"CHP, Tek Parti, İsmet Paşa camileri kapattı" yalanına 1966 senesinde bizzat İsmet İnönü “Benim dönemimde camiler kapatılmamıştır” diye cevap vermiştir. Ama "Cumhuriyet zamanı yalancıları", tekrar bıkıp usanmadan bu yalanı sürdürmüşlerdir.
Mehmet Şevket Eygi, 1966 senesinde Yeni İstiklal gazetesinde vatandaşlara bir çağrıda bulunarak, "CHP döneminde yıkılan, satılan, kiraya verilen, depo ve müze meydana getirilen camiler ile alakalı resim, makale ve bilgi" göndermelerini istemiştir. Gelen makale ve resimlerin bir bölümü Yeni İstiklal gazetesinde yayımlanmış; bu resimleri kimlerin iyi mi çekip gönderilmiş olduğu ise sır olarak kalmıştır. Mehmet Şevket Eygi, bu mevzuyu 2003 senesinde "Yakın Tarihimizde Câmi Kıyımı" adıyla kitaplaştırmıştır. Kitabın başlığının altında ise "Kapatılan, satılan, yıkılan, kiraya verilen, depo meydana getirilen, CHP ocağı, saz ve içki evi, spor kulübü lokali haline getirilen, müzeye dönüştürülen binlerce mâbedin hazin hikayesi" gibi bir ibare vardır. Yani, "CHP, Tek Parti döneminde camiler kapatıldı, depo ve hatta hela yapıldı" iddiasını ileri sürenlerin "en büyük kanıtı", Mehmet Şevki Eygi’nin yazdıkları ve söyledikleridir.
Cumhuriyet'in Cami Politikası: İhtiyaç Kadar Cami
1927 senesinde bütün Türkiye’de, okulların iki katı, 14.425 okula karşılık, 28.705 cami vardır. [1]
Bu nedenle, 17 Nisan 1927 tarihindeki 1011 Sayılı Bütçe Kanunu’nun 14. Maddesine gore, Türkiye’ye harbiden ne kadar cami ve ne kadar din görevlisi icap ettiğinin 31 Mayıs 1928 geçmişine kadar belirlenmesi istenmiştir. [2] Bu konudaki nizamname, 5 Ocak 1928’de kabul edilmiştir. [3]
Daha sonrasında bu nizamname birazcık daha genişletilerek 25 Aralık 1932 tarihinde "Cami ve mescitlerin sınıflandırılması ile alakalı nizamname" adıyla yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede Türkiye genelinde "gereksinim fazlası" olduğuna karar verilen camiler belirlenmiştir. [4]
İşte kapatılan, satılan ve başka amaçlarla kullanılan bu "gereksinim fazlası" camilerdir.
1928’de Türkiye’nin 14 milyon sözü geçen bir ülke olduğu dikkate alınacak olursa, 28.705 caminin ihtiyaca gore oldukça fazla olduğu kolayca anlaşılacaktır. Yeni kurulan Cumhuriyet, her şeyi organize ettiği benzer biçimde Türkiye’nin ihtiyacına gore cami planlaması da yapmış ve gereksinim fazlası camileri oldukça titiz bir emek verme sonucunda belirleyerek tasnif etmiştir. Yanmış yakılmış, asırlarca dikkatsizlik edilmiş, yokluk ve zaruret arasında kıvranan, genç Cumhuriyeti kuranlar; aşırıya, lükse, gösterişe değil, Türkiye’nin reel gereksinimlerine ehemmiyet vermiştir. En rahat bir inşaatın bile muayyen bir maddi kaynak demek olduğu düşünülecek olursa, cemaati olmayan, bundan dolayı tasnif dışı bırakılan camileri "boş" yada "atıl durumda" blokaj lüksü yoktur; bundan dolayı- yine ediyorum- tasnif dışı camiler dönüştürülerek değişik amaçlar için kullanılmıştır; fakat hiç, ahır, eğlence merkezi yada hela yapılmamıştır. Tek parti periyodunun cami politikasının eleştirilebilecek tek yanı birtakım zamanı camilerin de tasnife doğal olarak tutulmasıdır. Ancak aslolan zamanı cami kıyımı DP ve Menderes döneminde yapılmıştır. (Bu mevzuya ilerde değinilecektir.)
Genç Cumhuriyet’in gereksinim fazlası camileri başka amaçlarla kullanma sonucu oldukca geçmeden "CHP camileri kapattı, depo yap-tı, ahır yaptı" biçiminde aslı astarı olmayan bir propagandaya dönüşmüştür. İnsanların, gereksinim fazlası camilerle değil, camilerin yarısından bile azca sayıdaki okullarla ilgilenmesi gerekirken, Halkevlerinin, Köy Enstitüleri’ nin kapatılmasına reaksiyon göstermesi gerekirken, biz sabah akşam niçin cami muhabbeti yapıyoruz?
Müslümana Müslüman propagandası yapmamızın başka bir amacı mı var acaba?
Tarihi Camilerin Yıkımını ve Amaç Dışı Kullanımı Konusundaki İstismarı Mustafa Kemal Atatürk ve İnönü Önledi.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında birtakım mahalli yöneticiler tarafınca eski eserlere ihtiyaç duyulan önemin verilmemesi üstüne bizzat Mustafa Kemal Atatürk, aralarında camilerin de bulunmuş olduğu eski eserlerin korunmasını istemiştir. Mustafa Kemal Atatürk 1933 senesinde bu eserlerin korunması ile alakalı Konya'dan çekmiş olduğu telgraftan sonrasında Hükümet de bu işle daha sıkı bir biçimde ilgilenmeye başlamıştır.
31.1.1934 tarih ve 6 / 370 sayılı Başvekalet genelgesiyle, "bayındır hevesi yüzünden eski eserlerin yıktırıldığının görüldüğü" belirtilerek, "bundan sonrasında Maarif Vekaleti'ne sorulmadan hiçbir eserin yıktırılmaması" istenmiştir. (4a)
3.10.1935 gün ve 6/ 5548 sayılı Başvekâlet genelgesiyle, il-lerde idarecilerin ve belediye başkanlarının "vakıf eserleri haraptır diye çabucak yıktıklarının öğrenildiği, bu hareketi yapanların ağır sorumluluk dibine girecekleri" belirtilmiştir. (4b) Ancak bu tehditkâr talimatname bile taşradaki idarecileri durdurama-mış olmalıdır ki Başvekaletin 14.10. 1936 tarihindeki bir genelgesi ile "askerler tarafınca kullanılırken eski yaratı niteliği taşıdıkları için Milli Savunma Bakanlığından alınan ama bu kere Valilik onayı ile Ziraat Bankası’na buğday ambarı yapılmak suretiyle verilen Diyarbakır Hüsreviye ve Behramiye Camilerinin boşaltılması ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onayı alınmadan vakıf eserlerin ve öteki idarelere ilişik eserlerin amaçları haricinde kullanmamaları" son kere istenilmiştir. (4c)
Son olarak 12.3.1940 tarihindeki Başbakanlık genelgesiyle "İmar Yapı ve Yollar Kanunu"na dayanarak "belediyelerin vakıf eserlerin arsalarını bedava kamulaştırma ettikleri, birtakım belediyelerce de arsasını istimlâk etmek için ilkin üstündeki sağlam binayı "haraptır" diye yıktıklarının görüldüğü, bu benzer biçimde emrivakilere meydan verilmemesi" bildirilmiştir. (4d)
Bu belgelerden de görüldüğü benzer biçimde Cumhuriyet'in ilk yıllarında "illerde idarecilerin ve belediye başkanlarının 'vakıf eserleri haraptır' diye aralarında birtakım camilerin de bulunmuş olduğu bu eserle-ri çabucak yıktıkları" anlaşıldıktan sonrasında Mustafa Kemal Atatürk ve Hükümet vakaya el koyarak zamanı kıymeti olan bu eserlerin yıkımlarını önlemiştir. Belgelerden ayrıca, Hükümet'ten habersiz birtakım mahalli yöneticilerin taşrada birtakım camileri "amaçları haricinde kullandıkları" anlaşılmaktadır. Hükümet bu durumu farkına varır etmez mahalli yöneticilere gönderilmiş olduğu genelgelerle "bu camilerin hemen boşaltılarak Vakıflar Genel Müdürlü-ğü'nün onayı alınmadan gaye haricinde kullanılmaması gerektiğini" bildirmiştir.
Yani Sayın Başbakan'ın, Tek Parti döneminde gaye dışı kullanılan camilerin fotoğraflarını göstererek, "İşte Tek Parti, İsmet İnönü camileri bu şekilde yatakhane, depo, ahır yaptı." demesi doğruyu yansıtmamaktadır. Çünkü yukarıdaki belgelerde de açıkça görüldüğü benzer biçimde bu biçimde gaye dışı kullanılan birtakım camiler, Hükümet' ten ve İnönü'den, hatta Mustafa Kemal Atatürk'ten habersiz bir biçimde birtakım işgüzar mahalli yöneticiler tarafınca bu hale getirilmiştir. Nitekim Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve İnönü'nün başbakanlığındaki Hükümet bu durumu öğrenir öğrenmez mevzuya müdahale etmiş; bu yaratı-lerin bahanelerle yıkılmamasını, korunmasını ve gaye dışı kullanım için de kesinlikle izin alınmasını koşul koş-muştur.
İsmet İnönü Bazı Camileri Kapatıp Depo Yaptı, Kapısına Kilit Vurdu!
Peki Ama Neden?
Cumhuriyet zamanı yalancıları öteden beri CHP’ye ve İsmet İnönü’ye hücum etmek için "Kâfir İsmet İnönü camilere kilit vurdu. Etrafına asker dikti. Namaz kılmak için içeriye kimseyi sok-turmadı. Camileri sürekli teftiş etti. Nöbetçilere, ‘İçeriye kimseyi sokmuyorsunuz değil mi?’ diye sordu!" biçiminde bir propagandayla, CHP ve İsmet İnönü’nün "cami düşmanı" olduğu yalanına hemen hemen tüm Türkiye’ yi inandırmışlardır.
Evet! Gerçekten de CHP ve İsmet İnönü, 1939-1946 içinde Türkiye’ deki birtakım camileri "depo" yapmış, bu camilerin kapısına “kilit” vurmuş, etrafına asker dikmiş ve bu camileri ibadete kapatmıştır!
Ama niçin?
İsmet İnönü'yü camileri kapatmakla suçlayanlar "fakat niçin" sorusunu hiç sormaz, soramazlar. Çünkü İsmet İnönü’nün bu davranışının nedeni "cami düşmanlığı, din karşıtlığı" değil; tam bilakis dinine olan bağlılığı, geçmişine olan saygısıdır.
"Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim! Şöyle ki:
İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’nın devam etmiş olduğu 1939-1946 yılları içinde, Türkiye’ye yönelik olası bir saldırıda, camilerin hedef alınmayacağını düşünerek, müzelerimizdeki zamanı ve dini kıymeti olan eserleri, zarar görmemeleri için, birtakım camilere koydurarak koruma dibine almıştır. Evet, İsmet İnönü, 1939-1946 içinde birtakım camileri “depo” yapmıştır, fakat bu depolar, Kutsal emanetler, Hz. Muhammed’in sancağı, kılıcı, hırka-i saadeti, Hz. Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerim”i benzer biçimde "dinsel ve tarihsel" kıymeti olan eşyaların deposudur. Örneğin, Topkapı Sarayı’ndaki "Kutsal Emanetler", bu emanetlerle ilgilenen görevlilerle beraber Niğde’ye götürülerek, Niğde’deki birtakım camilere konulmuştur. Dolayısıyla, "Kutsal Emanetlerin" bulunmuş olduğu bu "cami depolar", ibadete kapatılmış ve kapısına kilit vurulup asker dikilmiştir. Ayrıca İsmet İnönü, arasında değerli zamanı eserlerin saklandığı bu camilere oldukca iyi bakılmasını istemiştir. Örneğin, 21 Ağustos 1944 tarihindeki bir kararla, "Milli Saraylardan Divriği'deki Ulu Cami’ye korunması için konulmuş olan değerli eşya, kubbeleri akmış olduğu için korunamayacağından hızlıca Caminin tamiratının yapılması" istenmiştir. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Sayı: 6061, Dosya: 25945, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.448..18.)
Kıymetli zamanı eserler, Kurtuluş Savaşı yıllarında da tekrar birtakım camilerde saklanmış, bundan dolayı tekrar o camilerin kapısına kilit vurulup, kapısına nöbetçi dikilmiştir. Örneğin, 14 Haziran 1923 tarihindeki bir belgeye gore, "Kıymetli eşyanın olduğu camiyi bekleyen tabur ile kıta arasındaki haberleşmeyi elde eden telefon hattının bozulduğundan" laf edilmiştir. (BCA, Sayı:6061, Dosya: 16714, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 159.115..14..)
Bu nedenle reel bir Müslümana düşen görev, bu davranışından ötürü İsmet İnönü’yü "kınamak" değil, "kutlamaktır."
Osmanlı da Camileri Otel Yapmıştı!
Camilerin gaye dışı kullanılması uygulaması, tarihimizde ancak İsmet İnönü’ye ilişik bir ilk tatbik değildir. Daha ilkin 19. ve 20. yüzyılda Osmanlı döneminde de benzer uygulamalar görülmüştür.
