PONTUS SOYKIRIMI YALANI VE GERÇEKLER
Türkler saldırı değil savunma pozisyonundaydılar.
Pontus Terörü, Yunan bağımsızlık hareketleri doğrultusunda, Megalo İdea’nın bir uzantısı olarak Karadeniz kıyılarında bir Pontus Rum Devleti kurulması amacıyla ortaya çıkmıştır. Rumlar’ın devlet kurma talebinin dayanağı, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir.” ifadelerini içeren Wilson Prensiplerinin 12. maddesidir.
Rumlar bölgede kendi nüfuslarının Müslüman nüfustan fazla olduğuna uluslararası kamuoyunu inandırabilirlerse Wilson Prensiplerinin öngördüğü bağımsızlık hakkına kavuşacaklarını düşünmektedirler. Halbuki azınlık durumundadırlar.
Rum nüfus Müslüman nüfustan fazla olmadığı gibi, en kalabalık Rum yerleşim yeri olan Karadeniz Bölgesinde bile toplam nüfus içinde %10-15’lik bir dilim oluşturmuştur.
Mondros Mütarekesinin getirdiği ağır şartlar ve asayişteki bozulmayı fırsat bilip bölgedeki Türk nüfusu yok etmek isteyen Pontus çeteleri Müslüman köylerini basıp kadın, yaşlı ve çocuk demeden katliam yapmışlardır.
Bölgedeki çetelerin en tehlikelisi olan, Bafra civarında konuşlanmış ve mevcutları iki bin kişiyi bulan “Nebyan Çeteleri”, Nebyan Dağı bölgesindeki 11 Rum köyünde yaşayan isyancılar tarafından kurulmuştur.
11 Rum köyünde yaşayan isyancılar tarafından kurulmuştur. İlk kanlı eylemlerini de Kasnakçımermer köyünden iki Müslüman köylü üzerinde tatbik etmişler, bu iki zavallıyı sırt sırta bağlayarak diri diri yakmak suretiyle senelerce devam edecek olan kanlı sahneyi açmışlardır.
Nebyan çeteleri, bölgenin 6 İslam köyü arasından 150 haneli Çağşur köyüne ani bir baskın düzenlemiştir. Bu baskın, Nebyan çetelerinin giriştikleri ilk toplu faciadır. Baskında bir hane bile bırakmadan köyü tamamen yakmışlar, köy halkını şehit etmişlerdir.
Saldırı anında işi gücü gereği köy dışında olanlardan başka hiç kimse bu baskından kurtulamamıştır. Köyün olduğu bölge bugün Bafra Esençay Mahallesi diye geçiyor. Fener Rum Patriği bir kaç yıl önce burayı ziyaret edip boş mağarada dua etmişti.
https://www.samsunkenthaber.com.tr/haber/guncel/samsuna-gelen-rum-patrigi-bartholomeosun-ziyaret-sebebi-rum-ceteleri-icinmis/5974.html
Devam edelim. Çağşur Baskını Rum çetelerinin cesaretini arttırmış ve Kuşça köyü de bu çeteler tarafından aynı akıbete uğratılmıştır. Türkmenler, Kazakçı, Kuşikay, Çiniler köyleri de kısım kısım yakıl-mıştır. Sadece Çağşur ve Kuşça köylerinde 367 Müslüman şehit edilmiştir.
Nebyan dışında Almazsa köyünden 40, Çal köyünden 45, Çarın’ dan 75, Terzülü’ den 4, Engiz’ den 3, İngazi’ den 25 hane ki toplam 6 köyde 192 hane yakmışlardır. Bölge geneli toplam yakılan hane sayısı 500 civarıdır.
Emrullah Nutku, Samsun’daki Pontus çetelerinin faaliyetlerini şöyle anlatıyor:
“…Masum Türk köylerini hiç sebep yokken yakıyorlardı. Türk köylerindeki silahsız ihtiyarların, kadın ve çocukların bu eşkıyalar tarafından feci şekilde öldürüldükleri haberleri sık sık duyuluyor..
