 1923’de Başvekâlet Kalem-i Mahsus Müdüriyeti’ne bağlı Mahzen-i Evrak Mümeyyizliği kurulur. Aynı günün tarihini taşıyan ilk talimatname, “mülgâ kalemlerde kalan evrakın ilgililere buldurularak Mahzen-i Evrak’a konulması ve halen Hazine-i Evrak’ta mevcut bulunan evrakın harika surette tasnif edilerek ehemmiyetle muhafaza edilmesi”ni emreder.(6)

Ankara Hükümeti bununla da  yetinmez. Osmanlı Devleti zamanında Hazine-i Evrak Müdürü olan Mahmud Nedim Bey’i ve personelini yeni kurulan Mahzen-i Evrak Mümeyyizliğine atama eder. Mahmut Nedim Bey emekli olduğu 1931 yılına kadar bu rolü sürdürecektir.

Mahzen-i Evrak Mümeyyizliği, vakit arasında değişik isimler alarak, statüsü ve teşkilat yapısı değişerek günümüzü kadar gelmiştir. Bu daireye ait ilk düzenlemeler 1927, 1929 ve 1933 yılarında yapılmış. Bundan sonrasında daha bir kaç kere daha statü ve yapı değişiklikliği geçirecek ve bugünkü yasal statüsüne 1984 senesinde kavuşacaktır. Bu yıla kadar birbirinden bağımsız çalışan İstanbul’daki “Osmanlı Arşiv” Dairesi ile Ankara’daki “Cumhuriyet Arşivi” Daire Başkanlıkları,1984 yılından itibaren açılan Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü çatısı altında biraraya gelmiştir.

Cumhuriyet yönetimi, kuruluşunun ilk yıllarında Osmanlı Devleti’nden miras kalan arşiv malzemesi haricinde hususi arşiv, müze ve kütüphanelerdeki kültür mirasını da korumak için adımlar atmış. Müze ve kütüphanelerin İstanbul’un işgali esnasında görmüş olduğu zararlar ve onun da öncesinde XIX. Yüzyılın sonlarından itibaren birtakım kıymetli yazmaların ve eserlerin yabancılara satılmış olması hafızalarda tazeydi. Cumhuriyet Hükümeti, 2 Temmuz 1924, 26 Ağustos 1925 ve 11 Ekim 1925’te tarihlerinde yayınladığı kararnamelerle, zamanı ve etnografik kıymet taşıyan malzemenin yurt dışına çıkarılması ve yabancılara satılmasını ne olursa olsun yasaklar. Bu kararnameler,Türkiye’de hususi arşiv ve kütüphaneler ile alakalı meydana getirilen ilk düzenlemeler. (7)

1931 Yılına Kadar Cumhuriyet Dönemi Tasnif Çalışmaları
Osmanlı döneminde Aralık 1920’de Ali Emirî Efendi Başkanlığında başlatılan Bâb-ı Âlî Kütüphanesi’ndeki eski evrakın tanzim ve tasnifi işi, Saltanat kaldırıldıktan sonrasında da, Cumhuriyetin ilk senesinde da devam ettirilir. Nisan 1924’e kadar sürdürülen bu çalışmada beylikler döneminden Sultan Abdülmecid zamanına kadar olan süreyi içeren 180.000 civarında belge, padişahların saltanat süreleri esas alınarak tasnif edilmiştir.

Tasnif emekleri, Mayıs 1924’ten sonrasında yeni kurulan Vesâik-i Târîhiyye Tasnif Heyeti eliyle sürdürülür. Cumhuriyet yönetiminin bu Heyet’in başkanlığına getirmiş olduğu şahıs, 1910- 1914 yılları içinde Yıldız Sarayı arşiv evrakının tasnifini icra eden İbnülemin’in Mahmut Kemal. Mayıs 1926’ya kadar devam eden bu çalışmada Ali Emîrî Efendi’nin padişahlara bakılırsa yapmış olduğu tasnif biçimi yerine, belgeleri mevzularına bakılırsa ayıran ve her mevzunun kendi arasında kronolojik bir sıra izlediği bir tasnif biçimi benimsenmiş (adliye, askeriye, bahriye, dahiliye, maliye, vs. şeklinde). Bu tasnifin, 1425-1873 yılları arasına ilişkin 47 bin tane belgeyi içeren 29 ciltlik Osmanlıca kataloğu mevcut.(8)

1926 yılından – 1931 yılına kadar olan vakit diliminde tasnif işleri Hazine-i Evrak’ın azca sayıdaki mensubu ile Maarif Vekaleti’nden görevlendirilen personel eliyle yürütülmüştür.