Kurtuluş Savaşı esnasında ve daha sonra birtakım camilerde bir müddet göçmenler-mübadiller konaklamış, dolayısıyla bu camiler bir müddet ibadete kapatılmıştır. Örneğin, 19 Mart 1924 tarihindeki "Kasabalardaki terkedilmiş evler, asker ve memurların ileri gelenlerince işgal edildiğinden mübadil olarak gelen muhacirlerin cami köşelerinde kaldıkları, laf mevzusu yerlerin muhacirlere verilmesi" şeklindeki bir belgeden, birtakım camilerde muhacirlerin konakladığı anlaşılmaktadır. (BCA, Sayı:6061, Dosya: 13517, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 140.1..17.)
Tarihimizde camiler ilk kere, 1877/ 78 Osmanlı-Rus Harbi (93 Savaşı) esnasında gaye dışı kullanılmıştır. Bu harpte Rumeli’den İstanbul’a büyük bir göçmen akını olmuştur. Rus ordusu ile Bulgar çetelerinin önünden kaçan yüz binlerce göçmen, kış mevsiminde İstanbul’a yığılınca bunların barındırılması için İstanbul’daki bü-yük camiler ibadete kapatılmıştır. Ayasofya, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Beyazıt benzer biçimde camiler muhacirlerin barınmasına ayrılmış, bu camiler ve müştemilatı bir anlamda, muhacirlerin kaldığı "oteller" ve "yatakhaneler" olarak kullanılmıştır.
Rubert Furneaux’un; "Tuna Nehri Akmam Diyor", Charles Ryan’ın; "Plevne’de Bir Avustralyalı", Mehmet Arif Bey’in; "Başımıza Gelenler", Turhan Şahin’in; "Öncesi ve Sonrası ile 93 Harbi" isminde eserlerinde muhacirlerin uğramış olduğu zulümlerle alakalı yürek burkan satırlar ve onların İstanbul’da camilerde barındırılmasıyla alakalı emekler anlatılmıştır.
Böyle bir konum Balkan Savaşlarında da yaşanmıştır. İstanbul’a sığınan binlerce göçmen, tekrar camilerde barındırılmıştır. Balkan savaşlarını La Matin gazetesi muhabiri olarak takip etmek amacıyla İstanbul’a gelen Stephane Lauzanne; "Hastanın Başucunda Kırk Gün" (Balkan Acıları), tekrar harp muhabiri olan Georges Remond; "Mağluplarla Beraber" ve William M. Pickthall; "Harpte Türklerle Beraber" isminde kitaplarında muhacirlerin camilerde barındırılmasıyla alakalı gözlemlerini aktarmışlardır. [7]
20. yüzyılda girilen ardı arkası gelmeyen savaşlar yüzünden bizim ülkemizde camiler yatakhane ve depo olarak kullanılmak zorunda kalmıştır. Prof. İlber Ortaylı bu doğruyu şu şekildeki anlatım etmiştir:
"Türkiye iki cihan harbinin birincisine savaşan güç olarak katıldı. İmparatorluk bu harpte ilk kere umumi seferberlik duyuru etti. Askerlikten muaf tutulan medreseliler ve gayrimüslimler bile tabanca dibine alındı. 1,5 milyon asker bu devletin görmüş olduğu bir kalabalık değildi. Toplanan askere ne tabanca, ne duracak yer, ne de tayın verilebildi. Medreseler, camiler, aslına bakarsan harap biçimde olan vakıf eserler ve İstanbul halkı askeri barındırıp beslemekle görevlendirildi. Zaten 1912-13 kışında Balkan felaketini yaşayan Türkiye’nin İstanbul, Bursa ve Edirne benzer biçimde şehirleri peri-şan göçmen dalgalarını barındırmak zorunda kalmıştı. Camiler cami ol-maktan çıktı. Başka ne yapılabilirdi ki?" (7a)
İsmet İnönü’ye "camileri depo yaptı!" diye çıkışanlar, acaba bundan sonrasında, 19. ve 20. asır Osmanlı padişahlarına da "camileri otel-yatakhane yaptılar!" diye çıkışırlar mı?
Ne dersiniz?
Kaynaklar-Dipnotlar: [1] Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamcılık, Ankara, 1972, s.65,66. [2] Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, İstanbul, 2009, s. 655. [3] Jaeschke, age, s.64, 65. [4] Vakit gazetesi, 30 Kanunu Evvel 1928. (4a) Remzi Oğuz Arık, Halkevlerinde Müze Tarih ve Folklor Çalışmaları Kılavuzu, Ankara, 1947, s. 49; Halit Çal, Türkiye'de Cumhuriyet Devri Taşınmaz Eski Eser Tahribatı ve Sebepleri, s.372. http:// dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1 249/14313. pdf, (erişim tarihi, 25 Nisan 2012) (4b) Arık, age, s. 55; Çal, agm, s. 372. (4c) Feridun Akozan, Türkiye'de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, İstanbul, 1977, s. 38.Çal, agm, s. 372. (14 Ni-san 1936'da doğrudan Başbakan İsmet İnönü, "Diyarbakır'daki Hüsreviye ve Behramiye camilerinin boşaltılması ve camilerin ve eski eserlerin asıl görevinin dışında başka amaçla kullanılmamasına dair" bir tamim yayınlamıştır. (BCA, Dosya:1354, Fon Kodu:30.10.0.0,Yer No: 15.84..4.) (4d) Akozan, age, s. 38; Çal, agm, s. 372. [5] Tufan Türenç,“Çirkin İftira ve Gerçek”, Hürriyet gzt., 11 Ocak 2011. [6] Ramazan Balkan, “İsmet Paşa’nın Yıktırdığı Camiler Kocatepe gzt, [7] Balkan, agm.
İŞTE MECLİS ZABITLARI: Tek Parti Döneminde Tamir Edilen Camiler ve Türbeler
Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu 1930’lu ve İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu 1940’lı yıllarda tek parti CHP, Türkiye’de pek oldukca zamanı camiyi ve türbeyi onarım ettirip koruyup kollamıştır.
1930’lu ve 1940’lı yılların Meclis Zabıt Cerideleri incelendiğinde birçok CHP’li milletvekilinin partilerinden-hükümetten, fena durumdaki zamanı camilerin aslına müsait bir biçimde onarılmasını istedikleri görülmektedir. Dahası aynı milletvekillerinin, bu isteklerinin aksatılması yada gerektiği biçimde yerine getirilmemesi durumunda, yeri vardığında, alakalı genel müdürlüğü (Vakıflar Genel Müdürlüğü) ve hükümeti alabildiğince eleştirdikleri de görülmektedir. Çok daha önemlisi, devrin tek parti hükümeti CHP, bu konudaki istekleri dikkate alarak, başta fena durumdaki zamanı camiler olmak suretiyle Türkiye’deki birçok camiyi ve türbeyi onarım ettirmiş, camii ve türbe onarımları için hususi tahsisatlar ayırmıştır. Vakıflar Genel Müdürleri, yeri vardığında Meclis konuşmalarında hükümetin onarttığı camileri, meydana getirilen onarım işlemlerini, harcanan para miktarını bir bir açıklamışlardır.
İşte o Meclis Zabıt Ceridelerinden birkaç misal:
27 Mayıs 1937’de, TBMM 4. Dönem, 46. Birleşimde laf alan Refik Şevket B. birtakım camilerin tamirinden laf ederek, bu mevzuda Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne birtakım eleştirilerde bulunmuştur:
“Vakıf bütçesi laf mevzusu olduğu vakit, hiçbir vakit hatırımızdan geçmez ki bizlere ecdadımızın bıraktığı hayır müesseselerinin imdadına koşan tek kurumdur. (…) Onun için bizim elimizde bulunan, oldukça mazbut bir biçimde elimize verilmiş olan, ecdadımızın bir hayır ifadesi olan camilerin, çeşmelerin şu yada bu müesseselerin gözümüzün önünde nedensiz yıkılmasına meydan verecek kadar âciz bir nesil olmadığımızı kanıtlama etmek bizlere düşer (Alkışlar). Onun içindir ki arkadaşlar, vakıf idarelerinin özellikle kırtasiyecilikten dünyaya gelen tahsisatsızlık yüzünden memleketimizin bir oldukca yerlerindeki 300, 400, 500 yıl öncesindenindede kurulmuş ve hayırsever erkeklerin bir nişanesi olan bu güzelim müesseseleri onarım ve ihya ve korumaya imkân bulunamamaktadır. Bırakanları dualarla andığımız bu kurumlara daha oldukca çaba sarf ederek bakılmasını Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden bilhassa ricayı görev bilirim. Bizim görevimiz yıkmak değil, yapılanları onarım etmektir. Korumak göreviyle mükellef olan bu nesil dün meydana gelen güzel eserler karşısında sessiz kalamaz. Vakıflar Genel Müdürlüğünden kendi hesabıma bir ricada bulundum, hüsnü telâkki ettiler. Meşhur Mimar Sinan’ın Manisa’daki Muradiye camimin tamiri için 1500 liralık karşılık verdi ve onarım edildi. Fakat bu çok büyük ve emsali artık yapılamayacak olan eserin maalesef 1500 liralık tamiratı, bilâkis onun büyük bünyesinde en küçük bir etki bile meydana getirememiştir. Oradaki vatandaşlar ve onu bulan her yurttaş bu müessesenin çatısını kurşunlarının açıldığını ve aktığını görmekle elbet ıstırap duyar. Türkiye B. M. Meclisi yürekten duyulan ıstırapların çaresine bakmakla yükümlü olduğundan bizim namımıza vazife icra eden eden Vakıflar Genel Müdürlüğü, millî bir duyguyla hayırsever bir imanın gerektirme ettirdiği dikkatle hareket etmelidir…”
Vakıflar Genel Müdürü Rüştü B., Refik Şevket B’nin ince eleştirilerine şu yanıtı vermiştir:
“Refik Şevket Beyefendi kanun meselesinden sonrasında hayrata iyi bakılmaması konusunu laf mevzusu ettiler. Son zamanlarda bunu pek iyi yapamadığımızı itiraf ediyoruz. Fakat iki yıl öncesiyle kıyaslanırsa bu konudaki çalışmalarımızın, vakıfların en parlak dönemi olan Meşrutiyeti takip eden devirde bile görülmediği anlaşılacaktır. 339’dan beri bir tek hayrata ilişik 4000 küsur ve akar olarak onarım ettiğimiz 900 ve yeni yaptığımız 400 bu kadardır. Bunlar hiçbir devirde bu şekilde yapılmamıştır. (…) Manisa’daki camilerin tamiri meselesi: bunun önemlice bir onarım olduğu izaha muhtaç değildir. Kurşunlarını onarım için orada mütehassıs bulamadığımızdan İstanbul’dan bir erkek göndermek gerekti. Geriye kalan tamirini bu yıl yeniden yapmağa çalışacağız.”
Görüldüğü şeklinde Vakıflar Genel Müdürü konuşmasında, son yıllarda aralarında Manisa’daki camilerin de olduğu yüzlerce zamanı eserin onarım edildiğini belirtmiştir.
Bu sırada Kocaeli Milletvekili Sırrı B.,
“Bildiğiniz şeklinde İstanbul’da, Tophanede iki sebil vardır. Onların şekli inşaları evvelce birer pırlanta şeklinde o havaliye süs vermekte idi. Fakat bir kaç seneden beri dikkatsizlik edilmiş olduğu için yıkıldılar, birer harabe haline girdiler.” diye bir eleştiride bulununca, Vakıflar Genel Müdür Rüştü B., “Efendim, laf mevzusu ettiğiniz, Nusratiye camiinin sebilleridir. Kapının tarafeyninde sebilin parmaklıkları vardı. Gayet kıymettardı. Fakat çalışılmış olduğu için kaldırıldı. Bu suretle sebil de yıkıldı. Bu yıl bu mevzu incelendi. Gereken karşılık ta verildi. Geçen gün gittim, gördüm, sebil yerine kondu.”
diye cevap vermiştir. (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 1, C.8, Birleşim 46, 4. Dönem, 12.5.1932, s.107-110)
TBMM’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1937 Bütçesi dolayısıyla laf alan Kütahya mebus Naşid Uluğ, hükümetin onarım edip onardığı camilerden şu şekildeki laf etmiştir:
“Arkadaşlar; Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sayın Başbakanımızın pek yakından gösterdiği alâka ile, son senelerde hakkaten oldukca yararlı işler gördü. Memleketin millî eserlerini teşkil eden oldukca değerli camilerimizi ve daha birtakım abidelerimizi onarım etti. Bu yararlı hizmetlerden ötürü Vakıflar yönetiminin manevî şahsiyetine bu kürsüden teşekkür etmek isterim. Arkadaşlar; ellimizde iki milyon sekiz yüz küsur bin liralık bir vakıf bütçesi var. Daha bir oldukca muhtacı onarım camilerimiz, tarihî abideler bulunmuş olduğu biçimde, bu şeklinde eserlerin tamiri için buraya konan para, 159. 010 liradır. Geçen sene Beyoğlu’nun ortasında bulunan Ağacamii hakkaten millî bir üslûpta tekrar onarım edilmiştir. Evkaf idaresinin gelecek bütçelerinde memleketin, Anadolu’nun Rumeli’nin her tarafında vaktiyle yapılma olan yüzlerce ve yüzlerce camiyi onarım edecek, bahçelerini ve etrafı harap olmaktan kurtarıp çiçeklerle, parklarla donatacak bir hizmete hazırlanmasını temenni ediyorum.“(TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 6, C.18, Birleşim 66, 5. Dönem, 27.5.1937, s.292)
Naşit Uluğ’un Meclis kürsünden belirttiğine nazaran hükümet, 1930’ların sonlarında “oldukca değerli camileri” onarım etmiştir. Örneğin, 1936 senesinde Beyoğlu’ndaki Ağa Camii aslına müsait olarak onarım edilmiştir. Vakıflar bütçesinin artırılmasıyla ülkenin farklı yerlerinde onarım bekleyen oldukca sayıdaki cami de onarım edilebilecektir.