Eşkıya takibine çıkan Türk denizcileri bu feci manzaralara sık sık şahit oluyorlardı. İçlerinde kazıklara oturtularak öldürülen kadınlar bile vardı.
BİR SEFERİNDE ÜÇ YAŞINDAKİ BİR TÜRK ÇOCUĞUNA YOL KENARINDA RASTLAMIŞLARDI. BU ÇOCUĞUN KARNI KASATURAYLA YARILMIŞ, BAĞIRSAKLARI DIŞARI FIRLAMIŞTI. HENÜZ VÜCUDU BİLE SOĞUMAMIŞ OLAN BU ÇOCUĞUN, BAĞIRSAĞININ BİR UCUNU AĞZINA ALARAK MEME EMER GİBİ CAN VERDİĞİ ANLAŞILMIŞTI"
Samsun’un güneyinde Duayeri mevkiinde 7 Ekim 1921’de meydana gelen katliamda, Samsun’un Kabi Başalan köyü Müslümanlarından 20 kişi şehit olmuş, bir o kadar kişi de yaralanmıştır.
Güney ve Baylarca köyleri katliamları da tüyler ürperticidir. Bu facialarda, 24 Müslüman erkek, çocuk, kadın, ihtiyar toplu olarak şehit edilmiştir. Bu iki köy ahalisine yapılan katli-amdan ne 80’lik ihtiyarlar ne de kundaktaki masumlar kurtulabilmiştir.
Çarşamba dahilindeki köylerde, 335 hane, 2 cami, 2 okul ve 24 samanlık olmak üzere toplam 382 bina yakılmış, 1920 yılına kadar 2 öldürme, çiftlik yakma, 2 ırza tecavüz, 100 gasp olayı gerçekleşmiştir.
Merzifon'da Pekmezci köyünde yaşananlara şahid olanlar gördükleri zulmü belgelendirerek şöyle anlatmışlardır:
Gümüş’ün Maden köyünden çete başı Konstantin Efendi mahdumu Vangel, Büyük ve Küçük Hampolar ve Dışlan’ın oğlu İlya on yedi neferlik çetesi ile köyümüze geldi.
Topaloğlu Ömer Ağa çetenin köye girişi üzerinde korkusundan firar edince Ömer Ağa’yı köyümüzün zenginidir diye aradılar, bulamadılar.
Kendisini bulamayınca mahdumu Mehmed’i celbederek zere kadar merhamet ve şefkate sahip insanların dayanamayacağı bir surette darb ettikten sonra onu boğazlamak için bıçak altına yatırdılar ve bıçağı boğazına sürdüler. Köprü (Vezirköprü) kazası bölgedeki Rum çetelerinin en kanlı ve tüyler ürperten katliamlarına maruz kalmıştır. Çağşur ve Koşaca katliamını bile gölgede bırakacak bir alçaklıkla yapılan bu tüyler ürpertici katliamlara uğrayan köyler “Ortaklar” ve “Esenbey” köyleridir.
Ortaklar köyünü basan Rumlar köyün içinde kalan ahaliyi kadın, erkek hepsini birer birer yakalayıp süngüden geçirmişlerdir. Köyü ateşe veren Rumlar 150 hanelik köyün 110 hanesini yakıp kül etmişlerdir.
Aynı Rum çetesi, Ortaklar köyünü yerle bir ettikten sonra Esen köyünü başmış, bu küçük ve şirin köyü de Ortaklar köyüne yaptıkları gibi yakıp yıkmışlardır.
Küpecik Katliamı.