1931: Bulgaristan’a Satılan Osmanlı Evrakı Olayı
Olayın Kısa Öyküsü:
Döneme ilişkin gazeteler, anılar ve Başbakanlık Arşivler Genel Müdürlüğü tarafınca meydana getirilen emekler incelendiğinde, olayın oluş biçimi özetlemek gerekirse şu şekildeki özetlenebilir:

1931 yılındaki vakası başlatan, bundan iki sene ilkin Maliye Vekâleti’nden Defterdarlığa gereksiz evrakın satılması için gelen bir buyruk. Bunun üstüne Sultanahmet’te Bizans döneminden kalma ve Tanzimat’tan bu yana kullanılan evrak mahzeninde gizlenen belgeler, mevzu ile ilgisi olmayan iki tapu memuru eliyle üstünkörü incelenir. “Yetkili, mevzuyu bilen ve belgelerin kıymetini takdir edebilecek hiç bir kişi yada müesseseye danışılmadan” meydana getirilen bu tasnif sonucunda, bir kısım belge için “günün maliye işleri ile alakalı olmayıp bir kıymet taşımadıklarına, hükümlerinin geçmiş olduğuna”, öteki bir kısmının da “boş kâğıt parçaları” olduğuna karar verilir. Çoğunluğu Maliye’ye ilişkin evrak içinde askerî, malî, ticarî, siyasî, hukukî, edebî, sanayi, denizcilik ve bilim evveliyatına ilişkin değerli pek fazlaca belge bulunmasına karşın, 30 ila 50 ton evrak, değersiz kağıt niyetine okkası üç kuruş on paradan, fabrikalarında hamur harcı haline getirilmek suretiyle Bulgaristan’a satılır. Balyalar halinde Sirkeci’de vagonlara yüklenirken dökülen evrakın bir kısmı sonrasında bu tarz şeyleri toplayan çocuklardan satın alınınca vaka duyulur. Osmanlı süreci evrakının Bulgaristan’a hurda kâğıt olarak satılması ülkede büyük bir tepkiye niçin olur. Saruhan Mebusu Refik Şevket (İnce) T.B.M.M.’nde sual önergesi verir. Maliye Vekili Mustafa Abdülhâlik (Renda)’nın açıklamaları kamuoyunu doygunluk etmez. Gazetelerde büyük bir kampanya başlatılır. Basında dikkatsizlik suçlamalarının yanısıra bu işin bir düzenleme kararı meydana geldiği fazlaca yazılır çizilir. Söylentiler, 1929’da İstanbul’a gelip arşiv ve kütüphanelerde araştırmalar yapmış, eski Osmanlı Mebusu, Bulgar Panço Doref üstünde toplanır. Doref’in, laf mevzusu evrakları görüp Bulgar hükümetine satın aldırttığı iddia edilir. Bulgaristan hükümeti uyarılıp evrakın hamur harcı haline getirilmesi önlenir, iki sene sonrasında 54 çuval kadar belge geri alınabilir.

1931 senesinde yaşanmış olan vahim vakaya ait birtakım noktalara sarahat getirmek ve kaybedilen evraka ulaşmak sadece 1993 senesinde olası olabilecektir. Bu tarihte Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ile Bulgaristan Cumhuriyeti Bakanlar Konseyi Arşiv Genel Müdürlüğü içinde bir İşbirliği Protokolü imzalanır. Sonrasında Türk yetkililerinin Bulgaristan’da icra ettikleri inceleme ve incelemeler, Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları adıyla kitaplaştırılmıştır. Burada 1931’de yaşanmış olan olaylar, öncesi ve sonrasıyla, en küçük ayrıntısına kadar verilmektedir. Yine aynı müessese tarafınca 1994 senesinde gösterilen Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı isminde emek verme ise Bulgaristan’a intikal eden arşiv malzemesi üstünde meydana getirilen tasnif çalışmalarını, belgeler ve defterler bazında, Türkçeleştirilmiş fihrist ve kataloglar halinde araştırmacıların bilgisine sunmaktadır. (10)

Tarihi belgelerin Bulgaristan’a satılmasını “Şahıslardan meydana gelen sorumsuzluk ve dikkatsizliğin yada iş bilmeyen ehliyetsiz kişilerin iyi mi büyük kayıplara yol açabileceğini en fena örneği” olarak karar veren bu iki tutanağa bakılırsa, evrakın Bulgaristan ucundaki öyküsü şu şekildeki:

1. 1931 senesinde hurda kâğıt niyetiyle satışa çıkarılan belgeleri müşteri Bulgaristan hükûmeti değil, Bulgaristan’da Sofya civarlarında Kostaneç nahiyesindeki kağıt fabrikasının sahipleri İsviçreli Berger ailesidir.