TBMM’de 1930’lardaki cami tartışmaları, 1940’larda da devem etmiştir. Örneğin, 24 Aralık 1945’te, 7. Dönem, 17. Birleşimde konuşan Antalya Milletvekili H.Dağlıoğlu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bütçesiyle birtakım camileri ve türbeleri onarım ettirdiğini anlatmıştır:
“Arkadaşlar, bu sene Vakıflar İdaresi bütçesi geldiği vakit arzedeceğim. Vakıflar İdaresi bütçesine Millî abideler ve camilerin tamiri için beş yüz bin lira tahsisat konmuştur. Yüksek Meclis bu parayı vermekte hakkaten eli açık davranmıştır. Gönül istiyor ki, Millî Eğitim Bakanlığın’ın eski eserler ve müzeler bölümüne da bu kadar bir para vermekten çekinmeyelim. Arkadaşlar, geçen yıl Yüksek Meclis pek yerinde olarak birtakım türbelerimizin tamirini, özellikle bir işaret olarak, bir talimat olarak Millî Eğitim Bakanlığı’ndan istemişti. Yaptığım soruşturma ve aldığım izahata nazaran geçen yıl Maliyeden verilen 30 bin liralık bir karşılık ile 5 – 6 türbe onarım edilmiştir. Bunların içinde Gazi Osman Paşa’nın türbesi olduğu şeklinde II. nci Bayazit’in ve Selçuk Hatun’un türbeleri de vardır. Bilhassa Osman Paşa şeklinde bir milletin şanını ve şerefini tüm dünyaya kanıtlamış olan büyük bir erkeğin türbesinin özellikle bu şekilde bir zamanda onarım edilmesi hakkaten bizi sevindirecek mahiyettedir. Ben kendi hesabıma Millî Eğitim Bakanlığı’na bu bakımdan teşekkür ederim. Abidelerin tamiri için bir koordinasyon yapmak lâzımdır. Vakıflar İdaresi, Millî Emlâk ve Millî Eğitim Bakanlığı elele vermelidir. Bunların üçünün vazifeside bir olduğu biçimde zaman zaman aralarında anlaşmazlıklar yüzünden ihtilâf çıkmaktadır. Halbuki dâva abidelerimizi korumak, onarmaktır. Onun için ne yapmak lâzım geliyorsa yapmalı, bu üç yönetim birleşmeli ve esaslı tedbirlerle karşımıza çıkılmalıdır. Arkadaşlar, bu eserlerin onarılmasıyla, hakkaten sistemli ve programlı biçimde tanzimiyle memleket turizmi de bundan oldukca istifade edecektir. Arkadaşlar; biliyorsunuz ki bu memleketten bir oldukca ‘tevaifi mülûk’ gelip geçti. Bunlardan birisi Hamidoğullarıdır. Bunların merkezi Eğridir’dir, Bunların Dündarbey medresesi vardır. Hakikaten fevkalâde bir eserdir. Bilhassa ecnebi seyyahlar harika bir yaratı diye üstünde durmuşlardır. Bunu da kurtaralım, hattâ oraya mahallî bir müze de yaparak tüm mezarları vesaireyi de içerisine koyarak teşhir ederlerse oldukca iyi olur. Bunu da özellikle rica ediyorum….” (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 2, C.20, Birleşim 17, 7. Dönem, 24.12.1945, s.315-317)
Antalya Milletvekili Dağlıoğlu’nun bu hitabı son aşama önemlidir. Dağlıoğlu’nun verdiği birtakım bilgiler cidden dikkat çekicidir. Örneğin, 1945 senesinde camilerin ve eski eserlerin tamiri için Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine 500.000 lira tahsisat konmuştur. 1944 senesinde TBMM, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan birtakım türbeleri onarmasını istemiştir. Maliye bu için 30.000 lira tahsisat vermiştir. Bu para ile, aralarında Gazi Osman Paşa, Selçuk Hatun ve II. Beyazit’in türbelerinin de bulunmuş olduğu 5-6 türbe onarılmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1940 yılı Bütçesi görüşülürken laf alan İstanbul mebus Ziya Karamürsel, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün cami onarım çalışmalarını şu şekildeki eleştirmiştir:
“İstanbul’daki Kıymetli eserlerin tamiri mevzusunda Muhterem Vakıflar Genel Müdürü’nün göstermekte olduğu duyarlılık ve sarf etmiş olduğu çaba ne kadar şükranla karşılanmağa lâyik ise bu duyarlılık ve gayretin fîili sahaya intikalinde olup biten yanlışlar da o miktarda teessürle karşılanacak bir nitelik arz etmektedir. Bendeniz daha öncesindenindede Mahmutpaşa, Sinanpaşa, Lâleli ve Hüseyinağa camileri şeklinde birtakım eski eserlerin tamiratı dolayısıyla meydana getirilen hatalı işler ile alakalı mütalaa ve teessürlerimi kendilerine hususi olarak dediğim için burada tekrara lüzum görmüyorum. Gerçi sonraları İstanbul’da pek o denli belli başlı tamirat yapılmamış ise de yeniden azca oldukca birtakım şeyler meydana getirilmiş olduğu için bunlar ile alakalı görüş ve eleştirilerimi, bari bundan sonrasında yapılacak tamirat sırasında dikkate alınır ümidi ile lüzumlu görmekteyim. Önce şurasını belirmeliyim ki, o şeklinde nefis zamanı eserlerin restorasyon usul ve kaidesine müsait olarak onarım edilmesi gerekirken bu mevzuya ne olursa olsun ehemmiyet verilmemektedir Bilginiz dahilindedir ki her bina asrına nazaran bir araç-gereç ile yapılmıştır. Buna dair birtakım örnekler vereyim: Karagümrük’teki Atikalipaşa camiinin hariç kubbeler evvelce ref edilerek yapılma olan son toplum yeri tamirat sırasında kamilen kaldırılarak camiin methali açıkta bırakılmış ve yağmur sularının içeri girmesine müsait bir durum ortaya çıkmıştır. Hırka-i Şerif’teki Mesih Alipaşa camiinin tamirinde ise büyük bir ihmal göze çarpmaktadır. Camiin haricî ve dahilî duvarları baştan başa raspa edilerek bina bembeyaz ve cascavlak bir hale getirilmiştir. Bundan başka alçı pencereler ve kadim renkli pencere camları değiştirilmiş ve şaşırtıcı ve hayret verici bir görünüm hâsıl olmuştur. Sultan Ahmed camiinin yan kapılarının dehlizleri üstünde bulunan çifte örtülü 12 kubbenin bilmiyorum ne zaman üst kubbeleri imha edildiği şeklinde son toplum yerinin ve şadırvan avlusunun revakları içerisindeki değerli malakârî rozetler bozulup üst kısımları düz sıva ile sıvanmıştır. Sırası gelmişken şurasını da arz edeyim ki, camiin mahfeli ahşaptır ve sitile de müsait değildir. Fakat yapıldığı dönemin mantalitesini ve bir dönemi anlatım ettiğinden ötürü hususiyeti vardır. Orasını kaldıracaklarını işittim. Halbuki, bu binayı yıkmak değil onarım etmek lâzımdır. Köprü başındaki Yenicaminin durup dururken kapı methalinin raspa edilmesinin anlamını anlayamıyorum. Bundan başka caminin saçakları betonarme yapılmıştır ki, bu da restorasyon usulüne külliyen muhaliftir. Kadırgadaki Sokullu camii çok büyük bir camidir. Medrese tekke, darülhadis ve cami hep bir aradadır. Mimar Sinan’ın şaheserlerindendir. Burada meydana getirilen tamirat içinde kubbe kenarlarındaki istalaktitlerin yeniden eskisi şeklinde taştan yapılması gerekirken bunlar alçıdan yapılmıştır. Senelerin etki ile tarihî bir nefaseti ihzar etmiş olan iç cidarlarının kefeki taşları zaman içinde bağladığı esmer renkle bozulmuş çinilerin ahengini teşkil etmiş olduğu biçimde bunlar baştan başa raspa yapılmakla bembeyaz meydana çıkmış ve eskilik ahengi ve rengi tarihisi bozulmuştur. Dahilinde bulunan sekiz parça 12.nci asra ilişik yaldızlı yazılar da bozulup bunlardan bir bölümü tekrar yazdırılmıştır. Binaenaleyh, makalelerin eskiliği ve eserin kıdemi feda edilmiştir. Tekke binasının kurşunları sökülmüş başka yerlerde kullanılmış ve bu binanın bir bölümü kiremitle örtülmüş ve bir bölümü da aleni ve yağmur sularının tahribine maruz bir biçimde bırakılmıştır. Azapkapısı’nda değeri zamanı özelliği olan cami haricen çimento sıva ile çok kötü bir hale konulmuştur. Şimdi evkafın onarım hususundaki hatalarından laf edeceğim. 1 – Bir mahal onarım edilirken öteki vakıf binanın malzemesi sökülerek kullanılmaktadır. 2 – Klâsik tipte olan alçı pencereler çimentodan yapılmakta yada onarım edilmekte ve bu suretle değer bozulmaktadır. Eski çerçevelerdeki camlar renk ve şeffaflık itibarı ile özellik taşımakta ve yeni meydana getirilen çerçevelerde kullanılanlar ise malûm olan mavi, sarı, kırmızı, ve yeşil renklerdeki şerefsiz camlardan ibaret olup oldukca çirkin bir görünüm teşkil ve eserin mimarî ve tarihî değerini bozacak bir durum ihdas eylemektedir. Bu görüşümün isabeti Topkapı müzesinde ve Ayasofya türbelerindeki alçı çerçevelerle yeni meydana getirilen Lâleli, Mesihpaşa ve Bayazıd camilerindeki çerçeveler karşılaştırma edilirse hemen tezahür eder. Bu camiler bu çerçevelerle birer ucube halini almışlardır. 3 — Eski eserlerin bir bir çok harap olup bunların çoğunun da sakafları aleni ve çerçeveleri ve camları kırık olduğu biçimde ihtiyaç duyulan bu çeşit tamirat yapılmayarak raspa, boya ve yaldız şeklinde süs tamirat ile uğraşılmakta ve bu suretle gereksiz şeyler için ve zaman zaman de ikinci ve bir ihtimal de üçüncü derecedeki işler için bir oldukca harcamalar yapılmaktadır ki bu da başarıya ulaşmış olmasa gerektir. Bu cümleden olmak suretiyle Süleymaniye camii kubbesini bir misal olarak arz edebilirim: Bu cami kubbesinin sıvaları eski kalemkâri nakışlar meydana çıkarılacak diye bozulmasıdır. Halbuki o kalemkârî işler esasında bozuk olmamış olsaydı üstüne sıva vurulur mu idi? Bu kadar rahat bir şeyin düşünülmemesi, beyhude gider ile çok büyük bir iskele kurulmasını ve binlerce amele çalıştırılmasını gerektirme ettirmiştir. 4 — Görünüşe müsait olarak meydana getirilen bu işler ya proje ve bulgu şeklinde esaslı noktalara dayandırılmamakta veyahut keşiflere ehemmiyet veren bir ferdin tamamıyla arzusuna ve keyfine bağlı bırakılmaktadır. 5 – Bazı mabetlerin işlerinde, sonradan yapılma olan ve periyodik ifadeleri taşıyan mahfel, merdiven, maksure, dolap ve emsali parçalar gereksizdir diye sökülüp atılmakta ve bu suretle o tapınak tüm bu hususiyetlerden yoksun bırakılmaktadır. Yapılan tamirat sırasında sona asrın icadı olan çimento, frenk kiremidi, Avrupakârî kilitler ve son sistem çerçeveler kullanılmaktadır. Bir devir sonrasında, bunların her hangi birini inceleyecek olan bir âlim, bir müdekkik bu yeni eserleri görür görmez şaşkınlık edecek ve eski ecdad ile yeni torunu karşılaştırmada bu devrimizi eleştirecektir. Bilginiz dahilindedir ki bu eski mabetlerin her biri tarihte nam bırakmış, büyük mimarlardan birinin eseri sanat ve maharetidir. Mimar Ayaş, Hayreddin, Acem Ali, Sinan, Kasım ve Memed Ağalar şeklinde sermimarı devlet unvanını almış olan bu mühim kişiler memleketin imarında pişüva olmuşlar ve hattâ vazifelerinde kusurları görülenler bu kusurlarını hayatları ile ödemişlerdir ve bu eserler için milyonlarla ölçülecek servet sarf olunmuştur. Bu gün bu eserleri göstererek medeniyette bizim de oldukça yüksek nasibimiz bulunduğunu oldukca haklı olarak iddia edebiliriz. Takdir buyurursunuz ki, bu değerli eserler Vakıfların malı, mülkü değildir. Vakıflar onların muhafızı ve bekçisidir. 3 odalı bir evi onarım ederken bir ekip şartlara uyuyoruz. Binaenaleyh ecdadımızdan intikal eden ve millete mal olmuş olan bu değerli eserleri birer meşheri sanat ve maharettir. Binaenaleyh bunların tamirinde de o kadarcık olsun itina imlemek lâzımdır. Halbuki bu gün seçilen usulle bu eserler bozulmağa yüz tutmaktadır. Son hareketi arz faciasında Amasya’da şurada, burada harap olan birtakım nefis ve kadîm eserlerin Vakıflarca tamiri için bir ekip teşebbüsatta bulunulduğunu kemali şükranla haber almaktayım. Temenni ederim ki, bu eserlerin tamirinde ayni yanlışlar yapılmasın ve meydana getirilen işler restorasyon usul ve kaidelerine müsait olarak bu uğurda harcanan paralar heder edilmesin. Bendeniz tüm bu yanlışlıkların ve usulsüzlüklerin vukuunu bir tek mimar vasfını taşıyan kişilere ve müteahhitlere tamiratın verilmesinde görüyorum. Gerçi ortada bir istihbarat komisyonu vardır. Fakat bu komisyon her nedense fiili bir sonuç vermemektedir. Bu da görülen sakatlıklarla sabittir. Binaenaleyh buna olasılık vermemekle birlikte bu heyetin adeta görünüşü kurtarmak için teşkil edilmiş olduğu zannı hâsıl olmaktadır. Gerçek amacı ise bittabi bu değildir. Hastalık meydandadır. Bu iyi mi düzeltilebilir. Şimdi müsaadenizle özetlemek gerekirse buna da i·lişki edeyim. Bu şeklinde eski nefis eserlerin fennî usul ve kaideye müsait tamirini temin için restoratörlerden, tarih müdekkiklerinden ve sanayii tezyini ustalarından oluşan güçlü bir kurul oluşturmak lâzımdır ve yapılacak tüm işlerin bunların sonucu ile yapılması ve özellikle, bağlı olduğu Milli Eğitim Bakanlığı’ndan görmüş olduğu teşvik ve himaye ile mütevazı biçimde emek vererek meydana getirdiklerini bizzat gidip gördüğüm, mesai semerelerini bu kürsüden yüksek bir şükran ile ve ciddî bir takdir ile arz etmeyi vicdan borcu bildiğim Topkapı müzesindeki abideleri koruma komisyonunun en öncesindenindede görüşünün katılımı ve kısaca onlarla teşriki mesai edilmesi lâzımdır. Belki bu şekilde bir komisyonun kurulması birazcık gider ihtiyarını gerektirme ettirecektir. Fakat bu gereklidir. Yapılan masrafların heba edilmemesinden ise bu kadarcık gider ile daha elit işlerin dürüst ve düzgün bir biçimde yürütülmesi oldukca yerinde olacaktır. Sözüme nihayet verirken beyanatımın başında da arz ettiğim biçimde muhterem Vakıflar Genel Müdürü’nün, eski ve nefis eserlerin tamiri hususunda şahsen gösterdikleri istek ve çaba ve samimî yardım cidden şükranla karşılanmağa lâyıktır. (..) Gayet aleni ve samimî olan bu beyanatımı iyi niyetle dikkate alacaklarından eminim.”