Rum eşkıyasının reislerinden Karamuçe köyünden Çakır ve Karakeçe köyünden Kara İstel, emirlerindeki 80 silahlı ve 100 kadar silahsız haydutla 1 Ağustos 1921 Çarşamba gecesi, saat 04.00 sıralarında Küpecik köyünü basmışlardır. 100 kişilik grup dağılarak köyün evlerini yakmaya başlamışlardır. Katliam bittiğinde 150 hanelik köyden 5 ev ve 10 samanlık ayakta kalabilmiş, yanan evlerin hiçbirinden herhangi bir eşya kurtulmamıştır. Yangın sırasında evlerinden kaçamayanlar diri diri yanmışlardır. 1921 yılı Eylül ayında yüzlerce vahşiden oluşan Rum çeteler Erbaa'nın Şıhlı köyüne hücum ederek 500 haneli köyün bütün evleri yakıp tahrip etmiştir. Rumların tek bir dikili taş bile bırakmadığı köyde, ilk saldırıda 31 erkek ve 29 kadın kurşunlanarak öldürülmüştür.
14 Eylül 1921 tarihinde Dereli köyünü basan Rum çetecilerin amacı her zaman yaptıkları gibi ev yakmak, hayvanları gasp etmek, boğaz keserek adam öldürmek, küçük çocukları kızgın fırınlara atmak değildir. Köyün bakire kızları ve yeni gelinlerinden toplam 10 kişiyi dağa kaldırımışlar, günlerce zavallıların iffetlerini ayaklar al-tına aldıktan sonra, hepsini memelerini kesmek suretiyle öldürmüşlerdir. Bu zavallılardan bazılarının isimleri:
*Kapancıoğlu İbrahim zevcesi Rabia,
*Kapancıoğlu Hacı zevcesi Fatma,
*Kapancıoğlu Veli Çavuş zevcesi Zeynep,
*İskefserli Davud kerimesi Şerif Tutu,
*Koca Mehmedoğlu Hasan zevcesi Saliha,
*Muhacir Abdullah zevcesi Server,Rumlar 21 Ocak 1921 tarihinde Yornus köyünü basarak 40 haneli bu köyü baştan başa yakmışlardır. Evlerinden kaçamayan iki kişi diri diri yanmıştır.
Örnekler saymakla bitmez. Peki Atatürk ne yaptı?
Atatürk, Samsun’da yaptığı incelemeler sonucunda Mondros’tan sonra şımaran Rumların Pontus hükümeti kurulması gibi bir safsata etrafında toplandıklarını, çeteleriyle düzenli bir program altında tamamen siyasi bir hüviyet kazandıklarını görmüştü.
Genellikle savunma durumunda olan Müslüman çetelerse Türk köylerini Rum çetelerinin saldırılarına karşı korumak gibi bir amaca hizmet ediyorlardı. bu izlenimlerini, bir rapor ile İstanbul’a bildirmesiyle Pontus terörüyle olan tavizsiz ve kararlı mücadelesi başlamış oluyordu.
1919 Mayıs’ında Samsun’da asker terhis edilmiş, Jandarma kuvveti ise yok denecek kadar az kalmıştı. Müslüman köylerini korumanın bir yolunu arayan Atatürk, Rum çetelerine karşı kazandığı başarılarla tanınan Giresunlu Topal Osman Ağa ile görüştü.
Millî Mücadele’de beraber çalışacaklarını söyleyerek İstanbul hükümetinden aksi emir gelse bile Pontus çeteleriyle olan mücadelesine son vermemesini, tam tersine mücadeleyi hızlandırmasını istedi.