2. 1929’da İstanbul’a gelen, arşiv ve kütüphanelerde araştırmalar icra eden, Türkçeyi ve Osmanlı Türkçesini fazlaca iyi bilen Panço Doref’in, bu vakada parmağı olup olmadığı mevzusunda birşey söylemek olası değil. Türk yetkililerinin Bulgaristan’da bu mevzuda icra ettikleri incelemelere bakılırsa, vaka esnasında Türkiye’de bulunan Panço Doref, satışla alakalı Türk gazetelerinde çıkan haberler üstüne “gelen malzemenin hurda kâğıt olmayıp, tarihî değeri hâiz Osmanlı belgeleri olduğu” mevzusunda kendi hükûmetini telgrafla uyarmıştı. Bulgar yetkililerince Türkiye’den kâğıt hamur harcını yapılmak suretiyle Berger firmasınca satın alınan belgelere Sofya tren garında el konması bu malumat üstüne idi.

3. Bulgar hükümeti, laf mevzusu malzemenin tarihî belgeler bulunduğunu Viyana’da kanıtlattıktan sonrasında kâğıt fabrikasından satın alarak Cyril ve Methodius Kütüphanesi’nin Şarkiyat şubesinde muhafaza dibine almıştı. Türk yetkililerinin bu belgeleri almak için girişimleri kararı, evrakın bir kısmı 2 sene sonrasında Türkiye’ye iade edilmiştir.

4. Belgeler, 1931yılından itibaren tasnif edilmeye başlanmış, en önce defter ve belge olarak ayrılmış, 1931-1939 yılları içinde sicillerin kataloğu hazırlanmış. 2. Dünya Savaşı esnasında Sofya dışına taşınmış ve savaştan sonrasında yeniden Cyril ve Methodius Kütüphanesine getirilerek şimdiki yerine konulmuştu.

5. Tamamı 1,5 milyon civarında olan belge ve defterlerin 21140 sayfa tutan 113 defterin mikro filmi temin edilerek Başbakanlık Devlet Arşivlerine kazandırılmıştır. Kalan belgelerin mikro filimlerinin temini için çalışılmalar sürmektedir.

Olayın Türk Kamuoyuna Duyuruluşu
1931 senesinde Bulgaristan’a evrak satışının kamuoyuna iyi mi duyurulduğu ve bu vakası duyuran kişiler açısından hemen sonra ne şeklinde gelişmeler yaşandığı ile alakalı temel müracaat kaynağı, Türkiye’de uygar belediyecilik çalışmalarını başlatan, kent tarihçisi ve İstanbul Şehremâneti arşivinin kurucusu Osman Nuri Ergin’in 1937 senesinde kaleme almış olduğu “M. Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi” isminde emek verme.(11)

Osman N. Ergin’in anlatımına bakılırsa, İstanbul Belediyesi’ndeki odasında gazeteciler bulunmuş olduğu sırada, mevzu İstanbul Defterdarlığı’nın Maliye evrak hazinesini okkası üç kuruş on paradan Bulgaristan’a satmasına ait duyumlara gelir. Bunun gazetelere yansımadığı yakınmaları karşısında odada bulunan Son Posta gazetesinin yazarı, tarihçi ve gazeteci İbrahim Hakkı (Konyalı), vakası inceleyip yazmaya karar verir.