İstanbul mebus Ziya Karamürsel, 31 Mayıs 1940 tarihindeki Meclis oturumunda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü, zamanı camilerin tamiri yapılırken aslına müsait olarak yapılmadığı nedeni öne sürülerek bu şekilde eleştirmiştir. Karamürsel’in eleştirileri, tek parti CHP’nin iyi-fena birçok zamanı camiyi onarım ettirdiğini göstermesi bakımından da dikkat çekicidir. Karamürsel, “Son hareketi arz faciasında Amasya’da şurada, burada harap olan birtakım nefis ve eski eserlerin Vakıflarca tamiri için bir ekip teşebbüste bulunulduğunu kemali şükranla haber almaktayım” diyerek Türkiye’nin farklı yerlerdeki camilerinin onarıldığını belirtmiştir. Karamürsel’in konuşmasında verdiği bilgilere nazaran, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Mahmut Paşa, Sinan Paşa, Laleli, Hüseyinağa, Beyazid, Atikalipaşa, Mesihalipaşa camileri, Yenicamii, Sokullu camii, Azapkapı camii şeklinde oldukca sayıda caminin onarım edilmiş olduğu, onarıldığı anlaşılmaktadır.
Daha sonrasında Tokat Milletvekili Nazım Poray laf alarak CHP’nin İstanbul’da onarım etmiş olduğu camilerden laf ederken eleştirilerini de şu şekildeki dile getirmiştir:
“Evkaf idaresinden istediğim meseleler şunlardır: İstanbul’da bir oldukca camiler onarım ediliyor, kendi semtime yakın olan Üsküdar’da kemali şükranla gördüm ki oldukca güzel camiler onarım edilmiş ve edilmektedir. Geçen yıl Kösemvalide’nin eseri olan Çinilicami, ki Üsküdar’ın adeta cevheridir, oldukca güzel bir surette onarım edilmiştir. Boğaza bakan Şemsipaşa camisi onarım edilmektedir. Bu bina Mimar Sinan’m en güzel eserlerinden birisi, adeta Boğazın incisidir. Maalesef İnhisarlar idaresi bunun ön tarafına depolar ve bürolar inşa etmiş ve bu güzel eserin perspektifini kapamıştır. Vakıflar şimdi bu camii onarım ediyor. Yalnız peşinde bir ekip medreseler vardır. Malûmu âliniz bu medreseler bir hususi kanunla hususi idareye verilmiştir. Vakıf camileri onarım ediyor. Fakat medreseler eski hali harabe ve pislikte kalmaktadır. Acaba Vakıf idaresi için hususi idarelerde anlaşarak bu şekilde bir onarım yapıldığı vakit cami ve medreseleri birlikte onarım etmeğe imkân yok mudur, bu imkân bulunamaz mı? Birinci sualim budur. İkinci olarak algılamak istediğim nokta, haber aldığımıza nazaran yeniden Üsküdar’da Üçüncü Sultan Mustafa’nın inşa ettirdiği Ayazma camii yakında onarım edilecekmiş. Bu cami doğal olarak daha eski zamanlardan kalmış olduğundan oldukca değerli olmakla birlikte birazcık mimarisine ecnebi kokusu karışmıştır. Yani Türk mimarisindeki seciyeyi, sağlamlığı, vakarı korumuş bir bina değildir. Bu şeklinde binalara gelmektense, bu gün İstanbul’da daha eski ve oldukca harap olmuş camilerimiz vardır. Bunları tamirle işe adım atmak daha doğru değil midir? Bence mühim olanı tercih etmek doğru olur. Meselâ Kasımpaşa’daki Piyale camimin oldukca harap olduğu söylenmektedir. Ben yakınlarda görmedim. Tamamen yapılmasının oldukca gider gerektirdiğini takdir ederim. Acaba burasını kısmen olsun onarım etmek olası değil midir? Yine Üsküdar’da iskele başlangıcında Mihrimah camisi vardır. Bu cami de Sinan’ın eseridir ve oldukça güzel, insana ferah verecek bir mabettir. Camiin yamadaki medrese, vaktiyle hususi kanunla hususi idareye terk edilmiş ve bu medrese çocuk bakım evi olarak kullanılmakta bulunmuştur. Bu medresenin tamiri sırasında, anlaşılan daha müsait bir yer bulamamış olacaklar ki, medresenin bir duvarını yıkarak kapı açmak üzere Mihrimah camimin harimine kömürlük yapmışlardır. Bunu hangi fena eller, hangi mimar yapmıştır bilmiyorum. Mihrimah caminin hariminde, Sinan Paşa’nın kabrinin karşısına demirden yapılma oldukça şerefsiz, en kaba hisleri bile rencide edebilecek bir kömürlük. Şehremaneti ile Evkaf arasındaki anlaşmazlıkların çözümü bir yargıcı heyetine havale edilmişti. Bu davalar esnasında bu kömürlüğün de oradan kaldırılması Evkaf tarafınca pek haklı olarak istenmişti, yargıcı heyeti de bu kömürlüğün kaldırılmasına karar vermişti. Bu karar verileli üç yıl olduğu ve yargı de kesin olduğu biçimde bu gün halâ oradan geçenler kömürlüğü orada görmektedirler. Bunun kaldırılmasını rica ederim. Diğer sual: Rüstem Paşa camii hakkındadır. Bu cami Kanunî Süleyman’ın damadı Rüstem Paşa’nın camisidir ki, çinileri ile meşhurdur. Süleymaniye’nin altında, Haliç’in üzerinde olan bu cami kirli barakalar altında kalmıştır. Bu pislikler oradan kalkarsa bu eserler birbirini tamamlayan iki abide olacaktır. Rüstem Paşa camiinin çinilerinin dünyada emsali yoktur. Bu da Mimar Sinan’ın eseridir. Sinan denize yakın olması saygınlık ile camii bir bodrum üstüne yapmıştır. Altını kazmış ve birazcık yükseltmiştir. Bu caminin altındaki bodrum Vakıflar tarafınca kiraya verilmektedir. Burasını tutanlar bir şeker fabrikası haline getirmişlerdir. Bonbon, yiyecek için aldığınız ve içerisinden anlamsız ve hatta minik yazılar çıkan şekerler orada yapılmaktadır, Bunların bir ekip kızlar tarafınca kâğıda sarıldığını gördüm. Günün birinde bir yangın vuku bulursa cami yanmazsa da oldukca hasara uğrayacaktır. Bu camiin avlusu da pek kötüdür. Yalnız bu değil, daha bir oldukca camilerin de avluları kötüdür. Bilhassa Rüstem paşa camisi çok kötü bir haldedir. Vakıflar buradan ne kadar kira alır bilmiyorum. Fakat bu bodrumun boşaltılması iyi olacaktır. Üsküdar’da Ahmediye camimde haftanın muayyen bir gününde fukaraya çorba tevzi edilmektedir. Bunu pek yakında oradan bigün geçerken kemali şükranla ve hem de da teessürle gördüm. Çünkü görünüm hakikate insana teessür verecek mahiyette idi“
Tokat mebus Nazım Poray’ın bu eleştirileri ve önerileri de dikkat çekicidir. Öncelikle Poray da bu mevzuda konuşan öteki milletvekilleri şeklinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün onarım ettirdiği camilerden laf etmiştir. Poray, “İstanbul’da bir oldukca camiler onarım ediliyor, kendi semtime yakın olan Üsküdar’da kemali şükranla gördüm ki oldukca güzel camiler onarım edilmiş ve edilmektedir..” diyerek, İstanbul’da Çinili Camii ve Şemsi Paşa Cami’nin onarım ettirildiğini, Ayzama Cami’nin de onarım ettirileceğini belirtmiştir. Poray ek olarak Üsküdar’daki Mihrimah Camisi’nin harimine meydana getirilen kömürlüğün, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün isteğine karşın hala kaldırılmamasını eleştirerek bunun biran ilkin kaldırılmasını istemiştir. Rüstem Paşa Camii’nin altındaki bodrumun kiraya verilmesinin doğru olmadığını belirterek, o bodrumun da boşaltılmasını istemiştir.