Böylelikle düzenli ordu tekrar oluşturulup Pontusçuların üzerine sevk edilinceye kadar, bölge halkının güvenliğinin sağlanması hedeflenmişti. Atatürk'ün Pontus terörüyle mücadelesinin bir sonraki aşaması Pontusçulara yapılan silah yardımının kesilmesi ve Rum teröristlerin askerî bir harekatla yok edilmesi şeklinde iki ana unsurdan oluşmaktaydı. Rumların sahil kesiminde bulunmaları, yabancı gemilerden silah ve cephane yardımı almalarını sağlıyordu. Atatürk bu yardımın kesilmesini istiyordu. 1921'de TBMM kararı doğrultusunda sahilde yaşayan eli silah tutabilecek Rumların iç bölgelere nakledilmesine karar verildi. Bu yapılırken insan hakları ve hukuka bağlı kalındı. Yol boyunca Rumların can güvenliklerini teminat altına alındı, para ve mücevherleri eksiksiz teslim edildi. Bazı Rumlar yolculuk esnasında memur ve muhafızlardan gördükleri iyi muameleyi anlatan imzalı kağıtlar vermişlerdi. Pontus terörüyle mücadele etmesi için kurulan Merkez Ordusu da aynı tarihlerde Pontus Tenkil (İmha) Harekâtı’na başlamıştı. Askerî müdahale sonucunda 11.118 Rum çeteci etkisiz hâle getirilirken, 1923 yılının ilk aylarında Pontus terörü tamamen kontrol altına alınmış oldu. Diğer taraftan, Nurettin Paşa meselesinin TBMM’de gündeme gelmiş olması, olağanüstü savaş şartlarında bile eleştirel ve demokratik bir ortamın var olduğunun göstergesiydi. Terörle mücadelede yalnızca askerî müdahalenin yeterli olmayacağını iyi bilen Atatürk Pontus meselesinin en önemli kaynağı ve destekçisi olan Fener Rum Patrikhanesi’ni etkisiz hâle getirerek meseleyi kökünden halletmeyi amaçlıyordu. İç bölgelerdeki Türk Ortodokslarını da ayaklandırmak isteyen Rum Patrikhanesi, bu amaç doğrultusunda büyük bir eğitim teşkilatı kurmuş, Rum okullarında Türkçe okutulmasını yasaklamış, açılan okullara Megalo İdeacı profesörler yerleştirmişti. Patrikhane’nin Anadolu’nun dört bir yanına gönderdiği tüccarlar, rahipler ve öğretmenler sabırlı ve sistemli bir şekilde faaliyet göstererek buradaki Türk halkını öz benliklerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar, onlara Yunanlı olduklarını telkin ediyorlardı. Fener Rum Patrikhanesi, ancak insanların akıl ve vicdanlarını etkileyerek başarı sağlayabilirdi. Bu etkiyi yok etmeden ve hedef seçilen yığınları ondan soyutlamadan Fener’le mücadelede başarı sağlanması mümkün değildi. Bu gerçeğin farkına olan ve Karadeniz’deki Pontus terörünün bir benzerinin iç bölgelerde çıkmasını istemeyen Mustafa Kemal Paşa, Papa Eftim faktörünü devreye sokarak Türk Ortodokslarını Fener’in siyasi etkisinden uzak tutmaya çalıştı. Papa Eftim, kendi nüfuzu altındaki insanlara sürekli Fener’in zararlı faaliyetlerini anlatıp Müslüman Türklerle aynı soydan geldiklerinin unutulmamasını ve Millî Mücadele’nin mutlaka desteklenmesi gerektiğini telkin etti. Papa Eftim, Kayseri’de Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi’ni kurarak Anadolu Ortodokslarını Fener’in çatısı altından tamamen koparmış oldu. Anadolu’daki Ortodoksların Fener’den ayrılıp Türk Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlanmalarıyla birlikte, bu yığınlara“Yunanlılık” fikri aşılama projesi suya düşen Fener, Anadolu’daki cemaatini büsbütün kaybetmiş oluyordu. Atatürk'ün Papa Eftim hamlesiyle birlikte Pontus meselesinin önemli virajlarından birisi başarıyla