4 Mayıs 1931 günü, Posta Gazetesi’nde İbrahim Hakkı imzalı “Okka ile satılan değerli evrak meselesi” başlıklı makale Türk kamuoyunu ayağa kaldırır. Evrak mahzenden çıkarıldığı sırada vakaya tanık bulunduğunu söyleyen İbrahim Hakkı’nın anlatımı şu şekildeki:

“Oradaki koridor harman halinde dökülmüş kâğıtlarla dolu idi. Çenberliyorlardı. Arkada    yüzlerce poşet kâğıt yığılmıştı. O suretle ki içeri girmek olası değildi…Burada lâalettayin aldığım kâğıtların arasında altın yaldızlı dergi parçaları, Silistre, Varna, Tuna vilayetlerine ilişkin kalelerin tamirine zeamet, tımar vesikalarına, ulufenamelere, mutbak masraflarına, vakıflara ilişkin birçok tarihî mülknameler vardı. Bunlar değersiz kâğıt parçaları değil, onbinlerce kuruş ve lira sarfiyle bile yerlerine konması olası olmayan vesikalardı.” (12)

Osman N. Ergin’inden olanları öğrenip, derhal Sultanahmet’e giden bir öteki şahıs de eğitimci, tarihçi ve arşivci Muallim M. Cevdet (İnançalp)’dir. Muallim Cevdet, o sıralarda esenlik sorunları yüzünden Türkçe öğretmenliği görevinden 2 senedir raporludur. Olayın gazeteler vasıtasıyla görevli makamlara duyuruluyor olmasıyla iktifa etmek istemez ve direkt Başvekil İsmet Paşa’ya ulaşmaya karar verir. Başvekil’e hitaben 17 Mayıs 1931 tarihindeki, saygılı fakat sözünü sakınmayan uzun bir mektup yazar:

     “Askerî, Bahrî, Malî, Fennî, Ticarî, Siyasî, Hukukî, Sınaî, Edebî tarihimizin vesikalarını asırlardan beri saklıyan 25 kubbeli Sultan Ahmet hazinei evrakı faciasını gazetelerde okumuşsunuzdur. Me’mur komisyonunun Defterdar Beyde mahfuz teskeresine bakılırsa gereksiz zannedilen vesikalar satılığa çıkarılmış ve daha birçok defterlerin de imhasında sakınca olmadığı dercedilmiştir. Komisyon bilimsel, medeni, harsi noktai nazardan değil, (muamelei resmiyeye yaramak ve yaramamak itibariyle) evrakı faideli ve faidesiz diye ayırmıştır. Rivayete bakılırsa dört yüze karip sandık ve balya dolusu vesikaları okkası üç kuruştan Bulgaristana satmıştır.Demek ki Türkiye’nin en varlıklı hazinei evrakının nısfı imha edilmiştir. Devletin koskoca müze idaresi, tarih encümeni ve sekiz on tarih ve arşiv mütehassısı olduğu şekilde kimsenin reyi sorulmamıştır..” (13)

Muallim Cevdet, mektubunun devamında Bulgarlara satılırken yere düşen ve kendisinin sokak evlatlarından 20 kuruşa satın almış olduğu vesikaları sıralar ve “Paşam elime geçen vesikaların bir tek unvanları hamiyetli yüreğinizi tutuşturmağa kâfidir” diye sürdürdür ve bu olayın zararlarından dönülmesi için Başvekil’den taleplerini sıralar.

Muallim Cevdet’in yazdığı mektubu bizzat elden teslim etmeyi İstanbul Mebusu Halil Etem Eldem üstlenir ve öncesinde Başvekil’e bir de telgraf gönderir:

“İstanbul’daki maliye gömü-i evrakından yüzlerce sandık vesika satılmıştır. Taşınırken sokaklardan toplanan ve evlatların ellerinden üçer, beşer kuruşa alınan vesikaların nümunelerini getiriyorum. Bu faciayı boşlamak için lazımgelen emrin müsareaten ita buyurulmasını ilim ve uygarlık namına ehemmiyetle rica ederim efendim” (14)

Bulgaristan’a evrak satışının gündeme düşmüş olduğu sıralarda, Başvekil İsmet İnönü fazlaca yoğun bir emek verme içindedir. Görevinin olağan iş temposuna ilave olarak 10- 18 Mayıs 1931 tarihlerinde CHP’nin Üçüncü Büyük Kongresi toplanmıştı. CHP tarihinin en mühim kongrelerinden önde gelen bu kongrede Devletçilik mevzusunun ele alınacak olması İnönü için ek olarak önemlidir. Yaklaşık 9 ay ilkin, 30 Ağustos 1930 tarihinde, Kayseri-Sivas demiryolunu hizmete açışında yapmış olduğu konuşmada “mutedil devletçilik” deyimini kullanarak devletçilik terimini ilk kere partinin gündemine getiren kendisi olmuştu. Çok uzun tartışmalardans sonrasında bu kongre, devletçiliği partinin altıncı ilkesi olarak kabul edecekti.