Vakıflar Genel Müdürü Fahri Kiper bu “cami eleştirilerine” şu yanıtları vermiştir:
“Abidelerin tamirinde restorasyona müsait hareket edilmesi istendi; Bu aslına bakarsan çalışmalarımızda öteden beri göz önünde bulundurduğumuz bir konudur.bunun içindir ki, hepimiz teşkilâtımız dışında memleketimizin yetiştirdiği yüksek uzmanlardan oluşan bir kurul meydana getirdik. Her ne yaptırırsak onlar gidiyor, araştırma yapıyorlar, meydana getirilen şeylerin müsait bulunduğunu yada değiştirilecek şeyler var ise düzeltilmesi gereğini söylüyorlar, ikimiz de tamamen buna uyuyoruz. Bu bu şekilde olmakla birlikte özellikle saydıkları noksanlar hakkındaki benim de kulağıma gelen birtakım mevzular oldu. Bunların içinde bu işler pek güç, her birinin ayrı ayrı uzmanlarının bulunması gereklidir. Belki hata edilmiş noktalar olabilir. Yalnız bir kaç tanesinde de yaptığımız incelemelerle söylenilen şeylerin pek de muvafık olmadığı neticelerine vardık. Meselâ Yeni Camiin raspa vaziyetinde. Bunu onlarca defa incelettik, raspa edilen bölgeler aslına bakarsanız taşların üzerini yeniden kazımak şeklinde değildir. Yapılan işte kireç ve saire bir bölümüne evvelce sürülmüş, sürülen sıva bir şeyler olmuş, tabiî diğer tarafı bu şekilde olmayınca sonradan görüldüğü vakit zannediliyor ki, üst tarafı da bu şekilde idi.Halbuki birtakım bölgelere sıva sürmüşler, birtakım bölgelere sürmemişler. Bunlar yeniden görülebilir. ikincisi daha ziyade uzman heyetin arzusudur. Elbette daha iyi bir neticeye varılabilir. Abdileri koruma komisyonu hakkındaki doğal olarak bir şey söylemek bendenize düşmez, onların da mesaisini takdir ederim. Esasen onların da bizlere karşı birtakım talepleri olmuştur. Bir kısımlarını haklı olarak yaptırmışızdır, bir kısımlarını da inceletmişizdir. Merhum Halil B. bizzat gerek Azabkapı’daki cami hakkındaki, gerek özellikle Kadırgadaki eserler hakkındaki dikkatimizi çekti. Biz bu tarz şeyleri ayrı ayrı inceledik. Hepsinin yapılmasını istek ederim. Bir de, camiler onarım olunurken medreselerin de tamiri ve bunların beraber halinde bulunmuş olduğu, birisinin onarım edilirken diğerlerinin de tamirsiz kalmamasını söylediler. Bunun için Başvekâlet yüksek makamından istirhamda bulunduk. Vakıflar idaresinden, Maarif vekâletinden, İstanbul vilâyetinden ortak bir kurul teşkil edilerek İstanbul’u semt semt gezdiler. Süleymaniye Camisi’nin altındaki demirci dükkânları yıllardan beri orada geçindiren bir bozukluktur. Lâleli Cami’inin bir kapısında iki adet kömürcü dükkânı vardır. Sultanahmet’in yanı başlangıcında turşucu dükkânı vardır Rüstempaşa Camisi’nin altında bir ihtimal de meyhane ve buna mümasil bir ekip şeyler derhal hepsinde vardır. Kadırgadaki Şehit Mehmet Paşa Camisi’nde çerçeve gibi dükkânlar vardı ve kirli kirli, pis pis bezler asılı vaziyetler vardı. Bunları az az istimlâk ederek eski haline getirmeye çalışıyoruz. Fakat bunların hepsine birden yetişmeğe bu gün imkân yoktur. Zaten bu iş küçük, tefek bir iş değil, milyonlar gerektiren bir iştir. Düzgün bir programla az az üstünde işlemek zarureti vardır.”
Vakıflar Genel Müdürü Fahri Kiper’in “camilerin tamiri” mevzusundaki birtakım eleştirilere verdiği bu yanıtın satır aralarında oldukca mühim birtakım gerçekler saklıdır. Şöyle ki: Öncelikle, Kiper, “Biz teşkilâtımız haricinde memleketimizin yetiştirdiği yüksek uzmanlardan oluşan bir kurul meydana getirdik. Her ne yaptırırsak onlar gidiyor, araştırma yapıyorlar, meydana getirilen şeylerin müsait bulunduğunu yada değiştirilecek şeyler var ise düzeltilmesi gereğini söylüyorlar, ikimiz de tamamen buna uyuyoruz.” demiştir. Yani zamanı camilerin restorasyonu esnasında aslına müsait olmayan onarımların, noksan ve yanlışların sorumlusu bu uzman ekiptir. Vakıflar Genel Müdürü bile “Biz tamamen uzmanların önerilerine uyuyoruz” söylediğine nazaran camilerin tamiri, onarımı sırasındaki hatalardan ve eksiklerden Mustafa Kemal Atatürk’ü yada İsmet İnönü’yü görevli tutmak hiç de doğru ve gerekçi bir yaklaşım değildir.Kiper ek olarak, camilerle beraber türbelerin de onarımının yapılması için uzman bir takım görevlendirildiğini ve bu ekibin tüm İstanbul’u gezerek araştırmalarda bulunduklarını belirtmiştir. Kiper, cami altlarındaki dükkanların da vakit arasında temizleneceğini anlatım etmiştir.
Konya mebus Dr. Osman Şevki Uludağ, laf alarak Vakıflar Müdürü’ne hitaben;
“Efendim bir sorumu yanıtsız bıraktılar. Bendeniz dedim ki; bundan üç yıl öncesindenindede Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camii ile Edirne’deki Bayazıd Darüşşifası hakkındaki o vakit bunların geçici olarak tamirlerinden bahsetmiş ve önemle nazarı dikkate alacaklarını cevaben söylemişlerdi. Bunlar nazarı itibara katılımı zamanı ne vakit gelecektir?. Bu hususta hiç bir ifadede bulunmadılar?”
diye sormuştur.
Bu soruya Vakıflar Genel Müdürü Fahri Kiper şu yanıtı vermiştir:
“Efendim Beyşehrin’deki Eşrefoğlu camii ile Edirne’deki Darüşşifadan hakkaten üç yıl öncesindenindede laf edilmişti. Ben bunların o zaman nazarı dikkate alınacağını belirtmiştim ve bunlara da bakılmıştır. Bu Eşrefoğlu Camisi hakkaten oldukça yüksek bir eserdir. Bu gün buna başlanacak olsa elimizdeki arkadaşlarımız kendilerinden başka ek olarak bunlara bakacak uzmanlara gerek olacağını söylemişlerdir. Bu oldukca paraya dayanan bir iştir. Tahsisatımız 100. 000 liradır. Bütün bunlar nazarı dikkate alınmamış değildir. Hepsini yapmağa kudret ve kifayetimiz yoktur. Bir sual da Amasya’daki Bayazıd Camisi hakkındaki idi. Bayazıd Camisi meselesine gelince; o da maatteessüf ötekiler şeklinde yıkılmıştır. Bu gün onun tamiri için 200. 000 liraya gereksinim vardır. Amasya’daki güzel eserlerden bir çok kalmamıştır ve halkın arzusu bunun yapılmasıdır. Başvekilime verdiğim raporda bu da vardır. Zamanın uygunluğu nispetinde gelir temini ile yapılmış noktası vardır.Vaziyet budur.“(TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 7, C.11, Birleşim 60, 6. Dönem, 31.5.1940, s.482 vd.)
Vakıflar Genel Müdürü tüm aleni yürekliliğiyle Beyşehirde’ki Eşrefoğlu Camii, Edirne’deki darüşşifa, Amasya’daki Beyazid Camisi şeklinde oldukca sayıda caminin ve zamanı eserin ehil tahsisat olmaması yüzünden maalesef zamanında onarım edilemediğini sadece gelir temin edilir edilmez bunların da onarılacağını anlatım etmiştir.
Cami, tamiri ve onarımı mevzusundaki eleştirilere İzmir mebus Başbakan Şükrü Saraçoğlu, 31 Mayıs 1944’te, 7. Dönem, 65. Birleşimde şu şekildeki cevap vermiştir:
“Arkadaşlar ortada büyük bir hakikat vardır. O da memleketimizin bir abideler memleketi olmasıdır. Tarihin tanımış olduğu günden beri milletin üzerinde, oturmuş olduğu yerlerde yapmış olduğu eserler o denli oldukca, o denli büyük ve abideler o denli zengindir ki, bunların ince bir hesaptan geçirilmeksizin hepsini ayakta tutmak istemek, korkarım ki, en büyük abide olan hayatta olanları fazla rencide eder. Bunları iyi bir yöntemle tasnif ve tespit ederek – ki Vakıflar Genel Müdürlüğü de bunun üzerindedir – bunların başta gelenlerini, ne kadara mal olursa olsun, ihya etmek yada ayakta tutmak için elden gelen gayretin azamisi yapılır, bunda ben de tamamen sizinle beraberim.Yine doğru olan bir hakikat vardır ki, o da bu, işe şimdiye kadar kâfi önem vermemiş olmamızdır. Şimdiye kadar yoksul bir bütçe ile, yoksul bir teşekkülü bu işi başarmağa işyar etmiş bulunuyoruz. Bu nispeten oldukca azca para ile çalışan yönetim, elinden geleni yapmış ve kurulduğu günden beri büyük abide sayılan müesseselerden yüze yakınını ya ihya etmiş yada ayakta kalacak hale getirmiştir. Eğer bu teknik itibariyle, para itibariyle birazcık daha takviye edilecek olursa bunun verimi, birazcık ilkin arz ettiğim sahaya intikal etmiş olacaktır. Arkadaşlarımla beraberim, verdikleri izahatı dinledim, Vakıflar Müdürü ile de konuştum, umut ediyorum ki, gelecek yıl daha azca kusurlu olarak huzurunuza çıkmış bulunacağız (Alkışlar).” (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 8, C.10, Birleşim 65, 7. Dönem, 31.5.1944, s.434,435 vd.)
Başbakan Saraçoğlu’nun laflarını özetlersek:
Ülkemiz, abideler ülkesidir.
Ülkemizde o denli oldukca abide vardır ki, hesapsız bir biçimde bunların tamamını ayakta tutmak imkansızdır. Bu nedenle bu tarz şeyleri iyi bir yöntemle belirlemek gerekir.
Bu işe şimdiye kadar lüzumlu önemi veremedik.
Bunun temel sebebi bütçemizin fakirliğidir.
Buna karşın oldukca azca bir para ile de olsa hükümet elinden geleni yapmış ve büyük abidelerden 100’e yakınını onarmıştır.
Eğer birazcık daha paramız olursa daha oldukca abide onarım edilip, onarılacaktır.
Görüldüğü şeklinde tek parti CHP, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda oldukca sayıda zamanı camiyi, olası olduğunca, aslına müsait olarak onarım ettirmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, uzmanlardan kurulu heyetler oluşturarak, cami restorasyonlarını o heyetlere denetletmiştir. İstanbul haricinde Amasya şeklinde Anadolu kentlerinde de oldukca sayıda zamanı cami onarılmış, onarım edilmiş ve yıkılmaktan kurtarılmıştır. Bu onarımlar, ara sıra aslına müsait olarak yapılmasa da, birtakım zamanı camiler tahsisat yetersizliği sebebiyle onarılamasa ve yıkılsa da, bu mevzuda CHP’li milletvekillerin, alakalı müdürlüğün ve başbakanların “art niyetli” olduklarını söylemek olanaksızdır.
O devrin ulaşım ve komünikasyon koşulları da dikkate alındığında, Türkiye’nin her hangi bir yerindeki her hangi bir caminin onarılması, onarım edilmesi yada camilerin başka amaçlarla kullanılması, yıkılması şeklinde ayrıntılardan hükümetin başındakilerin (Mustafa Kemal Atatürk’ün ve İnönü’nün) zaman zaman oldukca geç haberleri olmuştur. Nitekim -yukarıda belgesini sunmuştum- İsmet İnönü birkaç kez yayınladığı genelgelerle, Anadolu’nun farklı yerlerindeki mahalli yöneticilerden, zamanı camilerin başka amaçlarla kullanıldığının yada yıkıldığının haber alındığını, bu şeklinde durumlara biran ilkin son verilmesini istemiştir. Buna karşın o dönemde yıkılan ve gaye dışı kullanılan camilerin baş sorumlusu olarak direkt Mustafa Kemal Atatürk ve İnönü’nü görülmeye başlanmıştır. Bu son aşama yanlış bir yaklaşımdır.
Tek parti CHP’nin camileri onarım ettirdiğini, onarttırdığını, bu mevzu için hususi bütçeler ayırdığını Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgeler de kanıtlamaktadır.
İŞTE CUMHURİYET ARŞİVİ: Tek Parti Döneminde Tamir Edilen ve Yaptırılan Camiler
Normal 0 21 false false false MicrosoftInternetExplorer4
Genç Cumhuriyet, asla “cami düşmanlığı”, yapmamıştır. Tam bilakis Mustafa Kemal Atatürk döneminde Cumhuriyet hükümetleri, gerektiğinde cami inşa ettirmiş, camilerin bakım ve tamirini yaptırmış, hatta kullanılmayan birtakım kiliseleri camiye dönüştürmüştür.
İşte Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve İnönü dönemlerinde tek parti CHP’nin yaptırdığı, onarttığı camilerden bazıları:
1922 senesinde Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında konuşan Mustafa Kemal Atatürk, Yunan çekilişi esnasında birkaç bin caminin yakılıp yıkıldığını belirtmiş ve “Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti söylev atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim.” demiştir.[8] Nitekim, 26 Aralık 1922 tarihindeki bir belgeye nazaran, “Düşmandan kurtarılan yörelerdeki cami, hayrat ve vakıflarda olup biten zararın tesbiti için kurulan komisyonun hazırladığı raporun ilgililere sunulduğu” belirtilmiştir. (BCA, Sayı: 6061, Dosya: 13712, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 140.4..12.)
Mustafa Kemal Atatürk 1 Mart 1923’te yapmış olduğu Meclis konuşmasında, “Efendiler!Geçen sene arasında Vakıf Bakanlığı, dini yapılar ve hayır müesseselerinin tamir ve inşaatında çok mühim bir emek harcama yapmıştır. Yapılan tamir arasında ülkemizin muhtelif yerlerinde olmak suretiyle 126 cami ve mescit ile 31 medrese ve okul, 22 su yolu ve çeşme, 175 gelir getiren yer ile 26 hamam bulunmaktadır” diyerek, 126 cami ve mescitin onarılıp inşa edildiğini belirtmiştir. (“Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin I.Dönem, 4. Yasama Yılını Açış Konuşmaları”, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. 1, C. 28, 1 Mart 1923, s. 2 )
Bu doğrultuda tamir ve inşa sonucu çıkan camilerden bazıları şunlardır:
– 26 Mart 1923’te Hamidiye Camii’nin onarım ve tefrişatının umum evkaf malından yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 14005, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 2.12..6..)