dönülmüş, terörün iç bölgelere yayılması önlenmiş ve Fener’in gücü büyük ölçüde kırılmıştı. Bütün bunlar yapılırken karşı propaganda faaliyetleri de unutulmamıştı. Türklerin hiçbir şekilde mezalim yapmadığı, aksine Yunan ordusu ve Pontus gizli derneklerinin yurt içinde katliamlar düzenlediği bir muhtıra ile dünya kamuoyuna duyuruldu. Papa Eftim önderliğindeki Türk Ortodoksları da yayınladıkları “Anadolu’da Ortodoksluk Sadası” gazetesi aracılığıyla Fener’in dünya kamuoyunu yanıltan beyan ve diğer faaliyetlerini tekzip etmeye başlamışlardı. Türk Ortodoksları, Patrik Meletyos’un kendilerinin temsilcisi olamayacağını söylüyorlar, Anadolu Hristiyanları olarak Türk hükümetinden baskı ve zulüm görmediklerini, aksine huzur ve refah içinde yaşadıklarını bütün dünyaya ilan ediyorlardı. Bunu da yeterli görmeyen Atatürk, Yunanlıların Kara Kitap’ta anlattıklarına karşı Pontus Meselesi adlı kitabı bastırdı. Lozan Görüşmeleri’nde Pontus konusundaki Türk tezini delegelere ve bütün dünya kamuoyuna anlatabilmek amacıyla hazırlanan kitap, hükümetin Pontus çeteleriyle olan mücadelesindeki haklılığını belgelerle ortaya koyuyordu. Pontus terörüyle mücadelenin son adımını Lozan’da Patrikhane ve mübadele meseleleri oluşturuyordu. Atatürk, Pontus terörünün kaynağı durumundaki Fener Rum Patrikhanesi’nin Türkiye sınırları dışına çıkarılmasını istiyordu. Dönemin şartları gereği bu düşüncesi gerçekleşmemekle birlikte, Lozan Antlaşması sonucunda Patrikhane bir Türk kurumu hâline getirilerek siyasi yetkileri tamamen kaldırıldı! Yine Lozan Konferansı sırasında Yunanistan ile imzalanan Mübadele Sözleşmesi gereği Pontusçu faaliyetlere destek veren Karadeniz Bölgesi Rumlarının Yunanistan’a gönderilmeleriyle birlikte Pontus meselesi tamamen çözüme kavuşturulmuş oldu.
SON EK(PONTUS MESELES, DR. YILMAZ KURT)
Rum Çeteleri ve Türk Soykırımı ( 1914-1922 )
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra ordumuz küçülüp bütün silahlarımız elimizden alınınca artık Osmanlı'nın Karadeniz Bölgesindeki Rum çetelerine karşı Türk halkı savunmak için bile bir kuvvete sahip olmadığı görülünce kuvvete karşı her zaman zayıflık ve itibarsızlık gösteren, hükümette bir acizlik görünce hemen başını kaldıran Rum çeteleri anında kendini göstererek saldırgan bir duruma geçtiler.Bizim elimizden silahlarımız alınmasına karşın onlara yurt dışından açıkça silahlar getiriliyordu.
İngilizler Samsun'a çıktıkları zaman Rum çetelerine 10 bin silah dağıttılar.Ayrıca Pontus dedikleri bölgede Türklerden sayıca az olan Rumları çoğaltmak için Rusya'da yaşayan Rumları vapur vapur Samsun ve çevresine çıkarmaya ve bizim topraklarımıza yerleştirmeye başladılar.
Aynı zamanda, böyle yurt dışından doldurma suretiyle Türk nüfus çoğunluğuna yetişmenin mümkün olmayacağını anladıklarından çeteler artık çekinmeden Türk nüfus çoğunluğunu ortadan kaldırmak için köyleri basarak Türkleri katletmeye başladılar.
Çetelerin katliamına sahne olan yerler ağırlıklı olarak Samsun, Bafra, Havza, Kavak, Ladik, Vezirköprü, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Gümüşhacıköy, Taşova, Tokat, Erbaa, Zara, Ordu, Giresun, Trabzon Rize ve ilçeleri idi......
Ek olarak detaylı bilgi için bknz. Atatürk'ün Terörle Mücadele Yöntemi Pontusçu Rum Çeteler Örneği
Ümit Doğan
Pontus Meselesi, Dr. Yılmaz Kurt, Sayfa:188