Muallim Cevdet’in mektubununu ulaştırmak için Ankara’ya giden Halil Etem Eldem’i bekleyen, işte bu yoğun gidişat içerisindeki Başvekil’di. Sonraki gelişmeleri, Halil Etem Eldem’in Ankara’dan Muallim Cevdet’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz:

“Fazıl Azizim Cevdet Beyfendi;

     Başvekil Paşa Hazretlerini Mecliste şu şekildeki ayakta görebildim. Vesikaları takdim edeceğimi söyledim. Kendisi de benim telgrafımın Maliye Vekâletine verildiğini beyan etti. Fakat şimdi o denli işi fazlaca ki makamında rasgetirmek ve görmek kabil olamayacağını anladıktan sonrasında müsteşar Kemal Beye gittim ve vesikaları birer birer gösterdim, hâli anlattım. Paşa Hazretlerine takdim edecektir. Bunların iadesini rica ettiğinizi de söyledim. Pek iyi dedi.. Mamaafih bu işe İstanbul’da müfettişlerin durum ettiklerini haber aldım. Belki bu katliam devam etmez artık.“(15)

Bu cinayetin devam etmesi, fazlaca kısa bir müddet sonra Başvekil İsmet İnönü’nün amme müessese ve kuruluşlara gönderilmiş olduğu bir talimatname ile engellenir:(16)

     Ahiren İstanbul Defterdarlığında eski ve gereksiz diye satılan evrak içinde fazlaca kıymatli birtakım tarihî vesikalar bulunmuş olduğu anlaşılmıştır. Bilumum daireler evrak mahzenlerinde de bir fazlaca değerli vesaik bulunacağı şüphesiz ve bunun takdiri uzmanlık erbabına ilişkin bulunduğundan gerek merkezde ve gerek Vilâyetlerdeki evrak mahzenlerinde bulunan muamelesi hitam bulmuş eski ve yeni bilcümle evrakın hiçbir bahane ile ve hiç bir suretle ziyaa uğramalarına meydan verilmemesi, bilâkis muhafazalarına özen edilmesi için gerektirme edenlere tamimen buyruk ve bildiri buyurulmasını ehemmiyetle rica ederim Efendim.

                                                                                                                10/6/931
                                                                                                         Başvekil İsmet

Başvekil İnönü’ye Yazdığı Mektup Sonrasında Muallim Cevdet’in Öyküsü
“Ben bu cesaretin neticesinde hükümetten bir tokat bekliyordum. Lakin..“
Muallim Cevdet’in Başvekil İnönü’ye yazdığı mektupta sıraladığı talepler içinde “tarihî evrak ve defter satışının men” edilmesi de vardı. Başvekil’in evrak satışını ve imhasını durduran 10 Haziran tarihindeki genelgesi, M. Cevdet’in mektubuna verdiği ilk cevap sayılabilir.

İsmet Paşa’ya yazdığı mektuptan 17 ay sonrasında, Muallim Cevdet’in asla ummadığı bir büyüme yaşanır. Bakanlar Kurulu’nun 8 Ekim 1932 tarihindeki kararıyla Başbakanlığa bağlı “Târihî Evrâk Tedkîk Heyeti” kurulur ve başkanlığına M. Cevdet getirilir. M. Cevdet’in bu atamaya ait duygularını, Osman N. Ergin onun ağzından şu şekildeki aktarmış:

“..evrakı resmiyei kadimenin Bulgaristana satılmasından dolayı, bildiğiniz gibi ki ya ben İsmet Paşa’ya telgraf çekmiştim.. Ben hükümetin icraatına karşı gelmiş ve adeta onları protesto etmiş oldum. Ben bu cesaretin neticesinde hükümetten bir tokat bekliyordum. Lakin hükümetin hüsnüniyetli ali cenaplığı, vatanperverliği ceza değil beni mükâfatlandırmakla taltif ediyor, şu demek oluyor ki bu hale fazlaca müteşekkirim ve istikbal için bende fazlaca güzel ümitler uyandırdı.” (17)

Osman N. Ergin’in bu büyüme ile alakalı düşüncesi de şu şekildeki:

“Fakat bu işde aslolan büyük hizmeti İsmet Paşa hükümeti yapmış, hiç değilse kalan evrakı kurtarmış ve tasnif ederek ilim aleminin ve tarihçilerin istifadelerine arzetmek için 8/11/1932 tarihindeki İcra vekilleri sonucu ile bir “Resmi ve zamanı evrak tasnif heyeti teşkil edilerek Cevdet de iş başına getirilmiştir.” (18)