–12 Şubat 1924 tarihindeki bir belgeye nazaran, “Turgutlu’da tamiratı geçindiren Pazar Camii için 1500 Türk Lirası gönderildiği” belirtilmiştir. (BCA, Sayı: 14005, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 13.109..4.)
– 25 Temmuz 1925 tarihindeki bir belgede “Bitlis Camiinin tefrişi için 3000 liranın gönderildiği” belirtilmiştir. (BCA, Sayı:14005, Dosya: 22911, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 192.313..11.)
– 7 Aralık 1925’te Niğde’nin Fertek Köyü’ndeki bir kilisenin camiye çevrilmesine karar verilmiştir.
– 28 Eylül 1930 tarihindeki bir belgeye nazaran, “Fırtınadan hasara uğrayan camilerin tamiri için Edirne Vakıflar Müdürlüğü’ne 11 000 lira karşılık gönderildiği” belirtilmiştir. (BCA, Sayı:790, Dosya: 22939, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 192.314..20.)
-9 Aralık 1931 tarihindeki bir kararla, “İstanbul Eyüp Camii kurşun ve sıva tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 11987, Dosya: 229-59, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 24.77..9..)
– 1 Mayıs 1932 tarihindeki bir kararla, “İstanbul Edirnekapı’daki Neslişah Camii’nin emanet usulüyle onarım ettirilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 12791, Dosya: 229-63, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 28.36..8.)
– 17 Eylül 1933 tarihindeki bir kararla, “Babaeski’deki Cedit Ali Paşa Camii ile Manisa’daki Muradiye Camiinin tamiri” istenmiştir. (BCA, Sayı: 14960, Dosya: 229-68, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 39.64..19.)
– 18 Mart 1933’de “Edirne’deki üç şerefeli camiinin sıva tamirinin yapılması” istenmiştir.[9]
– 26 Mayıs 1937 tarihinde “Ankara’daki zamanı yaratı niteliğindeki camilerin tespit edilerek tamirlerine başlanıldığı” belirtilmiştir. (BCA, Sayı:73362, Dosya: 25919, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.447..3.)
– 27 Ekim 1937 tarihindeki bir kararla, “Kiğı’da tamiri olası olmayan Bültenbey Camii’nin yerine Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yeni bir cami yaptırılacağı” belirtilmiştir. (BCA, Sayı: 5016, Dosya: 22966, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 192.316..10.)
– 13 Ağustos 1937 tarihinde onarım ettirilen camilerin tekniğe müsait yapılıp yapılmadığının tespiti için kurulan komisyon ve bu komisyonun vermiş olduğu rapordan” laf edilmiştir. (BCA, Sayı:73362, Dosya: 25922, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.447..6.)
– 14 Temmuz 1938 tarihindeki bir kararla “Üsküdar’daki Şemsi Paşa Camii tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 92582, Dosya: 229-113, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 84.65..17.)
– 14 Temmuz 1938 tarihindeki bir kararla “Havsa’daki Sokullu Mehmetpaşa Camii tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 92492, Dosya: 229-156, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 84.65..8.)
– 14 Temmuz 1938 tarihindeki bir kararla “Kadırga’daki Sokullu Camii’nin tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir.(BCA, Sayı: 92352, Dosya: 229-155, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 84.64..14.)
– 16 Mayıs 1938 tarihindeki bir kararla “İstanbul’daki Haseki, Mahmutpaşa ve Mihrimah camileriyle etrafındaki binaların ne biçimde onarım edileceklerine dair üç tane rapor hazırlanması” istenmiştir. (BCA, Sayı:73362, Dosya: 25922,Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 213.447..6.)
– 6 Mart 1939 tarihindeki bir kararla, “Malatya’daki Hacı Ömer Camii tadilat ve inşaatı için gelecek yıla geçici taahhüde girişilmesine izin verilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 105102, Dosya: 229-158, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 86.19..4.)
– 25 Mart 1939 tarihindeki bir kararla “Konya’daki İplikçi Camii restorasyon işi için gelecek yıla geçici taahhüde girişilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 106382, Dosya: 229-159, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 86.25..12.)
– 30 Mart 1939 tarihindeki bir kararla, “Kars’ın Sarıkamış İlçesi’nde yaptırılacak cami inşaatı için gelecek yıla geçici taahhüde girişilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 106692, Dosya: 229-160, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 86.27..3.)
– 9 Mart 1940 tarihindeki bir kararla,”İstanbul’daki Şemsipaşa ve Azatkapı Camilerinin onarımının devamı için 5000’er lira daha sarfına” izin verilmiştir. (BCA, Sayı: 130012, Dosya, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 90.22..3.)
– 21 Ağustos 1944 tarihindeki bir kararla “Milli Saraylardan Divriği’deki Ulu Camiye korunması için konulmuş olan değerli eşya Caminin kubbeleri akmış olduğu için korunamayacağından hızlıca Caminin tamiratının yapılması” istenmiştir. (BCA, Sayı:6061, Dosya: 25945, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.448..18.)
Mustafa Kemal Atatürk’ün Yaptırdığı Camiler
Mustafa Kemal Atatürk’ü, “din düşmanı” diye adlandıran “utanmazların”, “Mustafa Kemal Atatürk’ün camileri kapattırdığı” yalanını yerle bir eden oldukca mühim birtakım belgeler var elimizde… Bu belgeler, Mustafa Kemal Atatürk’ün bırakın camileri kapattırdığını, tam bilakis cami yaptırdığını kanıtlamaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk, Erzurum Kongresi`nden ölümüne kadar hep yanında ve hizmetinde olan Mihallıççıklı Emir Çavuşu Ali Metin vesilesiyle 5 bin lira gönderip, Yunanlılar`ın işgal esnasında yakıp yıktıkları ve imkanları olmadığı için Mihallıççıklıların yaptıramadığı kasabanın tek camisini tekrar yaptırmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk`ün bütün harcamalarını bizzat karşılayarak yaptırdığı bu cami, bugün Mihallıççık`tadır ve `Aşağı Camii` yada “Mihalıççık Mustafa Kemal Atatürk Camii” diye adlandırılmaktadır.
Ali Çavuş (Metin), Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakınlarındandır. Ailesi aslına bakarsak Malatyalı’dır. 1877-78 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşı esnasında, aile Eskişehir’e göçmüş, eski ismiyle Mihalıççık “Çukurviran” köyüne yerleşmiştir. Bilahere babası Hacı İsmail, aileyi Mihalıççık’a getirmiştir. Babasından ötürü da “Hacıların Ali” diye anılmıştır.
Ali Metin Çavuş, Birinci Dünya Savaşı’nın en süratli olduğu dönemde 1915 senesinde, daha 18 yaşlarındayken askere alınmıştır. O zamana nazaran iyi bir eğitimi vardır. Bunun için de Sivas’ta askerken “Küçük Zabit Mektebi”ne alınmış. Burada Enver Paşa’nın dikkatini çekmiş, onun karargahında hizmet vermiştir. Savaştan yenilgiyle çıkmamız üstüne yeniden Anadolu’ya dönmüş, Kazım Karabekir Paşa’nın başlangıcında bulunmuş olduğu 15. Kolordu’da askerliğine devam etmiştir.Orada da kendisini göstermiş. Mustafa Kemal Atatürk’ün Erzurum’a gelmesi üstüne Karabekir Paşa, Ali Metin’i, 3 Temmuz 1919 günü Mustafa Kemal Atatürk’ün hizmetine “Emir çavuşu” olarak vermiş, Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümüne kadar, bilhassa Kurtuluş Savaşı boyunca yakınlığı devam etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün yiyeceklerini Ali Çavuş yapmıştır.
Halk dilinde “Aşağı Cami”, aslolan ismiyle “Cami-i Kebir” 1302(1886) senesinde Sivrihisarlı Hacı Süleyman tarafınca yaptırılmıştır. O tarihlerde Mihalıççık, Sivrihisar’a bağlı bir kasabadır. Mihalıççık da Yunan işgaline uğramıştır.Cami, Yunanlılar tarafınca tahrip edilmiştir. Uzun zaman onarım edilememiştir. Ta ki, Mustafa Kemal Atatürk tekrar yapımı için 5 bin lira gönderinceye kadar.
Özetle, Ali Metin’in vesile olmasıyla Mustafa Kemal Atatürk, 5000 lira vererek Mihalıccık Camii’nin tekrar yapılmasını sağlamıştır.[16]
– Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği, “İdeal Cumhuriyet Köyü’nün” tam merkezinde bir de camiye yer verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, çizdiği projede 22 numarayla gösterdiği camiyi, köy hamamı ve etüv makinesinin derhal yanına yerleştirmiştir.(10 )
– Mustafa Kemal Atatürk, çıkan büyük bir kasırgada hasar bulan Edirne Selimiye Camii’nin onarılması için tahsisat göndermiştir.[11]
– Mustafa Kemal Atatürk, ancak Türkiye’deki değil yurt dışındaki camilerle de ilgilenmiştir. 1919’da başlanıp 1926’da tamamlanan Paris Camii’ne yardım yapanlar içinde Mustafa Kemal Atatürk de vardır. Paris Camii’nde büyük emek harcamaları olan Bencheikh El Hocine Abbas “Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk’ün de Paris Camii’nde izleri bulunduğunu” anlatım etmiştir. Şeyh Hamza Ebubekir’in, Bencheikh El Hocine Abbas’a anlattıklarına nazaran: Mustafa Kemal Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid’in ölümünden sonrasında 1938 yılına kadar her sene Paris Camii’ne “bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diyerek, bir miktar para göndermiştir.[13] Caminin onur defterine nazaran de II. Abdülhamit ve Mustafa Kemal Atatürk’ün caminin yapımına katkıları olmuştur.[14] Batı’da Paris Camii’ne yardım eden Mustafa Kemal Atatürk, Doğu’da ise Tokyo Camii’nin yapımına katkıda bulunmuştur. 1931 senesinde Türkiye’ye gelip Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyaret eden Japon Elçisi Torijori Yamada, Mustafa Kemal Atatürk ile yapmış olduğu toplantıda Türklerin Tokyo camiinin yapımına katkıda bulunmasını istemiştir. Yamada’nın bu isteğini geri çevirmeyen Mustafa Kemal Atatürk, iddiaya nazaran Tokyo Camii’nin yapımına da katkıda bulunmuştur.[15] Bu nedenle olsa gerek ki, Tokyo Caimii’nin 1938’deki açılış töreni esnasında camiye Japon bayrağı ile beraber bir de Türk bayrağı asılmıştır. (15a)
Mustafa Kemal Atatürk Edirne Selimiye Camii’nde
7 Şubat 1923 Çarşamba günü Balıkesir Paşa Camii’nde öğle namazı kılan ve bir hutbe veren Mustafa Kemal Atatürk, bilhassa Kurtuluş Savaşı yıllarında öğle ve Cuma namazlarını, Anadolu’nun farklı şehirlerindeki (Havza, Amasya, Ankara, Balıkesir şeklinde) farklı camilerde kılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonrasında da yurt gezilerinde bilhassa zamanı camileri ziyaret etmeye büyük itina göstermiştir.
Örneğin Mustafa Kemal Atatürk, Edirne ziyaretinde Edirne Selimiye Camii’ne gitmiştir.
Sinan-Meydan-Cami-01 Mustafa Kemal Atatürk Edirne’de Selimiye Camii ve Külliyesini gezerken. (25 Aralık 1930)*
Caminin giriş kapısının üzerindeki kitabeyi inceleyen Mustafa Kemal Atatürk, orada yazılı olan AYETİ okumuş ve caminin imamı Fereli Ahmet Efendi’ye bu ayetin anlamını sormuştur. Daha sonrasında da camiye girerek araştırmalarda bulunmuş ve birtakım açıklamalar yapmıştır:
Mustafa Kemal Atatürk, caminin arasında minberle avize içinde durmuş ve, “Beyler, hiç bir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur” diye lafa başladıktan sonrasında şunları söylemiştir:
“Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 yıl sonrasında bu başyapıt camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yapmış, böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dahi Mimar Sinan sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.”
Daha sonrasında avizenin üstünde yarım kubbede yer edinen Arapça yazıyı okuyan Mustafa Kemal Atatürk, Müftü’ye dönerek “Hocam, bu ayet Tövbe Suresi’nin 18. Ayeti değil mi?” diye sormuş, Müftü, “Evet Paşa Hazretleri” yanıtını vermiştir. Mustafa Kemal Atatürk, yeniden Müftü’ye dönerek, “Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz?” diye sormuştur. Müftü de, “Bildiğim kadarıyla bu ayette ‘Allah’ın, mescitlerini, camilerini icra eden ve bayındır edenler Allah’a ve ahiret gününe inanç edip, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve sadece Allah’tan korkanlardır. Onlar doğru yoldadır’ demektedir.” demiştir.[17]
Mustafa Kemal Atatürk’ün Cami Araştırmaları
Mustafa Kemal Atatürk, ek olarak bir ihtimal de Türk siyasetçileri içinde ilk ve tek “cami araştırması” icra eden liderdir. İslam tarihinde ilk camilerin iyi mi ortaya çıktığını merak eden Mustafa Kemal Atatürk, Leon Caetani’nin “İslam Tarihi” isimli eserinin 3. cildinde “Caminin Kökeni”, “Medine’de Caminin Kurulması” başlıkları altındaki satırlarla ilgilenmiş, mühim bulmuş olduğu satırların altınız çizmiş ve sayfa kenarlarına birtakım notlar almıştır.[18]
Keşke İnönü Gibi Dindar Olabilseniz!