Osman N. Ergin, “Bu heyeti teşkil etmekle ve zamanı evrakın öncesiz aşıkı ve müdafili olan Cevdet’i bu işin başına getirmekle Cumhuriyet Hükümetinin ne büyük bir iş yapmış bulunduğunu” Cevdetin emek verme şekli ile alakalı verdiği direktif ve hatıra defterlerinden biriktirerek ortaya koyduğu bilgilerin alenen gösterdiğini anlatır.(19)

8 Ekim 1932’de tasnif heyetindeki görevine başlamış olan Muallim Cevdet, 1935 senesinde sağlığı bozulunca çekilme eder. Onun istifasından sonrasında da tasnif emekleri 1937 yılına kadar devam eder. “Cevdet Tasnifi” olarak malum bu çalışmada tasnif edilen belge sayısı 218.833.(20)

Cumhuriyet yönetimi, istifasından üç ay sonrasında onu bu kere “İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Heyeti” başkanlığına atama eder. Birkaç ay hasta olarak devam etmiş olduğu bu işe hastalığının artması sebebiyle gidemez ve Aralık 1935 de 52 yaşlarında hayata veda eder.

Bulgaristan’a Evrak Satışı Sonrasında İnönü Hükümet’ince Alınan Önlemler (1931-1937)
Cumhuriyeti kurmazdan ilkin ve kuruluşunun ilk fırtınalı yıllarında dahi Osmanlı arşivini korumak için çaba sarfeden Cumhuriyet yönetimi, karşılaşmış olduğu bu vahim ve talihsiz vakadan lüzumlu dersleri alıp arşiv malzemesinin korunması meselesini devletin en üst düzeyinde yine ele alacaktır.

Bu amaçla atılan adımlar, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün çalışmalarına dayanarak şu şekildeki özetlenebilir: (21)

1. Olayın derhal ertesinde Bulgaristan hükümeti uyarılmış ve satılan evrakın kağıt hamur harcını olması engellenmiş; belgelerin geri katılımı için diplomatik girişimler başlatılmıştır. Bu girişimler kararı, iki sene sonrasında bir miktar belge Türkiye’ye iade edilmiştir.

2. Tarihî arşiv evrakının değerinin takdiri işinin uzmanlarınca yapılmasını, hiç bir nedenle ve şekilde mevcut evrakın yitirilmesine sebebiyet verilmemesini öngören 10.6.1931 tarihindeki genelgenin, “en yetkili Makamca tamim edilmiş olması“, evrak imhasının ve satışının önüne geçilmesini sağlamıştır.

3. Bu vakadan sonrasında Ayasofya civarındaki depolarda korumasız ve elverişsiz koşullarda gizlenen evrak olduğu öğrenilmiş, Başvekalet’in Maliye Bakanlığı’na 18 Ağustos 1931 tarihindeki yazısı ile bu evrak Topkapı Sarayı’na taşınarak daha iyi şartlarda koruma dibine alınmıştır.

4. Bâb-ı Âlî’deki Sadâret evrakının tasnifi mevzusu yine gündeme gelmiştir. 8 Ekim 1932 Başbakanlığa bağlı “Târihî Evrâk Tedkîk Heyeti” kurulup, başkanlığına M. Cevdet getirilmiştir.

5. Kurumların ellerindeki belgelerin ayıklama ve imha işlemlerini düzenlemek ve muhafaza edilmesi gerekenlerin “Umumi Arşive” devredilmesini sağlamak üzere yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan ilki, 19 Eylül 1934 tarihindeki “Resmi Evrak ve Defterlerden Lüzumsuz Olanlarının Yok Edilme Tarzı Hakkında Nizamname’dir. Bu yönetmelik 1937 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

6. 12 Ocak 1935 tarihindeki bir kararname ile devlet arşivi kurulması, binaların inşası ve arşivci yetiştirmek suretiyle Avrupa’ya talebe gönderilmesi öngörülmüş, sadece muhtelif nedenlerle hayata geçirilememiştir. Buna karşın, Devlet Arşivi kurulması mevzusunun devletin politikası haline getirilmiş olması, en büyük kazanım olarak görülmektedir.

7. Macar Arşivist Fekete, 1936-1937 yıllarında Türkiye’ye getirilerek, ülkemiz uygar arşivcilik terimi ve uygulamaları ile tanıştırılmıştır. Önemi sebebiyle bu mevzu aşağıda daha detaylı ele alınmıştır.

Macar Arşivist Lajos Fekete’nin Türkiye’ye Getirilmesi: Çağdaş arşivcilik anlayışının ve Provenans tasnif sisteminin benimsenmesi
1936 senesinde Macar arşiv uzmanı ve Osmanlı tarihçisi Dr. Lajos Fekete Türkiye’ye çayır edilir. Başbakanlık Arşivler Genel Müdürlüğü’nün 1994’de gösterilen bir çalışmasında, bu davetin sebebi şu şekildeki açıklanıyor:

“..iyi bir tarihçinin iyi bir arşivist olabileceği düşüncesiyle..her biri kendi branşında bilgin olan” Ali Emirî, İbnülemin Mahmut (İnal) , M. Cevdet (İnançalp) şeklinde kişiler Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde tasnif heyetleri başkanlığına getirilmişler, sadece bu kişiler “tüm gayretlerine ve iyi niyetlerine karşın Osmanlı Arşivi’nin bilimsel bir yaklaşımla ve arşivcilik prensiplerine müsait olarak tasnifi ve arşiv malzemesinin de tertipli olarak istifadeye verilmesi mevzusunda sonuç verici bir emek verme oluşturmaya maalesef muvaffak olamamışlardır.” (22)

1936-1937 yılları içinde Osmanlı Arşivi ile TopkapıSarayı Müzesi Arşivi düzenlemesi işlerinde görevlendirilen Fekete, eski tasnif usullerini tümüyle terkeder. Belgelerin arşivlenmesi ve kodlanmasında getirmiş olduğu yeni uygulama, tüm uygar arşivlerde kullanılan Provenans tasnif sistemidir. Bu sistem, arşiv malzemelerinin muamele gördükleri tarihlerdeki aslî düzeni içinde fonların parçalanmadan korunup tasnif edilmesi esasına dayanmaktadır. Osmanlı Arşivi’nde Feteke Tasnifi olarak malum bu çalışmada 4.642 tane belge tasnif edilerek kataloğu hazırlanmıştır. Günümüzde de kullanılmakta olan Provenans sisteminin bütün arşivlerimize yaygınlaştırılması sadece 1956 senesinde gerçekleşebilmişti.

Dr. Lajos Feteke’nin Türk arşivciliğine hizmeti bu kadarla sınırı olan değil. Osmanlı arşiv belgeleri, belgelerin yayınlanması ve öteki arşivcilik mevzularında konferanslar vermiş, yazılar yazmış. Ayrıca “Arşiv Tasnif Talimatnamesi” hazırlayarak, bu talimatnameye müsait bir de misal katalog hazırlamış. 1937 senesinde, Feteke’nin Türkiye’de yapmış olduğu çalışmalara ait hazırladığı “Türk Arşiv İşleri”, “Bulgaristan’daki Türk Vesikaları”, “Arşiv Neşriyatının Ehemmiyeti ve Arşivlerin İdaresi” ve öteki makaleler yurt haricinde yayınlanmış, sonrasında bunlar Türkçe’ye çeviri edilip 1939 senesinde “Arşiv Meseleleri” ismi altında kitaplaştırılmış.(23)

Sonuç Yerine
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanmış olan büyük kayıplara karşın, ancak günümüz Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde gelecek nesillere ulaşmış belge sayısının 150 milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu arşiv, ancak Türkiye Cumhuriyeti için değil hem de geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu topraklarda bugün varlığını sürdüren kırka yakın ülkenin tarihleri için de en varlıklı kaynaktır.

Bu arşivin sıhhatli bir şekilde korunması ve gelecek nesillere aktarılmasında İsmet İnönü Hükümeti’nin bu talihsiz vakadan almış olduğu dersler hemen sonra attığı adımların öneminin yadsınmaması ve takdir edilmesi gerekir. Bir yıkım şansa dönüştürülmüş, arşivlerin korunması işi lüzumlu yasal düzenlemelerle desteklenen bir devlet politikası biçiminde ele alınmıştır. Günümüzde de kullanılmakta olan uygar arşivciliğin temelleri o yıllarda atılmıştır.