Sinan-Meydan-Cami-02Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün yada tek partinin “Cami düşmanı” olduğu dev gibi bir cumhuriyet zamanı yalanıdır. Evet, daha öncede anlattığımız şeklinde İnönü döneminde birtakım camiler kapatılmış , birtakım camiler başka amaçlarla kullanılmıştır. Ancak bu durumun sebebi İnönü’nün “din düşmanlığı” değil, Türkiye’nin o dönemdeki iç ve dış koşullarıdır. Kurtuluş Savaşı yıllarında askeri nedenlerle, tabanca ve cephaneyi saklamak için birtakım camiler kapatılarak depo olarak kullanılmış, Cumhuriyet döneminde nüfus oranına nazaran gereksinim fazlası olan camiler tespit edilerek başka amaçlarla kullanılmak için tasnif edilmiş, II. Dünya Savaşı yıllarında ise Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler Niğde’deki birtakım camilere taşınmış, dolayısıyla bu camiler ibadete kapatılmış, kapsına kilit vurulmuştur. Çok daha önemlisi Tek parti CHP, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı esnasında Yunan’ın kaçarken ateşe verdiği oldukca sayıda camiyi ya tekrar yaptırmış yahut onarım ettirerek tekrar ibadete açtırmıştır.
Değişik kaygılarla “cami kapatan”, “din düşmanı” diye belletilen İsmet İnönü, mitinglerinde, “din istismarı olur” diye “Allah” sözünü ağzına almaktan çekinen, döşek odasındaki “ALLAH’IN DEDİĞİ OLUR” levhasının fotoğrafının bir gazetede yayınlanmasına oldukca kızan, buna rağmen geceleri gizlice namaz kılan, reel ve samimi bir Müslüman’dır.
İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan’ın yazdığı “Mevhibe” isimli kitapta, İnönü’nün birtakım notları da yayınlanmıştır. O notlar arasında İsmet İnönü’nü, ara sıra namaz kıldığından laf etmiştir.
İşte o notlardan birtakım bölümler:
“Saat altı, sabah namazı vaktinden öncesindenindede Mevhibe beni uyandırdı…Kalkıp kırmızı odaya geçtik. Sabah namazını kıldım”
Mevhibe Hanım’ın notların da İsmet İnönü’nün “son aşama dindar” bir insan bulunduğunu kanıtlamaktadır.
İşte o notlardan bir bölüm:
“22 Nisan 1922’de Konya’ya giderken, saat 15:00’da Malatya’dan ahreket ettik… Hamdi Bey’in evinde konuk ettiler… Ramazanın ilk günü oruçlu olduğumuzdan kötü biçimde acıkmıştık. Ertesi gün 12’de yola çıkıp Kangal’a vardık… oraya yerleştik. Yemekten sonrasında namazlarımızı kıldık”
“3. Mayıs 1922’de bizi otelden aldılar. Dört otomobille Abdülvehap Gazi’yi ziyerete gittik. Kurban götürerek orada kestik. Etini türbedara bıraktık”
İnönü’nün kızı Özden Toker de 2000 senesinde Vatan gazetesine verdiği bir demeçte babası İnönü’nün ve İnönü ailesinin “dindarlığını” şu şekildeki anlatmıştır:
“Annem (İnönü’ün eşi) kuran okurken başını örterdi.Evimizde ramazanlarda refah dolu bir hava yaşanırdı. Ev halkı, başta Cevriye ve Mevhibe olmak üzre İslam dinine tümden saygılı ve bağlı kişilerdi. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım’ın döşek odalarındaki duvarda dev gibi harflerle ‘ALLAH’IN DEDİĞİ OLUR’ yazılı bir levha asılıdır. Bu makale hiç bir vakit yerinden kaldırılmamıştır. Mevhibe, resmi ve toplumsal görevlerinin yanında dinin vecibelerini de harika olarak yerine getirirdi. Alice sahura kalkılır, iftarlar sevinç ile yapılırdı.”[19]
Bu İnönü mü “din düşmanı”, “cami düşmanı”!
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölünceye kadar yanından ayrılmamış Fevzi Paşa da beş zaman namazını kılan, dinini gösterişten uzak halde yaşayan reel ve samimi başka bir Müslüman’dır… Dahası, Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın dostlarından biri Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’dir.
Mustafa Kemal Atatürk’e ve cumhuriyeti kuran kuşağa, “din düşmanı” demek her şeyden ilkin “günahtır”.
Bugün Camiler Açıksa ve Ezan Sesleri Hala Yankılanıyorsa…
Her şeyden önemlisi, “Cami düşmanı” olmakla suçlanan Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü şeklinde tabanca arkadaşları olmasaydı, bu vatanseverlerin “kelle koltukta” verdikleri o “mübarek mücadele” olmasaydı, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan çoluk çocuk demeden korkulu bir katliama süregelen Yunanlılar, camileri yakıp yıkacak, ezanları susturacak ve işte o vakit camiler; ahır, hela, eğlence merkezi yapılacak, hatta Ayasofya’ya çan takılacaktı. Nitekim İzmir’in işgal edilmiş olduğu günlerde, Yunanlılar camilere saldırmış, camileri yakıp, minareleri yıkmış, Yunanlılardan cesaret alan Rumlar da camilerdeki halı ve kilimleri çalmışlardır. Örneğin, o günlerdeki bir gazete haberine nazaran, “Şehrin camilerinin de Rumlar tarafınca basılmış olduğu ve birçok değerli halı ve kilimin kaçırmış olduğu da tespit edilmiştir. Bu arada Hisar ve Bölükbaşı camilerinde yalnız halı ve kilimin kalmadığı görülmüştür.”
Sinan-Meydan-Cami-03 Fotoğraf altı: Yunanlılar tarafınca yakılan Orhangazi kasabası cami-i şerifi. (Orhangazi kasabası tahminen 1000 haneli olup yunanlılar tarafınca bilcümle emakini diniyye ve resmiyesiyle kamilen ihrak ve ahalinin kısmi azami katil ve imha ve eşya ve nakitleri gasb ve yağmalanmıştır.)**
Sinan-Meydan-Cami-04
Yunanlılar tarafınca yakılan Nasrettin Paşa Camii***
Bugün bu ülkenin camileri açıksa ve bugün bu ülkenin semalarından hala ezan sesleri yükseliyorsa bunu “cami düşmanı” duyuru ederek saldırdığınız o Mustafa Kemal Atatürk’e, o İsmet İnönü’ye, o cumhuriyeti kuran iradeye borçlusunuz beyler.
Mustafa Kemal Atatürk Adlı Camiler
Bugün Türkiye’deki 83.000 camiden ancak 6’sının adı “Mustafa Kemal Atatürk Camisi”dir. Benim tespit edebildiklerim şunlardır:
Bitlis, ATATÜRK CAMİ-İ ŞERİFİ,
Mardin-Kızıltepe ATATÜRK Camii,
Eskişehir-Mihallıçcık ATATÜRK Camii,
İstanbul-Kartal Soğanlık ATATÜRK Camii,
İzmir-Karşıyaka MUSTAFA KEMAL PAŞA Camii,
İstanbul-Büyükçekmece Beykent ATATÜRK Camii…
Bırakın Mustafa Kemal Atatürk ismini taşıyan camileri, bugün Türkiye’de “Mustafa Kemal Atatürk rozetine” bile tahammül edemeyen sözde “imamlar” vardır: Örneğin, 27 Kasım 2010 tarihindeki Hürriyet’in haberine nazaran: “Trabzon’un Beşikdüzü İlçesi Merkez Camii İmamı Sezai Yaşar, yakasında Mustafa Kemal Atatürk rozeti ile gelen 80 yaşındaki Ömer Atalar’a, “Bunu takıp camiye gelmeyin, günah işliyorsunuz” demiştir.[20]
Menderes’in Yıktırdığı Camiler ve Mescitler
AKP’nin “cami söyleminin” Mehmet Şevket Eygi’den etkilendiği aleni. Ancak başta Başbakan olmak suretiyle AKP’li yetkililer, Mehmet Şevket Eygi’nin yazıp söylediklerini bile işlerine geldiği biçimde kullanmışlardır. Şöye ki, Eygi “Cami Kıyımı” isimli kitabında, “Cami kıyımı 1950-60 içinde da devam ederek yol açma bahanesiyle nice zamanı caminin temellerine kadar yıkılmasına sebep oldu” diyerek 1950-1960 içinde DP ve Menderes döneminde yıkılan ve satılan camilerden de laf etmiştir. Ancak başta Başbakan olmak suretiyle AKP’li yetkililer “cami söylemlerinde” hiçbir vakit bu durumdan laf etme gereği duymamışlardır.
Bu nedenle ben de DP lideri Menderes’in sattırdığı ve yıktırdığı camilerden laf edeyim. Kim anımsar bir ihtimal Sayın Başbakanımız gelecek öbek toplantısında da DP’nin ve Menderes’in yıktırdığı camilerden laf eder!
Araştırmalarım nihayetinde Menderes zamanında ancak İstanbul’da 54 adet caminin yol açma ve farklı bayındır faaliyetleri nedeniyle yıkıldığını öğrendim. DP döneminde İstanbul Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş’da tam anlamıyla bir zamanı cami katliamı yaşanmış.
DP ve Menderes döneminde İstanbul’daki zamanı cami ve mescit katliamı İstanbul’un imarı için getirilen Fransız Mimar Henry Prost eliyle gerçekleştirilmiştir. Zeki Bağlan Hoca, 2010 yılındaki bir konferansında bu gerçeği şu şekildeki anlatım etmiştir:
“İlk darbeyi Saraçhane-Unkapanı içinde vurur. Çandarlı ibrahim Paşa Hamamı, Altuncuzade Tekkesi ve Süleyman Halife Mektebi bir yana Hoca Teberrük Mescidi sanat kıymeti oldukça yüksek bir binadır. Revani Mescidi asla gereği yokken yıkılır. Divan Edebiyatının meşhur isimlerinden Revani Çelebi’nin kabir taşı dahi kırılır. Bir Bayezid dönemi eseri olan Firuzağa Mescidi yola rastlantı etmez. Buna karşın bileti kesilir, ortadan kaldırılır.
Hoca Sinan tarafınca yaptırılan Azepler Mescidi Fatihli yıllardan kalmadır fakat hamamı ile beraber yola katılır. Kanuni dönemi hatırası Tüfenkhane Mescidi üç kuruşa satılır. Saraçhane Mescidinin üstünde ise şu an resmi daireler vardır.
Prost, bu kadarla yetinmez. İkinci felaket Furyası ile (1955-57) yol kenarında kalan mescidleri de ayıklar. Zeytinciler Mescidiyok edilir.. Voynuk Şücaeddin Camii’nin felaket emrini kimin verdiği asla anlaşılamaz. Hazire bile darma duman edilir, istanbul’un ilk Belediye Başkanı Hızır Bey’in mezarı ortada kalır. Arsalar yeniden camileştirilemesin diye hızla betonlaştırılır ki bu alanda iMÇ blokları yayılır…. Sadece 56-57 yılları içinde 54 camiyi yıktırır. Bunun yanında hamamların, tekkelerin, sebillerin, çeşmelerin hesabı yapılmaz…”(20a)
Prof. İlber Ortaylı, Milliyet gazetesinde “Cami Olmaktan Çıkan Camiler” başlıklı yazısında Menderes’in İstanbul’da Mimar Sinan’ın mescitlerini, camilerini buldozerle yıktırdığını, sadece hiç bir Müslümanın nedense bu harbiden laf etmediğini şu şekildeki anlatım etmiştir: “70 ila 50 yıl evvelinin camiyi ambar yapma, kışla yapma vakalarını tekrarlamak ne zamanı açıklamaya yeter ne de siyaset yapmaya, üstelik yeterince kanıt de ileri sürülmüyor. Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor fakat Menderes’in bayındır emek harcamaları esnasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt’ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve medresesinden, Topkapı’daki Kara Ahmet Paşa’nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden (ki bence istisnai bir Rönesans tipi fontanaydı, inşaat makinelerini dayayıp yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman yok. Bu memleketin tahribi şu yada bu grubun işi değildir. Toptan yaptığımız bir kepazeliktir.” (20b)
İstanbul’un tarihini en iyi bilen Türkiye’nin sayılı sanat tarihçilerinden Prof. Dr. Semavi Eyice, Milliyet gazetesinde Neşe Mesutoğlu’na verdiği röportajda, Menderes’in birtakım camileri yıktırdığını ileri sürmüştür.
1950’lerde Yeni Sabah gazetesinde yazar olan Semavi Eyice, Adnan Menderes’in Sekban Paşa Mescidi, Mimar Ayaz Camii, Velide Camii’nin türbesi şeklinde dini eserleri yol yapmak için yıktırdığını anlatmıştır.