Bütün bu süreçte, Bulgaristan’a evrak satışı vakasını kamuoyuna duyuran kişiler dışlanmamış, tam bilakis göreve çayır edilerek arşivlerin düzenlenmesi ve korunması işlerinde kendilerinden görevli mevkilerde yararlanılmıştır.
(1) Bu bölümde aşağıdaki çalışmalardan yararlanılmıştır:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, T.C Başbakanlık Devlet Aşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, Yayın No: 108, Başbakanlık Basımevi, İstanbul, 2010;
Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 17, Ankara 1994
Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Yayın No: 19, 1993;
İsmet Binark, Cumhuriyet Döneminde Arşivlerin Geliştirilmesi Konusunda Yapılmış Çalışmalar ve Cumhuriyet Arşivi, T.C., Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi Dairesi Başkanlığı, Yayın No.11, Ankara 1991;
İsmet Binark, Türk Arşivlerinin Kısa Tarihçesi, Önem ve Değeri, Arşiv Hizmetlerinin Geliştirilmesi Konusunda Yapılmış Çalışmalar, T.C., Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Md Cumhuriyet Arşivi Dairesi Başkanlığı, Yayın No.14, Ankara 1991
(2) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e., Yayın No: 108, s. XXVII-XXVIII
(3) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e., Yayın No: 108, s. XXXIX-XL
(4) İslam Ansiklopedesi, İbnülemin Mahmut Kemal maddesi: (https://islamansiklopedisi.org.tr/ibnulemin-mahmud-kemal)
(5) Erdem Yücel, İbrahim Hakkı Konyalı (Atis); Şehirlerin Sevdalısı İbrahim Hakkı Konyalı Armağanı, Selçuk Ünversitesi Türkiyat Enstütüsü Yayınları, Konya 2015 içinde, s. 111.
(6) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Yayın No: 108, Başbakanlık Basımevi, İstanbul 2010, s. XXXVI
(7) Hakan Anameriç, Fatih Rukanc, “Bulgaristan a Satılan Evrak ve Özel Arşivlerin Ülke Tarihindeki Önemi“, 2008, Balkan Ülkeleri Kütüphaneler Arası Bilgi-Belge Yönetimi ve İşbirliği Sempozyumu, Edirne, içinde s. 110
(8) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Yayın No: 108, s. XLI; İslam Ansiklopedesi, İbnülemin Mahmut Kemal maddesi, (https://islamansiklopedisi.org.tr/ibnulemin-mahmud-kemal)
(9) Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 19, Ankara 1993
(10) Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 17, Ankara 1994
(11) Osman N. Ergin, Muallim M. Cevdetin Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, Bozkurt Basımevi, İstanbul 1937. Osman N. Ergin için bkz: A. Süheyl Ünver, “Osman Nuri Ergin Çalışma Hayatı ve Eserleri: 1883- 1961“, TTK Belleten, XXVI/101(ayrı basım), 1962 s. 163-179:Müslim Yılmaz, Osman Nuri Ergin: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri (1883-1961), Türkiyat Mecmuası, C.23/Bahar, 2013
(12) Osman N. Ergin, a.ge.112-112. Ergin, Son Posta’daki bu yazının tarihini 4 Haziran olarak veriyor. Bu maddi bir hata olmalı çünkü olayların dizilişi incelendiğinde bu tarihin 4 Haziran değil 4 Mayıs olması gerektiği anlaşılıyor.
(13) Mektubun tam metni için bakınız: Osman N. Ergin, a.g.e., s.115-119 ve “Kıymetli Bir Vesika“, Türk Kütüphaneciliği Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, s-48-52, 1953
(14) Osman N. Ergin, a.g.e., s.113
(15) Osman N. Ergin, a.g.e., s.119
(16) Osman N. Ergin, a.g.e., s.119
(17) Osman N. Ergin, a.g.e., s.572
(18) Osman N. Ergin, a.g.e., s.134
(19) Osman N. Ergin, a.g.e., s.134
(20) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e.,Yayın No: 108, s. XLII
(21)Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e., Yayın No: 108, s. XLI-XLII; Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları, a.e., Yayın Nu: 19; Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı, a.e., Yayın Nu: 17, s. XVII-XVIII
(22) “Macar Asıllı Türk Tarihçisi ve Arşivist Lajost Fekete’nin Arşivciliğimizdeki Yeri“, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi Dairesi Başkanlığı, Yayın Nu.20, Ankara 1994, s.VII
(23) “Macar Asıllı Türk Tarihçisi ve Arşivist Lajost Fekete’nin Arşivciliğimizdeki Yeri“, a.e., s.IX



Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Sponsor