Eyice, kendisinin bu cami, mescit ve türbelerin yıkılmasına gazetesinde itiraz ettiğini sadece uyarıldığını da belirtmiştir. Eyice, Türk zamanı için mühim olan Zeyrek evlerinin de bu zamanda yıkıldığını söylemiştir.[21]
Prof. Semavi Eyice, “Sanat Alemi” dergisinden Ülkü Ö Akagündüz’e verdiği röportajda da bu gerçeğin altını çizmiştir:
İşte Semavi Eyice’in o röportajından birtakım bölümler:
“Menderes döneminde nice ibadethaneler bilinçsizce yıkıldı. (Menderes’in) adına muhteşem bir türbe yapıldı; fakat günahı da çoktu hani.” diyen Eyice, İstanbul’da geniş caddelere, meydanlara ve yeşil sahalara karışıp giden elliden fazla caminin bazısı, projeleri asla tehdit etmediği hâlde birazcık da keyfî uygulamalarla ortadan kaldırılmış. Semavi Hoca, Menderes’in açtırdığı Mustafa Kemal Atatürk Bulvarı’na kurban giden iki camiden şu şekildeki laf ediyor:
“Bozdoğan kemerinden Aksaray’a inerken sağda iki minik cami vardı. Baba Hasan Alemi ve Oruç Gazi Camileri. Baba Hasan Alemi’yi daha o vakit vakıflar kiraya vermişti. Hatta bir öğretmen oturuyordu arasında. Cadde üzerinde olmamasına karşın yıktılar onu. Oruç Gazi mamurdu, kullanılıyordu. Hiç lüzumu yokken yıkıldı o da. Bulvar açıldığında, dört tarafında servi ağaçlarıyla oldukca şirin bir durumu vardı, caddeden dışarıda ve birazcık çukurdaydı aslına bakarsan. Kimin aklına estiyse, gereksiz burada dediler, yıktılar.”
“Adana’da kentin göbeğinde, camisi, medresesi, kütüphanesiyle muhteşem bir külliye düşünün. 1650’lerde Cafer Paşa yaptırmış, 1950’de cadde genişleyecek bahanesiyle yıkılmış. Ne var ki arsa hala boş, külliye yıkıldığı ile kalmış, şehrin anıtsal yapısının yerinde şimdi çömlekçi var“.[22]
İşte İstanbul’da DP döneminde Menderes’in yıktırdığı ve tahrip ettirdiği zamanı camilerden bazıları:
-1465 tarihinde inşa edilmiş olan zamanı Murat Paşa Camii Vatan caddesi yapılırken 1957’de yıkılmıştır.
-Pertevniyal Lisesi civarlarında bulunan zamanı Oruç Gazi Camii, 1956 senesinde yol imal emek harcamaları esnasında yıktırılmıştır.
-Yeni Kapı civarlarında Fatih döneminden kalma 1479 tarihindeki Çakır Ağa Camii yeniden yol imal emek harcamaları sebebiyle 1958’de yıkılmıştır.
-Aksaray’da Vatan cadesinin başında yer edinen Fatih döneminden kalma Camcılar Camii ve çeşmeleri, 1957 senesinde yol imal emek harcamaları sebebiyle yıkılmıştır.
-Aksaray’da,1555 yapımı zamanı Kazasker Abdurrahman Camii 1957’de yol imal emek harcamaları sebebiyle yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş içinde -bugünkü Mimar Sinan Üniveristesi’nin tam karşısındaki- Salıpazarı Süheyl Bey Camii 1957’de yol imal emek harcamaları esnasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki 1878-1879 yapımı, emsalsiz mimariye haiz oldukca nadide eserlerden önde gelen Karaköy Mescidi yada camisi 1958’de yol imal emek harcamaları esnasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki II. Mahmut döneminden kalma, 1826 yapımı, zamanı Nusretiye camii ve sebili 1958’de yol yapımı esnasında tahrip edilmiştir.
-Karaköy Kabataş arasındaki Mimar Sinan eserlerinden Kılıçali Paşa Camii ve dükkanları 1958’de yol imal emek harcamaları esnasında tahrip edilmiş, birtakım duvarları yıkılarak tekrar yapılmıştır. (20c)
İstanbul’un birçok zamanı camisini yıktıran DP ve Menderes, (zamanı camilerin bakım ve onarımı mevzusunda çıkarılan yasaya karşın)İstanbul’un abidevi camilerine de ilgisiz kalmıştır. Bu vaziyet devrin basınınca eleştirilmiştir. Örneğin, Sultanahmet Camii’nin etrafının gecekondularla kuşatılmasını ve bakımsızlığını Metin Engin, 1953 senesinde Cumhuriyet gazetesinde şu şekildeki eleştirmiştir: “İstanbul’un en büyük zamanı abidelerinden olan Sultanahmet Camisi gecekonduların ve usulsuz inşaatın istilası altında… üç beş teneke parçası yahut taş kabul eden her kişi caminin duvarına bitişik bir gecekondu inşa ediyor. Sultanahmet Camisi’nin hali ise büsbütün utanç verici.1950’de Vakıflar tarafınca onarım edilirken bir amalenin ihmali yüzünden kül olan, camiye bitişik mahfil-i hümayun üç seneden beri harap ve yanık bir vaziyette bırakılmış.Bu feci görünüm görkemli caminin tüm güzelliğini ortadan kaldırmaya yeterli geliyor. Vakıflar Umum Müdürlüğü acaba niçin burasını onarım edip camiyi bu çirkin vaziyetten kurtaramaz.” (22a)
Bu noktada adamın aklına birkaç sual geliyor:
1. İsmet İnönü tadı nedenlerle camileri kapatmadığı biçimde “İsmet Paşa camileri kapattı!” diye birileri senelerdir milleti kandırırken; Adnan Menderes, birtakım zamanı camileri ve mescitleri yıktırdığı biçimde niçin asla kimse “Menderes camileri ve mescitleri yıktırdı!” diye çıt bile çıkarmamıştır.
2. Menderes döneminde Türkiye’nin dört bir tarafındaki zamanı kiliseler, cemaati olmadığı biçimde, törenlerle ibadete açılırken, niçin asla kimse “Menderes Türkiye’de Hıristiyanlığın yayılmasını sağladı!” diye bağırıp çağırmamıştır.[23]
3. Çok daha önemlisi AKP döneminde 2010 senesinde satışa çıkarılan İzmir Foça’daki Kozbeyli köyü camiinden niçin asla laf eden yoktur?[24]
4. “Tek parti CHP camileri kapattı” diye sızlananlar niçin hiç bir vakit “Tek parti döneminde oluşturulan Halkevleri ve Köy Enstitülerini DP kapattı. Böylece Türk aydınlanması büyük bir darbe yedi.” demez? 1951’de DP ve Menderes, Türkiye’nin dört bir tarafındaki 478 Halkevi merkezini, 5000 Halkevi şubesini ve 4000 Halkodasını kapatmıştır. 1954’te de o güne kadar 25.000 öğretmen yetiştiren Köy Enstitülerini kapatmıştır.[25]
Sonuç olarak diyeceğim şu ki: Tarih üstünde işinize geldiği şeklinde tepinemezsiniz beyler…
Cumhuriyet zamanı yalanlarına yanıt vermeye devam edeceğim…
[1] Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamcılık, Ankara, 1972, s.65,66.
[2] Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, İstanbul, 2009, s. 655.
[3] Jaeschke, age, s.64, 65.
[4] Vakit gazetesi, 30 Kanunu Evvel 1928.
(4a) Remzi Oğuz Arık, Halkevlerinde Müze Tarih ve Folklor Çalışmaları Klavuzu, Ankara, 1947, s.49; Halit Çal, Türkiye’de Cumhuryet Deveri Taşınmaz Eski Eser Tahribatı ve Sebepleri, s.372. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1249/14313.pdf, (erişim tarihi, 25 Nisan 2012)
(4b) Arık, age, s. 55; Çal, agm, s. 372.
(4c) Feridun Akozan, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, İstanbul, 1977, s. 38.Çal, agm, s. 372. (14 Nisan 1936’da doğrudan Başbakan İsmet İnönü, “Diyarbakır’daki Hüsreviye ve Behramiye camilerinin derhal boşaltılması ve bundan sonra camilerin ve eski eserlerin asıl görevinin dışında başka amaçla kullanılmamasına dair” bir tamim yayınlamıştır. (BCA, Dosya: 1354, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 15.84..4.)
(4d) Akozan, age, s. 38; Çal, agm, s. 372.
[5] Tufan Türenç, “Çirkin İftira ve Gerçek”, Hürriyet gazetesi, 11 Ocak 2011.
[6] Ramazan Balkan, “İsmet Paşa’nın Yıktırdığı Camiler”, Kocatepe gazetesi,
[7] Balkan, agm.
(7a) İlber Ortaylı, “Cami Olmaktan Çıkan Camiler”, Milliyet gazetesi Pazar, 29 Nisan 2012.
[8] Turgut Özakman, Cumhuriyet, II. Kitap, Ankara, 2011, s.15
[9] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nden nakleden Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, s.656.
[10] A. Afet İnan, Devletçilik İlkesi, (İlk baskı 1937) Ankara, 1972, ek 7.
[11] Abdurrahman Kasapoğlu, Atatürk’ün Kur’an Kültürü, İstanbul, 2006, s.390.
[13] Üzeyir Lokman Çaycı’nın Paris Camii ve Enstitüsü rektörü Abbas Bencheikh El Hocine’le yaptığı röportajdan; Üzeyir Lokman Çaycı, “Paris Camisinde Atatürk’ten Işıklar ve İzler Var”, Aktüel dergisi, 26 Eylül 2009.
[14] İsmail Yakıt, “Birikimli ve Bulunmaz Bir Dost Prof. Dr. Hüseyin Ayan Hoca”,AÜ, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.39, Erzurum, 2009. s.1.
[15] Hakan Yılmaz, “Yamamada Torijori: Abdülhamit’ten Türkçe Öğrendi Atatürk’e Japonca Öğretti”, Zaman gazetesi, 6 Mayıs 2006; Torijori Yamada’nın Türkiye anılarını anlattığı kitaplarından biri “Toruko Gakan” (Türkiye’ye Resimli Bir Bakış) adını taşımaktadır. Yamada’nın isteğiyle Atatürk’ün Tokyo Camii’nin yapımına katkıda bulunduğunu anlatan belgesel bir roman için bkz. Erdal Güven, Yumi-İstanbul’da Bir Geyşa, “Japon Kara Ejder Teşkilatı’ndan Kuvayı Milliye’ye“, İstanbul, 2010.
(15a) Ahmet Uzunoğlu, Tokyo Camii, Ankara, 2003, s.12 (Fotoğrafta japon ve Türk bayrakları açıkça görülmektedir.)
[16] Ali Metin Çavuş’tan nakleden Yurdakul Yurdakul, Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, İstanbul, 2005, s.156.
[17] Kasapoğlu, age, s.390, Meydan, age, s.656,657.
[18] Ayrıntılar için bkz. Meydan, age, s.657 vd.
[19] İbrahim Ural, Bu da Bilmediklerimiz, İstanbul, 2009, s.24, 25.
[20] Hürriyet gazetesi, 27 Kasım 2010.
(20a) Zeynep Şahiner, “Menderes Camileri Tekkeleri Neden Yıktırdı“, HABERKÜLTÜR.NET. 5 Ocak 2010.
(20b) Ortaylı, agm.
(20c) Barış Ertem-Mustafa Cevdet Altunel, “İstanbul İmarındaki Tarihi Eser Kaybının Tarih ve Turizm Açısından İncelenmesi: Karaköy-Kabataş Bölgesi”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, C.2, S.4, Aralık 2011, s.69-72;Behçet Ünsal, “İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı”, Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri Dergisi,Cilt 2, s.46-49; Müge Ceyhan, İstanbul’da Tarihi Çevre Koruma ve Basın, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.41-42.
www.isteataturk.com’dan alınmıştır.
www.orhangazim.net’den alınmıştır.
www.hayirlarkoyu.com‘dan alınmıştır.
www.wowturkey.com‘dan alınmıştır.
www.dunyabulteni.“Aksaray’ın Kayıp Hazineleri” Dünya Bülteni, 28 Eylül 2010.
https://ataturk.org.au/
BAZI ŞEYLER BU SİTELERDEN ALINTILANMIŞTIR
[21] “Meğer Menderes Camileri Yıktırmış” Odatv.com, 30 Mart 2011.
[22] “Sanat Alemi”nden naklen, “Satılan Cami ve Mescitler Ne Oldu?”, Haber 7.com, 19 Şubat, 2008.
(22a) Metin Engin, Cumhuriyet gazetesinden naklen Ceyhan, age, s.37.
[23] Menderes döneminde açtırılan kiliseler için bkz. Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, s. 612 vd. “Menderes’in Açtırdığı Kilise ve Diyalogculuk”
[24] “AKP’den Satılık Cami”, Yeniçağ gazetesi, 08.11.2010.
[25] Sinan Meydan, Akl-ı Kemal “Atatürk’ün Akıllı Projeleri” 2.cilt, İstanbul, 2012, s.101,104.
SİNAN MEYDAN'IN KİTAPLARINDANDA ALINTILAR BULUNMAKTADIR
AYRIYETTEN DAHA DETAYLI BİLGİ İÇİN SİNAN MEYDAN'IN KİTABINA BAKABİLİRSİNİZ CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI 1-2